Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından: Esas
Sayısı : 2002/100 Karar
Sayısı : 2004/109 Karar Günü :
21.9.2004 İPTAL DAVALARINI AÇANLAR : 1- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
SEZER 2- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Üyeleri Yasin HATİPOĞLU, Mehmet Ali
ŞAHİN, Salih KAPUSUZ, Mustafa KAMALAK
ve Uluç
GÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili 3- Türkiye Büyük Millet
Meclisi Üyeleri Salih KAPUSUZ, Yasin HATİPOĞLU, Ömer Vehbi
HATİPOĞLU, Mehmet Ali ŞAHİN ve Mustafa
KAMALAK ile birlikte 111 Milletvekili İPTAL
DAVALARININ KONUSU : 13.4.1994 günlü, 3984 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”un kimi maddelerini
değiştiren 15.5.2002 günlü, 4756 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar
Vergisi Kanununda değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1- 2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984
sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasının: -
(b) bendinin “veya toplumda
nefret duyguları oluşturan” bölümünün, -
(k) bendinin “veya korku
salacak” bölümünün; -
(r) bendinde yer alan “ile
ilgili” sözcüğünün, - (v) bendinde yer alan “Yayınların karamsarlık, umutsuzluk...
eğilimlerini körükleyici ... nitelikle olmaması” bölümünün, 2- 3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 6.
maddesinin birinci fıkrasının (a), (b),
(c) ve (d) bentlerinin, 3- 5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 9.
maddesinin son fıkrasının, 4- 7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 12.
maddesinin birinci fıkrasının (d)
bendinin, 5- 8. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “33
üncü maddede belirtilen idari para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir” bölümünün, 6- 10. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 24.
maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının, 7- 12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 28.
maddesinin altıncı fıkrasının ve
sekizinci fıkrasının dördüncü
tümcesinde yer alan “tazminat miktarı on milyar liradan az olmamak üzere”
ibaresi ile altıncı tümcesinde yer alan “tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin, 8- 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 29.
maddesinin (d) ve (e) bentlerinin, 9- 14. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 31. maddesinin, 10- 16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un
33. maddesinin birinci, ikinci ve
beşinci fıkralarının, 11- 17. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’a eklenen Ek Madde 1, Ek Madde 2, Ek Madde 3’ün birinci fıkrasının (b) bendinin, 12- 18. maddesinde yer alan “8 inci maddesinin (a) bendi ile...” ibaresinin, 13- 19. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680
sayılı Basın Kanunu’nun 16. maddesinin
birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin, 14- 20. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Kanun’un 17.
maddesinin birinci fıkrasının iki ve
dördüncü tümcelerinin, 15- 22. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Kanun’un 20. maddesinin, 16- 5680 sayılı Kanun’un kimi maddelerindeki para cezası
miktarlarını değiştiren 25. maddesinin, 17- Geçici 4. maddesinin, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 10,
13., 15., 26., 28., 29., 30., 38., 87., 133., 141., 166. ve 167. maddelerine
aykırılığı savıyla iptalleri ve kimi maddelerinin de yürürlüklerinin durdurulması
istemidir. I-
İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇELERİ İptal
ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
SEZER tarafından verilen 21.5.2002
günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “l- 4756 sayılı
Yasa’nın 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa’nın 4. maddesinde, radyo, televizyon ve
veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkelerine yer verilmiştir. Anılan maddenin ikinci
fıkrasının, - (k) bendinde, “...korku salacak yayın
yapılmaması”, - (v) bendinde
de “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk,
...eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması”, yayın ilkeleri arasında
sayılmıştır. a- Anayasa’nın 38.
maddesinin birinci fıkrasında, hiç kimsenin yasanın suç saymadığı bir
eylemden dolayı cezalandırılamayacağı; üçüncü fıkrasında da, ceza ve ceza
yerine geçecek güvenlik önlemlerinin ancak yasayla
konulabileceği kurala bağlanarak, ceza hukukunun temeli olan “kanunsuz suç ve
ceza olamayacağı” ilkesi benimsenmiştir. Bu ilkenin gereği
olarak, yasaklanan ve yaptırım öngörülen eylemlerin öğelerinin yasada açık
biçimde belirtilmesi ve bu eylemlerin, kuşkuya yer bırakmayacak belirginlikte
düzenlenmesi zorunludur. Oysa, yukarıda
belirtilen bentlerde düzenlenen yayın ilkeleri, başka bir anlatımla yasaklar
açıkça tanımlanmamış, içeriği tartışmalı genel kavramlarla anlatılmıştır. Gerçekten, bir yayının
korku salacak ya da karamsarlık ve umutsuzluk
eğilimlerini körükleyici nitelikte olması kişilere göre değiştiğinden bu
ilkeler, belirgin ve açık olmayan, nesnel içerikten yoksun ve soyut
ilkelerdir. Üstelik, 3984 sayılı
Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile değişik 33. maddesinde, yukarıda belirtilen
ilkelere aykırı olarak yapılan yayınlar için uyarıdan, programın yayından
kaldırılmasına, yayın ilkesi ihlalinin yinelenmesi durumunda yüksek
tutarlarda idari para cezasına ve son aşamada yayının durdurulmasına kadar
varan ağır yaptırımlar öngörülmüştür. Bu tür ağır yaptırımların yargı
organlarınca hükmolunan cezalarla benzer etki ve
sonuç yaratacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle, söz konusu
bentlerdeki anılan kurallar, Anayasa’nın 38. maddesindeki “kanunsuz suç ve
ceza olamayacağı” ilkesine aykırı düşmektedir. b- Anayasa’nın 12.
maddesinde, herkesin, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmiş; 26. maddesinde düzenlenen
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile 28. maddesinde düzenlenen basın
özgürlüğüne temel hak ve özgürlükler arasında yer verilmiştir. Anayasa’nın 26.
maddesinde, herkesin, düşünce ve kanaatlarını söz,
yazı, resim ya da başka yollarla tek başına ya da toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip
olduğu; bu özgürlüğün, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber ya da görüş almak ya da vermek
serbestliğini de kapsadığı vurgulanmıştır. Yine, Anayasa’nın 28.
maddesinde, basının özgür olduğu belirtilmiş; Devlet’e basın ve haber alma
özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alma görevi verilmiştir. Öte yandan, düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün sınırları Anayasa’nın 26.
ve 28. maddelerinde gösterilmiştir. 26. maddenin değişik ikinci fıkrasına
göre, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılması, ulusal güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Devlet’in
ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak yöntemince belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile
yaşamlarının ya da yasanın öngördüğü meslek
sırlarının korunması ya da yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlandırılabilecektir. 28. maddesinde de, basın özgürlüğünün
sınırlandırılmasında 26. madde kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir. Bu anayasal kurallar,
basın ve yayın kuruluşlarının, yukarıdaki sınırlamalar dışında, halkın haber
alma özgürlüğüne uygun çalışma koşullarında hizmet vermelerini
gerektirmektedir. Oysa, yukarıda da
belirtildiği gibi açık, belirgin ve nesnel olmayan ilkelere uyulması
zorunluluğu, yayın kuruluşlarında tedirginlik yaratacağından, radyo ve
televizyonların doğru ve yansız yayın yapmalarına, yurt ve dünya
gerçeklerinin halka duyurulmasına engel oluşturacaktır. Böylece, toplumun
doğru ve yansız haber alma hakkı zedelenmiş olacaktır. Bu nedenle, anılan
bentlerdeki düzenlemeler Anayasa’nın 26. maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine ilişkin kurallarla da bağdaşmamaktadır. 2- 4756 sayılı Yasa’nın
3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Yasa’nın 6. maddesinin birinci fıkrasında; “Üst Kurul, en az dört
yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye,
deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş
kişiler arasından; a- Siyasi parti
gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda gösterilecek ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş, ... Kişiden olmak üzere 9
üyeden oluşur.”; 4756 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesinde de, “Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilecek beş üyesi, siyasi
parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, ... bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde
bildirilir. Siyası parti gruplarınca gösterilen adayların; Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili
siyasi parti gruplarınca yeni adaylar bildirilir.” denilmektedir. Görüldüğü gibi, 3984
sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile değiştirilen 6. maddesinin birinci
fıkrasında, dokuz üyeden oluşan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun beş
üyesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce seçilmesi öngörülmekte; 4756 sayılı
Yasa’nın geçici 4. maddesinde de, yapılacak ilk seçimin yöntemi
belirtilmektedir. Anayasa’nın değişik 87.
maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerinin, yasa
koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek;
Bakanlar Kurulu’na belli konularda yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi
vermek; bütçe ve kesinhesap yasa tasarılarını
görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek;
uluslararası andlaşmaların onaylanmasını uygun
bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun
kararı ile genel ve özel af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm
cezalarının yerine getirilmesine karar vermek ve Anayasa’nın diğer
maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek
olduğu belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri 87. maddede tek tek sayılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu
görev ve yetkilerin dışına çıkması olanaklı görülmemektedir. Nitekim, 87.
maddenin gerekçesinde, “Anayasa’nın diğer
maddelerinde öngörülen yetkileri kullanma ve görevleri yerine getirme
şeklindeki hükümlerin genel nitelikteki görevleri düzenleyen bu maddeye
alınması uygun görülmüştür. Zira bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Anayasa’da gerek bu maddede gerek diğer maddelerinde düzenlenmiş olan bütün
görev ve yetkilerini kapsayacak şekilde düşünülmüştür.” denilerek, tüm görev ve
yetkilerin bu maddede belirtildiği vurgulanmıştır. Anayasa’nın bu
maddesinde ve diğer maddelerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kamu
görevlilerini seçme ya da atama görev ve yetkisi
veren açık bir kural bulunmamaktadır. Bu durumda, Anayasa’da
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri arasında sayılmayan kamu
görevlisini seçme ya da atama konusunun yasa ile
verilmesinin uygun olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin
01.11.1990 günlü, 3677 sayılı “21.02.1967 tarih ve 832 sayılı Sayıştay
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Ek Madde
Eklenmesine Dair Kanun”un kimi maddelerinin iptali istemiyle açılan dava sonunda
verdiği 11.07.1991 günlü, E.1990/39, K. 1991/21 sayılı kararı bu konuya ışık
tutacak niteliktedir. Anayasa Mahkemesi’nin
söz konusu kararında, Sayıştay Yasası’nın Başkan ve üyelerin seçimine ilişkin
5. ve 6. maddeleri Anayasa’nın 87. maddesi yönünden incelenirken; “... Anayasa’nın
T.B.M.M.’nin görev ve yetkilerini belirleyen 87.
maddesi ile Sayıştay’ın görev ve yetkilerini düzenleyen 160. maddesinde
Sayıştay Başkan ve üyelerinin seçimleri ile ilgili herhangi bir hüküm
getirilmemiştir. Anayasa’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görevleri
arasında sayılmayan bir konunun bir yasa ile Meclis’e verilmesinin Anayasa’ya
uygun olup olmayacağı öncelikle belirlenmelidir. aa) Anayasa’nın 160. maddesinde, Sayıştay’ın Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına denetleme yapacağı öngörülmüştür. T.B.M.M. ile
Sayıştay arasındaki bu ilişki, Sayıştay’ın kuruluşunu, üyelerinin seçimini,
denetiminin kapsamını ve böylece hukuksal yapısını belirler. Anayasa Sayıştay Başkan
ve üyelerinin seçimi konusunda açık bir kural koymamıştır. Ancak, bu konuda
yasa ile yapılacak düzenlemenin de Sayıştay’a ilişkin Anayasa’nın 160.
maddesi ile T.B.M.M.nin görev ve yetkilerini sayan
87. maddesinin özüne ve sözüne uygun olması gerekir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetim yapan anayasal bir organın Başkan ve üyelerinin seçimi
Anayasa’da gösterilmemiş ise de, bu seçimlerin T.B.M.M. Genel Kurulu’nca
yapılması anayasal sistemin, diğer bir anlatımla, T.B.M.M. ile Sayıştay
arasındaki doğal ilişkinin sonucudur...” yargısına varılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin
bu kararında; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerinin
Anayasa’nın 87. maddesinde tek tek sayıldığı, bu
görev ve yetkiler arasında yasama dışındaki organlara üye seçme görev ve
yetkisinin bulunmadığı, böyle bir görev ve yetkinin yasa ile verilmesinin de
ancak, o organla Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında anayasal sistemden
kaynaklanan bir ilişkinin olması durumunda Anayasa’ya uygun görülebileceği
kabul edilmiş olmaktadır. 3984 sayılı Yasa ile,
izin sisteminin gereği olarak, radyo ve televizyon yayıncılığı ve bu
yayınların iletiminde düzenleyici ve denetleyici olmak üzere bağımsız ve
yansız bir Radyo Televizyon Üst Kurulu oluşturulmuştur. Bu Üst Kurul’un
yürütme erki içinde yer aldığı kuşkusuzdur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi ile adı geçen Üst Kurul arasında, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda
değinilen kararında söz edildiği gibi, anayasal sistemden kaynaklanan, doğal
ve zorunlu bir ilişki bulunmamaktadır. Bu nedenle, 4756 sayılı
Yasa’nın 3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendindeki, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinden
beşinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda siyasi parti gruplarınca önerilerek
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca seçilmesini öngören kural ile
4756 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesindeki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
yapılacak ilk seçimin yöntemini gösteren kuralın Anayasa’nın 87. maddesine
aykırı olduğu düşünülmektedir. 3- 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa’nın 28. maddesinin, 4756
sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle değiştirilen sekizinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel
kişilerin ayrıca genel hükümlere göre ilgili yayın kuruluşuna karşı tazminat
davası açma hakkı saklıdır. Yayın kuruluşu ile birlikte şirketin yönetim
kurulu başkanı da müştereken ve müteselsilen
sorumludur. Zarar doğurucu fiilin işlenmesinden sonra yayın kuruluşunun
devredilmesi, başka bir kuruluşla birleşmesi veya sahibi olan şirketin
herhangi bir surette değişmesi halinde yayın kuruluşunu devralan, birleşen ve
her ne suretle olursa olsun yayın kuruluşunun sahibi veya hissedarı olan
şirket ve şirketin yönetim kurulu başkanı da bu fiil nedeniyle hükmedilen
tazminattan yayın kuruluşu ile birlikte müştereken ve müteselsilen
sorumludur. Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı, on
milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir. On
milyar liralık alt sınır her yıl Maliye Bakanlığınca ilân edilen yeniden
değerleme oranında artırılır. Bu maddeye göre açılacak manevi tazminat
davalarında hâkim tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve
davayı en geç altı ay içinde karara bağlar.” denilmektedir. Görüldüğü gibi anılan
fıkrada, tazminat talebinin haklı görülmesi durumunda tazminat tutarının, on
milyar liradan az olmamak koşuluyla fiilin ağırlık derecesine göre
belirleneceği; bu maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında yargıcın
uygunluk (tensip) kararı ile birlikte bilirkişiyi de atayacağı
belirtilmiştir. Yapılan değişiklikte,
hüküm altına alınacak tazminatın alt sınırı yasa ile belirlenmiş; böylece,
yargıcın takdir hakkı sınırlandırılmış, hatta tümüyle ortadan kaldırılmıştır. Kişinin, kişilik
değerlerine saldırıyla oluşacak zarar tutarının yasa ile belirlenmesi,
sorumluluk konusunu düzenleyen hukukun temel kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
Manevi tazminat tutarı, her somut olayın özelliği ve istem gözetilerek yargıç
tarafından takdir edilmektedir. Manevi tazminat davasına yol açan yayının
gerçek olmasına karşın, kullanılan sözlerle sınır aşılmış olabilir ve bu aşma
derecesi her olayda farklılık gösterebilir. Yine, böyle bir yayına, zarar
görenin davranışı da neden olabilir. Bütün bu olgular, istenecek ve hüküm
altına alınacak tazminat tutarının belirlenmesinde önemli etkenlerdir. Bu
nedenle, hükmedilecek tazminat tutarının alt sınırının yasayla belirlenmesi
hukuk devleti ilkesine uygun düşmemektedir. Ayrıca, kişilik
haklarına saldırıya ilişkin tazminat davaları Borçlar Yasası’nın 49. maddesinde
düzenlenmiştir. Dava, özel hukuk alanında açılmış bir tazminat davası
niteliğindedir. Türk Hukuku’nda, özel hukuk alanındaki tazminat davalarına yasakoyucunun karışması ve alt sınırı belirlemesi yolunda
bir uygulama yerleşmemiştir. Bu tür alt sınır tutarını belirlemek ceza
hukukuna özgü bir uygulamadır ve Devletin cezalandırma hakkından
kaynaklanmaktadır. Özel hukuk alanındaki bu düzenleme, tazminat yaptırımını,
gerçek zararı ve kimi durumlarda zarar gören kişinin istemini de aşan ve
haksız zenginleşmeye neden olan bir tür ceza yaptırımı niteliğine
büründürecektir. Öte yandan, yapılan
değişiklikler, tazminat davalarında yargıca bilirkişi atama zorunluluğu
getirmektedir. Oysa, teknik bir konuda
da olsa, bilirkişilerin görüşü yargıcı bağlamamaktadır. Hukuk Usulü
Muhakemeleri Yasası’nın 275. maddesine göre, yargıçlık mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuksal bilgi ile çözümlenmesi olanaklı konularda
bilirkişi incelemesi yaptırılamaz. Bu nedenle,
hükmedilecek tazminatın alt sınırını belirleyen ve tazminat davalarında
bilirkişiye başvurulmasını zorunlu kılan fıkra kuralı Anayasa’nın 2.
maddesindeki “hukuk devleti” ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Ayrıca, gerekli
olmamasına karşın zorunlu bilirkişi atamasına ilişkin kural, Anayasa’nın 141.
maddesinin son fıkrasındaki, “davaların en az giderle sonuçlandırılacağı”
yolundaki ilkeye de uygun düşmemektedir. 4- 4756 sayılı Yasa’nın
13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Yasa’nın, radyo ve televizyon yayın izni verilen ya da verilecek anonim şirketlerin pay oranları ve şirket
yapısıyla ilgili uyulması gereken diğer konuları düzenleyen 29. maddesinin
(d) ve (e) bentlerinde; “d) Üst Kurul
tarafından düzenlenecek yönetmeliğe uygun olarak her yıl yapılacak yıllık
ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama izlenme veya dinlenme
oranı % 20’yi geçen bir televizyon veya radyo kuruluşunda bir gerçek veya
tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı % 50’yi geçemez. Gerçek kişinin hisselerinin hesaplanmasında
üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sihrî hısımlara
ait hisseler de aynı kişiye aitmiş gibi hesaplanır. e) Bir gerçek veya
tüzel kişi veya bir sermaye grubu % 50’den fazla hissesine sahip olduğu bir
televizyon veya radyonun yıllık ortalama izlenme veya dinlenme payı % 20’yi
geçerse Üst Kurul tarafından yapılan bildirimden itibaren doksan gün içinde,
ortağı bulunduğu televizyon veya radyodaki hisselerinin bir bölümünü halka
arz ederek veya bir kısım hisselerini satarak, sermaye payını % 50’nin altına
indirir. Yıllık izlenme veya dinlenme oranının aşımı birden fazla televizyon
ve radyodaki hisselerin toplamı nedeniyle meydana gelmişse, bu oranı % 50’nin
altına indirecek biçimde yeterli sayıda şirketi satar. Bu yükümlülüğün ihlâli
durumunda kuruluşun yayın izni iptal edilir.” denilmektedir. Maddenin
değiştirilmeden önceki metninde; - Aynı
özel radyo ve televizyon
kuruluşunda bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sihrî hısımların
aynı zamanda pay sahibi olamayacakları, - Bir hissedarın,bir
kuruluştaki pay tutarının, ödenmiş sermayenin % 20’sinden ve birden fazla
kuruluşta pay sahibi olanların bu kuruluşlardaki tüm paylarının toplamının da
% 20’den fazla olamayacağı; bu kuralın, hissedarın bir ile üçüncü dereceye
kadar (dahil) kan ve sihrî hısımları için de uygulanacağı, - Belirli bir özel
radyo ve televizyon kuruluşunda % 10’dan fazla payı olanların Devletten,
diğer kamu tüzel kişilerinden ve bunların doğrudan ya
da dolaylı olarak katıldıkları teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi bir
taahhüt işini doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak
kabul edemeyecekleri ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapamayacakları, kurala bağlanmıştı. Metinden çıkarılan
kurallar ve yapılan yeni düzenlemeler ile, - Sahip oldukları televizyon kanalları ya da radyoların yıllık ortalama izlenme ve dinlenme
oranı % 20’yi geçmemek koşuluyla bir gerçek ya da tüzel kişi ya da sermaye
grubuna, bir ya da birden fazla televizyon ya da radyo kuruluşunun tümüne ya
da bir kısmına sahip olabilme, - Televizyon ya da radyo
kuruluşu sahiplerine kamu ihalelerine girebilme ve menkul kıymetler
borsalarında işlem yapabilme, olanağı sağlanmaktadır. 4756 sayılı Yasa’nın
13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 29. maddesinin anılan
bentlerindeki kurallar, özellikle büyük sermaye gruplarının radyo ve
televizyon alanında tekelleşmelerine yol açacak içeriktedir. Sermayenin belli kişi ya da grupların elinde toplanmış olduğu gerçeği, bu kişi ya da grubun, çok sayıda televizyon ve radyo kuruluşunu
sahiplenebilme olanağı ve ölçüsüz para cezaları uygulaması ile görsel ve
işitsel medya alanında tekellerin oluşması kaçınılmaz olacaktır. Anayasa’nın 167.
maddesinde, Devletin, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının
sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici önlemleri alacağı,
piyasalarda eylemli ya da anlaşma sonucu doğacak
tekelleşme ve kartelleşmeyi önleyeceği belirtilmiştir. Anayasa’nın anılan
kuralı ile tekelleşme ve kartelleşme yasaklanmakla kalmamış, Devlete de bunu
engelleyici önlemleri alma görevi verilmiştir. 4756 sayılı Yasa ile yapılan
ve yukarıda belirtilen düzenlemelerle görsel ve işitsel medya alanında
tekelleşme ve kartelleşmenin önlenmesi olanaksızdır. Düzenlemeler, tekelleşme
ve kartelleşmeyi önlemek bir yana, dolaylı olarak olanaklı kılacak
niteliktedir. Gerçi, televizyon ya da radyo kuruluşunun yıllık ortalama izlenme oranının
% 20’yi geçmesi durumuna bağlı olarak bir sınırlama
getirilmiştir. Ancak, bir televizyon kanalı ya da
radyo yayını için getirilen % 20 yıllık ortalama izlenme ya
da dinlenme oranı, kuramsal olarak olanaklı bulunsa da uygulamada ulaşılması
çok güç bir orandır. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de en yüksek izlenme
oranının % 14-16 dolayında olduğunu ve bu orana da yalnızca bir yayın
kuruluşunun ulaştığını ortaya koymaktadır. Ölçümleme güçlükleri de gözönünde bulundurulduğunda, getirilen sınırın
uygulanabilir olmadığı açıkça anlaşılacaktır. Bu nedenledir ki,
Batı’lı ülkelerde, yayının ulaştığı kişi sayısı ölçü olarak alınmış ya da bir kişinin sahip olacağı kanal sayısı sınırlandırılmıştır.
Yayın izleme oranını ölçü alan ülkelerde ise bu oran çok düşük tutulmuştur. Söz konusu oranın
yüksek tutulması ve hiçbir televizyon ya da radyo
kanalının bu izlenme oranına ulaşamayacağı gerçeği karşısında, bu
sınırlamanın tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemesi olanaklı görülmemektedir. Tekelleşen ya da kartelleşen görsel ve işitsel medya, bir yandan
ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan da
haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir. Yukarıda (l/b) ve (3/a)
bölümlerinde de belirtildiği gibi, Anayasa’nın 26. maddesinde, düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün haber almak ve vermek özgürlüğünü de
kapsadığı; 28. maddesinde de, basının özgür olduğu, Devlet’in, basın ve haber
alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alacağı vurgulanmıştır. Basın özgürlüğü,
düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir
özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması yanında
bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de içermektedir. Bu nedenle,
basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerin ya
da dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme olanağından yoksun
kalmaları yönünden de değerlendirilmesi gerekir. Haber alma ve verme
hakkı ya da haberlere ulaşma özgürlüğü, izleyici ya da dinleyicinin bireysel hakkı olarak düşünülemez ve
düzenlenemez. Bunlar, izleyicilerin ve dinleyicilerin kollektif
hak ve özgürlükleridir. Basın özgürlüğü, kamu
güçleri karşısında olduğu kadar özel güçlere karşı da korunmalıdır. Bu
bağlamda, medya tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak,
medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler almak Devlet’e düşen bir ödevdir.
Bağımsız ve yansız yayıncılığın sürdürülebilmesi için alınacak önlemler de bu
ödev kapsamındadır. Sosyal görevini yerine
getirebilmesi için basın özgürlüğü ile donatılan medyanın sorumluluk
bilinciyle hareket etmesi gereklidir. Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden
uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından sapabilecek ve
toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna
gelebilecektir. Bunu önlemek de Devlet’in görevidir. Öte yandan, yapılan
düzenlemeyle, bir gerçek ya da tüzel kişiye ya da sermaye grubuna bir radyo-televizyon kuruluşunun
tümüne ya da birden çok radyo-televizyon kuruluşuna
sahip olabilme olanağının yaratılmasının yanı sıra, bu kişi ya da sermaye grubuna kamu ihalelerine girme ve menkul
kıymetler borsalarında işlem yapma yasağının getirilmemesi, medya gücünün
kullanılarak ihalelerde haksız rekabete, borsada çeşitli işlem oyunları
yapılmasına neden olabilecektir. Her ne kadar, 4756
sayılı Yasa’nın 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 4.
maddesinin, yayın ilkelerine yer verilen ikinci fıkrasında; “c) Yayıncılığın, gerek
yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere
üçüncü dereceye kadar kan ve sihrî hısımları veya bir başka gerçek ve tüzel
kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması, j) Yayıncılığın haksız
bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması,...” denilerek, medyanın haksız
rekabete neden olabilecek gücü engellenmeye çalışılmış ise de, bu soyut
anlatımlı ilkelerin, kamu ihalelerinde yaratılabilecek haksız rekabeti ve
borsa işlemlerinde oynanacak oyunları engellemesi olanaksızdır. Ayrıca, düzenlemelerin
karşıt kavramından, yayın kuruluşlarının “haklı çıkarları” destekleyici
içerikte yayın yapabileceği sonucuna varılmaktadır. Konuya yayın
kuruluşlarının kamu ihalelerine giren sahipleri yönünden bakıldığında, bu tür
destekleyici yayınların “haklı çıkarı” savunduğu kolaylıkla öne
sürülebilecektir. Böylece, kamu
hizmetleri sözkonusu olduğunda kamu çıkarını ön
planda tutması gereken medyanın bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari
nitelik kazanmasının önündeki tüm engeller kaldırılmıştır. Oysa, günümüzde
medya-serbest piyasa ilişkilerinin demokrasiler için yozlaştırıcı tehlike ve
tehditlerinden sözedilmektedir. Ülkemizde olduğu
gibi henüz demokrasisi yeterince gelişmemiş, sağlam temellere oturmamış,
özelleştirmesini tamamlayamamış ülkelerde medya sahiplerinin Devlete karşı
yüklenmeye girememesi yaşamsal önem taşıyan bir ilke olarak görülmektedir. Devletle ticari
ilişkilere giren medya sahiplerinin, siyasal iktidar lehine yayın yaparak ya da tam tersine baskı oluşturarak kamu ihalelerini alma
avantajını sağlayabileceği kuşkusu, yukarıda sözü edilen ilkenin korunmasının
ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Serbest piyasa
ekonomisinin en büyük özelliği rekabet ortamının yaratılmasıdır. Bir çok
radyo ve televizyon kuruluşuna sahip olan kişi ya
da sermaye grubuna kamu ihalelerine girebilme hakkının tanınması bu özellikle
de bağdaşmamaktadır. Görsel ve işitsel
medyanın kamuoyunu etkileme gücü, dolayısıyla bu gücün kötüye kullanılması
olasılığının yüksekliği, Batı’lı ülkelerde medya sahipliğinin diğer iş
alanlarından ayrılmasına, bu ayrımı sağlayacak önlemler alınmasına neden
olmuştur. Medya gücünü kötüye
kullanma olasılığı kamu yararı ve kamu düzeni ile doğrudan ilgilidir.
Devletin bu gücü dengeleyecek önlemleri alması, kamu yararı ve düzenini
sağlamanın gereğidir. 3984 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin değişiklikten önceki onuncu fıkrasında yer verilen özel radyo ya da televizyon kuruluşlarında belli oranın üzerinde pay
sahibi olanların kamu ihalelerine girebilme ve menkul kıymetler borsalarında
işlem yapabilmesine ilişkin yasağın, korunması gerekirken tümüyle kaldırılmış
olması, yasaların kamu yararı amacıyla çıkarılması gerektiği ilkesiyle
bağdaşmamaktadır. Bu nedenlerle, 4756
sayılı Yasa ile değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e)
bentleri, Anayasa’nın 2. maddesindeki “demokratik hukuk devleti” ilkesine,
26. maddesindeki “haber alma” ve 28. maddesindeki “basın” özgürlüklerine
ilişkin kurallara, tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi yasaklayan 167. maddesine
aykırı düşmektedir. 5- 4756 sayılı Yasa’nın
16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Yasa’nın 33. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında; “Üst Kurul, öngördüğü
yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın
ilkelerine ve bu Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel
radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık
şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı
halinde ihlâle konu olan programın yayını, bir ilâ oniki
kez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu
hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların
yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve
çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı
alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi
konularında programlar yayınlanır. Aykırılığın tekrarı
halinde; a) Ulusal düzeyde yayın
yapan kuruluşlara ihlâlin ağırlığına göre, yüzyirmibeş
milyar liradan az olmamak kaydıyla ikiyüzelli
milyar liraya kadar, b) Yerel, bölgesel ve
kablo ortamından yayın yapan kuruluşlara; 1. Kapsadığı yayın alanı itibariyle, bir
milyondan fazla nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin
ağırlığına göre, altmış milyar liradan az olmamak kaydıyla yüz milyar liraya
kadar, 2. Kapsadığı yayın alanı itibariyle, beşyüz bin ilâ bir milyon arasında nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara ihlâlin ağırlığına göre, otuz milyar liradan az
olmamak kaydıyla altmış milyar liraya kadar, 3. Kapsadığı yayın
alanı itibariyle, ikiyüzelli bin ilâ beşyüz bin arasında nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre, yirmi milyar liradan az olmamak kaydıyla
kırk milyar liraya kadar, 4. Kapsadığı yayın alanı itibariyle, ikiyüzellibinden az nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre, beş milyar liradan az olmamak kaydıyla on
milyar liraya kadar, c) Radyo yayınları için
yukarıdaki miktarların yansı kadar, İdari para cezası uygulanır.” denilmektedir. a- Maddenin birinci
fıkrasında, Üst Kurul’un, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin
koşullarına uymayan, yayın ilkelerine ve bu Yasa’da belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyaracağı ya da aynı yayın kuşağında açık biçimde özür dilemesini
isteyeceği; bu isteme uyulmaması ya da aykırılığın
yinelenmesi durumunda ilgili programın yayınının bir ile oniki
kez arasında durdurulacağı; bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa
sunucusunun hiçbir ad altında başka program yapamayacağı kurala bağlanmıştır. Bu düzenlemede,
uyarının içeriği konusunda bir açıklığa, özür dileme konusunun ayrıntılarına
yer verilmemiştir. Bu belirsizlik, uygulanan yaptırımın onur kırıcı ve teşhir
edici bir özellik taşımasına neden olabilecektir. Fıkraya göre, Üst
Kurul’un özür istemine uyulmaması durumunda programın yayını bir ile oniki kez arasında durdurulabileceği gibi, bu süre içinde
programın yapımcı ve sunucusu hiçbir ad altında başka program yapamayacaktır.
Katkısı, başkalarınca hazırlanmış bir programı sunmaktan ibaret olan sunucu
hakkında böyle bir yaptırım öngörülmesi haksız uygulamalara yol açacak
niteliktedir. Bu düzenlemelerle, idari
nitelikteki Üst Kurul’a basın ve haber alma özgürlüğünü sınırlayıcı yetkiler
verilmekte, yargı alanına giren konularda yönetim yetkili kılınmaktadır. Yönetimin, düzenleme ve
denetleme alanındaki konularda, kamu düzeni, genel güvenlik, kamu yararı, genel
ahlak, genel sağlık, ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzenli yürütülmesini
sağlama gibi amaçlarla idari para cezası uygulama ya
da kişi özgürlüğünü kısıtlayıcı yaptırımlar dışında çeşitli yasaklar koyma
yetkisine sahip olmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Ancak, düşünceyi
açıklama ve yayma, basın ve haber alma gibi temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması söz konusu olduğunda, yönetime tanınacak yetkinin,
Anayasa’da bu kavramlara verilen değerler çerçevesinde belirlenmesi
gerekmektedir. Anayasa’nın 26.
maddesinin üçüncü fıkrasında, “Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz”;
28. maddesinin ikinci fıkrasında da, “Devlet, basın ve haber alma
hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” denilmektedir. Aynı doğrultudaki
kural, tüm özgürlükler için Anayasa’nın 5. maddesinde yer almaktadır.
Maddede, Devlet’in temel amaç ve görevinin, kişinin temel hak ve özgürlüklerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamaya çalışmak olduğu
belirtilmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın 29.
maddesinin üçüncü fıkrasında, yasada, haber, düşünce ve kanaatlerin özgürce
yayımlanmasını engelleyici ya da zorlaştırıcı
koşullar konulamayacağı; 30. maddesinde de, basın işletmelerinin, Devlet
bütünlüğüne yönelik kimi suçlar dışında işletilmekten alıkonulamayacağı
öngörülmektedir. Bu kurallar, genelde
yazılı basına yönelik olmakla birlikte, amaç düşünceyi yayma ve haber alma
özgürlüklerinin güvence altına alınması olduğuna göre, aynı ilkelerin görsel
ve işitsel medya yönünden de geçerli olması ve yönetime, bu araçların
kullanılmasını engellemeye varan nitelikte önlemler alma yetkisi
verilmesinden olabildiğince kaçınılması gerekmektedir. Bu nedenle, Yasa’nın
16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 16. maddesinin birinci
fıkrası, bu anayasal
kurallarla bağdaşmayan düzenlemeler içermektedir. Ayrıca, anılan fıkra
düzenlemesinde öngörülen yaptırımlarla eylemle önlem arasında bulunması
gereken adil denge bozulmuş, yaptırım bir baskı öğesi durumuna getirilmiştir.
Üstelik, bu yaptırımlar yönetsel bir Üst Kurul’un takdirine bırakılmıştır ki,
bu sonuca yol açan düzenlemeleri Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti”,
13. maddesindeki “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkeleriyle bağdaştırmak da olanaksızdır. b- Maddenin ikinci
fıkrasında, aykırılığın yinelenmesi durumunda uygulanmak üzere idari para
cezaları öngörülmüştür. Fıkraya göre, ulusal
düzeyde yayın yapan kuruluşlara 125-250 milyar lira arasında, bölgesel, yerel
ya da kablo ortamından yayın yapan kuruluşlara,
kapsadığı yayın alanındaki il ve ilçe nüfusuna göre 60-100, 30-60, 20-40 ve
5-10 milyar lira arasında idari para cezası uygulanabilecektir. Radyo
yayınları için uygulanacak para cezaları, bu tutarların yarısı kadar
olacaktır. Bu fıkrada öngörülen
idari para cezalarının tutarlarının çok yüksek olduğu açıktır. Para cezaları,
basın ve yayın dışında bir gelir desteğine sahip olmayan ulusal ve özellikle
yerel ve bölgesel televizyon, radyo ve basın kuruluşları için amaç-araç
orantısını gözetmeyen boyuttadır. Cezaların caydırıcı nitelikte olması;
ancak, basın ve yayın kuruluşlarının yaşam şansını ellerinden almaması
gerekmektedir. Söz konusu fıkra ile
getirilen para cezalarının, Anayasa’nın 26. maddesinde yer verilen haber alma
özgürlüğü ve 28. maddesinde sözü edilen basın özgürlüğü yönünden son derece
ağır nitelik taşıdığı ve bu maddelerle bağdaşmadığı kuşkusuzdur. Anayasa’nın 13.
maddesinde, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların “demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve “ölçülülük ilkesi”ne aykırı olamayacağı
belirtilmiştir. Buna göre, hak ve
özgürlükler, ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak
sınırlandırılabilir. Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa
olsun, sınırlamalar özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan
kaldıracak düzeyde olamaz. Anayasa Mahkemesi’nin
çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, bir sınırlama kuralının demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olabilmesi için “ölçülülük” ilkesinin
gözetilmesi, amaç ve sınırlama “orantısının” korunması gerekmektedir. Ölçülülük ilkesi, yasal
düzenlemede sınırlama aracının, sınırlama amacına ulaşmaya elverişli
olmasını, sınırlama aracıyla amacı arasındaki oranın ölçüsüz olmamasını
anlatmaktadır. Anılan fıkra ile
getirilen, ulusal, bölgesel ve yerel çerçevede hizmet veren bir çok görsel,
işitsel ya da yazılı medya kuruluşunun kapanmasına
neden olacak tutarlardaki para cezalarını, haklı bir nedene dayandırmak,
Anayasa’nın 13. maddesindeki “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve
“ölçülülük” ilkesiyle bağdaştırmak olanaklı değildir. Bu nedenlerle, maddenin
ikinci fıkrası, Anayasa’nın 26., 28. ve 13. maddelerine aykırılık
oluşturmaktadır. 6- 4756
sayılı Yasa’nın 20.
maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Basın Yasası’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci ve dördüncü tümcelerinde; “Tazminat talebinin
haklı görülmesi halinde tazminat miktarı on milyar liradan az olmamak üzere
fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir.”, “Bu maddeye göre
açılacak manevi tazminat davalarında hâkim tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en geç altı ay içinde karara bağlar.” denilmektedir. a- Fıkranın ikinci
tümcesi, tazminatın alt sınırının yasada belirlenmiş olması nedeniyle ve
yukarıda (l/b), (3/a), (3/b), ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle,
Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine, 26. maddesindeki “haber
alma” ve 28. maddesindeki “basın” özgürlüklerine ilişkin kurallara, 13.
maddesindeki “demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük
ilkesi”ne, b- Fıkranın, tazminat
davalarında bilirkişiye başvurulmasını zorunlu kılan dördüncü tümcesi de,
yukarıda (3/b) bölümünde açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 2. maddesindeki
“hukuk devleti” ilkesine ve 141. maddesindeki “davaların en az giderle
sonuçlandırılacağı” yolundaki ilkeye, aykırılık
oluşturmaktadır. 7- 4756
sayılı Yasa’nın 22.
maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Basın Yasası’nın 20.
maddesinde; “4 üncü maddenin
birinci ve ikinci fıkralarında yazılı hususları göstermeyen sorumlular on
milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Bu hususları gerçeğe
aykırı şekilde gösterenler ile sorumluların belirlenmesini veya mahkeme
kararlarının uygulanmasını güçleştirecek şekilde değiştirenler, otuz milyar
liradan doksan milyar liraya kadar ağır para cezasına mahkûm edilirler.
Verilen para cezası ertelenemez.” denilmektedir. Söz konusu kural,
içerdiği para cezaları tutarlarının çok yüksek olması nedeniyle ve yukarıda
(l/b), (3/a) ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 26.
maddesindeki “haber alma” ve 28. maddesindeki “basın” özgürlüklerine ilişkin
kurallar, 13. maddesindeki “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve
“ölçülülük ilkesi” ile bağdaşmamaktadır. 8- 4756 sayılı Yasa’nın
25. maddesinde; “5680 sayılı Kanunun 21
inci maddesinin birinci fıkrasındaki ‘onbin liradan
otuzbin liraya’ ibaresi, ‘on milyar liradan otuz
milyar liraya’, ikinci fıkrasındaki ‘yirmibin
liradan altmışbin liraya’ ibaresi ‘yirmi milyar
liradan altmış milyar liraya’; 22 nci maddesinde
geçen ‘yirmibin liradan ellibin
liraya’ ibaresi, ‘yirmi milyar liradan yüz milyar liraya’; 23 üncü
maddesindeki ‘100 liradan 500 liraya’ ibaresi ‘on milyar liradan elli milyar
liraya’; 24 üncü maddesindeki ‘yirmibin liradan ellibin liraya’ ibaresi ‘otuz milyar liradan yüz milyar
liraya’; 25 inci maddesindeki ‘yüzellibin liradan’
ibaresi ‘onbeş milyar liradan’; 26 ncı maddesindeki ‘yirmibin
liradan ellibin liraya’ ibaresi ‘elli milyar
liradan yüz milyar liraya’; 28 inci maddesindeki ‘yirmibin
liradan ellibin liraya’ ibaresi ‘yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya’; 30 uncu maddesindeki ‘l 000 liradan 10 000
liraya’ ibaresi ‘yirmi milyar liradan yüz milyar liraya’; 31 inci
maddesindeki ‘ellibin liradan yüzbin
liraya’ ibaresi ‘elli milyar liradan yüz milyar liraya’; 32 nci maddesindeki ‘100 liradan l 000 liraya’ ibaresi ‘beş
milyar liradan yirmi milyar liraya’; 33 üncü maddesindeki ‘on milyon liradan
otuz milyon liraya’ ibaresi ‘on milyar liradan otuz milyar liraya’; 34 üncü
maddesindeki ‘l 000 liradan 10 000 liraya’ ibaresi ‘bir milyar liradan on
milyar liraya’ şeklinde değiştirilmiştir.” denilerek, Basın
Yasası’na aykırı davranışlar nedeniyle bu Yasa’nın değişik maddelerinde
öngörülen para cezaları çok yüksek oranlarda artırılmış ve ödenemez duruma
getirilmiştir. 4756 sayılı Yasa
değişikliğinden önce, Basın Yasası’ndaki para cezalarının hiçbir yaptırım
gücünün kalmadığı bir gerçektir. Ancak, yapılan değişiklikle cezaların çok
büyük oranlarda yükseltilerek ödenemez duruma getirilmesi de hukuken
savunulamaz. Örneğin, iki gazeteyi gününde cumhuriyet savcılığına ve/veya
mülki amirliğe teslim etmeyen “tâbi”ye yüz milyar
liraya kadar ağır para cezası öngörülmüştür. 647 sayılı Yasa’nın 5.
maddesine göre, para cezalarının tutarı suçlunun mali durumu, aile
sorumluluğu, uğraşısı ve mesleği, yaş ve sağlık durumu, cezanın sosyal etkisi
ve uyarma amacı gibi hususlar gözönünde tutularak
saptanmaktadır. Para cezasının belirlenmesi konusunda bu kuralla yasakoyucunun yargıdan beklediği duyarlılığı, cezaların
alt ve üst sınırlarını belirlerken kendisinin de göstermesi gerekmektedir. Hukukumuzda, hiçbir
dönemde bu tür suçlar için böylesine ağır para cezaları öngörülmemiştir.
Demokratik bir toplumda, basına ilişkin kimi biçimsel yükümlülüklerin yerine
getirilmemesi ya da yerine getirilmekte gecikilmesi
basın kuruluşunun yayından çekilmesi sonucunu doğuracak yaptırımlarla
karşılanmamalıdır. Basın Yasası’nda
yapılan bu değişiklikler, öngörülen para cezaları nedeniyle haber, düşünce ve
kanaatlerin özgürce yayımlanmasını ve basın işletmelerinin yaşamını
sürdürmesini engelleyecektir. Bu cezalarla, basın sektörünün krize
sürüklenmesi ve sermaye birikimleri sınırlı gazetelerin yayın yaşamından
çekilmesi, böylece basında tekelleşmenin gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenlerle ve yukarıda
(l/b), (3/a) ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle, 4756 sayılı
Yasa’nın 25. maddesi, Anayasa’nın 26. maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine ilişkin kurallara, 13. maddesindeki
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi”ne aykırı
düşmektedir. - SONUÇ : Yukarıda
açıklanan gerekçelerle, 15.05.2002 günlü, 4756
sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un; 1- 2.
maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 4. maddesinin ikinci fıkrasının, - (k) bendindeki
“...veya korku salacak...”, - (v) bendindeki
“...karamsarlık, umutsuzluk...”, sözcüklerinin,
Anayasa’nın 26., 28. ve 38. maddelerine, 2- 3.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi
ile geçici 4.
maddesinin yukarıda belirtilen
bölümünün, Anayasa’nın 87.
maddesine, 3- 12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
28. maddesinin sekizinci fıkrasının, Anayasa’nın 2. ve 141. maddelerine, 4- 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinin, Anayasa’nın 2., 26., 28. ve
167. maddelerine, 5- 16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 33. maddesinin, - Birinci fıkrasının,
Anayasa’nın 2., 5., 26., 28., 13., 29. ve 30. maddelerine, - İkinci fıkrasının,
Anayasa’nın 26., 28. ve 13. maddelerine, 6- 20. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı
Yasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının, - İkinci tümcesinin,
Anayasa’nın 26., 28. ve 13. maddelerine, - Dördüncü tümcesinin,
Anayasa’nın 2. ve 141. maddelerine, 7- 22.
maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Yasa’nın 20.
maddesinin, Anayasa’nın 26., 28. ve 13. maddelerine, 8- 25. maddesinin,
Anayasa’nın 26., 28. ve 13. maddelerine, aykırı olmaları nedeniyle iptal
edilmelerine, Uygulanmaları durumunda
doğacak giderilmesi güç ya da olanaksız hukuksal
sonuçlar ve kamusal zararlar gözönünde
bulundurularak söz konusu kuralların yürürlüklerinin durdurulmasına, Karar verilmesini arzederim.”; İptal
ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Üyeleri Yasin HATİPOĞLU, Mehmet Ali
ŞAHİN, Salih KAPUSUZ, Mustafa KAMALAK ve Uluç
GÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili tarafından verilen 23.5.2002 günlü dava
dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “I- 15.5.2002 tarih ve
4756 sayılı Kanun 21.5.2002 tarih ve 24761 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ancak anılan Kanun’un; a) 2, 3, 5, 7, 8, 10, 12, 13, 16, 17, 18 ve
19. maddelerinin bir kısım hükümleri ile, b) Geçici 4. maddesi Anayasa’ya açıkça
aykırıdır. Şöyle ki: 1) Yasa’nın 2. Maddesi,
Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırıdır. Anayasa’nın 2.
maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir “Hukuk Devleti”dir. Hukuk Devleti’nde asıl
olan hürriyetlerdir; yasaklar ancak kanunla belirlenir. Yasakların kanunla
belirlenmiş sayılabilmesi için “kanun” çıkarmak şart ise de yeterli değildir,
Kanun’un aynı zamanda açık, net (saydam) ve kesin olması da gerekir. Açık
olmayan, elastikî kavramlar içeren kanunlar vatandaşları korumanın değil, tam
aksine, vatandaşları cezalandırmanın bir aracı olabilir. 4756 sayılı Kanun’un 2.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 4. maddesinin; a) (k) bendinin “korku salacak yayın” bölümü
ile, b) (v)
bendinin “yayınların karamsarlık, umutsuzluk
... eğilimlerini
körükleyici ... nitelikte
olmaması” bölümü yayın
ilkeleri arasında sayılmış
olmalarına rağmen, “sınırları belli olmayan” muğlak ifadelerdir. Oysa, “yayın ilkelerinin”
asıl amacı toplumda ifadelerin çoğulculuğunu korumak olmalıdır. Avrupa Sınır
Ötesi Sözleşmesi’nde yayın ilkeleri, “muğlaklığa yer vermemek” ve “temel
kural özgürlük, kısıtlama istisna” kurallarına uygunluğu sağlamak üzere
sınırlıdır. 2) Yasa’nın 3. Maddesi
ile Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 6. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b),
(c) ve (d) bentleri Anayasa’nın Başlangıç Kısmının “4. fıkrası” ile 2. ve
133/II Maddesine Aykırıdır: 4676 sayılı Kanun’un 3.
maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un Üst Kurul üyelerinin seçimine ve görev
süresine ilişkin 6. maddesi değiştirilmiştir. Yeni 6. maddenin 1.
fıkrasına göre; “Üst Kurul, en az dört
yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye,
deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş
kişiler arasından; a) Siyasi parti
gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda gösterilecek
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca seçilecek beş, b)Yükseköğretim Kurumu
Genel Kurulunun, Kurul üyesi olmayan elektrik-elektronik, iletişim,
kültür-sanat ve basın-yayın dallarından göstereceği dört aday arasından Bakanlar
Kurulunca seçilecek iki. c) En çok sarı basın kartı sahibi üyesi
bulunan iki gazeteciler cemiyeti ile Basın Konseyinin ortaklaşa göstereceği
iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir. d) Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin kamu görevlileri
arasından göstereceği iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir, kişiden olmak üzere 9 üyeden oluşur. Halbuki eskiden Üst
Kurul’un dokuz üyesinin tamamını, Milli iradenin temerküz ettiği yer olan
TBMM Genel Kurulu seçiyordu. Yeni düzenleme ile,
dokuz üyeden dördünün seçimi, son tahlilde, Bakanlar Kurulu’na
bırakılmaktadır. TBMM tarafından
seçilecek beş üyenin en az üçü de iktidar partisi veya partilerince
seçilecektir. Bu üç üyeyi şeklen ve resmen TBMM Genel Kurulu seçse de,
adayları tek tek belirleyen, dolayısıyla “gerçek
seçimi yapan” Başbakan ve yardımcıları alacaktır. Bu şekilde yapılan bir
düzenleme, “Yasama Organı”nın bir kısım yetkilerinin, “Yürütme Organına
aktarılması” anlamına gelmektedir. Sonuç itibariyle; a) Üst Kurul’un dokuz
üyesinden yedisini Bakanlar Kurulu belirlemiş olacaktır. 4756 sayılı Yasa’nın
5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 9. maddesi son fıkrasına göre
de “üst Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun denetimine tabi”
olacaktır. Yani Üst Kurul, bütünüyle “Yürütme Organı”nın kontrolünde
olacaktır. Bütünüyle Yürütme
Organının kontrolünde olan bir Üst Kurul’un “özerkliği”nden ve “yayınlarının
tarafsızlığından bahsedilemez. Kısaca Üst Kurul’un
yeni oluşum biçimi, Anayasa’nın 133/II. maddesine açıkça aykırıdır. b) Üst Kurul’un yeni oluşum biçimi Anayasa’nın
Başlangıç kısmının dördüncü fıkrasında ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı
ilkesini (yasama-yürütme dengesini) Yürütme Organının lehine (Yasama
Organı’nın aleyhine) olmak üzere bozmuştur. Bu sebeple Üst Kurul’un oluşumunu
düzenleyen (b), (c) ve (d) bentleri Anayasa’nın Başlangıç kısmının dördüncü
fıkrasına aykırı düşmektedir. c) Üst Kurul’un yeni
oluşum biçimi, dört üyenin seçiminin Bakanlar Kurulu’na devredilmesi sebebiyle, “iktidar-muhalefet” dengesini
iktidarın lehine (muhalefetin aleyhine) olmak üzere
bozmuştur. Bu sebeple Üst Kurulun
yeni oluşum biçimi, Anayasa’nın “Demokratik Devlet” ilkesine aykırı
düşmektedir. Çünkü bu düzenleme,
muhalefetin aleyhine olarak, iktidarı kollamaktadır. Halbuki “demokratik
rejim”lerde asıl olan muhalefettir Zira iktidar her rejimde vardır, muhalefet
ise sadece demokratik rejimlerde vardır. 3) Yasa’nın 5. Maddesi Anayasa’nın 133/II.
Maddesine Aykırıdır: Yasa’nın 5. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’un 9. maddesi
değiştirilmiştir. 3984 sayılı Kanun’un değişik 9. maddesinin son fıkrasına
göre, “Üst Kurul, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu’nun denetimine tabidir.” RTÜK’ün denetiminin, bağımsızlığı bulunmayan örgütsel
yapısı, amaç ve yöntemleri itibarıyla doğrudan Başbakana bağlı (bağımsızlığı
olmayan) bir kurula verilmesi, Üst Kurulun özerk ve tarafsız bir kamu tüzel
kişisi statüsünde örgütlenmesi gereği ile çelişmektedir, RTÜK’ü
siyasi iktidarın denetimine sokan bu düzenleme Anayasa’nın 133/II. maddesine
açıkça aykırı düşer. 4) Yasa’nın 7. Maddesi Anayasa’nın 2.
Maddesine Aykırıdır: 4756 sayılı Kanun’un 7.
maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’un 12. maddesi değiştirilmiştir. Üst Kurul’un
“gelirleri”ni düzenleyen 12. maddenin (d) bendi Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk
Devleti ilkesine” aykırıdır. Çünkü (d) bendine göre,
Üst Kurul’un, 33. madde uyarınca, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına
kestiği cezalar “Üst Kurul’un gelirleri” arasında yer alacaktır. 33. maddeye göre ise
Üst Kurul’un, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına 250 milyar liraya kadar
idari para cezası verme yetkisi vardır. Üstelik bu miktarlar her yıl Maliye
Bakanlığı’nca ilan edilecek “yeniden değerleme oranı”nda artırılacaktır. Bu durumda, Üst Kurul’u
kendisine gelir sağlamak amacıyla ceza kesmeye, yani keyfi davranmaya
itebilir. Hukuk Devletinde ise
keyfiliğe yer verilemez. Veriliyorsa, o devlet Hukuk Devleti olamaz. 5) Yasa’nın 8. Maddesi Anayasa’nın 2.
Maddesine Aykırıdır: 4756 sayılı Kanun’un 8.
maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’un 13. maddesi değiştirilmiştir. 3984 sayılı Kanun’un
13. maddesi “gelir ve cezaların tahsil” biçimini düzenlemektedir. 13. maddenin 1.
fıkrasında yer alan; “33 üncü
maddede belirtilen idari
para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir.” diyen bölüm, özellikle
“müteakip” kavramı sebebiyle, belirsiz olduğu ve keyfiliğe sebep olacağı için
Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk Devleti” ilkesine aykırıdır. Gerçekten dava konusu
kurala göre idari para cezaları cezaların tahakkukunu “müteakip” ilgili yayın
kuruluşları tarafından ödenecektir. Buradaki “müteakip” sözcüğü ne kadarlık bir süreyi ifade etmektedir? “Hemen”mi Bir “saat” sonra mı? Bir “hafta” veya bir “ay”
içinde mi? Yoksa daha sonra mı? 6) 4756 Sayılı Yasa’nın
10. ve 18. Maddeleri Anayasa’nın 2. ve 133/II. Maddelerine Aykırıdır: Yasanın 10. ve 18.
maddeleri, aralarında sıkı bir ilişki bulunduğu için, birlikte incelemeye
alınmıştır. 4756 sayılı Kanun’un
18. maddesiyle 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun”un 8. maddesinin (a) bendi yürürlükten kaldırılmış, 10.
maddesiyle de, buna paralel olarak, 24. maddesinde değişiklik yapılmış ve
diğer maddeler yeni duruma göre yeniden düzenlenmiştir. Yürürlükten kaldırılan
8. maddenin (a) bendi, “ulusal ve bölgesel frekans planlamalarını yaptırmayı”
Üst Kurulun görev ve yetkileri arasında saymaktadır. Madde değişikliği ile bu
görev Üst Kuruldan alınmakta ve tasarının 24. maddesiyle “Telekomünikasyon
Kurulu” ile “Haberleşme Yüksek Kurulu’na” bırakılmaktadır. 3984 sayılı Kanun’un 8.
maddesi, “görsel-işitsel iletişim alanında temel teknik düzenleme ve buna
bağlı olarak gerekli izinleri verme ve bunları denetleme” görevini bir bütün
olarak “özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişiliği” olarak örgütlenmesi gereken
Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna vermiştir. Buna göre, Üst Kurul frekans
planlaması yapmak, başvuran kuruluşlara yayın izni ve lisansı vermek ve bu
frekansların bir kısmını TRT Kurumuna tahsis etmek ve aynı alanda diğer
izinleri vermek ve bunları denetlemekle görevlidir. Kanun’un bu maddesinde
yapılan değişiklikle frekans planlamaları ve TV kanal ve radyo frekanslarının
ne kadarının hangi takvime göre ihaleye çıkarılacağını belirleme yetkisi
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan alınıp, Başbakanın ve görevlendireceği
bir Devlet Bakanının başkanlığında İçişleri ve Ulaştırma Bakanları ile Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve Genelkurmay Muhabere Elektronik
Başkanından oluşan siyasi iktidarın etkisindeki bir kurula verilmektedir.
Dolayısıyla frekans planlamaları ile ihale takvim ve miktarının belirlenmesi
“özerk ve tarafsız kuruluş” yerine doğrudan doğruya yürütme organının etkisi
altında yapılması, siyasi ve başka etkilerden uzak kalmama tehlikesini
içermektedir, Bu kurulun “bağımsız
bir idari otorite” olmadığı açıktır. Bir kurulun veya kurumun bağımsız olması
için üyelerinin statüsünün bunu sağlamaya elverişli olması, sadece siyasi
iktidardan gelen baskılara karşı değil, başka otoritelerden ve özel
çıkarlardan gelenlere karşı da koruma altında olmaları gerekir. Frekans
planlamaları, yayın izni kadar hassas bir konudur. Çünkü gündemde olan
değişik çıkarlar çok büyüktür. Böylesi tehlikeleri önlemek, görsel ve işitsel
iletişim özgürlüğünün tanınması ve korunması amacıyla 3984 sayılı Kanun
“görsel ve işitsel iletişimde temel teknik düzenleme ve buna bağlı olarak
gerekli izinleri verme ve bunları denetleme” görevini bir bütün ve birinci
görev olarak Üst Kurula vermiştir. Üst Kurul 3984 sayılı
Kanun’un verdiği yetkiye dayanarak ilgili yönetmelikleri çıkartmış, konunun
uzmanları ve üniversitelerle işbirliği yaparak frekans planlamalarını hızlı
bir biçimde 1995/Temmuz ayında tamamlamıştır. Ancak, Üst Kurula dışarıdan
yapılan çeşitli müdahaleler sonucu frekans planlamaları uygulamaya
konulamamıştır. Bu durum Üst Kurul üyeleri tarafından kamuoyu önünde açıkça
ifade edilmiştir. Kanundaki madde değişikliğiyle yeniden başa dönülmüş,
yukarıda belirtilen önemli sakıncalar da beraberinde getirilmiştir. Özet olarak ifade
edelim ki 4756 sayılı Yasa’nın, 10. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 24. maddesinin (1.), (2.) ve (3.) fıkraları ile, aynı (4756 sayılı)
Yasa’nın 18. maddesinin, 3984 sayılı Yasanın 8. maddesinin (a) bendini
yürürlükten kaldıran hükmü, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan
“Demokratik Devlet” ilkesine ve 133/II. Maddesine açıkça aykırıdır. Çünkü “demokratik”,
“özerk” ve “tarafsız” olması gereken bir kurum, dava konusu edilen bu
hükümler ile, tamamen siyasi iktidarın kontrolüne bırakılmaktadır. 7) Yasanın 12. Maddesi,
Anayasa’nın 2. ve 141. Maddelerine Aykırıdır: 4756 Sayılı Yasa’nın
12. maddesiyle 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Yasa’nın 28. maddesinin altıncı ve sekizinci fıkraları değiştirilmiş
ve maddeye yeni bir fıkra eklenmiştir. Altıncı fıkrada öngörülen
para cezası tutarı yüksek olduğu gibi üç aya kadar gelir getirici yayın yapma
yasağının uygulanması durumunda bir çok radyo ve televizyon kuruluşu altından
kalkılamaz ekonomik sorunlarla karşılaşacak ve yayınına son vermek durumunda
kalacaktır. Ayrıca, Üst Kurulun taktirine bırakılan ceza alanının genişliği
uygulamada, yorum ve değerlendirme farklılıklarına dayalı olarak eşitsizlik
ve çelişki yaratacak, keyfiliğe neden olabilecektir. Bu durum, sınırlama ya da hakkın kullanımına olası müdahale bağlamında demokratik
bir toplum gereklerine uygunluk ölçütü taşımamaktadır. Bu nedenle, altıncı
fıkra değişikliği Anayasa’nın 2, 5, 13. maddelerine aykırıdır. Değişik 8. fıkra ile de
kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasındaki gerçek ve tüzel kişilere
tazminat davası açma hakkı tanınmakta ancak hüküm altına alınacak tazminatın
alt sınırı yasa ile belirlenmekte ve böylece yargıcın takdir hakkı
sınırlandırılmaktadır. Bu durum, sorumluluk konusunu düzenleyen hukukun temel
kuralları ile bağdaşmamaktadır. Diğer yandan yapılan değişiklikle tazminat
davalarında hakime bilirkişi atama zorunluluğu getirilmektedir. Bilindiği
gibi hukukumuzda bilirkişilerin görüşü yargıçları bağlamamaktadır. Böyle bir
uygulama ayrıca yargı giderlerini de artıracaktır. Yukarda zikredilen
sebeplerle 8. fıkra ile getirilen düzenleme Anayasa’nın 2. maddesindeki
“Hukuk Devleti” ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, yine Anayasa’nın 141. maddesinin
son fıkrasına da aykırıdır. 8) Yasa’nın 13.
Maddesi, Anayasa’nın 2., 26., 28. ve 167. Maddelerine Aykırıdır: 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun’un 29. maddesi, 4756
sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle değişikliğe uğramıştır. Maddenin
değiştirilmeden önceki metninde: Aynı özel radyo ve
televizyon kuruluşunda bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sihri
hısımların aynı zamanda pay sahibi olamayacakları, bir hissedarın, bir
kuruluştaki pay tutarının, ödenmiş sermayenin %20’sinden ve birden fazla
kuruluşta pay sahibi olanların bu kuruluşlardaki tüm paylarının toplamının da
%20’den fazla olamayacağı; bu kuralın, hissedarın bir ile üçüncü dereceye
kadar (dahil) kan ve sihri hısımları içinde uygulanacağı, belirli bir özel
radyo ve televizyon kuruluşunda %10’dan fazla payı olanların Devletten, diğer
kamu tüzel kişilerinden ve bunların doğrudan ya da
dolaylı olarak katıldıkları teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi bir taahhüt
işini doğaldan doğruya ya da dolaylı olarak kabul edemiyecekleri ve menkul kıymetler borsalarında işlem
yapamayacakları kurala bağlanmıştı. Yapılan değişiklikle: - Bir gerçek ya da tüzel kişi ya da sermaye
grubu, bir ya da birden fazla televizyon ya da radyo kuruluşunun tümüne ya
da bir kısmına sahip olabilecek, - Televizyon ya da radyo kuruluşu sahipleri kamu ihalelerine
girebilecek ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapabilecektir. Bu durum; - Televizyon ve radyo alanında tekelleşmeye
ve kartelleşmeye yol açacak, - Tekelleşen veya
kartelleşen medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir
güce ulaşacak, diğer yandan ise haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir. - Ayrıca
medya gücünün kullanılarak ihalelerde haksız
rekabete yol
açılabileceği gibi, borsada
çeşitli işlem oyunları
yapılmasına neden olunabilecektir. Bu nedenlerle 3984
sayılı Yasanın 29. maddesinde yapılan değişiklikler, Anayasa’nın 2, 26, 28 ve
167. maddelerine aykırıdır. 9) 4756 Sayılı Kanun’un
14. maddesiyle 3984 sayılı Yasanın 31. maddesinde yapılan değişiklik de
Anayasa’ya aykırı bulunmaktadır. Değişik 31. maddenin
ikinci fıkrasında, her türlü teknolojiyle ve her türlü iletişim ortamında
yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esaslarının üst kurul tarafından tesbit edileceği düzenlenmekte ise de, bu tesbit, üst kurulun dışında belirlenen strateji
çerçevesinde olmakta ve haberleşme yüksek kurulunun onayına sunulmaktadır. Televizyon ve radyo
yayın ve hizmetlerinin usul ve esaslarıyla ilgili doğrudan iletişim
özgürlüğünü ilgilendiren bir konuda strateji çerçevesinin özerk ve tarafsız
bir kamu tüzel kişisi durumunda olması gereken üst kurul dışında, siyasi
iktidarın etkisine doğrudan açık kurumlar tarafından belirlenmesi ve onay
aranması, üst kurulu, siyasi iktidarın bütünüyle etkisi altına sokmaya
yönelik bir düzenlemedir. Diğer yandan internetin, geleneksel medyalardan çok farklı yapısal
özellikleri nedeniyle bunlarla aynı çerçevede ele alınması çok sakıncalıdır.
Bunun ötesinde, internette, neyin “yayın”
sayılacağı, neyin “basın organı” veya “medya” sayılacağı ile ilgili yerleşik
tanımlar geçerliliğini yitirmiştir. Bu açıdan, bu geleneksel tanımlar üzerine
kurulu düzenlemelerin uygulanması büyük güçlükler doğuracak, hatta mümkün
olmayacaktır. Bu nedenlerle 4756
sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değişik 3984 sayılı Kanun’un 31. maddesi,
Anayasa’nın 2, 13, 26 ve 28. ve 133. maddelerine aykırıdır. 10) 4756 Sayılı
Kanun’un 17. Maddesi Anayasa’nın Çeşitli Maddelerine Aykırıdır: Bilindiği gibi 4756
sayılı Yasa’nın 17. maddesiyle, 3984 sayılı Yasa’ya beş adet ek madde
eklenmiştir. Bunlardan “Ek madde 1”,
“Ek madde 2” ve “Ek madde 3”ün (b) bendi Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Şöyle
ki: a) Ek madde 1’e göre: Özel Radyo ve
Televizyon kuruluşlarına sadece TRT’nin ya da
TRT’nin özel yayın kuruluşlarıyla ortak kuracağı verici tesislerinden yayın
yapma zorunluluğu getirilmekte, verici tesislerinden yararlanma usul ve esasları
ile her yıl için kira bedellerinin belirlenmesi TRT Kurumuna bırakılmaktadır.
Bu şekilde iletişim alanında yeni bir “tekelleşme” ve “izin rejimi”
getirilmektedir. Bu şekildeki bir “özel hukuki rejimin” demokratik toplumun
gereklerinden olan görsel-iletişim özgürlüğünün “dış çoğulculuk” olarak
adlandırılan anti-temerküz esasına aykırı olarak kullanılması her zaman
mümkündür. Siyasi kriz dönemlerinde bu tehlike daha da büyüyebilir. Tüm özel radyo ve
televizyon kuruluşları, Üst Kurul’un 3984 sayılı Kanun uyarınca bu konuda
çıkardığı teknik ve idari yönetmeliklere uygun olarak alt yapılarını
tamamlayarak vericilerini kurmuşlardır ve yayın yapmaktadırlar. Bu gün
itibarıyla yayın kuruluşlarına ait yaklaşık 250 adet verici bulunmaktadır.
Bir vericinin alt yapısı ile birlikte ortalama maliyetinin 150.000 Amerikan
Doları olduğu düşünülürse yapılan yatırımın maliyetinin boyutunun büyüklüğü
ortadadır. Kanunla bu yatırım yok sayılmaktadır. Kısaca: a) Ek 1. madde, bir
yandan, maliyeti milyarlarca Amerikan Dolarına ulaşan mevcut verici
yatırımlarının heba edilmesine sebep olacağı için, Anayasa’nın 166.
maddesinin “... ülke kaynaklarının
döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını
planlamak, bu amaçla
gerekli teşkilatı kurma
Devletin görevidir.” diyen hükmü ile, “...yatırımlarda toplum
yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.” diyen
hükmüne, Diğer yandan, aynı (Ek
1) madde, tekelleşme ve kartelleşmeye yol açacağı için Anayasa’nın 167. maddesinin, “Devlet ... piyasalarda
fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler” diyen
hükmüne aykırıdır. b) “Ek madde 2” de
Anayasa’ya aykırıdır, Çünkü 2. ek madde “ceza
ve müsadereler” konusunda düzenlemeler yapmaktadır. Oysa bu konuda 3984
sayılı Kanun’un 34. maddesinde “cezalar ve müsadere” ile ilgili düzenleme
vardır ve uygulamada yeterlidir. “Ek madde 2” mevcut yasa hükmünü kaldırmadan
aynı konuda ikinci kez “ceza ve müsadere” hükmü getirmektedir. Böyle bir düzenleme
Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk Devleti” ilkesine aykırı düşer. “Ek madde 2”nin “Bu
Kanunda belirtilen istisnalar dışında, Üst Kuruldan izin almadan radyo ve
televizyon yayını yapan ya da Üst Kurul tarafından geçici
ya da sürekli iptal edilmesine rağmen yayın yapan
kişiye, kuruluşların ise sahip ve yöneticilerine, fiilleri bir başka suç
oluştursa bile, fiilin ağırlığına göre altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
ve bir milyar liradan yüz milyar liraya kadar para cezası verilir.” diyen ilk
cümlesi, sadece Anayasa’nın 2. maddesine değil, aynı zamanda hem uluslar
arası hukukun “tek fiile tek ceza” İlkesine, hem de temel ceza yasamız olan
Türk Ceza Kanunu’nun 79. maddesine de aykırıdır. Bilindiği gibi Türk
Ceza Kanunu’nun, evrensel hukuk kurallarına uygun olarak “fikri içtima”yı düzenleyen 79. maddesine göre, “İşlediği bir fiil ile
Kanunun muhtelif ahkamını ihlal eden kimse o ahkamdan en şedit cezayı tazammun eden maddeye göre cezalandırılır.” Açıktır ki Ek 2. maddenin
ilk cümlesi, Türk Ceza Kanunu’nun bu temel ilkesinden ayrılarak “mükerrer
cezalandırma” usulünü getirmiştir. Ek 2. maddenin ikinci
cümlesi daha da korkunçtur. Söz konusu cümle aynen şöyledir: “Ancak, Türkiye
Cumhuriyetinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere sevk edecek şekilde
yayın yaptıkları tespit edilerek yayınları durdurulan veya yayın izinleri
iptal edilen kişiler, bu kuruluşların sahipleri ve yöneticileri ile bu tür yayınlarda
görev alanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesine göre cezalandırılır.” Görüldüğü gibi “ek 2.
madde”nin bu cümlesindeki “tespit” yapacak olan idaredir, “yayınlan
durduracak” olan idaredir, - “yayın izinlerini iptal eden”de yine idaredir. Ülkemizde bu tür
işlemleri yapmak yazık ki her zaman
için mümkündür. Olağanüstü dönemlerde ise çok basittir. Aslında hadise, “Hukuk
Devleti” adına, tarif edilemeyecek kadar korkunçtur. Çünkü Devlet yetkisi
kullanan idari organlar, Önce özel radyo veya
televizyon sahibi vatandaşları, hiçbir yargı kararına dayanmadan, en
ağır fiillerle itham
edecek: yıkıcılık veya bölücülükle suçlayacak, Yayınlarını durduracak
veya yayın izinlerini iptal edecek, - Peşinden “bu kuruluşların sahipleri ve
yöneticileri ile bu tür yayınlarda görev
alanların, Türk Ceza Kanununun 314
üncü maddesine göre”
cezalandırılmalarını sağlayacaktır. - Ve nihayet “tüm yayın
cihazları Türk Ceza Kanunu’nun 36. maddesine göre müsadere” edilecektir. Burada Türk Ceza
Kanunu’nun; 314. maddesine göre
ceza hükmünü, 36. maddesine göre
müsadere kararını, bağımsız mahkemelerin vereceği ileri sürülebilirse de bilhassa olağanüstü dönemlerde yargının
da dış etkenlere maruz kaldığı bir gerçektir. Kaldı ki ek 2, maddeye
göre bir yayının “bölücü” veya “yıkıcı” olduğunu “tespit eden”, “yayınları
durduran” veya “yayın izinlerini iptal eden” doğrudan doğruya “idare”dir,
yargı değil. Halbuki Anayasa’nın 15.
maddesinin son cümlesine ve 38/IV. Maddesine göre “Suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” Bilindiği gibi Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddesi de aynı mahiyettedir. Öte yandan, ek 2.
maddenin ikinci fıkrasına göre; Yayın bantlarını bir
yıl süre ile muhafaza etmeyen ve bu süre içinde Üst Kurul veya Cumhuriyet
Savcılığınca istenmesine rağmen sesli ve görüntülü olarak teslim etmeyen
yayın kuruluşlarının sahip ve yöneticileri, altı aydan bir yıla kadar ağır
hapis ve bir milyar liradan on milyar liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılır. Ayrıca, bir aydan üç aya kadar ilgili kuruluşun yayınının
durdurulmasına karar verilir. Gönderilen bandın içerik bakımından istenen
yayın olmaması veya bantta tahrifat, çıkarma, silme gibi işlemler yapılması
halinde, ayrıca iki yıldan on yıla kadar ağır hapis ve iki milyar liradan on milyar
liraya kadar ağır para cezası verilir. “ Görüldüğü gibi,
istenilen bant gerçekten kaybolsa veya kazara silinmiş olsa bile istenilen
bantları elde olmayan sebeplerden dolayı teslim etmeyen kimse her halükarda
ağır hapis ve ağır para cezasıyla cezalandırılacaktır. Bantta silinti veya
tahrifat yapılmış ise verilecek ceza, iki yıldan on yıla kadar ağır hapis ve
iki milyar liradan on milyar liraya kadar ağır para cezasıdır. Öngörülen ceza; - Tabanı ile tavanı
arasındaki mesafe çok geniş olduğundan dolayı keyfiliğe yol açacağı için
Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk Devleti” ilkesine, - Çok ağır olduğu için
de, Anayasa’nın 13. maddesine, “ölçülülük” ilkesine, açıkça aykırıdır, iptali
gerekir, Ek 2. maddenin, 1. ve
2. fıkraları iptal edilince, son fıkrasının da uygulanma alanı kalmayacağı
için onun da iptali gerekecektir. c) 4756 sayın Yasa’nın
17. maddesiyle ihdas edilen Ek 3. maddenin (b) bendi Anayasa’nın; 2. maddesine,
“Demokratik Devlet” ilkesine ve
133/II. maddesine, aykırıdır. Bilindiği gibi,
4756 sayılı Yasa’nın
5. maddesiyle, Üst Kurulun
denetimi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na bırakılmıştır. Ek 3.
maddenin (b) bendine göre ise; “Üst Kurulun uygun
göreceği yerlerdeki yerel ve bölgesel yayınların izlenmesi ve kayda alınması
İçişleri Bakanlığının görevlendireceği birimlere devredilebilir. Bu halde
gerekli teknik donanım ve ilgili personelin eğitimi Üst Kurulca sağlanır ve
masrafları Üst Kurulca karşılanır. Yayın ilkeleri ve bu Kanunda belirtilen
diğer esaslara aykırılığından kuşkulanılan yayınların bandı, değerlendirilmek
üzere Üst Kurula gönderilir. İçişleri Bakanlığı ile Üst Kurul arasındaki
işbirliği bir protokol ile düzenlenir,” İçişleri Bakanlığının
katılımı ile hazırlanacak bir “protokol’ün ve İçişleri Bakanlığı’nın
görevlendireceği birimlerce yapılacak “izlenmelerin Anayasa’nın 133/II.
Maddesinin öngördüğü “tarafsızlık” ve “özerklik” ilkelerine aykırı düşeceği
gayet açıktır. 11) 4756 sayılı
Kanun’un 19. Maddesi, Anayasa’nın 38. Maddesinin VII. Fıkrasına Aykırıdır. Anayasa’nın 38/VII.
Maddesine göre, “Ceza sorumluluğu şahsidir” Anayasa’nın bu açık
hükmüne rağmen, 4756 sayılı Kanun’un 19. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı
Basın Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi
“objektif sorumluluğu” esas almakta ve failden başka kişileri de cezalandırma
yoluna gitmektedir. Söz konusu bent aynen
şöyledir: “Mevkutelerle işlenen
suçlarda sorumluluk, suçu meydana getiren yazıyı veya haberi yazan veya resmi
veya karikatürü yapan kimse ile beraber bu mevkutenin ilgili sorumlu müdürüne;
19 uncu maddeye aykırı hareket edilmesi halinde ise sözü edilen kişilerle
birlikte mevkutenin sahibi olan gerçek kişiye ve mevkute sahibi olan anonim
şirketlerde yönetim kurulu başkanı ile diğer şirket ve tüzel kişilere ait
mevkutelerde tüzel kişiliğin en üst yöneticisine aittir. Ancak, sorumlu
müdürler için verilen hürriyeti bağlayıcı cezalar, sürelerine
bakılmaksızın para cezasına çevrilerek hükmolunur ve
bu cezalar ertelenemez.” Günümüzde “tazminat
hukuku” bakımından üçüncü kişilerin sorumluluğu (istihdam edenlerin
sorumluluğu, objektif sorumluluk) kabul edilse de, “ceza hukuku” bakımından
kabul edilmemektedir. Başka bir ifade ile,
dava konusu hüküm ceza hukukunun temel ilkelerine de aykırıdır. Malumları olduğu üzere
ceza hukukunun bir temel ilkesine göre “fiilsiz suç olmaz” (Yrd. Doç. Dr.
Muharrem ÖZEN, Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık, Ankara,
1996, s. 68) 12) 4756 sayılı
Kanun’un “Geçici Madde 4”ü Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırıdır: Geçici 4. madde, Üst
Kurul’un mevcut üyelerinin görevine son veren bir maddedir. Söz konusu madde, aynı
zamanda, siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nca işaret oyuyla seçileceğini hükme bağlamaktadır. Anılan madde aynen
şöyledir: “GEÇİCİ MADDE 4. Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca
seçilecek beş üyesi, siyasi parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Bakanlar Kurulunca seçilecek üye
adayları ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından Başbakanlığa bu Kanunun yayımı
tarihinden itibaren bir ay içinde bildirilir. Siyasi parti gruplarınca
gösterilen adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret
oyuyla ayrı ayrı oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasi parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir.” Görüldüğü gibi Geçici
4. Madde iki bakımdan Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Şöyle ki: a) Geçici 4. madde,
Anayasanın, “Hukuk Devleti” ilkesine aykırıdır. Çünkü Geçici 4. madde,
mevcut Üst Kurul üyelerini, belli bir süre için seçimle geldikleri
görevlerinden, süreleri dolmadan “kanun” zoruyla uzaklaştırmaktadır. Böyle
bir uygulama; - hem “kazanılmış hak” ilkesine, - hem “Hukuk Devleti” ilkesine, - hem de “Devlete güven” ilkesine, aykırı
düşer. Geçici 4. madde, ana
kanun olan 3984 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle birlikte değerlendirilirse
konunun hassasiyeti daha iyi anlaşılacaktır. 3984 sayılı Kanunun
“Üst Kurul Üyeliğinin Teminat ve Mali Hakları” başlıklı 10. maddesinin 4.
fıkrasında “Üst Kurul Üyeleri, seçildikleri görev süresince Kururdaki
görevlerinden ve seçilerek geldikleri görevlerinden alınamaz” hükmünü
taşımaktadır Görüldüğü gibi “ana
kanun” (esas kanun, temel kanun) olan 3984 sayılı Kanun Üst Kurul üyeleri
için “Üst Kurul üyeleri seçildikleri görev süresince Kuruldaki görevlerinden
... alınamazlar” derken “Geçici 4. madde” Üst Kurul üyelerini, “seçildikleri
görev süreleri” dolmadan görevlerinden almaktadır. Böyle bir uygulamanın
Hukuk Devleti ilkesine hiçbir şekilde uygun düşmeyeceği açıktır. Nitekim Ülkemizde
benzeri bir durum, 1975 yılında, TRT Genel Müdürünün görevden
uzaklaştırılması konusunda, 11 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yaşanmış,
ancak Anayasa Mahkemesi 11 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyi 14.10.1975 tarih
ve E.1975/145, K.1975/198 sayılı Kararıyla iptal ederek konunun çözümüne
yardımcı olmuş, Danıştay Dava Daireleri Kurulu da 9.1.1976 tarih ve E.
1975/101 K. 1976/1 kararı ile problemi kesin çözüme kavuşturmuştur. Aynı durum, Üst Kurul
üyeleri için de geçerlidir. Geçici 4. maddeyi
hazırlayanlar Üst Kurul üyelerinin durumunu, milletvekilliği seçimlerinin öne
alınmasına benzetmektedirler. Oysa iki konu, mahiyetleri itibariyle
birbirinden farklıdırlar. Çünkü Yasama Organı
“Devlet”in manevi unsurunu oluşturan üç erkten birisi olup erken seçim kararı
ile kendisi hakkında karar vermektedir. Bu münasebetle erken seçim kararı bir
bakıma “istifa hakkı”nın kullanılmasına benzer. Üst Kurul üyelerinin
görevlerine, süreleri dolmadan son vermek ise “kanun zoruyla azil”dir b) Geçici 4. madde, Anayasa’nın “Demokratik
Devlet” ilkesine aykırıdır. Bilindiği gibi
demokrasinin bir takım ilkeleri vardır. Bunların en önemlilerinden biri
“gizlilik” ilkesidir. Geçici madde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, Üst Kurul’a seçeceği üyeleri işaret oyuyla
seçeceğini hükme bağlamakla “gizlilik” ilkesini açıkça aykırı düşmektedir. Bundan başka Geçici 4.
madde, demokrasinin temel ilkelerinden olan “seçim” ilkesinin alt
ilkelerinden olan “seçenek” ilkesine de aykırıdır. Çünkü Geçici 4. maddeye
göre Üst Kurul için üyelik kontenjanına sahip olan siyasi partiler her
kontenjan için TBMM Genel kuruluna bir tek aday önerecektir. Başka bir deyişle TBMM
Genel Kurulu, ilgili partinin kontenjanı için Üst Kurula “bir tek aday
arasından” “seçim” yapacaktır.” II- YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA
SEBEPLERİ: 1) Dava konusu hükümler, yukarıda açıklandığı üzere,
Anayasa’ya açıkça aykırıdır. 2) Anayasa’ya açıkça
aykırı olan hükümlerin
uygulanması halinde ortaya, “Demokratik Hukuk Devleti”
bakımından telafisi imkansız bir takım sakıncaların çıkacağı kesindir. 3) Şimdi yürürlüğü durdurma kararı verilmeyip
de bilahare iptal kararı verildiği takdirde iptal kararı büyük ölçüde etkisiz
kalacaktır. SONUÇ: Hem yukarıda arzedilen sebeplerden dolayı, hem de Yüksek Mahkeme’nin re’sen dikkate alacağı gerekçelerle, 15.5.2002 tarih ve
4756 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun,
Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un, açıkça Anayasa’ya aykırı olan ve uygulanması
halinde telafisi imkansız zararlar doğuracağı kesin bulunan: 1) 2. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 4. maddesinin a) (k) bendinin “korku salacak yayın” bölümü b) (v)
bendinin “yayınların karamsarlık, umutsuzluk ...
eğilimlerini körükleyici... nitelikte olmaması” bölümü, 2) 3. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 6. maddesinin (b), (c) ve (d) bentleri, 3) 5.
maddesiyle değişik, 3984
sayılı Kanun’un 9.
maddesinin “Üst Kurul,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabidir” diyen son fıkrası, 4) 7.
maddesiyle değişik, 3984
sayılı Kanun’un 12.
maddesinin “Radyo ve
televizyon kuruluşlarından 33 üncü
madde uyarınca verilecek idari para cezaları” diyen (d) bendi, 5) 8. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin “33 üncü maddede belirtilen idari para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir”
bölümü, 6) 10. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 24. maddesinin (1), (2.) ve (3.) fıkraları 7) 12. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 28. maddesinin (6.) ve (8.) fıkralar 8) 13. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 29. maddesi, 9) 14. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 31. maddesi 10) 17. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’a
eklenen a) Ek madde l, b) Ek madde 2, c) Ek madde 3’ün (b) bendi, 11) 18. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’un 8. maddesinin
yürürlükten kaldırılan (a) bendi, 12) 19. maddesiyle değişik, 5680 sayılı Basın
Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi 13) Geçici 4. maddesi, hakkında acilen
yürürlüğü durdurma ve iptal kararı verilmesini arz ederiz.23.5.2002”; İptal
ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Üyeleri Salih KAPUSUZ, Yasin HATİPOĞLU, Ömer Vehbi HATİPOĞLU, Mehmet Ali
ŞAHİN ve Mustafa KAMALAK ile birlikte 111 Milletvekili tarafından verilen
17.06.2002 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü ise şöyledir: “15.5.2002 tarih ve 4756 sayılı Kanun
21.5.2002 tarih ve 24761 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir. 4756 sayılı Kanun’un 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş
ve Yayınlar Hakkında Kanunla birlikte 5680 sayılı Basın Kanunu, 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu ve 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda değişiklik
yapmıştır. Anılan kanunlarda yapılan kimi değişikliklerin Anayasaya
aykırılığı savı ile ilgili olarak açılan davalar Yüksek Mahkemenizde
derdesttir. Sayın Mahkemenizde dava açıldıktan sonra
tarafımızdan yapılan incelemede 4756 sayılı Kanunun bazı hükümlerinin daha
Anayasaya açıkça aykırı olduğu görülmüştür. Bu sebeple, işbu “ek dilekçe”yi verme
zarureti hasıl olmuştur. Hemen belirtelim ki
4756 sayılı Kanunun
ek dilekçe vermeyi
gerektiren hükümleri, - 2. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanunun 4. maddesinin (b) ve (r) bentleri ile, - 16. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanunun 33. maddesinin 5. fıkrası hükmüdür. Şöyle ki: A) 4756 sayılı Kanunun 2. maddesi ile
4984 sayılı Kanunun 4. maddesinin (b) ve (r) bentlerinde yapılan
değişiklikler Anayasaya aykırıdır. a) 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinin (b)
bendinde yapılan değişiklik Anayasaya aykırıdır. Kuşkusuz, yayın kuruluşlarının hiçbir
sınırlama ölçüsü olmadan diledikleri gibi yayın yapmaları mümkün değildir.
Ancak, tümüyle soyut ve içeriği belli olmayan ifadelerle yayın ilkelerinin
saptanmasında hukuk tekniği açısından çok dikkatli olunması ve sınırlama
nedenlerinin kişisel anlayış ve takdire olanak vermeyecek şekilde açık ve
somut olarak belirtilmesi gerekir. 4756 sayılı Kanunla 3984 sayılı Kanunun
4. maddesinin (b) bendine eklenen “Veya toplumda nefret duygularını
oluşturan” ifadesi yayın ilkeleri açısından nerede başlayıp nerede biteceği
belli olmayan bir alan oluşturmaktadır. Bu tür kavramlar, bunları uygulayan
ve yorumlayanların kültürel birikimleri, dünya görüşleri ve siyasal
düşünceleri ile farklı anlamlar kazanabilmektedirler. Üstelik Üst Kurul ve
Yargı da bugüne kadar yayın ilkeleri açısından yasada öngörülen
belirsizlikleri somutlaştırma yoluna da gitmemiştir. Avrupa Sınır Ötesi Sözleşmesi’nde yayın
ilkeleri, “muğlaklığa yer vermemek” ve “temel kural özgürlük, kısıtlama
istisna” kurallarına uygunluğu sağlamak üzere sınırlıdır. Aksi takdirde,
belirgin ve nesnel olmayan ilkelere uyulma zorunluluğu, beraberinde doğru ve
yansız yayın yapmaya, yurt ve dünya gerçeklerinin halka duyurulmasına engel
oluşturacaktır. Böylece toplumun doğru ve yansız haber
alma hakkı zedelenecektir. Bu nedenlerle 4. maddenin (b) bendinde
yer alan “veya toplumda nefret duygularını oluşturan” ifadesi Anayasanın 2,
5, 13, 26, 28 ve 38. maddelerine aykırıdır. b) 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinin (r)
bendinde yapılan değişiklik Anayasa’ya aykırıdır. (r) Bendindeki “Televizyonda bölünür
ekran yoluyla ana program ile ilgili veya ilgisiz bilgiler veren konuları
işleyen yayınların yapılmaması” şeklindeki hükmün “ana program ile ilgisiz
bilgi veren konuları işleyen yayın yapılmaması” bölümü isabetli olmasına rağmen
“ana program ile ilgili bilgi veren konuları işleyen yayın yapılmaması” hükmü
haksız ve yayıncılığın temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Çünkü bir haber
veya programla ilgili bilgilerin verilmesi o konunun kamuoyu tarafından daha
iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Bu nedenle yasa metnindeki programla
ilgili bilgilerin verilmesini yasaklayan hüküm, Anayasa’nın 26 ve 28.
maddelerine aykırıdır. B) 4756 sayılı Kanunun 16. maddesiyle
değişik 3984 sayılı Kanunun 33. maddesinin 5. fıkrasında yapılan değişiklik
Anayasaya aykırıdır. Herhangi bir karışıklığa meydan vermemek
için belirtelim ki 33. maddenin (dava konusu) 5. fıkra aynen şöyledir: 4’üncü maddenin ikinci fıkrasının (a),
(b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın yapılması halinde uyan
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir. Yeterli açıklıkta düzenlenmeyen,
öngörülebilirlilik unsuru taşımayan ve siyasi ortama göre her yöne
çekilebilecek “ilkelere” aykırılık ileri sürülerek, bir yayın kuruluşunun
uyarı yapılmaksızın, önce bir ay, sonra süresiz olarak yayınını durdurma ve
yayın izni iptali, idari nitelikteki bir kurula basın ve haber alma
özgürlüğünü kısıtlayıcı yetki vermek, yargı alanına giren konularda idareyi
yetkili kılmak demektir. İdare, düzenleme ve denetleme alanındaki
konularda, kamu düzeni, genel güvenlik, kamu yararı, genel ahlak, genel
sağlık, ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzenli yürütülmesini sağlama gibi
amaçlarla, idarî para cezası uygulama ya da kişi
özgürlüğünü kısıtlayıcı yaptırımlar dışında çeşitli yasaklar koyma yetkisine
sahiptir. Ancak, düşünceyi açıklama ve yayma,
basın ve haber alma gibi temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğu zaman
idarenin yetkisinin Anayasanın bu kavramlara yaklaşımı içerisinde
değerlendirilmesi gerekir. Öte yandan ağırlaştırıcı yaptırım için
diğer yayın ilkelerinin ihlalinin tekrarında aranan bir yıllık süre burada
aranmamaktadır. Bu durum radyo ve televizyonların
iletişimi alanında faaliyet hakkının siyasal gücün takdirine, siyasal
değerlendirmesine bağlı kılmak demektir. Hukuk devletinde yayın kuruluşları
ancak yargı organlarınca verilmiş bir mahkeme kararıyla kapatılabilirler Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun bu
konuda kesinleşmiş yargı kararı olmadan böylesine ağır bir müeyyide
uygulamasının hukuk devletinde yeri olamaz. Bilindiği gibi, Üst Kurulun uyguladığı
söz konusu yaptırımlar idari yaptırımlardır. Ancak görsel-işitsel alanda Üst
Kurula tanınan yaptırım yetkisinin diğer idari yaptırım rejiminden ayrı bir
statüsünün bulunması gerekir. Çünkü, bu yaptırım doğrudan doğruya bir temel
hakka, iletişim özgürlüğüne ilişkindir. Yaptırımın; bu yönüyle bir kamu hizmeti
gören radyo ve televizyon kuruluşlarının yasada öngörülen koşullara uygun
etkinlikte bulunmalarını güvence altına alan, diğer yönüyle görsel-işitsel
iletişim özgürlüğünden üstün, temel hakların korunmasını amaçlayan işlemler
niteliğinde olması gerekmektedir. Bu nedenle, idari yaptırımlar bir takım
ilkelerle sınırlandırılmalı, görsel-işitsel iletişim özgürlüğü ve Anayasa’da
sayılan diğer hak ve özgürlükleri korumak amacıyla uygulanmalıdır. Radyo ve televizyon alanında düzenleyici
otoritenin kurulmasının asıl amacı; toplumda ifadelerin çoğulculuğunu, ifade
hürriyeti içinde düşünülen haber alma-haber üretme/iletme özgürlüğünü
korumaktır. Avrupa Sınır Ötesi Sözleşmesinin 4. maddesi, İnsan Haklan Avrupa
Sözleşmesi’nin 10. maddesine atıf yaparak bu noktayı açıklıkla belirlemiştir. Ayrıca bu yaptırımlar bir takım
güvencelerle birlikte uygulanabilmelidir. Hukukun genel ilkeleri içinde
sayılan ceza hukukunun temel ilkeleri bu alanda uygulama olanağına sahiptir.
Bu çerçevede; - İhlâl ve yaptırımın yaşadığı ilkesi, - İhlâl ile yaptırımın orantılılığı
ilkesi, Ağırlaştırıcı yaptırımın geriye yürümezliği ilkesi, Savunma hakkının
korunması ilkesi, -
İki ihlâl arasında “makul süreli” zamanaşımı ilkesi sayılabilir. Diğer yandan, yukarıda da belirtildiği
gibi, bugüne kadar Üst Kurul uygulamada uyarı ya da
durdurma kararlarında öngörülen belirsizlikleri somutlaştırma yoluna
gitmemiş, yargı da bu alana müdahalelerle temel bir takım güvenceler
sağlamamıştır. Eksik güvence rejiminin hukuka uygun
hale getirilmesi için yasa koyucuya görev düşmektedir ve mutlaka idari
yaptırımların güvencelerle birlikte düzenlenmesi şarttır. Böyle bir
düzenlemeye imkan sağlanması için bu hükmün iptali gereklidir. Bu nedenle, değişik 33. maddenin “4 üncü
ve ikinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın
yapılması halinde uyan yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını bir ay
durdurulur. İhlâlin tekrarı halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın
lisans izni iptal edilir.” diyen 5. fıkrasının “... uyan yapılmaz ve yayın
kuruluşunun yayını bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı halinde yayın süresiz
olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir” bölümü Anayasanın 2, 5,
10, 13, 15/son, 26, 28, 29, 30. ve 38/IV. maddelerine aykırıdır. Çünkü: 1)
Böyle bir düzenleme “keyfiliğe” yol açacaktır. Bu sebeple Anayasa’nın
2. maddesine, Hukuk Devleti ilkesine aykırıdır. Zira Hukuk Devletinde
keyfiliğe hiçbir şekilde yer verilemez, veriliyorsa o Devlet, Hukuk Devleti
olamaz, 2)
Anayasanın 13. maddesine göre, bir temel
hak, “özüne dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, dava
konusu 5. fıkra ile bir temel hak bütünüyle ortadan kaldırılmıştır. Böylece, eylemle önlem arasında
bulunması gereken adil denge bozulmuş, yaptırım bir baskı öğesi durumuna
gelmiştir. Üstelik bu yaptırımlar idari bir üst kurulun takdirine
bırakılmıştır. 3)
Anayasanın 26. maddesinin son fıkrasına göre haber ve düşünceleri
yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler “bunların
yayınını engellememek kaydıyla” sınırlanabilir. 4)
Anayasanın 28. maddesinin üçüncü fıkrasında “Devlet, basın ve haber
alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” denilmektedir Oysa dava konusu 5. fıkra ile, tam aksi
yönde tedbirler alınmaktadır. 5)
Anayasanın 29. maddesinin üçüncü fıkrasında, yasanın, haber, düşünce
ve kanaatlerin özgürce yayınlanmasını engelleyici ya
da zorlaştırıcı şartlar koyamayacağı vurgulanmıştır. Halbuki dava konusu 5. fıkra, düşünce ve
kanaatlerin özgürce yayınlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı değil,
“bütünüyle yok edici şartlar” koymaktadır. 6)
Anayasanın 30. maddesinde basın işletmelerinin, Devlet bütünlüğüne
yönelik bazı suçlar dışında işletilmekten alıkonulamayacağı öngörülmektedir. Dava konusu 5. fıkra ise, ortada sübût
bulmuş hiçbir suç yok iken, bir kısım radyo ve televizyon kuruluşlarının
idarî bir kararla varlıklarına son verilebileceğini hükme bağlamaktadır. 7)
Anayasanın 15. maddesinin son cümlesine ve 38. maddesinin 4. fıkrasına
göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” Oysa dava konusu 5. fıkra bir kısım
radyo ve televizyon kuruluşlarının, idarî bir kararla suçlu sayılabileceğini,
hem de uyarılmalarına bile gerek duyulmayacak kadar kesin bir şekilde suçlu
sayılabileceklerini, bu yüzden varlıklarına son verilebileceğini
öngörmektedir. Bilindiği gibi Anayasanın 15. ve 38.
maddelerinde geçen “kimse” sözcüğü bütün gerçek ve tüzel kişileri ifade
etmektedir (Anayasa Mahk. Kararı, T.16.6.1964,
E.1963/101, K.1964/49, AMKD, Sayı: 2, s. 191) 8)
Yukarıdaki maddelerde zikredilen
kurallar, tüm hak
ve hürriyetler için Anayasa’nın 5. maddesinde de yer
almıştır. Bu yüzden, dava konusu 5. fıkra,
Anayasanın 5. maddesine de aykırıdır. Bu kurallar, genelde yazılı basına
yönelik olmakla birlikte, amaç; düşünceyi yayma ve haber alma özgürlüklerinin
güvence altına alınması olduğuna göre, aynı ilkelerin görsel ve işitsel medya
için de geçerli olması ve idareye, bu araçların kullanılmasını engellemeye
varan nitelikte önlemler alma yetkisi verilmesi Anayasanın hem işaret edilen
maddelerine, hem de ruhuna aykırı düşer. II. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA SEBEPLERİ a)
Dava konusu hükümler, yukarıda açıklandığı üzere, Anayasa’ya açıkça
aykırıdır. b) Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu
hükümlerin uygulanması halinde, ortaya, “Demokratik Hukuk Devleti” bakımından
telafisi imkansız birtakım sakıncaların çıkacağı kesindir. c) Yürürlüğü durdurma kararı verilmeyip,
daha sonra iptal kararı verildiği takdirde iptal kararı büyük ölçüde etkisiz
kalacaktır. SONUÇ : Yukarıda arz
edilen nedenlerden dolayı,
açıkça Anayasa’ya aykırı olan ve uygulanması halinde telafisi
olanaksız zararlar doğuracağı kesin bulunan, 15.05.2002 tarih ve 4756 sayılı
Kanunla değişik 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun”un, 1) 4. maddesinin; a)
(b) bendinin “veya toplumda nefret duygularını oluşturan” bölümü, b)
(r) bendinin “... bölünür ekran yoluyla ana programı ile ilgili ...
bilgiler veren konuları işleyen yayınların yapılmaması” bölümü, 2) 33. maddesinin 5. fıkrasının “uyarı
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir.”
diyen bölümü, hakkında yürürlüğü durdurma ve iptal
kararı verilmesini arz ederiz.” II-
YASA METİNLERİ A-
İptali İstenilen Yasa Kuralları 15.5.2002 günlü, 4756 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un iptali istenilen kuralları da içeren maddeleri şöyledir: 1-
“MADDE 2.- 3984 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde 4.- Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne,
Anayasanın genel ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve
genel ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır.
Yayınların Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim
eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu
dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. Radyo, televizyon ve veri yayınlarında
uyulması gereken yayın ilkeleri şunlardır: a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık
ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması. b) Toplumu şiddete, teröre, etnik
ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya
toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkan verilmemesi. c) Yayıncılığın, gerek yayın organı,
gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye
kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek
veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması. d) İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir
şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması. e) Yayınların toplumun milli ve manevi
değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması. f) Özel hayatın gizliliğine saygılı
olunması, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında kişilerin özel
hayatının yayın konusu yapılmaması. g) Türk milli eğitiminin genel
amaçlarının, temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi. h) Türkçenin;
özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması; milli
birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve
bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması. ı) Kişilerin manevi şahsiyetlerine
eleştiri sınırları ötesinde saldırıda bulunulmaması, cevap ve düzeltme
haklarına saygılı olunması, soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde
mümkün olan haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın
yayınlanmaması, saklı kalması kaydıyla verilen bilgilerin kamu yararı ciddi
bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaması. j) Yayıncılığın haksız bir amaç ve
çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması, ilan ve reklam
niteliğindeki yayınların bu niteliklerinin şüpheye yer bırakmayacak şekilde
açıklanması, bir basın organının özel çabalarla yarattığı ürünün kendi
ürünüymüş gibi sunulmaması, ajanslardan veya başka bir medya kaynağından
alınan haberlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilmesi. k) Suçlu olduğu yargı kararı ile
kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi
gösterilmemesi; kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması. l) Haberlerin yayınlanmasında
tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat
oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının
amaçlandığı haller dışında gizliliğinin korunması. m) Halkı aldatacak, yanıltacak veya
haksız rekabete yol açacak reklam yayınlarına yer verilmemesi. n) Siyasi partiler ve demokratik gruplar
arasında fırsat eşitliği sağlanması; tek yönlü, taraf tutan yayın
yapılmaması; seçim dönemlerinde belirlenen seçim yasaklarıyla ilgili ilkelere
aykırı davranılmaması. o) Yayınlarda, mevzuatın eser
sahiplerine tanıdığı hakların ihlal edilmemesi. p) Bilgi iletişim telefonları yoluyla
yarışma ve benzeri yöntemlere başvurulmaması ve bunların sonucunda dinleyici
ve seyircilere ikramiye verilmemesi veya ikramiye verilmesine aracılık
edilmemesi, lotarya yapılmaması, bilgi iletişim telefonları yoluyla yapılacak
anket ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık aşamasından sonuçlarının ilanına
kadar noter nezaretinde gerçekleştirilmesi. r) Televizyonda bölünür ekran yoluyla
ana program ile ilgili veya
ilgisiz bilgiler veren konuları işleyen yayınların yapılmaması, çerçeveler
veya alt yazı tekniği kullanılarak sürekli yayın yapılmaması, haberde konu
ile ilgili olmayan görüntülerin verilmemesi, haberle benzerlik arz eden
görüntülerin arşiv niteliğinin belirtilmesi. s) Program hizmetlerinin bütün
unsurlarının insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması. t) Yayınların müstehcen olmaması. u) Kadına, güçsüzlere ve küçüklere karşı
şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi. v) Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa ve şiddet eğilimlerini körükleyici veya
ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması. y) Suç örgütlerinin korkutucu ve
yıldırıcı özelliklerinin yansıtılmaması. z) Gençlerin ve çocukların fiziksel,
zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların
seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması. 2-
“MADDE 3.- 3984 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. Üst Kurulun seçimi ve görev süresi Madde 6.- Üst Kurul, en az dört yıllık
yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye,
deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş
kişiler arasından; a)
Siyasi parti gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı
oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda gösterilecek ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş, b)
Yükseköğretim Kurumu Genel Kurulunun, Kurul üyesi olmayan elektrik-elektronik,
iletişim, kültür-sanat ve basın-yayın dallarından göstereceği dört aday
arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek iki, c) En çok
sarı basın kartı sahibi üyesi bulunan iki gazeteciler cemiyeti ile Basın Konseyinin
ortaklaşa göstereceği iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir, d) Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin kamu görevlileri arasından göstereceği
iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir, Kişiden olmak üzere 9 üyeden oluşur. Üst Kurulun üyelerinin seçimine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu kararı ile Bakanlar Kurulu kararı
Resmi Gazetede yayımlanır. Üst Kurul üyelerinin görev süresi dört
yıldır. Üyelerinin görev süresinin bitiminden iki ay önce kurum ve kuruluşlar
veya partiler yeni seçimlerini yaparak Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına veya Bakanlar Kuruluna bildirir. Herhangi bir sebeple boşalma
olması halinde o kişinin seçildiği usule göre kurum ve kuruluş veya partiler
tarafından adaylar bir ay içinde teklif edilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunca veya Bakanlar Kurulunca seçim işlemi yapılır. Bu şekilde
seçilen kişi, yerine seçildiği kişinin görev süresini tamamlar. Üyenin altmışbeş yaşını doldurması halinde üyeliği son bulur.” 3-
“MADDE 5.- 3984 sayılı Kanunun 9
uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Yasaklar ve denetim Madde 9.- Üst Kurul üyeleri ile üçüncü
derece dahil üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri
hısımları, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümleri saklı kalmak
kaydıyla, radyo ve televizyon hizmetleri alanında Üst Kurulun görev ve yetki
alanına giren konularda herhangi bir yüklenme işine giremez, özel radyo ve
televizyon şirketlerinde ve bu şirketlerin doğrudan veya dolaylı ortaklık
bağlı bulunan şirketlerde ortak veya yönetici olamazlar. Üst Kurul üyeleri, üyelikleri süresince
resmi veya özel başkaca hiçbir görev alamaz, özel veya kamu yayın
kuruluşlarının görev ve yetki alanına giren konularda doğrudan veya dolaylı
olarak taraf olamaz ve bu konularda hiçbir menfaat sağlayamaz, siyasi partiye
üye olamazlar. Amacı sosyal yardım ve eğitim işlerine yönelmiş derneklerle
vakıflardaki görevler ve kooperatif ortaklığı bu hükmün dışındadır. Üst Kurul üyeleri, kendileri veya üçüncü
derece dahil üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri
hısımlarıyla ilgili konularda müzakere ve oylamaya katılamaz. Yukarıdaki esaslara aykırı davrananlar
görevlerinden çekilmiş sayılır. Bu husus Üst Kurul tarafından re’sen veya yapılacak müracaatın değerlendirilmesi
sonunda karara bağlanır. Üst
Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabidir.” 4-
“MADDE 7.- 3984 sayılı Kanunun 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Madde 12.- Üst Kurulun gelirleri
şunlardır: a) Özel radyo ve televizyon
kuruluşlarından alınacak TV kanal ve radyo frekansı yıllık tahsis bedelleri. b) Özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının yıllık brüt reklam gelirlerinden %5 oranında ayrılacak paylar. c) Gerektiğinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı bütçesinin transfer tertibinde yer alacak ödenek. d)
Radyo ve televizyon kuruluşlarına 33 üncü madde uyarınca verilecek idari para
cezaları. Özel radyo ve televizyon kuruluşlarından
alınacak yayın izin ve lisans ücretleri Hazineye gelir kaydedilir. Üst Kurul, gerektiği takdirde her yıl
için yapacağı işlerin programını hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı bütçesinden verilmesi gereken ödenek tutarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına sunar. Üst Kurulun bütçesi ve kadro cetvelleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bütçesi ile birlikte Türkiye Büyük
Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda incelenir ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek karara bağlanır. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun yıllık
bütçesinden harcanmayan miktar, yıl sonunda yurt içinde kültür ve tabiat
varlıklarının, yurt dışında Türk kültür varlıklarının korunması ve ihyası
amacıyla Kültür Bakanlığı adına bir kamu bankasında açılan hesaba aktarılır.
Bu hesaptan yapılacak harcamalara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle
düzenlenir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi değildir. Üst Kurulun alım-satım,
kiralama, taşıma ve sair tedarik işlerine ilişkin işlemleri bir yönetmelik
ile düzenlenir. Üst Kurul, radyo ve televizyonların
reklam gelirlerinin, aracı kurumların hesaplarıyla birlikte denetlenmesini
Maliye Bakanlığından talep eder.” 5-
“MADDE 8.- 3984 sayılı Kanunun 13
üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Gelir ve cezaların tahsili Madde 13.- 12 nci
maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen reklam gelirlerinden
ayrılacak paylar, elde edildikleri ayı takip eden ayın en geç 20’sinde; (a)
bendine göre ödenecek TV kanal ve radyo frekansı yıllık kira bedeli her yılın
Ocak ayının en geç 20’sinde; 33 üncü
maddede belirtilen idari para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir. Ödemede gecikilmesi halinde, ilgili
yayın kuruluşu uyarılarak yedi gün içinde ödeme yapması istenir. Yapılacak
ihtara rağmen ödeme yapılmaması halinde, Üst Kurulca ödeme yapılıncaya kadar
yayının durdurulmasına karar verilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen tarihlerden
itibaren iki ay içinde ödeme yapılmazsa, Üst Kurulca yayın izninin ve
lisansın iptaline karar verilir ve ödenmeyen kurum geliri icra yoluyla tahsil
olunur. Gecikilen ödemeler için 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.” 6-
MADDE 10.- 3984 sayılı Kanunun 24
üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Telekomünikasyon Kurumunun yükümlülüğü Madde 24.- Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel çapta TV kanal ve radyo frekans
planları ile radyo ve televizyon yayınlarına esas olan frekans bantları ile
ilgili çalışmalar yapma yetkisi, 2813 sayılı Telsiz Kanunu uyarınca
Telekomünikasyon Kurumuna aittir. Telekomünikasyon
Kurumu, 2813 sayılı Telsiz Kanununa uygun olarak Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu, Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlar ile işbirliği yaparak
hazırlayacağı ulusal, bölgesel ve yerel çaptaki planları Haberleşme Yüksek
Kurulunun onayına sunar. Haberleşme
Yüksek Kurulu, hazırlanan planı aynen onaylayabileceği gibi lüzum gördüğü
değişikliklerin yapılmasını talep edebilir. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna
ait radyo ve televizyonlar ile Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde
yayın yapan Meteoroloji Radyosu, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde yayın
yapan Polis Radyosuna ulusal, bölgesel ve yerel, radyo-televizyon bölümleri
bulunan iletişim fakültelerine yerel bazda frekanslar ve kanallar ücretsiz
olarak tahsis edilir. Kalan televizyon kanal ve radyo frekansları, belli bir
plan dahilinde özel kuruluşlara kullandırılmak üzere Üst Kurulca ihaleye
çıkarılır. Televizyon kanal ve radyo frekanslarının ne kadarının hangi
takvime göre ihaleye çıkarılacağına ilişkin plan Haberleşme Yüksek Kurulu
tarafından saptanarak bu çerçevede ihaleye çıkarılmak üzere Üst Kurula
bildirilir. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna tahsis
edilen TV kanallarından biri olan TRT 3’ten TBMM TV aracılığıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisi faaliyetleri, bir diğer kanaldan da açıköğretim
yayınları yansıtılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi faaliyetlerinin hangi
ölçüde yansıtılacağına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, açıköğretim yayınları için ise eğitim programlarını
hazırlamakla yükümlü kurumlar Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ile birlikte
karar verir. Yayın ile ilgili diğer hususlar Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı ile Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu arasında bir protokolle
belirlenir. Açıköğretim ve TBMM TV yayınlarından
ücret alınmaz. Telekomünikasyon Kurumu, Üst Kurulun
bildireceği ve bu Kanun hükümlerine uygun olarak TV kanal ve radyo frekansı
tahsis edilip, kablosuz radyo ve televizyon yayın izni ve lisansı verilen
kuruluşlara TV kanal ve radyo frekans tahsislerini uygular, ulusal ve
uluslararası alanda tescil ettirir. Ulusal ve uluslararası hava ve deniz
seyrüsefer sistemlerine radyo ve televizyon sistemlerinden zararlı enterferanslar gelmesi halinde, Telekomünikasyon Kurumu
can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürmemek amacıyla enterferansa
sebep olan vericileri geçici olarak kapatarak mühürler ve sorumlular hakkında
Türk Ceza Kanununun 391 inci maddesi hükmü uygulanır. Yapılan işler aynı
zamanda Üst Kurula bildirilir. Haberleşme Yüksek Kurulu, 2813 sayılı
Telsiz Kanunu gereğince Üst Kurul, Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi Genel
Müdürlüğü, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ve Telekomünikasyon Kurumu
arasındaki koordinasyonun yanı sıra konuyla ilgili olarak Üst Kurula verilmiş
görevlerin takibini de yürütür.” 7-
“MADDE 12.- 3984 sayılı Kanunun 28
inci maddesinin altıncı ve sekizinci fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. Yayını
yapmayan veya karara uygun şekilde yapmayan veya geciktiren kuruluşun
yayınlarından sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi olan anonim
şirketin yönetim kurulu başkanına otuz milyar liradan doksan milyar liraya
kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca, kuruluşa Üst Kurulca eylemin
ağırlığına göre üç aya kadar gelir getirici yayın yapma yasağı verilebilir.
İkinci kez tekrarı halinde yayın izni iptal edilir ve en yüksek para cezasına
hükmolunur. Bu cezalar ertelenemez. Hangi
yayınların gelir getirici yayınlar olduğu Üst Kurul tarafından belirlenir. Gerçek ve tüzel kişilerin ayrıca genel
hükümlere göre ilgili yayın kuruluşuna karşı tazminat davası açma hakkı
saklıdır. Yayın kuruluşu ile birlikte şirketin yönetim kurulu başkanı da
müştereken ve müteselsilen sorumludur. Zarar
doğurucu fiilin işlenmesinden sonra yayın kuruluşunun devredilmesi, başka bir
kuruluşla birleşmesi veya sahibi olan şirketin herhangi bir surette değişmesi
halinde yayın kuruluşunu devralan, birleşen ve her ne suretle olursa olsun
yayın kuruluşunun sahibi veya hissedarı olan şirket ve şirketin yönetim
kurulu başkanı da bu fiil nedeniyle hükmedilen tazminattan yayın kuruluşu ile
birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere fiilin
ağırlık derecesine göre belirlenir. On milyar liralık alt sınır her yıl
Maliye Bakanlığınca ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır. Bu
maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında hakim tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en
geç altı ay içinde karara bağlar. Bu maddeye göre açılan davalarda
tazminata hükmedilmesi halinde, bankalarca uygulanan en yüksek işletme
kredisi faizi üzerinden temerrüt faizine de hükmedilir.” 8-
“MADDE 13.- 3984 sayılı Kanunun 29
uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Madde 29.- Radyo ve televizyon yayın
izni verilen veya verilecek anonim şirketleri hisse oranları ve şirket
yapısıyla ilgili uyulması gereken diğer hususlar şunlardır: a) Siyasi partiler, dernekler,
sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar, mahalli idareler ile
bunlar tarafından kurulan veya bunların ortak oldukları şirketler, iş ortakları,
birlikler ile üretim, yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama ve finans kurum ve
kuruluşlarına radyo ve televizyon yayın izni verilmez; bu kuruluşlar radyo ve
televizyon yayın izni almış şirketlere ortak olamazlar. b) Bu Kanuna göre radyo ve televizyon
yayın izni, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre sadece radyo ve televizyon
yayıncılığı, haberleşme, eğitim, kültür ve sanat amacıyla kurulmuş anonim
şirketlere verilir. Aynı şirket ancak bir radyo ve bir televizyon işletmesi
kurabilir. c) Özel radyo ve yayın kuruluşlarının
hisseleri nama yazılı olmak zorundadır. Bu şirketlerde herhangi bir kişi
lehine intifa senedi ihdas edilemez. d)
Üst Kurul tarafından düzenlenecek yönetmeliğe uygun olarak her yıl yapılacak
yıllık ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama izlenme veya
dinlenme oranı %20’yi geçen bir televizyon veya radyo kuruluşunda bir gerçek
veya tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı %50’yi geçemez. Gerçek kişinin hisselerinin hesaplanmasında
üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlara ait hisseler de aynı kişiye aitmiş gibi
hesaplanır. e)
Bir gerçek veya tüzel kişi veya bir sermaye grubu %50’den fazla hissesine
sahip olduğu bir televizyon veya radyonun yıllık ortalama izlenme veya
dinlenme payı %20’yi geçerse Üst Kurul tarafından yapılan bildirimden
itibaren doksan gün içinde, ortağı bulunduğu televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünü halka arz ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını %50’nin altına indirir. Yıllık izlenme veya dinlenme
oranının aşımı birden fazla televizyon ve radyodaki hisselerin toplamı
nedeniyle meydana gelmişse, bu oranı %50’nin altına indirecek biçimde yeterli
sayıda şirketi satar. Bu yükümlülüğün ihlali durumunda kuruluşun yayın izni
iptal edilir. f) Ulusal izlenme oranları, Üst Kurul
tarafından her takvim yılı için tespit edilir ve o yılı izleyen Ocak ayı
içinde açıklanır. g) Özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşlarının hisse senetlerinin halka arzında 2499 sayılı Sermaye Piyasası
Kanununa göre Sermaye Piyasası Kurulundan izin almadan önce Üst Kurulun
onayının alınması şarttır. h) Bir özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşunda yabancı sermayenin payı ödenmiş sermayenin %25’ini geçemez. ı) Bir özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşunda ortak olan gerçek veya tüzel yabancı kişi bir başka radyo ve
televizyon kuruluşuna ortak olamaz. i) Yerli veya yabancı hissedarlar hiçbir
şekilde imtiyazlı hisse senedine sahip olamazlar. j) Radyo ve televizyon yayını izni
verilen bir anonim şirketin hisse devirleri, devir tarihinden itibaren bir ay
içinde, ortakların ad ve soyadları ile şirketin devri sonucunda oluşan
ortaklık yapısı ve oy payları hakkındaki bilgilerle Üst Kurula bildirilir. Bu
şirketlerin bir başka şirkete devri, bir başka şirketin devralınması, bir
başka şirketle birleşme işlemlerinden önce, Üst Kuruldan gerekli bilgi ve
belgelerle izin alınması zorunludur. Bu işlemler sonucunda şirket yapısında
bu Kanun hükümlerinde öngörülen hususlara aykırılık oluştuğu takdirde Üst
Kurulun vereceği süre zarfında bu aykırılık giderilmek zorundadır. Aksi halde
yayın izni iptal edilir. k) Radyo ve televizyon yayın izni
verilen veya verilecek anonim şirketlerde bulunması gereken diğer asgari
idari, mali ve teknik şartlarla yayın alanı, yayın saat ve süreleri ile
ilgili esaslar her yıl Üst Kurul tarafından tespit olunur. Şirketler
yapılarını verilen süre içinde tespit olunan şartlara uydurmak zorundadır.
Aksi halde yayın izni iptal edilir. l) Radyo ve televizyon yayın
kuruluşları, yayın izninin verilmesinden sonra da esas sözleşmelerine bu
Kanundaki esaslara aykırı hükümler koyamazlar; iştigal konularına, radyo ve
televizyon yayıncılığı ile bağdaşmayan faaliyetleri dahil edemezler. m) Yurt dışından Türkiye’ye yönelik
yayın yapan radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal, frekans ve kablo
kapasitesi tahsis edilemez. Bunlara Türkiye’de vergi mükellefi olanlar
tarafından verilen reklam ve ilan bedelleri vergi matrahlarından düşülemez.
Ancak, uydu platformu ve kablo sisteminden iletilen ve yurt dışından yapılan
yabancı kaynaklı yayınların Türkçe seslendirilmelerine, birkaç dilden aynı
anda yayın yapılmasına ve Türkçe reklam girişine olanak tanınır. Türkçe
reklam girişi yapılan yayınlar için Üst Kurulun ilgili reklam yönetmeliği
uygulanır.” 9- “MADDE 14.-
3984 sayılı Kanunun 31 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. Program hizmetinin içeriği ve yeni yayın
tekniklerinin kullanımı Madde 31.- Radyo ve televizyon
kuruluşları, yayınlarında belli oran ve saatlerde eğitim, kültür, Türk halk
ve Türk sanat müziği programlarına yer vermek zorundadırlar. Bu programların
tür ve oranlarıyla ilgili esaslar Üst Kurul tarafından tespit edilir. Tematik kanallar, bu zorunluluktan muaf tutulur. Tematik yayın yapmak isteyen kuruluşlar, başvuru
sırasında bu hususu belirtir. Bu kanallar, Üst Kurulun izni olmadan yayın
türünü değiştiremez. Tematik kanallarla ilgili usul
ve esaslar Üst Kurulca belirlenir. Her
türlü teknoloji ile ve her tür iletişim ortamında yapılacak yayın ve
hizmetlerin usul ve esasları, Haberleşme Yüksek Kurulunun belirleyeceği
strateji çerçevesinde Üst Kurulca tespit edilip, Haberleşme Yüksek Kurulunun
onayına sunulur. Bu yayın ve hizmetlerin mevzuata uygunluğu Üst Kurulca
denetlenir.” 10-
“MADDE 16.- 3984 sayılı Kanunun 33
üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Uyarı, para cezası, durdurma ve iptal Madde 33.- Üst Kurul, öngördüğü
yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlal eden, yayın
ilkelerine ve bu Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel
radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık
şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı
halinde ihlale konu olan programın yayını, bir ila oniki
kez arasında durdurulur. Bu süre
içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir
program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın
kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca
hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin
fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele,
Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar
yayınlanır. Aykırılığın
tekrarı halinde; a)
Ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlara, ihlalin ağırlığına göre, yüzyirmibeş milyar liradan az olmamak kaydıyla ikiyüzelli milyar liraya kadar, b)
Yerel, bölgesel ve kablo ortamından yayın yapan kuruluşlara; 1.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle, bir milyondan fazla nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlalin ağırlığına göre, altmış milyar liradan az
olmamak kaydıyla yüz milyar liraya kadar, 2.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle, beşyüz bin ila
bir milyon arasında nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara ihlalin
ağırlığına göre, otuz milyar liradan az olmamak kaydıyla altmış milyar liraya
kadar, 3.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle, ikiyüzelli bin
ila beşyüz bin arasında nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlalin ağırlığına göre, yirmimilyar
liradan az olmamak kaydıyla kırk milyar liraya kadar, 4.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle, ikiyüzellibinden
az nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlalin ağırlığına göre, beş
milyar liradan az olmamak kaydıyla on milyar liraya kadar, c)
Radyo yayınları için yukarıdaki miktarların yarısı kadar, İdari
para cezası uygulanır. Bu maddedeki para cezaları, her yıl
Maliye Bakanlığınca ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır. İhlalin, ihlal tarihinden itibaren,
takip eden bir yıl içinde tekrarı halinde bu idari para cezaları yüzde elli
oranında artırılır. İhlalin, ihlal tarihinden itibaren takip eden bir yıl
içinde üçüncü kez tekrarında ihlalin ağırlığına göre izin uygulaması bir yıla
kadar geçici olarak durdurulur. 4 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a),
(b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın yapılması halinde uyarı yapılmaz ve yayın kuruluşunun
yayını bir ay durdurulur. İhlalin tekrarı halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir. Yayın izninin verilmesi için gerekli
şartlardan birini kaybeden veya şartların uygunluğunu hile ile elde eden
kuruluşların yayın lisans izni iptal edilir. Uyarı cezasını gerektiren haller
dışındaki ihlallerde ilgili tarafın savunması alınır. Cezaların uygulanış usulleri ile
gerekçeli olarak kamuoyuna duyuruluş şekli yönetmelikle belirlenir.” 11- “MADDE 17.-
3984 sayılı Kanuna aşağıdaki maddeler eklenmiştir. EK
MADDE 1.- Bu Kanuna göre yayın izni verilen özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının, kendilerine tahsis edilen TV kanal ve radyo frekansından
yapacakları yayınlarını, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun veya bu amaçla
özel yayın kuruluşlarıyla ortak kuracağı şirketin görev ve sorumluluğunda
işletilen verici tesislerinden yapmaları asıldır. Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumu, verici tesislerinin kurulması, işletilmesi, yenilenmesi ve bu
tesislerde değişiklik yapılması sırasında özel yayın kuruluşlarının
ihtiyaçlarını da göz önünde tutar. Kurulmasına
izin verilen tesislerin bu Kanunda ve izin belgesinde öngörülen amaçlar için
kullanılıp kullanılmadığı Üst Kurul tarafından denetlenir. Özel
radyo ve televizyon yayın kuruluşlarının Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun
verici tesislerinden yararlanma usul ve esasları ile yıllık kira bedelleri
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu tarafından belirlenerek Üst Kurulun onayıyla
yürürlüğe konulur. EK
MADDE 2.- Bu Kanunda belirtilen istisnalar dışında, Üst Kuruldan izin almadan
radyo ve televizyon yayını yapan ya da Üst Kurul
tarafından geçici ya da sürekli iptal edilmesine
rağmen yayın yapan kişiye, kuruluşların ise sahip ve yöneticilerine, fiilleri
bir başka suç oluştursa bile, fiilin ağırlığına göre altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ve bir milyar liradan yüz milyar liraya kadar para cezası
verilir. Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen kişiler, bu kuruluşların sahipleri ve
yöneticileri ile bu tür yayınlarda görev alanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü
maddesine göre cezalandırılır. Ayrıca tüm yayın cihazları Türk Ceza Kanununun
36 ncı maddesine göre müsadere edilir. Yayın
bantlarını bir yıl süre ile muhafaza etmeyen ve bu süre içinde Üst Kurul veya
Cumhuriyet savcılığınca istenmesine rağmen sesli ve görüntülü olarak teslim
etmeyen yayın kuruluşlarının sahip ve yöneticileri, altı aydan bir yıla kadar
ağır hapis ve bir milyar liradan on milyar liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılır. Ayrıca, bir aydan üç aya kadar ilgili kuruluşun yayınının
durdurulmasına karar verilir. Gönderilen bandın içerik bakımından istenen
yayın olmaması veya bantta tahrifat, çıkarma, silme gibi işlemler yapılması
halinde, ayrıca iki yıldan on yıla kadar ağır hapis ve iki milyar liradan on
milyar liraya kadar ağır para cezası verilir. Bu
maddedeki para cezaları, her yıl Maliye Bakanlığınca ilan edilen yeniden
değerleme oranında artırılır. EK
MADDE 3.- Radyo ve televizyon
yayınları, yayın ilkeleri ve bu Kanunda belirtilen diğer esaslara uygunluğu
yönünden, a) Ulusal, bölgesel ve yerel düzeydeki
yayınlar Üst Kurul tarafından izlenir ve değerlendirilir. b)
Üst Kurulun uygun göreceği yerlerdeki yerel ve bölgesel yayınların izlenmesi
ve kayda alınması İçişleri Bakanlığının görevlendireceği birimlere
devredilebilir. Bu halde gerekli teknik donanım ve ilgili personelin eğitimi
Üst Kurulca sağlanır ve masrafları Üst Kurulca karşılanır. Yayın ilkeleri ve
bu Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırılığından kuşkulanılan yayınların
bandı, değerlendirilmek üzere Üst Kurula gönderilir. İçişleri Bakanlığı ile
Üst Kurul arasındaki işbirliği bir protokol ile düzenlenir. Telekomünikasyon Kurumunun milli monitoring faaliyetleri kapsamında yayınları izleme
imkanının olması halinde, Üst Kurul ile Telekomünikasyon Kurumu arasında
imzalanan bir protokol kapsamında bu yayınlar Telekomünikasyon Kurumunca
izlenir ve değerlendirilmek üzere Üst Kurula iletilir. EK
MADDE 4.- Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun yayın lisansı verdiği bir kuruluş bu lisansı, yayın istasyonlarını
ve şebekelerini, Üst Kurulun izniyle bir üçüncü kuruluşa devredebilir. Yayın izni talebinde bulunan
kuruluşların yerine getirmeleri gereken teknik ve mali yeterlilik şartları,
devir şartları ile diğer ön şartlar, Üst Kurul tarafından yönetmeliklerle
tespit edilir. EK
MADDE 5.- Bu Kanunda geçen “Telsiz
Genel Müdürlüğü” ibaresi “Telekomünikasyon Kurumu” olarak değiştirilmiştir.” 12- “MADDE 18.-
3984 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin
(a) bendi ile 35 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.” 13- MADDE 19.-
15.7.1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı
maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. 1.
Mevkutelerle işlenen suçlarda sorumluluk, suçu meydana getiren yazıyı veya
haberi yazan veya resmi veya karikatürü yapan kimse ile beraber bu mevkutenin
ilgili sorumlu müdürüne; 19 uncu maddeye aykırı hareket edilmesi halinde ise
sözü edilen kişilerle birlikte mevkutenin sahibi olan gerçek kişiye ve
mevkute sahibi olan anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı ile diğer
şirket ve tüzel kişilere ait mevkutelerde tüzel kişiliğin en üst yöneticisine
aittir. Ancak, sorumlu müdürler için verilen hürriyeti bağlayıcı cezalar,
sürelerine bakılmaksızın para cezasına çevrilerek hükmolunur
ve bu cezalar ertelenemez.” 14- “MADDE 20.-
5680 sayılı Kanunun 17 nci maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. Madde 17.-”Basın yolu ile işlenen yalan
haber, hakaret, sövme ve her türlü fiilden doğacak maddi ve manevi
zararlardan, 16 ncı maddeye göre sorumlu olanlarla
birlikte Borçlar Kanununun genel hükümlerine göre mevkutelerde sahibi ve
mevkute olmayanlarda naşiri; mevkute sahibi ile mevkute olmayanların
naşirinin şirket olması halinde şirket ile birlikte anonim şirketlerde
yönetim kurulu başkanı, diğer şirket ve tüzel kişilerde en üst yönetici
müştereken ve müteselsilen sorumludur. Tazminat
talebinin haklı görülmesi halinde tazminat
miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine
göre belirlenir. On milyar liralık alt sınır her yıl Maliye Bakanlığınca ilan
edilen yeniden değerleme oranında artırılır. Bu maddeye göre açılacak manevi
tazminat davalarında hakim tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en geç altı ay
içinde karara bağlar.” 15- “MADDE 22.-
5680 sayılı Kanunun 20 nci maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. Madde
20.- 4 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yazılı hususları
göstermeyen sorumlular on milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para
cezası ile cezalandırılır. Bu
hususları gerçeğe aykırı şekilde gösterenler ile sorumluların belirlenmesini
veya mahkeme kararlarının uygulanmasını güçleştirecek şekilde değiştirenler,
otuz milyar liradan doksan milyar liraya kadar ağır para cezasına mahkum
edilirler. Verilen para cezası ertelenemez.” 16-
“MADDE 25.- 5680 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasındaki “onbin liradan otuzbin liraya”
ibaresi, “on milyar liradan otuz milyar liraya”, ikinci fıkrasındaki “yirmibin liradan altmışbin
liraya” ibaresi “yirmi milyar liradan altmış milyar liraya”; 22 nci maddesinde geçen “yirmibin
liradan ellibin liraya” ibaresi, “yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya”; 23 üncü maddesindeki “100 liradan 500 liraya”
ibaresi “on milyar liradan elli milyar liraya”; 24 üncü maddesindeki “yirmibin liradan ellibin
liraya” ibaresi “otuz milyar liradan yüz milyar liraya”; 25 inci maddesindeki
“yüzellibin liradan” ibaresi “onbeş
milyar liradan”; 26 ncı maddesindeki “yirmibin liradan ellibin
liraya” ibaresi “elli milyar liradan yüz milyar liraya”; 28 inci maddesindeki
“yirmibin liradan ellibin
liraya” ibaresi “yirmi milyar liradan yüz milyar liraya”; 30 uncu
maddesindeki “1 000 liradan 10 000 liraya” ibaresi “yirmi milyar liradan yüz
milyar liraya”; 31 inci maddesindeki “ellibin
liradan yüzbin liraya” ibaresi “elli milyar liradan
yüz milyar liraya”; 32 nci maddesindeki “100
liradan 1 000 liraya” ibaresi “beş milyar liradan yirmi milyar liraya”; 33
üncü maddesindeki “on milyon liradan otuz milyon liraya” ibaresi “on milyar
liradan otuz milyar liraya”; 34 üncü maddesindeki “1 000 liradan 10 000
liraya” ibaresi “bir milyar liradan on milyar liraya” şeklinde
değiştirilmiştir.” 17-
“GEÇİCİ MADDE 4.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş üyesi, siyasi parti gruplarınca Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Bakanlar
Kurulunca seçilecek üye adayları ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından
Başbakanlığa bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde bildirilir. Siyasi
parti gruplarınca gösterilen adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı oylanmaları
suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasi parti
gruplarınca yeni adaylar bildirilir.” B-
Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Dava dilekçelerinde, Anayasa’nın
Başlangıcı ile 2., 5., 10., 13., 15.,
26., 28., 29., 30., 38., 87., 133., 141., 166. ve 167. maddelerine
dayanılmış, 8., 160. ve 165. maddeleriyle de ilgili görülmüştür. III-
İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi uyarınca belirtilen dosyalarla ilgili değişik tarihlerde yapılan ilk
inceleme toplantıları sonunda, dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir. IV-
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ Dava konusu 15.5.2002 günlü,
4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun” un: A- 2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994
günlü, 3984 sayılı, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un 4. maddesinin
ikinci fıkrasının, (k) bendinde yer alan
“... korku salacak yayın ...” sözcükleri ile (v) bendinin “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, ... eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması”
bölümünün yürürlüklerinin durdurulması isteminin REDDİNE, Haşim
KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Ertuğrul ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile Enis TUNGA’nın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA, B- 3. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (b), (c) ve (d) bentlerinin
yürürlüklerinin durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, C-
5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 9. maddesinin son
fıkrasının yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, D-
7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinin yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE, E-
8. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin birinci
fıkrasının “... 33 üncü maddede belirtilen idarî para cezaları da cezaların
tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir” bölümünün
yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, F- 10. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 24. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının
yürürlüklerinin durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, G- 12. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 28. maddesinin; 1- Altıncı fıkrasının yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- Sekizinci fıkrasının, dördüncü
tümcesinde yer alan “... tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak
üzere...” ibaresi ile altıncı tümcesinde yer alan “... tensip kararı ile
birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve ...” ibaresinin, yürürlükleri 12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla durdurulduğundan, bunlara ilişkin istem
hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, H- 13. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 29. maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentlerinin,
yürürlükleri 12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü Durdurma)
sayılı kararla durdurulduğundan,
bunlara ilişkin istem hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, I- 14. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 31. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlüğünün durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, İ- 17. maddesiyle 3984 sayılı Yasa’ya
eklenen, Ek Madde 1, Ek Madde 2’nin birinci ve ikinci fıkraları ve Ek Madde
3’ün birinci fıkrasının (b) bendinin birinci paragrafının, yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, J- 18. maddesinde yer alan “... 8 inci
maddesinin (a) bendi ile ...”ibaresinin, yürürlüğünün durdurulması isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, K- 19. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950
günlü, 5680 sayılı Basın Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasının (1)
numaralı bendinin yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, L- Geçici 4. maddesinin, yürürlüğü
12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, buna ilişkin istem hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, 27.6.2002 gününde , E. 2002/100, K. 2002/13
(Yürürlüğü Durdurma) ile; “15.5.2002 günlü,
4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun” un:
A) 1-
3. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984 sayılı, Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un 6. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinin, Mustafa BUMİN, Samia
AKBULUT ile Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 12. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 28. maddesinin sekizinci fıkrasının;
a- Dördüncü tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere...” ibaresinin, Samia AKBULUT ile Enis TUNGA’nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- Altıncı tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve ...” ibaresinin, Enis TUNGA’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- 13. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinin, Mustafa BUMİN, Samia AKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Nurettin TURAN ile Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA, 4-
20. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680 sayılı, Basın
Kanunu’nun 17. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere...” ibaresi ile dördüncü
tümcesinde yer alan “... tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder
ve ...” ibaresinin, Samia AKBULUT ile Enis TUNGA’nın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA, 5- Geçici 4. maddesinin, Mustafa BUMİN, Samia AKBULUT ile Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, Anayasa’ya aykırılığı konusunda güçlü
belirtiler bulunması ve uygulanmalarından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız
durum ve zararların önlenmesi için ESAS HAKKINDA KARAR VERİLİNCEYE KADAR
YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASINA,
B) 1- 2. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Yasa’nın 4. maddesinin ikinci fıkrasının (k) bendindeki “...veya
korku salacak...” ve (v) bendindeki “... karamsarlık, umutsuzluk,...”
sözcüklerinin, Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN,
Ertuğrul ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile Enis TUNGA’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 16. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 33. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının,
OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci fıkrasının, Haşim KILIÇ’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- 22. maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Yasa’nın 20. maddesinin, OYBİRLİĞİYLE, 4-
25. maddesiyle 5680 sayılı Yasa’nın 21, 22, 23, 24, 25, 26, 28, 30,
31, 32, 33 ve 34. maddelerinde yapılan değişikliklerin, OYBİRLİĞİYLE, YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASI
İSTEMİNİN REDDİNE, 12.6.2002
gününde E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü
Durdurma) ile karar verilmiştir. V-
ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçeleri ve ekleri, işin esasına
ilişkin rapor, iptali istenen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü: A- Birleştirme Kararı 15.5.2002 günlü, 4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 2. ve 16. maddelerinin kimi bölümlerinin iptaline ve yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi istemiyle açılan Esas:2002/97, Esas:2002/110
sayılı davaların, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle Esas:2002/100 sayılı
dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esaslarının kapatılmasına, esas incelemenin
2002/100 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 21.7.2004 gününde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi. B-
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu 1-
4756 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluşu ve Yayınları Hakkında Kanun”un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin “veya toplumda nefret duyguları oluşturan” bölümü ile (k) bendinin
“veya korku salacak” bölümünün
incelenmesi Başvuru dilekçelerinde, dava konusu
“veya toplumda nefret duyguları oluşturan” ve “veya korku salacak”
ibarelerinin, soyut ve içeriği belirgin olmayan, kişisel anlayış ve takdire
göre değişen nitelikte olduğu, bu belirsizliğin radyo ve televizyonların
doğru ve yansız yayın yapmalarını yurt ve dünya gerçeklerinin halka
duyurulmasını engelleyeceği
belirtilerek, Anayasa’nın 2., 5., 13., 26., 28. ve 38. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür. 4756 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un, radyo, televizyon ve veri yayınlarında
uyulması gereken yayın ilkelerinin düzenlendiği 4. maddesinin ikinci
fıkrasının dava konusu “veya toplumda nefret duyguları oluşturan” ibaresinin
yer aldığı (b) bendinde, toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden
veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve
düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınların
yapılamayacağı; “veya korku salacak”
ibaresinin yer aldığı (k) bendinde ise, suçlu olduğu yargı kararı ile
kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilân edilemeyeceği veya suçluymuş gibi
gösterilemeyeceği, kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak
yayın yapılamayacağı belirtilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık, yasaların üstünde Anayasa’nın ve yasakoyucunun
da uyması gereken temel hukuk ilkeleri
bulunduğu bilincinde olan devlettir. Radyo, televizyon ve veri yayınları ile
büyük halk kitleleri istenilen doğrultuda
yönlendirilebilir. Nefret duygularını oluşturan veya korku salan yayınlara imkân verilmesi
halinde toplumun huzur ve düzeninin etkileneceği kuşkusuzdur. Sürekli değişen
toplumsal olaylar karşısında insanlar arasında nefret duygularını oluşturan veya korku salan yayınların neler olduğunun önceden yasa koyucu tarafından belirlenmesindeki güçlük gözardı edilemez ise de, bu kavramlara zaman içinde
öğreti ve yargı kararlarıyla içerik ve anlam kazandırıldığı da bir gerçektir.
Bu nedenle, dava konusu kuralların belirsizliğinden bu bağlamda Anayasa’nın
2. maddesine aykırılığından söz edilemez. Anayasa’nın
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasına ilişkin 26. maddesinin ilk fıkrasında bu
özgürlüğün kapsamı belirlenmiş, ikinci fıkrasında, kamu düzeni ve kamu
güvenliği bu özgürlüğün sınırlama
nedenleri arasında gösterilmiş, basın özgürlüğüne ilişkin 28.
maddesinin ikinci fıkrasında “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır” denildikten sonra üçüncü fıkrasında basın
hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmiştir. 13. madde de ise, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olamaz” denilmiştir.
Toplumda nefret duygularını oluşturan veya korku yaratacak yayınların kamu
düzeni ve kamu güvenliği ile yakından ilgili olduğu, bunların korunması amacıyla
da iptali istenilen kurallarla önlemler getirildiği anlaşılmaktadır. Dava konusu kuralla
yasaklanan yayınlara izin verilmesi halinde bunların kamu düzeni ve kamu
güvenliği bakımından yaratabileceği ağır sonuçlar gözetildiğinde, yapılan
düzenlemenin demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olduğu ileri sürülemez. Öte yandan, dava
konusu ibarelerle ilgili uyuşmazlıklarda, yargı yoluna başvurma olanağının
bulunmasının, kişilerin yanlış uygulamalardan etkilenmelerini önleyecek, yeterli
güvenceyi oluşturduğu da açıktır. Belirtilen nedenlerle, iptali istenilen
bölümler Anayasa’nın 2., 13., 26. ve 28. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir. Başvuru
dilekçesinde dava konusu ibarelerin, Anayasa’nın 5. ve 38. maddelerine
de aykırı olduğu ileri sürülmekte ise
de, bu maddelerle ilgisi
görülmemiştir. 2-
Kanun’un 2. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 4. Maddesinin İkinci
Fıkrasının (r) Bendinde Yer Alan “... ana program ile ...” İbaresinden Sonra
Gelen “İlgili” Sözcüğünün İncelenmesi Dava dilekçesinde, bölünür ekran yoluyla
ana program ile ilgili bilgi veren
konuları işleyen yayın yapılmamasını öngören kuralın haklı bir nedene
dayanmadığı, yayıncılığın temel ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtilerek,
kuralın Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. Yasa’nın dava konusu sözcüğün de yer
aldığı (r) bendinde, televizyonda bölünür ekran yoluyla ana program ile
ilgili veya ilgisiz bilgiler veren konuları işleyen yayınların yapılması ve
çerçeveler veya alt yazı tekniği kullanılarak sürekli yayın yapılmaması,
haberde konu ile ilgili olmayan görüntülerin verilmemesi, haberle benzerlik
arz eden görüntülerin arşiv niteliğinin
belirtilmesi, uyulması gereken yayın ilkeleri arasında yer almıştır. Anayasa’nın düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti başlıklı 26. maddesinin ikinci fıkrasında “Bu
hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile
hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir” denilmiştir. Televizyonda
bölünür ekran yoluyla ana programla ilgili bilgilerin verilmesinin,
yayınlanan programın yayını izleyenler tarafından daha iyi anlaşılabilmesi
amacına yönelik olduğu, bunun yasaklanmasının ise düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünü sınırlandırdığı açıktır. Böyle bir sınırlamanın Anayasa’nın 26.
maddesinin ikinci fıkrasında sayılan nedenler kapsamında düşünülmesi
olanaksız olduğundan dava konusu “ilgili” sözcüğü Anayasa’nın 26. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir. Dava
konusu sözcük 26. maddeye aykırı görülerek iptal kararı verilmiş olduğundan
konunun 28. madde yönünden de
incelenmesine gerek görülmemiştir. 3- Kanun’un 2. Maddesiyle
Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 4. Maddesinin İkinci Fıkrasının (v)
Bendinin İncelenmesi Dava
dilekçesinde, yasaklanan ve yaptırım öngörülen eylemlerin öğelerinin yasada
açık biçimde belirtilmesi ve bu eylemlerin, kuşkuya yer bırakmayacak
belirginlikte düzenlenmesinin zorunlu olduğu, yasakların açıkça tanımlanmadığı,
içeriğinin tartışmalı genel kavramlarla anlatıldığı belirtilerek, (v)
bendinin “Yayınların karamsarlık,
umutsuzluk, ... eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması”
bölümünün Anayasa’nın 38. maddesine aykırılığı ileri sürülmüş ise de, iptali
istenilen bölümlerin yer aldığı kural dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren
3.8.2002 günlü 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun’un 8. maddesinin (B) fıkrası ile değiştirildiğinden, “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, ... eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması”
bölümüne ilişkin konusu kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer
olmadığı yolunda karar verilmesi gerekir. 4- Kanun’un 3. Maddesiyle 3984
Sayılı Kanun’un Başlığı İle Birlikte Değiştirilen 6. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a)
Bendinin İncelenmesi Dava
dilekçesinde, Anayasa’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri
arasında sayılmadığı halde Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda görev alacak
olan beş üyenin siyasi parti gruplarınca belirlenecek kontenjan doğrultusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca belirlenmesini öngören kuralın
Anayasa’nın 87. maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. 3984
sayılı Kanun’un 6. maddesinin dava konusu (a) bendinde seçileceklerden beş
kişinin, siyasi parti gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda aday
gösterileceği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçileceği
öngörülmüştür. Anayasa’nın 87. maddesinde, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve
yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve
bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi vermek;
bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve
kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak,Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve
özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen
yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir” denilerek, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri açıkça belirtilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa’da
belirtilen görev ve yetkileri arasında Radyo Televizyon Üst Kuruluna üye
seçme görev ve yetkisi bulunmadığı gibi adı geçen kurulla Türkiye Büyük
Millet Meclisi arasında bu seçime olanak verecek Anayasa’dan kaynaklanan
doğal sayılabilecek bir ilişki de söz
konusu değildir. Bu nedenle, dava konusu kural Anayasa’nın
87. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. 5-
Kanun’un 3. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’un Başlığı ile Birlikte
Değiştirilen 6. Maddesinin Birinci
Fıkrasının (b) ve (c) Bentlerinin
İncelenmesi Dava dilekçesinde, Radyo Televizyon Üst
Kurulunun dört üyesinin Bakanlar Kurulu tarafından seçilerek belirlenmesinin
bu Kurulun özerk ve tarafsız kamu
tüzelkişiliği niteliğini zedelediği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ının dördüncü fıkrası ile 2. ve 133. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür. Yasa’nın 6. maddesinin (b) bendinde,
Yüksek Öğretim Kurumu Genel Kurulu’nun, Kurul üyesi olmayan
elektrik-elektronik, iletişim, kültür-sanat ve basın-yayın dallarından göstereceği dört
aday arasından iki üyenin, (c)
bendinde de en çok sarı basın kartı sahibi üyesi bulunan gazeteciler cemiyeti
ile Basın Konseyinin ortaklaşa göstereceği iki aday arasından bir üyenin
Bakanlar Kurulunca seçileceği belirtilmiştir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun özerk
ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliği
olmasına karşın, tümüyle idareden ayrı düşülmesi de olanaklı değildir. Anayasa’nın 123. maddesine göre idare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir; idarenin kuruluş
ve görevleri merkezden yönetim ve
yerinden yönetim esaslarına dayanır.
Anayasa’nın 126. maddesinde “Merkezi idare”ye 127. maddesinde de
“Mahalli İdareler”e
ilişkin esaslar belirlenmiştir. Bu bağlamda, Merkezi idareye ait olan
yetkiler yürütülecek hizmetin özelliklerine göre yer yönünden yerinden
yönetilen tüzel kişiler olan il özel idaresi, belediye veya köye
bırakılabileceği gibi hizmet yönünden yerinden yönetilen kamu tüzelkişilerine
de bırakılabilir. Ancak, merkezi idare bu kuruşlar üzerinde, esas ve
usullerini kanunun belirlediği vesayet yetkisine sahiptir. Merkezi idarenin
kimi durumlarda atamayı da içeren bu yetkisini yerinden yönetim
ilkeleriyle uyumlu olarak kullanılması
gerektiğinde ise kuşku yoktur. Açıklanan nedenlerle dokuz üyeden
oluşan Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’na bu Kurul’un özerk yapısını bozmayacak sayıda ve nitelikleri de
Yasa’da belirtilen adaylar arasından Bakanlar Kurulu’nca üye seçilmesinde
Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi
gerekir. Kuralın Anayasa’nın, Başlangıç’ı ile
kuvvetler ayrımına ilişkin dördüncü paragrafı ve Devletçe kamu tüzelkişiliği
olarak kurulan radyo ve televizyon kurumu ve kamu tüzelkişilerinden yardım
gören haber ajanslarına ilişkin ilkeleri belirleyen 133. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir. 6-
Kanun’un 3. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 6. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (d) Bendinin İncelenmesi İptali istenilen bu kural, dava açıldıktan sonra yürürlüğe
giren 14.7.2004 günlü, 5218 sayılı
Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun’un 2. maddesinin (D) fıkrasıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu bende ilişkin konusu
kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolunda karar
verilmesi gerekir. 7-
Kanun’un 5. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’un Başlığı ile Birlikte
Değiştirilen 9. Maddesinin Son
Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun denetiminin bağımsızlığı bulunmayan örgütsel yapısı, amaç ve
yöntemleri itibariyle doğrudan Başbakana bağlı Yüksek Denetleme Kuruluna
verilmesinin Üst Kurulun özerk ve tarafsız bir kamu tüzelkişisi olma niteliği
ile çeliştiği ve Üst Kurulu siyasi iktidarın denetimine soktuğu belirtilerek
dava konusu kuralın Anayasa’nın 133. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür. İptali istenilen fıkrada, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunun Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine
tabi olduğu belirtilmiştir. 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı hususunda
ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmaya mecbur değildir.
İstemle bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık
kararı verebileceğinden, dava konusu kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 160.
ve 165. maddeleri yönünden incelenmiştir. Anayasa’nın 160. maddesinde, genel ve
katma bütçeli dairelerin tüm gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına
denetleme görevi Sayıştay’a verilmiş, 165. maddesinde ise sermayesinin
yarısından fazlası doğrudan doğruya
veya dolaylı olarak Devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının TBMM’ce
denetlenmesi esaslarının yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür. 3984 sayılı Kanun’un 12. maddesinin ilk
fıkrasında Üst Kurul’un gelirleri sayılmış, dördüncü fıkrasında da,
bütçesinin ve kadro cetvellerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
bütçesi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda
inceleneceği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülerek
karara bağlanacağı belirtilmiş olduğundan, Kurul’un bütçesinin oluşumu ve
bunun denetim biçimi gözetildiğinde sermayesinin yarısından fazlası doğrudan
doğruya ve dolaylı olarak Devlet’e ait
olan bir kuruluş olarak nitelendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu
durumda, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’nun, denetiminin de Anayasa’nın
160. maddesi uyarınca Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına görev yapan Sayıştay tarafından yerine getirilmesi
gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, Üst Kurulun
denetiminin Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından yapılmasını
öngören dava konusu kural Anayasa’nın 160. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir. Ertuğrul ERSOY, Fazıl SAĞLAM ve Serdar
ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamışlardır. Anayasa’nın 160. maddesine aykırı
görülerek iptal edilen kuralın ayrıca 133. maddesi yönünden de incelenmesine
gerek görülmemiştir. 8-
Kanun’un 7. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 12. Maddesinin (d)
Bendinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, Üst Kurulun, 3984
sayılı Kanun’un 33. maddesine dayanarak özel radyo ve televizyon kuruluşları
hakkında öngördüğü idari para cezalarının, bu Kurulun gelir kaynakları
arasında yer almasının keyfi olarak ceza vermeye olanak sağladığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. 3984 sayılı Kanun’un Üst Kurulun
gelirlerini belirleyen 12. maddesinin dava konusu (d) bendinde, radyo ve
televizyon kuruluşlarına müeyyideler öngören 33. maddesi uyarınca verilecek
idari para cezaları üst kurulun gelirleri arasında sayılmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk
güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
bulunduğu bilincinde olan devlettir. İptali istenen kuralla, Üst Kurul
tarafından Yasa’nın 33. maddesine
dayanılarak özel radyo ve televizyon kuruluşları hakkında uygulanan idari
para cezaları bu kurulun gelirleri
arasında sayılmış, 39. maddede de, Üst Kurul aleyhine açılacak idari
davalarda Ankara Mahkemelerinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Üst Kurul’un uygulayacağı para
cezalarının, gelirleri arasında yer almasının keyfiliğe yol açacağı
iddiasının geçerli bir nedeni bulunmadığı gibi, yargı denetiminin bu tür
keyfi uygulamalara olanak vermeyeceği de gözönünde
bulundurulduğunda, kuralın Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk
devleti” ilkesine aykırılık oluşturduğundan söz edilemez. Açıklanan nedenlerle iptal isteminin
reddi gerekir. Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay TUĞCU ile Fazıl
SAĞLAM bu görüşe katılmamışlardır. 9-
4756 Sayılı Kanun’un, 8. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 13.
Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “...33 üncü maddede belirtilen idari
para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir” Bölümünün İncelenmesi Dava dilekçesinde, “33 üncü maddede
belirtilen idari para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın
kuruluşları tarafından ödenir” bölümünün, özellikle “müteakip” sözcüğünün
belirsiz olduğu ve keyfiliğe yol açacağı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2.
maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. Maddenin birinci fıkrasının iptali
istenilen bölümünde, Üst Kurul tarafından uygulanacak idari para cezalarının,
cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından ödeneceği;
ikinci fıkrasında da ödemede gecikilmesi halinde, ilgili yayın kuruluşu
uyarılarak yedi gün içinde ödeme yapılmasının isteneceği, yapılacak ihtara
rağmen ödeme yapılmaması halinde, Üst Kurulca ödeme yapılıncaya kadar yayının
durdurulmasına karar verileceği, ödenmeyen kurum gelirlerinin icra yoluyla
tahsil olunacağı, gecikilen ödemeler için 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre, Üst Kurul tarafından verilen
idari para cezasının ilgili yayın kuruluşuna bildirilmesinden sonra ödenmesi
gerekeceği, ödemenin gecikmesi halinde, ilgili yayın kuruluşunun uyarılarak
yedi gün içinde ödemede bulunmasının isteneceği ve ödenmemesi halinde de
ödeme yapılıncaya kadar yayının durdurulmasına karar verilerek ödenmeyen
kurum gelirleri için icra yoluna
başvurulacağı açıktır. Geciken ödemeler için de Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca cezanın tahsili yoluna gidilecektir. Bu durumda, kuralın belirsizliğe ve
keyfiliğe yol açacağından söz edilemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir. 10-
Kanun’un 10. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 24. Maddesinin
Birinci, İkinci, Üçüncü Fıkralarının İncelenmesi Dava dilekçesinde, Türkiye’de ulusal,
bölgesel ve yerel çapta TV kanal ve radyo frekans planları ile radyo ve
televizyon yayınlarına esas olan frekans bantları ile ilgili çalışmalar yapma
yetkisinin Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan alınarak Telekomünikasyon
Kurumuna verilmesi ve hazırlanan planların siyasi iktidarın etkisindeki
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunulması ile, özerk nitelikteki kurumun
siyasi iktidarın kontrolüne bırakıldığı belirtilerek, bu düzenlemenin
Anayasa’nın 2. ve 133. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. 3984 sayılı Kanun’un değişik 24.
maddesinin birinci fıkrasında, Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel çapta TV
kanal ve radyo frekans plânları ile radyo ve televizyon yayımlarına esas olan
frekans bantlarına ilişkin çalışmalar yapma yetkisinin 2813 sayılı Telsiz
Kanunu uyarınca Telekomünikasyon Kurumuna ait olduğu; ikinci fıkrasında,
Telekomünikasyon Kurumunun, 2813 sayılı Telsiz Kanunu’na uygun olarak Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu, Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili kurum ve
kuruluşlar ile işbirliği yaparak hazırlayacağı ulusal, bölgesel ve yerel
çaptaki plânları Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunacağı; üçüncü
fıkrasında da, Haberleşme Yüksek Kurulunun, hazırlanan plânı aynen
onaylayabileceği gibi lüzum gördüğü değişikliklerin yapılmasını talep
edebileceği, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna ait radyo ve televizyonlar ile
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde yayın yapan Meteoroloji
Radyosu, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde yayın yapan Polis Radyosuna
ulusal, bölgesel ve yerel, radyo-televizyon bölümleri bulunan iletişim
fakültelerine yerel bazda frekanslar ve kanalların ücretsiz olarak tahsis edileceği,
kalan televizyon kanal ve radyo frekanslarının belli bir plân dahilinde özel
kuruluşlara kullandırılmak üzere Üst Kurulca ihaleye çıkarılacağı, televizyon
kanal ve radyo frekanslarının ne kadarının hangi takvime göre ihaleye
çıkarılacağına ilişkin plânın, Haberleşme Yüksek Kurulu tarafından saptanarak
bu çerçevede ihaleye çıkarılmak üzere Üst Kurula bildirileceği
belirtilmiştir. Yasa’nın gerekçesinde de “Kamu malı olan
frekans ve kanal planlaması Telekomünikasyon Kurumunun asli görevlerinden
olduğu için bu yönde düzenleme yapılmış, bu planın hazırlığında Üst Kurul ile
işbirliği ve koordinasyon yapılması öngörülmüştür... Maddede, Üst Kurul
tarafından frekans planına uygun olarak televizyon kanalı ve radyo frekansı
tahsis edilen, kablosuz radyo ve televizyon yayın izni ve lisansı verilen
kuruluşlara televizyon kanal ve radyo frekans tahsislerini uygulama, ulusal
ve uluslararası alanda tescil ettirme görevi Telekomünikasyon Kurumuna
verilmiş” denilmektedir. 27.1.2000 günlü, 4502 sayılı Kanun ile
kimi maddeleri değiştirilen 2813 sayılı Telsiz Kanunu’nda haberleşme
maksadıyla kullanılan ve elektromanyetik dalgalar yoluyla açık veya kodlu
veya kriptolu ses, data ve resim vermeye veya almaya yarayan her türlü telsiz
sisteminin kurulmasına müsaade edilmesi ve kontrolü ile telsiz haberleşmesi
alanındaki politika, hedef ve ilkelerinin tespitine ilişkin usul ve esaslar
ile 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nda, posta ve telgraf tesis ve
işletmesine ilişkin hizmetlerin Türkiye Cumhuriyeti Posta İşletmesi Genel
Müdürlüğünce, telekomünikasyon hizmetlerinin ise Türk Telekomünikasyon Anonim
Şirketi tarafından yürütüleceği hüküm altına alınmıştır. 406 sayılı Yasa’da, telekomünikasyon,
her türlü işaret, sembol, ses ve görüntünün ve elektrik sinyallerine
dönüştürülebilen her türlü vericinin kablo, telsiz, optik, elektrik,
manyetik, elektro manyetik, elektro kimyasal, elektro mekanik ve diğer iletim
sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınmasını;
telekomünikasyon alt yapısının ise telekomünikasyonun üzerinden veya
aracılığı ile gerçekleştirilmesini sağlayan anahtarlama ekipmanları, donanım
ve yazılımlar, terminaller ve hatlar da dahil olmak üzere her türlü şebeke
birimlerini ifade ettiği; 2813 sayılı Telsiz Kanunu’nun 4502 sayılı Yasa ile
değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, Yasa’nın 4. maddesinde belirtilen
genel esaslar çerçevesinde Devlet yetki ve sorumluluğunu uygulamak ve Kanunla
verilen diğer görevleri yapmak üzere Haberleşme Yüksek Kurulunun kurulduğu;
ikinci fıkrasında, bu kanun ile 4.2.1994 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve
Telefon Kanunu’nda belirtilen genel esaslar çerçevesinde, kanunlarla
öngörülen yetki ve sorumlulukları uygulamak ve verilen diğer görevleri
yapmak üzere kamu tüzel-kişiliği, idari ve mali
özerkliğe sahip olduğu, 6. maddesinde de, Haberleşme Yüksek Kurulunun,
Başbakanın veya görevlendireceği bir Devlet Bakanının başkanlığında İçişleri
ve Ulaştırma Bakanları ile Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve
Genelkurmay Muhabere Elektronik Başkanından oluşan bir üst kurul olduğu belirtilmiştir. Bu düzenlemelerin birlikte
değerlendirilmesinden, Telekomünikasyon Kurumu ile Haberleşme Yüksek
Kurulu’nun yapıları ve işlevleri dikkate alınarak, düzenleme ve işletmecilik
faaliyeti esaslarına göre yapılan bir ayırım sonucunda görev alanlarının
saptandığı, bu nedenle dava konusu kuralların, hizmet gereklerine daha uygun olacağı
düşüncesiyle getirildiği anlaşılmaktadır. Yeni üst kurullar oluşturulmasının
bunlar arasında iş bölümü yapılmasının, gerektiğinde varlıklarına son
verilmesinin veya birleştirilmesinin, anayasal sınırlar içinde kalmak
koşuluyla yasakoyucunun takdirinde olduğu
kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, dava konusu
kuralların Anayasa’da öngörülen “hukuk devleti” ilkesine aykırılığından söz
edilemez. İptal isteminin reddi gerekir. Dava konusu kuralların Anayasa’nın 133.
maddesiyle ilgisi görülmemiştir. 11-
Kanun’un 12. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 28. Maddesinin
Altıncı Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde kuralda öngörülen para
cezası miktarının yüksek olduğu, üç aya kadar
gelir getirici yayın yapma yasağının uygulanması durumunda birçok
radyo ve televizyon kuruluşunun yayınlarına son vermek zorunda kalacakları, Üst Kurulun
takdirine bırakılan ceza alanının genişliğinin uygulamada, yorum ve
değerlendirme farklılıklarına dayalı olarak keyfiliğe neden olabileceği
belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 5. ve 13. maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür. Maddenin altıncı fıkrasında, gerçek ve
tüzelkişilerin kişilik haklarına saldırı teşkil eden yayınlar ile gerçeğe aykırı
olduğu iddia edilen yayınlara karşı cevap ve düzeltme hakkı tanınmasına
ilişkin mahkeme kararına rağmen yayını yapmayan veya karara uygun şekilde
yapmayan veya geciktiren kuruluşun yayınlardan sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun
sahibi olan anonim şirketin yönetim
kurulu başkanına otuz milyar liradan doksan milyar liraya kadar ağır para
cezası verileceği, ayrıca kuruluşa Üst Kurul’ca eylemin ağırlığına göre
üç aya kadar gelir getirici yayın
yapma yasağı verilebileceği, ikinci kez tekrarı halinde yayın izninin iptal
edileceği ve en yüksek para cezasına hükmolunacağı,
bu cezaların ertelenemeyeceği, hangi yayınların gelir getirici yayınlar
olduğunun Üst Kurul tarafından belirleneceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk
güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa
koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun
olmasını sağlamakla yükümlüdür. Yasakoyucu, kamu düzeninin korunması amacıyla ceza hukuku
alanında düzenleme yaparken Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine
bağlı kalmak koşuluyla toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı ve suç
sayılan bu eylemlerin hangi tür ve ölçüde cezai yaptırıma bağlanacağı
konusunda takdir yetkisine sahiptir. Bu durumda, kişilik haklarına saldırı
teşkil ettiği veya gerçeğe aykırı olduğu yargı kararı ile de tespit edilmesine karşın bu karara uymayarak, yapılması gereken yayının ilgili radyo ve
televizyon kuruluşunca yapılmaması ve ısrarla bu tutumun sürdürülmesi karşısında,
cezaların caydırıcılık özelliği bulunması gerektiği de gözetilerek, sorumlular
hakkında Üst Kurul’ca, eylemin ağırlığına göre öngörülen üç aya kadar gelir getirici yayın
yapma yasağı uygulanmasının ölçüsüz olduğundan ve Anayasa’ya aykırılığından
söz edilemez. Öte yandan, fıkrada Üst Kurul’ca
uygulanması öngörülen yaptırıma karşı yargı yolu açık olduğundan herhangi bir
keyfiliğe neden olunacağından da söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın
2. maddesinde öngörülen “hukuk devleti” ilkesine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir. Haşim KILIÇ, Mehmet ERTEN ile A.Necmi
ÖZLER bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın 5. ve 13.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. 12-
4756 Sayılı Kanun’un 12. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 28.
Maddesinin Sekizinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, 28. maddenin
sekizinci fıkrasında kişilik haklarına saldırıda bulunulan gerçek ve
tüzelkişilere tazminat davası açma hakkı tanındığı, ancak hüküm altına
alınacak tazminatın alt sınırının yasa ile belirlenmesinin yargıcın takdir
hakkını sınırlandırdığı, bu durumun sorumluluk konusunu düzenleyen hukukun temel kuralları
ile bağdaşmadığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. İptali istenilen dördüncü tümcenin yer
aldığı maddenin sekizinci fıkrasında, gerçek ve tüzelkişilerin ayrıca genel
hükümlere göre ilgili yayın kuruluşuna karşı tazminat davası açma haklarının saklı olduğu, yayın
kuruluşu ile birlikte şirketin yönetim kurulu başkanının da müştereken ve müteselsilen sorumlu bulunduğu, zarar doğurucu fiilin
işlenmesinden sonra yayın kuruluşunun devredilmesi, başka bir kuruluşla
birleşmesi veya sahibi olan şirketin herhangi bir surette değişmesi halinde yayın kuruluşunu
devralan, birleşen ve her ne suretle olursa olsun yayın kuruluşunun sahibi
veya hissedarı olan şirket ve şirketin yönetim kurulu başkanının da bu fiil
nedeniyle hükmedilen tazminattan yayın kuruluşu ile birlikte müştereken ve müteselsilen
sorumlu oldukları, tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat
miktarının, on milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre
belirleneceği, on milyar liralık alt sınırın her yıl Maliye Bakanlığınca ilan
edilen yeniden değerleme oranında artırıma tabi tutulacağı, bu maddeye göre
açılacak manevi tazminat davalarında hâkimin tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin edeceği ve davayı
en geç altı ay içinde karara bağlayacağı, bu maddeye göre açılan davalarda
tazminata hükmedilmesi halinde, bankalarca uygulanan en yüksek işletme
kredisi faizi üzerinden temerrüt faizine de hükmedileceği belirtilmiştir. 2949 sayılı Yasa’nın 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi yasaların Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer
tarafından ileri sürülen gerekçelere bağlı kalmak zorunda değildir. Taleple
bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de karar verebilir. Bu nedenle,
kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 138. maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygılı, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk
güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
bulunduğu bilincinde olan devlettir. Anayasa’nın 138. maddesinin birinci
fıkrasında, “Hâkimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine
göre hüküm verirler” denilerek,
hâkimlerin görevlerini her türlü baskı ve etkiden uzak, Anayasa’ya,
kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre yerine
getirebilmeleri sağlanarak yargı yetkisini kullanmaları güvenceye kavuşturulmuştur. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun kişilik
haklarına saldırıya ilişkin tazminat davalarını düzenleyen 49. maddesinde, “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde
tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat
namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hâkim,
manevi tazminatın miktarını tâyin ederken, tarafların sıfatını, işgal
ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hâkim,
bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilâve
edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu
kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir” denilmektedir. İptali istenilen kuraldaki gerçek ve
tüzelkişilerin genel hükümlere göre ilgili yayın kuruluşuna karşı tazminat
davası açma hakkına ilişkin düzenleme, özel hukuk alanında açılan tazminat
davalarına benzer nitelik taşımaktadır. Bu davalarda, hükmolunacak
tazminat miktarının alt sınırının belirlenmesi, hâkimin davanın niteliğini
gözeterek tazminat miktarını serbestçe tayin etme olanağını ortadan
kaldıracağı gibi, kimi durumlarda, zarar gören kişinin istemini aşan
sonuçların doğmasına da yol açabilecektir. Böyle bir düzenlemenin “hukuk
devleti” ile Anayasa’nın 138. maddesinde öngörülen ilkelerle uyumlu olduğu
söylenemez. Öte yandan, Yasa’nın Ek 10. maddesiyle,
bu yasa kapsamında verilecek tazminatların, bölgesel yayın yapan kuruluşlarda
yarısına kadar, yerel yayın yapan kuruluşlarda 1/3 üne kadar indirilmesi
olanağının getirilmiş olması da, hâkimin olayın özelliğine göre tazminat
miktarını belirlemesi de yasa ile getirilen
alt sınırı ortadan kaldırmadığından kuralın, Anayasa ile yarattığı
çelişkiyi gidermemektedir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
2. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Mehmet
ERTEN ve Fazıl SAĞLAM bu görüşe katılmamışlardır. 13-
Kanun’un 12. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 28. Maddesinin
Sekizinci Fıkrasının Altıncı Tümcesinde Yer Alan “...tensip kararı ile
birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve...” İbaresinin İncelenmesi Dava dilekçelerinde, teknik bir konuda
da olsa, bilirkişilerin görüşünün yargıcı bağlamayacağı, yargıçlık mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuksal bilgi ile çözümlenmesi olanaklı olan konularda
bilirkişi incelemesi yaptırılamayacağı,
bilirkişi atanmasının zorunlu hale getirilmesinin, hem hukuk devletine
hem de “davaların en az giderle sonuçlandırılacağı” ilkesine uygun
düşmeyeceği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 141. maddesinin son
fıkrasına aykırılığı ileri sürülmüştür. Maddenin sekizinci fıkrasında, bu
maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında, hâkimin tensip kararı ile
birlikte bilirkişiyi de tayin edeceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti”, insan haklarına saygılı, bu hakları koruyan, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında Anayasa’ya ve hukuk kurallarına uyan, işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Anayasa’nın 141. maddesinin son
fıkrasında “Davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmiştir. Yayınlarda eleştiri sınırlarının
aşılarak gerçek ve tüzelkişilerin kişilik haklarına saldırıda bulunulup
bulunulmadığının veya gerçek dışı
haber ya da görüntülerin yer alıp almadığının
belirlenmesindeki güçlük gözetilerek, hakime yardımcı olmak ve davaları
hızlandırmak amacıyla dava konusu
kuralla tensip kararı ile birlikte hakimin bilirkişi tayin etmesinin öngörüldüğü
anlaşılmaktadır. Ancak, bu
düzenlemenin, hâkimin hüküm kurarken bilirkişi raporuna uyma zorunluluğu
biçiminde yorumlanıp uygulanmasına olanak yoktur. Her olayda olduğu gibi
burada da hâkimin bilirkişi raporunu inceleyip, gerekçelerini belirterek bu
rapor doğrultusunda veya karşısında görüşlerle karar verme yetkisinin
bulunduğunda duraksanamaz. Dava konusu kuralda, Anayasa’nın 141.
maddesinde öngörülen “davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması”
ilkesiyle uyumlu olarak davaların en geç altı ay içinde karara bağlanacağının
belirtildiği gözetildiğinde, bu süre içinde karar verilmesini kolaylaştıracak
nitelikteki düzenlemenin, hâkimin
takdir hakkını da engellememesi nedeniyle, Anayasa’nın 2. ve 141.
maddelerine aykırı olmadığı sonucuna
varılmıştır. İptal isteminin reddi gerekir. Tülay TUĞCU, Cafer ŞAT ve Serdar
ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamışlardır. 14-
Kanun’un 13. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 29. Maddesinin (d)
ve (e) Bentlerinin İncelenmesi Dava dilekçelerinde, düzenleme ile
getirilen %20’lik izlenme oranının görsel ve işitsel medya alanında
tekelleşme ve kartelleşmeyi olanaklı hale getireceği, tekelleşen medyanın bu
gücünü kullanarak ihalelerde haksız rekabete yol açabileceği ve haber alma
özgürlüğünü kısıtlayabileceği belirtilerek (d) ve (e) bentlerinin Anayasa’nın
2., 26., 28. ve 167. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. 29. maddenin (d) bendinde, üst kurul
tarafından düzenlenecek yönetmeliğe
uygun olarak her yıl yapılacak yıllık ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre
yıllık ortalama izlenme veya dinlenme oranı %20’yi geçen bir televizyon veya
radyo kuruluşunda bir gerçek veya tüzelkişinin veya bir sermaye grubunun
sermaye payının %50’yi geçemeyeceği, gerçek kişinin
hisselerinin hesaplanmasında üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye
kadar kan ve sıhrî hısımlara ait hisselerin de aynı
kişiye aitmiş gibi hesaplanacağı; (e) bendinde de bir gerçek veya tüzelkişi
veya bir sermaye grubunun %50’den fazla hissesine sahip olduğu bir televizyon
veya radyonun yıllık ortalama izlenme veya dinlenme payının %20’yi geçmesi halinde Üst Kurul tarafından yapılan bildirimden
itibaren doksan gün içinde, ortağı bulunduğu televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünün halka arz ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını %50’nin altına indireceği, yıllık izlenme veya
dinlenme oranının aşımının birden fazla televizyon ve radyodaki hisselerin
toplamı nedeniyle meydana gelmesi halinde ve bu oranı %50’nin altına
indirecek biçimde yeterli sayıda şirkete satacağı, bu yükümlülüğün ihlâli
durumunda kuruluşun yayın izninin iptal edileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemeyle, sahip oldukları
televizyon kanalları ile radyoların yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı
%20’yi geçmemek koşuluyla bir gerçek ya da tüzelkişi ya da sermaye
grubuna, bir veya birden fazla televizyon ya da
radyo kuruluşunun tümüne ya da bir kısmına sahip
olabilme olanağı sağlanmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” insan haklarına saygılı, bu hakları koruyan, toplum yaşamında
adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle
kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında Anayasa’ya ve hukuk kurallarına
uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasına sınırlama getiren Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında
“Bu hürriyetlerin kullanılması, millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir” denilmiş; 28. maddesinin ikinci fıkrasında, Devlet’e
basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alma görevi verilmiş;
üçüncü fıkrasında, basın hürriyetlerinin sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve
27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Basın ve haber alma
özgürlüğünün gerek kamu erkini kullanan kurum ve kuruluşlara gerekse özel
hukuk gerçek ve tüzel kişilerine karşı korunması amacıyla, görsel ve işitsel
medya tekelinin oluşmasını engellemek için etkili sınırlamalar koymanın,
medyanın çoksesliliğini sağlamaya yönelik koruyucu önlemler almanın Devlet’in
görev ve sorumluluğunda olduğu açıktır. Bu doğrultuda bağımsız ve yansız
yayıncılığın sürdürülebilmesine olanak sağlanması bakımından Anayasa’nın 26.
maddesinde belirtilen nedenlerle sınırlı olarak medya sahipliğine ilişkin kimi
kısıtlamaların getirilebileceği de kuşkusuzdur. Öte yandan, Anayasa’nın
167. maddesinde de Devletin para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli
işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı, piyasalarda fiili
veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleyeceği
belirtilmiştir. Buna göre, Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama nedenlerinden kamu
düzeni ve 167. maddesinde devlete verilen görevler gözetilerek, televizyon ya da radyo kuruluşunun yıllık ortalama izlenme oranına
bağlı olarak bir televizyon veya radyo kuruluşunda, bir gerçek veya
tüzelkişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payına sınırlama getirilebilir. Yapılan
araştırmalarda, Türkiye’de en yüksek izlenme oranının %14 ilâ %16 olarak
saptanması ve dava konusu kuralla
öngörülen %20 oranına uygulamada ulaşılmasının çok güç olması nedeniyle,aynı
kişilerin veya sermaye gruplarının ülkedeki televizyon ve radyo
kuruluşlarının çoğuna sahip olmalarının kaçınılmaz hale geleceği bu durumda %
20 oranın, Anayasa’nın 167. maddesinde devlete verilen tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleme görevinin yerine
getirilmesini sağlayamayacağı açıktır. Bu nedenlerle, iptali istenilen kurallar
Anayasa’nın 2. ve 167. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU ve Mehmet ERTEN bu
görüşe katılmamışlardır. 15-
Kanun’un 14. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 31. Maddesinin
İkinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, televizyon ve radyo
yayın ve hizmetlerinin usul ve esaslarıyla ilgili doğrudan iletişim
özgürlüğünü ilgilendiren bir konuda strateji çerçevesinin özenli ve tarafsız
bir kamu tüzelkişisi durumunda olması gereken Üst Kurul dışında, siyasi iktidarın
etkisine doğrudan açık kurumlar tarafından belirlenmesinin ve onay
aranmasının, üst kurulu siyasi iktidarın bütünüyle etkisi altına sokmaya
yönelik bir düzenleme olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 26.,
28. ve 133. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. Kuralda, her türlü teknoloji ve iletişim
ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esaslarının Haberleşme
Yüksek Kurulunun belirleyeceği strateji çerçevesinde Üst Kurulca tespit
edilip, Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunulacağı, bu yayın ve
hizmetlerin mevzuata uygunluğunun Üst Kurulca
denetleneceği belirtilmiştir. Yasa’da, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
özerk ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliği olarak nitelendirilmekle birlikte,
bu Kurulu, işlevi ve konumu itibariyle tümüyle idareden ayrı ve idari vesayet
dışında düşünmek olanaklı değildir. Her türlü teknoloji ve iletişim
ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esaslarının, Haberleşme
Yüksek Kurulu’nun belirleyeceği strateji çerçevesinde Üst Kurulca tespit
edilerek Haberleşme Yüksek Kurulu’nun onayına sunulması söz konusu ise de
Yüksek Kurul’a verilen yetkinin “onay”la
sınırlı olması ve bu yayın ve
hizmetlerin mevzuata uygunluğunun ise yine özerk ve tarafsız bir kamu tüzel
kişiliği olan Üst Kurul’ca denetlenmesinin öngörülmesi karşısında yapılan
düzenlemenin, Üst Kurul’u bütünüyle
siyasî iktidarın etkisine açık hale getireceği savının dayanağı
bulunmadığı gibi, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın ve haber
alma özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla da bir ilgisi bulunmadığı sonucuna
varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın
2., 26. ve 28. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Konunun Anayasa’nın 13. ve 133.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. 16-
Kanun’un 16. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
Birinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, maddenin birinci fıkrasında yer alan
uyarının içeriği konusunda bir açıklığa ve özür dileme konusunun
ayrıntılarına yer verilmediği, bu belirsizlik nedeniyle uygulanan yaptırımın
onur kırıcı ve teşhir edici bir özellik taşıdığı, özür istemine uyulmaması
durumunda programın yayınının bir ile oniki kez
arasında durdurulabileceği, bu süre içerisinde programın yapımcı ve
sunucusunun hiç bir ad altında başka program yapamayacak olmasının
başkalarınca hazırlanmış bir programı sunmaktan ibaret olan sunucu bakımından
haksız uygulamalara yol açacak nitelikte olduğu, idari nitelikteki Üst Kurula
basın ve haber alma özgürlüğünü sınırlayıcı yetkiler verildiği, yargı alanına
giren konularda kurulun yetkili kılındığı, yaptırımlarla eylem arasında
bulunması gereken adil dengenin bozulduğu, yaptırımın baskı öğesi durumuna
getirildiği belirtilerek fıkranın Anayasa’nın 2., 5., 13., 26., 28., 29. ve
30. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. a)
Fıkranın “Bu süre içinde programın
yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz”
Şeklindeki Üçüncü Tümcesinin İncelenmesi İptali istenilen kuralla,
yükümlülüklerini yerine getirmeyen ve
mevzuata aykırı yayın yapan özel radyo
ve televizyon kuruluşlarınca, uyarı veya özür dileme istemine uyulmaması veya
aykırılığın tekrarı halinde, yayının durdurulmasına karar verildiğinde bu süre içinde program
yapımcısı ve varsa sunucusunun, hiç bir ad altında başka bir program yapamayacakları
yaptırımı getirilmiştir. 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre, Anayasa
Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı hususunda ilgililer tarafından
ileri sürülen gerekçelere dayanmak
zorunda değildir. İstemle bağlı olmak
koşuluyla başka gerekçelerle de Anayasa’ya aykırılık kararı verebileceğinden,
itiraz konusu kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesi yönünden
incelenmiştir. Anayasa’nın “suç ve cezalara ilişkin esaslar”ı düzenleyen 38. maddesinin yedinci fıkrasında
“Ceza sorumluluğu şahsidir” denilmiştir. Bu ilkeye göre, asli ve fer’i
faillerden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları mümkün
değildir. Oysa, iptali istenilen kuralla, programın yayınından sorumlu
olanların onayı ile yayın ilkelerine aykırı olarak hazırlanan ve sunulan bir
program nedeniyle uyarılan veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür
dilemesi istenilen bir radyo ve televizyon kuruluşunun istenilen hususları
yerine getirmemesi nedeniyle programın yapımcısı ve varsa sunucusunun hiç bir
ad altında başka bir program yapamayacağı öngörülmüştür. Bunun ise cezaların
kişiselliği ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır. Açıklanan nedenlerle, başkasının
sorumluluğu altında gerçekleştirilen eylem nedeniyle kişilere yaptırım
öngören dava konusu kural, Anayasa’nın 38. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir. Anayasa’nın 38. maddesine aykırı
görülerek iptal edilen kuralın Anayasa’nın 2., 5., 13., 26., 28. ve 30.
maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. b)
Fıkranın Kalan Bölümünün İncelenmesi İptali istenilen kuralda, Radyo
Televizyon Üst Kurulunun, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin
şartlarını ihlâl eden, yayın ilkelerine ve 3984 sayılı Kanun’da belirtilen
diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını
uyaracağı veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilemesini isteyeceği,
bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde, ihlale konu olan
programın yayınının bir ilâ oniki kez arasında
durdurulacağı, yayını durdurulan
programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu
kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca
hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları,
gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi,
uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı
ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanacağı belirtilmiştir. Anayasa’nın 7. maddesinde yasama
yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu
belirtilmiştir. Yasa koyucu, ceza hukuku alanında toplumsal gereksinmelerin
zorunlu kıldığı yasal düzenlemeleri yaparken, Anayasa’nın ve ceza hukukunun
temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımların türü ile nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici neden olarak kabul edileceği ya da
hangi eylemlerin idari yaptırıma bağlanacağı konularında takdir yetkisine
sahiptir. Öğretide de kabul edildiği gibi,
idarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği bir
yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya
uyguladığı yaptırımlara “idari yaptırım” denilmektedir. Üst Kurulun,
öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın
ilkelerine ve kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo
ve televizyon kuruluşlarını uyarması veya aynı yayın kuşağında açık şekilde
özür dilemesinin istenmesi, bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde
ihlâle konu olan programın yayınının bir ilâ oniki
kez arasında durdurulması, bunların yerine belirtilen konularda programların
yayınlattırılmasının da idari yaptırım olduğu ve idare tarafından
uygulanabileceği kuşkusuzdur. Öte yandan, yükümlülüklerini yerine
getirmeyen, yayın ilkelerine ve
mevzuata aykırı yayın yapan özel radyo
ve televizyon kuruluşlarının uyarılması veya aynı yayın kuşağından özür dilemesinin istenmesine karşın buna uyulmaması veya aykırılığın
tekrarı halinde ihlâle konu programın yayının bir ila oniki kez arasında durdurulmasına ilişkin yaptırımın, söz
konusu kuruluşların aykırı davranışlarında direnmeleri sonucu uygulanacağı
gözetildiğinde, devletin cezalandırma yetkisi bakımından suç ve ceza arasında
adil bir dengenin bulunması gereğini esas alan hukuk devleti ilkesine de
aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenlerle fıkranın kalan kısmına
ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 5., 13., 26., 28.,
29. ve 30. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. 17-
Kanun’un 16. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
İkinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, ikinci fıkrayla getirilen idari para cezası
tutarlarının çok yüksek olmasının demokratik toplum düzeninin gerekleri ve
ölçülülük ilkesi ile bağdaşmadığı, bu durumun haber alma özgürlüğü ve basın
özgürlüğü yönünden ağır sonuçlara yol açacağı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. Maddenin ikinci fıkrasında, birinci
fıkrada belirtilen aykırılığın tekrarı halinde; Ulusal düzeyde yayın yapan
kuruluşlara, ihlâlin ağırlığına göre, yüzyirmibeş
milyar liradan az olmamak kaydıyla ikiyüzelli
milyar liraya kadar; yerel bölgesel ve kablo ortamından yayın yapan
kuruluşlara, kapsadığı yayın alanı itibariyle bir milyondan fazla nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre altmış milyar
liradan az olmamak kaydıyla yüz milyar liraya kadar; kapsadığı yayın alanı
itibariyle, beşyüzbin ilâ bir milyon arasında
nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara ihlâlin ağırlığına göre otuz
milyar liradan az olmamak kaydıyla altmış milyar liraya kadar; kapsadığı
yayın alanı itibariyle ikiyüzellibin ilâ beşyüzbin arasında nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre yirmi milyar liradan az olmamak kaydıyla
kırk milyar liraya kadar; kapsadığı yayın alanı itibariyle ikiyüzellibinden az nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlalin ağırlığına göre beş milyar liradan az olmamak kaydıyla on
milyar liraya kadar; radyo yayınları için yukarıdaki miktarların yarısı kadar
idari para cezası uygulanacağı belirtilmiştir. 2949 sayılı Yasa’nın 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi, yasaların Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer
tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir. Taleple bağlı
kalmak koşuluyla, başka gerekçe ile de karar verebilir. Bu nedenle dava
konusu kuralın ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden incelemesi
gerekmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” insan haklarına saygılı, bu hakları koruyan, toplum yaşamında
adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle
kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında Anayasa’ya ve hukuk kurallarına
uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Yasakoyucu, ceza hukuku alanında toplumsal gereksinmelerin
zorunlu kıldığı yasal düzenlemeleri yaparken, Anayasa’nın ve ceza hukukunun
temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımların türü ile nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici neden olarak kabul edileceği konularında takdir yetkisine
sahiptir. Ancak hukuk devletinde adaletli bir hukuk düzeninin kurulup,
sürdürülebilmesi için yasa koyucuya
tanınan bu yetkiler kullanılırken suçla ceza arasında makul, kabul
edilebilir, adil bir dengenin gözetilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Madde’nin
birinci fıkrasında, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl
eden, yayın ilkelerine ve yasada belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan
özel radyo ve televizyon kuruluşlarını önce uyaracağı veya aynı yayın
kuşağında açık şekilde özür dilemesini isteyeceği, bu talebe uyulmaması ve
aykırılığın tekrarı halinde ihlâle konu olan programın yayınının bir ilâ oniki kez arasında durdurulacağı belirtilmiş, dava konusu
ikinci fıkrada ise, bu tutumlarını ısrarlı bir şekilde sürdüren yayın
kuruluşları için yüksek miktarda idari para cezaları getirilmiştir. İkinci fıkra ile öngörülen cezaların, yasayla
belirlenen ve ağır bir hukuk ihlâli oluşturduğu tartışmasız bulunan
aykırılıkların gerçekleşmesi durumunda uygulanacak olması nedeniyle suçla
ceza arasında bulunması gerekli adil dengenin korunmadığı ileri sürülemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 13., 26. ve 28.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. Haşim KILIÇ, “Fıkranın (b) ve (c) bentlerinin”, A. Necmi ÖZLER, “Fıkranın tamamının” iptali gerektiği
düşüncesiyle bu görüşe katılmamışlardır. 18-
Kanun’un 16. Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
Beşinci Fıkrasında Yer Alan “... uyarı
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir”
bölümünün incelenmesi Dava dilekçesinde, yeterli açıklıkta
düzenlenmeyen, öngörülebilirlik unsuru taşımayan ve siyasi ortama göre her
yöne çekilebilecek ilkelere aykırılık ileri sürülerek bir yayın kuruluşunun
uyarı yapılmaksızın önce bir ay, sonra süresiz olarak yayınını durdurma ve
yayın iznini iptal etmenin idari nitelikteki bir kurula basın ve haber alma
özgürlüğünü kısıtlayıcı yetki vermek ve yargı alanına giren konularda idareyi
yetkilendirmek olduğu, böyle bir düzenlemenin keyfiliğe yol açacağı, eylemle
önlem arasında bulunması gereken adil dengenin bozulduğu, yayın lisans
izninin iptal edilmesinin basın ve haber alma özgürlüğünün kısıtlanması
anlamına geldiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 15.,
26., 28., 29., 30. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. Madde’nin beşinci fıkrasında, 3984
sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasının (a), (b), (c) bentlerinde
sayılan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına
aykırı yayın yapılması, toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden
veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve
düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara
imkân verilmesi, yayıncılığın gerek yayın organı gerekse hisse sahipleri ve
üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhrî hısımları veya bir başka gerçek veya tüzelkişinin
haksız çıkarları doğrultusunda kullanılması ilkelerine aykırı yayın yapılması
halinde uyarının yapılmayacağı ve yayın kuruluşunun yayınının bir ay
durdurulacağı, ihlâlin tekrarı halinde yayının süresiz olarak durdurulacağı
ve yayın lisans izninin iptal edileceği belirtilmiştir. İdare, bir yargı kararına gerek
olmaksızın yasayla verilen yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle
doğrudan doğruya idari yaptırım uygulayabilir. Anayasa’nın 38. maddesinde de
“idare, kişi hürriyetlerinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz” denilerek
idarenin özgürlüğü bağlayıcı olmamak koşuluyla idari yaptırım
uygulayabileceği kabul edilmiştir. Öte yandan, yasakoyucu,
toplumsal gereksinmelerin zorunlu kıldığı yasal düzenlemeleri yaparken,
Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi
eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımların türü ile nelerin
ağırlaştırıcı veya hafifletici neden olarak kabul edileceği konularında
takdir yetkisine sahiptir. Bu yetkinin idari yaptırımlar için de geçerli
olduğu kuşkusuzdur. Dava konusu kuralla getirilen
yaptırımların, belirsizlik içerdiği için farklı yorumlanabilecek yayın
ilkelerine aykırılık nedeniyle uygulanacağı
ve suçla ceza arasındaki adil dengeyi de bozucu nitelikte olduğu ileri
sürülmekte ise de aykırı davranılmasının yaptırım uygulanmasını gerektireceği
yayın ilkelerinin içeriği, öğreti ve yargı kararlarıyla belirlenmiştir.
Ayrıca, ihlâli yaptırıma bağlanan
yayın ilkeleriyle korunmak istenen hukuki yararın büyüklüğü de gözetildiğinde
suçla ceza arasında bulunması gerekli adil dengenin bozulduğundan da söz
edilemez. Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın
2. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İptali isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa’nın 5., 10., 13., 15.,
26., 28., 29. ve 30. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. Haşim KILIÇ, “Kuralın tamamının”, A. Necmi
ÖZLER, “Yasa’nın dördüncü maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi yönünden”
iptali gerektiği düşüncesiyle bu görüşe katılmamışlardır. 19-
4756 Sayılı Kanun’un 17. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’a Eklenen “Ek Madde
1”in İncelenmesi Dava dilekçesinde, özel radyo ve
televizyon kuruluşlarının yapacakları yayınları, Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumunun veya bu kurumun özel yayın kuruluşlarıyla ortak kuracağı şirketin
görev ve sorumluluğunda işletilen verici tesislerinden yapmalarının verici
tesislerinden yararlanma usul ve esasları ile her yıl için kira bedellerinin,
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu tarafından saptanmasının öngörüldüğü böylece,
bir tekelleşmenin oluşacağı belirtilerek özel kanallara ait verici yatırımlarının
âtıl kalmasına neden olacağı, bunun da Anayasa’nın 166. ve 167. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür. Maddede, 3984 sayılı Kanun uyarınca
yayın izni verilen özel radyo ve televizyon kuruluşlarının, kendilerine
tahsis edilen TV kanal ve radyo frekansından yapacakları yayınlarını, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumunun veya bu amaçla özel yayın kuruluşlarıyla ortak
kuracağı şirketin görev ve sorumluluğunda işletilen verici tesislerinden
yapmalarının asıl olduğu, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun, verici
tesislerinin kurulması, işletilmesi, yenilenmesi ve bu tesislerde değişiklik
yapılması sırasında özel yayın kuruluşlarının ihtiyaçlarını da göz önünde
tutacağı, kurulmasına izin verilen tesislerin bu Kanunda ve izin belgesinde
öngörülen amaçlar için kullanılıp kullanılmadığının Üst Kurul tarafından
denetleneceği; özel radyo ve televizyon
yayın kuruluşlarının Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu’nun verici
tesislerinden yararlanma usul ve esasları ile yıllık kira bedellerinin
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu tarafından
belirlenerek Üst Kurul’un onayıyla yürürlüğe konulacağı belirtilmiştir. Madde’ye ilişkin gerekçede, “Ek 1 inci madde ile radyo ve televizyon
frekans planlarının kısa sürede uygulamaya konulabilmesi, Anayasal düzene
aykırı, bölücü ve yıkıcı yayınların vericilerden yasa dışı yollarla
yapılmasının önlenerek Devletin güvenliğinin sağlanması, teknik denetim ve
kontrol ile monitör hizmetlerinin daha kolay yapılabilmesi, izleyicilerin
yayınları tek bir alıcı anten kullanarak aynı kalitede izleyebilmesi, ortak
antene geçilerek frekans planlarını uygulama
maliyetinin düşürülmesi, sayısal yayıncılığa geçirildiğinde kaçınılmaz olarak
gündeme gelecek vericilerin paylaşımı şartlarının hazırlanması, izin süresi
tamamlandığı zaman yayıncının değişmesi halinde eski vericilerin atıl
kalmaması, istasyon ve yayın güvenliğinin daha kolay sağlanması, işletme,
personel ve yedek malzemeden tasarruf edilebilmesi gibi sebeplerle yayın izni
verilen özel kuruluşlara verici tesisi kurma izni verilmemesi ve bu
kuruluşların yayınlarını Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu’na ait vericilerden
yapması öngörülmüştür” denilmektedir. Anayasa’nın 166. maddesinde, ekonomik,
sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde
dengeli ve uyumlu biçimde, hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve
değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını plânlamak bu amaçla gerekli teşkilâtı kurmak devlete görev olarak verilmiş,
plânda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış
ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirlerin
öngörüleceği; yatırımlarda toplum yararları ve gereklerinin gözetileceği;
kaynakların verimli şekilde kullanılmasının hedef alınacağı belirtilmiştir. Yasa’nın gerekçesinde de belirtildiği
biçimde, dava konusu kuralın, radyo ve televizyon frekans plânlarının kısa
sürede uygulamaya konulabilmesi, anayasal düzene aykırı, bölücü ve yıkıcı
yayınların vericilerden yasadışı yollarla yapılması önlenerek devletin
güvenliğinin sağlanması, izleyicilerin yayınları tek alıcı anten kullanarak
aynı kalitede izleyebilmeleri, frekans plânlarının uygulama maliyetinin
düşürülmesi, eski vericilerin atıl
kalmaması, istasyon ve yayın güvenliğinin daha kolay sağlanması, işletme,
personel ve yedek malzemeden tasarruf
edilebilmesi gibi kamu yararı ve güvenliğiyle doğrudan ilgili nedenler ve
Anayasa’nın 166. maddesine koşut olarak kamu kaynaklarının daha verimli
kullanılması amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın
166. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Özel radyo ve televizyon kuruluşlarının
yayınlarını TRT Kurumu’nun veya özel yayın kuruluşları ile ortak kuracağı şirketin görev ve
sorumluluğunda işletilen verici tesislerinden yapmalarının, yukarda
belirtilen nedenlerden kaynaklandığı dikkate alındığında, kuralın özel
teşebbüslerin tekelleşme ve kartelleşmesini önleme görevini devlete veren
Anayasa’nın 167. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. 20-
Kanun’un 17. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’a Eklenen “Ek Madde 2”nin Birinci
ve İkinci Fıkralarının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen
düzenlemenin, 3984 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile benzerlik taşımasının ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere sevk
edecek şekilde yayın yapanları tespit edecek olan idari organa aynı zamanda
yayını durdurma ve yayın iznini iptal edebilme yetkisi verilmesinin hukuk
devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, öngörülecek cezanın alt sınırı ile üst
sınırı arasındaki ölçüsüzlüğün keyfi uygulamalara yol açabileceği
belirtilerek birinci ve ikinci fıkraların Anayasa’nın 2. ve 13. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür. Madde’nin birinci fıkrasında, 3984
sayılı Kanun’da belirtilen istisnalar dışında, üst kuruldan izin almadan
radyo ve televizyon yayını yapan ya da Üst Kurul
tarafından geçici ya da sürekli iptal edilmesine
rağmen yayın yapan kişiye, kuruluşların ise sahip ve yöneticilerine, fiilleri
bir başka suç oluştursa bile, fiilin ağırlığına göre altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ve bir milyar liradan yüz milyar liraya kadar para cezası
verileceği, ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve bağımsızlığına, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen kişilerin, bu kuruluşların sahipleri ve
yöneticileri ile bu tür yayınlarda görev alanların Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesine göre cezalandırılacağı, ayrıca tüm yayın cihazlarının aynı Yasa’nın
36. maddesine göre müsadere edileceği; ikinci fıkrasında, yayın bantlarını
bir yıl süre ile muhafaza etmeyen ve bu süre içinde Üst Kurul veya Cumhuriyet
Savcılığınca istenmesine rağmen sesli ve görüntülü olarak teslim etmeyen
yayın kuruluşlarının sahip ve yöneticilerinin, altı aydan bir yıla kadar ağır
hapis ve bir milyar liradan on milyar liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılacakları, ayrıca, bir aydan üç aya kadar ilgili kuruluşun
yayınının durdurulmasına karar verileceği, gönderilen bandın içerik
bakımından istenen yayın olmaması veya bantta tahrifat, çıkarma, silme gibi
işlemler yapılması halinde ise ayrıca iki yıldan on yıla kadar ağır hapis ve
iki milyar liradan on milyar liraya kadar ağır para cezası verileceği
belirtilmiştir. 3984 sayılı Kanun’un “Cezalar ve
Müsadere” başlığını taşıyan 34. maddesinde de aynı fiiller için hapis cezası
ve para cezası verileceği belirtilmiş, iptali istenilen kuralda ise hapis cezası aynı kalmakla birlikte para
cezası miktarları azaltılmış ve Türkiye Cumhuriyetinin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı
yıkıcı ve bölücü faaliyetlere sevk edecek şekilde yayın yaptıkları tespit
edilerek yayınları durdurulan veya yayın izinleri iptal edilen kişilerin,
kuruluşların sahiplerinin, yöneticilerinin, yayınlarda görev alanların Türk
Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca cezalandırılacakları ve yayın
bantlarının içerik bakımından istenen yayın
olmaması veya bantta tahrifat, çıkarma, silme gibi işlemler yapılması
halinde ilgililere ağır hapis ve ağır para cezası verilmesi öngörülmüştür.
Buna göre, dava konusu düzenlemede
Yasa’nın 34. maddesinde belirtilen fiiller farklı para cezası
yaptırımına bağlanırken, bu maddede belirtilmeyen yeni fiiller de suç
sayılmıştır. Yasakoyucu, kamu düzeninin korunması amacıyla ceza hukuku
alanında düzenleme yaparken Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine
bağlı kalmak koşuluyla kamu yararı, kamu düzeni gibi nedenleri gözeterek
toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı ve bunlara verilecek cezaların tür
ve miktarlarını saptama konusunda takdir yetkisine sahiptir. Ceza hukukunun genel ilkeleri uyarınca
aynı fiil nedeniyle kişiye birden fazla ceza verilemeyeceğinden Yasa’nın 34.
maddesi ile Ek Madde 2’nin kapsamına giren bir suç işlendiğinde aynı fiil
için farklı yasalarda öngörülen yaptırımlardan hangisinin uygulanacağına
lehe, aleyhe kanun karşılaştırılması yapılarak yargı organlarınca karar
verileceği kuşkusuzdur. Madde’de suç sayılan eylemlerin kamu düzeni
ve güvenliği bakımından oluşturduğu tehditin
büyüklüğü ve kuralla korunmak istenen hukuksal yarar gözetildiğinde cezanın
ölçülü olmadığı, “hukuk devleti” ilkesi ile çeliştiği ileri sürülemez. Açıklanan nedenlerle birinci ve ikinci
fıkralar, Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine aykırı
değildir. İstemin reddi gerekir. Konunun Anayasa’nın 13. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir. Fazıl SAĞLAM, Birinci Fıkranın son
tümcesinin iptali gerektiği düşüncesiyle bu bölüme ilişkin görüşe
katılmamıştır. 21-
Kanun’un 17. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’a Eklenen “Ek Madde 3”ün (b)
Bendinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, Üst Kurulun uygun
göreceği yerlerdeki yerel ve bölgesel yayınların izlenmesi ve kayda
alınmasının İçişleri Bakanlığının görevlendireceği birimlere devredilmesinin
ve izlemenin bu birimlerce yapılmasının Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen
“hukuk devleti” ilkesi ve 133. maddesinde öngörülen “tarafsızlık” ve
“özerklik” ilkelerine aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın iptali
istenilmiştir. Madde’nin dava konusu (b) bendinde, Üst
Kurul’un uygun göreceği yerlerdeki yerel ve bölgesel yayınların izlenmesi ve
kayda alınmasının İçişleri Bakanlığının görevlendireceği birimlere
devredilebileceği, bu halde gerekli teknik donanım ve ilgili personelin eğitiminin Üst Kurulca
sağlanacağı ve masrafların Üst Kurulca karşılanacağı, yayın ilkeleri ve
Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırılığından kuşkulanılan yayınların
bandı değerlendirilmek üzere Üst Kurula gönderileceği, İçişleri Bakanlığı ile
Üst Kurul arasındaki işbirliğinin bir protokol ile düzenleneceği,
Telekomünikasyon Kurumunun milli monitoring
faaliyetleri kapsamında yayınları izleme imkânının olması halinde, Üst Kurul
ile Telekomünikasyon Kurumu arasında imzalanan bir protokol kapsamında bu
yayınların Telekomünikasyon Kurumunca izleneceği ve değerlendirmek üzere Üst
Kurula iletileceği belirtilmiştir. Türkiye’de yayın yapan çok sayıda
ulusal, bölgesel, yerel televizyon ve radyo bulunması ve faaliyet alanlarının geniş olması, buna bağlı olarak
yayınlarının etkin bir şekilde tek bir merkezden izlenmesi ve kayda
alınmasının güçlüğü karşısında, yasa koyucunun bu yayınların gerekli teknik
donanıma sahip olması nedeniyle, İçişleri Bakanlığı’nın görevlendireceği
birimler tarafından izlenmesi ve kayda alınmasını öngördüğü anlaşılmaktadır.
Ancak, yayın ilkelerine ve Yasa’da belirtilen diğer esaslara aykırılığından
kuşkulanılan yayın bantlarının değerlendirilmesi yetkisi Üst Kurul’a
bırakılmıştır. Bu durumda, kimi teknik ve uygulamaya
yönelik zorunluluklar nedeniyle İçişleri Bakanlığı’nın hizmet birimlerinden
yararlanılması ve bu Bakanlığın kayıt yapılan bantların Üst Kurul’ca
değerlendirilmesi aşamasında etkisinin veya karar alma sürecine katkısının bulunmaması nedeniyle
Kuralın Anayasa’nın 133. maddesiyle ilgisi görülmediği gibi 2. maddesinde yer
alan hukuk devleti ilkesinin zedelendiğinden de söz edilemez. 22-
4756 Sayılı Kanun’un 18. Maddesiyle Yürürlükten Kaldırılan 3984 Sayılı
Kanun’un 8. Maddesinin (a) Bendinde Yer alan “... 8 inci maddesinin (a) bendi
ile ...” İbaresinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, ulusal ve bölgesel
frekans planlamalarını yapma yetkisini Üst Kurul’un görev ve yetkileri
arasında sayan 8. maddenin (a) bendinin yürürlükten kaldırılması ile ulusal,
bölgesel ve yerel çapta TV kanal ve radyo frekans planları ile radyo ve
televizyon yayınlarına esas olan frekans bantlarıyla ilgili çalışmalar yapma
yetkisinin Telekomünikasyon Kurumuna devredilmesinin ve hazırlanan planların
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunulmasının Anayasa’nın 2. ve 133.
maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralla, ulusal ve
bölgesel frekans plânlarını yaptırmak görevini Üst Kurulun görev ve yetkileri
arasında sayan 3984 sayılı Kanun’un 8. maddesinin (a) bendi yürürlükten
kaldırılmıştır. Bu kuralın yürürlükten kaldırılmasının Anayasa’ya aykırılığı
ileri sürülmekte ise de yasa koyucu
her zaman genel düzenleme yetkisine dayanarak işlevini yitiren yasa
kurallarını yürürlükten kaldırabilir. Bu durumun, Anayasa ile tanınan
güvencelerin ortadan kaldırılması sonucunu doğurmadıkça Anayasa’ya aykırılık
oluşturmayacağı açıktır. Yasa’nın 10. maddesiyle frekans
planlarına ilişkin yeni bir düzenleme getirilmesi sonucu işlevini yitiren
3984 sayılı Kanun’un 8. maddesinin (a) bendinde yer alan dava konusu ibarenin
yürürlükten kaldırılmasının Anayasa’ya aykırılığından söz edilemeyeceğinden,
iptal isteminin reddi gerekir. Konunun Anayasa’nın 133. maddesi ile
ilgisi görülmemiştir. 23-
4756 Sayılı Kanun’un 19. Maddesiyle Değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680 Sayılı
Basın Kanunu’nun 16. Maddesinin Birinci Fıkrasının (1) Numaralı Bendinin; 20.
maddesiyle Değiştirilen Aynı Yasa’nın 17. Maddesinin Birinci Fıkrasının
İkinci Tümcesinde Yer alan “... tazminat miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere ...” İbaresi ile Dördüncü Tümcesinde Yer alan “... tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve ...” İbaresinin; 22.
Maddesiyle Değiştirilen Aynı Yasa’nın 20. Maddesinin; 25. Maddesiyle
Değişiklikler Yapılan Aynı Yasa’nın; 21., 22., 23., 24., 25., 26., 28., 30.,
31., 32., 33. ve 34. Maddelerinin İncelenmesi Dava dilekçesinde bu kuralların
Anayasa’nın 2., 13., 26., 28., 38. ve 141. maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüş ise de, iptali istenilen kurallar dava açıldıktan sonra yürürlüğe
giren 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Yasa’nın 30. maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından bu kurallara ilişkin konusu kalmayan istem hakkında karar
verilmesine yer olmadığı yolunda karar verilmesi gerekir. 24-
4756 Sayılı Kanun’un Geçici 4. Maddesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, belirli bir süre için
görevlendirilen Üst Kurul üyelerinin bu süre dolmadan görevlerinden
uzaklaştırılmalarını öngören düzenlemenin Anayasa’nın 2. maddesinde güvence
altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırılık oluşturduğu ileri
sürülmüştür. Madde de, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş üyesinin
siyasi parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı’na, Bakanlar Kurulunca seçilecek üye adaylarının ilgili
kurum ve kuruluşlar tarafından Başbakanlığa bu Kanun’un yayımı tarihinden
itibaren 1 ay içinde bildirileceği, siyasi parti gruplarınca gösterilen
adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı oylanmaları suretiyle seçimlerinin yapılacağı,
seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasi parti gruplarınca yeni adayların
bildirileceği belirtilmiştir. Yasa’nın 3. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’nda görev alacak olan beş üyenin siyasî parti gruplarınca belirlenecek
kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulu’nca seçilmesini öngören (a) bendi iptal edilmiş
olduğundan Geçici 4. maddenin bu seçime ilişkin usulleri belirleyen “Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş üyesi siyasi parti
gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına ... Siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların; Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasi
parti gruplarınca yeni adaylar bildirilir” bölümünün de aynı gerekçeyle
iptali gerekir. Madde’nin “Bakanlar Kurulunca seçilecek üye adayları ilgili kurum ve kuruluşlar
tarafından Başbakanlığa bu Kanun’un yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde
bildirilir” bölümünün incelenmesine gelince: İptali istenilen kuralda, 3984 sayılı
Kanun’un değişik 6. maddesinde belirtildiği gibi Bakanlar Kurulunca seçilecek
üye adayların kurum ve kuruluşlarca, Yasa’nın yayımı tarihinden itibaren bir
ay içinde Başbakanlığa bildirileceği öngörülmüştür. Yasa’nın 3. maddesi ile 3984 sayılı
Kanun’un değişik 6. maddesi değiştirilerek Üst Kurul üyelerinden bir
bölümünün Bakanlar Kurulunca seçilmesini öngören kural, Anayasa’ya aykırı
görülmediğinden buna ilişkin usuli işlemleri içeren
Geçici 4. maddedeki “Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca
seçilecek beş üyesi, siyasî parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, ... Siyasî parti gruplarınca gösterilen
adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı oylanmaları suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen
adaylar yerine ilgili siyasî parti gruplarınca yeni adaylar bildirilir”
bölümü de Anayasa’ya aykırı görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir. C-
İptal Kararının Öteki Maddelere Etkisi 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinin ikinci fıkrasında
“…başvuru, kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya İçtüzüğün sadece belirli madde veya hükümleri
aleyhinde yapılmış olup da, bu belirli madde veya hükümlerin iptali kanunun,
kanun hükmünde kararnamenin veya İçtüzüğün bazı hükümlerinin veya tamamının
uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa, Anayasa Mahkemesi, keyfiyeti gerekçesinde
belirtmek şartıyla kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya İçtüzüğün bahis
konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir.”
denilmektedir. Yasa’nın 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının (r)
bendinde yer alan “... ana
program ile...” ibaresinden sonra gelen “... ilgili ...” sözcüğünün iptali
nedeniyle bundan sonra gelen “... veya ...” sözcüğünün, uygulanma olanağı
kalmadığından, 2949 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince iptaline karar verilmesi gerekmiştir. VI-
İPTAL KARARI NEDENİYLE YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN İNCELENMESİ 15.5.2002 günlü,
4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun” un: A- 2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984
sayılı, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasının, (k)
bendinde yer alan “... korku salacak
yayın ...” sözcükleri ile (v) bendinin “Yayınların karamsarlık, umutsuzluk,
... eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması” bölümünün yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE, Haşim KILIÇ, Yalçın
ACARGÜN, Ertuğrul ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile Enis TUNGA’nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, B- 3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 6.
maddesinin birinci fıkrasının (b), (c) ve (d) bentlerinin yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, C- 5.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 9. maddesinin son fıkrasının
yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, D- 7. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin birinci fıkrasının (d)
bendinin yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, E- 8. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin birinci fıkrasının “... 33
üncü maddede belirtilen idarî para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir” bölümünün yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, F- 10. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 24.
maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, G- 12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 28.
maddesinin; 1-
Altıncı fıkrasının yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- Sekizinci fıkrasının, dördüncü tümcesinde yer alan
“... tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere...” ibaresi ile
altıncı tümcesinde yer alan “... tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve ...” ibaresinin, yürürlükleri
12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı
kararla durdurulduğundan, bunlara ilişkin istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, H- 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 29.
maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentlerinin, yürürlükleri 12.6.2002
günlü, E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, bunlara ilişkin
istem hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, I- 14. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 31.
maddesinin ikinci fıkrasının yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, İ- 17. maddesiyle 3984 sayılı Yasa’ya eklenen, Ek Madde
1, Ek Madde 2’nin birinci ve ikinci fıkraları ve Ek Madde 3’ün birinci
fıkrasının (b) bendinin birinci paragrafının, yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, J- 18. maddesinde yer alan “... 8 inci maddesinin (a)
bendi ile ...”ibaresinin, yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE, K- 19. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680
sayılı, Basın Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı
bendinin yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, L-
Geçici 4. maddesinin, yürürlüğü
12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, buna ilişkin istem hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE, 27.6.2002 gününde karar verildi. VII-
SONUÇ 15.5.2002 günlü,
4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un: A- 1- 2.
maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasının; a-
(b) bendinin “... veya toplumda nefret duyguları oluşturan ...” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, b-
(k) bendinin “... veya korku salacak ...” bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, c-
(r) bendinde yer alan
“... ana program ile ...”
ibaresinden sonra gelen “ ...
ilgili ...” sözcüğünün
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, d-
(v) bendi, 3.8.2002 günlü, 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 8. maddesinin (B) fıkrasıyla değiştirildiğinden,
bu bendin “Yayınların karamsarlık, umutsuzluk, ... eğilimlerini körükleyici
... nitelikte olmaması” bölümüne ilişkin KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, 2- 3.
maddesiyle 3984 sayılı Yasa’nın başlığı ile birlikte değiştirilen 6.
maddesinin birinci fıkrasının; a- (a) bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, b-
(b) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, c-
(c) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, d-
(d) bendi, 14.7.2004 günlü, 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 2. maddesinin (D)
fıkrasıyla yürürlükten kaldırıldığından, BU BENDE İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN
İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, 3- 5.
maddesiyle 3984 sayılı Yasa’nın başlığı ile birlikte değiştirilen 9. maddesinin son fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Ertuğrul ERSOY, Fazıl SAĞLAM ile Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 4- 7.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 12. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay
TUĞCU ile Fazıl SAĞLAM’ın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA, 5- 8.
maddesiyle 3984 sayılı Yasa’nın başlığı ile birlikte değiştirilen 13.
maddesinin birinci fıkrasının “... 33 üncü maddede belirtilen idarî para
cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir.” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 6-
10. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 24.
maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 7-
12. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un 28. maddesinin değiştirilen; a-
Altıncı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Haşim KILIÇ’ın “ Fıkrada yer
alan ‘... otuz milyar liradan doksan
milyar liraya kadar ...’ ibaresinin ”; Mehmet ERTEN’in
“Fıkrada yer alan ‘... kuruluşun yayınlarından sorumlu en üst yöneticisi ile
kuruluşun sahibi olan anonim şirketin yönetim kurulu başkanına ...’
ibaresinin”; A. Necmi
ÖZLER’in “Fıkranın tamamının” iptali gerektiği
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b-
Sekizinci fıkrasının, aa-
Dördüncü tümcesinde yer alan “... tazminat miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI,
Mehmet ERTEN ile Fazıl SAĞLAM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, bb-
Altıncı tümcesinde yer alan “... tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve ...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Tülay TUĞCU, Cafer ŞAT ile Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 8- 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Kanun’un 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Fulya KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 9-
14. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 31.
maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 10-
16. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 33.
maddesinin; a- Birinci
fıkrasının, aa-
Üçüncü tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, bb-
Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE, b-
İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Haşim KILIÇ’ın “ Fıkranın (b)
ve (c) bentlerinin”, A. Necmi ÖZLER’in “Fıkranın
tamamının” iptali gerektiği yolundaki karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA, c-
Beşinci fıkrasının, aa- “... uyarı yapılmaz ve yayın kuruluşunun
yayını bir ay durdurulur.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, bb- “...İhlâlin tekrarı halinde yayın süresiz
olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilir” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Haşim
KILIÇ’ın “Kuralın tamamının”, A. Necmi ÖZLER’in “Yasa’nın
dördüncü maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi yönünden” iptali gerektiği
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 11-
17. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’a eklenen; a- Ek
Madde 1’in Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE, b- Ek
Madde 2’nin, aa-
Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Fazıl SAĞLAM’ın “Fıkranın son tümcesinin iptali
gerektiği” yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, bb-
İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE, c- Ek
Madde 3’ün birinci fıkrasının (b) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 12-
18. maddesinde yer alan “... 8 inci maddesinin (a) bendi ile ...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 13-
19. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680 sayılı Basın Kanunu’nun 16.
maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi, 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı
Basın Kanunu’nun 30. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, BU BENDE
İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE, 14-
20. maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Yasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan
“... tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere...” ibaresi ile
dördüncü tümcesinde yer alan “... tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve ...” ibaresi, 5187 sayılı Yasa’nın 30. maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından, BU İBARELERE İLİŞKİN
KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE, 15-
22. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Yasa’nın 20. maddesi, 5187 sayılı
Yasa’nın 30. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, BU MADDEYE İLİŞKİN
KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE, 16-
25. maddesiyle değişiklikler yapılan 5680 sayılı Yasa’nın 21, 22, 23, 24, 25,
26, 28, 30, 31, 32, 33 ve 34. maddeleri, 5187 sayılı Yasa’nın 30. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından, BU
MADDELERE İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE, 17- Geçici 4. maddesinin, a-
“Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca seçilecek beş üyesi, siyasî parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, ... Siyasî parti
gruplarınca gösterilen adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı ayrı oylanmaları
suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasî parti
gruplarınca yeni adaylar bildirilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE,
b-
Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, B- 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci
fıkrasının (r) bendinde yer alan “...
ana program ile ...” ibaresinden sonra gelen “... ilgili ...” sözcüğünün
iptali nedeniyle bundan sonra gelen “... veya ...” sözcüğünün, uygulanma olanağı kalmadığından, 2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, C- 1- 5.
maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 9. maddesinin son fıkrasının, 2-
16. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 33.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü tümcesinin, iptallerinin doğuracağı hukuksal boşluk
kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin dördüncü ve
beşinci fıkraları gereğince BU KURALLARA İLİŞKİN İPTAL HÜKÜMLERİNİN, KARARIN
RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE, 21.9.2004 gününde karar verildi.
KARŞIOY
GEREKÇESİ 1- Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Kanun’un 28. maddesinin altıncı fıkrasında; gerçek ya da tüzel kişilerin kişilik haklarına saldırı teşkil
eden veya karşı cevap ve düzeltme hakkı tanınmasına ilişkin mahkeme kararına
rağmen yayını yapmayan eksik ya da geciktirerek
yayınlayan yayın kuruluşunun sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi
anonim şirket yönetim kurulu başkanı’na otuz milyon liraya kadar para cezası,
ayrıca Üst Kurul’ca eylemin ağırlığına göre üç aya kadar gelir getirici yayın
yapma yasağı verileceği, ikinci kez tekrarı halinde yayın izninin iptal
edileceği ve cezaların ertelenmeyeceği öngörülmüştür. “Düzeltme ve cevap hakkını” gereği gibi
yerine getirmeyen yayın kuruluşunun sorumlu yöneticisi ve sahibi ağır para
cezası ile cezalandırılmakta tekrarı halinde de yayın kuruluşunun yayın izni
iptal edilmektedir. Sözkonusu cezalar iki yönden
Anayasa’ya aykırıdır. a- Yayın kuruluşu sahibinin
cezalandırılması “cezaların şahsiliği” ilkesine aykırıdır. Yayın Kuruluşu
sahibinin kusura dayalı bir ceza sorumluluğundan bahsetmek mümkün değildir.
Sahip, çoğu kez ticari amacı ön planda tutan ve yayın kuruluşunun mali ve
teknik konularını üstlenen kişidir. Yayın sorumluluğu ise yayını yöneten,
yönlendiren bu konuda olumlu-olumsuz kararlar alan yöneticiye aittir. Bu
sorumluluğu yayın kuruluşunun sahibine yaygınlaştırmak cezaların şahsiliği
ilkesiyle bağdaşmaz. Nitekim Basın Kanunu’nda da basın organı sahibinin cezai
sorumluluğu öngörülmemiştir. Bunların ancak tazminattan doğan sorumlulukları sözkonusu olabilir. Bu nedenle yayından doğan sorumluluğu
yayın kuruluşunun sahibine de yansıtmak Anayasa’nın 38. maddesindeki
“cezaların şahsiliği” ilkesine aykırılık oluşturur. b- Madde de öngörülen cezalar; fiil’le
ceza arasında olması gereken ceza adaletini yansıtmamaktadır. Cevap ve
düzeltme hakkının gerektiği şekilde yerine getirilmemesi fiilinin doğuracağı
etki ile yayın kuruluşunun yayınının iptal edilmesi arasında adil bir
dengeden sözetmek olanaklı değildir. Ceza ve fiil
arasında oranlı bir dengenin varlığı ceza siyasetinin temel unsurudur. Ceza
ve fiil arasında adil bir dengenin oluşması hukuk devletinin de gereğidir. Cevap ve düzeltme hakkına yer
verilmemesi nedeniyle yayın organının izninin iptal edilmesi ve yayın
hayatına son verilmesi toplumun haber alma özgürlüğünü de zedeleyen bir sonuç
doğurmaktadır. Üst Kurul’a yayın kuruluşuna gelir getirici yayın yapma cezası
verme yetkisi verilmesi de sınırları belli olmayan kimi keyfi uygulamalara neden olabilecek
belirsizlikler içermektedir. Sözkonusu cezalar,
özellikle bölgesel ve yerel yayın yapan kuruluşları ciddi boyutlarda olumsuz
yönde etkileyecek ağırlık ve nitelik taşımakta, düşünceyi yayma özgürlüğünü
kaldıracak sonuçlar doğurmaktadır. 2- Aynı maddenin değişik sekizinci
fıkrasında cevap ve düzeltme hakkına yer vermeyen yayın kuruluşundan gerçek
ve tüzel kişilerin tazminat hakları saklı tutulmakta ve talebin haklı
görülmesi halinde tazminat miktarının onmilyardan
az olamayacağı öngörülmektedir. Kural, hakimin tazminat miktarını duruma
göre serbestçe takdir etme olanağını ortadan kaldırdığı için iptal
edilmiştir. Yasa koyucunun cezalarda olduğu gibi
tazminatlarda da alt sınır öngörmesini
takdir alanı içinde değerlendirmek gerekir. Kamu yararının ve
ihtiyaçların öngörmesi durumunda Anayasa’ya aykırı olmamak ve kişilerin
uğradığı kayıpları karşılamasa bile caydırıcı etki gözetilerek bu tür
düzenlemeler yapılması Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz. Öngörülen düzenleme
yayın organının yayın hayatına son verme ya da
sahibini cezalandırmanın aksine, tazminat yolu ile kişiselleştirmeye en uygun
adil ve dengeli bir yaptırım olmasıyla Anayasa’ya uygun kural olma özelliğini
daha çok yansıtmaktadır. 3- Yasa’nın 16. maddesiyle 3984 sayılı
Yasa’nın değişik 33. maddesinin (b) ve (c) bentleri ile beşinci fıkrasında
yer alan “ihlâlin tekrarı halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın
lisans ismi iptal edilir.” bölümü de cezalardaki ölçüsüzlük, ağırlık,
fiil-ceza dengesizliği, haber alma, haber verme, düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü yönünden yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa’ya aykırı olması
nedeniyle çoğunluk görüşüne katılmadım. Başkanvekili Haşim KILIÇ KARŞIOY
GEREKÇESİ 1-
Yasa’nın 7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 12. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendine ilişkin Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşı oyuna, 2-
Aynı Yasa’nın 12. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’un 28. maddesinin değiştirilen
sekizinci fıkrasının dördüncü tümcesinde yer alan “... tazminat miktarı, on
milyar liradan az olmamak üzere...” ibaresine ilişkin Haşim
KILIÇ’ın karşı oyuna, katılıyorum. Üye Sacit ADALI KARŞIOY GEREKÇESİ I- 15/5/2002 günlü 4756 sayılı Yasa’nın
7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinin incelenmesi: 3984 sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa
ile değiştirilen 12. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, “Radyo ve
televizyon kuruluşlarına 33 üncü madde uyarınca verilecek idari para
cezaları” Üst Kurul’un gelirleri arasında sayılmıştır. 3984 sayılı Yasa’nın
4756 sayılı Yasa ile değiştirilen 33. maddesinde, Üst Kurul’un, öngördüğü
yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın
ilkelerine ve bu Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel
radyo ve televizyon kuruluşlarına, maddede belirtilen koşullara bağlı olarak
idari para cezası uygulanması öngörülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devletinin önde gelen özelliklerinden biri de kuşkusuz adaletli bir
hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdürmektir. Bu bağlamda, hukuk
kurallarının her türlü kuşkudan uzak tam bir tarafsızlıkla uygulanacağı
konusunda bireylere güven verilmesinin önemi yadsınamaz. Dava konusu kuralla Üst Kurul’un
gelirleri arasında sayılan para cezalarının Üst Kurul tarafından verilmesinin
öngörülmesi, cezalandırılan yönünden
bu Kurul’un kendi gelirleri konusunda tarafsız olamayacağı kuşkusu
uyandırabilir. Bunun da hukuk devleti anlayışına zarar vermeyeceği ileri
sürülemez. Hukuk devleti ilkesindeki gelişmeler ve bugün için kazandığı anlam
ve içerik, özellikle kişilerin hak ve özgürlükleriyle ilgili alanlarda,
kuralların ve uygulamaların duraksamaya yer vermeyecek biçimde güven ortamını
sağlayıcı nitelikte olmasını zorunlu kılmaktadır. Yargı güvencesinin bulunmasının önemi
tartışmasız ise de ilk başta duyulabilecek kaygıları yok etmeye
yetmeyeceğinden kuralın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı ve iptali
gerektiği düşünülmektedir. II- 4756 sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinin
incelenmesi: 3984 sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa
ile değiştirilen 29. maddesinin (d) bendinde “Üst Kurul tarafından
düzenlenecek yönetmeliğe uygun olarak her yıl yapılacak yıllık ortalama
izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı
%20’yi geçen bir televizyon veya radyo kuruluşunda bir gerçek veya tüzel
kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı % 50’yi geçemez.
Gerçek kişinin hisselerinin hesaplanmasında üçüncü derece dahil olmak üzere
üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlara ait
hisseler de aynı kişiye aitmiş gibi hesaplanır.” denilmekte (e) bendinde de,
önceki bent de belirtilen oranların aşılması durumunda sermaye payının % 50’nin
altına indirilmesi için izlenecek yöntem ve uygulanacak yaptırım
düzenlenmektedir. Davacılar iptal istemine konu olan
kuralların, özellikle tekelleşme ve kartelleşmeye neden olacağını, bu durumun
düşünce ve basın özgürlükleri yönünden
olumsuzluklara yol açacağını belirterek Anayasa’nın 2, 26, 28 ve 167.
maddelerine aykırılığını ileri
sürmüşlerdir. Anayasa’nın 167. maddesinin ilk
fıkrasında, Devlet’in, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının
sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı,
piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi
önleyeceği hükme bağlanmıştır. Bu kuralla Devlet’e verilen görev, maddenin
gerekçesinde de belirtildiği gibi özel teşebbüsün rekabet koşulları içinde
yararlı yönde gelişmesine yardımcı olmak, bu bağlamda rekabet koşullarını
sağlayabilmek için de piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu bir mal veya
hizmetin “tek” kuruluşun elinde bulunmasını (tekelleşme) veya kimi ticaret ve
üretim kuruluşlarının daha fazla kazanç sağlamak veya başka kuruluşlar
karşısında güçlü olmak amacıyla birlikler kurmasını (kartelleşme) engellemektir. RTÜK kayıtlarına göre, Türkiye’de
faaliyet gösteren toplam 249 Televizyon bulunmaktadır. Bunun 16’sı Ulusal,
15’i bölgesel ve 218’i yerel televizyondur. Bu koşullar da herhangi bir
televizyonun Anayasa’nın 167. maddesi kapsamında tekel veya kartel
oluşturabileceği savı gerçekçi görünmemektedir. Kaldı ki belirtilen
televizyonların izlenme ve dinlenme oranının % 20’yi geçmesi
durumunda dava konusu kurallarla bunlara sahip olan gerçek veya tüzel
kişilerin sermaye payının % 50’yi geçmesi
önlenerek, bu alanda tekelleşme ve kartelleşme oluşturmasa da haber
kaynaklarının halkı belli doğrultuda
yönlendirme olasılığına karşı bireylerin tarafsız haber ve bilgi alma
bağlamındaki düşünce özgürlükleri güvenceye alınmak istenmiştir. Uygulamada %
20 izlenme ve dinlenme payına ulaşılamaması nedeniyle bu oranın istenilen
amaca ulaşmaya elverişli olmadığı düşüncesi ise sadece varsayımdır. Bu oranın
hangi sınıra çekilmesi halinde ileri sürülen sakıncaların ortadan kalkacağını
öngörebilmek ise radyo ve televizyon alanındaki teknolojik gelişmelerin hızı
da gözetildiğinde oldukça zor hatta olanaksızdır. Ayrıca, düşünce özgürlüğü
öne çıkarılarak oranların çok fazla düşürülmesinin radyo ve televizyon
kuruluşlarında sermaye payı bulunanların mülkiyet haklarına aşırı bir
müdahale oluşturup oluşturmayacağı sorununun da gözardı
edilemeyeceği bir gerçektir. Bu
sorunları gözeterek Anayasal sınırları aşmamak koşuluyla bir seçim
yapmak ise yasa koyucunun değerlendirme alanı içine girmektedir. Ortada
somut, kesinlik kazanmış güvenilir veriler olmadan Kural’ın Anayasa’ya
aykırılığı sonucuna varılamaz. Öte yandan, bir kuralın Anayasa’ya
aykırı olup olmadığı incelenirken, sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için
konu hukuksal bütünlük içinde irdelenerek, kuralın yer aldığı Yasa’da veya
ilgili diğer yasalarda doğması olası sakıncaları önleyebilecek düzenlemeler
bulunup bulunmadığının da araştırılması gerekir. 3984 sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa
ile değiştirilen 4. maddesinde, radyo, televizyon ve veri yayınlarında
uyulması gereken yayın ilkeleri ayrıntılı olarak açıklanmış, bunlar arasında
kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ve haksız rekabetin önlenmesine yönelik
sınırlayıcı düzenlemelere yer verilmiştir. 33. maddede de yayın ilkelerinin
ihlâli ağır yaptırımlara bağlanmıştır. 4054 sayılı Rekabetin Korunması
Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile belirli bir mal veya hizmet piyasasında
doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya
da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek
nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs
birliklerinin bu tür karar ve eylemleri; 6. maddesi ile de, bir veya birden
fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir
bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu tek başına yahut
başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte
davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasak kabul edilmiş 16.
maddesinde ise belirtilen yasaklara uymayanlar için yaptırımlar
öngörülmüştür. Bu düzenlemeler dava konusu kurallarla
birlikte değerlendirildiğinde, davacıların Anayasa’ya aykırılık savlarının,
somut verilere değil, daha çok ileriye dönük kimi olasılıklara dayandığı, bu
nedenle de Anayasal temelinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu (d) ve
(e) bentlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığı ve istemin reddi gerekeceği
düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fulya
KANTARCIOĞLU KARŞIOY GEREKÇESİ 4756 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesi
ile değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun’un 9. maddesinin son fıkrasında; “Üst Kurul, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabidir.” denilerek RTÜK’ün
denetleme görevi Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na verilmiştir. Anayasa’da, devletin gelir ve
giderlerinin TBMM tarafından denetlenmesi için 160. ve 165. maddelerde
açıklanan ikili yöntem benimsenmiştir. 160. madde ile genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir, gider ve mallarının TBMM adına denetlenmesi görevi
Sayıştay’a verilmiştir. 165. madde de ise kamu kuruluş ve ortaklıklarının
(sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete
ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklar) TBMM’ce denetlenmesi esaslarının
düzenlenmesi Kanun’a bırakılmıştır. RTÜK özerk ve bağımsız bir üst kurul
olması nedeniyle, Anayasa’nın 160. maddesinde öngörülen genel ve katma
bütçeli idarelerden ve 165. maddede belirtilen sermayesinin yarısından
fazlası doğrudan veya dolaylı olarak Devlete bağlı kamu kuruluş ve
ortaklıklarından değildir. 3984 sayılı RTÜK Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca
“Üst Kurulun bütçesi ve kadro cetvelleri Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı bütçesi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe
Komisyonunda incelenir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülerek karara bağlanır.” kuralı bulunmakta ise de salt bu kural RTÜK’ün Sayıştay denetimine tabi olacağı anlamına gelmez.
Nitekim RTÜK dışında hiç bir üst kurulun bütçesi Meclis Bütçesi ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmemektedir. Başka bir anlatımla, Anayasa’da RTÜK’ün de aralarında bulunduğu özerk kuruluşların
“Meclis adına denetlenmesini öngören” açık bir kural getirilmemiştir. Madde
metninde Sayıştay’ın görevleri kapsamında yer alan “... kanunla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama görevini yapar.” şeklindeki kural,
Anayasa’nın 165. maddesinde belirtilen kuruluş ve ortaklıklar ile genel ve
katma bütçeli daireler dışında kalan kuruluşları kapsadığından, bunların
denetiminin Meclis adına Sayıştay’a verilmesi, yasakoyucunun
iradesine bağlıdır. Bu tür kuruluşların mutlaka Sayıştay denetimine tabi
olmaları konusunda Anayasal bir zorunluluk bulunmamaktadır. Devlete ait gelir ve giderlerin
bütünüyle TBMM denetimine tabi olmasının, demokratik parlamenter rejimlerin
gereği olduğu kuşkusuzdur. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararlarında
da bu konu güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Kamu tüzelkişilerinin TBMM
denetimi dışında bırakılmaları söz konusu olmasa da denetimin nasıl
yapılacağı veya yaptırılacağı Yasama Organının takdir alanı içerisinde olan
bir konudur. İptali istenen kural ile yasakoyucu, RTÜK’ün
denetlenmesinde Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunu tercih ederek takdir
hakkını bu yönde kullanmıştır. TBMM’ne 12.7.2004 tarihinde sevkedilen “Düzenleyici ve Denetleyici Kurullar Hakkında
Kanun Tasarısı”nın 24. maddesi birinci fıkrasında ise yasakoyucu
takdirinin Sayıştay lehinde olduğu görülmektedir. Yasakoyucunun, Sayıştay’ın görev alanı içerisindeki kurumların
işlemlerinin yüzde 13’ünün denetimini yapabiliyor olması gerçeği karşısında
daha etkin bir denetim için Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunu tercih
etmesi takdir yetkisinin sınırları içerisinde kullandığını göstermektedir. Öte yandan Anayasa’nın 160. ve 165.
maddelerinde öngörülen denetim dışında farklı denetim modellerinin halen bir
çok özerk kuruluşta uygulandığı da görülmektedir. a- 1958 yılında 7163 sayılı Yasayla
kurulan Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Kanunu’nun 23. maddesinde,
Enstitünün Muhasebe-i Umumiye Kanununa, İhale Kanununa, Sayıştay’ın vize ve
murakabesine tabi olmadığı belirtilmekte ve denetimi düzenleyen 24.
maddesinde; bütçe kesin hesabı ile muhasibin hazırlanacağı zamanı idare
hesabının, ikisi Maliye biri Ankara Üniversitesi ve Divanı Muhasebatça
(Sayıştay) seçilip görevlendirilecek dört üyeli bir heyetçe incelenip tasdik
edileceği, ilgililerin ibra veya muhasibin hakkında zimmet ve tazmin
hükümlerine karar verileceği hüküm altına alınmıştır. b-1960 yılında yürürlüğe giren Türk
Standartları Enstitüsü (TSE) ile ilgili Kanunun 3. maddesinde, organlar
içinde denetleme kuruluna da yer verildiği açıklandıktan sonra 16.8.1985 gün
ve 3020 sayılı Kanunla değişik 8. maddesinde TSE’nin hesapları ve bunlarla
ilgili işlemlerinin, genel kurul üyesi olan veya olmayan Başbakanlığın,
Maliye Bakanlığı’nın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın elemanları arasından
Başbakanlıkça görevlendirilecek birer kişiden oluşan üç kişilik bir kurul
tarafından denetleneceği ve raporun genel kurula sunulacağı belirtilmiş, 4.
maddesinde ise genel kurulun denetleme kurulu raporunu inceleyip, yönetim
kurulunu ibra ile görevli olduğu kaydedilmiştir. c- 1963 Yılında yürürlüğe konulan
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Kanunu’nun 11.
maddesinde; hesapların, Başbakanlıkça iki yıl için atanacak üç murakıptan
meydana gelen bir kurul tarafından denetleneceği, her yıl düzenlenen
raporların Başbakan’a ve Bilim Kurulu’na verileceği, murakıplar raporu
ile Bilim Kurulu raporunun ve
bilançonun, Başbakanlık tarafından dördü Yüksek Denetleme Kurulu, ikisi Sayıştay ve biri Maliye
Bakanı’nca seçilecek 7 kişilik Kurul’a tevdi edileceği, bu Kurul’ca
hesapların ve bilançonun onaylanmasının Bilim Kurulu ve Başbakanın ibrası
anlamına geleceği hükümleri yer almaktadır. d- 1970 yılında yürürlüğe giren Merkez
Bankası A.Ş. Kanunu’nun 13. maddesinde, Denetleme Kurulu’na Bankanın
organları arasında yer verilmiş, 23. maddesinde Denetleme Kurulu Üyelerinin
hangi hisse sahiplerinden oluşacağı düzenlenerek, 24. maddesinde Denetleme
Kurulu’nun bütün işlem ve hesapları denetleyeceği, yıl sonu raporunu Genel
Kurul’a sunacağı, nihai kararın ise Genel Kurul’ca verileceği kurala
bağlanmıştır. e- Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun’un 3.
maddesinde denetleme kuruluna, diğer organlar arasında yer verilmiştir.
Kanun’un 11. ve 12. maddelerinde ise Denetleme Kurulu’nun dört yıl için genel
kurulca seçilecek mali konuda ihtisas sahibi
beş asil ve beş yedek üyeden oluşacağı, Denetleme Kurulu’nun mali işlemleri Kurul
adına denetleyerek raporunu genel
kurula sunacağı ve nihai kararın burada alınacağı belirtilmiştir. f- 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun denetimini düzenleyen 3.
maddesinin ikinci fıkrasında, Kurumun yıllık hesaplarının Sayıştay Denetçisi,
Başbakanlık Müfettişi ve Maliye Müfettişinden oluşan bir komisyon tarafından
denetleneceği kuralının getirildiği görülmektedir. g- Sermaye Piyasası Kurulu Hakkında 2499
sayılı Kanun’da değişiklik yapan 15.12.1999 gün ve 4487 sayılı Kanun’un 17.
maddesinde ilgili bakanın yıllık hesap ve işlemleri denetleteceği ve hazırlanan
raporu Bakanlar Kurulu’na sunacağı, kuralına yer verilmiştir. Bu maddenin uygulaması da bir komisyon
tarafından yapılmaktadır. Bir denetim organının bağımlı olduğunu
iddia edebilmek için; denetime başlamak üzere bir makam ya
da üst kuruluştan (Bakan, Başbakan vb.) önce “onay alınması” daha sonra hazırlanan raporun işleme konulabilmesi
içinde aynı merciden “olur alınması” gerekir. Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurumu, Başbakan dahil hiç bir kurumdan talimat almadan rapor düzenlemekte;
bu raporlar hiç bir kurumun onayına
sunulmadan işleme konulmaktadır. Düzenlenen raporlar, Başbakanlık tarafından
TBMM ile denetlenen kuruluşlara gönderilmektedir. Yüksek Denetleme Kurulu, Anayasa’nın
133. maddesi uyarınca, Devlet tarafından kurulacak Televizyon Kurumunu; özerkliği
ve tarafsızlığı esasının benimsendiği TRT’yi 2954 sayılı Kanun’un 57. maddesi
gereğince denetlemekle görevlendirilmiştir. Bu konuda hazırladığı rapor, 3346
sayılı Kanun’a göre TBMM’nin söz konusu kuruluşu denetlemesinde esas kabul
edilmekte ve ibra edilip edilmemesinde dikkate alınmaktadır. Yüksek Denetleme Kurulu raporlarının
TBMM’ce Anayasa’nın 165. maddesi uyarınca yapılacak denetime esas alınması,
bu raporların bağımsızlığın gerekli kıldığı tüm kurallara uygun olarak ve tarafsız bir anlayışla hazırlandıklarının
kanıtıdır. TBMM’nin iktidar ve muhalefet milletvekillerinden oluşan bir
komisyonda görüştüğü raporların, taraflı olması mümkün değildir. Bağımsızlık,
tarafsızlığın sonucu olup; kesinlikle bağımsızlık tarafsızlıkla sağlanır. Radyo Televizyon Kurumu, Sosyal Güvenlik
Kuruluşları (SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı), GAP İdarisi, Toplu Konut İdaresi,
Atom Enerjisi Kurumu, Türk Patent Enstitüsü, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi (KOSGEB), Milli
Piyango İdaresi, Türkiye İş Kurumu, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (TİKA) ve daha benzeri genel ve katma bütçeli olmayıp ve Sayıştay denetimine tabi olmayan bir
çok kuruluş, Anayasa’nın 165. maddesi
kapsamında Yüksek Denetleme Kurulu’nun ve bu yolla TBMM’nin denetimine
tabidir. Sayılan bu kuruluşlar gibi genel ve katma bütçeli olmayan, örneğin
TRT benzeri özel bütçeli RTÜK’ün de Yüksek
Denetleme Kurulu’nun denetimine tabi olması Anayasa’nın 160. ve 165.
maddelerine aykırı değildir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu
kuralın son fıkrasına ilişkin istemin reddi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum. Üye Ertuğrul
ERSOY KARŞIOY GEREKÇESİ İptal istemine konu 3984 sayılı Kanun’un
28. maddesinin sekizinci fıkrasının
altıncı tümcesinde “...tensip kararı
ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve...” hükmü yer almaktadır. Çoğunluk gerekçesinde, gerçek ve
tüzelkişilerin kişilik haklarına saldırı teşkil eden yayın ile gerçeğe aykırı
olan yayınlardaki eleştirilerin hangi noktadan itibaren kişiliğe karşı işlenmiş
haksız bir tecavüz niteliğini alacağını
belirlemedeki güçlüğü ve Anayasa’da öngörülen temel hak ve
özgürlüklere ilişkin ilkeler arasındaki dengenin korunmasını gözeten yasakoyucunun, hâkimin hüküm kurmasında bilirkişi
görüşünün yararlı olacağını düşünerek tensip kararı ile birlikte bilirkişi
tayin etme zorunluluğu getirmesinde Anayasa’nın 2. ve 141. maddelerine aykırı
bir yön olmadığı belirtilmektedir. Anayasa’nın Başlangıç bölümünün altıncı
fıkrasında, her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme
hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmekte; 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin “...başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devleti” olduğu
ifade edilmekte; 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevleri sayılırken,
“...insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak...” bu cümleden
olarak sıralanmakta; 17. maddesinde, herkesin “...maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip...” olduğu
vurgulanmaktadır. 3984 sayılı Kanun’un 28. maddesi
“Düzeltme ve Cevap Hakkı” başlığını taşımakla birlikte, maddenin sekizinci fıkrasında, gerçek ve
tüzelkişilerin, kişilik haklarına
saldırı teşkil eden” yayınlar ile
gerçeğe aykırı olduğu iddia edilen
yayınlara karşı, ayrıca genel hükümlere göre ilgili yayın kuruluşları aleyhine
tazminat davası açma haklarına sahip
oldukları belirtildikten sonra, iptal istemine konu cümle ile bilirkişi
konusunda düzenleme getirilmektedir. “Kişilik haklarına saldırı”, Anayasa’nın
yukarıda temas edilen hükümleri ile koruma altına alınan “kişinin manevi varlığı” alanına dahil bir haksız fiil teşkil
etmektedir. Sekizinci fıkra ile yayın kuruluşlarının sözkonusu
haksız fiillerine karşı açılacak manevi tazminat davalarının usul ve esasları
belirlenmekte ve iptale konu kimi hükümleri yönünden de Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu ile Borçlar
Kanunu’nun sistematiğinden kısmen ayrılındığı
görülmektedir. Gerçekten, Borçlar Kanunu’nun “Şahsiyet Haklarının Haleldar
Olması” başlıklı 49 uncu maddesinde “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde
tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat
namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların
sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da
dikkate alır...” denirken; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 275.
maddesinde “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde
bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile
çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” hükmü yer almaktadır. Oysa, iptal istemine
konu kuralda, yayın yoluyla kişilik haklarının ihlâli durumunda açılacak
manevi tazminat davası için zorunlu bilirkişilik öngörülmektedir. Borçlar Kanunu ve Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun yukarıda metinlerine yer verilen maddelerindeki
düzenlemeler, Anayasa’nın yine yukarıda işaret edilen kişinin manevi
varlığını koruma ve geliştirmesine yönelik Devletin yükümlülüğünün doğal bir
sonucu ve yansıması olmasına karşın; iptale konu kural bakımından aynı şeyi söyleyebilme imkânı
yoktur. Çünkü, ilk sayılan düzenlemeler karşısında hâkimin karara yönelik
düzenleme alanında tam bir özgürlüğü bulunmakta, hatta bu durumda ortada
teknik değil, tamamıyla hukuki bir sorunun bulunduğu yasakoyucu
tarafından kabul edilmektedir. Oysa, iptale konu kuralda, kişilik haklarının
ihlâli sırf 3984 sayılı Kanun kapsamındaki yayın yoluyla yapıldığı için,
hâkimin zorunlu bilirkişiye başvurması esası benimsenmektedir. Bu düzenlemeyi
hukuken haklı kılacak hiç bir neden olmadığı gibi, bu şekilde kişinin manevi
varlığının korunmasında bir gecikmeye yol açıldığı, hâkimin serbestçe konuyu
değerlendirmesinin önüne bu şekilde bir
engel çıkartılmış olduğu görülmektedir. Anılan kuralla, sorumluluk hukukunun “kişilik hakları”
alanına müdahalede bulunulduğu anlaşılmaktadır. Ortada kamu düzeni bakımından böyle
bir düzenlemeyi haklı kılan bir neden
de mevcut olmadığından; davaların çabuk
sonuçlanması ve bireyin yayın yoluyla bozulan/ihlâl edilen kişilik
haklarının korunmasına yönelik olduğu gerekçesiyle dahi, bu tür bir
müdahaleye hukukilik ve Anayasa’ya uygunluk atfedilebilmesi mümkün değildir. Öte yandan, konunun Anayasa’nın 141.
maddesi ile doğrudan bir ilgisi de bulunmamaktadır. Yapılan yayının eleştiri
mahiyetinde mi olduğu, yoksa kişilik haklarına saldırı mı teşkil ettiği
yolundaki belirlemede hâkimin devre dışına çıkartılarak, bilirkişiye başvurma
zorunluluğunun getirilmesiyle, davalar en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlanmış
olamayacağı gibi, bu yolla temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilkeler
arasındaki denge de korunmuş olmaz. Bilakis, kişinin manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi şeklindeki temel hak ve özgürlük (aynı zamanda bu konudaki Devlet
yükümlülüğü) bu yolla rasyonel olmayan bir biçimde korumaya alınmış olur.
Oysa, hukuk devleti ilkesi de böylesi bir
düzenleme yapılmasına engel teşkil etmektedir. Açıklanan nedenlerle, iptale konu kural
Anayasa’nın yukarıda işaret edilen hükümlerine ve özellikle “Hukuk Devleti”
ilkesine aykırı düştüğünden, iptali gerekir. Bu bakımdan, sayın çoğunluğun
aksi yöndeki kararına katılamadık.
KARŞIOY 1- 4756 sayılı
Yasa’nın 12. maddesiyle 3984 sayılı Kanunun
28. maddesinin iptali istenen altıncı fıkrası değiştirilmiş, bu
değişiklik içinde "Yayını yapmayan
veya karara uygun şekilde yapmayan veya geciktiren kuruluşun yayınlarından
sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi olan anonim şirketin yönetim
kurulu başkanına otuz milyar liradan doksan milyar liraya kadar ağır para
cezası verilir…” hükmü de yer almıştır. Sözü edilen hükümde yayını yapmamak, karara uygun
şekilde yapmamak veya geciktirmek fiillerinden birinin işlenmesi halinde
kuruluşun yayınlarından sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi olan
anonim şirketin yönetim kurulu başkanının birlikte cezalandırılacağı
belirtilmiştir. Böylece, bir kişi tarafından gerçekleştirilen fiile iştiraki olmayan kişi de dahil edilerek
fiilin karşılığı olan tek cezadan iki ayrı kişi sorumlu tutulmaktadır. Anayasa’nın 38.
maddesinin altıncı fıkrasında “Ceza
sorumluluğu şahsidir.” denilmekte, ceza
hukukunda da, cezaların şahsiliği korunarak bir suçun ancak asli maddi fail,
feri maddi fail, asli manevi fail ve feri manevi fail olarak işlenebileceği kabul edilmektedir. Buna göre, suça iştirak
hükümlerine yer verilmeden, fiilin
icrasına hiçbir şekilde iştiraki olmayan bir başkasının da icra edilen fiilden sorumlu tutularak, fiili icra eden
ile birlikte ceza almasını sağlayan düzenleme, cezaların şahsiliği
prensibine, dolayısı ile de Anayasa’nın 38. maddesindeki hükme aykırılık oluşturur. Bu nedenle altıncı
fıkrada yer alan ”… kuruluşun yayınlarından sorumlu en üst yöneticisi ile kuruluşun
sahibi olan anonim şirketin yönetim kurulu başkanına…” tarzındaki
ibarenin iptali gerekir. 2- 4756 sayılı
Yasa’nın 12. maddesiyle 3984 sayılı Kanunun
28. maddesinin iptali istenen sekizinci fıkrası değiştirilmiş, bu değişiklik içinde, “Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde ‘tazminat miktarı, on
milyar liradan az olmamak üzere’
fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir.” hükmüne de yer
verilmiştir. Hüküm altına alınacak
tazminatın alt sınırının yasa ile belirlenmesinin yargıcın takdir hakkını
sınırlandırdığı, hatta tamamen ortadan kaldırdığı, bu durumun ise, sorumluluk
konusunu düzenleyen hukukun temel kurallarıyla bağdaşmadığı ileri
sürülmektedir. Devlet, özgürlük
tanıdığı bütün kurum ve kuruluşlara karşı kişinin haklarını korumak görev ve
yükümlülüğündedir. Bu görev ve
yükümlülük Devlete Anayasa ile verilmiştir. Bu bağlamda, son derece yaygın ve
o denli de etkili olan yayın
organlarının, kişilik haklarına yönelik
saldırılarının olumsuz etkilerini önlemek için anayasal ilkelere uygun
olma koşuluyla kamu hukuku ve özel hukuk alanlarında caydırıcı nitelikte düzenlemeler yapmak Yasama Organı’nın
yetkisindedir. Hakimin takdir yetkisi
Anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik gibi yazılı pozitif hukuk kuralları ile
bağlıdır. Ancak bu bağlılık takdir hakkını kullanamayacağı anlamına gelmez.
Hakim delil değerlendirmede, yasaların yorumunda ve soyut kuralların somut
olaya uygulanmasında takdir hakkını kullanır. Yasama Organı’nın bazı alanları
düzenlemek için anayasal ilkelere uygun olarak bir kısım hak ve kısıtlamalar
getiren düzenlemeler yapması, bu düzenlemelerin de hakim tarafından
yorumlanarak tatbik edilmesi, hakimin takdir hakkının sınırlandırıldığı veya
ortadan kaldırıldığı biçiminde yorumlanamaz. Kural, kişilik
haklarına saldırıda bulunulduğunun
tespit edilmesi halinde, takdir edilecek tazminat miktarının on milyar
liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre belirleneceğini
öngörmektedir. Alt sınırın önceden belirlenmesi manevi tazminat miktarının her olayın
özelliğine göre alt sınırdan daha çoğuna veya
talep edilen miktara kadar
hüküm verilmesine, dolayısıyla da hakimin bu sınırlar içinde takdir
yetkisini kullanmasına mani değildir. Talepten fazlaya hükmedilemeyeceğine
ilişkin genel hukuk kuralı uygulamada
dikkate alınacaktır. Bu kural, hakimin
tazminat miktarını takdir etme
yetkisine aynen alt sınırda olduğu gibi bir üst sınır getirmektedir.
Hakim, yasalarla getirilen bu sınırlamaları dikkate almak suretiyle fiilin ağırlık derecesine göre tazminatın
miktarını takdir edecektir. Öte yandan on milyarlık tazminat alt sınırı,
yaptıkları yayınlarla geniş halk kitlelerine ulaşan ve onlar üzerinde
sonradan düzeltilmesi zor, kalıcı
etkiler bırakan yayın organlarına karşı kişilik haklarının korunması yönünden
yapılacak mücadeleyi etkili kılmak ve
böylece sorumlu yayıncılık anlayışını sağlayabilmek için getirilmiştir. On
milyar liralık tazminat alt sınırının ulusal, bölgesel ve yerel yayın
kuruluşlarına aynı düzeyde uygulanacak olması da bir anayasal sorun oluşturmaz.
Çünkü yasa koyucu, genel kural
olarak tazminat miktarının “fiilin
ağırlık derecesine göre belirlenmesi”ni
öngörmüş, ancak kişilik
haklarına zarar verici fiilin bizatihi
radyo ve televizyon yayınlarıyla yapılmış olmasında belli bir ağırlık
bulunduğunu varsayarak, buna uygun bir
asgari tazminat tutarını da belirleme yoluna gitmiştir. Radyo ve televizyonun
etkisi göz önünde tutulduğunda, bu tutarın yasa koyucunun takdir marjını
aşacak derecede ölçüsüz olduğu
söylenemeyeceği gibi, bölgesel ya da ulusal düzeyde
yapılacak yayınlarla fiilin etki ve ağırlığının artması halinde yargıcın fiilin
ağırlık derecesine göre tazminatı belirlemesine de bir engel yoktur. Kuralın, kişilik
haklarının koruması ile radyo ve
televizyon yayını gibi sosyal etki alanı çok yüksek olan bir özgürlük arasında yaptığı dengeleme, “çatışan
anayasal hakların, her birinde optimal bir etki kalacak şekilde birbirini sınırlamasını
öngören pratik uyuşum ilkesi” ile de uyumludur. Açıklanan nedenlerle
kuralın Anayasaya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi
gerekir. 3- 4756 sayılı
Yasa’nın 13. maddesiyle 3984 sayılı Kanunun
29. maddesinin iptalleri istenilen (d) ve (e) bentleri, “d)
Üst Kurul tarafından düzenlenecek yönetmeliğe uygun olarak her yıl yapılacak
yıllık ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama izlenme veya
dinlenme oranı %20’yi geçen bir televizyon veya radyo kuruluşunda bir gerçek
veya tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı %50’yi geçemez. Gerçek kişinin hisselerinin hesaplanmasında
üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlara ait hisseler de aynı kişiye aitmiş gibi
hesaplanır. e) Bir gerçek veya tüzel kişi veya bir sermaye grubu
%50’den fazla hissesine sahip olduğu bir televizyon veya radyonun yıllık
ortalama izlenme veya dinlenme payı %20’yi geçerse Üst Kurul tarafından
yapılan bildirimden itibaren doksan gün içinde, ortağı bulunduğu televizyon
veya radyodaki hisselerinin bir bölümünü halka arz ederek veya bir kısım
hisselerini satarak, sermaye payını %50’nin altına indirir. Yıllık izlenme
veya dinlenme oranının aşımı birden fazla televizyon ve radyodaki hisselerin
toplamı nedeniyle meydana gelmişse, bu oranı %50’nin altına indirecek biçimde
yeterli sayıda şirketi satar. Bu yükümlülüğün ihlali durumunda kuruluşun
yayın izni iptal edilir.” biçiminde
değiştirilmiştir. Yukarda belirtilen
düzenlemelerle izlenme ve dinlenme oranın %20 olarak yüksek tutulması ve bu
orana ulaşılamayacağı gerçeği karşında görsel ve işitsel medya alanında
tekelleşme ve kartelleşmenin önlenemeyeceği, böyle bir medya gücünün
kullanılması durumunda da ihalelerde haksız rekabete , borsada ise çeşitli işlem oyunlarına neden olunacağı
ileri sürülmektedir. Söz konusu
düzenlemeler, Anayasa’nın 167. maddesinde yer alan “Devlet,... piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme
ve kartelleşmeyi önler.” hükmüne koşut olarak tekelleşme ve kartelleşmeyi
önlemek amacıyla televizyon ve radyo sahipliğine sınırlama getirmiştir.
Böylece izlenme oranı %20’yi geçen bir televizyon ve radyonun çoğunluk
hissesinin, bir gerçek veya tüzel kişiye veya bir sermaye grubuna ait
olmasının önüne geçilmiştir. İleri sürülen
düşüncelerin aksine, bu düzenlemeler Anayasa’nın 167.maddesi hükmüne
uygundur. Diğer taraftan, İzlenme ve dinlenme oranının %20 olması ve bunun
ulaşılması güç bir oran olup olmadığı sorunu sınırlama yöntem ve tekniğine
ilişkin bir konu olup, bunun saptanması
ve yıllık ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama
izlenme veya dinlenme oranına ilişkin kriterin değişik yöntemler içinde en
uygun tercih olup olmadığının belirlenmesi hususları yasama organının yetkisindedir. Tersine
olan görüş Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya uygunluk denetimi yerine, yerindelik denetimi yapmasına yol açar. Bu nedenle ((d)
ve (e) bentlerinin Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir. Yukarıda, açıkladığım
gerekçelerle aksi yönde oluşan çoğunluk kararlarına katılmadım. Üye Mehmet
ERTEN KARŞIOY
YAZISI 1) 4756 sayılı
Yasa’nın 5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayımları Hakkında Kanun”un 9. maddesinin son fıkrası yönünden,
anılan kuralın Anayasaya aykırı olmadığına ilişkin Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
karşıoy yazısında yer alan düşüncelere
aynen katılıyorum. 2) 4756 sayılı
Yasa’nın 12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayımları Hakkında Kanun”un 28. maddesinin sekizinci fıkrasının
dördüncü cümlesi yönünden, anılan kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına
ilişkin Mehmet ERTEN’in karşıoy
yazısında yer alan düşüncelere aynen katılıyorum. 3) 4756 sayılı
Yasa’nın 7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayımları Hakkında Kanun”un 12. maddesinin (d) bendi “Radyo ve televizyon kuruluşlarına 33 üncü
madde uyarınca verilecek idari para cezaları”nı Kurum’un gelirleri
arasında zikretmiştir. Bu duruma göre, Kurum kendi gelirlerini kendi vereceği cezalarla artırma imkanına
sahip olmaktadır. Böyle bir imkanın cezanın verilmesini özendirmeyeceği ve
ceza miktarı üzerinde etkili olamıyacağı
söylenemez. Kaldı ki bir an için Kurum’un ceza verme yetkisini adil bir
biçimde kullanacağı varsayılsa bile, Kurumca verilecek cezanın aynı zamanda
Kurum geliri olmasının cezaya muhatap olanda uyandıracağı güvensizlik
duygusu, hukuk devleti ilkesi ilkesiyle ve
ceza verecek makamın tarafsızlığı ilkesiyle bağdaştırılamaz. Kurumca
verilecek cezaların yargısal denetime tabi olması da bu durumu değiştirmez,
aksine davada haklı çıkan davacının Kuruma karşı güvensizliğini daha da
artırır. Nitekim daha önce de Rekabet
Kurulu ile ilgili olarak cezaların yüzde yirmibeşini
Kurum geliri olarak belirleyen benzer bir kural (4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun
m. 39 b), Danıştay 10. Dairenin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi önüne
gelmiş, ancak Mahkeme, anılan kuralı “uygulanacak kural” niteliğinde
görmediği için için esasına girmeksizin davayı
reddetmişti (AYM 17.04.2002, E. 2002/69, Kb 2002/
45). Daha sonra yasa koyucunun, cezaların yalnızca yüzde yirmibeşini
Kurum geliri sayan bu kuralı dahi
yürürlükten kaldırmış olması (4971
sayılı Yasa m.25 B), bu konuda duyulan rahatsızlığın bir göstergesidir. İptal konusu kuralın
cezanın tamamına Kurum geliri olarak yer verdiği gözönünde
tutulursa, gerek hukuk devleti ilkesine ve gerekse cezayı verecek makamın
tarafsızlığı ilkesine olan aykırılık,
çok daha belirgin bir nitelik
kazanmaktadır. 3984 sayılı Yasa’nın
değişik 12. maddesinin (d) bendi, açıklanan nedenlerle Anayasa’ya aykırı
olduğundan, iptal isteminin reddine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye
Fazıl
SAĞLAM KARŞIOY YAZISI 1. 4756 sayılı Kanunun 12. maddesi ile
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 28. maddesinin altıncı fıkrasında düzeltme
ve cevap hakkına ilişkin yayını yapmayan veya karara uygun şekilde yapmayan
veya geciktiren kuruluşun yayınlarından sorumlu en üst yöneticisi ile
kuruluşun sahibi olan anonim şirketin yönetim kurulu başkanına otuz milyar
liradan doksan milyar liraya kadar ağır para cezası verileceği, ayrıca,
kuruluşa Üst Kurulca eylemin ağırlığına göre üç aya kadar gelir getirici
yayın yapma yasağı verilebileceği, eylemin tekrarı halinde yayın izninin
iptal edileceği ve en yüksek para cezasına hükmolunacağı
öngörülmüştür. Anayasa’da düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyeti ile basın hürriyetinin, “başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve
aile hayatlarının korunması” amacıyla sınırlanabileceği kabul edilmiş, süreli
haberleşme organlarının faaliyetlerinde kişilerin haysiyet ve şereflerinin
korunması ve gerçeğe aykırı yayınların düzeltilmesi amacıyla düzeltme ve
cevap hakkı tanınmıştır. Dava konusu düzenleme ile, Anayasa’nın 32.
maddesinde düzenlenen “Düzeltme ve Cevap Hakkı” korunmakta ve bu konudaki
yargı kararını zamanında yerine getirmeyen sorumlularla, ilgili kuruluşa
verilen cezalar ile bu hakka işlerlik kazandırılmaktadır. Yasakoyucu, ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde yetkisini
kullanırken Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak
kaydıyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü
ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı veya hafifletici tutum ve davranışların neler
olacağı konusunda takdir yetkisini haizdir. Ancak, suç olarak tanımlanan eylemle yaptırım arasında
demokratik bir toplumda uygun görülebilecek adil bir dengenin bulunması da
Hukuk Devleti olmanın gereğidir. Bu açıdan anılan fıkra incelendiğinde; a) Yayını yapmayan veya karara uygun
şekilde yapmayanlarla geciktiren sorumlulara
aynı miktarda ceza öngörülerek, eylemle ceza arasındaki dengenin
gözetilmemesi, b) Çok
yüksek miktarda para cezası (2004 yılı itibariyle 61.294.498.000 -
183.883.500.000 TL.dir) öngörülmesi, c)
Sorumlulara verilen para cezaları yanında ayrıca kuruluşa da üç aya
kadar gelir getirici yayın yapma yasağının uygulanması suretiyle birçok radyo
ve televizyon kuruluşunun yayınına son verme durumuyla karşı karşıya
bırakılması, d) Tekrarı halinde yayın izninin iptal
edilmesi, şeklindeki yaptırımlar, amaç-araç
orantısını gözetmeyen boyutta olup, “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkesiyle bağdaşmamaktadır, dolayısıyla Anayasa’nın 13.
maddesine aykırıdır. Ayrıca, anılan fıkrada, yayını yapmayan
veya karara uygun şekilde yapmayan veya geciktiren kuruluşun yayınlarından
sorumlu en üst yöneticisi ile birlikte kuruluşun sahibi olan anonim şirketin
yönetim kurulu başkanı da cezalandırılmaktadır. Bu kişinin, bir düzeltme ve
cevap hakkının yayınlanmadığından veya
maddede belirtilen şekilde yayınlanmış olduğundan haberi olmayabilir. Adı
geçenin, somut olayda suça iştiraki bulunmadığı sürece sadece anonim şirketin
yönetim kurulu başkanı sıfatıyla cezalandırılması cezaların şahsiliği ilkesi
ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, fıkradaki “…ile kuruluşun sahibi olan
şirketin yönetim kurulu başkanına” ibaresi Anayasa’nın 38. maddesine de
aykırıdır. Fıkranın belirtilen cümlelerinin iptali
halinde diğer bölümünün de uygulanma olanağı kalmayacağından, tümünün iptali
gerekmektedir. 2. 4756 sayılı Kanunun 16. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 33. maddesinin ikinci fıkrasında, birinci
fıkrada belirtilen aykırılıkların tekrarı halinde uygulanacak idari para
cezaları düzenlenmiştir. Buna göre, ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlara
125-250 milyar(2004 yılı itibariyle 255.393.748.000-510.787.498.000) lira
arasında, bölgesel, yerel ya da kablo ortamından
yayın yapan kuruluşlara, kapsadığı yayın alanındaki il ve ilçe nüfusuna göre
60-100 (2004 yılı itibariyle 122.588.998.000-204.315.000.000), 30-60 (2004
yılı itibariyle 61.294.498.000-122.588.998.000), 20-40
(40.862.998.000-81.725.998.000) ve 5-10 (10.215.748.000-20.431.498.000)
milyar lira arasında idari para cezası uygulanabilecektir. Radyo yayınları
için bu tutarların yarısı uygulanacaktır. Maddenin beşinci fıkrasında, 3984 sayılı
Kanunun 4. maddesinin (a), (b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın
yapılması halinde uyarı yapılmayacağı ve yayın kuruluşunun yayınının bir ay
durdurulacağı, ihlalin tekrarı halinde yayının süresiz olarak durdurulacağı
ve yayın lisans izninin iptal edileceği hükme bağlanmıştır. Bu duruma göre,
yukarıda belirtilen para cezaları bu bentler haricindeki ihlaller hakkında
uygulanacak demektir. Para cezasını gerektiren bu ihlallerin niteliği ile
para cezalarının miktarı ve her bir aykırılık için ayrı bir idari para
cezasının verileceği nazara alındığında para cezalarının çok yüksek olduğu
görülmektedir. Zira, bu cezalar basın ve yayın dışında bir gelire sahip
olmayan ulusal ve özellikle yerel ve bölgesel televizyon ve radyo
kuruluşlarının yayın hayatlarını sürdürmelerini olanaksız kılabilir.
Cezaların caydırıcı nitelikte olması, ancak, basın ve yayın kuruluşlarının
yaşama şanslarını da ellerinden almaması gerekmektedir. Bu nedenle, dava
konusu kuraldaki para cezaları, Anayasa’nın haber alma özgürlüğünü düzenleyen
26. ve basın özgürlüğünü düzenleyen
28. maddeleri ile bağdaşmamaktadır. Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve
özgürlüklerle ilgili sınırlamaların “demokratik toplum düzeninin gereklerine”
ve “ölçülülük” ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Demokratik hukuk
devletinde güdülen amaç ne olursa olsun sınırlamalar özgürlüğün
kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan kaldıracak düzeyde olamaz. Anılan
fıkra ile öngörülen, ulusal, bölgesel ve yerel çerçevede hizmet veren birçok
yayın kuruluşunun kapanmasına neden olacak tutarlardaki para cezalarını haklı
bir nedene dayandırmak, Anayasa’nın 13. maddesindeki “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkesiyle bağdaştırmak da olanaksızdır. Bu nedenlerle, anılan fıkranın
Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali
gerekmektedir. 3. 4756 sayılı Kanunun 16. maddesi ile
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 33. maddesinin beşinci fıkrasında “4 üncü
maddenin ikinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı
yayın yapılması halinde uyarı yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını bir ay
durdurulur. İhlalin tekrarı halinde yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın
lisans izni iptal edilir.” denilmektedir. Bu yaptırımı gerektiren eylemler
şöyledir; a- Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık
ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması, b-Toplumu şiddete, teröre, etnik
ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, mezhep ve bölge farkı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları
oluşturan yayınlara imkan verilmemesi, c- Yayıncılığın, gerek yayın
organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye
kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek
veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması. Bunlardan (a) ve (b) bentlerinde
belirtilen eylemlerin niteliği ile (c) bendinde düzenlenen eylemlerin nitelikleri çok farklıdır. İlk
iki ilkenin Cumhuriyetin temel nitelikleri, milli güvenlik ve kamu düzeni
bakımından yaşamsal önemine karşılık, sonuncusunda yayıncılığın haksız çıkar
doğrultusunda kullanılması söz konusudur. Böyle bir durumda da kamu düzeni
olumsuz yönde etkilenebilir. Ancak, bunun boyutu diğer bentlerle
kıyaslanamayacak ölçüde olduğundan bu nitelikteki bir yayıncılığa karşı
alınacak önlemlerin ve uygulanacak yaptırımların da amaçla orantılı olması
gerekmektedir. Bu nedenle, (c) bendindeki eylemlere uyarı yapılmadan ve fıkrada öngörülen
ağırlıkta ceza verilmesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkesi ile bağdaşmadığından Anayasa’nın 13. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne
katılmıyorum. Üye A.
Necmi ÖZLER KARŞIOY
GEREKÇESİ İptal istemine konu 3984 sayılı
Kanun’un 9. maddesinin son fıkrası “Üst Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun denetimine tâbidir.” hükmünü öngörmektedir. Çoğunluk gerekçesinde, Anayasa’nın 160.
ve 3984 sayılı Kanun’un 12. maddesinin dördüncü fıkrası hükümleri dikkate
alındığında, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun denetiminin Sayıştay’ca
yapılması gerekirken, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na bu yetkinin
verilmesinin Anayasa’ya aykırı düştüğü belirtilmektedir. Bilindiği üzere, Anayasa’nın 160.
maddesi Sayıştay’a, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve
giderleri ile mallarını TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak yetkisini vermiş; 165. maddesi ise
sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete
ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının TBMM’ce denetlenmesi esaslarının
kanunla düzenleneceği ilkesini öngörmüştür. Anayasamızda özel kanunla kurulmuş, kamu tüzelkişiliğini
haiz, idari-mali yönlerden özerk kuruluşların yapısı, faaliyetleri ve
denetimine ilişkin herhangi bir kural bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, bu kuruluşların mutlaka Sayıştay
denetimine tâbi olması konusunda Anayasal bir zorunluluk getirilmemiştir.
Özerk kuruluşlar, daha önce yasalar tarafından Bakanlar Kurulu’na, çeşitli
Bakanlıklara veya siyasi iradeyi temsil eden diğer organlara verilmiş olan
yetkilerin devredildiği kuruluşlardır.
Daha önce bu yetkiler siyasi irade sahiplerinde iken denetimleri nasıl TBMM
tarafından yapılmakta idiyse, bu yetkilerin devredildiği kurumların
denetimlerinin de yine doğrudan TBMM tarafından yapılmasında Anayasa’ya
aykırı düşen bir yön yoktur. Doğrudan denetimin ise Anayasa’nın 165. maddesi
delaletiyle Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nca yapıldığı izahtan
varestedir. Öte yandan, özel yasalarla kurulmuş ve
öğreti ile uygulamada “özerk kuruluşlar”, “bağımsız idari otoriteler”,
“bağımsız idari kurumlar” veya “Düzenleyici idari kurum/kurullar” olarak
adlandırılan teşkilatlanmalardan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Tütün
Kurumu, Şeker Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu gibi
kuruluşların Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nca hazırlanan raporlar
üzerine TBMM denetimine tâbi olduğu, keza, Merkez Bankası, Sermaye Piyasası
Kurulu, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, Türk Standartları
Enstitüsü, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Türkiye Futbol
Federasyonu, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) gibi idari
ve mali özerkliğe sahip, tüzelkişiliğe haiz kimi kurumların da Sayıştay
denetimine tâbi tutulmadıkları, kimilerinin Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu denetimine, kimilerinin ise
özel bir denetim modeline tâbi
tutuldukları görülmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun da sui generis bir
yapılanma olması ve Anayasa’da bu
konuda açık bir hüküm bulunmaması karşısında, kıyas yoluyla Anayasa’nın 160.
ve 165. maddelerinin ölçü-norm olarak kullanılmaması gerekir. Hal böyle
olunca da, yasakoyucunun takdir hakkını, sözkonusu “Kurul”un denetiminin Sayıştay yerine Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu’nca yapılacak denetim üzerine hazırlanacak raporun
TBMM’ne sunulması şeklinde tecelli ettirmesi, bu amaçla iptal davasına konu
yasal düzenlemeyi getirmesinde Anayasa’nın ruhuna aykırı hareket edilmediği
anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, iptal istemine dair
başvurularda, özerk ve yansız bir kamu tüzelkişiliğinin (RTÜK’ün)
Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu’nca denetlenmesinin, “tarafsızlık”
niteliği ile bağdaşmadığı, bu görevin bağımsız bir yüksek denetleme organı olan Sayıştay’a
verilmesinin, Üst Kurul’un (RTÜK’ün) “özerk ve
tarafsız” yapısına daha uygun düşeceği, bağımsızlığı bulunmayan, örgütsel
yapısı, amaç ve yöntemleri itibariyle doğrudan Başbakan’a bağlı bir Kurul’un
denetiminde yetkili kılınması suretiyle RTÜK’ü siyasi
iktidarın denetimine sokan bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri
sürülmekle beraber, bu iddialara da katılmaya imkân yoktur. Gerçekten,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun
statüsünü düzenleyen 72 sayılı KHK hükümleri incelendiğinde, bu Kurul’un
iddia edildiği gibi Başbakan’ın emrinde bir kuruluş olmadığı, Yüksek
Denetleme Kurulu’nun Anayasa’nın 165.
maddesinde öngörülen Meclis denetiminin yerine getirilmesinde Anayasal
bir görev üstlendiği, TBMM KİT Komisyonu’nun, denetim görevini Yüksek
Denetleme Kurulu raporları üzerinden yaptığı, Kurulun, Başbakan dahil hiç bir
merciden talimat almadan rapor hazırladığı ve hazırladığı raporları hiç bir
merciin onayına sunmadan işleme
koyduğu, oysa bir denetim organının
bağımlı olduğunu söyleyebilmek için, denetime başlamak üzere bir
merciden (Bakan-Başbakan vb) önce onay
alınması, daha sonra hazırlanan raporun işleme konulabilmesi için de keza
aynı merciden olur alınması gerektiği, 72 sayılı KHK’de
geçen, Kurul’un Başbakanlığa bağlı olduğu ifadesinin, sözlük anlamında bir
bağlılık veya bağımlılığı amaçlamayıp, çeşitli kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerde konum
belirten bir anlamda kullanıldığı, örneğin uygulamada Kurul’ca hazırlanan
raporların, Başbakanlık marifetiyle ilgili kuruluşlara gönderildiği, yani
Başbakanlığın işlevinin aracılık yapmaktan ibaret olduğu, Yüksek Denetleme Kurulu’nun 18
üyesinin 9’unun en az 20 yıl görev yapmış kamu çalışanlarından seçildiği,
diğer 9’unun ise bizzat Kurul tarafından önerilen iki kat
(18 kişi) aday arasından Bakanlar Kurulu’nca atandığı, Yüksek
Denetleme Kurulu’nun programının Kurul Başkanı tarafından hazırlandığı ve
yürürlüğe konulduğu, yıllık denetleme raporlarının başka bir merciin onayına
sunulmaksızın TBMM’ne ve ilgili kuruluşlara gönderilmek üzere Başbakanlığa
sunulduğu, bu süreç içinde Yüksek
Denetleme Kurulu’nun tam bağımsız olarak çalıştığı, diğer bir deyişle
Kurul’un kurumsal, bireysel, mali ve yetkiler yönünden bağımsızlığı haiz
bulunduğu açıkça görülmektedir. Bu açıklamalar çerçevesinde, TRT gibi
genel ve katma bütçeli olmayan, Anayasa gereği tarafsız ve özerk statüdeki
bir kurumu yıllardır denetleyen Yüksek
Denetleme Kurulu’nun, aynı statüdeki RTÜK’ü
denetleyemeyeceği iddiasına katılmaya imkân görmediğimden; RTÜK’ün denetiminin Yüksek Denetleme Kurulu tarafından
yapılmasına dair inceleme konusu kuralın Anayasa’nın 160. ve 165. maddelerine
aykırı olmadığı kanısına vararak; sayın çoğunluğun aksi yöndeki iptal
kararına katılmadım. Üye Serdar
ÖZGÜLDÜR |