24 Temmuz 2009 CUMA

Resmî Gazete

Sayı : 27298

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/61

KARAR NO: 2008/178

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen        : A.P.

Vekili                                                                        : Av. M.Ö.

Karşı Taraf                                                                : Büyükçekmece Belediye Başkanlığı

O L A Y     : I) Yakuplu Belediye Başkanlığı’nca A.P. vekiline gönderilen 5.10.1995 gün ve 1074/986 sayılı yazıda; 20.9.1995 gün ve 1074 sayılı dilekçe ile, 775 sayılı Yasa’ya dayanarak gecekondu önleme bölgesinden 198 ada, 3 parsel sayılı gayrimenkulün A.P.’e tahsis edildiği, satış bedelinin de Büyükçekmece Belediyesi’nce tahsil edildiği belirtilerek tahsis belgesinin verilmesinin talep edildiği, bahse konu arsanın bulunduğu gecekondu önleme bölgesinin beldelerinin daha önce mücaviri olduğu dönemde Büyükçekmece Belediyesi’nce ihdas edilerek arsa tahsis işlemleri yapılıp bedellerinin tahsil edildiği, bölgeyle ilgili arsa devir işlemleri konusunda Büyükçekmece Belediyesi ile Belediyeleri arasında protokol yapıldığı, ancak, devir işleminin henüz tamamlanamadığı, Büyükçekmece Belediyesi’nden Belediyelerine intikal eden belgelerin incelenmesi neticesinde, A.P.’e tahsis edildiği belirtilen arsanın S.D., F.F., ile S.M. adına tahsis edildiği ve tahsis belgesinin verildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir.

A.P. vekili, bu işlemin iptali istemiyle Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’nı davalı göstermek suretiyle 16.11.1995 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. Mahkemece, davalının Büyükçekmece Belediye Başkanlığı ile Yakuplu Belediye Başkanlığı olarak düzeltilmesine karar verilmiş; dava bu davalılar husumetiyle görülmüştür.

İstanbul 5. İdare Mahkemesi; 28.1.1998 gün ve E:1995/1904, K:1998/37 sayı ile davanın reddine karar vermiş; bu kararın, A.P. vekili tarafından temyizi üzerine, Danıştay 6. Dairesi’nin 18.11.1999 gün ve E:1998/5322, K:1999/5871 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir.

İstanbul 5. İdare Mahkemesi; 13.2.2002 gün ve E:2000/507, K:2002/122 sayı ile, Danıştay bozma kararına uymak suretiyle yaptığı araştırma sonucu davanın reddine karar vermiş; bu kararın A.P. vekili tarafından temyizi üzerine Danıştay 6. Dairesi’nin 25.5.2004 gün ve E:2002/5962, K:2004/3281 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir.

Bunun üzerine, İSTANBUL 5. İDARE MAHKEMESİ; 28.1.2005 gün ve E:2004/2348, K:2005/78 sayı ile, Danıştay 6. Dairesi’nin 25.5.2004 günlü ve E:2002/5962, K:2004/3281 sayılı bozma kararına uyularak işin gereğinin görüşüldüğü, davanın, 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca davacıya tahsis edilmesi gereken İstanbul, Büyükçekmece, 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin 5.10.1995 günlü, 1076/985 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 775 sayılı Gecekondu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 14. maddesinde, "Arsa tahsis edilen vatandaşların adı ve soyadı, arsanın ada ve parsel numaraları ve Gecekondu Kanununun 26. maddesine göre tesbit edilen arsa bedeli belediyelerce bir mektup ile Türkiye Emlak Kredi Bankasına da bildirilir. Lehlerine arsa tahsis edilen şahıslar, tahsisin yapıldığına dair ilan tarihinden itibaren 6 ay içinde arsa bedelinin 1/10'unu Türkiye Emlak Kredi Bankasında belediyeler adına açılan fon hesabına yatırmak mecburiyetindedirler. Bu mecburiyetleri müddeti içinde yerine getirmeyenlere tescil işlemi yapılmaz ve yapılan tahsis de iptal olunur. Kamu kurum ve kuruluşlarına, Bakanlıkça arsa tahsisi veya satışında Türkiye Emlak Kredi Bankası nezdinde 2 nolu hesabına; Belediyesince arsa tahsisi veya satışında ise aynı banka nezdindeki Belediye fon hesabına arsa bedelinin tamamının yatırılması halinde arsaları teslim edilir" hükmünün getirildiği, anılan Yönetmeliğin 15. maddesinde ise, "Kendilerine gecekondu ıslah ve önleme bölgelerinde arsa tahsis edilenlerden 6 aylık süre içinde banka bedelinin 1/10'unu bankadaki belediye fon hesabına yatırdığına dair banka makbuzu ibraz edenlere belediyelerce arsa tahsis belgesi verilir. Tahsis sahipleri bu belgeleri alır almaz derhal bankaya başvurarak bakiye arsa bedelini borçlanmak üzere Bankanın tanzim edeceği sözleşmeyi imzalar. Tapu daireleri; lehine arsa tahsis edilen şahıs ve Banka tarafından ibraz edilen sözleşme ve tahsis belgesine istinaden belgeye sözleşmede ada ve parsel numaraları belirtilmiş olan arsayı lehdar adına tescil ve aynı anda mezkur arsa üzerine sözleşmedeki meblağ ve şartlar dairesinde birinci derece ve sırada olmak üzere Bankaya verir" denildiği, dosyanın incelenmesinden, 16.6.1992 de Büyükçekmece Belediyesi’nce tahsis edilen dava konusu parselin arsa bedelini ödeyerek, 6.7.1995 günlü arsa tahsis belgesi istemli dilekçesi ile Büyükçekmece Belediyesi’ne başvuran davacıya taşınmazın yeni kurulan Yakuplu Belediyesi sınırları içinde kaldığının bildirildiği, anılan Belediyeye yapılan başvuru üzerine dava konusu işlemle, taşınmazın bulunduğu gecekondu önleme bölgesinin Büyükçekmece Belediyesi’nce ihdas edilerek arsa tahsis işlemlerinin yapıldığı, bölgeyle ilgili arsa devir işlemleri konusunda Büyükçekmece Belediyesi’yle protokol yapıldığı, ancak devir işleminin henüz tamamlanmadığı, arsanın S.D., F.F., S.M. adına tahsis edilerek tahsis belgesinin verildiğinin anlaşıldığı, Yakuplu Belediyesi ile Büyükçekmece Belediyesi arasında imzalanan protokolün 16. maddesinde, Büyükçekmece Belediyesi’nce ferdi olarak tahsis edilen 193, 198, 199, 200 sayılı imar adalarına isabet eden şahısların 775 sayılı Kanun’a göre haklarının Yakuplu Belediyesi’nce korunacağının belirtildiği, yukarıda belirtilen Yönetmelik hükmünde arsa tahsis bedelinin ödenmemesi halinde tahsisin iptal edileceğinin açıkça belirtildiği, davacının, 16.6.1992 günlü yazı ile; arsa tahsisinin yapıldığı, arsa tahsis belgesi almak için 30 gün içinde Belediyeye başvurması gerektiği, aksi halde tahsisin iptal edileceğinin bildirilmesi üzerine Yönetmelikte öngörülen altı aylık süre içinde 3.9.1992 günü arsa bedelini ödediği, Yakuplu Belediyesi’nin 1.12.1993 gün ve 21775 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçişleri Bakanlığı kararı ile kurulduğu, Büyükçekmece Belediyesi ile bu Belediye arasında yapılan protokol sonucu devri gereken arsaların Yakuplu Belediyesi’ne devrinin yapılmadığı, Yakuplu Belediyesi’nin kurulduğu tarihten önce 198 ada, 3 parsel için 1988-1992 yıllarında ödemenin 3.9.1992 günlü makbuzla yapıldığı, hak sahibi olduğu sabit olup, Büyükçekmece Belediyesi’nce bu husus dikkate alınmayarak 3. kişilere yapılan tahsis yerinde olmadığı gibi, yeni kurulan Yakuplu Belediyesi’ne yapılan başvuru üzerine idarece bir araştırılma yapılmaksızın tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

II) S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi vekilince; davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’nın, gecekondu önleme bölgesi ilan ettiği Yakuplu Köyü hudutları içerisindeki çok sayıda taşınmazla birlikte, eski 7 ada 3 parsel, (ifraz sonucu 7 ada 40-41-42-43-44-45 parsel) nolu taşınmazı da kamulaştırdığı ve tapuların da Belediye adına intikal ettiği, davalı Belediyenin, kamulaştırma veya devir yolu ile edindiği gecekondu önleme bölgesi içerisinde kalan taşınmazları, ada ve parsellere ayırdığı ve ihtiyaç sahibi kişi veya kooperatiflere tahsis ettiği, 7744.16 m2 alanlı eski 198 parsel(yeni 661 parsel), 8117.95 m2 miktarlı eski 198 parsel(yeni 662 parsel) ile 7429.39 m2 miktarlı eski 200 parsel(yeni 663 parsel) davalı Belediye tarafından 71 özel parsel olarak kişilere verildiği, bu üç parselin toplam alanının 23.291.50 m2 olduğu, parsel maliklerinin daha sonra, diğer münferit parsel sahipleri kişilerle birlikte, davalı İdarenin talimatı doğrultusunda davacı kooperatif bünyesinde toplandıkları, 1/2500 ölçekli özel plana göre hazırlanan haritada toplam 23.291.50 m2 alanlı eski 198,199 ve 200 (yeni 661-662 ve 663 nolu parseller) 7 ada 45 parsel içerisinde kaldığı, 7 ada 45 parselin tapuda 78.594 m2 olarak davalı Belediye adına kayıtlı olduğu, Kooperatif üyelerine tahsisi yapılan taşınmazların arsa bedellerinin tamamının, üyeler tarafından davalı idareye ödendiği, davalı idarece kooperatiflerine tahsis edilen 7 ada 45 nolu parsel içerisinde kalan toplam 23.291.50 m2 alanlı eski 198-199-200 parsellerin tapularının(yeni 661-662-663 parseller) tüm yazılı ve sözlü taleplerine rağmen, davalı İdarece kooperatiflerine devir edilmediği, bu nedenlerle, davalı İdarece 71 özel parsel olarak planlanan ve kooperatif üyelerine tahsisi yapılan toplam 23.291.50 m2 miktarlı, eski 198-199-200 parselin (yeni 661-662-663 parseller) 7 ada 45 parsel içerisinde kalan yaklaşık 23.291.50 m2 lik bölümünün bu parselden ifraz edilerek oluşacak parselin, davalı İdare adına olan tapu kaydının iptali ve kooperatif adına tapuya tescili için işbu davayı açmak zorunda kaldıklarını, davalı İdarenin kooperatife tahsis ettiği taşınmazı başka kişi veya kooperatiflere tahsis ve devri ihtimali söz konusu olduğundan, taşınmazın tapu kaydı üzerine, üçüncü kişilere devrin önlenmesi bakımından ihtiyati tedbir konulmasını, sonuç olarak, ihtiyati tedbir taleplerinin kabulü ile, 7 ada 45 parselin tapu kaydı üzerine, üçüncü kişilere devir ve temlikin önlenmesi bakımından, ihtiyati tedbir vaazına, kooperatife tahsis edilen, toplam 23.291.50 m2 miktarlı eski 198-199 ve 200 parselin (yeni 661-662 ve 663 parsel) davalı İdareye ait, 7 ada, 45 parsel içerisinde kalan, yaklaşık, 23.291.50m2 lik bölümünün 7 ada 45 parselden ifraz edilerek, davalı İdareye ait olan tapu kaydının iptali ile, oluşacak parselin kooperatif adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’nı davalı göstermek suretiyle 20.2.2001 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

BÜYÜKÇEKMECE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 15.4.2004 gün ve E:2001/306, K:2004/197 sayı ile, davacı vekili, 20.2.2001 tarihli dava dilekçesini tekrar ile davalı Belediye Başkanlığı’nca gecekondu önleme bölgesi olarak ilan edilen Yakuplu Beldesi eski 198 parsel yeni 661 parseldeki 1 ile 25, eski 199, yeni 662 parseldeki 1 ile 24 ve eski 200, yeni 663 parsel içerisindeki 1 ila 22 nolu parselleri özel bölmek sureti ile müvekkili kooperatifin ortaklarına tahsis ettiğini, müvekkili kooperatif ortaklarının kendilerine tahsis edilen taşınmazlarda amacına uygun olarak inşaatlarını tamamladıklarını ve tahsis bedelini davalı Belediyeye ödemiş olduklarını, Belediyeye yapılan başvuruya rağmen davalı Belediyenin tahsis ettiği taşınmazları tapuda kooperatif ortaklarına bu güne kadar devretmediğini, ayrıca kooperatifçe yapılan 30.6.2001 tarihli genel kurulda oy çokluğu ile alınan karar ile Belediyece ortaklara tahsis edilen taşınmazların müvekkili kooperatife devredildiğini; Genel Kurulun bu kararına muhalif olan 2 üyenin de sonradan verdikleri 16.9.2002 tarihli muvafakatname ile kendilerine tahsis edilen haklarını kooperatife devrettiklerini, böylece başlangıçta kooperatif ortaklarına tahsis edilen taşınmazların tahsis haklarının müvekkili kooperatife geçtiğini, inşaatların tamamlanması üzerine gerekli devir ve işlemlerin yapılabilmesi için kooperatifin yetki aldığını, ayrıca taşınmazların bulunduğu mevkide Belediyece yapılan imar uygulaması nedeni ile 661 ada 1 ila 25, 662 ada 1 ile 24 ve 663 ada 1 ile 22 müstakil parseller oluşturulduğunu belirterek buna göre taleplerini ıslah etmek sureti ile kooperatife tahsis edilen Yakuplu 661 ada 1 ila 25, 662 ada 1 ile 24 ve 663 ada 1 ile 22 nolu parsellerin davalı Belediye adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili kooperatif adına tesciline karar verilmesini dava ve talep ettiği, davalı vekilinin açılan davanın haksız ve yersiz olduğunu belirterek davanın reddini istediği, davanın, davalı Belediye tarafından 775 sayılı Yasa hükmüne göre gecekondu önleme bölgesi olarak ilan edilen ve bu amaçla ooperatif üyelerine tahsis edilen taşınmazların halen Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile davacı kooperatif adına tescili talebi olduğu, davaya konu edilen taşınmaza ait tapu kayıtlarının getirtildiği, ayrıca davacı kooperatife ait üye kayıtları ile davacının dayanak yaptığı 30.6.2001 tarihli davacı kooperatif genel kurulu karar ve davacı kooperatifin üyelerinin tahsis haklarının kooperatifi devrettiklerine dair kayıtlar getirilip incelendiği, seçilen bilirkişiler yardımı ile mahallinde keşif yapılarak bilirkişilerden uygulama ile ilgili mütalaa raporu ve kroki alındığı, tüm bunlardan davacı kooperatif üyelerine tahsis edildiği ihtilafsız olan taşınmazın üyeler tarafından tahsis bedellerinin davalı Belediyeye ödendiği halde taşınmazların devrinin yapılmadığı ve taşınmazlar üzerine tahsis amacına uygun konutlar yapılmış olduğu, yine kooperatif genel kurulunca alınan karar ile ortaklarının tahsis haklarını kooperatife devretmiş oldukları, bu karara muhalif kalan üyelerinde bilahare verilen noterden düzenlenmiş muvafakatname ile söz konusu haklarını devrettikleri anlaşılmış olduğundan buna göre sabit olan davanın kabulüne karar verilmesinin icap ettiği gerekçesiyle davacı vekili tarafından davalı Belediye Başkanlığı aleyhine açılan ve sabit olan davanın kabulü ile Büyükçekmece Yakuplu Beldesi eski 198 nolu parsel, yeni aynı yer 661 ada, 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25, eski 199 nolu parsel, yeni aynı yer 662 ada, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24 ve eski 200 nolu parsel yeni aynı yer 663 ada, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21 ve 22 parsellerin davalı adına olan tapusunun iptali ile davacı S.S.Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi adına tapuya tesciline karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ’NDEN İSTEK: A.P. vekili, davalı olarak Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’nı göstermek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verdiği dilekçesinde; yargılamanın duruşmalı olarak yapılarak, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 2004/2348 E - 2005/78 K sayılı kesinleşmiş kararı ile Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/306 E - 2004/197 K sayılı kesinleşmiş kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının ve müvekkilinin mağduriyetinin giderilmesi gerektiği, müvekkiline 775 sayılı Yasa’ya dayanarak gecekondu önleme bölgesinden 198 ada, 3 parsel sayılı gayrimenkulün tahsisinin Büyükçekmece Belediyesi tarafından yapıldığı, tahsis edilmiş olan arsa bedelinin Büyükçekmece Belediyesi’ne ödendiği, arsa bedeli bir tamam ödendiği halde 198 ada 3 parselin müvekkili adına tescili ile ilgili işlemlerin başlatılmasının müvekkilince Büyükçekmece Belediyesi’nden talep edildiğinde ise Belediyenin cevap yazısı ile, ilgi taşınmazın başka 3. kişilere tahsis edildiğini müvekkilinin öğrendiği, bunun üzerine müvekkilinin Büyükçekmece Belediye Başkanlığı aleyhine 775 sayılı Gecekondu Kanunu gereğince müvekkiline tahsis edilmesi gereken Büyükçekmece 198 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 3. kişilere tahsisine ilişkin 5.10.1995 günlü 1076/985 sayılı idari işlemin iptali için açtığı davada, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 2004/2348 E - 2005/78 K sayılı kararı ile, dava konusu idarî işlemin iptaline ve söz konusu parselin müvekkili adına tahsisine karar verildiği, bu kararın taraflarına tebliğini ve kesinleşmesini müteakip Büyükçekmece Belediyesi’nden, Yakuplu Belediyesi’nden ve Büyükçekmece Kaymakamlık Makamı’ndan ilgi karar da eklenmek üzere dava konusu yerin taraflarına tahsisinin talep edildiği, Büyükçekmece Kaymakamlığı tarafından dilekçelerine cevaben gönderilen 5.6.2006 tarihli, 1436 sayılı yazı ile, “Büyükçekmece Belediye Başkanlığından alınan cevabi yazıda; S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi tarafından 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2001/306 Esas ve 2004/197 Karar sayı ile açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde söz konusu parselin S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi adına 25.10.2005 tarihinde tescil edildiği bildirilmiş ve yine konu ile ilgili olarak Yakuplu İlk Kademe Belediye Başkanlığından alınan cevabi yazıda da; söz konusu taşınmazın Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/306 Esas no'lu kararı ile S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi adına tapuda tescil edildiği bildirilmiş olup, yapılan inceleme neticesinde konunun hukuki mahiyet taşıması bakımından müracaatın adli makamlara yapılması gerektiği Kaymakamlığımızca yapılacak bir işlem bulunmadığı anlaşılmıştır” şeklinde cevap verildiği, yazıyı müteakiben yapmış oldukları araştırma neticesinde Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/306 E - 2004/197 K sayılı kararı ile, daha önce taraflarına tahsis edilmesi gereken ve bedeli yıllar önce ödenmiş ve derdest bir davaları bulunan söz konusu taşınmazın davacısı S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi adına tesciline karar verilmiş olduğunu ve bu kararın da kesinleşmiş olduğunu öğrendikleri, bu durumda İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 2004/2348 E - 2005/78 K sayılı kararı ile Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/306 E - 2004/197 K sayılı kararı arasında Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 24. maddesi anlamında bir hüküm uyuşmazlığının mevcut olduğu, müvekkilinin, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı sebebi ile yıllar önce bedelini ödemiş olduğu ve yasal yollarla elde etmeye çalıştığı ve hak kazanmış olduğu hakkını alamadığı, müvekkilinin söz konusu taşınmaz ile ilgili hak takibinin, S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi’nin Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdindeki davasından önce başladığı ve nihayetinde müvekkilinin kazanılmış hakkının İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 2004/2348 E - 2005/78 K sayılı kararı ile tasdiklendiği belirtilerek yargılamanın duruşmalı olarak yapılarak, yapılacak yargılama neticesinde İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 2004/2348 E - 2005/78 K sayılı kararı ile Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/306 E - 2004/197 K sayılı kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesine, dava konusu taşınmazın önceden hak sahibi olan müvekkili adına tahsisine karar verilmesini istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Abdullah Pişkin adına 775 sayılı Yasa uyarınca gecekondu önleme bölgesinden tahsis edilen 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin işlemin iptali istemiyle Büyükçekmece Belediye Başkanlığı ile Yakuplu Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davada, Danıştay 6. Dairesi’nin bozma kararına uyularak dava konusu işlemin iptali yolunda verilen ve temyiz edilmemek suretiyle kesinleşen İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 28.1.2005 günlü, E:2004/2348, K:2005/78 sayılı kararı ile S.S.Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi tarafından Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’na karşı açılan tapu iptali ve tescil davasında, eski 198 parsel, yeni 661 ada, 1-25 parselin Belediye adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı kooperatif adına tapuya tescili yolunda verilen ve temyiz edilmemek suretiyle kesinleşen Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.4.2004 günlü, E:2001/306, K:2004/197 sayılı kararı arasında, A. P. tarafından, oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenilmesi üzerine, konu ile ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’nca Başsavcılıklarından yazılı düşünce istenilmiş olmakla dosyanın incelendiği, adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan İstanbul 5. İdare Mahkemesi kararının, Abdullah Pişkin tarafından 775 sayılı Yasa uyarınca gecekondu önleme bölgesinden tahsis edilen ve bedeli ödenen 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin iptaline ilişkin olarak verilmiş bir karar olduğu, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının ise, A. P. adına tahsisli iken Büyükçekmece Belediyesi’nce aynı yerle ilgili olarak adlarına arsa tahsis belgesi düzenlenen S. D., F. F. ve S. M.'in söz konusu taşınmazı devrettikleri S.S.Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi tarafından, Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kooperatif adına tescili istemiyle açılan davada, davanın kabulü yönünde verilmiş bir karar olduğu, bu durumda, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan en az biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; 775 sayılı Gecekondu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 14. maddesinde "Arsa tahsis edilen vatandaşların adı ve soyadı, arsanın ada ve parsel numaraları ve Gecekondu Kanununun 26. maddesine göre tesbit edilen arsa bedeli belediyelerce bir mektup ile Türkiye Emlak Kredi Bankasına da bildirilir. Lehlerine arsa tahsis edilen şahıslar, tahsisin yapıldığına dair ilan tarihinden itibaren 6 ay içinde arsa bedelinin 1/10'unu Türkiye Emlak Kredi Bankasında belediyeler adına açılan fon hesabına yatırmak mecburiyetindedirler. Bu mecburiyetleri müddeti içinde yerine getirmeyenlere tescil işlemi yapılmaz ve yapılan tahsis de iptal olunur. Kamu Kurum ve Kuruluşlarına, Bakanlıkça arsa tahsisi veya satışında Türkiye Emlak Kredi Bankası nezdinde 2 nolu hesabına; Belediyesince arsa tahsisi veya satışında ise aynı banka nezdindeki Belediye fon hesabına arsa bedelinin tamamının yatırılması halinde arsaları teslim edilir" hükmüne, 15. maddesinde de, "Kendilerine gecekondu ıslah ve önleme bölgelerinde arsa tahsis edilenlerden 6 aylık süre içinde arsa bedelinin 1/10'unu bankadaki belediye fon hesabına yatırdığına dair banka makbuzu ibraz edenlere belediyelerce arsa tahsis belgesi verilir. Tahsis sahipleri bu belgeleri alır almaz derhal bankaya başvurarak bakiye arsa bedelini borçlanmak üzere Bankanın tanzim edeceği sözleşmeyi imzalar. Tapu daireleri; lehine arsa tahsis edilen şahıs ve Banka tarafından ibraz edilen sözleşme ve tahsis belgesine istinaden belge ve sözleşmede ada ve parsel numaraları belirtilmiş olan arsayı lehdar adına tescil ve aynı anda mezkur arsa üzerine sözleşmedeki meblağ ve şartlar dairesinde birinci derece ve sırada olmak üzere Bankaya verir" hükmüne yer verildiği, anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca, adlarına tahsis edilen arsa bedellerini ödeyenlere belediyece arsa tahsis belgesi, tapu dairelerinin de, bu tahsis belgelerine dayanarak arsaları ilgililer adına tescil ederek tapu senetlerini vermesi gerektiği, olayda, Büyükçekmece gecekondu önleme bölgesinden tarafına tahsis edilen arsanın bedelini ödeyen Abdullah Pişkin'in hak sahibi olduğunda kuşku bulunmadığına göre, davanın İdare Mahkemesinde karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olup, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılmasının icap ettiği, bu nedenlerle, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kesinleşen 15.4.2004 tarih ve E:2001/306, K:2004/197 sayılı kararının kaldırılması ve İstanbul 5. İdare Mahkemesi kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 28.1.2005 gün, 2004/2348 Esas ve 2005/78 sayılı kararı ile Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.4.2004 gün, 2001/306 Esas ve 2004/197 sayılı kararı nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için davacı A. P. vekili tarafından 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereğince yapılan başvuru ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 2007/61 Esas sayılı dosyasının incelendiği, davacı A. P. adına 775 sayılı Yasa uyarınca gecekondu önleme bölgesinden tahsis edilen 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin 5.10.1995 gün ve 1074/986 sayılı işlemin iptali istemiyle Büyükçekmece Belediye Başkanlığı ile Yakuplu Belediye Başkanlığı aleyhine idari yargı yerinde açılan dava sonucunda, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 28.1.2005 gün, 2004/2348 Esas ve 2005/78 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin iptaline dair verilen kararın temyiz edilmeyerek kesinleştiği, S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi vekili tarafından Büyükçekmece Belediye Başkanlığı aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasında, eski 198 parsel, yeni 661 ada, 1-25 sayılı parsellerin davalı Belediye adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı kooperatif adına tapuya tesciline dair Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.4.2004 günlü, E:2001/306, K:2004/197 sayılı kararının taraflarca temyiz edilmeyerek kesin hüküm halini aldığı, kesinleşen hükümler arasında, Abdullah Pişkin vekili tarafından, oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenilmesi üzerine, konu ile ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’nca Başsavcılıklarından yazılı düşünce istenilmiş olmakla dosyanın incelendiği, adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, İstanbul 5. İdare Mahkemesi kararının, davacı A. P. vekili tarafından 775 sayılı Yasa uyarınca gecekondu önleme bölgesinden tahsis edilen ve bedeli ödenen 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin iptaline ilişkin olarak verilmiş bir karar olduğu, Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının ise, A. P. adına tahsisli iken Büyükçekmece Belediyesi'nce aynı yerle ilgili olarak adlarına arsa tahsis belgesi düzenlenen S.D.,F. F. ve S. M’in söz konusu taşınmazı devrettikleri S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi tarafından, belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kooperatif adına tescili istemiyle açılan davada, davanın kabulü yönünde verilmiş bir karar olduğu, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan en az biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; 775 sayılı Gecekondu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 14. maddesinde "Arsa tahsis edilen vatandaşların adı ve soyadı, arsanın ada ve parsel numaraları ve Gecekondu Kanununun 26. maddesine göre tesbit edilen arsa bedeli belediyelerce bir mektup İle Türkiye Emlak Kredi Bankasına da bildirilir. Lehlerine arsa tahsis edilen şahıslar, tahsisin yapıldığına dair ilan tarihinden itibaren 6 ay içinde arsa bedelinin 1/10'unu Türkiye Emlak Kredi Bankasında belediyeler adına açılan fon hesabına yatırmak mecburiyetindedirler. Bu mecburiyetleri müddeti içinde yerine getirmeyenlere tescil işlemi yapılmaz ve yapılan tahsis de iptal olunur. Kamu Kurum ve Kuruluşlarına, Bakanlıkça arsa tahsisi veya satışında Türkiye Emlak Kredi Bankası nezdinde 2 nolu hesabına; Belediyesince arsa tahsisi veya satışında ise aynı banka nezdindeki Belediye fon hesabına arsa bedelinin tamamının yatırılması halinde arsaları teslim edilir” hükmüne, 15. maddesinde de, "Kendilerine gecekondu ıslah ve önleme bölgelerinde arsa tahsis edilenlerden 6 aylık süre içinde arsa bedelinin 1/10'unu bankadaki belediye fon hesabına yatırdığına dair banka makbuzu ibraz edenlere belediyelerce arsa tahsis belgesi verilir. Tahsis sahipleri bu belgeleri alır almaz derhal bankaya başvurarak bakiye arsa bedelini borçlanmak üzere Bankanın tanzim edeceği sözleşmeyi imzalar. Tapu daireleri; lehine arsa tahsis edilen şahıs ve Banka tarafından ibraz edilen sözleşme ve tahsis belgesine istinaden belge ve sözleşmede ada ve parsel numaraları belirtilmiş olan arsayı lehdar adına tescil ve aynı anda mezkur arsa üzerine sözleşmedeki meblağ ve şartlar dairesinde birinci derece ve sırada olmak üzere Bankaya verir" hükmüne yer verildiği, anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca, adlarına tahsis edilen arsa bedellerini ödeyenlere Belediyece arsa tahsis belgesi, tapu dairelerinin de, bu tahsis belgelerine dayanarak arsaları ilgililer adına tescil ederek tapu senetlerini vermesi gerektiği, olayda, Büyükçekmece gecekondu önleme bölgesinden tarafına tahsis edilen arsanın bedelini ödeyen A. P.'in hak sahibi olduğunda kuşku bulunmadığına göre, davanın İdare Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olup, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılmasının icap ettiği gerekçesiyle Büyükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.4.2004 gün, 2001/306 Esas ve 2004/197 sayılı kararının kaldırılması ve İstanbul 5. İdare Mahkemesi kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21.1.1982-2592/7 md.), “1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı; taraflardan en az birinin (Büyükçekmece Belediye Başkanlığı yönünden) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığına gelince:

İdare Mahkemesindeki dava; A. P. vekili tarafından, 775 sayılı Yasa’ya dayanarak gecekondu önleme bölgesinde olan 198 ada, 3 parsel sayılı gayrimenkulün A. P.’e tahsis edildiği, satış bedelinin Büyükçekmece Belediyesi’ne ödendiği belirtilerek tahsis belgesinin verilmesinin talep edilmesi üzerine A.P.’e tahsis edildiği belirtilen arsanın S. D., F. F. ile S. M. adına tahsis edildiği ve tahsis belgesinin verildiğinin anlaşıldığı yolunda Yakuplu Belediye Başkanlığı’nca tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılmış; Mahkemece, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava ise; S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi vekilince, kooperatife tahsis edilen, toplam 23.291.50 m2 miktarlı eski 198-199 ve 200 parselin (yeni 661-662 ve 663 parsel) 7 ada, 45 parsel içerisinde kalan yaklaşık 23.291.50 m2 lik bölümünün 7 ada 45 parselden ifraz edilerek, davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı’na ait olan tapu kaydının iptali ile, oluşacak parselin kooperatif adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle açılmış ve Mahkemece, davanın kabulü ile söz konusu parsellerin davalı adına olan tapusunun iptali ile davacı S.S.Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

Bu duruma göre, İdare Mahkemesindeki davanın, Yakuplu Belediye Başkanlığı’nca tesis edilen işlemin iptaline; Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın ise, tapu iptali ve tescile ilişkin olduğu anlaşıldığından, İdare Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının oluşmasında aranan koşullardan olan “konu ve dava sebebinin aynı olması” koşulunun gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.

Olayda, davacıları farklı olan kimseler hakkında verilen kararlar arasındaki çelişki nedeniyle ”hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğine gelince:

2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesi ile, iki ayrı yargı merciinden verilen çelişik kararlar nedeniyle bir kimsenin hakkının yerine getirilmesinin olanaksız bulunması halinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bu çelişkinin giderilmesi yoluyla, o kimse hakkında bir çözüme ulaşılması amaçlanmakta olup, bu suretle verilecek kararın uyuşmazlıkla ilgisi bulunmayan özel ve tüzel kişileri etkilememesi gerekmektedir.

Diğer bir anlatımla “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” durumu; davacı yönünden sübjektif bir nitelik taşımakta ve yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkın yerine getirilmemesi söz konusu iken davalı idare yönünden, ilamı yerine getirmekle yükümlü olması bakımından objektif bir nitelik taşımakta ve davacıya yargı kararı ile tanınmış olan bir hakkın idarece yerine getirilmesinin olanaksızlığını ifade etmektedir.

Bilindiği üzere, mahkeme kararı, kural olarak, davanın taraflarını bağlar ve bunlar için kesin hüküm sonucunu doğurur. Ancak, verilen karar üçüncü kişileri bağlamaz.

Olayda, her iki yargı yerinde açılan davada davacılar(idari yargıda A. P., adli yargıda S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi) istemlerinde haklı bulunarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Her iki davada da 198/3 sayılı parselden kaynaklı (İdare Mahkemesinde, Yakuplu Belediye Başkanlığı’nca tesis edilen işlemin iptaline; Asliye Hukuk Mahkemesinde, tapu iptali ve tesciline ilişkin) uyuşmazlık karara bağlanmıştır.

A. P., Asliye Hukuk Mahkemesinde açılıp görülen davada davanın tarafı olmayıp 3. kişi durumunda bulunduğu ve davalı Belediyelerce bu kişi lehine İdare Mahkemesince verilen iptal kararının uygulanmaması durumunda adı geçenin adli ve idari yargı yerlerinde dava açma hakkına sahip olduğu gözetildiğinde, verilen bu karar nedeniyle anılan kişi yönünden hakkın yerine getirilmesinin imkansızlığından söz edilmesi mümkün değildir.

Belirtilen duruma göre ve olayda, konu ve dava sebeplerinin aynı olması ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının da gerçekleşmemesi karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine uygun olmayan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 7.7.2008 gününde Üye Habibe ÜNAL’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.), “1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır. 

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istiyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan İstanbul 5. İdare Mahkemesi kararı, Abdullah Pişkin tarafından 775 sayılı Yasa uyarınca gecekondu önleme bölgesinden tahsis edilen ve bedeli ödenen 198 ada, 3 sayılı parselin 3. kişilere tahsisine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin iptaline ilişkin olarak verilmiş bir karardır.

Büyükçekmece 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı ise,A.P. adına tahsisli iken Büyükçekmece Belediyesi’nce aynı yerle ilgili olarak adlarına arsa tahsis belgesi düzenlenen S. D., F. F. ve S. M.'in söz konusu taşınmazı devrettikleri S.S. Ulukübra Konut Yapı Kooperatifi tarafından, Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kooperatif adına tescili istemiyle açılan davada, davanın kabulü yönünde verilmiş bir karardır.

Bu durumda, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan en az biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye

Habibe ÜNAL

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/165

KARAR NO: 2008/181

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)   

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 54. maddesinin birinci fıkrasına aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : R.Ö.

Vekili         : Av. A.Ö.

Davalı : Gazipaşa Kaymakamlığı, İlçe Emniyet Müdürlüğü, Trafik Tescil Denetleme İstasyon Büro Amirliği

O L A Y : Davacı vekili, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 54. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine aykırılık(geçme kurallarına riayet etmemek) nedeniyle, trafik zabıtasınca düzenlenen ve para cezası içeren 20.1.2007 tarihli, EE seri- 550601 sayılı Trafik Ceza Tutanağının iptali istemiyle, sulh ceza mahkemesinde itirazda bulunmuştur.

GAZİPAŞA SULH CEZA MAHKEMESİ 14.2.2007 gün ve 2007/21 D.İş sayı ile, 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin "Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır." hükmünün Anayasa Mahkemesinin 1.3.2006 Gün ve 2005/108-2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği ve bu bağlamda kanun koyucu tarafından anılan kanun hükmünün, " Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, uygulanır" şeklinde değiştirildiği, dolayısıyla idari para cezalarına karşı yasa yolu denetiminde yetkili ve görevli merciin tayininde, mutlak surette Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğundan bahsedilemeyeceği, bu açıdan itiraz konusu olay ele alındığında; 2918 sayılı kanunun 116. maddesi uyarınca, ancak tescil plakalarına göre araç sahibinin gıyabında düzenlenen ceza tutanaklarına karşı Sulh Ceza Mahkemesinde itirazın mümkün olduğu, bu kapsamda bulunmayan sürücünün yüzüne karşı tanzim olunduğu anlaşılan ancak muterizin imzadan imtina ettiği idari para cezası tutanağına dayanan itirazın, Uyuşmazlık Mahkemesinin 6.12.1999 gün ve 44/45 sayılı ilamı ile kabul edildiği üzere, göreve ilişkin genel kurala göre, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu hususun benzer olaylar nedeniyle Yargıtay 7.Ceza Dairesinin 26.12.2001 gün ve 2001-18821-20184, 3.7.2002 gün ve 2002/13273-10592, 06.02.2003 gün ve 2003/10-83 sayılı ilamları ile de kabul edildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istekle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 29.3.2007 gün ve E:2007/520 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin, kural olarak, idari para cezasının verilmesine dayanak alınan kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'inci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesi olduğu; bakılan davada, davacıya dava konusu idari para cezasının 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5326 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında, idari yargının görev alanına giren bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği; ancak, daha önce Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunu'nun 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 54. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,”Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 54. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, sürücülerin geçme sırasında uymak zorunda oldukları kural ve yasakların neler olduğu belirtilmiş, aynı maddelerin son bendinde ise, bu madde hükümlerine uymayan sürücülerin para cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği

durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 14.02.2007 gün ve 2007/21 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/175

KARAR NO: 2008/182

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T  : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Malatya Valiliği Merkez İlçe ve Köylere Hizmet Götürme Birliği Başkanlığı

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (Malatya Sigorta İl Müdürlüğü)

O L A Y     : Aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süre içersinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesine göre idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile reddedilmiştir.

Davacı, söz konusu para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MALATYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.1.2007 gün ve 2006/2492 Müt. sayı ile, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiği, bu nedenle davanın görüm ve çözüm görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle 20.3.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ ; 12.4.2007 gün ve E: 2007/461 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesiyle yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli olmaya devam edecekleri gerekçesiyle 2247 sayılı Kanun'un 19'uncu maddesi uyarınca, bakılan davada görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, Uyuşmazlık Mahkemesi karar verinceye değin bakılan davanın incelenmesinin ertelenmesine ve dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O. Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 07.07.2008 günlü toplantısında; Hâkim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2 247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” hükmü yer almış, 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik:21.1.1982-2592/6 md.)Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Malatya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının temyiz edildiği ve dava dosyasının temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay’a gönderildiği, dosyanın halen Yargıtay’da olduğunun bildirildiği, Mahkememiz ile adli yargı yeri arasında yapılan yazışmalar sonucu anlaşılmıştır.

Bu durumda, olayda, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar oluşmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/304

KARAR NO: 2008/184

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İdari usul ve esaslara göre idarece değerlendirilmesi gereken bir konuda açılan tespit davasına bakılıp bakılamayacağının takdirinde İDARİ YARGI YERİNİN görevli olduğu hk.

K A R A R

Davacılar    : 1- J.D.K.V. (Ö.K.)

     2- Ö.A.K.V.

Vekilleri     : Av. M.L.- Av. M.K.Ö.

Davalılar    : 1-Alaçatı Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. N.A.

2-Çeşme Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. E.Ş.

O L A Y     : Çakmak Yolu, Kızılkaya Villa Kunt Ilıca/Çeşme” adresinde ve tapuda “Çeşme, Ilıca Mah. Kızılkaya mevkii, 28 ada, 10 parsel, 10 pafta’daki taşınmaz J. D. K. V. (Ö. K.) adına kayıtlı bulunmaktadır.

İzmir, Çeşme Alaçatı Belediye Başkanlığı'nca, bina vasfındaki gayrimenkul için 1999 ila 2002 takvim yıllarına ilişkin olarak Ö.A.K.V. adına tanzim edilen 4 adet vergi ceza ihbarnamesi ile emlak (bina) vergisi ve eğitime katkı payı salınmıştır.(Bu vergilerin terkini istemiyle açılan ve İzmir 3. Vergi Mahkemesinin 1.10.2004 gün ve E:2002/1453, K:2004/878 sayılı kararı ile sonuçlanan davada Mahkeme, davanın kabulüne, bina vergilerinin terkinine hükmetmiştir.)

Davacılar vekili tarafından; gayrimenkulün Çeşme Belediye sınırları içersinde olduğu, tüm yıllara ilişkin emlak vergilerinin anılan belediyeye ödendiği, Çeşme Kadastro Müdürlüğü ve Çeşme Belediye Başkanlığı'nın yazılarında gayrimenkulün Çeşme Belediye sınırları içersinde kaldığının belirtildiği, buna göre Alaçatı Belediye Başkanlığı'nın bu gayrimenkule ilişkin olarak emlak vergisi tahsil etme yetkisinin bulunmadığı, tapuda D. K. V. (Ö. K.) adına kayıtlı olan gayrimenkule ilişkin olarak oğlu Ö. A. K. V. adına ihbarname düzenlenip tebligat yapılarak usulsüz işlemler tesis edildiği, bu işlemlerin devam etmemesi ve müvekkilinin mağdur olmaması iddialarıyla; “taşınmazın hangi belediye sınırları içersinde kaldığının tespitine karar verilmesi” istemiyle, 23.9.2003 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesi, 1.7.2004 gün ve E:2003/332, K:2004/340 sayı ile, uyuşmazlığın esası hakkında karar vermiş; bu karar, YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ'nin 10.4.2006 gün ve E:2005/5183, K.2006/4036 sayılı kararı ile, davacının isteğinin idari bir işleme dayandığı, İdari makamların kamu hukuku kuralları içinde gerçekleştirdikleri işlemlere karşı ise adli yargı yerinde dava açılamayacağı, bu nitelikteki davaların 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesine göre idari yargı yerinde (Vergi mahkemesinde) açılmasının gerektiği, gerekçesiyle bozulmuştur.

ÇEŞME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 21.09.2006 gün ve E:2006/198, K:2006/214 sayı ile, Mahkemelerince yapılan yargılamada davanın kabulüne yönelik hüküm kurulduğu, kararın tarafların temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince bozularak iadesi üzerine, dava dilekçesinin görev yönünden reddi gerektiği kanaatine varılmış olduğu, bu nedenle, Davacının dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar kesinleştiğinde dosyanın istek halinde İzmir Vergi mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 8.2.2007 gün ve E:2007/762, K:2007/1234 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

Davacı vekillerinin talebi üzerine, Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/198, K:2006/214 sayılı dosyası İzmir Nöbetçi Vergi Mahkemesine gönderilmiş ve 10.5.2007 tarihinde 3. Vergi Mahkemesinin E:2007/623 dosya numarasına kayıtlanmıştır.

Davacı vekillerinin, İzmir 3. Vergi Mahkemesine verdiği 24.05.2007 günlü davanın esasına ilişkin beyanlarını içeren dilekçede; Davalarının evveliyatından Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açılırken, mevcut bir ihbar mektubu ya da ödeme emrine karşı açılmış ve bunun iptalini talep eden bir dava olmadığı; zira, daha önce aynı durumla karşılaşıldığı ve bunun için İzmir 3. Vergi Mahkemesinde 2002/1543 E. 2003/878 K. sayılı kararı ile Alaçatı Belediyesinin ödeme emrinin iptal edilmiş olduğu ve bu kararın kesinleştiği; davaları, sadece tespit davası olup, bu durumla bir daha karşılaşmamak için, müvekkilin yasal zorunluluğu olan Emlak vergisini ödeyeceği makamı belirleme amacını taşıdığı, davalarının başka bir amacının bulunmadığını ifade ettikleri görülmüştür.

İZMİR 3. VERGİ MAHKEMESİ; 28.5.2007 gün ve E:2007/623 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesindeki düzenlemede "Tespit Davaları"na yer verilmediği, idari davaya konu edilebilecek idari işlemlerin, yetkili makamlarca sonuçlandırılmış kesin ve uygulanabilir nitelikte ve bu haliyle kişilerin menfaatlerini etkileyebilecek güçte işlemler olduğu; vergi, resim ve harçlarla bunlara bağlı kamu alacaklarına ilişkin uyuşmazlıklarda kesin ve idari davaya konu olabilecek işlemlerin ise; vergi ve ceza ihbarnamesi, tahakkuk fişi ve ödeme emri düzenlenerek tebliğ edilmesi ve haciz tutanağının düzenlenmesi, tahakkuku tahsile bağlı vergi, resim ve harçlarla bunların tahsil edilmesi ve düzeltme ve şikayet başvurularının reddolunması şeklinde oluştuğu; uyuşmazlığa konu olayda; Tapunun Çeşme- Ilıca Mah.-Kızılkaya Mevkii 28 Ada, 10 Parsel 10 Pafta no'da J. D. K. V. (Ö. K.) adına kayıtlı bina vasfındaki gayrimenkul için Alaçatı Belediye Başkanlığınca 1999 ila 2002 takvim yıllarına ilişkin olarak 131 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 3.maddesi hilafına binanın maliki olmadığı için emlak(bina) vergisi mükellefiyetinden de bahsedilemeyecek olan (oğlu) Ö. A. K. V. adına tanzim ve tebliğ edilen 4 adet vergi ceza ihbarnamesiyle emlak (bina) vergisi ile eğitime katkı payının salınması üzerine bina maliki J. D. K. V. (Ö. K.) ve adına ihbarname tanzim edilerek tarhiyata muhatap tutulan (oğlu) Ö.A.K.V. tarafından Tapunun Çeşme- Ilıca Mah. Kızılkaya Mevkii 28 Ada 10 Parsel 10 Pafta no da kayıtlı gayrimenkulun Hangi Belediye Sınırlar İçersinde Kaldığının Tespiti istemiyle Çeşme ve Alaçatı Belediye Başkanlıkları aleyhine dava açıldığının tartışmasız olduğu; zira, 2577 sayılı İ.Y.U.K.nun 3.maddesinin d) ve e) bentlerinde: Vergi, resim, harç, benzeri yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının uyuşmazlık konusu edilen tutarlarının, davanın ilgili bulunduğu vergi ve/veya cezanın nev’i - yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi-numarasının dava dilekçesinde gösterileceği kurala bağlandığı halde, Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan dilekçenin dava konusu bölümünde bu verilere yer verilmemiş olduğu; davanın "gayrimenkulün Çeşme Belediye sınırları içersinde olduğu, tüm yıllara ilişkin emlak vergilerinin anılan belediyeye ödendiği, Çeşme Kadastro Müdürlüğü ve Çeşme Belediye Başkanlığı’nın ilgi yazılarında gayrimenkulün çeşme belediye sınırları içersinde kaldığının belirtildiği; buna göre Alaçatı Belediye Başkanlığı'nın bu gayrimenkule ilişkin olarak emlak vergisi tahsil etme yetkisinin bulunmadığı, tapuda D. K. V. (Ö. K.) adına kayıtlı olan gayrimenkule ilişkin olarak oğlu Ö. A. K. V.adına ihbarname düzenlenip tebligat yapılarak usulsüz işlemler tesis edildiği, bu işlemlerin devam etmemesi ve müvekkilinin mağdur olmaması" iddialarıyla taşınmazın hangi belediye sınırları içerisinde kaldığının tespiti amacıyla açıldığı belirtilerek; dava açma iradesinin, taşınmazın hangi belediye sınırları içerisinde kaldığının tespitine yöneltildiğinin vurgulanmış olduğu; hal böyle olunca; J. D. K. V. (Ö. K.) adına kayıtlı bina vasfındaki gayrimenkul için oğlu Ö. A. K. V. adına emlak (bina) vergisi ve eğitime katkı payı içerikli vergi ceza ihbarnamelerinin tanzim ve tebliği üzerine, 2577 Sayılı İ.Y.U.K.nun 2.maddesinde sayılan iptal davasına konu edilecek idari işlem niteliğindeki vergi ceza ihbarnameleri ile içeriği emlak vergisi ve eğitime katkı payına karşı değil, emlak vergisine konu edilen gayrimenkulün "Hangi Belediye Sınırları İçersinde Kaldığının Tespiti" amacıyla "Tespit Davası" açıldığının tartışmasız olduğu, 2577 Sayılı İ.Y.U.K.nun 2.maddesinde, idari dava türleri arasında "Tespit Davalarına" yer verilmediği cihetle, Tapunun Çeşme- Ilıca Mah.-Kızılkaya Mevkii 28 Ada 10 Parsel 10 Pafta no da kayıtlı gayrimenkulun hangi Belediye Sınırları İçersinde Kaldığının Tespiti istemiyle Çeşme ve Alaçatı Belediye Başkanlıkları aleyhine açılan davanın görüm ve çözümünün görevsizlik kararı veren adli yargı yerinin görevine girdiği; açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; Hukuk uyuşmazlıklarında, görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesi ancak aynı yargı düzeni içinde yer alan mahkemeler arasında olanaklı olup; bu hususa ilişkin H.M.U.K’nun 27. maddesiyle, İ.Y.U.K.’nun 15. maddesinin 1. fıkrası (a) bendinin ikinci cümlesinde yer alan “görev” kuralları, aynı yargı düzeni içindeki mahkemelerin işbölümü esasına ilişkin düzenlemelerdir. Oysa yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi durumunda, görevli olduğundan bahisle farklı bir yargı düzeninde yer alan mahkemeye dava dosyasının gönderilebilmesine olanak tanıyan bir düzenleme bulunmamaktadır.

Göreve ilişkin kararın, işbölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş olması farklı sonuçlar doğurmaktadır. Şöyle ki; işbölümü esasına göre verilen görevsizlik kararı sonucu dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesi durumunda; dava başvuru tarihi itibariyle görevli mahkemede açılmış sayılmaktadır. Yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi durumunda ise; görevli olduğu işaret edilen yargı yerinde, bu yargı yerinin uyguladığı usul kurallarına uygun olarak yeniden dava açılması zorunlu bulunmaktadır.

Olayda, adli yargı yerince, davanın görev yönünden reddine, karar kesinleştiğinde dosyanın istek halinde İzmir Vergi mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, davacı vekillerinin talebi üzerine de, dava dosyasının İzmir Nöbetçi Vergi Mahkemesine gönderildiği ve Vergi Mahkemesinin esas kaydına alındığı anlaşılmıştır.

Bu haliyle, her ne kadar Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, Vergi Mahkemesince bu husus gözardı edilerek davaya bakıldığı ve 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu, sonuçta Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR’ün, davada idari yargının; Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı adına kayıtlı bina vasfındaki gayrimenkulün, hangi belediyenin sınırları içersinde kaldığının tespitine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Görev uyuşmazlığının çözümü için öncelikle, tespit davasının hukukumuzdaki yerinin incelenmesi gerekli bulunmaktadır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda tespit davasını düzenleyen açık ve genel bir hükme yer verilmemekteyse de, doktrinde ve yerleşik yargısal içtihatlarla, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının saptanması için tespit davası açılabileceği kabul edilmiş bulunmakta; tespit davasının esasının incelenebilmesi için de, genel dava koşullarının yanı sıra, dava konusunun bir hukuki ilişki olması ve bu hukuki ilişkinin var olup olmadığının öncelikle saptanmasında hukuki yarar bulunması koşulları aranmaktadır. Buna göre, özel hukuk alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin saptanması için adli yargı yerinde müstakil olarak bir tespit davası açılabilmesi olanaklı bulunmaktadır.

Buna karşılık, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında, idari dava türleri: iptal, tam yargı ve genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış olup, tespit davası şeklinde bir dava türüne idari yargıda yer verilmemiştir. Anılan Yasanın “ İdari Davalarda Delillerin Tespiti” başlıklı 58/1. maddesi “Taraflar, idari dava açtıktan sonra bu davalara ilişkin delillerin tespitini ancak davaya bakan Danıştay, idare ve vergi mahkemelerinden isteyebilir.” hükmünü taşımakta olup, idari yargıda, ancak açılmış bir idari dava ile ilgili bulunan “ delillerin tespiti” nin istenilmesine olanak bulunmaktadır. Buna göre, idari dava türleri arasında sayılmayan tespit davasının, yorum yoluyla idari yargının görevine müstakil bir dava olarak dahil edilmesine hukuken olanak bulunmadığından, idari yargı yerinde, idare hukuku alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin varlığının ancak açılmış bulunan bir idari davaya bağlı olarak delil tespiti kapsamında saptanabileceği açıktır.

Belirtilen yasal durum karşısında, tespit davasına konu olabilecek hukuki ilişkinin özel hukuk alanını ilgilendirmesi gerektiği ve bir eda davasının öncüsü durumunda olan tespit davasının adli yargı yerinin görevine girdiği ortaya çıkmaktadır. Ancak, adli yargıda açılacak bir eda davasında hiçbir zaman kullanılmayacağının, buna karşılık idari bir işlem tesisi istemiyle bir idari makama veya idari yargıda açılacak bir davada idare mahkemesine ibraz edilmek ve bu makam veya mahkemeyi hukuken bağlayacak nitelikte belge elde etmek amacıyla açıldığının anlaşılması halinde tespit davası adli yargıda görülemeyecek ve görev yönünden reddi gerekecektir. Bu durumdaki tespit davasının idare hukuku kurallarına göre çözümlenmesi gerekmekteyse de, müstakil bir dava olarak açılması halinde idari yargı yerince, idari yargıda böyle bir dava türü olmadığı ve ancak bir idari dava açıldıktan sonra bu davaya ilişkin delil tespiti kapsamında incelenebileceği noktasından reddedilmesi uygun olacaktır.

Bu açıklamalara göre tespit isteminin konusu incelendiğinde:

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun İkinci Bölümünde, Belediyenin Kuruluşu Ve Sınırları hususu düzenlenmiş, “Kuruluş” başlıklı 4. Maddesinde, “Nüfusu 5.000 ve üzerinde olan yerleşim birimlerinde belediye kurulabilir. İl ve ilçe merkezlerinde belediye kurulması zorunludur.

İçme ve kullanma suyu havzaları ile sit ve diğer koruma alanlarında ve meskûn sahası kurulu bir belediyenin sınırlarına 5.000 metreden daha yakın olan yerleşim yerlerinde belediye kurulamaz.

Köylerin veya muhtelif köy kısımlarının birleşerek belediye kurabilmeleri için meskûn sahalarının, merkez kabul edilecek yerleşim yerinin meskûn sahasına azami 5.000 metre mesafede bulunması ve nüfusları toplamının 5.000 ve üzerinde olması gerekir.

Bir veya birden fazla köyün köy ihtiyar meclisinin kararı veya seçmenlerinin en az yarısından bir fazlasının mahallin en büyük mülkî idare amirine yazılı başvurusu ya da valinin kendiliğinden buna gerek görmesi durumunda, valinin bildirimi üzerine, mahallî seçim kurulları, onbeş gün içinde köyde veya köy kısımlarında kayıtlı seçmenlerin oylarını alır ve sonucu bir tutanakla valiliğe bildirir.

İşlem dosyası valinin görüşüyle birlikte İçişleri Bakanlığına gönderilir. Danıştay’ın görüşü alınarak müşterek kararname ile o yerde belediye kurulur.

Yeni iskân nedeniyle oluşturulan ve nüfusu 5.000 ve üzerinde olan herhangi bir yerleşim yerinde, İçişleri Bakanlığının önerisi üzerine müşterek kararnameyle belediye kurulabilir.”;

Sınırların Tespiti” başlıklı 5.Maddesinde, “Yeni kurulan bir belediyenin sınırları, kuruluşu izleyen altı ay içinde aşağıdaki şekilde tespit edilir:

a) Eskiden beri o yerleşim yerine ait sayılan tarla, bağ, bahçe, çayır, mera, otlak, yaylak, zeytinlik, palamutluk, fundalık gibi yerler ile kumsal ve plajlar belediye sınırı içine alınır.

b) Belediye sınırlarını dere, tepe, yol gibi belirli ve sabit noktalardan geçirmek esastır. Bunun mümkün olmaması durumunda, sınır düz olarak çizilir ve işaretlerle belirtilir.

c) Belediyenin sınırları içinde kalan ve eskiden beri komşu belde veya köy halkı tarafından yararlanılan yayla, çayır, mera, koru, kaynak ve mesirelik gibi yerlerden geleneksel yararlanma hakları devam eder. Bu haklar için sınır kâğıdına şerh konulur.

d) Çizilen sınırların geçtiği yerlerin bilinen adları sınır kâğıdına yazılır. Ayrıca yetkili fen elemanı tarafından düzenlenen kroki sınır tespit tutanağına eklenir.”;

Sınırların Kesinleşmesi” başlıklı 6.Maddesinde, “Belediye sınırları, belediye meclisinin kararı ve kaymakamın görüşü üzerine valinin onayı ile kesinleşir.

Kesinleşen sınırlar, valilikçe yerinde uygulanmak suretiyle taraflara gösterilir ve durum bir tutanakla belirlenir. Kesinleşen sınır kararları ile dayanağı olan belgelerin birer örneği; belediyesine, mahallî tapu dairesine, il özel idaresine ve o yerin mülkî idare amirine gönderilir.

Kesinleşen sınırlar zorunlu nedenler olmadıkça beş yıl süre ile değiştirilemez.”;

Sınır Uyuşmazlıklarının Çözümü” başlıklı 7.Maddesinde “ Bir il dâhilindeki beldeler veya köyler arasında sınır uyuşmazlığı çıkması hâlinde ilgili belediye meclisi ve köy ihtiyar meclisi ile kaymakamın görüşleri otuz gün süre verilerek istenir. Vali, bu görüşleri değerlendirerek sınır uyuşmazlığını karara bağlar. Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçe ve ilk kademe belediyelerinin sınır değişikliklerinde büyükşehir belediye meclisinin de görüşü alınır.

İl ve ilçe sınırlarının değiştirilmesini gerektirecek sınır uyuşmazlıklarında 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu hükümleri uygulanır.” hükümlerine yer verilmiş;

Yasanın, “Hemşehri Hukuku” başlıklı 13. Maddesinin üçüncü fıkrasında; Belediye sınırları içinde oturan, bulunan veya ilişiği olan her şahsın, belediyenin kanunlara dayanan kararlarına, emirlerine ve duyurularına uymakla ve belediye vergi, resim, harç, katkı ve katılma paylarını ödemekle yükümlü olduğu; “Belediyenin Görev Ve Sorumlulukları” başlıklı 14.Maddesin yedinci fıkrasında; Belediyenin görevi, sorumluluk ve yetki alanının belediye sınırlarını kapsayacağı belirtilmiştir.

Anılan yasal düzenlemelerden, belediyeler arasındaki sınırların saptanması ve mevcut sınırlardan kaynaklanan anlaşmazlıkların doğması halinde, bu anlaşmazlığın idari usul ve esaslara göre idarece çözümleneceği anlaşılmaktadır.

Olayda, davacılar tarafından mağduriyetlerine neden olan konu hakkında yönteme uygun şekilde idareye bir başvuruda bulunulmadığı ve idarece inceleme yapılmasına ve anlaşmazlığın çözümüne ilişkin bir tutum belirlenmesine olanak tanınmayıp, yasa ile idareye verilmiş bulunan bir yetki hakkında doğrudan doğruya yargı merciine başvurularak, gayrimenkulün hangi belediye sınırları içersinde kaldığının tespiti istenilmiştir.

Belirtilen durum karşısında, açılan davanın ileride açılacak eda davasının öncüsü niteliğinde özel hukuk ilişkisinin tespitine ilişkin bulunmadığı; yukarıda açıklandığı gibi, belirtilen idari usuller çerçevesinde idarece değerlendirilmesi gereken bir tespitin yapılması istemiyle müstakil açılan tespit davasına bakılıp bakılamayacağı hususunun, idari yargının görev alanı içinde olduğu açıktır.

Bu nedenle, Vergi Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3.Vergi Mahkemesi’nce; 28.5.2007 gün ve E:2007/623 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 7.7.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/356

KARAR NO: 2008/185

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarından birinin memur kadrosuna naklen atanan davacının, özelleştirme kapsamında bulunan Turban Turizm A.Ş. ve Sümer Holding A.Ş’nde kapsam dışı personel olarak çalıştığı döneme ilişkin kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretinin ödenmesi istemiyle açtığı davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.Ç.A.

Vekili         : Av. F.A.

Davalı        : Sümer Holding A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. E.B.T.

O L A Y     : Turban Turizm A.Ş.’nde kapsam dışı personel statüsünde çalışmakta iken; Turban Turizm A.Ş.’nin 01.03.2002 tarihinde Sümer Holding A.Ş. ile birleşmesi üzerine anılan kuruma devredilen, 08.07.2003 tarihinde kendisine bildirilen işlemle 4046 Sayılı Yasanın 22. maddesi uyarınca Gazi Üniversitesi Rektörlüğü emrine şef kadrosu ile atanan davacı, daha önce çalıştığı kurumda işçi statüsünde geçen hizmetine tekabül eden kıdem tazminatının ve 90 günlük yıllık izin ücretinin ödenmesi istemiyle Sümer Holding A.Ş. Genel Müdürlüğüne karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 4. İDARE MAHKEMESİ; 09.01.2004 günlü, E:2004/1, K:2004/8 sayılı kararıyla, 1475 sayılı İş Kanunu kapsamında bazı idari para cezası uygulamalarının dışında, ilgilinin çalışma hayatı ve özlük hakları ile ilgili konularda çıkabilecek uyuşmazlıklarda adli yargı yerlerinin görevli bulunduğu; uyuşmazlıkta ise; 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi kapsamında Gazi Üniversitesi'ne naklen atanan davacının, eski kurumunda işçi statüsünde geçen hizmetlerinin karşılığı 1475 sayılı Kanunun 14. maddesi uyarınca oluşan kıdem tazminatı ve 90 günlük yıllık izin ücretinin ödenmesinin istenildiğinin görüldüğü; bu durumda, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde, uyuşmazlığın 1475 sayılı Kanuna tabi olarak çalışılan döneme ait olması nedeniyle adli yargı yerlerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle davayı görev yönünden reddetmiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, önceki istemine ek olarak, 250,00YTL kıdem tazminatının ve 250,00YTL izin ücretinin 9.7.2003 tarihinden itibaren hesaplanacak faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 7. İş Mahkemesi’nin, işin esasını inceleyerek verdiği 18.10.2006 gün ve E.2005/719, K.2006/519 sayılı kararı; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8.3.2007 gün ve E.2007/787, K.2007/6130 sayılı ilamı ile bozulmuştur.

ANKARA 7. İŞ MAHKEMESİ; 22.5.2007 gün ve E:2007/299, K:2007/231 sayı ile Mahkemeleri kararının, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ilamı ile bozulduğu, bozma ilamında; "Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacının 10.6.1993 tarihinden itibaren Turban A.Ş.'de kapsam dışı personel olarak çalışmaya başladığı, Turban A.Ş.'nin varlık satışı yoluyla kısmen özelleştirildikten sonra özelleştirme kapsamındaki Sümer Holding A.Ş. ile birleştirilmiş olduğu, davacının 7.2.2003 tarihinden itibaren Sümer Holding bünyesinde çalıştığı, davanın da adı geçen kuruluşa karşı açıldığı anlaşılmaktadır. Sümer Holding A.Ş. özelleştirme kapsamında olup, henüz özelleştirme işlemi tamamlanmamıştır. Buna göre davacının hizmet akdinin sona erdiği tarihte kamu hisselerinin %51'nin özelleştirilmediği anlaşıldığından, Uyuşmazlık Mahkemesinin 21.1.1996 gün, 1995/1 Esas-1996/1 Karar sayılı ilke kararı uyarınca dava konusu uyuşmazlığın çözüm yeri İdari Yargıdır. Mahkemece bu husus gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek hüküm kurulması hatalıdır." denildiği gerekçesiyle; bozma ilamına uyularak, bozma ilamı doğrultusunda görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili 29.05.2007 tarihli dilekçe ile görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi isteminde bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.    

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının önce Turban Turizm A.Ş., daha sonra Sümer Holding A.Ş.’nde kapsam dışı personel statüsünde çalıştığı, döneme ilişkin 10 yıl 28 günlük çalışma süresi karşılığı tahakkuk edecek kıdem tazminatı ile 90 günlük yıllık izin ücretinin ödenmesi isteminden ibarettir.

233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi bir kuruluş olan Turban Turizm A.Ş.’nin Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 01.03.1988 günlü işlemi ile Sümer Holding A.Ş.’ne tüm hak ve yükümlülükleri ile devredilerek tüzelkişiliğinin sona erdirilmesine karar verilmiş, bu karar üzerine Sümer Holding A.Ş.’ne aynı statü ile devredilen davacı, Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne 657 sayılı Yasaya tabi bir göreve atandığı tarihe kadar anılan kurumda görev yapmıştır. Sümer Holding A.Ş.’nin tüm hisselerinin 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine Ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3/a. maddesi ile verilen yetkiye dayanılarak özelleştirme kapsam ve programına alınmasına Özelleştirme Yüksek Kurulunca karar verilmiş olup; aynı Yasanın 4. maddesi ile, Başbakana bağlı kamu tüzel kişiliğine sahip ve özel bütçeli olarak kurulan Özelleştirme İdaresi Başkanlığının, özelleştirme programına alınan kuruluşlardan, anonim şirket statüsünde olan ve anonim şirket haline dönüştürülen kuruluşların sermayelerindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye, diğerlerinde ise özelleştirme uygulamaları sonucu devredildikleri tarihe kadar bunların sermaye miktarını belirlemek, kuruluş, birleşme ya da bölünmelerinde gerekli düzenlemeleri yapmak, mal varlıkları ile hak ve yükümlülüklerine ilişkin esasları saptamak, hesapları ve faaliyetleri ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmak, bu işlemleri kolaylaştırıcı önlemleri almak, yasal sınırlamalar saklı kalmak kaydıyla, kuruluşların mali, yönetsel ve hukuksal yapıları ile ilgili olarak düzenlemeler yapmak ve belirtilen diğer hususlarla görevli ve yetkili olduğuna işaret edilmiştir.

4046 sayılı Yasanın 22. maddesinde, özelleştirme programına alınan, özelleştirilen, faaliyeti durdurulan, küçültülen, kapatılan ya da tasfiye edilen kuruluşlarda çalışan 657 sayılı Yasaya tabi personel ile kapsam dışı personel dahil, sözleşmeli personelin “kamu personeli” olduğu ifade edilmiş ve bunların diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nasıl nakledilecekleri ile özlük ve diğer haklarına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Yukarıdan beri açıklandığı üzere, Sümer Holding A.Ş. özelleştirme sürecine girmiş olmakla birlikte dava tarihi bakımından satışı henüz tamamlanmadığından kamu kuruluşu niteliğini sürdürmekte olup, davacının da gerek bu kuruluşta, gerekse bu kuruluşa devredilmeden önce görev yaptığı Turban Turizm A.Ş.’nde çalıştığı dönemdeki statüsü bakımından 4046 sayılı Yasada açıkta belirtilmiş olan “kamu personeli” olduğu kuşkusuzdur.

Bu durumda, çalıştığı dönemdeki statüsü bakımından kamu personeli olan davacı ile bir kamu kuruluşu olduğu çekişmesiz bulunan Sümer Holding A.Ş. arasındaki ilişkinin, yönetim hukuku ilkelerine dayanan ve yönetim hukuku kurallarıyla düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisi olduğu açıktır. Her ne kadar davacı tarafından kıdem tazminatının ve yıllık izin ücretinin ödenmesine hükmedilmesi istemiyle dava açılmış ise de, bu durum, kamu personeli olan davacı ile yönetim arasında kamu hukukuna ilişkin bulunan hukuksal ilişkinin niteliğini değiştirmemektedir.

Belirtilen tüm bu hususlar ile 1.3.1996 tarih ve 22567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış bulunan Uyuşmazlık Mahkemesinin 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı kararıyla, özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğuna ve konunun 2247 sayılı Yasanın 30. maddesi uyarınca bu doğrultuda ilke kararına bağlanmasına karar verilmiş olması karşısında, davacıya kapsam dışı personel olarak çalıştığı döneme ilişkin kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti ödenip ödenemeyeceğinden doğan uyuşmazlık konusu davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekeceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 4. İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4.İdare Mahkemesi’nce verilen 09.01.2004 gün ve E:2004/1 ve K:2004/8 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/402

KARAR NO: 2008/187

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Uyuşmazlık Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesinde öngörülen biçimde araç tescil plakasına göre verilen para cezasına karşı açılan davaların, adli yargının görev alanında görüldüğü ve Sulh Ceza Mahkemesince, uyuşmazlığın özü olan ceza tutanağının içeriğine ilişkin olarak yargılama yapılarak işin esası hakkında karar verildiği dikkate alındığında; asıl para cezasının zamanında ödenmemiş olmasından dolayı arttırılan para cezasına karşı yapılan itirazın da ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S.A.

Davalı : Hatay Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü

O L A Y     : Davacının araç tescil plakasına, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51.maddesine aykırılık (hız sınırını aşma) nedeniyle trafik zabıtasınca 29.4.2004 tarih, DD-244296 seri no.lu trafik ceza tutanağı ile 169.400.000 TL. para cezası kesilmiştir.

Davacı, hakkında trafik ceza tutanağı düzenlendiğini vergi dairesine gittiğinde öğrendiğini, bu nedenle itiraz da edemediğini, haberi olmadığı için cezanın 3 katına çıkarak 508.00 YTL olduğunu iddia ederek, para cezasının kaldırılması istemiyle 11.8.2006 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

HATAY 2.SULH CEZA MAHKEMESİ; 20.11.2006 gün ve SAYI: 2006/630 Müt. sayı ile, itiraz edenin yokluğunda düzenlenen tutanağın, 05.07.2004 tarihinde Cumhuriyet Mah. Cemal Gürsel Cad. Süslü Apt. No: 1 Samandağ adresine tebliğe çıkarıldığı ancak adreste tanınmadığından bahisle tebliğ edilemediği, ceza tutanağının Hatay Vergi Dairesi Müdürlüğünde 16.09.2004 tarihinde askı ilanın yapıldığı, bu suretle tutanağın kesinleştiğinin belirlenmiş olduğu, itiraz edenin Mahkemelerine müracaat tarihi, ceza tutanağını öğrenme tarihi kabul edilmekle 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 27. ve 28/1-c bendi gereği itirazın yasal süre içersinde yapıldığının kabul edildiği; evrak ve idarenin cevap dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; itiraz eden hakkında, radarlı hız kontrolünde hız sınırını %30’dan fazla aştığı tespit edilmekle, 2918 sayılı yasanın 51/2-b.fıkrası gereği trafik ceza tutanağı düzenlendiğinin belirlendiği; itiraz edenin radarla hız kontrolünde hız sınırını aştığı için düzenlenen trafik ceza tutanağının, hukuka uygun olarak düzenlendiği; tutanağın kesinleşme şekli ve belirlenen cezaya faiz işlemesi nedeni ile cezanın artmış olmasının mahkemelerinin görev alanına girmeyip, idari yargıda halledilebilecek bir sorun olduğu sonucuna varılarak, itirazın reddine dair aşağıdaki gibi hüküm kurulmuş olduğu; açıklanan gerekçe sonucunda; İtirazın REDDİNE, İdari para cezasının miktarı itibarı ile 5326 sayılı yasanın 28/9. maddesi gereğince kesin olmak üzere, karar vermiştir.

Davacı bu kez; adına kayıtlı bulunan aracı için 1.11.2004 tarihinde davalı idare tarafından 169.40 YTL ceza yazıldığını, ancak kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle itiraz edemediğini ve cezanın 3 katına çıkarak 508,00 YTL olduğunu, cezanın kaldırılması söz konusu olmasa dahi yasal faiz dışındaki ana parayı ödemeye hazır olduğunu iddia ederek, tebligat usulsüz olduğundan para cezasının faizinin kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

HATAY İDARE MAHKEMESİ; 8.12.2006 gün ve E:2006/445, K:2006/25 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunun kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığından, dava konusu para cezasına karşı açılan davada görevli yargı yerinin adli yargı olduğu; dava konusu olayda da, davacının adına kayıtlı bulunan aracı için 1.11.2004 tarihinde davalı idare tarafından 169.400.000 TL para cezası tahakkuk ettirildiği, ancak davacının kendi iddiasına göre bu ceza tutanağının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle bu cezanın ödenmediği, bunun üzerine cezanın 3 katına çıkarılarak 508,00 YTL olarak tahakkuk ettirilmesi sonucunda, davacının ana para dışındaki fazlaya ilişkin (3 katına çıkarılmasına) kısmının kaldırılması için bakılan davayı açtığının anlaşılmış olduğu, uyuşmazlığın özünün trafik para cezasından kaynaklanmış olması ve ceza miktarının asıl para cezasının zamanında ödenmemiş olmasından dolayı arttırılarak uygulanması karşısında, asıl para cezasının devamı niteliğinde olan bu para cezasına karşı açılan davada da görevli yargı yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez; tarafına tebligat yapılmadığını, tutanağın kesinleşme şekli ve belirlenen cezaya faiz işlemesi nedeni ile cezanın artmış olmasının mağduriyetine neden olduğunu, bu nedenle hakkında verilen cezanın yasal faizi ile birlikte kaldırılması istemiyle, yeniden adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

HATAY 2.SULH CEZA MAHKEMESİ; 28.2.2007 gün ve SAYI: 2007/54 Müt. sayı ile, Mahkemelerinin 20.11.2006 tarih 2006/630 Müt sayılı kesin kararı ile; aynı itiraz eden tarafından yapılan talep sonucunda; itiraz edenin radarla hız kontrolünde hız sınırını aştığı için düzenlenen trafik ceza tutanağının hukuka uygun olarak düzenlendiği sonucuna varıldığından, itirazın reddine karar verilmiş olduğu; itiraz edenin, tutanağın kesinleşme ve belirlenen cezaya faiz yürütülmesine dair itirazında ise idari yargıda halledilecek bir sorun olduğuna dair karar gerekçesinde değinildiği; itiraz edenin, para cezasına uygulanan faizin kaldırılmasına karar verilmesi istemi ile Hatay İdare Mahkemesine başvurduğu, Mahkemenin 08.12.2006 tarih 2006/445-25 EK sayılı kararı ile Kabahatler Kanunun 27.maddesi gereği talep konusunda görevli yargı yerinin adli yargı olduğundan bahisle görev yönünden red kararı verildiği, kararın 28.01.2007 tarihinde kesinleştiğinin belirlendiği; Mahkemelerinin 20.11.2006 tarih 2006/630 Müt sayılı kararı ile, itiraz başvurusu üzerine, sürücüsü belirlenemediği için tescil plakasına yazılan ceza tutanağı içeriğinin hukuka uygun olduğu kabul edilmekle itirazın reddine dair karar verilmiş olduğu, itiraz konusu yapılan tutanağın tebliğ işleminin usulsüzlüğü ile cezaya yürütülen faiz konusunda karar gerekçesinde idari yargıda halledilmesi gereken bir sorun olduğundan bahsedilmiş bulunulduğu; bu konuda her hangi bir hüküm kurulmamış olduğu; bu itibarla; Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve cezaya faiz yürütülmesi işlemleri birer idari işlem olup, adli yargının görev alanına girmediği; idari yargıda halledilmesi gerektiği sonucuna varıldığından; ancak İdare Mahkemesince de aynı konu ile ilişkin adli yargının görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiği belirlendiğinden, görev konusunda çıkan uyuşmazlığın çözümü için 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi gereğince dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatına hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve cezanın üç katına çıkarılması yönünden tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idari yargı yerinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasa koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de; Hatay 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan ve Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve cezanın üç katına çıkarılması yönünden doğmuş bulunan olumsuz görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. .

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 51 maddesine aykırılık nedeniyle, trafik zabıtasınca araç tescil plakasına göre düzenlenen trafik ceza tutanağı ile kesilen para cezasının; Trafik Ceza Tutanağının tebliğinin yapılmadığı ve cezanın üç katına çıkarılmasının usulsüz olduğu iddialarıyla, iptali istemiyle açılmıştır.

Ancak Hatay 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce, işlem ayrılarak, sürücüsü belirlenemediği için tescil plakasına yazılan ceza tutanağı içeriğinin hukuka uygun olduğu kabul edilerek itirazın reddine; ancak Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve cezaya faiz yürütülmesi işlemlerinin birer idari işlem olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş; Hatay İdare Mahkemesi’nce de; uyuşmazlığın özünün trafik para cezasından kaynaklanmış olması ve ceza miktarının asıl para cezasının zamanında ödenmemiş olmasından dolayı arttırılarak uygulanması karşısında, asıl para cezasının devamı niteliğinde olan bu para cezasına karşı açılan davada da görevli yargı yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi nedeniyle; olumsuz görev uyuşmazlığının Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve para cezasının üç katına çıkarılması yönünden sınırlandırılması gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 51 maddesinin ilk iki fıkrasında; sürücülerin, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorunda oldukları, hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız aşan sürücülere para cezası uygulanacağı hususu düzenlenmiştir.

Anılan Yasanın İkinci Bölümünde yer alan 121. maddede, “ Para cezalarının tahsilinde ve takibinde uygulanacak esas ve usuller ile kullanılacak makbuzun, suç ve ceza tutanağının şekli ve kullanma esasları ile Bayındırlık Bakanlığı mensuplarından hangi niteliklere sahip kişilerin, hangi şartlarda, suç ve ceza tutanağı düzenleyeceği, genel zabıtaya mensup kişilerin bu Kanuna göre düzenleyecekleri tutanaklar hakkında yapılacak işlemler, yetki sınırları, koordinasyon ve işbirliği esasları İçişleri,Maliye ve Bayındırlık bakanlıklarınca müştereken çıkarılacak yönetmelikte gösterilir.

Makbuz ve tutanaklar Maliye Bakanlığınca bastırılır ve trafik kuruluşlarına dağıtım sağlanır.” Hükmüne yer verilmiştir.

Bu madde dayanak alınarak çıkarılan “Trafik Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Esas ve Usuller İle Kullanılacak Belgeler Hakkında Yönetmelik” in;

“Tescil Plakasına Göre Düzenlenen Tutanaklar İçin Yapılacak İşlemler” başlıklı 10. maddesinde”, “(Değişik:22.04.2003-25087) Karayolları Trafik Kanunu'nun 116. maddesi hükümleri gereğince, görevlilerce yetki sınırları içerisinde tescil plakasına göre düzenlenen tutanaklar;

a) Aracın kayıtlı olduğu kuruluştan arşiv kayıtlarına göre araç sahibi veya işleteni tespit edilerek (birden fazla ise ilk sıradaki) Tutanağın boş kalan yerleri doldurularak ilgiliye 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca tebliğ edilir ve Tutanağın bir nüshası takip ve tahsil için ilgili mal sandığına gönderilir. Tebligat işlemine yedi iş günü içinde başlanır. Yapılan tebligatta bu şekilde uygulanan cezalar için, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde yetkili mahkemeye itiraz edebilecekleri belirtilir. İtiraz, ödemeyi ve ödeme ile ilgili süreyi durdurur. Ancak itiraz üzerine verilen kararlar kesindir.

b) Tescil plakasına göre tutanak düzenlenen araçlar, Tutanağın düzenlendiği yerin dışında başka bir tescil kuruluşuna kayıtlı olup bilgisayar sorgulamasında adresi tespit edilemiyorsa, adres tespiti için Tutanağın iki nüshası ilgili tescil kuruluşuna yedi iş günü içerisinde gönderilir. Tescil kaydına göre araç sahibi veya işleteninin adresleri arşiv kayıtlarından tespit edilir ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca 7 iş günü içerisinde tebliğ işlemlerine başlanarak tebligat yapılır, Tutanağın bir sureti de takip ve tahsili için ilgili mal sandığına gönderilir.

(…)

Karayolları Trafik Kanunu'nca tescil plakasına göre düzenlenen ve Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca tebliğ edilemeyen ceza tutanakları, ilgili mal sandıklarına takip ve tahsili için gönderilir.”;

“Para Cezalarının Ödenmesinde Takip Edilecek Esas ve Usuller Para Cezalarının Ödenebileceği Yerler ve İşlemler” başlıklı 11. maddesinde, “ Para cezalarının alındı karşılığı derhal ödemeyenler için yetkili kılınmış görevlilerce “Trafik Ceza Tutanağı” düzenlenir.

Bu ceza tutanaklarında yazılı trafik para cezaları Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nın Sayman Mutemetlerine, Mal Sandıklarına veya bu Yönetmeliğin altıncı maddesine göre yetkili kılınmış görevlilere ödenebileceği gibi PTT idaresine veya bu Bakanlığın yetkili kıldığı bankalara ödenebilir.

Para cezalarını tahsil eden banka veya PTT idaresi, Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca tespit edilen süre içinde, ceza tutanaklarında belirtilen mal sandıklarına bilgi vermek zorundadırlar.

Banka veya PTT ile yapılan ödemelerde paranın bankaya veya PTT’ye veriliş tarihi ödeme tarihi sayılır.

PTT veya bankalara ödenecek para cezalarının tahsil ve takibinde uygulanacak esas ve usuller ile koordinasyon ve işbirliği Maliye ve Gümrük Bakanlığı ile bu kuruluşlar arasında yapılacak protokolle belirlenerek, ilan edilir.”;

Para Cezalarının Ödeme Süresi” başlıklı 12. maddesinde ise, “Alındı karşılığı tahsilat derhal yapılamadığı takdirde düzenlenen ceza tutanağının bir örneğinin ilgiliye verildiği veya tebliğ edildiği tarihten itibaren para cezalarının on gün içinde ödenmesi gerekir.

On gün içinde ödenmeyen para cezaları iki katına çıkar ve ödeme süresi on gün daha uzar, bu süre içinde de ödenmeyen para cezaları üç katına çıkar.

PTT veya banka idareleri bu süreleri dikkat ederek tahsilat yapmak zorundadır.” denilmiştir.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, buna göre idare, hukuka aykırılığı saptanan işlem ve eylemlerinden doğan hak ihlâlini tam olarak gidermek; diğer bir ifadeyle hakları ihlâl edilenlerin uğradığı gerçek zararları tazmin etmekle yükümlü bulunmaktadır.

Nitekim, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesine göre, ilgililerin haklarını ihlâl eden bir idari işlem dolayısıyla idari yargı yerlerinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilmeleri olanaklıdır.

2577 sayılı Yasa’nın 12. maddesine göre ilgililerin haklarını ihlâl eden bir idari işlem dolayısıyla bu işleme karşı açtıkları iptal davasının sonuçlanması üzerine açacakları tam yargı (ve benzeri) davasının görüm ve çözümünde, iptal davasına bakan yargı merciinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Olayda, araç tescil plakasına kesilen trafik para cezasının tebliğ edilmediği ve bu nedenle cezanın arttığı iddiasıyla cezaya itiraz eden davacının isteminin; Sulh Ceza Mahkemesi tarafından cezanın aslı yönünden reddedildiği, Trafik Ceza Tutanağının tebliği ve cezaya faiz yürütülmesi işlemleri yönünden ise ayrıma tabi tutularak görevsizlik kararı verildiği görülmüştür.

Ancak, yukarıda ayrıntılı olarak yazılan 2918 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinden; Yasanın 51. maddesi uyarınca kesilen 169.40,YTL trafik para cezasının, süresinde ödenmemesi üzerine, Yönetmeliğin 12. maddesinin uygulanması suretiyle, üç katına çıkarak 508.20 YTL olduğu ve bu miktarın yargı organları nezdinde uyuşmazlık konusu edildiği anlaşılmaktadır. Yargı organlarınca yapılan yargılama faaliyeti esnasında ise, davacı tarafından ileri sürülen iddiaların ve sunulan kanıtların, dava konusu edilen işleme etkilerinin değerlendirileceği ve işlemin iptaline/itirazın kabulüne ya da davanın/itirazın reddine gerekçe oluşturacağı açıktır.

Bu durumda, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesinde öngörülen biçimde sürücüsü belirlenemediği için araç tescil plakasına göre verilen para cezasına karşı açılan davaların, adli yargının görev alanında görülmesi ve Sulh Ceza Mahkemesince de uyuşmazlığın özü olan ceza tutanağının içeriğine ilişkin olarak yargılama yapılarak işin esası hakkında karar verildiği dikkate alındığında; asıl para cezasının zamanında ödenmemiş olmasından dolayı arttırılan bu para cezasına karşı açılan davada da görevli yargı yeri, adli yargı olacaktır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Hatay 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen 28.02.2007 gün ve SAYI:2007/54 Müt. sayı ile yapılan BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/437

KARAR NO: 2008/188

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Tebliğ (Dış Ticarette Standardizasyon: 2005/3) uyarınca, 30.000 Mton antrasit ithalatı için alınan Kontrol Belgesi kapsamında; davacı şirket tarafından verilen Taahhütnamenin 15. ve 16. maddelerine aykırı olarak evrakların geç gönderilmesi nedeniyle, aynı Taahhütnamenin 21/b maddesinde yazılı bedelin (cezai şart) ödenmesi ve cezai şartın zamanında ödenmemesi durumunda yine aynı taahhütname uyarınca 6183 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağının bildirilmesi yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İÇDAŞ Çelik Enerji Tersane Ve Ulaşım San. A.Ş.

Vekili         : Av. Y.S.               

Davalı        : Çevre ve Orman Bakanlığı (Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü )

O L A Y     : Davacı Şirkete, 31.12.2004 tarihli ve 25687 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Tebliğ (Dış Ticarette Standardizasyon: 2005/3)" sayılı Tebliğ uyarınca, 28.02.2005 tarihinde "2005.ÇYG.02.78" numaralı Kontrol Belgesi verilmiştir.

2005/3 sayılı Tebliğin "Ek I ve Ek II/A-B sayılı listelerde yer alan yakıt, atık ve metal hurdaların ithalatında Kontrol Belgesi alınabilmesi için; (...) ile Çevre ve Orman Bakanlığı'nca istenecek taahhütname ve diğer bilgi ve belgelerle birlikte malların ihracatçı ülkede çıkış işlemleri tamamlanmadan önce anılan Bakanlığa başvurulur" şeklindeki 2. maddesi uyarınca Davacı Şirketten 02.02.2005 tarihinde bir “Taahhütname” alınmıştır.

Davalı Çevre ve Orman Bakanlığı (Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü)nün 23.11.2005 günlü ve 65773 sayılı yazısıyla;

a) Kontrol Belgesi'nin, geçerlik süresi olan 08.08.2005 tarihini izleyen 30 günlük sürenin sonu olan 07.09.2005 tarihinde değil de, 08.09.2005 tarihinde kapatılmış olması gerekçesiyle, Verilen Taahhütnamenin 15. maddesinin (a) bendine binaen ve 21. maddesinin (b) bendi uyarınca, CIF değerinin % 5'i olan 80.637,205 ABD Doları;

b) 1. parti olan 4.551,520 Mton yakıtın analiz raporunun geç gönderilmesi nedeniyle, verilen Taahhütnamenin 16. maddesinin (a) bendine binaen ve 21. maddesinin (b) bendi uyarınca, CIF değerinin % 5'i olan 20.595,628 ABD Doları;

c) 2. parti olan 9.277,603 Mton yakıtın analiz raporunun geç gönderilmesi nedeniyle, verilen Taahhütnamenin 16. maddesinin (a) bendine binaen ve 21. maddesinin (b) bendi uyarınca, CIF değerinin % 5'i olan 45.840,704 ABD Doları;

d) 3. parti olan 3.864,182 Mton yakıtın analiz raporunun geç gönderilmesi nedeniyle, verilen Taahhütnamenin 16. maddesinin (a) bendine binaen ve 21. maddesinin (b) bendi uyarınca, CİF değerinin % 5'i olan 14.200,869 ABD Doları olmak üzere toplam 161.274,41 ABD Doları bedelin (cezai şart) Çevre ve Orman Bakanlığı hesabına yatırılması, aksi halde 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre tahsili cihetine gidileceği yolundaki işlemi tesis etmiştir.

Davacı Şirket vekili, “Davalı İdarenin 23.11.2005 tarihli ve 65773 sayılı, idari para cezası verilmesine ilişkin işleminin iptali” istemiyle 6.12.2005 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAĞCILAR 1 .SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.09.2006 gün ve E: 2005/1063 Müt., K: 2005/1063 Müt.sayı ile, dosyanın incelenmesinden, itiraza konu idari para cezasının, Çevre Ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün 23.11.2005 tarih, 65773 sayılı yazısı ile verilmiş olduğu, söz konusu yazıda özetle; muteriz tarafından Bakanlığa verilen 02.02.2005 tarihli taahhütnamenin 15 ve 16.madde kapsamında evrakların geç gönderilmesi nedeniyle 21(b) maddesinde yazılı bedelin (cezai şart) ödenmesinin gerektiği ve toplam 161.274.41 $’ın yazının tebliğ edildiği tarihteki T.C Merkez Bankası Döviz Satış Kuru üzerinden hesaplanarak TL. karşılığının Çevre Ve Orman Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılması gerektiğinin bildirildiğinin görüldüğü; 5326 sayılı Yasanın 27.maddesinde, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilir denildiği, itiraza konu para cezasının, taraflar arasında yapılmış olan ve yukarıda bahsi geçen 23.11.2005 tarihli 65773 sayılı yazı içeriğinde belirtilen 02.02.2005 tarihli taahhütnameden doğan cezai şarta ilişkin olduğu, dolayısıyla idari para cezası niteliğinde olmadığı ve bu nedenle de söz konusu idari işlemin, Mahkemelerince incelenebilecek idari para cezalarına itiraz niteliğinden olmaması nedeniyle, muterizin itirazının 5326 sayılı yasanın 28/1-b maddesi gereğince görev yönünden reddine karar vermek ve tüm bu nedenlerle aşağıdaki şekilde hüküm kurmanın gerekmiş olduğu; yukarıda açıklanan nedenlerle; 5326 sayılı yasanın 27/1 maddesinde idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtilmesi karşısında, itiraza konu idari işlemin taraflar arasındaki taahhütten doğan cezayı şarta ilişkin olması ve dolayısıyla idari para cezası niteliğinde olmaması nedeniyle, 5326 Sayılı yasanın 28/1 -b maddesi gereğince başvuru konusu idari işlemin sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek işlerlerden olmaması nedeniyle başvurunun görev yönünden REDDİNE karar vermiş; yapılan itiraz, Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.01.2007 gün ve 2007/261 D. iş no.lu kararı ile kesin olarak reddedilmiş ve bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6.İDARE MAHKEMESİ; 24.5.2007 gün ve E:2007/115 sayı ile, uyuşmazlık konusu işlemin, davacı şirket tarafından Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği uyarınca davalı idareye verilen taahhütnameden doğan cezai şarta ilişkin olduğu açık olup, uyuşmazlığa bakmaya görevli olan yargı yerinin belirlenebilmesi bakımından, cezai şartın bir idari yaptırım olup olmadığının ve 5326 sayılı Kanun kapsamında kabahat olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklığa kavuşturulmasının gerektiği; 5326 sayılı Yasanın 3. maddesi hükmünden; Kabahatler Kanununun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi halinde ise söz konusu hükümlerin uygulanmayacağının anlaşıldığı; bu durumda, 5326 sayılı Kanunun 16. maddesinin; idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu yolundaki hükmü göz önünde bulundurulduğunda, taahhütnameden kaynaklanan cezai şartın ödenmesine ilişkin işlemin idari para cezası niteliğinde olmadığı, ancak idari bir yaptırım olduğu ve buna ilişkin uyuşmazlığın Kabahatler Kanunu Kapsamında çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmakla, bu konuda idare mahkemelerinin görevli olduğu yolunda bir kanun hükmü de mevcut olmadığından, 5326 sayılı Kanunun 3. maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesince çözümlenmesi gereken uyuşmazlığa ilişkin davanın, idari yargı yerinde görülüp çözümlenmesine hukuken olanak bulunmadığı; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyiş Hakkında Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Tebliğ (Dış Ticarette Standardizasyon: 2005/3) uyarınca, ısınma amaçlı kullanılmak üzere 30.000 Mton antrasit ithalatı için alınan Kontrol Belgesi kapsamında; davacı şirket tarafından verilen Taahhütnamenin 15. ve 16. maddelerine aykırı olarak evrakların geç gönderilmesi nedeniyle, aynı Taahhütnamenin 21/b maddesinde yazılı bedelin (cezai şart) ödenmesi ve cezai şartın zamanında ödenmemesi durumunda yine aynı taahhütname uyarınca 6183 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağının bildirilmesi yolunda tesis edilen 23.11.2005 tarih ve 65773 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

2709 sayılı 1982 Anayasasının 56. maddesinde; herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiş; Devlete yüklenilen, çevrenin korunması ve kirlenmesinin önlenmesi ödevi, 8/5/2003 tarih 25102 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun ile anılan Bakanlığa verilmiştir.

Dış ticarette teknik düzenleme, standardizasyon, uygunluk değerlendirmesi ve belgelendirme faaliyetleri çerçevesinde, ithalatta insan sağlığının ve emniyetinin, hayvan veya bitki varlığının veya çevrenin korunmasını sağlamak amacıyla, hazırlanan ve 96/7794 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen “Dış Ticarette Teknik Düzenlemeler ve Standardizasyon Rejim Kararı”, 01.02.1996 tarih ve 22541 (mükerrer) sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.

Söz konusu Rejim Kararı'nın 4. maddesinde, "Çevre kirliliğine yol açtığı veya bu yönden risk taşıdığı tespit edilen her türlü atık, artık, kimyevi madde ve ürünü ithal edenlere, kusur şartı aranmaksızın, genel hükümler dışında ayrıca bu Kararın 5 inci maddesindeki müeyyideler uygulanır." hükmü; 5. maddesinde, "Bu Karar ve bu Karara istinaden yayımlanacak yönetmelik, tebliğ, talimat ve taahhütnamelere aykırı davrananlar ... hakkında ilgili kanun hükümleri saklı kalmak üzere, ayrıca aşağıdaki müeyyidelerden biri veya birkaçı uygulanır." hükmü getirilmiş; aynı maddenin (f) bendinde de, Taahhütname alınan durumlarda,taahhütnamede belirtilen meblağın, 6183 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde ithalatçının bağlı bulunduğu vergi dairesince tahsil edileceği, öngörülmüştür.

Yukarıda sözü edilen Rejim Kararı'na dayanılarak, Dış Ticaret Müsteşarlığı'nca hazırlanan ve 31 Aralık 2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan "Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Tebliğ (Dış Ticarette Standardizasyon: 2005/3) ile Tebliğ eklerinde yer alan madde ve yakıtların ithalden önce ve fiili ithal sırasında çevrenin korunması yönünden uygunluğunun onay yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığına verilmiştir.

Söz konusu Tebliğin 1. maddesine göre, ithal edilecek yakıtlarda çevrenin korunması yönünden uygunluğun, Bakanlıkça verilecek Kontrol Belgesi ile belgeleneceği; bu kontrol belgesinin alınabilmesi için, ithalatçı firmanın, Tebliğin 2. maddesinde sayılmış olan, proforma fatura, analiz sertifikası, kontrol belgesi ile birlikte sanayici taahhütnamesi ve ithalatçı firmadan alınan Taahhütnamenin Bakanlığa verilmesinin gerektiği, Kontrol Belgesinin süresinin, Tebliğin 8. maddesine göre altı ay olduğu belirtilmiş; 11. maddesinde de, sanayicilerin ve sanayici adına ithalat yapan firmaların, bu Tebliğ hükümlerine ve bu Tebliğ gereğince alınan taahhütnamelere aykırı fiillerinden müteselsilen sorumlu oldukları hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin 08.02.2005 tarih ve 1093 sayılı yazısı ile 2005/3 sayılı Tebliğ kapsamında yapılan inceleme sonucu, Davacı Şirkete sanayi amaçlı kullanılmak üzere 30.000 (otuz bin) Mton antrasit ithalatı için 08.02.2005 tarih ve 2005.ÇYG.02.78 no.lu Kontrol Belgesinin verilmiş olduğu; bu Tebliğ uyarınca; İdarece Kontrol Belgesi verilirken ithalatçı firmadan ithalat öncesi ve sonrasında uyulması gerekli olan hususları ihtiva eden 2.2.2005 tarihli bir Taahhütname alındığı; söz konusu Taahhütnamenin 15. Maddesinde "Kontrol Belgesi dosyalarının kapatılması için;

a) Kontrol Belgesi kapsamı yakıtın tamamının ya da bir bölümünün ithalatından vazgeçilmesi veya Kontrol Belgesi'nin geçerlilik süresinin bitimi halinde, Bakanlığınız uygunluk yazısı, Kontrol Belgesi, Yakıt Kalite Belgesi ve onaylı proforma faturanın asıllarını kontrol belgesi geçerlilik süresi bitiminden itibaren en geç 30 gün içerisinde,

b)Kontrol Belgesi kapsamı yakıtın tamamının ithalatının gerçekleşmesi halinde, gümrük giriş beyannamesi ile ihracatçı tarafından verilen faturanın ve Bakanlığınızca düzenlenen Kontrol Belgesinin ilgili gümrük idaresince onaylanmış bir nüshasını, kontrol belgesi geçerlilik süresi bitiminden itibaren en geç 30 gün içerisinde , (…)"Bakanlığa gönderileceği;

Taahhütnamenin 16.Maddesinin (a) bendinde "İthal edilen yakıtın gümrükten çekilmesi aşamasında 5. 6. ve 7. maddeler çerçevesinde alınan numunelerin 11.maddede belirtilen şekilde yaptırılan analizlerin sonuçlarını belirten belgeyi, yakıtın millileşmesi tarihinden itibaren en geç 30 gün içerisinde Bakanlığınıza ve ithalatın gerçekleştirildiği limanın bağlı olduğu ilin Valiliğine (İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne) gönderileceği (…)";

Taahhütnamenin, Ceza Hükümleri başlıklı 21. maddesinde; maddelerde belirtilen hususlara aykırı davranılması halinde, ithale konu yakıtın CIF değerine göre saptanan oranını bağlı bulunduğu vergi dairesince taraflarına tebliğ edildiği tarihteki T.C.Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak TL(YTL) karşılığını Bütçeye gelir kaydedilmek üzere Çevre ve Orman Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatıracağı; 23. maddesinde ise, taahhütname hükümlerinin yerine getirilmemesinden doğan alacakların, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve tahsili kabul ve taahhüt edilmiştir.

Olayda, Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünce tesis edilen 23.11.2005 tarih, 65773 sayılı işlem ile, davacı şirketten, Taahhütnamenin 15. ve 16. maddesi kapsamındaki evrakı geç göndermesi nedeniyle 21(b) Maddesinde yazılı bedeli (cezai şart) ödemesinin talep edildiği; işlemin sonuç kısmında, toplam 161.274,41 USD'nın, bu yazının tebliğ edildiği tarihteki TC Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden hesaplanarak TL karşılığının (...)15 gün içerisinde yatırılarak, dekontun Bakanlıklarına iletilmesi gerektiği; aksi takdirde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağının bildirildiği anlaşılmıştır.

Buna göre, davacı şirketin; Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Yakıt ve Atıklara İlişkin Tebliğ(Dış Ticarette Standardizasyon: 2005/3 sayılı) uyarınca; ithalat yapmak amacıyla Kontrol Belgesi alabilmesi için davalı idareye Taahhütname vermesinin zorunlu şart olarak öngörüldüğü ve taahhütname hükümlerinin yerine getirilmemesi nedeniyle cezai şarttan doğan alacakların, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edileceği hususları göz önüne alındığında, kamu alacağı niteliği kazanan bedelin ödenmesinin bildirimi niteliğindeki dava konusu işlemin, idarece kamu gücüne dayalı ve tek taraflı irade ile tesis edilmiş idari işlem olarak kabulü gerekmektedir.

Bu durumda, uyuşmazlığa konu edilen davanın, 2577 sayılı İ.Y.U.K.’nun 2/1-a. maddesinde sayılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6.İdare Mahkemesi’nce 24.5.2007 gün ve E:2007/115 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/487

KARAR NO: 2008/190

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İ. K.

Vekili         : Av. S.P.

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (İzmir Sigorta İl Müdürlüğü)

O L A Y     : İşyeri bildirgesi, sigortalı işe giriş bildirgesi, aylık prim ve hizmet belgelerinin, aylık sigorta prim bildirgelerinin, dört aylık sigorta primleri bordrolarının yasal süre içersinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesine göre idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.1.2007 gün ve D. İş E:2006/130, D.İş K:2007/87 sayı ile, 5560 sayılı Yasa ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na göre, 506 sayılı Kanun’un 140. maddesinde görevli yargı yeri belirtilmediğinden davanın görüm ve çözüm görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görev yönünden başvurunun reddine karar vermiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle 8.3.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ; 23.3.2007 gün ve E: 2007/415, K:2007/377 sayı ile, 506 sayılı Kanunun 140. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine göre idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleştikten sonra davacı vekilinin talebi üzerine dava dosyası, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. maddesi uyarınca ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O. Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 07.07.2008 günlü toplantısında; Hâkim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Her ne kadar adli yargı yerince verilen kararın hüküm fıkrasında “ mahkemenin görevsizliğine”, “davanın görev yönünden reddine” şeklinde bir ibare yer almamakta ise de, karar gerekçesinde davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiğinin açıkça belirtilmiş olması karşısında verilen kararın görevsizlik kararı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

İzmir 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının temyiz edildiği ve dava dosyasının temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay’a gönderildiği, dosyanın halen Yargıtay’da olduğunun bildirildiği, Mahkememiz ile adli yargı yeri arasında yapılan yazışmalar sonucu anlaşılmıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.”, 27. maddesinde ise, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.” denilmektedir.

Açıklanan nedenlerle, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının kesinleşmediği, bu nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/518

KARAR NO: 2008/191

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen J.Kd.Binbaşının eşi tarafından, idare aleyhine açılan tazminat davasının, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İ. Ş. K.

Vekili         : Av. S.A.

Davalı        : İçişleri Bakanlığı

O L A Y :Davacının eşi J. Kd. Bnb. Serdar Köksoy, Batman İl Jandarma Komutanlığı, İstihbarat Şube Müdürlüğünde çalışmakta iken, Diyarbakır E Tipi Cezaevinde bulunan tutuklularla görüşme yapmak üzere görevlendirilmesi üzerine; adı geçenin emir ve komutasında bir heyet oluşturulmuş, 27 Aralık 1997 günü saat 06.00 sularında Batman İli Jandarma Komutanlığına ait 772220 plakalı Peugeot minibüs ve 772207 plakalı Beyaz Renault ile yola çıkılmış; Bismil İlçesi Salat Köprüsüne gelindiğinde, trafik kazası olduğu görülmüş ve diğer araçlarla birlikte jandarma konvoyu da durmuş; bu esnada, Batman istikametinden gelen ham petrol yüklü bir tanker duramayıp yayalara ve araçlara çapmış; davacının eşi, yaralı olarak olay yerinden alınarak hastaneye kaldırılmış, ancak kurtarılamayarak hastanede vefat etmiştir.

Davacı vekili, olay sebebiyle, müvekkilinin tazminat davası açma zorunluluğu doğduğundan bahisle; fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydı ile şimdilik 100.00, YTL. maddi, 10.000.00 YTL. manevi olmak üzere toplam, 10.100.00 YTL. tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle 31.1.2007 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 25.4.2007 günlü celsesinde E:2007/35 sayı ile, davanın sonuç olarak trafik kazası sebebiyle açılan bir tazminat davası olduğu ve bu tür davalara adli mahkemelerde bakılması gerektiğinden bahisle, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri AYİM Başsavcılığına gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Anayasanın 125’nci maddesinin son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun düzenlendiği, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiğinin tartışmasız olduğu; ancak dava konusunu oluşturan zararın davalı idareye ait aracın trafik kazası yapması sonucu meydana gelmiş olması nedeniyle görevli yargı yeri açısından Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin irdelenmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, 'İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu" başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85’nci maddesi, değişik birinci fıkrasında "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur. " hükümlerini taşıdığı; aynı kısmın "Özel Durumlar" başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106’ncı maddesinde ise; "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır. " hükmüne yer verildiği; anılan 85nci maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106ncı madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85nci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu; nitekim Karayolları Trafik Kanununun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85nci madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiş bulunduğu; belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açık olduğu, (Bkz.:Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 20.11.2000 tarih ve E.:2000/20, K.:2000/47 sayılı kararı) Anayasa'nın 157nci maddesinde, Askeri Yüksek idare Mahkemesinin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmayacağının belirtildiği; 20.7.1972 günlü ve 1602 Sayılı Yasanın 25.12.1981 günlü ve 2568 Sayılı Yasa ile değişik 20nci maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi “ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; 1602 Sayılı Yasa'nın değişik 20nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı; idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" eylemin kanun ve nizamlarının Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikte idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamanın olanaklı olduğu; idari eylemin ''asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olmasının gerektiği; olayda, davalı idareye ait aracın tahsis edildiği görevin veya hizmetin yürütülmesi sırasında araçta yolcu olarak bulunan Jandarma Binbaşının yapılan trafik kazası sonucu ölümü dolayısıyla, uğranılan zararların idare tarafından tazmin edilmesi istenildiği anlaşılmakla, zararın askeri bir görevin/hizmetin yürütülmesi sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği ve dolayısıyla AYİM'in görevli olduğunun değerlendirildiği; gerekçesiyle, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinde açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zarardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal bulunduğu, nitekim anılan Yasa’da 85. madde dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, açılacak tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, olayda askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan subayın ölümü dolayısıyla uğranılan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre görüm ve çözümünde, Anayasanın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddeleri hükümlerine göre AYİM’in görevli bulunduğu, bu nedenle AYİM Başsavcılığının başvurusunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı Bakanlık vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı tarafından uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde AYİM’in görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada AYİM’in görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen J.Kd.Binbaşının eşi tarafından, olayın meydana gelmesindeki kusuruna karşılık, maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “ İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.”hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın“tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli bulunan binbaşının ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, AYİM Başsavcılığınca yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.4.2007 gün ve E:2007/35 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/538

KARAR NO: 2008/193

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5.8.2006 tarihinde meydana gelen kaza nedeniyle sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketi tarafından, zararın, kusur ve sorumluluk oranına göre Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş. tarafından giderilmesi istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Güneş Sigorta A.Ş.

Vekili         : Av. F.K.

Davalı        : Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.

Vekili         : Av. M. M. G.

O L A Y     : 5.8.2006 tarihinde davacı sigorta şirketi tarafından sigorta poliçesi ile sigortalanan aracın da karıştığı maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiştir. Maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağında, çalışma alanında gerekli tedbir ve önlemleri almayan, işaretlemeleri eksik yapan (çalışma, sola mecburi yön, sağdan daralan yol gibi) levhaları kullanmayan Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin (Ş. Şefi Gökhan Bulut) bu kazada yetersiz ve eksik levha kullandığından % 40 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.

Davacı vekili, trafik kazası sonucu sigortalı araçta 1.695,00 YTL’lık hasar meydana geldiğini, tespit edilen hasar bedelinin sigortalı araç sahibine 5.9.2006 tarihinde ödendiğini belirterek, olayın meydana gelişinde % 40 kusurlu bulunan davalı idareden(şirketlerinin TTK 1301. maddesine göre sigortalısının haklarına halef olarak kusur nispetine göre) 678,00 YTL’ nın 5.9.2006 tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsili istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, birinci savunma dilekçesinde, davanın görevsiz mahkemede açıldığını, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 27.6.2005 tarih ve 8559 sayılı yazısına istinaden, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 2.4.2004 tarih, 2004/22 sayılı kararı ile TEDAŞ’ın özelleştirme kapsam ve programına alındığını, 4046 sayılı Yasa’nın 20 nci maddesinde, Özelleştirme İdaresine devredilen KİT'lerin anonim şirkete dönüştürülmesine ilişkin hükümlerin bulunduğunu, buna istinaden, davalı TEDAŞ Trabzon Elektrik Dağıtım Müessesesi’nin Çoruh Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi adını aldığını, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın kararıyla TEDAŞ'ın 20 ayrı dağıtım şirketine ayrılmasına karar verildiğini, Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin de bunlardan biri olduğunu, Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin, ayrı tüzel kişiliği ve sermayesi olan tamamen özel hukuk hükümlerine tabi bir ticaret şirketi olduğunu ve ana sözleşmesine göre, bu şirketin karlılık ve verimlilik esaslarına göre faaliyet gösterdiğini, bu nedenle davanın idare mahkemesinde açılmasının isabetli olmadığını ileri sürmüştür.

TRABZON İDARE MAHKEMESİ; 15.5.2007 gün ve E:2006/2587 sayı ile, davacı Güneş Sigorta A.Ş vekili tarafından; davalı idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak 600,00 YTL’nin faizi ile birlikte tazmini istemiyle Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.'ne karşı açılan davada, davalı idarece görev itirazında bulunulduğundan dosyanın incelendiği, 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde; idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirkete 42174647 sayılı poliçe ile kasko sigortalı 61 EK 409 plakalı aracın 5.8.2006 tarihinde Trabzon İlinde maddi hasarlı kaza yaptığı, kazanın oluşumunda davalı idarenin yol güzergahı üzerinde yaptığı çalışma alanında gerekli ve tedbir ve önlemleri almaması nedeniyle %40 oranında kusurlu olduğunun kaza tespit tutanağından belirlenmiş olması nedeniyle, söz konusu olay nedeniyle oluşan ve sigortalıya ödenen toplam hasar tutarının davalı idarenin kusurundan kaynaklanan hasar bedeli kısmı olan 600,00 YTL’nin yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı, Anayasa’nın 125 inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, olayda, TEDAŞ'ın özelleştirme kapsam ve programına alınması nedeniyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı kararı ile 20 ayrı dağıtım şirketine ayrılmasına karar verildiği, bu şirketlerden birinin de davacı Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş. olduğu, ayrı tüzel kişiliği ve sermayesi olan, özel hukuk hükümlerine tabi bir ticari şirketin verdiği zararlara karşı açılacak davaların idari yargıda görülmemesi gerektiği iddia edilmiş ise de; şirketin henüz özelleştirme sürecini tamamlamadığı, şirket halen kamu personeli tarafından kamu hukuku kurallarına göre yönetildiğinden; kamu hizmeti faaliyeti esnasında verilen zararlara karşı açılacak davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği, bu nedenlerle, davalı idarenin görev itirazının reddine, uyuşmazlığı çözümlemeye Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile, şirketlerinin kamu tüzel kişisi olmadığı, şirketin özelleştirme çalışmaları kapsamında kurulmuş olan, karlılık ve verimlilik esasına göre işletilen bir özel hukuk tüzel kişisi olduğu(KİT), yaptığı tüm işlemlerin özel hukuk hükümlerine tabii bulunduğu ileri sürülerek adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulması üzerine dilekçe ve dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Müvekkilinin trafik kazasında meydana gelen hasar nedeniyle ödediği tazminatın davalının kusuru oranında rücuen tahsili istemiyle davacı vekili tarafından davalı idare aleyhine açılan davada, davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulması nedeniyle dosyanın Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, davalı idarenin 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında bulunduğu, anılan KHK’nin, Kamu İktisadi Teşebbüslerini İktisadi Devlet Teşekkülleri ve Kamu İktisadi Kuruluşları olmak üzere iki gruba ayırdığı, bu yasal düzenlemeye göre, bunlardan İktisadi Devlet Teşekküllerinin, sermayesinin tamamı Devlete ait olmak, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek ve hususi hukuk hükümlerine tabi bulunmak üzere; Kamu İktisadi Kuruluşlarının ise, yine sermayesinin tamamı Devlete ait olmak ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mallar ve hizmetler üretmek, pazarlamak üzere kurulduğunun anlaşıldığı, 233 sayılı KHK'nin 1. maddesinde, İktisadi Devlet Teşekküllerinin ticaret şirketleri gibi verimlilik ve karlılık ilkeleri doğrultusunda çalışacaklarının vurgulandığı, sonraki hükümlerde, Teşebbüslerin, kuruluş ve müesseseler biçiminde teşkilatlanacaklarının açıklandığı, 16. maddede, kurulacak müesseselerin statülerini ve unvanlarını ticaret siciline tescil ve ilan ettirecekleri, bunların özel hukuk hükümlerine tabi olacakları, sorumluluklarının sermayeleri ile sınırlı bulunduğu, Genel Muhasebe Kanunu ile İhale Kanunu hükümlerinin bunlara uygulanmayacağı, Sayıştay denetimine tabi olmadıklarının hükme bağlandığı, Kanun koyucunun özel hukuk hükümlerine tabi tutmak suretiyle, bunların birer ticaret şirketi veya tacir olduklarını benimsediğinin anlaşıldığı, teşebbüslerin taşınır ve taşınmaz her türlü mallarının haczedilemeyeceğine dair hükmün, 4011/1 sayılı Kanun ile iptal edilerek, bu teşebbüslerin mallarının haczedilebileceği hükmünün getirildiği, öte yandan, Vergi Usul Kanunu'nda da, müesseselerin tacirler gibi defter tutacakları ve gelirlerinin kurumlar vergisine tabi bulunduğunun kabul edildiği, Kamu İktisadı Teşebbüsünün tacir sıfatını kazanmasının Ticaret Kanunu’nun 18/1. maddesinde belirlenen iki koşuldan birini taşımasını gerektirdiği, kuruluş yasaları uyarınca özel hukuk hükümlerine göre idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere kurulması gerektiği, 233 sayılı KHK hakkındaki bu kısa açıklamadan sonra, davalı TEDAŞ'ın ana statüsü bakımından incelenmesinde yarar görüldüğü, Türkiye Elektrik Kurumu’nun, 233 sayılı KHK'nin verdiği yetki ile Resmi Gazetenin 9 Kasım 1984 sayısında yayımlanan Ana Statü ile kurulduğu, Statünün 3. maddesinde, Kurumun tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, hususi hukuk hükümlerine tabi ve sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bir Kamu İktisadi Kuruluşu olduğunun açıklandığı, 12.8.1993 gün ve 93/4789 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye Elektrik Üretim İletim A.Ş. (TEAŞ) ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) unvanı ile İktisadi Devlet Teşekkülleri ile aralarında hizmet bağıtı bulunduğuna göre mevcut münasebetin hususi hukuk icaplarına ve aradaki bağıt hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği bu kuruluşların sermayesinin Devlet tarafından konulsa bile özel hukuk tüzel kişisi oldukları ve doğan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre genel adli yargı yerinde çözümlenebileceğinin düşünüldüğü, kamu idare ve kurumlarının kamu gücünü kullanarak yaptığı eylemlerinde hizmet kusuru aranabileceği, olaya bakıldığında, idari bir eylem ya da işlemden doğmuş zararın söz konusu olmadığı, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücu davası olduğu, sigorta şirketinin, zarara neden olan davalı şirketin haksız eylemi nedeniyle zarar gören sigortalısına ödediği tazminatı sigortalısının ardılı sıfatıyla rücuen zarar veren davalıdan istediği, ödenen tazminatın rücuen davalılardan tahsilinin istenmesine, tazmin yükümlülüğünün saptanmasına ilişkin bulunan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan, İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerektiğinin düşünüldüğü belirtilerek, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacı şirket tarafından kasko sigorta poliçesi ile sigortalanan aracın, 5.8.2006 tarihinde şehir şebekesi tesisi çalışması yapılan yolda bir başka araca çarpması sonucu meydana gelen zarar için 5.9.2006 tarihinde ödenen miktarın %40'ına düşen kısmının faiziyle birlikte tahsili istemiyle Trabzon İdare Mahkemesi’nde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde, idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu, Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin, ayrı bir tüzel kişiliğinin, sermayesinin ve özel hukuk hükümlerine tabi olmasının ve özelleştirme kapsam ve programında bulunmasının, kamu kurumu olma niteliğini değiştirmeyeceğinin açık bulunduğu, uyuşmazlığın, sigortalı aracın 5.8.2006 tarihinde uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketi tarafından açılan davada hizmet kusuru esasına dayanılarak zararın kusur oranına göre idarece giderilmesi istemine ilişkin olduğu, bu durumda, Çoruh Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin hizmet kusuru nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerinde çözümlenmesinin icap ettiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 uncu ve izleyen maddeleri uyarınca, yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5.8.2006 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın kusur ve sorumluluk oranına göre davalı tarafından giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

Elektrik sektöründeki dağınık yapıyı ortadan kaldırmak ve işletme bütünlüğünü sağlamak amacıyla 1970 yılında çıkarılan 1312 sayılı Kanun ile Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kurulmuş, imtiyazlı şirketlerin görev bölgeleri ve belediye sınırları dışında tüm yurtta elektriğin üretim, iletim, dağıtım ve satış hizmetleri TEK bünyesinde toplanmıştır. Hizmetlerin daha etkin, daha verimli ve çağdaş bir şekilde sürdürülebilmesi amacıyla ve özelleştirme politikaları çerçevesinde TEK, Bakanlar Kurulunun 12.8.1993 tarih ve 93/4789 sayılı Kararı ile, Türkiye Elektrik Üretim-İletim A.Ş. (TEAŞ) ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) adı altında iki ayrı İktisadi Devlet Teşekkülü olarak yeniden yapılandırılmıştır. 1994 yılında TEAŞ ve TEDAŞ tüzel kişiliklerine kavuşmuşlardır.

Elektrik dağıtım ve perakende satış sektöründe rekabete dayalı bir ortamın oluşturulması ve gerekli reformların yapılmasını teminen dağıtım bölgeleri baz alınarak Kamu mülkiyetindeki elektrik işletmelerinin yeniden yapılandırılması suretiyle elektrik enerjisi dağıtım hizmetlerinin özelleştirilmesine karar verilmiş ve TEDAŞ 2.4.2004 tarih ve 2004/22 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Dağıtım bölgeleri yeniden belirlenerek, Türkiye 21 dağıtım bölgesine ayrılmıştır.

Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan TEDAŞ; özelleştirme sürecinde bulunan ve sermayesinin tamamı T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na ait bir kuruluştur.

Amacı, elektrik enerjisinin dağıtımı, perakende satışı ve perakende satış hizmeti faaliyetlerini karlılık ve verimlilik ilkesi çerçevesinde, ticari, ekonomik ve sosyal gereklere uygun biçimde yürütmek olan TEDAŞ’ın ve buna bağlı olarak bölgesel dağıtım şirketlerinden biri olan Çoruh Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin yaptığı hizmetin kamu hizmeti niteliğinde olduğu açıktır.

Bu nedenle, TEDAŞ’a ait bölgesel dağıtım şirketlerinden biri olan Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş.’ne karşı hizmet kusuruna dayanılarak açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, davacı Sigorta Şirketi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer alan, “Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vâkı zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava hakkı varsa, bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder” hükmü uyarınca zarar görenin kanuni halefi olduğundan, incelenen uyuşmazlığın konusunu oluşturan dava tipik bir tam yargı davasıdır.

Bu nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybedenler tarafından, hissesinden fazla ödediği miktardan sorumlu bulunan idare aleyhine açılan ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak” davası kapsamında olmadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketi tarafından, zararın, kusur ve sorumluluk oranına göre davalı tarafından giderilmesi istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 7.7.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/542

KARAR NO: 2008/194

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporunun verilmemesinden kaynaklanan uyuşmazlığın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Gümüşdere İnş. Tic. ve San. A.Ş.

Davalı        : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekilleri     : Av. B.S. - Av. Ü.E.

O L A Y     : Karayolları Genel Müdürlüğü ile Gümüşdere İnş. Tic. ve San. A.Ş. arasında 9.8.1982 tarihinde Kahramanmaraş-Göksun ayrımı Süleymanlı yolunun tesviye, sanat, üstyapı vs. inşaat işine ait istisna akdi yapılarak 15.10.1982 tarihinde işyeri teslimi yapılmış ve işin bitim tarihi 31.8.1984 olarak tespit edilmiştir. Karayolları Genel Müdürlüğü’nce işin toplam süresi 475 gün iken, 815 gün daha ek süre verilmesine ve 1988 yılının son aylarına gelinmesine rağmen taahhüdünü yerine getirmediğinden ve işi sürüncemede bıraktığından bahisle şirketle yapılan sözleşme 12.12.1988 tarihli “Olur” la feshedilmiştir.

Davacı vekili, müvekkilinin davalı İdare ile yaptığı sözleşmenin eki sayılan 1982 tarihli Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinin 31. maddesinin açık ve amir hükmünde “mukavelenin feshinden sonra idarece tayin olunacak bir günde müteahhidin huzuru ile (hesap kesme sitüasyonu) yapılır” dendiği halde müvekkilinin çeşitli kez yapmış bulunduğu başvurular karşısında yerine getirilmediği, son olarak İdarenin 4.8.1998 tarih ve 6254 gelen evrak numarasında kayıtlı talebinin de yanıtsız kaldığı, kamu adına iş yapan müvekkili müteahhit firmanın, kesin hesap işlemi yapılmamasından ve buna bağlı olarak sair işlemlerin yapılmamasından zarar gördüğü, öncelikle, davalı Kurumun müvekkilinin “iş bitirme belgesini” tanzim etmesi gerektiği, % 113 seviyesindeki ihtilafsız kısım için iş bitirme belgesinin tanzimini talep ettiklerini, Kamuya iş yapan müvekkili için, gecikmesi ciddi mali zararlara yol açan bu belgenin tanziminin, aynı zamanda yasanın İdareye yüklediği bir iş olduğu, iş bitirme belgesine bağlı olarak tanzim edilen müteahhitlik değerlendirme raporunun da ne şekilde tanzim edildiği dahası tanzim edilip edilmediğinin bilinmediği, müvekkilinin imal etmiş bulunduğu işin seviyesinin etken olacağı bu rapor için, kesin hesap işleminin yapılarak iş seviyesinin tespitinin gerektiği, bunların yanında kesin hak ediş raporunun da bağlı olarak tanzim edilemediği ve müvekkilinin ne sözleşme birim fiyatları ile olan alacağını, ne de 88/13181 sayılı Kararnamede belirtili fiyat farklarını alamadığı, yani davalı İdare kamusal gücünü tek taraflı olarak kullanarak tek taraflı bir tasarrufta bulunurken, bu tasarrufun devamı nitelikteki görevlerini yerine getirmeyerek müvekkilinin ciddi olarak zararlanmasına neden olduğunu ileri sürerek öncelikle ihtilafsız olan ve Kurumca tespit ve kabul görmüş bulunan işin %113 seviyesinde tespit edildiği üzere bu oran üzerinden iş bitirme belgesinin tanzim edilmesine, BİGŞ’nin amir hükümlerinden olan tasfiye kesin hesabının yapılarak kesin hak ediş raporunun tanzim edilmesine ve müvekkilinin alacağının ödenmesine, müteahhitlik değerlendirme raporunun olumsuz tanzim edilmiş ya da hiç tanzim edilmemiş olması durumunda, müvekkilinin sözleşme şartlarını yerine getirmiş olmasına paralel olarak tanzim edilmesine, adli yargıda doğabilecek sair dava haklarının saklı tutulmasına karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ; 17.2.1999 gün ve E:1998/1187, K:1999/92 sayı ile, 2576 sayılı Yasa’nın 2. maddesi, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olmaları nedeniyle iptalleri için kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak davaların idari yargıda çözümleneceğini hükme bağladığı, genel bütçeye dahil dairelerle, katma bütçeli idareler, özel idareler ve belediye hizmetlerinin ihale suretiyle karşılanması yoluna gidilmesi durumunda, ihaleye katılma koşullarının ve işin muammen bedelinin belirlenmesi, şartnamenin hazırlanması, ilanın yapılması, tekliflerin değerlendirilmesi ve uygun bedelin tesbiti ile ihalenin ita amirince onaylanmasına ilişkin işlemlerin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümleri çerçevesinde tesis edileceği ve bu işlemlerin yapılması sırasında doğabilecek olan uyuşmazlıkların da 2886 sayılı Yasa bir kamu yasası olduğundan idari yargı yerince çözümleneceğinin açık olduğu, ancak ihale safhası tamamlanıp, taraflar arasında sözleşme imzalandıktan sonra, bu sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünün ise adli yargı yerine ait olduğunun tartışmasız bulunduğu, dosyanın incelenmesinden, 2886 sayılı Yasa’ya göre yapılan ihale sonrasında davalı idare ile davacı şirket arasında 9.8.1982 tarihinde Kahramanmaraş-Göksun ayrımı Süleymanlı yolunun tesviye, sanat, üst yapı inşaası işine ilişkin istisna sözleşmesi yapılarak 15.10.1982 tarihinde işyeri teslimi yapıldığı, işin bitim tarihinin 31.8.1984 olarak kararlaştırıldığı, ancak, 1988 yılına gelinmesine rağmen taahhüdün yerine getirilmemesi üzerine İdarece sözleşmenin 12.12.1988 günlü olurla feshedildiği, bakılan uyuşmazlığın ise davacının işin bitirildiği ihtilafsız olan kısımları için tasfiye kesin hesabının çıkarılarak alacağının ödenmediği ve bağlı işlemlerin yerine getirilmediği iddiasından doğduğunun anlaşıldığı, bu durumda, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümleri çerçevesinde adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceğinden, Mahkemelerince uyuşmazlığın esasını inceleme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, Danıştay 6. Dairesi’nin 17.10.2000 gün ve E:1999/3341, K: 2000/5143 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, Kahramanmaraş-Göksun ayrımı Süleymanlı yolu inşaatı işinin 88/13181 sayılı Kararname çerçevesinde kesin hesabının çıkarılarak kesin alacağın tespitine, tespit edilecek alacak miktarının fiyat farkları için itibar edilecek rayiç yılı başından itibaren en yüksek reeskont faiz oranları ile hesaplanacak faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline, kesin hesap sonucuna bağlı olarak müvekkilinin kusuru olmaksızın iş bitirme belgesi ile müteahhit kıymetlendirme raporunun davalı İdareye tanzim ettirilmesine yada yerine geçecek bir kararın ittihazına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 20.4.2004 gün ve E:2001/907, K:2004/238 sayı ile, davacı vekilinin isteminin, davacı alacağının tesbiti yönünde ve işin bitirildiğinden bahisle iş bitirme belgesi ile müteahhitlik kıymetlendirme raporunun tanzimine dair olduğundan, iş bitirme belgesi ve müteahhitlik kıymetlendirme raporu yönünden bu işlemlerin idari işlem bulunması nedeniyle idari yargı görevli bulunduğundan, davanın bu yönü ile reddine, hükmün kesinleşmesi halinde sorunun Uyuşmazlık Mahkemesi’nde çözümlenmesine ve davacının alacağının miktarının tesbiti yönünden de davacının yaptığı işe göre alacak miktarı ile ilgili olarak dava açabileceği halde bunun miktarının tesbiti ile ilgili tesbit davası açması, eda davasının açılmasının mümkün bulunduğu hallerde tesbit davası açılamayacağından, alacağın tesbiti yönündeki talebinin de reddine karar vermek gerektiği, davacının açtığı kesin alacağın tesbiti yönündeki talebin reddine, davacının iş bitirme belgesi ile müteahhit kıymetlendirme raporunun davalı idareye tanzim ettirilmesi yönündeki talebinin yargı yolu bakımından reddine karar vermiş; bu karar, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 21.7.2005 gün ve E:2004/5319, K:2005/4431 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporu yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının idari yargı dosyası ile birlikte 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Karayolları Genel Müdürlüğü ile Gümüşdere İnş. Tic. ve San. A.Ş. arasında 9.8.1982 tarihinde Kahramanmaraş-Göksun ayrımı Süleymanlı yolunun tesviye, sanat, üstyapı vs. inşaat işine ait istisna akdi yapılmış ise de; Karayolları Genel Müdürlüğü’nce, şirketle yapılan sözleşmenin feshedilmesi üzerine iş bitirme belgesi ile müteahhit kıymetlendirme raporunun tanzim edilmesi istemiyle yapılan başvurunun idarece cevap verilmeyerek reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

13.12.1983 gün ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde (Değişik 19.11.1986 - 3322/4 md.), “Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı, ülkenin alt yapı ihtiyacını karşılamak üzere, kamu yapılarının inşaatı ile esaslı onarımlarının yapılması veya yaptırılması, yapı malzemesi, deprem araştırma, afet uygulaması hizmetleri ile inşaatlarının ve bağlı ve ilgili kuruluşlara kendi kuruluş kanunları ile verilmiş iş ve hizmetlerin yürütülebilmesi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ait esasları düzenlemektir” denilmiş; “Görev” başlığını taşıyan 2. maddesinde (Değişik: 8.6.1984 - KHK - 209/2 md.), Bayındırlık ve İskan Bakanlığının görevleri; Milli Savunma Bakanlığının inşaat milli ve Nato alt yapı hizmetleri ile Ulaştırma Bakanlığına bağlı genel müdürlüklere kanunlarla yapım yetkisi verilmiş olan özel ihtisas işleri hariç şunlardır” denildikten sonra, (i) bendinde, gerçek ve tüzel kişilere yapılan işler dışında yurt içinde kamu kurum ve kuruluşlarına iş yapan ve belirlenecek gerekli nitelikleri taşıyan müteahhitlere belge vermek ve gizli sicillerini tutmak, (j) bendinde, yurt dışında iş yapmak isteyen müteahhitlerle ilgili olarak mevzuatın gerektirdiği işlemleri yapmak, sicillerini tutmak, (n) bendinde, bu işlerle ilgili tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatları hazırlamak ve yayınlamak sayılmış; 32. maddesinde ise, (180 sayılı KHK'nin 41 inci maddesi hükmü olup, 8.6.1984 tarih ve 209 sayılı KHK'nin 15 inci maddesiyle madde numarası 32 olarak değiştirilmiştir; Değişik: 8.6.1984 - 209 KHK - 15 md.), Kamu kurum ve kuruluşları; katma bütçeli daireler, il özel idareleri, belediyelerin; 2 nci maddenin (n) bendinde belirtilen tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatlarına uymak ve uygulamakla yükümlü oldukları belirtilmiştir.

28.3.1981 gün ve 17293 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı, Tesis ve Onarım İşleri İhalelerine Katılma Yönetmeliği’nin “Yönetmeliğin kapsamı” başlığını taşıyan 1. maddesinde (Değişik - R.G.: 2.3.1995 - 22218),Bu yönetmelik 13.12.1983 tarihli ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi hükmü uyarınca hazırlanmış olup, aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32 nci maddesi kapsamına giren Devlet daire ve kuruluşları, Katma Bütçeli Daireler, İl özel idareleri ve belediyelerce yaptırılacak her çeşit yapı, tesis ve onarım işleri ihalelerinde ve müteahhitlik karnesi ile ilgili işlemlerde uygulanır” denilmiş, çeşitli maddelerinde iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporundan söz edildikten sonra “Kıymetlendirme raporu” başlığını taşıyan 16. maddesinde (Değişik - R.G.: 2.3.1995 - 22218), “Mütteahhidin yaptığı işe ait ve örnek 6' ya göre işi yaptıran idarece düzenlenecek kıymetlendirme raporu, işin geçici veya fesh (tasfiye) kabul tarihinden itibaren en geç 3 ay içinde, ilgili kuruluşun bağlı bulunduğu Bakanlık veya Kurumunca Bayındırlık ve İskan Bakanlığına gizli olarak gönderilir” düzenlemesine yer verilmiş; Yönetmeliğin ekindeki örnek:5/a da “iş bitirme belgesi” ne, örnek 6 da “gizli müteahhit kıymetlendirme raporu” na yer verilmiştir.

Bu düzenlemelerden, iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporunun, müteahhidin yaptığı iş nedeniyle işi yaptıran idarece düzenleneceği ve bu belgelerin, Devlet daire ve kuruluşları, Katma Bütçeli Daireler, İl özel idareleri ve belediyelerce yaptırılacak ihalelerde ve müteahhitlik karnesi ile ilgili işlemlerde önem taşıdığı anlaşılmaktadır.

Olayda, uyuşmazlığın taraflar arasında düzenlenen sözleşmeden doğmayıp, sözleşme uyarınca müteahhit tarafından yapılan işin İdarece değerlendirilmek suretiyle iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporunun verilmemesinden kaynaklandığı açıktır.

Bu durumda, söz konusu belgelerin verilmemesinden kaynaklanan uyuşmazlığın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bu itibarla, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporu yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin 17.2.1999 gün ve E:1998/1187, K:1999/92 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ iş bitirme belgesi ve müteahhit kıymetlendirme raporu yönünden KALDIRILMASINA, 7.7.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/574

KARAR NO: 2008/195

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Kurum alacaklarının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli aylığına konulan haczin iptali isteminden doğan davanın, 506 sayılı Yasa’nın 80. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Ş.Ö.

Vekili         : Av. R.B.

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Bolu Sigorta İl Müdürlüğü

O L A Y     : Davacı vekili, müvekkilinin S.S.K. emeklisi olup, maaşını Oyakbank Bolu Şube Müdürlüğü'nden aldığını ve aynı zamanda Bol-Et Bolu Entegre Et Gıda San. Ltd. Şti.’nin müdürü ve yöneticisi olduğunu; Davalı tarafından, anılan şirketin borcundan dolayı davacının Oyakbank Bolu Şube Müdürlüğü'ndeki emeklilik maaşına da haciz konulduğunu; bu nedenle emeklilik maaşını alamadığını; S.S.K. emekli maaşının haczinin mümkün olmadığını, kaldı ki davacının başka gelirinin de bulunmadığını belirterek; emekli maaşına vaki haczin kaldırılması istemiyle, 20.7.2007 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

BOLU 1. İCRA HUKUK MAHKEMESİ; 20.07.2007 gün ve E:2007/171, K:2007/161 sayı ile, müşteki vekilinin dilekçesinde özetle, müvekkilinin SSK emeklisi olup, Bolu Oyakbank Şubesinden maaş aldığını, aynı zamanda Bol-Et Bolu Entegre Et Gıda Sanayi Ltd. Şti. yöneticisi olduğunu, aldığı maaş hesabı üzerine haciz konulduğunu, vaki haczin kaldırılmasını talep ettiğini, dilekçe eki belgelerden haczin müştekinin yöneticisi olduğu şirketin borcundan dolayı, 6183 sayılı Yasaya bağlı olarak konulduğunun anlaşıldığı; 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılan takip sonucunda konulan haczin kaldırılmasının, icra mahkemelerinden değil, İdari yargı yerinden istenilmesinin gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

   Davacı vekili, bu kez S.S.K emeklilik maaşının haczine dair işlemin iptali ile haczin kaldırılmasına, karar verilmesi istemiyle 31.07.2007 gününde idari yargı yerinde(vergi mahkemesinde) dava açmıştır.

Sakarya Vergi Mahkemesi; 11.9.2007 gün ve E:2007/559, K:2007/644 sayı ile, haciz işleminin dayanağı olan borcun vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümden kaynaklanmaması karşısında, uyuşmazlığın çözümünün 2576 sayılı yasa uyarınca Vergi Mahkemesi'nin görev alanına girmeyip İdare Mahkemesi'nin görev alanına girdiği gerekçesiyle, davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/ ve 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddedilerek dava dosyasının Sakarya İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş ve dava dosyası Sakarya İdare Mahkemesi'ne gönderilmiştir.

SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 14.11.2007 gün E: 2007/1158 sayı ile, SSK'ya olan prim borçları ile ilgili olarak davacının maaşına 6183 sayılı Yasa gereğince haciz konulması ve Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesinin yetkili olduğu göz önüne alındığında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün Adli Yargının görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Yasasının 19.maddesi uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

lI-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın Çelik’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Kurumun alacaklarının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli aylığına konulan haczin iptali isteminden ibarettir.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Primlerin ödenmesi” başlıklı 80. maddesinin değişik beşinci fıkrasında, Kurumun, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 ve 102. maddeleri hariç diğer maddelerinin uygulanacağına işaret edilmiş; 6183 sayılı Yasa’nın 71. maddesinde, kısmen haczedilebilecek gelirler arasında “sigorta ve emeklilik sandıkları tarafından bağlanan gelirler” gösterilmiş ve en çok üçte birinin haczedilebileceği belirtilmiş; 506 sayılı Yasa’nın 80. maddesinin yedinci fıkrasında “Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir.” hükmü yer almıştır.

Olayda, Kurumun alacağının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanarak davacının emekli aylığına haciz konulmuştur.

Bu duruma göre, Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasa’nın uygulanmasından doğan davada, 506 sayılı Yasa’nın 80. maddesinin yedinci fıkrasının açık hükmü karşısında, İş Mahkemeleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile İcra Hukuk Mahkemesince yargı yolu yönünden verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Sakarya 2.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Bolu 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nce verilen 20.07.2007 gün ve E:2007/171, K:2007/161 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/75

KARAR NO: 2008/196

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İdari yargı yerinin göreve ilişkin olmayan kararı üzerine adli yargı yerince re’sen yapılan BAŞVURUNUN, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımadığı ve yöntemine uygun bulunmadığı nedeniyle, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Nihat Uyar Demir Çelik San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili         : Av. S.B.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü

Vekili         : Av. G.K.

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün 17.3.2006 gün ve 10607 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak 105. maddesine göre davacı adına para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi; 28.12.2006 gün ve Müteferrik No:2006/1357 sayı ile, muterizin itirazının reddine karar vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ; 11.4.2007 gün ve Müt. No: 2007/205 sayı ile, Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.12.2006 tarihli, 2006/1357 Müt. sayılı dosyasında verilen idari para cezasına itirazın reddine dair karara itirazda bulunan Nihat Uyar Demir Çelik San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından itiraz edilmiş olmakla dosya ve eklerinin incelendiği, Nihat Uyar Demir Çelik San. Tic. Ltd. Şti. hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü’nce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 108. maddesi gereğince idari para cezası düzenlendiği, buna yönelik itirazın 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3-27. maddesi gereğince Fatih Sulh Ceza Mahkemesi’nce değerlendirilerek reddine karar verildiğinin anlaşıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na dayanak 3. maddenin Anayasa Mahkemesi’nce 1.3.2006 gün ve 2005/108 E ve 2006/35 K sayı ile iptal edilmiş ve iptal kararı da öngörülen 6 aylık sürenin sonu olan 22.1.2007 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğundan, Sulh Ceza Mahkemesinin olaya ilişkin görev ve yetkisinin de ortadan kalktığı, anılan İş Kanunu’nun 108. maddesinde itirazın idare mahkemesince değerlendirileceği anlaşılmakla, itirazın kabulüne ve Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.12.2006 gün ve 2006/1357 Müt. sayılı kararın kaldırılmasına, Mahkemenin görevsizliğine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu gereğince dava dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Vergi Mahkemesine gönderilmesine, kararın taraflara tebliğ ve dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için dava dosyasının Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Bu kez, dosyanın gönderildiği İSTANBUL 8. VERGİ MAHKEMESİ; 13.7.2007 gün ve E:2007/1689, K:2007/1850 sayı ile, Nihat Uyar Demir Çelik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne karşı 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. maddesine göre verilen 714.00.-YTL para cezasına ilişkin 17.3.2006 tarih ve 10607 sayılı işlemin iptali istemiyle Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde açılan ve ilgili Mahkemece 28.12.2006 tarih ve 2000/1357 müteferrik sayılı kararına vaki itiraz sonucu İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 11.04.2007 tarih ve 2007/205 sayılı müteferrik kararıyla Mahkemenin görevsizliğine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu gereğince dava açmaya görevli ve yetkili İstanbul Vergi Mahkemesine gönderilmesine, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmesi üzerine Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.6.2007 tarihli yazısıyla gönderilen dosyanın incelenip gereğinin düşünüldüğü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Görevli Olmayan Yerlere Başvurma'' başlıklı 9. maddesinin 3622 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değişik 1. bendinde, çözümlenmesi Danıştay’ın, idare ve vergi mahkemesinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceğinin belirtildiği, aynı Kanunun 3. maddesinin 1. bendinde, idari davaların Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesinin başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağının öngörüldüğü, 2577 sayılı Kanun’un "Dilekçelerin Verileceği Yerler" başlıklı 4. maddesinde de, dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrakın, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına ve bunlara gönderilmek üzere idare ve vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verileceğinin hükme bağlandığı, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda idare veya vergi mahkemelerinde açılacak davalara ilişkin dilekçelerin verilebileceği yerler sayıldığından adli yargı yerlerinde görevsizlik kararı verilmesi üzerine, 3. madde uyarınca idare ve vergi mahkemelerine hitaben yazılmış usulüne uygun bir dilekçenin anılan 9. maddede öngörülen sürede 4. maddede sayılan yerlere verilmesi suretiyle davanın açılmasının gerektiği, bunun dışında görevsizlik kararı veren adli mahkeme tarafından usul yönünden görevli vergi mahkemesine dosyanın gönderilmesi şeklinde bir dava açma usulüne mevzuatta rastlanmadığı, dolayısıyla, adli yargı yerince görevsizlik kararı verildikten sonra dava dosyasının gönderilmesiyle idari yargı yerinde davanın açılmış sayılamayacağı gerekçesiyle 2577 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre Mahkemelerinde açılan bir dava ve 3. maddesine göre idari yargı mercilerine hitaben yazılmış bir dilekçe olmadığından ve bu haliyle uyuşmazlığı inceleme olanağı bulunmadığından, dosyanın İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iade edilmek üzere Fatih 1.Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Bunun üzerine, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, İstanbul 8. Vergi Mahkemesi’nin 2007/1689 Esas sayılı dosyasında verilen karar ile Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2006/1357 Müt. sayılı dosyasında verilen karar arasında uyuşmazlık doğduğundan bahisle dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 7.7.2008 günlü toplantısında; Hâkim-Raportör Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Olayda, Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nce davacının itirazının reddedilmesi nedeniyle bu karara yapılan itiraz üzerine İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, Mahkemenin görevsizliği yolunda karar verilmiş ise de; İstanbul 8. Vergi Mahkemesi’nin kararı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3 ve 9. maddelerinde öngörülen usul ve yönteme uygun şekilde dava açılmadığı nedeniyle dosyanın Mahkemesine iadesi yolunda olup, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde, idari yargı yerince göreve ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, olumsuz görev uyuşmazlığının bulunması halinde, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre, bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebileceğinden, yargı yerlerince anılan 14. madde kapsamında olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulabilmesine olanak bulunmadığını da belirtmek gerekir.

Belirtilen nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan ve yöntemine uygun bulunmayan başvurunun anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ     :2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 7.7.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/89

KARAR NO: 2008/197

KARAR TR : 7.7.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İdari yargı yerinin göreve ilişkin olmayan kararı üzerine adli yargı yerince re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımadığı ve yöntemine uygun bulunmadığı nedeniyle, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : DHMİ Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. G.G.A.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün 6.4.2006 gün ve 14648 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet edildiğinden(istenilen evrak ve belgeleri ibraz etmeyip teftişin sonuçlanmasını engellemek) bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 107. maddesine göre davacı Genel Müdürlük adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

Fatih 1.Sulh Ceza Mahkemesi; 19.12.2006 gün ve MÜT. No: 2006/1866 sayı ile, uyuşmazlığın esası hakkında karar vermiş; davacı vekili bu karara itiraz etmiştir.

İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ; 3.4.2007 gün ve Müt. No: 2007/438 sayı ile, davacı hakkında 4857 sayılı Kanunun 108. maddesi gereğince idari para cezası düzenlendiği, buna yönelik itirazın, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3-27. maddeleri gereğince Fatih Sulh Ceza Mahkemesince değerlendirilerek reddine karar verildiğinin anlaşıldığı; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 maddesinin Anayasa Mahkemesi'nce 1.3.2006 gün ve 2005/108 E. ve 2006/35 K sayı ile iptal edilmiş ve iptal kararı da öngörülen 6 aylık sürenin sonu olan 22.1.2007 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğundan; Sulh Ceza Mahkemesinin olaya ilişkin görev ve yetkisinin de ortadan kalktığı, itirazın İdare Mahkemesince değerlendirileceği anlaşılmakla; İtirazın KABULÜNE; Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.12.2006 gün ve 2006/1866 Müt. sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, Mahkemenin görevsizliğine; 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu gereğince dava dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Vergi Mahkemesine gönderilmesine; kararın taraflara tebliğ ve dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için dava dosyasının Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Bunun üzerine, İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 29.5.2007 tarihli ve Muh. No:2006/1866 sayılı yazısı ile dava dosyası İstanbul Vergi Mahkemesine gönderilmiştir.

İSTANBUL 7. VERGİ MAHKEMESİ; 12.7.2007 gün ve E: 2007/1744, K: 2007/1721 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda İdare veya Vergi Mahkemelerinde açılacak davalara ilişkin dilekçelerin verilebileceği yerler sayıldığından, adli yargı yerlerinde görevsizlik kararı verilmesi üzerine 3. madde uyarınca idare ve vergi mahkemelerine hitaben yazılmış usulüne uygun bir dilekçenin, anılan Kanunun 9. maddede öngörülen sürede 4. maddede sayılan yerlere verilmesi suretiyle davanın açılmasının gerektiği; bunun dışında, görevsizlik kararı veren adli mahkeme tarafından, dosyanın görevli idare veya vergi mahkemesine gönderilmesi şeklinde bir dava açma usulünün mevzuatta yer almadığı; dolayısıyla adli yargı yerince görevsizlik kararı verildikten sonra dava dosyası gönderilmekle idari yargı yerinde dava açılmış sayılayacağı; açıklanan nedenlerle, dosya esas kaydının kapatılıp, dava dosyasının İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine, kararın davacıya tebliğine, dosyanın İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesi için Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Sonuçta, dava dosyası İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesince; 13.2.2008 gün ve 2007/438 Müt. sayı ile yazı ekinde ve “doğan uyuşmazlığın halli için” Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 07.07.2008 günlü toplantısında; Hâkim-Raportör Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı “ Ceza uygulamasına ilişkin idari kararlar nedeniyle açılan davalarla ilgili görev uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde görüşülüp çözümlenmesi gerektiği hakkında” ilke kararında da ifade olunduğu üzere, kanunun öngördüğü bir ceza idarenin bir organı eliyle uygulanabiliyorsa bu genel ceza hukukunun değil, idare hukukunun bir müeyyidesidir. Bu tür cezalar, uygulama alanı itibariyle, idarenin kamu düzeninin sağlanması ve korunması görev ve yükümlülüğünün yerine getirilmesi amacına yönelik bir hukuki müeyyide niteliğini taşımakta olup; idari ceza uygulaması, konusu olan suçun niteliği, uygulayan merci ve uygulanan usul ile hukuki sonuçları itibariyle adli ceza uygulamasından farklılık göstermekte ve hukuki müeyyideler, esasen gerçek anlamda bir ceza sayılmamaktadırlar.

Hukuk uyuşmazlıklarında, görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesi ancak aynı yargı düzeni içinde yer alan mahkemeler arasında olanaklı olup; bu hususa ilişkin H.M.U.K’nun 27. maddesiyle, İ.Y.U.K.’nun 15. maddesinin 1. fıkrası (a) bendinin ikinci cümlesinde yer alan “görev” kuralları, aynı yargı düzeni içindeki mahkemelerin işbölümü esasına ilişkin düzenlemelerdir. Oysa yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi durumunda, görevli olduğundan bahisle farklı bir yargı düzeninde yer alan mahkemeye dava dosyasının gönderilebilmesine olanak tanıyan bir düzenleme bulunmamaktadır.

Göreve ilişkin kararın, işbölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş olması farklı sonuçlar doğurmaktadır. Şöyle ki; işbölümü esasına göre verilen görevsizlik kararı sonucu dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesi durumunda; dava başvuru tarihi itibariyle görevli mahkemede açılmış sayılmaktadır. Yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi durumunda ise; görevli olduğu işaret edilen yargı yerinde, bu yargı yerinin uyguladığı usul kurallarına uygun olarak yeniden dava açılması zorunlu bulunmaktadır.

Bu bağlamda, adli yargı yerince yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilerek dava dosyasının görevli olduğu işaret edilen idari yargı yerine gönderilmesi üzerine, bu yargı yerince, İ.Y.U.K.’nun 3 ve 9. maddelerinde öngörülen usule uygun şekilde Mahkemelerinde açılmış bir dava bulunmadığı nedeniyle adli yargı yerine ait dava dosyasının Mahkemesine iade edilmiş olması, yukarıda yapılan tespite uygun düşmektedir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanunun 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Olayda, İstanbul 1.Sulh Ceza Mahkemesi'nce davacının itirazının reddedildiği ve itiraz mercii olarak gösterilen İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesince, Mahkemenin görevsizliği yolunda karar verilmiş ise de; İstanbul 7. Vergi Mahkemesinin kararı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3 ve 9. maddelerinde öngörülen usul ve yönteme uygun şekilde dava açılmadığı nedeniyle dosyanın Mahkemesine iadesi yolunda olup, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde, idari yargı yerince göreve ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, olumsuz görev uyuşmazlığının bulunması halinde, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesine göre bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebileceğinden, yargı yerlerince anılan 14. madde kapsamında olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulabilmesine olanak bulunmadığını da belirtmek gerekir.

Belirtilen nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan ve yöntemine uygun bulunmayan başvurunun anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasanın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 07.07.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/78

KARAR NO: 2008/211

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Tüsan Taş Ürünleri A.Ş.

Vekili         : Av.Doç.Dr. M. T.

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu (Genel Müdürlüğü) Başkanlığı

  

O L A Y     : Eskişehir Sigorta Müdürlüğüne 4.4009.0110.287 40.26.01.91 sicil numarası ile kayıtlı bulunan davacı şirkete ait işyerine, 2000/12 dönemine ait, aylık sigorta prim bildirgesi vermediği gerekçesiyle, 5.02.2004 gün ve 7945 sayılı işlemle idarece re’sen 743.000.000TL. prim borcu tahakkuk ettirilmiş, yapılan itiraz 19.4.2004 gün ve 49 sayılı Ünite İtiraz Komisyonu Kararı ile reddedilmiştir.

 Davacı vekili, söz konusu miktarın idari para cezası olduğundan bahisle iptali istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

ESKİŞEHİR İŞ MAHKEMESİ; 22.12.2004 gün ve E:2004/540, K:2004/716 sayı ile, Davacı vekilinin 14.6.2004 yünlü dilekçesi ile Mahkemelerine başvurarak, özetle; Müvekkilinin Eskişehir Sigorta Müdürlüğüne 4.4009.0110.287 40.26.01.91 sicil numarası ile kayıtlı bulunduğunu; 2000 / 12 dönemine ait aylık sigorta prim bildirgesinin verilmediği gerekçesiyle kurumun 18.02.2004 gün ve 7945 sayılı kararı ile müvekkili aleyhinde idari para cezası kesildiğini; Karara karşı itiraz ettikleri, ancak komisyonun 19.4.2004 gün ve 49 sayılı kararı ile bunu reddettiğini; bu ret kararının yersiz olduğunu; 2000 yılı içerisinde Odunpazarı Belediye Başkanlığınca ihale edilen "Muhtelif mahaller ve muhtelif sokakların A tipi mıcır ile tek katı sathi kaplama işini" alan müvekkilinin bunu süresi içerisinde tamamladığını; İhaleye konu olan ve iş piyasasından fatura karşılığı temin edilen malzemenin taşeron firmaya taşıttırılması serme ve sıkıştırma işlerinin müvekkil şirketin personeli tarafından yapıldığını ve bu iş için ayrıca işçi çalıştırılmadığını; bu durumun ihale makamınca Eskişehir Sigorta Müdürlüğüne gönderilen 9.4.2002 yün ve 242645 sayılı yazı ile de teyit edildiğini; bu yüzden ayrıca işçi çalıştırılması söz konusu olmadığından 506 sayılı yasanın 79. maddesine dayanarak, aylık sigorta primleri bildirgesi verilmemesi nedeniyle, resen idari para cezası tahakkuk ettirilmesinde hukuka aykırılık olduğunu belirterek, bunun iptaline karar verilmesini istemiş olduğu; Davalı vekilinin 23.8.2004 günlü yanıt dilekçesinde özetle; öncelikle İdari para cezalarının iptaline yönelik davaların İdare Mahkemesinde açılması gerektiğini belirterek dosyanın görev yönünden reddine; Esas açısından ise , tebligata rağmen işverenin 2000/Aralık ayına ait sigorta prim bildirgelerini vermediğini belirterek, yersiz davanın reddine karar verilmesini istemiş olduğu; 4854 sayılı yasa ile yapılan değişiklik sonucu bu tür davalara bakmanın İdari Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.

Bu defa, Eskişehir Sigorta Müdürlüğüne 4.4009.01.10.28739.026.01.90 sicil numarası ile kayıtlı bulunan davacı şirkete ait işyerine; 15 sigortalı ile ilgili olarak, 2000 yılı 9 ve 10. aylara ilişkin, aylık sigorta prim bildirgesini vermediği gerekçesiyle, 682.500.000.-lira prim, 97.500.000.-lira işsizlik primi ve 2.409.796.526.-lira gecikme zammı olmak üzere toplam 3.189.796.526.-lira prim borcunun tahsili amacıyla re’sen düzenlenen 26.3.2004 gün ve 021530 sayılı işlem tesis edilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu miktarı idari para cezası olarak niteleyerek; iptali istemiyle bu kez, idari yargı yerinde dava açmıştır.

Eskişehir İdare Mahkemesi;10.6.2005 gün ve E:2005/983, K:2005/708 sayı ile, Mahkemelerinde açılan bu davanın kesinleşme tarihinden itibaren 30 gün geçtikten sonra 22.4.2005 tarihinde açıldığının anlaşıldığı, bu nedenle de davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımından reddine karar vermiş; bu kararın Eskişehir Bölge İdare Mahkemesinin 27.12.2005 gün ve E.2005/575, K.2005/578 sayılı kararıyla bozulması üzerine bozma kararına uyularak dava dosyası yeniden incelenmiştir.

ESKİŞEHİR İDARE MAHKEMESİ; 12.4.2006 gün ve E: 2006/918, K: 2006/787 sayı ile, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 80. maddesinin 5. fıkrasında; Kurumun süresi içerisinde ödenmeyen alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51. maddesi hariç diğer maddelerinin uygulanacağı belirtilmiş, 7. fıkrasında ise, kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yerdeki iş mahkemesinin yetkili olduğu hükme bağlanmış, Kanunun 81. maddesinde ise, bu kanuna göre alınacak sigorta primleri ve para cezalarının ödenmesi için işverene yapılacak bildirim üzerine prim borçları ve para cezaları ödenmezse kurumca düzenlenen prim borcunu ve para cezasını gösteren belgelerin resmi dairelerinin usulüne göre verdikleri belgeler hükmünde olup, icra ve iflas dairelerince bunların tabi oldukları hükümlere göre işlem yapılacağının öngörülmüş olduğu; aynı Kanunun 134. maddesinde de; bu Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerinde görüleceği hükmüne yer verildiği; 506 sayılı Kanunun 140. maddesinin sondan ikinci paragrafında ise; tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde kuruma ödenmeyen idari para cezalarının, bu Kanunun 80. maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte tahsil edileceği hükmünün öngörüldüğü; dava dosyasının incelenmesinden; davacı şirket tarafından 2000 yılı 9 ve 10. aylara ilişkin sigorta prim bildirgesinin verilmediğinden bahisle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakta olup, niteliği itibariyle Yasanın 80. maddesinin 7. fıkrası ve 134. maddesinde yer alan hükümlere göre alacaklı sigorta müdürlüğünün bulunduğu yerdeki iş mahkemesi veya bu davaya bakmakla görevli mahkemelerin yetkili olması nedeniyle bakılan davanın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; yapılan itirazın Eskişehir Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesi üzerine, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekilinin talebi üzerine, dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında; Raportör-Hâkim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Olayda, İş Mahkemesi kararında, …..91 sicil numarası ile kayıtlı bulunan davacı şirkete ait işyerinin, 2000/12 dönemine ait, aylık sigorta prim bildirgesi vermediği gerekçesiyle, 5.02.2004 gün ve 7945 sayılı işlemle idarece re’sen tahakkuk ettirilen 743.000.000TL. prim borcuna yapılan itirazın, 19.4.2004 gün ve 49 sayılı Ünite İtiraz Komisyonu Kararı ile reddedilmesine ilişkin işlemin, İdare Mahkemesi kararında ise, ……90 sicil numarası ile kayıtlı bulunan davacı şirkete ait işyerinin, 15 sigortalı ile ilgili olarak, 2000 yılı 9 ve 10. aylara ilişkin, aylık sigorta prim bildirgesini vermediği gerekçesiyle, 682.500.000.-lira prim, 97.500.000.-lira işsizlik primi ve 2.409.796.526.-lira gecikme zammı olmak üzere toplam 3.189.796.526.-lira prim borcunun tahsili amacıyla re’sen düzenlenen 26.3.2004 gün ve 021530 sayılı işlemin dava konusu edildiğinin kabulü suretiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen İş Mahkemesinin kararı ile İdare Mahkemesinin kararı aynı konuya ve sebebe ilişkin olmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/9

KARAR NO: 2008/215

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesine aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : O.S.

Vekili         : Av. İ.Ş.

Davalı : İstanbul Çevre Yolları Trafik Müdürlüğü

 

O L A Y     : Davacı adına, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesine aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca 15.2.2003 tarih ve 148625 seri no.lu trafik ceza tutanağı ile 265.300.000TL. tutarında para cezası kesilmiştir.

Davacı, para cezasının kaldırılması istemiyle 15.5.2007 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAKIRKÖY 3.SULH CEZA MAHKEMESİ;17.09.2007 gün ve E:2007/931, K:2007/1015 sayı ile, idari para cezası karar tutanağının incelenmesinde söz konusu idari para cezasının muterizin yüzüne karşı uygulandığının anlaşıldığı; Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 27.03.2007 tarih 2005/3487 Esas ve 2007/2048 Karar sayılı ilamında, idari para cezasının yüze karşı uygulanmış olması halinde idari para cezasına itirazın idari yargı mahkemesinde görülmesi gerektiğinin belirtilmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, aynı istemle 5.10.2007 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ; 24.10.2007 gün ve E:2007/1927, K: 2007/375 sayı ile, dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Kanunda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkeme gösterilmediğinden, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı kanun hükümleri dikkate alınacağından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde anılan Kanunun 27/1. bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli bulunduğu; nitekim, aynı olaya ilişkin olarak Uyuşmazlık Mahkemesinin 02.04.2007 gün, E:2007/313, K:2007/43 sayılı kararının da bu yönde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesine aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, ”Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; “Alkollü içki, uyuşturucu veya keyif verici maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı”nı düzenleyen 48. maddesinin değişik beşinci fıkrasında, Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgelerinin altı ay süre ile geri alınacağı ve haklarında 265.300.000 lira para cezası uygulanacağı, öngörülmüştür.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği

durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     :Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Bakırköy 3.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.9.2007 gün ve E:2007/931, K:2007/1015 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/10

KARAR NO: 2008/216

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Yasa’nın 65/1-f md. uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : H.k.

Davalı        : Keşan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği

 

O L A Y     : Edirne Valiliği, Keşan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliğinin 26.07.2007 gün ve 199529 sayılı Trafik Ceza Tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1-f maddesi(Gabari dışı yük yüklenmesi, yük üzerine veya araç dışına yolcu bindirilmesi) uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KEŞAN SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.09.2007gün ve DEĞ. İŞ NO : 2007/591, K.NO:2007/591 sayı ile, hakkında düzenlenen idari para cezası karar tutanağının, itiraz edenin yüzüne karşı verildiği, Uyuşmazlık Mahkemesinin 06.03.2006 tarih 2006/7 Esas, 2006/27 Karar sayılı kararı ve Yargıtay 7.C.D.sinin 27.03.2007 tarih ve 2005/3487 Esas 2007/2048 Karar sayılı ilamında açıklandığı, üzere 2918 sayılı Kanunda öngörülen idari para cezasının yüze karşı uygulanması halinde, idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı mahkemesinde görülmesi gerektiği ve itiraza bakmaya Edirne İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu tutanak ile kesilen cezanın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ; 08.01.2007 gün ve E: 2007/1270 sayı ile, dava konusu edilen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16.maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı; bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağından, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümü 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27.'nci maddesinin 1.'nci bendi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girmekte olduğu; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19'ncu maddesi uyarınca görevli yargı merciinin tayin ve tespiti için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve dosyanın anılan Mahkeme'ye gönderilmesine ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 65. maddesine aykırılık nedeniyle, trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 65. maddesinde, araçların yüklenmesi ile ilgili kurallar ile bu kurallara uymamanın müeyyidesi düzenlenmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde             " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Keşan Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.9.2007 gün ve D.İş No 2007/591, K:2007/591 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/12

KARAR NO: 2008/217

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3194 sayılı Kanunun 42. md uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

   Davacı     : A.K.

   Davalı     : Adana İl Özel İdare İl Encümeni

   O L A Y  : Adana İl Özel İdaresi İl Encümeninin 15.03.2007 gün, 117 sayılı işlemi ile, Tufanbeyli İlçesi Şar Köyü, Comana Antik Kenti 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı içerisindeki Tiyatronun sahne bölümünde A. K. tarafından yapı ruhsatı almadan yapılan ve İl Özel İdaresi teknik elemanlarınca tespiti yapılarak, yapı tatil zaptı tutulan 7.25x5 mt ebatlarında 5 basamakla çıkılan beton tabla şeklindeki kaçak yapıdan dolayı, yapı sahibine; 3194 sayılı İmar Kanununun 42’nci maddesi, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3’ncü maddesi, 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 26/e maddeleri gereğince 846,00 YTL para cezası uygulanmasına karar verilmiştir.

 Davacı, söz konusu Encümen Kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 2. İDARE MAHKEMESİ; 23.05.2007 gün ve E:2007/688, K:2007/633 sayı ile, 3194 sayılı İmar Kanununun “Ceza Hükümleri” başlıklı 42. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2, 3, 16, 27. maddelerinden söz ederek; 3194 sayılı İmar Kanunu'nda, bu Kanun gereğince uygulanan para cezasına karşı açılacak davaların idare mahkemelerinde görüleceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmadığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin gereği olarak idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görev alanına girmeyip Adli Yargı Yerlerinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu defa aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

TUFANBEYLİ SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.11.2007 gün ve 2007/29 Müt. sayı ile, her ne kadar başvurucu Adana İl Özel İdaresi İl Encümeni tarafından 3194 sayılı yasanın 42. maddesi gereğince verilen idari yaptırım kararının iptali mahkemelerinden talep etmiş ise de Anayasa Mahkemesinin 2007/35 Esas, 2007/36 Karar sayılı hükmü gereğince başvuru hakkında karar verme görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; itiraz üzerine, Kozan Ağır Ceza Mahkemesi; 18.12.2007 gün ve Değişik İş No :2007/307 sayı ile; Tufanbeyli Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen kararın usul ve yasaya uygun görüldüğü belirtilerek; itirazın Mahkemelerinin yetkisizliği nedeniyle reddine, Ortaya çıkan Adli ve İdari yargı yerleri arasındaki olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümü için, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Tufanbeyli Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vererek dosya iade edilmiş; Mahkemece bir üst yazıyla dosya Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmesine karşın, Ağır Ceza Mahkemesinin kararı üzerine görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmuştur.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre İl Özel İdaresi İl Encümeni tarafından verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın(yapı tatil zaptı) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Tufanbeyli Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Adana 2. İdare Mahkemesi’nin 23.5.2007 gün ve E:2007/688, K:2007/633 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/40

KARAR NO: 2008/219

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5149 sayılı Yasa’nın 23. md. uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.G.    

Davalı        : Ankara Valiliği Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü

  

O L A Y     : Ankara Valiliği Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nün 14.6.2006 gün ve 6497 sayılı yazısı ile, 20.5.2006 tarihinde saat 20.00’de, 19 Mayıs Stadyumunda, Altay Spor – Ordu Spor takımları arasında oynanan Turkcell Süper Ligi Futbol Müsabakasında 5149 sayılı Kanun’a muhalefet ettiğinin tespit edildiğinden bahisle davacıya, Kanunun 23. maddesinin 2. fıkrası gereğince İl Spor Güvenlik Kurulunca karar alınarak, Valilik Makamının 2005-2006/09 sayı ve 27.4.2006 tarihli Olur’ları ile 1.221 YTL tutarında idari para cezası verilmesinin uygun görüldüğü bildirilmiştir.

Davacı, para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ;24.7.2006 gün ve E: 2006/1698, K: 2006/1963 sayı ile, 1.6.2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu bazı maddelerinden bahisle; Kanunun uygulanabilmesi için idari yaptırımın dayanağı olan Yasanın amacı dikkate alınarak, Kabahatler Kanununun 1. maddesinde belirtilen alanların korunmasına yönelik bulunması, 2. maddesinde yapılan kabahat tanımına ve 16. maddesinde belirtilen yaptırım türlerine uyması, 19. maddesinde sayılan geçici istisnalardan olmaması, 27. maddesinin (I) numaralı bendinde itiraz yolu öngörülen idari yaptırımlardan olmasının gerektiği; bu durumda, yukarıda belirtilen koşulları taşıdığı anlaşılan 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'un 23/2. maddesine dayanılarak kesilen idari para cezasına karşı Mahkemelerinin esasına kayden açılan davaya bakma görevinin Sulh Ceza Mahkemesine ait bulunduğu; her ne kadar 5326 sayılı Kabahatler Kanununun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesinin 1 3.2006 gün ve E:20055/108 K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de gerekçe kararın henüz Resmi Gazetede yayımlanmadığı; diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi Kararından sonra verilen Uyuşmazlık Mahkemesinin 6.3 2006 gün E:2006 /13, K: 2006/28 sayılı, kararıyla da 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazların Adli Yargıda çözümlenmesi gerektiğine hükmedilmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 9. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.3.2007 gün ve Müt.:2006/1282 sayı ile, İtiraz eden hakkında 5149 Sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 23/2. maddesine göre idari para ceza verildiği ve aynı Kanununun 28/2 maddesine göre itiraza bakma görevi Ankara İdare Mahkemesine ait olduğundan, mahkemelerinin görevsizliğine, ancak aynı konuda Ankara 7. İdare Mahkemesinin 2006/1698 esas 2006/1963 karar sayılı görevsizlik kararı da bulunduğu; yukarıda açıklanan gerekçeye göre; itiraza bakma görevi Ankara İdare Mahkemesine ait olduğundan mahkemelerinin görevsizliğine, aynı konuda Ankara 7. İdare Mahkemesinin 2006/1698 E., 2006/1963 K. sayılı görevsizlik kararı bulunduğundan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın hüküm kesinleştiğinde Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasa koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Ankara 9.Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5149 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir” denilmiş; 23. maddesinde, yasaklara uymama halinde verilecek idari para cezaları düzenlenmiş; 28. maddesinde, bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verileceği, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı belirtilmiştir.

Daha sonra, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 535. maddesi ile değişik 23. maddesinde, 17 nci maddenin birinci fıkrasına aykırı davranan kişilere beşyüz Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verileceği, 17 nci maddenin ikinci fıkrasına aykırı davranan kişilere bin Türk Lirası, tekrarı halinde ikibin Türk Lirası idarî para cezası verileceği, fail, kulübün veya bir taraftar derneğinin mensubu ise fiilin tekrarı halinde mensubu bulunduğu kulüp veya dernek hakkında da üçbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği belirtilmiş; aynı Kanunun 5728 sayılı Kanun’un 537. maddesi ile değişik 28. maddesinde de, “Bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında büyükşehir ve il belediye sınırları içinde il spor güvenlik kurulunun, bunun dışındaki yerlerde ilçe spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî para cezalarından tahsil edilen miktarın tamamı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hesabına aktarılır. Bu paralar Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılacak yönetmelik esaslarına göre yüzde ellisi Engelliler Spor Federasyonu ile engelliler kulüp ve faaliyetlerine, yüzde ellisi ise fair play kurallarına uygun hareket eden amatör spor kulüpleri ile okul sporlarının geliştirilmesine ayrılır.

Bu Kanunda belirtilen yasaklara uymayan kişilerin kimlik bilgileri, müsabakanın veya eylemin yapıldığı mahallin emniyet birimlerince fotoğraflı olarak kaydedilir ve bu kayıtlardaki kişiler takibe alınır” denilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da, son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi ile ayrıca verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile aynı Mahkemece ayrıca verilen 14.3.2007 gün ve Müt:2006/1282 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/41

KARAR NO: 2008/220

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4458 sayılı Gümrük Kanunu uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

 

Davacı        : Solgar Vitamin ve Sağlık Ürünleri San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili         : Av. İ.E.

Davalı        : Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Atatürk Hava Limanı Gümrük Müdürlüğü

  

O L A Y     : Atatürk Hava Limanı Gümrük Müdürlüğü’nün 18.10.2005 gün ve muhtelif sayılı 44 adet para cezası kararı ile, davacının eylemi nedeniyle 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 241/3-b maddesine istinaden para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Ceza kararlarına yapılan itirazlar, İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü’nün 25.11.2005 gün ve muhtelif sayılı kararları ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, para cezalarının kaldırılması ve itirazın reddine ilişkin kararların iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 4. İDARE MAHKEMESİ; 30.1.2006 gün ve E:2005/3267, K:2006/165 sayı ile, davanın, davacının Gümrük Kanunu'na muhalefet ettiğinden bahisle kesilen para cezalarının ve bu para cezalarına yapılan itirazların reddine ilişkin Gümrük Müsteşarlığı İstanbul Gümrük Muhafaza Başmüdürlüğü işlemlerinin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu hükümleri incelendiğinde, 01.06.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para ceza davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanması gerekeceği sonucuna varıldığı, bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümü adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğundan, davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAKIRKÖY 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 2.2.2007 gün ve D. İş E:2006/150, D. İş K:2007/27 sayı ile, başvuran vekilinin dilekçesinde, müvekkili şirket hakkında 44 adet idari para cezası uygulandığını ve düzenlenen idari para cezasının yerinde olmadığını ileri sürüp itiraz yoluyla kaldırılmasını talep ettiği, dosyanın incelemesinden, başvuranın İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne açtığı davanın, 9.1.2006 tarih ve 2005/3267 Esas, 2006/135 Karar sayılı ilam ile görev yönünden reddedildiğinin görüldüğü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinden söz ederek, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 242/7 maddesinde, bu Kanun gereği uygulanan idari yaptırım kararlarına karşı başvurunun idari yargıya yapılmasının öngörüldüğü, görev kurallarının kamu düzenine aidiyeti de göz önüne alınarak 5326 sayılı Kanun’un 5560 sayılı Kanun’la değişik 34/8 ve CMK 3 maddesi gereğince Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin gerektiği, aynı konuda İdare Mahkemesince de verilmiş görevsizlik kararı bulunduğu anlaşılmakla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun’un 27. maddesini değiştiren 5560 sayılı Kanun’un 34/8 ve CMK 3 maddesi gereğince görevsizlik kararı vererek dosyanın görevli mahkemenin belirlenmesi bakımından Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Bakırköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4458 sayılı Kanun’un 241. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi uyarınca verilen para cezalarının kaldırılması ve itirazın reddine ilişkin kararların iptali istemiyle açılmıştır.

27.10.1999 tarih ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Bölgesine giren ve çıkan eşyaya ve taşıt araçlarına uygulanacak gümrük kurallarını belirlemektir” denilmiş; 241. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanunda ayrı bir ceza tayin edilmiş haller saklı kalmak üzere, bu Kanuna ve bu Kanunda tanınan yetkilere dayanılarak çıkarılan tüzük, yönetmelik, tebliğ ve talimatlarla getirilen şekil ve usullere aykırı hareket edenlere 30,000,000 TL. usulsüzlük cezası uygulanacağı; üçüncü fıkrasında, usulsüzlük cezası aşağıdaki hallerde 1 inci fıkrada belirtilen miktarın iki katı olarak uygulanacağı belirtildikten sonra bu fıkranın (b) bendinde, vergi kaybı doğurmamasına karşın, 24 üncü maddeye göre birbirleriyle ilişkisi bulunan kişiler arasında bir satış işlemi olması ve bu ilişkinin beyan edilmemesi hali sayılmış; 242. maddesinde, “1. Yükümlüler, kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri için tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ilgili gümrük idaresine verecekleri bir dilekçe ile düzeltme talebinde bulunabilirler.

 2. Düzeltme talepleri ilgili gümrük müdürlüğü tarafından otuz gün içinde karara bağlanarak yükümlüye tebliğ edilir.

 3. Kişiler, düzeltme taleplerine ilişkin kararlara, idari kararlara, gümrük vergilerine ve cezalara karşı yedi gün içinde kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü nezdinde itirazda bulunabilirler.

 4. Gümrük başmüdürlüklerine intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.

 5. İlk kararın alındığı idarenin gümrük başmüdürlüğü olduğu hallerde, bu karara karşı onbeş gün içinde Gümrük Müsteşarlığına itiraz edilebilir.

 6. Gümrük Müsteşarlığına intikal eden itirazlar kırkbeş gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.

 7. Gümrük başmüdürlükleri ile Gümrük Müsteşarlığı kararlarına karşı işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün veya gümrük başmüdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir.

 8. (Ek: 5.4.2007-5622/8 md.) Bu Kanuna göre yapılacak yazılı bildirimler posta ile taahhütlü olarak gönderilebilir. Bu takdirde bildirimin postaya verildiği tarih gümrük idaresine verilme tarihi yerine geçer. Bu hüküm derdest olan uyuşmazlıklarda da uygulanır” hükmü yer almıştır.

Olayda, para cezalarının kaldırılması ve itirazın reddine ilişkin kararların iptali istemiyle dava açılmış olup; 4458 sayılı Yasa’nın 242. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, bu davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde             " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir.          

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4458 sayılı Yasa’nın 241. maddesi uyarınca verilen para cezalarının kaldırılması ve itirazın reddine ilişkin kararların iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde anılan Yasa hükmü gereği idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Bakırköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 30.1.2006 gün ve E:2005/3267, K:2006/165 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/45

KARAR NO: 2008/221

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Enformasyon Reklamcılık ve Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Vekili         : Av. İ.A.

Davalı        : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı

O L A Y     : Davacı Şirkete ait CNBC-e logosuyla yayın yapan televizyon kanalında yayımlanan, “Kampus” isimli programda, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanunla değişik 16. maddesine aykırılık(örtülü reklam) olduğu nedeniyle, Reklâm Kurulunca davacı Şirkete, anılan Yasa’nın 17. ve 25/8. maddeleri uyarınca idari para ve durdurma cezaları verilmiş; Bakanlık Makamının 17.5.2005 tarih ve 111 sayılı onayıyla uygun bulunan ve 26.5.2005 tarih ve 12753 sayılı yazı ile 1.6.2005 tarihinde tebliğ edilen bu işlem sonrasında, davacı şirket vekili; idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 7.6.2005 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6.İDARE MAHKEMESİ; 17.8.2005 gün ve E:2005/1103, K:2005/1118 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 3., 16. ve 27 maddelerinden bahisle; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idarî yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde "Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava açılabilmekte olduğu; buna göre; davacı şirkete, 4077 sayılı Yasa hükümleri uyarınca 44.975.YTL tutarında idari para cezası verilmesine ilişkin işleminin iptali isteğiyle 7.6.2005 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile bakılan dava açılmış ise de; yukarıya alınan Yasa hükümleri uyarınca, 4077 sayılı Yasa hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılacak davalarda Sulh Ceza mahkemelerinin görevli kılınmış olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı yapılan temyiz istemi; Danıştay Onuncu Dairesinin, 22.11.2006 gün ve E:2005/8313, K:2006/6655 sayılı kararıyla, incelenmeksizin ret şeklinde sonuçlanmış; bu karara karşı yapılan Karar Düzeltme istemi de aynı Dairenin, 22.1.2008 gün ve E:2007/2019, K:2008/76 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı şirket vekili, aynı istemle 16.9.2005 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 12. SULH CEZA MAHKEMESİ; 18.11.2005 gün ve E:2005/647 Müt. sayı ile, İdare tarafından, idari para cezasının 4822 sayılı Yasanın 25.maddesine göre tahakkuk ettirilmiş olduğu, 4822 sayılı Yasanın 26.maddesinde, bu cezalara karşı itiraz mercii olarak açıkça idare mahkemesinin gösterildiği; tahakkuk ettirilen idari para cezasının idarenin kamu gücünü kullanarak yaptığı bir işlem olduğu, bu bakımdan idari para cezası niteliğini taşıyan cezaların idari yargı denetimi dışında tutulmasının idarenin yargısal denetiminin etkin ve doğal anlamda gerçekleşmemesi sonucunu doğuracağı; esasen Anayasa Mahkemesinin kararlarının da bu doğrultuda bulunduğu; Kabahatler Kanununda, kabahat deyiminden Kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olduğu belirtilmişse de verilen para cezasının kamu gücü kullanılarak yapılan bir idari işlem olduğu ve 4822 sayılı Yasanın 26.maddesinde yetkili mahkemenin idare mahkemesi olduğuna dair yetkiyi belirleyen maddenin halen yürürlükte olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonunda Yargıtay 7.Ceza Dairesi; 20.11.2007 gün ve E:2006/3046, K:2007/9320 sayı ile, kararın onmasına, görev uyuşmazlığının halli yönünden dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesinin mahal mahkemesince yerine getirilmesine karar vermiş; bunun üzerine dava dosyası Mahkemece bir üst yazıyla Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmesine karşın, Yargıtay kararı üzerine görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmuştur.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, aynı Yasanın 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 25. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 477. maddesiyle 26. maddesi değiştirilerek, “25 inci maddenin birinci, dördüncü, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu fıkralarındaki idarî yaptırımlara Bakanlık tarafından, diğer fıkralarındaki idarî para cezalarına mahallî mülkî amir tarafından karar verilir.

Bu yaptırımlara ilişkin kararlar, kararı veren makam tarafından yedi gün içerisinde ilgilinin mensup olduğu meslek kuruluşuna bildirilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulur. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz” denilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde,

" (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir.          

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.           

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077 sayılı Yasa’nın 16. ve 25. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasanın 26. maddesine göre idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 17.8.2005 gün ve E:2005/1103, K:2005/1118 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/46

KARAR NO: 2008/222

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2872 sayılı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G. H.

Davalı        : Gaziantep İl Çevre ve Orman Müdürlüğü

O L A Y     : 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun Ek-1/c maddesine muhalefetten dolayı(anız yakılması fiili nedeniyle) davacı adına idari para cezası verilmiştir.

   Davacı, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 1. İDARE MAHKEMESİ; 31.8.2006 gün ve E:2006/2489, K:2006/1192 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi, görüm ve çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği; dosyanın incelenmesinden, davacının anız yakılması fiili nedeniyle, davalı idarece çevreye zarar verdiğinden bahisle dava konusu cezanın tesis edildiği, bu durumda; davacıya 2872 sayılı Çevre Kanununa muhalefet nedeniyle 2.400,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin davalı idare işleminin, 5326 sayılı Kanunda tanımlanan kabahatlerden olması nedeniyle 24.8.2006 tarihinde açılan işbu davanın görüm ve çözümünün adli yargı mahkemelerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.

Davacı bu kez aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

NURDAĞI SULH CEZA MAHKEMESİ; 2.3.2007 gün ve 2006/12 D.İş sayı ile, söz konusu itirazın 2872 Sayılı Çevre Kanunun ek 1. maddesinin (c ) bendine muhalefetten, anız yakılmasından kaynaklandığı; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun, 5560 sayılı 31. maddesi ile değişik 3. maddesinin (a) bendindeki "İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" hükmü ve 2872 sayılı yasanın 26.4.2006 tarih 5491 Sayılı Yasanın 17. maddesi ile değişik 25. maddesindeki "İdari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde idare mahkemesine dava açılabilir." özel hükmü karşısında, söz konusu itirazın, bu konudaki itirazlara bakmakla görevlendirilen idare mahkemesine yapılması gerektiği kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı ve ayrıca kararın kesinleşmesinden sonra, görevli mahkemenin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasa koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Nurdağı Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2872 sayılı Kanun’un Ek-1/c maddesine muhalefetten dolayı aynı Kanunun 20/l maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

9.8.1983 gün ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” denilmiş; Ek 1. madde, birinci fıkrasının (c) bendinde, anız yakılması, çayır ve mer'aların tahribi ve erozyona sebebiyet verecek her türlü faaliyetin yasak olduğu belirtilmiş; 20. maddesinde, idari nitelikteki cezalar sayılmış; anılan Yasanın 25. maddesinin birinci fıkrasında, idari cezalara karşı 7 gün içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolunda düzenleme mevcut iken; 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi karşısında, Mahkememizce; Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesindeki, “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” yolundaki hüküm de dikkate alınarak, Kabahatler Kanunu’nun belirlediği ilke ve esaslara uyan diğer kanunlardaki idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı, Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davaların görüm ve çözümünde, adli yargı yerleri görevli kılınmış; bilahare, anılan Yasanın 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Ancak daha sonra, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26.4.2006 günlü, 5491 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değiştirilen ve 13.5.2006 tarih ve 26167 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 25. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen idarî yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım kararı, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.

   İdari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz.

   İdari para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır.

   Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir.

   Bu Kanuna göre verilecek idari para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." denilmiştir.

Buna göre, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda belirtilen idari yaptırım kapsamındaki idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemesi genel görevli kılınmış, ancak idari para cezalarının tahsil usûlü hakkında Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 13.5.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2872 sayılı Yasa’nın 20. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur

Kaldı ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

   a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş olup, 2872 sayılı Yasa’da bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Nurdağı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Gaziantep 1. İdare Mahkemesi’nin 31.8.2006 gün ve E:2006/2489, K:2006/1192 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/81

KARAR NO: 2008/225

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. D.

Vekili         : Av. A. K.

Davalı        : Antalya İl Özel İdaresi

Vekili         : Av. D.Ç.

O L A Y     : Antalya İl Özel İdaresi’nin 28.2.2006 gün ve 294 sayılı işlemi ile, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verildiği bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANTALYA 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 8.8.2006 gün ve D.İş E:2006/67, D.İş K:2006/113 sayı ile, Antalya İl Özel İdaresi’nin 28.02.2006 tarih ve 294 sayılı idari yaptırım kararına itiraz edildiği, Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği ve bu kararın 22.07.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandığı, bu iptal kararı ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan yasada kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise; idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli Mahkemelerin(Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonuca ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 3213 sayılı Maden Kanunu hükümlerine göre idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz merciinin özel olarak açık biçimde sulh ceza mahkemesi olarak gösterilmediğinin anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında dikkate alınabileceğinden re’sen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucunda itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 13.12.2007 gün ve E: 2006/2490 sayı ile, davacı vekili tarafından, davacı şirketin 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12’nci maddesi uyarınca 22.440,00YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Valilik Makamı’nın 8.2.2006 günlü, 144 olur sayılı işleminin iptali istemiyle Antalya İl Özel İdaresi’ne karşı dava açıldığı, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12’nci maddesinin 5’inci fıkrasından ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, bakılan davada, davacı şirkete dava konusu idari para cezasının 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5326 sayılı Kanun’un 27/8’inci maddesi dikkate alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği, ancak, daha önce Antalya 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verildiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğunun doğduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19’uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4.6.1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen madenin sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Antalya 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 8.8.2006 gün ve D.İş E:2006/67, D.İş K:2006/113 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/93

KARAR NO: 2008/227

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : “Fleet Trader 1” Gemisi Donatanı Adına acentesi Assos Denizcilik ve Ticaret Ltd. Şti

Vekili         : Av. E.E., Av. İ.İ.P.

Davalı        : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av.N.Ö.

O L A Y     : İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 3.1.2006 gün ve Cilt No:4, Sayfa No:79 sayılı ceza kararnamesi ile, 2872/3301 sayılı Çevre Kanunu’nun 24/a fıkrasının verdiği yetkiye göre 22/a-b-c fıkrası gereği davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 24.1.2006 gün ve E:2006/132, K:2006/24 sayı ile, Kabahatler Kanunu bir bütün olarak incelendiğinde, idari para cezalarının da idari bir yaptırım türü olarak kabul edilmesi ve bu cezalara karşı yapılacak itirazların Kabahatler Kanunu uyarınca Sulh Ceza Mahkemesince çözümlenmesinin gerektiği, olayda davacıya 2872 sayılı Yasaya aykırılık nedeniyle idari para cezası verildiği görülmüş olup, kabahat niteliğindeki bu fiil nedeniyle verilen para cezasının Kabahatler Kanunun 17. maddesi kapsamında bir yaptırım olduğu, bu itibarla söz konusu cezaya yönelik itirazın adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

TUZLA SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.9.2006 gün ve Müt.E:2006/37, Müt.K: 2006/115 sayı ile, yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na genel kanun niteliği veren 3. maddenin Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih, 2005/108 E, 2006/35 K sayılı ilamı ile iptal edildiği, kararın 22.7.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandığı, yine 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun bazı maddelerinin 26.4.2006 tarihli 5491 sayılı Kanun ile değiştirildiği, bu değişiklik ile idari para cezalarında yetkinin 24. maddede düzenlendiği ve bu kanunda öngörülen idari yaptırım kararlarını verme yetkisinin Çevre ve Orman Bakanlığı’na ait olduğunun belirtildiği, 25. maddede idari yaptırımların uygulanması, tahsilinin düzenlendiği, buna göre "idari yaptırım kararlarına karşı tebliğden itibaren 30 gün içinde idare mahkemesinde dava açabileceği" hükmünün getirildiği, buna göre Mahkemelerinin bu konuda karar vermeye herhangi bir yetkisinin olmadığı, olayın idari yargının görev alanına girdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2872 sayılı Kanun’un 22. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

9.8.1983 gün ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” denilmiş; 22. maddesinde(Mülga: 26/4/2006 – 5491/24 md.), gemiler için verilecek cezalar düzenlenmiş; anılan Yasanın 25. maddesinin birinci fıkrasında, idari cezalara karşı 7 gün içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolunda düzenleme mevcut iken, 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi karşısında, Mahkememizce; Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesindeki, “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” yolundaki hüküm de dikkate alınarak, Kabahatler Kanunu’nun belirlediği ilke ve esaslara uyan diğer kanunlardaki idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı, Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davaların görüm ve çözümünde, adli yargı yerleri görevli kılınmış; bilahare, anılan Yasanın 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Ancak daha sonra, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26.4.2006 günlü, 5491 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değiştirilen 25. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen idari yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.

   İdari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz.

   İdari para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır.

   Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir.

   Bu Kanuna göre verilecek idarî para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." denilmiştir.

Buna göre, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda belirtilen idari yaptırım kapsamındaki idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemesi genel görevli kılınmış, ancak idarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 13.5.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2872 sayılı Yasa’nın 22. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur

Kaldı ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

   a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş olup, 2872 sayılı Yasa’da bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 1.İdare Mahkemesi’nin 24.1.2006 gün ve E:2006/132, K:2006/24 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/103

KARAR NO: 2008/230

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Kervan Gıda San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili         : Av. K.H.

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (İstanbul Sigorta İl Müdürlüğü)             

O L A Y     : Sigortalı işe giriş bildirgesinin yasal süre içersinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9 ve 140. maddelerine göre idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle 21.6.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 11.10.2006 gün ve E:2006/1321, K:2006/4116 sayı ile, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce, dava konusu işlemin iptaline dair verilen kararın bozulmasına, 506 sayılı Kanunun 5454 sayılı Kanunla değişik 140. maddesinde, idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı hükme bağlandığından, 506 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözüm görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle 20.2.2007 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAKIRKÖY 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.6.2007 gün ve E:2007/643 Değ.İş, K:2007/1245 Değ. İş sayı ile, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiği, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine dayanılarak verilen para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların görüm ve çözüm görevinin İdare Mahkemesine ait olduğunun Danıştay 10. Dairesi kararları ile de belirlendiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan değişiklik ve 28/1-b maddesindeki “--- başvuru konusu idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesi’nde incelenebilecek kararlardan olmadığının anlaşılması halinde, başvurunun reddine karar verilir.” düzenlemesi karşısında, dava konusu kararın Sulh Ceza Mahkemesi’nde incelenebilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiş, karar kesinleştikten sonra davacı vekilinin talebi ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. maddesi uyarınca ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O. Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında; Hâkim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Her ne kadar adli yargı yerince verilen kararın hüküm fıkrasında “ mahkemenin görevsizliğine”, “davanın görev yönünden reddine” şeklinde bir ibare yer almamakta ise de, karar gerekçesinde davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiğinin açıkça belirtilmiş olması karşısında verilen kararın görevsizlik kararı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, Bakırköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.5.2007 gün ve E:2007/644 Değ. İş, K:2007/876 Değ. İş sayılı ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 11.10.2006 gün ve E: 2006/1321, K:2006/4116 sayılı görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığı hakkında daha önce önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının 3.3.2008 gün ve E:2007/561, K:2008/73 sayılı karar ile çözüme bağlandığı ve bu karar ile İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 11.10.2006 gün ve E:2006/1321, K:2006/4116 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.”, 27. maddesinde ise, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.” denilmektedir.

Açıklanan nedenlerle, daha önce Mahkememizce İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kaldırılmış olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulları taşımayan başvurunun aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/109

KARAR NO: 2008/232

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Perşembe Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Müdürlüğü

Davalı        : Perşembe Kaymakamlığı

O L A Y : Perşembe Tarım İlçe Müdürlüğünün 20.5.2005 Kaymakamlık olur tarihli,1/1 cilt/sayfa no.lu işlemi ile Davacı adına, toplu tüketime sunulan yemek partisinin her çeşidinden alınarak 72 saat uygun şartlarda saklanması gereken numunelerin saklanmadığından bahisle, 5179 sayılı Kanunun 29 maddesinin (h) bendine göre 5.560,00 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ORDU İDARE MAHKEMESİ; 17.10.2005 gün ve E: 2005/1558, K: 2005/1762 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddelerinden bahisle, dava dosyasının incelenmesinden; 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun 17. maddesine dayanılarak çıkarılan Gıda ve Gıda ile Temasta Bulunan Madde ve Malzemelerin Piyasa Gözetimi. Kontrolü, Denetimi ile İşyeri Sorumluluklarına Dair Yönetmeliğin 17/j maddesine aykırı davranıştan dolayı davacı okul adına idari para cezası verildiği ve cezanın davacı okula Kabahatler Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, dava konusu cezanın verilmesine neden olan, toplu tüketime sunulan yemek partisinin her çeşidinden alınarak 72 saat uygun şartlarda saklanması gereken numunelerin saklanmaması fiilinin, 5179 sayılı Yasa kapsamında bir kabahat olup, bu nedenle verilen idari para cezasına karşı da Kabahatler Kanunu uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine başvurulması gerektiği sonucuna varılmış olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı davacı temyiz isteminde bulunmuş, Danıştay Onuncu Dairesi; 13.4.2007 gün ve E:2005/9228, K:2007/1949 sayı ile, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiş; bu karara karşı ayrıca karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

PERŞEMBE SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.1.2008 gün ve Değişik İş No: 2008/5 sayı ile, 5179 sayılı gıdaların üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun hükmünde kararnamenin değiştirilerek kabulü hakkındaki kanunun 30. maddesinde, bu kanunda öngörülen para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin belirtildiği; idari para cezası kararına itirazın, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. ve devam eden maddelerinde düzenlendiği; bu Kanunun 27., 28 ve 29. maddelerinden söz ederek; yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında itiraz eden Perşembe Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Müdürlüğü'nün 25.12.2007 havale tarihli itiraz dilekçesi ve ekleri ile bu konuya ilişkin olarak düzenlenen Perşembe İlçe Tarım Müdürlüğü'nün 20.5.2005 tarih ve 1 sayılı idari para cezası kararı ve ekleri incelendiğinde, Perşembe İlçe Tarım Müdürlüğü tarafından, itiraz eden Perşembe Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Müdürlüğü hakkında, 18.4.2005 tarihinde Perşembe Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi yatılı öğrenci yemekhanesinde öğle yemeğinden sonra bazı parasız yatılı öğrencilerde görülen mide bulantısı ve kusma olaylarından sonra, Perşembe İlçe Tarım Müdürlüğü'nün incelemeleri sonucu 5179 Kanunun 17. maddesi ve bu maddeye dayalı olarak çıkarılan Yönetmeliğin 7/j maddesine aykırı olarak, toplu tüketime sunulan yemek partisinin her çeşidinden alınarak 72 saat uygun şartlarda saklanması gereken numunelerin saklanmadığının tespit edildiği nedeniyle, 5179 sayılı Kanunun 29/h maddesi gereği 5.560,00.YTL. idari para cezasına karar verildiği, idari para cezası kararının, yasaya ve usulüne uygun olarak 20.5.2005 tarihinde itiraz edene tebliğ edildiği, itiraz edenin, yasal süre içerisinde Ordu İdare Mahkemesi'ne itiraz ettiği, Ordu İdare Mahkemesi tarafından 17.10.2005 tarih ve 2005/1558 Esas-2005/1762 Karar sayılı kararla davanın görev yönünden reddine karar verildiği, itiraza ilişkin olarak verilen görevsizlik kararının, yasal süresi içerisinde yasaya ve usulüne uygun olarak itiraz eden tarafından temyiz edildiği, ancak Danıştay 10. Dairesi'nin, 13.4.2007 tarih ve 2005/9228 Esas 2007/1949 Karar sayılı kararı ile 5179 Sayılı Yasa gereği verilen para cezalarına yapılan itiraz üzerine idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğundan bahisle temyiz talebinin reddine karar verildiği, ancak mahkemelerince; gerek Ordu İdare Mahkemesi'nin görevsizlik kararının, gerekse Danıştay 10.Dairesi'nin kararının, yasaya ve usulüne uygun olarak değerlendirilmediği, 5179 Sayılı Yasa gereği verilen idari para cezalarına ilişkin itiraz üzerine yetkili ve görevli idare mahkemesi tarafından, ancak işin esasına girilerek verilen kararların kesin nitelikte olacağı, oysa yargılamaya konu somut davada 5179 Sayılı Yasa'nın 30. Maddesi gereği mahkemelerince görevli ve yetkili olduğu kanaatine varılan Ordu İdare Mahkemesi’nin itiraz üzerine işin esasına girerek karar vermediği, dolayısıyla bu kararın kesin nitelikte kabul edilemeyeceği, kaldı ki 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. Maddesi'ni değiştiren 6.12.2006 tarih ve 5560 Sayılı Yasa'nın 31. Maddesi gereği bu kanunun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, oysa 5179 sayılı Kanunda, öngörülen para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin düzenlendiği, bu durum karşısında tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 5179 sayılı Kanunun 30. maddesi gereği Mahkemelerinin görevsizliğine ve dosyanın, görevli yargı yerinin belirlenmesi amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Perşembe Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (h) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme, muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (h) bendinde, “17 nci maddede belirtilen işyeri sorumluluğu ile ilgili hükümlere uymayan gerçek ve tüzel kişilere beşmilyar lira idarî para cezası verilir, eylemin tekrarı halinde idarî para cezası iki kat olarak uygulanır..” hükmü yer almış; 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunun 542 maddesiyle madde başlığıİdari yaptırımlar ve cezalar” şeklinde değiştirilmiş, ancak (h) bendinde değişikliğe gidilmemiştir.

Anılan Yasanın 30. maddesinde de, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmişken; bu madde; 5728 sayılı Kanunun 543 maddesiyle “İdari yaptırımlara karar verme yetkisi” başlığı altında, “Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir.” şeklinde değiştirilmiş; 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5179 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi ile ayrıca verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Perşembe Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile aynı Mahkemece ayrıca verilen 16.1.2008 gün ve Değişik İş No: 2008/5 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/119

KARAR NO: 2008/234

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : TMS Sağlık Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili         : Av. M.T.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Başkanlığı

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün 1.5.2006 gün ve 8819 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesi uyarınca davacı adına 7.844.-YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, 783.-YTL tutarındaki idari para cezasına ilişkin 8821 sayılı işlemi göstermiş ise de; 7.844.-YTL tutarındaki idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.6.2006 gün ve D. İş E:2006/753, D. İş K:2006/753 sayı ile, başvuran hakkında Antalya Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından dosya kapsamındaki idari para cezasının düzenlendiği, bu düzenleme üzerine başvuran tarafından idari para cezasının iptalinin istendiği, Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı, 1.3.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin (Anayasa’nın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın bütünüyle incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak gösterilmediğinin anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak yapılan inceleme sonucu, itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasa da Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ; 5.12.2007 gün ve E:2006/2847, K:2007/1797 sayı ile, davanın, davacı şirketin çalışma izni olmayan yabancıları çalıştırıldığından bahisle 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesi uyarınca 7.844.-YTL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 1.5.2006 tarih ve 8819 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. ve 27. maddesinden söz ederek, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesinin 6. fıkrasında, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık Bölge Müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. İdari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödenir. İlgililer cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilir” hükmüne yer verildiği, 4817 sayılı Kanun’da, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin aksine bir hüküm bulunmadığından, 4817 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı açılan davalarda sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, 4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesi uyarınca verilen dava konusu para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının(sulh ceza mahkemesinin) görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, yabancıların Türkiye'deki çalışmalarını izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemek olduğu; 21. maddesinde, idari para cezasının hangi hallerde verileceği ve verilecek idari para cezası miktarları belirtildikten sonra, bu Kanunda öngörülen idari para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri, başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 499. maddesiyle, “18 inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde yerine getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni olmaksızın bağımlı çalışan yabancıya beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu durumda, işveren veya işveren vekili yabancının ve varsa eş ve çocuklarının konaklama giderlerini, ülkelerine dönmeleri için gerekli masrafları ve gerektiğinde sağlık harcamalarını karşılamak zorundadır.

Birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarda sayılan fiillerin tekrarı hâlinde idarî para cezaları bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre verilmiş çalışma izni olmaksızın bağımsız çalışan yabancıya ikibin Türk Lirası idarî para cezası verilir ve varsa işyeri veya işyerlerinin Bakanlık bölge müdürlerince kapatılması kararı alınarak, bu kararın uygulanması için durum ilgili valiliğe bildirilir.

Tekrarı hâlinde, varsa işyeri veya işyerlerinin kapatılmasının yanı sıra idarî para cezası bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre idarî para cezası ile cezalandırılan bağımlı veya bağımsız çalışan yabancılar ile yabancı çalıştıran işverenler İçişleri Bakanlığına bildirilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 9.6.2006 gün ve D. İş E:2006/753, D. İş K:2006/753 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/123

KARAR NO: 2008/235

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.Z.

Davalı        : Kırıkkale Valiliği İl Özel İdaresi

Vekili         : Av. E.K.

  

O L A Y     : Kırıkkale Valiliği İl Özel İdaresi’nin 28.7.2006 gün ve 3439 sayılı işlemi ile, Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği’nin 18. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KIRIKKALE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 30.3.2007 gün ve Değişik İş:2006/672, Değişik İş K:2006/672 sayı ile, Kırıkkale Valiliği İI Özel İdaresi'nin 28.7.2006 tarih ve 3439 seri no’lu idari para cezasının kaldırılmasının talep edildiği, itiraz konusunun, 5177 sayılı Yasa’nın 1(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği’nin 18'inci maddesi uyarınca verilen idari para cezası olduğu, cezanın, Kırıkkale İl Özel İdaresi Kum-Çakıl Ocakları İnceleme ve Denetleme Komisyonu’nun 23.6.2006 günlü raporuna dayanılarak Kırıkkale İl Özel İdaresi tarafından düzenlendiği, 5302 sayılı İl Özel İdare Yasası’nın 16 ve 17. maddeleri uyarınca oluşturulan komisyon raporu uyarınca ceza verilmesinin aynı Yasanın 55 ve 56. maddelerinde düzenlendiği, devamı maddelerinde ise itiraz hükümlerine yer verildiği, 5302 sayılı Yasa’ya göre verilen ceza kararlarına ilişkin 59'uncu madde de müracaatların idari yargı mercilerine yapılacağının düzenlendiği, Kabahatler Yasası’nın 3'üncü maddesinin 5560 sayılı Yasa ile değiştirildiği, buna göre idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanabileceğinden, 5302 sayılı Yasa’nın 59'uncu maddesinde özel düzenleme olduğuna göre itiraz hakkında Mahkemelerinin görevsiz olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle CMK'nun 3, 4, 5, 6 ve 5302 sayılı Yasa’nın 59'uncu maddesi uyarınca görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KIRIKKALE İDARE MAHKEMESİ; 20.7.2007 gün ve E:2007/728 sayı ile, davacı tarafından, Maden Kanunu'nun 12. maddesi ve Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin 18. maddesi uyarınca 28.7.2006 tarih ve 3439 sayılı işlemle uygulanan 20.098.-YTL idari para cezasının iptali istemiyle Kırıkkale Valiliği İl Özel İdaresi'ne karşı dava açıldığı, Kırıkkale 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 30.3.2007 tarih ve D.İş K.No:2006/672 sayılı görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde açılan davada, dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle 3.5.2007 tarih ve K:2007/367 sayılı karar ile yeniden dava açmakta serbest olmak üzere dilekçenin reddedildiği; işbu dava dilekçesinin ise 30 günlük yasal süreden sonra Mahkemeleri kaydına girdiği anlaşılmakta ise de; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesi hükmü gereği "görev" konusunun süre aşımından önce ele alınması gerektiğinden ve işbu davada idari yargının görev alanına girmediğinden dava dilekçesinin süresinde yenilenmemesi hususu değerlendirmeye alınmadan görev hususunun öncelikle incelendiği, 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 5177 sayılı Kanun’la değişik 2. maddesinde, 1. grup madenler arasında (a) inşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakılların da sayıldığı; 7. maddesinde, madencilik faaliyetlerinde üretim ve sevkiyatın usulü ile ruhsatsız ve izinsiz üretim ve sevkiyat halinde uygulanacak idari para cezalarının düzenlendiği; Maden Kanunu'nda değişiklik yapan 26.5.2004 tarih ve 5177 sayılı Kanun'un geçici 8. maddesi uyarınca yürürlüğe giren Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin 18. maddesinde, ruhsat olmadan I(a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün ve mülki amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durumun bir tutanak ile tespit edileceği; üretilen madene mülki idare amirliğince el konularak; bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağının hükme bağlandığı, ancak, bahsi geçen mevzuatta, uygulanan idari para cezalarına karşı gidilecek yargı yolunun belirtilmediği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2, 3, 16 ve 27. maddelerinden söz ederek, bu hükümlerin incelenmesinden, idari para cezalarına karşı açılacak davalarda diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde görevli yargı yerinin idari yargı değil adli yargı yeri olduğu sonucuna varıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının Balışeyh İlçesi Akçakavak Köyü Köçekgölü mevkii 1457 parseldeki ocak sahasında ruhsatı dışında alanlarda çalışma yaptığından bahisle 3213 sayılı Maden Kanunu ve Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin 18. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle adli yargıda açılan davanın Kırıkkale 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 30.3.2007 tarih ve D.İ.K.No:2006/672 sayılı "görevsizlik" kararı ile reddi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, yukarıda yer alan hükümler uyarınca verilen cezanın iptali istemiyle açılan davalarda idare mahkemeleri görevli olmayıp, anılan 5326 sayılı Yasa'nın 3. ve 27. maddeleri uyarınca sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle Kırıkkale 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 30.3.2007 gün ve D.İ.K.No:2006/672 sayılı "görevsizlik" kararı üzerine açılan bu davada görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve karar alınana kadar davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3213 sayılı Maden Kanununun I(a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları düzenlemek amacıyla hazırlanan Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin 18. maddesi gereğince verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4/6/1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen madenin sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.

Maden Kanununun I(A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin 18. maddesinde, “Ruhsat olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kırıkkale İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Kırıkkale 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 30.3.2007 gün ve Değişik İş:2006/672, Değişik İş K:2006/672 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/154

KARAR NO: 2008/239

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5149 sayılı Yasa’nın 23. md uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : G.T.     

Davalı        : Ankara Valiliği Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü   

O L A Y     : Ankara Valiliği Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nün 27.3.2007 gün ve 3168 sayılı yazısı ile, 11.03.2007 Pazar günü saat 15:00 da MKE Ankaragücü-Beşiktaş takımları arasında oynanan Turkcell Süper Ligi Futbol Müsabakasında 5149 sayılı Kanunun 12. ve 17. maddesinin 2. fıkrası ile 24. maddesinin 1. fıkrasına muhalefet ettiğinin (çirkin ve kötü tezahüratta bulundukları ve spor alanlarını zarara uğrattıkları) tespit edildiğinden bahisle davacıya; Kanunun 23. maddesinin 2. fıkrası gereğince İl Spor Güvenlik Kurulunca karar alınarak, Valilik Makamının 2006-2007/7 sayı ve 14.3.2007 tarihli Olur’ları ile 1.316 YTL tutarında idari para cezası verilmesinin uygun görüldüğü bildirilmiştir.

Davacı, para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

FATİH 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 6.4.2007 gün ve Müt.:2007/1387 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3.maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 E.ve 2006 /35 karar sayılı kararı ile iptalinden sonra yeniden düzenlenen 5560 sayılı yasa ile değişik 3.maddesine göre “Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımım gerektiren bütün fiiller hakkında.uygulanır.” şeklinde düzenlendiği; idari para cezasına dayanak 4077 sayılı Kanunun 4822 sayılı kanunla değişik 17 ve 25/8 inci maddelerine :. göre: bu cezalara karşı tebliğ, tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili İDARE MAHKEMESİNE itiraz edilebilir hükmü bulunduğundan, idari para cezasına yönelik açılan davada İDARİ YARGI yerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ; 1.4.2008 gün ve E:2007/1397 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanun'unun 2.maddesinde; Kabahat deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 5560 sayılı Yasayla değişik 3.maddesinde, bu Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, 27.maddesinde, idari para cezalarına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin hükme bağlandığı; dava dosyasının incelenmesinden, davacıya 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 23.maddesi uyarınca 1.316,00 YTL para cezası verildiği, bu cezaya karşı Fatih 2.Sulh Ceza Mahkemesinde 06.04.2007 tarihinde açılan davanın anılan Mahkemenin 06.04.2007 günlü 2007/1387 sayılı kararıyla idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddi üzerine de 19.04.2007 tarihinde İstanbul idare Mahkemesine verilen dilekçeyle bakılan davanın açıldığı ve İstanbul 3.İdare Mahkemesinin 15.05.2007 tarih E:2007/785, K:2007/1303 sayılı yetki ret kararı nedeniyle dosyanın
Mahkemelerine gönderildiği, ancak 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa
uyarınca, 5149 sayılı Yasanın davanın idari yargıda görülmesini düzenleyen 28.maddesinin
değiştirilerek bu yöndeki hükümlerin kaldırıldığının anlaşıldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilenen bir genel hukuk ilkesi olduğu; buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; bu durumda, 5326 sayılı Yasanın genel hükümleri kapsamında olan davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanında bulunduğu; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5149 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir” denilmiş; 23. maddesinde, yasaklara uymama halinde verilecek idari para cezaları düzenlenmiş; 28. maddesinde, bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verileceği, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı belirtilmiştir.

Daha sonra, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 535. maddesi ile değişik 23. maddesinde, 17 nci maddenin birinci fıkrasına aykırı davranan kişilere beşyüz Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verileceği, 17 nci maddenin ikinci fıkrasına aykırı davranan kişilere bin Türk Lirası, tekrarı halinde ikibin Türk Lirası idarî para cezası verileceği, fail, kulübün veya bir taraftar derneğinin mensubu ise fiilin tekrarı halinde mensubu bulunduğu kulüp veya dernek hakkında da üçbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği belirtilmiş; aynı Kanunun 5728 sayılı Kanun’un 537. maddesi ile değişik 28. maddesinde de, “Bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında büyükşehir ve il belediye sınırları içinde il spor güvenlik kurulunun, bunun dışındaki yerlerde ilçe spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî para cezalarından tahsil edilen miktarın tamamı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hesabına aktarılır. Bu paralar Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılacak yönetmelik esaslarına göre yüzde ellisi Engelliler Spor Federasyonu ile engelliler kulüp ve faaliyetlerine, yüzde ellisi ise fair play kurallarına uygun hareket eden amatör spor kulüpleri ile okul sporlarının geliştirilmesine ayrılır.

Bu Kanunda belirtilen yasaklara uymayan kişilerin kimlik bilgileri, müsabakanın veya eylemin yapıldığı mahallin emniyet birimlerince fotoğraflı olarak kaydedilir ve bu kayıtlardaki kişiler takibe alınır” denilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da, son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Fatih 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 6.4.2007 gün ve Müt:2007/1387 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/157

KARAR NO: 2008/240

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A Yapım Televizyon Programcılık A.Ş.(NTV)

Vekili         : Av. İ. A.

Davalı        : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı

O L A Y     : Davacı Şirkete ait NTV logosuyla yayın yapan televizyon kanalında yayımlanan, Pas Fotomaç Gazetesi’ne ilişkin futbol konulu reklamın, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanunla değişik 16. maddesine aykırı olduğu nedeniyle, Reklâm Kurulunca davacı Şirkete, anılan Yasa’nın 17. ve 25/8. maddeleri uyarınca idari para ve durdurma cezaları verilmiş; Bakanlık Makamının 29.4.2005 tarih ve 96 sayılı onayıyla uygun bulunan ve 26.5.2005 tarih ve 12699 sayılı yazı ile 20.7.2005 tarihinde tebliğ edilen bu işlem sonrasında, davacı şirket vekili; idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 25.7.2005 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 12.İDARE MAHKEMESİ; 28.10.2005 gün ve E:2005/1444, K:2005/1126 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. maddesine göre “kabahat” deyiminden kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı; 3. maddesinde, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının öngörüldüğü; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunun hükme bağlandığı; anılan Kanun’un genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin birinci fıkrasında, idari para cezasına ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği öngörülmüş olup, anılan Yasa’nın yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren Yasa’da sayılan idari yaptırımlara karşı 19. maddede belirtilen istisnalar haricinde sulh ceza mahkemelerinde dava açılabileceği; buna göre, 4077 sayılı Yasa hükümleri uyarınca, 25.7.2005 tarihinde idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılan davada, sulh ceza mahkemesinin görevli kılındığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ; 15.11.2006 gün ve E:2006/1098, K:2006/6368 sayı ile, 4077 sayılı Yasanın 26/2. maddesinden bahisle, davacı adına verilen para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesi nezdinde açılan davada, idare mahkemesince verilen kararın kesin olduğu ve itiraz talebinin inceleme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin ret kararı vermiş; bu karara karşı yapılan Karar Düzeltme istemi de aynı Dairenin, 22.1.2008 gün ve E:2007/2519, K:2008/66 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı şirket vekili, aynı istemle 9.12.2005 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 12. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.3.2006 gün ve E:2005/1022 Müt. sayı ile, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği, yasaların uygulanmasında özel yasaların öncelikli olduğu, 4077 sayılı Yasada, ceza hükümlerine karşı itirazın, tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine yapılması gerektiğinin hükme bağlandığı, kararın idari işlem niteliğinde bulunduğu mahkemelerinin itirazla ilgili karar verme yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar yasa yoluna başvurulmayarak kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, aynı Yasanın 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 25. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 477. maddesiyle 26. maddesi değiştirilerek, “25 inci maddenin birinci, dördüncü, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu fıkralarındaki idarî yaptırımlara Bakanlık tarafından, diğer fıkralarındaki idarî para cezalarına mahallî mülkî amir tarafından karar verilir.

Bu yaptırımlara ilişkin kararlar, kararı veren makam tarafından yedi gün içerisinde ilgilinin mensup olduğu meslek kuruluşuna bildirilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulur. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz” denilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde,

" (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir.          

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.           

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077 sayılı Yasa’nın 16. ve 25. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasanın 26. maddesine göre idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Ankara 12.İdare Mahkemesi’nin 28.10.2005 gün ve E:2005/1444, K:2005/1126 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/168

KARAR NO: 2008/241

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. İ.

Davalı        : Konya Valiliği

  

O L A Y     : Konya Valiliği’nin 13.6.2007 gün ve 3107 sayılı ceza kararı ile, 2006 yılına ait dernek beyannamesinin kanuni süresinden sonra verilmiş olması nedeniyle 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 19. maddesinin ihlali sebebiyle, aynı Kanunun 32/L ve 33. maddeleri uyarınca dernek başkanı olan davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KONYA 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.10.2007 gün ve Değişik İş:2007/1026 sayı ile, itiraz edenin Konya Valiliği tarafından verilen 13.6.2007 tarih ve 3107 sayılı idari para cezasının kaldırılmasını talep ettiği, Konya Valiliği’nden celp olunan evrakın tetkikinden, itiraz edenin başkanı olduğu Tarım Spor Kulübü Derneği’nin beyannamesini süresi içerisinde vermemesi nedeni ile 591.-YTL idari para cezası ile cezalandırılmış olduğunun anlaşıldığı, talebin idari para cezasına itiraz niteliğinde olup, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/1. maddesinde, Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirtildiği, Yasanın ifade tarzından 5326 sayılı Yasa’nın 27 ve devamı maddeleri ile Mahkemelerini yetkili kılan itiraz usulünün ancak idari yaptırımın dayanağını teşkil eden yasada özel hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının açıkça anlaşıldığı, idari yaptırım kararının dayanağını teşkil eden 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33. maddesinde, idari para cezalarına tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içersinde yetkili idare mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, bu durumda, idari yaptırım kararının dayanağı özel yasada itiraz usulü ve mercii açıkça belirtilmiş olduğundan, söz konusu idari yaptırım kararının 5326 sayılı Yasa’nın 7 ve devamı maddeleri gereğince Mahkemelerince incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 28.2.2008 gün ve E:2007/1582 sayı ile, davacı tarafından dernek beyannamesinin süresinde verilmediğinden bahisle 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen 591,00YTL idari para cezasının iptali istemiyle Konya Valiliği'ne karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33. maddesinin 4. fıkrasında, bu kanuna göre verilen idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin hükme bağlandığı, ancak bu hükmün 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 578. maddesinin (yy) bendi ile yürürlükten kaldırıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacı adına, dernek beyannamesinin süresinde verilmediğinden bahisle 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca 591,00YTL idari para cezası kesildiği, bu işlemin iptali istemiyle Konya 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan davada anılan Mahkemenin 24.10.2007 tarih ve 2007/1026 Değişik İş sayılı kararı ile, Dernekler Kanunu’nun 33/4. maddesi uyarınca idare mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiği, bu kararın itiraz edilmeyerek kesinleştiği, daha sonra Mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargı mercilerinin yetkili ve görevli olduğunu belirten 33. maddenin 4. fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olması ve bu konuda Dernekler Kanunu’nda başka bir hüküm bulunmaması karşısında, Dernekler Kanunu uyarınca verilen para cezalarında görevli mahkemenin, genel kanun niteliği taşıyan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca adli yargı mahkemeleri olduğu sonucuna varıldığı, bu duruma göre davacı şirkete Dernekler Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca 591,00YTL idari para cezası kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış olan iş bu davanın görüm ve çözümünde adli yargı mercileri görevli olup, Mahkemelerince esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi gereğince, Konya 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24.10.2007 tarih ve 2007/1026 Değişik İş sayılı kararı ile görev yönünden reddedilmesi üzerine Mahkemelerinde açılmış bulunan işbu davanın adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğundan, dava dosyası ve eklerinin görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görevli merciin belirlenmesine ilişkin karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5253 sayılı Kanun’un 32/l ve 33. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4.11.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; dernekler, dernek şube veya temsilcilikleri, federasyonlar, konfederasyonlar ve yabancı dernekler ile merkezleri yurt dışında bulunan dernek ve vakıf dışındaki kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye'deki şube veya temsilciliklerinin yasak ve izne tâbi faaliyetlerini, yükümlülüklerini, denetimlerini ve uygulanacak cezalar ile derneklere ilişkin diğer hususları düzenlemektir” denilmiş; 32. maddesinin (l) bendinde, 21, 22, 23 ve 24 üncü maddelerde belirtilen bildirim yükümlülüğünü, 19 uncu maddede belirtilen beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmeyen dernek yöneticilerinin beşyüzmilyon lira idarî para cezası ile cezalandırılacağı kurala bağlanmış; 33. maddesinin üçüncü fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının mülkî idare amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, dördüncü fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 33. maddenin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.    

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.           

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Konya 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.10.2007 gün ve Değişik İş:2007/1026 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/196

KARAR NO: 2008/250

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

Davacı        : Sayınlar Gıda Maddeleri San.ve Tic.A.Ş

Vekili         : Av. M. G.

Davalı        : Gaziantep Valiliği (Tarım İl Müdürlüğü)

O L A Y     :Gaziantep Valiliği Tarım İl Müdürlüğünün 11.10.2006 tarihli Valilik olurlu, 9.10.2006 tarih, 2006/46 sayılı işlemi ile Davacıya, rafine zeytinyağı numunesi analizinin olumsuz çıktığından bahisle, 5179 sayılı Kanunun 29 maddesinin (d) bendine göre 6.105,00YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

GAZİANTEP 1 .SULH CEZA MAHKEMESİ; 7.2.2007 gün ve 2006/1455 Müt sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu tarihten itibaren 5326 sayılı Kanunu'nun 3. maddesinde belirtilen “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” ve aynı Kanun'un 27.maddesinde belirtilen “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararma karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabilir” hükümleri gereğince verilen idari para cezalarım karşı yapılan itirazlara bakma görevinin sulh ceza mahkemesine ait olduğu; ancak 19.12.2006 günü yürürlüğe giren Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile 5326 sayılı Kanunu'nun 3. maddesi ile değiştirilerek “Bu Kanun'un idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" hükmünün getirildiği; bu durumda 5179 sayılı Gıdaların Üretimi. Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un 30. maddesinde açıkça “Bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir.." hükmü bulunduğundan, 5179 sayılı Kanun gereğince verilen idari para cezalarına karşı yapılan itirazlara bakma görevinin 19.12.2006 tarihinden itibaren yeniden idari Yargıya verilmiş bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 2. İDARE MAHKEMESİ ; 20.2.2008 gün ve E: 2007/91, K: 2008/124 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2., 3., 4., 16., 17., 27. ve 29. maddelerinden söz ederek; 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un "Cezaların Tahsili ve İtiraz" başlıklı 30. maddesinde "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir. Verilen İdari para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz, itiraz üzerine, verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak, en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idari para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur." hükmüne yer verilmiş olduğu, anılan maddenin 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı "Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ye Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 543. maddesi ile "İdarî Yaptırımlara Karar Verme Yetkisi" başlığı altında "Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülkî amir yetkilidir." seklinde yeniden düzenlenerek yargı yolunu gösteren kısmının yürürlükten kaldırıldığı; dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirkete, 5179 sayılı Kanunun 7. maddesine aykırı olarak üretim ve faaliyet gösterdiğinden bahisle 6.105,00 YTL idari para cezası kesildiği ve bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, 5179 sayılı Kanunun para cezalarına ilişkin olarak açılan davalarda görevli mahkemeyi gösteren 30. maddesinin ilgili kısmının yürürlükten kaldırılması karşısında, 5326 sayılı yasanın 3. ve 27. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I- İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (d) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme, muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (d) bendinde, “18 inci maddede belirtilen sağlığın korunması ile ilgili hükümler dışında, 7 nci maddede belirtilen gıda kodeksine uygun faaliyet göstermeyen gerçek ve tüzel kişilere beş milyar lira idarî para cezası verilir. Aykırılık, gıda maddelerinin etiket bilgilerinden kaynaklanıyorsa, etiket bilgileri düzeltilinceye kadar bu gıda maddelerine el konulur.” hükmü yer almış; 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunun 542 maddesiyle madde başlığıİdari yaptırımlar ve cezalar” şeklinde, (d) bendi ise “d) 18 inci maddede belirtilen sağlığın korunması ile ilgili hükümler dışında, 7 nci maddede belirtilen gıda kodeksine uygun faaliyet göstermeyen gerçek ve tüzel kişilere beşbin Türk Lirası idari para cezası verilir. Aykırılık, gıda maddelerinin etiket bilgilerinden kaynaklanıyorsa, etiket bilgileri düzeltilinceye kadar bu gıda maddelerinin satışına izin verilmez.” şeklinde değiştirilmiştir.

Anılan Yasanın 30. maddesinde de, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmişken; bu madde; 5728 sayılı Kanunun 543 maddesiyle “İdari yaptırımlara karar verme yetkisi” başlığı altında, “Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir.” şeklinde değiştirilmiş; 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,5179 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gaziantep 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 7.2.2007 gün ve 2006/1455 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/223

KARAR NO: 2008/254

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. Ü.

Davalı        : Alaşehir İlçe Jandarma Komutanlığı

O L A Y     : Alaşehir İlçe Jandarma Komutanlığı’nın 22.2.2008 gün ve 305801 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu idari para cezası tutanağı ile, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ALAŞEHİR SULH CEZA MAHKEMESİ; 17.3.2008 gün ve Değişik İş: 2008/167 sayı ile, Alaşehir İlçe Jandarma Komutanlığı’nın Seri A 305801 numaralı Karayolu Taşıma Kanunu idari para cezası tutanağı ile verilen 5.778.-YTL tutarındaki idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz eden dilekçesiyle, özetle, itiraza konu idari para cezasının usule uygun olmadığını, suça konu 45 ZK 047 plaka sayılı aracını M. K.’a kiraladığını ve onun tarafından kullanıldığını, bu nedenle, cezanın kendisine verilmemesi gerektiğinden idari para cezasının kaldırılmasını talep ettiği, itiraz eden itiraz dilekçesine Alaşehir Vergi Dairesi’nin tahakkuk fişini eklediğinden Alaşehir Vergi Dairesi’nden idari para cezasına ilişkin evrakların tasdikli suretinin getirtildiği, itiraza konu idari para cezasının 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a maddesine göre yetki belgesi olmadan taşıma faaliyetinde bulunmaktan verildiği, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 30. maddesine göre itiraza bakmak görev ve yetkisinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MANİSA İDARE MAHKEMESİ; 25.4.2008 gün ve E: 2008/702 sayı ile, davacıya 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu'nun 26/a maddesi uyarınca verilen 5.778.-YTL idari para cezasının kaldırılması istemiyle Alaşehir Sulh Ceza Mahkemesi'nin D. İş No: 2008/167 sayılı dosyasında açılan davada 17.3.2008 tarihli görevsizlik kararı verilmesi nedeniyle, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine davacı tarafından aynı istemle Mahkemelerinde görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu'nun 8.2.2008 tarihli, 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle değişik 30. maddesinde, "Bu Kanunda belirtilen idarî para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idarî para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır" hükmüne yer verildiği, öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, dosyanın incelenmesinden; dava konusu idari para cezasının 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu'nu uyarınca verildiği, 5728 sayılı Kanun'un 520. maddesiyle yapılan değişiklik sonrasında, Kanunda bu cezaya karşı yapılacak itirazlara idare mahkemelerinin bakmakla görevli olduğuna yönelik açık ve özel bir hüküm bulunmadığının anlaşıldığı, aktarılan hükümlere göre, dava konusu idari para cezasına karşı açılacak davanın görüm ve çözüm görevinin yer yönünden yetkili sulh ceza mahkemesine ait olduğu kanaatiyle görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, işin esasının incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nce verilecek karara kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME :  Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, Bu Kanunun; 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşbin Türk Lirası, 5 inci maddesinin beşinci fıkrasına aykırı davranan taşımacılara beşyüz Türk Lirası, 5 inci maddesinin altıncı fıkrasına göre taşıma hizmetini yapmaktan kaçınan taşımacılara dörtyüz Türk Lirası, 5 inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı davranarak bir taşımacının diğer bir taşımacının taşıma faaliyetini engellemesi halinde dörtbin Türk Lirası, idari para cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle, Bu Kanunda belirtilen idarî para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idarî para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda yapılan son değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.  

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Manisa İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Alaşehir Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.3.2008 gün ve Değişik İş: 2008/167 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/225

KARAR NO: 2008/256

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S. Y.

Vekili         : Av. M. H. Y.

Davalı        : Muğla Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü

O L A Y     : Muğla Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü’nün 11.10.2007 gün ve 1057 sayılı işlemi ile, davacının “yeraltı suyu kullanma belgesi” almadan izinsiz derin kuyu inşa ettirdiği, 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’a göre kuyular açılmadan önce yeraltı suyu arama belgesi ve bu arama belgesine dayanılarak açıldıktan sonra bir ay içerisinde yeraltı suyu kullanma belgesi alınmasının zorunlu olduğu, bu durumda, yapılan işin Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un 18. maddesinin (a) bendine girdiği anlaşıldığından, 6.5.2003 tarih ve 25100 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4854 sayılı Kanun’un 1. maddesinin 23. bendi ve 5. maddesi gereğince davacı adına para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MUĞLA SULH CEZA MAHKEMESİ; 3.12.2007 gün ve Değişik İş E:2007/790 sayı ile, itiraz eden vekilinin, Muğla İl İdare Kurulu Müdürlüğü'nün 11.10.2007 tarihli kararları ile, müvekkili hakkında Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un 18. maddesinin (a) bendi gereğince 694.-YTL para cezası verildiğini, İl Özel İdare Müdürlüğü’nce verilen idari para cezasının usul ve yasaya aykırı olup, takdir edilen idari para cezasının ortadan kaldırılarak iptaline karar verilmesini talep ve dava ettiği, itiraz eden hakkında Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un 18. maddesinin (a) bendine girdiği belirlenen itiraz edene ait kuyu ile ilgili 6.5.2003 tarihinde yayımlanan 4854 sayılı Yasa’nın 7. maddesinin 23. bendi ve 5. maddesi kapsamında Muğla Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü'nce 11.10.2007 tarihinde 694.-YTL para cezası verildiği görülmekle, 24.4.2003 tarih ve 4854 sayılı Yasa’nın 5. maddesi ile değişik 167 sayılı Yer Altı Suları Kanunu’nun 18. ek fıkrası gereğince bu Kanundan dolayı verilen idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin düzenlendiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin l/a bendi gereğince, "bu kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" düzenlemesi karşısında, 5560 sayılı Yasa ile getirilen değişiklik hükmü uyarınca itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasına yönelik itirazı inceleyecek olan yargı yeri idari yargı olmakla, itiraz edenin vaki talebi ile ilgili idari yargıya başvurulması gerektiği, Mahkemelerinin görevsiz olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ; 6.3.2008 gün ve E:2008/399, K:2008/432 sayı ile, davanın, davacı tarafından "yeraltı suyu kullanma belgesi" alınmadan derin kuyu açtırdığından bahisle, 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun uyarınca 694,00YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 11.10.2007 tarihli işlemin iptali istemiyle açıldığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun'un idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemelerine itiraz edilebileceğine ilişkin 18. maddesinin son fıkrasının, 5728 sayılı Yasa’nın 270. maddesiyle, "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları mahalli mülki amir tarafından verilir" şeklinde değiştirildiği anlaşılmakta olup, anılan değişiklikle, idarî para cezalarına karşı idare mahkemesine dava açılacağına ilişkin hükmün kaldırıldığının anlaşıldığı, bu durumda; dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili Yasada, yukarıda anılan yasa ile yapılan değişiklik sonrasında idarî yargı merciine dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması ve idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmemesi nedeniyle, dava konusu idarî para cezasının görüm ve çözümünün adlî yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 167 sayılı Kanun’un 4854 sayılı Kanun’un 1. maddesinin A-23. bendi ve 5. maddesi ile değişik 18. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

16.12.1960 gün ve 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un “Yeraltı sularının mülkiyeti” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Yeraltı suları umumi sular meyanında olup Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bu suların her türlü araştırılması, kullanılması, korunması ve tescili bu kanun hükümlerine tabidir” denilmiş; 4854 sayılı Kanun’un 1. maddesinin A-23. bendi ile, 16.12.1960 tarihli ve 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanunun; 18 inci maddesinin (a) bendinde yer alan "500 liradan 3000 liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "altıyüzdoksandörtmilyon lira idarî para cezası", aynı maddenin (b) bendinde yer alan "500 liradan 1500 liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezası" şeklinde değiştirilmek suretiyle 18. maddenin (a) bendinde, belge almadan sekizinci maddedeki işleri yapanlar ile kasten yanlış bilgi verenlerin altıyüzdoksandörtmilyon lira idari para cezası ile cezalandırılacakları, ceza alınmakla beraber, kuyunun açılıp işletilmesinde Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünce bir mahzur görülmezse, sahibine gerekli belgenin verileceği, aksi halde, kuyunun kapatılacağı ve masrafının kuyuyu açtırandan alınacağı, tekerrürü halinde, cezanın iki misli olacağı ve o kimseye belge verilmeyeceği, kuyunun kapatılacağı ve masrafın kuyuyu açtırandan alınacağı düzenlemesine yer verilmiş; 4854 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile de, Yeraltı Suları Hakkında Kanunun 18 inci maddesine, “Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları o yerin en büyük mülkî amiri tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur” fıkrası eklenmiştir.

“Ceza hükümleri” başlığını taşıyan söz konusu 18. madde, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 270. maddesiyle, “Bu Kanundaki vecibeleri yerine getirmeyenler bu hareketlerinden dolayı, diğer kanunlara göre suç oluşturmadığı takdirde, bu madde hükmüne göre cezalandırılırlar.

a) Belge almadan 8 inci maddedeki işleri yapanlar ile kasten yanlış bilgi verenler bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası ile cezalandırılır. Ceza alınmakla beraber, kuyunun açılıp işletilmesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce bir mahzur görülmezse, sahibine gerekli belge verilir. Aksi hâlde, kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır.

b) 10 ve 11 inci madde hükümlerine aykırı hareket edenlerle arama, kullanma, ıslah ve tadil faaliyetleri sırasında konulan şartlara riayet etmeyenler, müracaat formlarında istenen bilgileri vermeyenler, 8 inci maddenin son fıkrasındaki mecburiyete riayet etmeyenler beşyüz Türk Lirasından ikibin Türk Lirasına kadar idarî para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, kuyu kapatılarak masrafı açtırandan alınır.

Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir” şeklinde yeniden değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’da yapılan son değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.            

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Muğla Sulh Ceza Mahkemesi’nin 3.12.2007 gün ve Değişik İş E:2007/790 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/230

KARAR NO: 2008/257

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : MİB Mağazacılık Tic. Ltd. Şti.

Vekilleri     : Av. H. K. - Av. H. Ç.

Davalı        : Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. M. S.

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Türkiye İş Kurumu Adana İl Müdürlüğü’nün 11.8.2006 gün ve 9837 sayılı işlemi ile, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 48. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 54. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ADANA 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 28.3.2007 gün ve Müt:2006/116 sayı ile, muteriz vekilleri, Türkiye İş Kurumu Adana İl Müdürlüğü’nün 11.8.2006 tarihli ve 9837 sayılı kararı ile vermiş olduğu idari para cezasının haksız olduğunu belirterek kaldırılmasını talep ettiği, para cezasına ilişkin kayıtlar ve belgelerin getirtildiği, itiraz edene 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca para cezası verildiğinin anlaşıldığı, 4447 sayılı İşsizlik sigortası Kanunu’nun 54. maddesi gereğince idari para cezası verildiği, bu Kanunun 54. maddesinde; Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilen idari para cezalarına karşı 60 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin hüküm bulunduğu, 19.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/1 maddesinin "Kabahatler Kanununun idari yaptırım kararlarına karşı Kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, ancak diğer Kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanabileceği" hükmünü taşıdığı, idari yaptırım kararının dayanağını oluşturan 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 54. maddesinde, itirazın yetkili idare mahkemesine yapılması gerektiği hükmü bulunduğundan; sonuç itibariyle, Mahkemelerinin söz konusu idari cezaya karşı başvuruyu incelemekle görevli olmadığı, görev hususu kamu düzenine ilişkin olup resen dikkate alınması gerektiğinden, Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun ile değişik 3/1 ve 28/1-b maddeleri gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ; 12.3.2008 gün ve E: 2007/880, K: 2008/314 sayı ile, davanın, davacı şirket tarafından, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu'nun 54. maddesi uyarınca 1.062,00YTL idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Türkiye İş Kurumu Adana İl Müdürlüğü'nün 11.8.2006 tarih ve 9837 sayılı işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif hükümlerinden söz ederek, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı,son olarak 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun ile temel ceza kanunlarına uyum amacıyla çeşitli kanunlarda ve diğer bazı kanunlarda değişiklikler yapıldığı, buna göre özel kanunlarında daha önce dava yolu idari yargı olarak gösterilen kimi düzenlemelerin kanunlarından çıkarılmış bulunduğu, incelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralının değiştirildiği ve yeni düzenleme 8.2.2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4447 sayılı Yasa'nın 54. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde gerek 5728 sayılı Kanun gerekse Kabahatler Kanunu'nun değişik 3. maddesi hükmü nedeniyle adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosya örneğinin 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4447 sayılı Kanun’un 48. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 54. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

25.8.1999 gün ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 48. maddesinde, işsizlik sigortasına ilişkin genel hükümlere yer verilmiş, “İdari para cezaları ile idari işlemlere karşı itirazlar” başlığını taşıyan 54. maddesinde, “Kurumca dayanağı belirtilmek suretiyle;

a) İşsizlik sigortasına ilişkin yükümlülükleri nedeniyle sigortalıların ücretlerinden indirim veya kesinti yapan işverenlere her bir sigortalı için 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücret tutarında,

b) 48 inci maddede öngörülen işten ayrılma bildirgesini Kuruma vermeyen işverenlere her bir fiil için ayrı ayrı 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin iki katı tutarında,

 İdari para cezası verilir.

 (Değişik ikinci fıkra: 25.6.2003 – 4904/ 31 md.) İdarî para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler idarî yargı yoluna başvurabilirler. Yargı yoluna başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz.

İşsizlik sigortası uygulamasına ilişkin işlemlere karşı sigortalıların ve işverenlerin yapacakları itirazlardan Sosyal Sigortalar Kurumuna verilen görevlerle ilgili olanlar adı geçen Kuruluşa, diğerleri ise Kuruma yapılır. İtirazların, işlemin tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde yapılması ve 30 gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Yapılan itirazlar daha önce yapılmış bulunan işlemlerin uygulanmasını geciktirmez. İtiraz yoluna başvurulmuş olması ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarını ortadan kaldırmaz” hükmü yer alırken, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 478. maddesiyle bu maddenin birinci fıkra hükmü değiştirilmiş; 578. maddesiyle de ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.3.2007 gün ve Müt:2006/116 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/269

KARAR NO: 2008/263

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi statüsünü kazanmayan tank uzman erbaş adayının sağlık raporunun iptali istemiyle açtığı davanın, GENEL İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M. S. İ.

 Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

O L A Y     : Tank uzman erbaş adayı olan davacının muayenesi sonucu Diyarbakır Asker Hastahanesi Baştabipliği’nce düzenlenen 15.1.2008 gün ve 177 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık raporunda, “becker nevus” tanısı konularak “(29/A/F1) tank uzman erbaş adayı olamaz” kararı verilmiştir.

Davacı, uzman erbaş alımı için yapılan sınava başvurduğunu, yazılı sınavdan 86 puan alarak geçtiğini, ön sağlık seçmesini fiziki kabiliyet ve yeterlilik testini de geçtiğini, tank şoförlüğü branşını seçmiş olduğundan, psikoteknik test uygulaması sonucu en yüksek puan olan K1 aldığını, mülakatta ise Türkiye genelinde 25 nci olduğunu, mülakattan sonra gereken heyet raporu için Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde bütün bölümleri geçtikten sonra sadece Deri Hastalıkları Bölümünde "Becker nevus" tanısı konduğu için olumsuz sağlık kurulu kararı verildiğini, başvuru koşullarından olan ön sağlık seçmeleri başlığında yer alan şartlarda vücutta jilet, bıçak, yanık ve dövme izinin olmamasının gerektiğinin belirtildiğini, vücudunda bu sayılanlardan hiçbirinin olmadığını, sadece doğuştan olan ben izi bulunduğunu, bunun da sayılan şartlar arasında yer almadığını, Deri Hastalıkları Bölümünün tanısının doğru olmadığını, dolayısıyla sağlık kurulu kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptali istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ ÜÇÜNCÜ DAİRESİ; 28.2.2008 gün ve E:2008/281, K:2008/426 sayı ile, Anayasa’nın 157 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile askeri kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, Anayasa’nın belirtilen kuralına paralel düzenleme içeren 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci maddesinde de; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapacağı, aynı maddede, bu konunun uygulamasında asker kişiden maksadın, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların olduğunun belirtildiği, Kanunun 21 inci maddesinde 20 nci madde de belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı menfaati ihlal edilenler tarafından açılacak davaların Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde çözümleneceği düzenlemesine yer verildiği, Kanunun 45/A maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmeyen davaların reddine karar verileceğinin belirtildiği,bu hükümler uyarınca Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, dava konusu uyuşmazlıkta davacının uzman erbaş adayı olması nedeniyle, 1602 sayılı Kanun’un 20 nci maddesi kapsamında "asker kişi" sayılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle "asker kişiyi ilgilendirme" koşulu gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünde genel idari yargının görevli olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Davacı, bu kez, Kuruma ibraz edilmesi gereken heyet raporu için Diyarbakır Askeri Hastahanesi Baştabipliği’ne müracaatta bulunduğunu, Deri Hastalıkları Bölümünün raporda belirtildiği gibi doğuştan var olan beni sebebiyle "becker nevus" tanısı koyması nedeniyle sağlık raporunun olumsuz düzenlendiğini, bu nedenle, tank uzman erbaş olarak göreve alınmama işlemine dayanak teşkil eden Diyarbakır Askeri Hastahanesi Baştabipliği’nin 15.1.2008 gün ve 177 sayılı sağlık kurulu raporunun iptaline, yeniden sağlık kurulu raporu alınmak üzere hastaneye sevkinin sağlanmasına karar verilmesi istemiyle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ; 10.4.2008 gün ve E:2008/612 sayı ile, Mehmet Soner İnan tarafından, tank uzman erbaş olarak göreve alınmama işlemine dayanak teşkil eden ve Diyarbakır Askeri Hastanesi Baştabipliği’nce (29/A/F1) "tank uzman erbaş adayı olamaz" şeklinde düzenlenen 15.1.2008 tarihli ve 177 sayılı raporun açıkça hukuka aykırı olması sebebiyle iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Milli Savunma Bakanlığı'na karşı dava açıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için, dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" şartlarının birlikte gerçekleşmesinin arandığı, 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, incelenen dosyada; davacının, tank uzman erbaş olarak göreve alınmama işlemine dayanak teşkil eden ve Diyarbakır Askeri Hastanesi Baştabipliği’nce (29/A/F1) "tank uzman erbaş adayı olamaz" şeklinde düzenlenen 15.1.2008 tarihli ve 177 sayılı raporun iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılan dava sonucunda, Üçüncü Dairenin 28.2.2008 günlü ve E:2008/281, K:2008/426 sayılı kararı ile, davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine söz konusu raporun iptali ve yürütmenin durdurulması ile tekrar askeri bir hastaneye sevk edilerek rapor alınması istemiyle Mahkemelerinde bu davanın açıldığının anlaşıldığı, idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri nitelikte olduğunun kabul edilmesi gerektiği, işlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerektiği, olayda, davacının tank uzman erbaş olarak göreve alınmama işlemine dayanak teşkil eden, (29/A/F1) "tank uzman erbaş adayı olamaz" şeklindeki raporun, askeri bir kurum olan Diyarbakır Askeri Hastanesi Baştabipliği'nce düzenlenmiş bulunduğu, bu durumda, "askeri makamca" tesis edilmiş olup, "asker kişiyi ilgilendirecek olması" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" karşısında; söz konusu raporun iptali istemiyle açılan bu davanın; askeri gerekler, askeri usul ve yöntemler göz önünde bulundurularak incelenecek olması nedeniyle, davanın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle; görüm ve çözümü idari yargının, dolayısı ile Mahkemelerinin görevinde bulunmayan davada; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, genel ve askeri idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU ile AYİM Savcısı Yasin TEKAKÇA’nın, davada genel idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Diyarbakır Asker Hastahanesi Baştabipliği’nce “becker nevus” tanısı konularak “(29/A/F1) tank uzman erbaş adayı olamaz” şeklinde düzenlenen 15.1.2008 gün ve 177 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık raporunun iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Hakkında düzenlenen sağlık raporunun iptalini isteyen davacının, tank uzman erbaş adayı olduğu, henüz “asker kişi” statüsünü kazanmadığı açıktır.

Belirtilen durum karşısında, olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümü genel idari yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ :Davanın çözümünde GENEL İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1. İdare Mahkemesi’nce 10.4.2008 gün ve E:2008/612 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/273

KARAR NO: 2008/264

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M. A.

Vekili         : Av. M. G.

Davalı        : Konya Valiliği Tarım İl Müdürlüğü

  

O L A Y     : Konya Valiliği İl Tarım Müdürlüğü’nün 7.8.2006 gün ve 17514 sayılı işlemi ile, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 21/a maddesi gereğince, arazinin tamamında yapı yapmak ve tarım dışı amaçla izinsiz kullanıma başladığının tespit edildiğinden bahisle davacı adına 22. madde uyarınca Valilik Makamının 3.8.2006 tarihli Oluru ile idari para cezası verildiği bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KONYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 17.1.2008 gün ve Değişik İş:2006/939 sayı ile, muteriz tarafından, Konya İl Tarım Müdürlüğü tarafından "izin alınmadan 20.000 m2 arazi üzerine yapı yapmak ve tarım dışı kullanmak" eylemi nedeni ile 7.8.2006 tarih ve 17514 sayılı karar ile verilen 21.960,00 YTL idari para cezasına itiraz edilerek kaldırılmasının talep edildiği, muterizin Karakaya Köyü Bağlar mevkiinde bulunan ve M.A..'e ait olan 20.000 m2 yüzölçümlü arazinin işletme izni alınmadan yapı yapmak ve tarım dışı amaçla kullanmak fiilini ihlal ettiğinden bahisle 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 22. maddesi gereğince 21.960,00YTL idari para cezası uygulandığı, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 22. maddesine göre, bu konuda verilen idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 4.4.2008 gün ve E:2008/363 sayı ile, davacı vekili tarafından tarım arazilerinin üzerine izin alınmadan yapı yapıldığının tespit edilmesi nedeniyle 5403 sayılı Kanun’un 21. maddesinin (a) bendi uyarınca 21.960,00YTL idari para cezası uygulanmasına ilişkin 7.8.2006 tarih ve 17514 sayılı Konya Valiliği Tarım Müdürlüğü işleminin iptali istemiyle Konya Valiliği Tarım Müdürlüğü’ne karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, 5403 sayılı Toprak Kullanımı ve Arazi Kanunu’nun 22 nci maddesi, bu kanuna göre verilen idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğini hükme bağlamışken, bu hükmün 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 577. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, davanın, davacının tarım arazilerinin üzerine izin alınmadan yapı yapıldığının tespit edilmesi nedeniyle 5403 sayılı Kanun’un 21. maddesinin (a) bendi uyarınca 21.960,00YTL idari para cezası uygulanmasına ilişkin Konya Valiliği Tarım Müdürlüğü'nün 7.8.2006 tarih ve 17514 sayılı işleminin iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı, yukarıda yer verilen Kanun hükümleri gereğince, özel kanunundaki açıkça görevli yargı merciinin idari yargı yerlerinin görevli olduğunu belirten hükmün 5728 sayılı Kanun’la kaldırılması karşısında, ortada kalan idari para cezası 8.2.2008 tarihinden itibaren sulh ceza mahkemelerinin görevine girdiğinden, işbu davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu kanısına varıldığı gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi gereğince, Konya 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 17.1.2007 tarih ve 2006/939 D.İş sayılı kararı ile görev yönünden reddedilen ve Mahkemelerinde açılmış bulunan işbu davanın adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğundan, dava dosyası ve eklerinin görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görevli merciin belirlenmesine ilişkin karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5403 sayılı Yasa’nın 21. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3.7.2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak usûl ve esasları belirlemektir” denilmiş; 21. maddesinin (a) bendinde, arazi kullanımı için izinsiz işe başlanılmış ve çalışmalar devam ediyorsa; valiliğin işi tamamen durduracağı, yapılan iş tamamlanmış ise kullanımına izin verilmeyeceği, kullanılan arazi tarım dışı amaçlı kullanıma uygun yerlerden ise kullanılan alanın her metre karesi için bir Yeni Türk Lirası idarî para cezası verileceği ve bu Kanunda öngörülen tedbirlerle birlikte gerekli izinlerin alınması şartıyla işin tamamlanmasına veya iş bitmiş ise kullanımına izin verileceği, arazi kullanım plânlarında, tarımsal amaçlı kullanım için ayrılmış arazilerde, izinsiz yapılan bütün yapıların yıkılacağı ve temizleneceği, arazinin yeniden eski haline gelmesi için yapılan masrafların sorumlulardan tahsil edileceği, ayrıca, zarar verilen tarım arazilerinin, her metre karesi için iki Yeni Türk Lirası idarî para cezası verileceği kurala bağlanmış; 22. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idari cezaların o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari cezalara dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; bu madde 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 577. maddesi ile, “Bu Kanunda yazılı olan idarî cezalar mahallî mülkî amir tarafından verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Konya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.1.2008 gün ve Değişik İş:2006/939 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/275

KARAR NO: 2008/265

KARAR TR : 13.10.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Siemens Finansal Kiralama A.Ş.

Vekilleri     : Av. B.S. – Av. A.T.

Davalı        : Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü

O L A Y     : Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü’nün 15.8.2007 gün ve181574 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu idari para cezası tutanağı ile, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.10.2007 gün ve Müt. E:2007/2015, Müt. K:2007/2015 sayı ile, itiraz edenin, 4925 sayılı Yasa’nın 5. maddesine dayalı olarak düzenlenen idari para cezasının iptalini istediği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinden söz ederek, 4925 sayılı Yasa’nın 5. maddesi gereğince verilen idari para cezaları için aynı Kanunun 30. maddesi gereğince itiraz mercii olarak idare mahkemesinin gösterildiği, mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu, itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada idare mahkemesi özel olarak görevlendirilmediğinden, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesindeki düzenleme ve diğer kanunlarda aksi hüküm bulunmaması halinde ibaresi ile belirtilen istisna nazara alınarak yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ; 20.3.2008 gün ve E: 2008/449, K: 2008/563 sayı ile, davanın, davacı şirketin 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a maddesi uyarınca 5.000.-YTL para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin 15.8.2007 tarih ve 181574 sayılı Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü işleminin iptali istemiyle açıldığı, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 516. maddesiyle değiştirilen 26 maddesinde; bu Kanunun; 7. ve 5. maddesine aykırı davranan taşımacılara çeşitli miktarlarda para cezası verileceği ve 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle değiştirilen 30. maddesinde; fiilin tekrarı halinde yapılacak yaptırımlar gösterilmiş olup, maddenin bu değişiklikten önceki halinde mevcut olan, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin düzenlemenin 5728 sayılı Kanun’la yürürlükten kaldırıldığının anlaşıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3, 16. ve 27. maddelerinden söz ederek, bakılan davada, davacı şirketin yetki belgesi olmadan taşımacılık yaptığından bahisle 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a maddesi uyarınca 5.000,00YTL para cezasıyla cezalandırıldığı, bu para cezasına karşı 4925 sayılı Yasa’da açıkça idari yargı yerinde dava açılabileceğine ilişkin bir düzenlemenin (8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle) artık bulunmadığı anlaşılmış olup, bu nedenle bu davada, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin a) fıkrası gereğince adli yargı yerinin(sulh ceza mahkemesi) görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME :  Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun; 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira, 5 inci maddesinin beşinci fıkrasına aykırı davranan taşımacılara beşyüzmilyon lira, 5 inci maddesinin altıncı fıkrasına göre taşıma hizmetini yapmaktan kaçınan taşımacılara dörtyüzmilyon lira, 5 inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı davranarak bir taşımacının diğer bir taşımacının taşıma faaliyetini engellemesi halinde dörtmilyar lira para cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle, Bu Kanunda belirtilen idarî para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idarî para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda yapılan son değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.  

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.10.2007 gün ve Müt. E:2007/2015, Müt. K:2007/2015 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/557

KARAR NO: 2008/275

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : a) Ölü Sem’o Oğlu H.A. Mirasçıları

1- H.A., 2- A.A., 3- Z.A., 4-M.A., 5-İ.A., 6-N.A., 7-İ.A., 8-A.A., 9-M.A. 10-İ.A.

11-C.A., 12-T.A., 13-O.A. 14-Y.A., 15-A.A., 16-H.A., 17-F.A., 18-F.A., 19-N.A.,

20-S.A., 21-H.A., 22-Z.A., 23-S.A., 24-N.A.

 b) Ölü Sem’o Oğlu M.A. Mirasçıları

1- F.A., 2- M.A., 3- H.A, 4-Z.A., 5-Y.A., 6- L.A. 7-A.A., 8-R.A., 9-N.A., 10-N.A.,

11-A.A., 12-İ.A., 13-M.A., 14-F.A. 15-H.A., 16-F.A., 17-Z.A., 18-A.A., 19-S.A.

Vekilleri     : Av. C.Ç., Av. E.G.

Davalılar    : 1- Maliye Hazinesi/ Maliye Hazinesini Temsilen Harran Malmüdürlüğü

    2- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü

O L A Y     : Davacılar vekili; müvekkillerinin, Harran ilçesi 1 ila 9 nolu parsellerde müşterek malik olduklarını; söz konusu parsellerin kadastro tespitine vaki Maliye Hazinesinin itirazı sebebiyle, Harran Kadastro Mahkemesinin 1990/11 Esas sayısında, tespite itiraz davası şeklinde görülen davanın 2000/3 sayılı Kararla sonuçlandığını (Davanın ilk açılış tarihi, 24.3.1972’dir.) ve 4.12.2000 tarih ve 16 HD.nin 4979-4757 E/K sayılı kararıyla onanarak kesinleştiğini; tespite itiraz davası devam ederken, davalı Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün, 21.10.1976 tarih ve 2916 karar no ve 914/1059 dosya no ile, itirazlı olduğunu bile bile ve kamulaştırma kararında “itirazlı”dır yazmak suretiyle, davacılar murisi S. oğlu H. A.’- ’den 8 nolu parselden 113.621 ve 9 nolu parselden 88.265 dönüm tarım arazisini ve keza 21.10.1976 tarih ve 2910 karar no ve 914/1058 dosya no ile davacılar murisi S. oğlu M. A.’den 8 nolu parselde 113.621 ve 9 nolu parselde 88.265 olmak üzere her birinden toplam 201.886 m2 tarım arazisini kamulaştırmış olduğunu; 1757 sayılı Yasaya göre kamulaştırılan bu arazilerin, sahibine bırakılan arazinin dışındaki “norm fazlası” olarak ve bu gerekçeyle kamulaştırılmış olduğunu ve Genel Müdürlüğün 22.10.1976 tarih ve 2346 sayılı yazıyla Maliye Hazinesi adına Tapuya tescilinin sağlanmış bulunduğunu; bu kamulaştırma işleminden çok sonra da, bu defa Harran Kadastro Mahkemesindeki davanın sonuçlandığını ve 10.03.2000 tarih ve 1999/11 esas ve 2000/3 sayılı kararla bu defa, tapu ve vergi kaydı fazlası olduğu gerekçesiyle 2 kardeşten toplam 319.750 dönüm arazinin tespit hilafına Maliye Hazinesi adına tesciline karar verildiğini ve kararın kesinleştiğini; 5.11.2001 tarih ve 2704 sayılı, Tarım Reformu Bölge Müdürlüğünün yazısında; davacılar murislerine ayrı ayrı 897.436 er dönüm arazi bırakıldığının belirtilmekte olduğu; keza yukarıda da değindikleri Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün 22.10.1976 tarihli yazısında da; M. ve H. A.’e ayrı ayrı 897.436 dönüm arazi bırakıldığının, norm fazlasının kamulaştırıldığının ve kamulaşan arazinin Maliye Hazinesi adına tescilinin gerektiğinin bildirilmekte olduğu; bütün bu maddi olgular birlikte değerlendirildiğinde ve Kadastro Mahkemesinin kesinleşen ilamı doğrultusunda tescil işleminin gerçekleşmesi halinde, müvekkilleri murislerine bırakıldığı bildirilen 897.436 dönüm arazinin söz konusu olamadığı ve bu miktarın yaklaşık 200 dönümünün her kardeşten ayrı ayrı fazladan kesilmiş olduğu; bu istenmeyen ve düşünülmeyen sonucun münhasıran Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün hatalı ve aceleye getirilmiş kamulaştırma kararının bir sonucu olduğu; şayet Kadastro Mahkemesinin mülkiyeti belirleyen kararı beklenmiş olsa idi, bu davanın sonucuna göre davacılar murislerinin arazi varlıklarının hesaplanacağı ve bu takdirde her birinden yaklaşık 160’ar dönüm arazi Maliye Hazinesine geçmiş olacağından, kamulaştırma sadece 45’er dönüm söz konusu olacak iken; şimdi hem kamulaştırma sebebiyle 422.000 m2 arazinin eksildiği ve hem de mahkeme ilamıyla 320 dönüm arazinin kaydedilmiş bulunduğu; bu nedenle, kendilerine göre mahkemece yapılacak işin, davacıların murislerine bırakılan ve iade edilen arazi toplamı 897.436 dönüm araziyi tamamlatmak olduğu; bunun için de ehil ve uzman bilirkişiler marifetiyle mahallinde keşif yapmak suretiyle ve ya dosya üzerinde inceleme yapılarak, Kadastro Mahkemesi kararı muvacehesinde hak sahiplerinin arazi varlıklarının hesaplanması ve hesaplanan bu miktara göre 1757 ve 3083 sayılı Yasalar muvacehesinde, norm fazlası var ise ancak bu kadarının kamulaştırılmış bulunduğu varsayılarak, gerisinin davacılar adlarına tesciline karar verilmesi olduğu; arz ve izahına çalışılan sebeplerle, kamulaştırma sebepleri henüz yok iken yapılan bu haksız kamulaştırma ile Maliye Hazinesi adına oluşturulan tapu kaydının illetsiz ve dayanaksız olmasıyla, neticeden Maliye Hazinesinin, Harran ilçesi Yardımlı köyünde 8 ve 9 nolu parsellerdeki (Toplulaştırma sonucu oluşan yeni parsellerdeki ) toplam 320 dönüm arazisinin tapusunun iptali ile davacılar adlarına tescilini istemek üzere iş bu davanın ikamesi zaruretinin hasıl olduğunu ifade ederek, sonuçta; haksız ve dayanıksız oluşturulan Maliye Hazinesi tapusunun iptali ile toplam 320.000 dönüm arazinin hisseleri nispetinde davacılar adlarına tesciline karar verilmesi istemiyle, 10.4.2003 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

HARRAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 19.2.2004 gün ve E:2003/64, K:2004/6 sayı ile, Davacılar vekillerinin mahkemelerine verdikleri dilekçe ile, davacıların Harran ilçesi 1 ilâ 9 no.lu parselde müşterek malik olduklarını, söz konusu parseller hakkında Harran Kadastro Mahkemesinde 1999/11 esas no ile tesbite itiraz davası açıldığını, davanın 2000/3 no.lu kararla sonuçlandığını, kararın 16. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiğini, Kadastro Mahkemesinde dava devam ederken davalı Tarım "Reformu Genel Müdürlüğünün 21.10.1976 tarih ve 2916 karar no ile Aygün'e ait parsellerde norm fazlası olarak her birinden 201.886 m2 tarım arazisini kamulaştırıp Genel Müdürlüğün 22.10.1976 tarih ve 2346 sayılı yazısıyla Maliye adına tescilinin sağlandığını, Kadastro Mahkemesindeki dava sonuçlandığında ise her iki kardeşe ait gayrimenkulden tapu ve vergi kaydı fazlası olarak toplam 319.750 dönüm arazinin hazine adına tesciline karar verildiğini ve kararın kesinleştiğini, bu durumda Kadastro Mahkemesinin kesinleşen ilamı doğrultusunda davacıların murislerine bırakıldığı bildirilen 897.436 dönüm arazinin olmadığını, bu miktarın yaklaşık 200 dönümünün her muristen ayrı ayrı kesildiğini, bu durumun Tarım Reformunun hatalı kamulaştırma kararının bir sonucu olduğunu, bu nedenle Harran ilçesi Yardımlı köyü 8 ve 9 parselde Hazine adına bulunan 320 dönüm arazinin tapusunun iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmesini istemiş olduğu; Mahkemelerince taraflara duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ edildiği, tarafların kendilerini vekille temsil ettirdikleri; Mahkemelerince Tapu Sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılarak dava konusu parsellerin tapu kayıtlarının; Harran Kadastro Mahkemesinin 1999/11 E.no.lu dosyasının ve Mahkemece Tarım Reformu Bölge Müdürlüğüne müzekkere yazılarak dava konusu parsellerle ilgili evrakın dosyaya celbedilmiş bulunduğu; dosyanın, davacı vekilinin talebi doğrultusunda ilgili hesaplamaların yapılması için bilirkişiye tevdi edildiği; bilirkişinin, raporunu 21.1.2004 tarihinde ibraz ettiği; davanın, Tarım Reformu Şanlıurfa Bölge Müdürlüğünün, Kadastro Müdürlüğünün kararını beklemeye gerek duymadan, itirazlı parselde toplulaştırma çalışmalarına başlayarak, dava konusu parsellerden bir kısmını "norm fazlası olduğu" gerekçesiyle Hazine adına tesciline karar vermesinden kaynaklandığı; Kadastro Mahkemesinin, 1999/11-2000/3 sayılı kararıyla söz konusu parsellerde tapu ve vergi kaydı fazlası olması nedeniyle 319.750 dönüm arazinin Hazine adına tesciline karar vermiş olduğu, kararın 16.Hukuk Dairesinin 4.12.2001 tarih 2000/4979-4754 sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği; Davacılar vekillerinin, Kadastro Mahkemesinin 1999/11-2000/3 sayılı 10.3.2000 tarihli kararını dayanak alarak, Tarım Reformu Bölge Müdürlüğünün işleminin iptali ile fazladan müvekkillerinden yapılan kesintinin iptalini ve adlarına tescilini istedikleri; yani burada istenilenin, Tarım Reformu Bölge Müdürlüğünün hatalı olduğu kabul edilen toplulaştırma işleminin iptali olduğu, iptali istenilen tapu kaydının dayanağının söz konusu idari işlem olduğu; Mahkemelerince yapılan yargılama sonucunda toplanan delillerden, davacıların iptalini istedikleri tapu kaydının dayanağı olan idari işlemin halen geçerli olduğu, söz konusu tapu kaydının iptal edilebilmesi için Tarım Reformu Bölge Müdürlüğünün toplulaştırma işleminin iptal edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu kararın temyiz edilmesi üzerine, YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ’nce 23.6.2004 gün ve E:2004/7083, K:2004/7650 sayı ile; “Davadaki istek, idari işlem niteliğindeki toplulaştırmadan kaynaklandığına göre sözü edilen tasarrufun geçerliliğini koruduğu, idari yargı yerinde iptal edilmediği sürece eldeki davanın dinlenme olanağı yoktur. Davanın reddedilmiş olması, bu gerekçe ile ve sonucu bakımından doğrudur. Hükmün belirtilen sebeple onanmasına…” karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekili tarafından aynı istekle, bu kez idari yargı yerinde dava açılmıştır.

GAZİANTEP 2. İDARE MAHKEMESİ; 22.12.2004 gün ve E:2004/949, K:2004/234 sayı ile davanın; davacılar vekili tarafından, Harran İlçesi Yardımlı Köyü 8 ve 9 parsellerindeki 320 dönüm arazinin toplulaştırma sonucu Maliye Hazinesi adına tapuya tescilinin iptali istemiyle açılmış olduğu; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 5. maddesinin 3410 sayılı Kanunun 1. maddesi ve 4577 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değişik 1. fıkrasında; İdare Mahkemelerinin, Vergi Mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki; iptal davalarını, tam yargı davalarını ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz, şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceğinin hükme bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15. maddesinin 1/a bendinde ise, adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği, aynı Kanunun 14/6. maddesinde ise, bu hususun ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağının belirtildiği; 8.12.2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazetemde yayımlanarak yürürlüğe giren 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1027. maddesinin 1. fıkrasında; "İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir." hükmünün düzenlendiği; dava dosyasının incelenmesinden, davacılar vekilinin mahkemelerine verdiği 10.4.2003 tarihli dilekçe ile davacıların, Harran İlçesi 1 ila 9 no.lu parselde müşterek malik olduklarını, söz konusu parseller hakkında Harran Kadastro Mahkemesinde 1999/11 esas no ile tespite itiraz davası açıldığı, davanın 2003/3 nolu kararla sonuçlandığı, kararın 16. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiği, Kadastro Mahkemesinde dava devam ederken davalı Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün 21.10.1976 tarih ve 2916 karar no ile A.'e ait parsellerde norm fazlası olarak her birinden 201.886 m2 tarım arazisini kamulaştırıp Genel Müdürlüğün 22.10.1976 tarih ve 2346 sayılı yazısıyla Maliye adına tescilinin sağlandığını, Kadastro Mahkemesindeki dava sonuçlandığında ise her iki kardeşe ait gayrimenkulden tapu ve vergi kaydı fazlası olarak toplam 319.750 dönüm arazinin hazine adına tesciline karar verildiği ve kararın kesinleştiği, bu durumda Kadastro Mahkemesinin kesinleşen ilamı doğrultusunda davacıların murislerine bırakıldığı bildirilen 897.436 dönüm arazinin olmadığı, bu miktarın yaklaşık 200 dönümünün her muristen ayrı ayrı kesildiği, bu durumun Tarım Reformunun hatalı kamulaştırma kararının bir sonucu olduğu, bu nedenle Harran İlçesi Yardımlı Köyü 8 ve 9 parselde Hazine adına bulunan 320 dönüm arazinin tapusunun iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmesi istemiyle açılan davada Harran Asliye Hukuk Mahkemesin 19.2.2004 tarih ve E:2003/684, K:2004-6 sayılı kararı ile tapu kaydı işleminin dayanağının idari işlem olduğu ve halen geçerli olduğu, toplulaştırma işleminin iptal edilmesi gerektiği belirtilerek davada görevsizlik kararı verildiği ve bakılan davanın açıldığının anlaşılmakta olduğu; uyuşmazlık konusu olayda; davacı tarafından bir kısım taşınmazın tapuya tescil işlemlerinin dava konusu edildiği, bu işlemlerin dayanağının idari işlem niteliğinde olan kamulaştırma ve toplulaştırma işlemleri olduğu, ancak bu işlemlerin dava konusu edilmediğinin açık olduğu, tapu tescil işlemlerinin iptali istemiyle açılan iş bu davanın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY 8. DAİRESİ’nin 30.1.2007 gün ve E:2005/5696, K:2007/331 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Davacı vekilinin istemi üzerine Mahkememize gönderilen İdare Mahkemesi dosyası ile Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasının incelenmesinden; aynı konuda açılan davalarda İdare Mahkemesince görevsizlik kararı verilmiş ve kesinleşmiş ise de, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince verilen kararda; “Davadaki istek, idari işlem niteliğindeki toplulaştırmadan kaynaklandığına göre sözü edilen tasarrufun geçerliliğini koruduğu, idari yargı yerinde iptal edilmediği sürece eldeki davanın dinlenme olanağı yoktur. Davanın reddedilmiş olması, bu gerekçe ile ve sonucu bakımından doğrudur. Hükmün belirtilen sebeple onanmasına…” denilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin kararında belirttiği gerekçe gözetildiğinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak nitelikte adli yargı yerince verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/562

KARAR NO: 2008/276

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Suya vaki müdahalenin önlenmesi ve kaynak üzerine yapılmış tesislerin kal’ine karar verilmesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Koyulhisar İlçesi Gökdere Köyü Tüzelkişiliğini Temsilen Muhtar

 S.Ç. / İ.B.

Davalı        : Doğanşar İlçesi Kabaçam Köyü Tüzelkişiliğini Temsilen Muhtar

 M.A.K.

Vekili         : Av. Y.Ö., Av. Ö.F.B.

 

O L A Y     : Gökdere Köyü sınırları içinde kalan Alipoğlu su kaynağına; Kabaçam Köyü tüzel kişiliğince, kaynağın kendilerine tahsis edildiğinden bahisle boru hattı döşenmiştir.

Davacı Gökdere Köyü Tüzelkişiliği adına Köy Muhtarı tarafından; kendilerine ait su kaynaklarına boru döşemek suretiyle müdahale edildiği, dava konusu kaynağın Köy Hizmetlerince kendilerine tahsis edilmiş olduğu, kadimden beri köy halkı tarafından içme, sulama ve zirai amaçlı olarak kullanıldığı; davalıların, tahsis edilmemiş kaynağı hiçbir yasal dayanağı olmadan kaptaj yaparak ve boru döşeyerek kendi kullanımlarına aldıkları, dava konusu kaynağın kendilerine tahsis edilmiş olduğu iddiasıyla; davalıların suya vaki müdahalesinin önlenmesi ve kaynak üzerine yapılmış tesislerin kal’ine karar verilmesi istemiyle 10.5.2001 tarihinde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı taraf ise; Köy Hizmetleri 5. Bölge Müdürlüğü Sivas İl Müdürlüğünün 29.1.1999 günlü, 1999/122 sayılı İçmesuyu Memba Tahsis ve Tevzii Komisyon Kararı gereğince, dava konusu Alipoğlu su kaynağının kendilerine tahsis edildiğini, tahsis kararının ilan edilerek kesinleştiğini beyan ederek davanın reddini talep etmiştir.

KOYULHİSAR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ, 30.1.2004 günlü, E:2001/32; K:2004/6 sayı ile, Mahkemelerinin 2001/31 Esas-41 karar sayılı dosyası ile 99/7 değişik iş sayılı dosyası ve Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğünün Alipoğlu kaynağına ilişkin tahsis edildiği konusundaki kararı, istikşaf krokisi ve proje raporu örneklerinin dosyaya getirtildiği ayrıca bölgede suların en az olduğu dönemin DSİ Bölge Müdürlüğüne sorulduğu ve mahalli bilirkişi listesinin tespit olulduğu; Refakate teknik,ziraat ve jeoloji ve inşaat mühendisi bilirkişi olarak alınarak, mahallinde 8.7.2002 ve 9.7.2003 tarihlerinde iki ayrı keşif icra edilmiş olduğu; keşif mahallinde dinlenen mahalli bilirkişilerin; dava konusu kaynağın Alipoğlu olarak bilindiğini, kaynağın çıktığı yerin şahıs arazisi olmayıp herkesin kullanımına açık araziler olduğunu, kaynağın Gökdere köyü sınırları içerisinde kaldığını ve Gökdere köyü tarafından kullanıldığını dava konusu Alipoğlu kaynağı ile Çamlıoluk kaynağının daha önceleri, yani kaptaj altına alınmadan her iki suyun Alipoğlu deresinde birleştiğini daha sonra Değirmenderesine indiğini, Değirmenderesi ile de birleştikten sonra Gökdere köyüne kadar devam ettiğini, kış dönemlerinde Alipoğlu kaynağı ve Çamlıoluk kaynağının Kelkit çayına döküldüğünü, yaz aylarında Gökdere köyü tarafından hayvan sulama ve tarım arazisi sulaması için kullanıldığını, kadimden beri bu şekilde kullanıldığını, dava konusu kaynak ile Çamlıoluk kaynağının geçmiş, yıllarda kaptaj altına alınmak suretiyle boru döşenerek Kabaçam köyüne götürüldüğünü, Çamlıoluk kaynağının da kadimden beri kullanım hakkının Gökdere köyüne ait olduğunu beyan etmiş oldukları; davacı tanıklarının beyanlarında; dava konusu kaynağın Alipoğlu kaynağı olduğunu, Alipoğlu kaynağının kaptaj altına alınmadan önce Alipoğlu deresine aktığını, Alipoğlu deresine kavuştuktan sonra kuzeye doğru akarak aşağıda Bahçe köyüne ait Delmece, Üçmerit yaylarının altında yine buralardan gelen sular ile birleşerek Değirmen deresine kadar aktığını,daha sonra, Gökdere köyüne kadar indiğini kendini bildiğinden beri birleşen bu su kaynağının Gökdere köyü tarafından kullanıldığını, kadimden beri kullanımın bu şekilde olduğunu, Kabaçam köyünün dava konusu kaynağı kullanmadığını ancak daha sonra Alipoğlu kaynağının Çamlıoluk kaynağı ile birleştirilerek kaptaj altına alındığını ve Kabaçam köyüne götürüldüğünü beyan etmiş oldukları; davalı tanıkları beyanlarında; dava konusu kaynağın Alipoğlu kaynağı olduğunu, kadimden bu yana Kabaçam köylüleri tarafından kullanıldığını, hayvanlarını otlatıp arazilerin suladıklarını, kaynağın bulunduğu yerde Kabaçam köylülerine ait arazilerin bulunduğunu, 2000 yılında dava konusu Alipoğlu kaynağı ile Çamoluk kaynağının kaptaj altına alınmak ve boru döşenmek suretiyle Kabaçam köyüne götürüldüğünü ve içme suyu olarak kullanılmaya başlandığını beyan ettikleri; keşif sonucunda bilirkişilerden rapor alındığı; Teknik bilirkişi D. A.’nın 15.7.2003 havale tarihli raporunda; dava konusu kaynağın yerinin memleket haritasında tespit edip işaretlediğini, krokide 1 numara ile gösterilen Alipoğlu kaynağının kaptajla Kabaçam köyüne içme suyu olarak akıtıldığını, tahsis kararında Alipoğlu 1 ve Alipoğlu 2 kaynaklarının gösterilmiş olduğunu, ancak zeminde 1 numara ile gösterilen Alipoğlu bir kaynağının bulunduğunu, 2 numara ile gösterilen alanda Çamlıoluk kaynağının bulunduğunun mahalli bilirkişi beyanından anlaşıldığını, icra edilen ilk keşif ile teknik bilirkişi Z. Ö. tarafından 1/25.000’lik haritada gösterilen kaynağı kendi çizdiği krokide ve memleket haritasında 3 numara ile gösterdiğini ancak zeminde böyle bir kaynağın mevcut olmadığını krokinin tamamen hatalı olduğunu beyan etmiş olduğu; Ziraat bilirkişisi V. E.’in raporunda; kaynak ve üzerinde yapılan kaptaj çalışmalarını açıklamış ve keşif sırasında ölçülen Alipoğlu kaynağının debisinin 0,2 lt/sn olduğunu Çamlıoluk kaynağının debisinin ise 0,331t/sn olduğunu her iki kaynağın toplam debisinin 0,83 lt/sn olduğunu beyan etmiş olduğu; Jeoloji mühendisinin 15.7.2003 havale tarihli raporunda; dava konusu Alipoğlu kaynağının, yerinde yaptığı inceleme sonunda; Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü tarafından kaptajı yapılarak davalı Kabaçam köyüne içme ve kullanma suyu olarak götürüldüğünü, yapılan ölçümde kaynağın debisinin 0,2lt/sn olarak tespit edildiğim, GPS ile yapılan ölçümler sırasında kaynağın bulunduğu yerin doğru olarak hesaplandığını, Köy Hizmetlerinin projesinde ve daha önceki bilirkişi raporlarında kaynağın yerinin alet kullanmadan sadece gözlemsel bir şekilde tespit edildiğinden, kaynağın yerinin birbirinden farklı olarak hatalı işlendiğini, Köy Hizmetleri projesinde işaretlenen kaynak yerinin de koordinat okunarak arazide yerinin tespit edildiğini, ancak tespit edilen bu yerlerde herhangi bir kaynağın bulunamadığını, raporunda ekli haritada kaynağın yerinin doğru olarak tespit edip gösterdiğini, her ne kadar Köy Hizmetleri projelerinde bir takım yanlışlıklar olmakla birlikte dava konusu yer ile tahsisli yerin (mevcut kaptaj ve ishale hattının ) aynı yer olduğunu beyan etmiş olduğu; İnşaat bilirkişisi Ü. Y.’ın raporunda; dava konusu Alipoğlu kaynağının Sivas Köy Hizmetleri İl müdürlüğü tarafından ishale hattı yapılarak Kabaçam köyüne içme suyu olarak götürüldüğünü, her ne kadar Köy Hizmetleri projesinde ve gerekse daha önceki bilirkişi raporlarında kaynağın yerinin birbirinden farklı ve hatalı olarak işaretlendiğini, Köy Hizmetleri tahsis kararının keşif yerine uymadığını, memleket haritasında yanlış gösterildiğini ancak etrafta Alipoğlu kaynağında başka su kaynağı olmadığını, dava konusu kaynak ile tahsisi yapılan yerlerin aynı yerler olduğunu beyan etmiş olduğu; davanın, suya vaki el atmanın önlenmesi ve kaynağın eski hale getirilmesi davası olduğu; tüm dosya kapsamına göre, dava konusu kaynağın devletin hüküm ve tasarrufunda olan kaynak olduğu konusunda taraflar arasında tartışma bulunmadığı; her ne kadar davacı tarafın, Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan tahsisin davaya konu kaynağa ilişkin olmadığı ve tahsis kararı ekinde bulunan istikşaf krokisinde belirtilen kaynağın dava konusu kaynağa ait olmadığını iddia etmişse de keşif mahallinde dinlenen mahalli bilirkişi ve tanıkların davaya konu kaynağın Alipoğlu kaynağı olduğunu, başkaca bir kaynağın mevcut olmadığını bildirdikleri, beyan ettikleri; Köy Hizmetlerinin tahsis projelerindeki memleket haritasında işaretlenmiş olan yerlerde su kaynağı mevcut değil ise de, dosyada mevcut olan teknik bilirkişi raporlarının bunun ölçüm hatasından kaynaklandığını, Alipoğlu su kaynağı ile Köy Hizmetleri tahsis projesindeki kaynağın aynı kaynaklar olduğunu rapor etmiş bulundukları; Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamaları ve yasal düzenlemeler göz önüne alındığında, Devlet ve Hükümet tasarrufunda olan yerlerden çıkan kaynaklardan ilgili birimlerce yönetime uygun şekilde belirli kişi ve kurumların tahsisine karar verilebileceği, mevcut tahsis kararı olması halinde bu su kaynaklarına ilişkin davaların idari yargının görevine girdiğinden Adli Yargıda dinlenilemeyeceğinin açık olduğu; tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Alipoğlu kaynağının Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünce tahsis edilen kaynak ile aynı olduğunun anlaşıldığı, halen yürürlükte olan tahsis kararı gereğince davanın, İdari Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik nedeniyle dava reddedilmiş, anılan karar, YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ’nin 20.4.2004 gün ve E:2004/3625, K:2004/3931 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

Davacı köy tüzelkişiliğince; Köy Hizmetlerinin tahsis etmiş olduğu kaynağın haricinde bulunan Alipoğlu isimli kaynağa müdahale edildiği iddiasıyla ve suya vaki müdahalenin önlenmesine ve kaynak üzerinde yapılmış tesislerin kal’ine karar verilmesi istemiyle davalı köy tüzelkişiliğine karşı, 9.6.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açılmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 15.6.2004 gün ve E:2004/735; K:2004/609 sayı ile, İdarenin tesis etmiş olduğu su tahsis kararına dayanılarak, ayni bir hakka müdahalenin hukuka uygunluğunun yargısal denetiminin işin esasını oluşturduğu, olayda bir idari işlemin iptalinin istenilmemiş olması karşısında, su kaynağına müdahale ile ortaya çıkan hak iddiasına dayanan müdahalenin men’i davasının özel hukuk hükümleri çerçevesinde adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle dava görev yönünden reddedilmiştir.

Anılan karar davalı vekilince 13.9.2004 tarihinde Sivas İdare Mahkemesinde kayda giren dilekçe ile temyiz edilmiş; DANIŞTAY 10.DAİRESİ’nce, 28.6.2006 gün ve E:2005/5839, K:2006/4684 sayı ile, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi gerekirken, davanın görev yönünden reddi ile yetinilmesinde mevzuat hükümlerine uyarlık görülmediği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ, 3.10.2007 gün ve E: 2007/1694, sayı ile, Danıştay 1O.Dairesinin 28.6.2006 tarih ve E:2005/5839, K:2006/4684 sayılı bozma kararına uyularak işin gereğinin görüşüldüğü; dava dosyasının incelenmesinden; Sivas ili, Koyulhisar ilçesi, Gökdere Köyü sınırları içerisinde bulunan su kaynağına, Kabaçam Köyü tüzel kişiliği tarafından yapılan müdahalenin ve el atmanın önlenmesi ve yapılan inşaatın yıkılmasına karar verilmesi istemiyle davacı tarafından adli yargı yerinde dava açılmış olduğu, açılan bu davanın Koyulhisar Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.1.2004 tarih ve E:2001/32, K:2004/6 sayılı kararıyla görev yönünden reddedildiği, bu kararın Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 20.4.2004 tarih ve E:2004/3625 K2004/3931 sayılı kararıyla onanıp kesinleşmesi üzerine bu defa mahkemelerinde aynı istemlerle ve herhangi bir idari işlemin iptali istenilmeksizin bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde idari davaların; İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmış olduğu; bakılan davada ise davacı tarafça, ne dava dilekçesinde ne de davanın gelişen aşamasında herhangi bir su kaynağının tahsisi ile ilgili olarak alınan idari bir işlemin iptalinin istenilmemiş olduğu, muhtemel bir idari işleme dayanılarak yapılan müdahalenin önlenmesi ve yapılan inşai faaliyetlerin yıkımına karar verilmesinin istenilmekte olduğu; bu hali ile ortada, idari dava konusu olabilecek herhangi bir idari işlemin bulunmadığı, sadece muhtemel bir idari işleme istinaden yapılan el atmanın ve müdahalenin önlenmesi istenilmiş olduğundan; işbu davanın görüm ve çözümü görevinin adli yargı yerinde olmasının gerektiği; açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi hükmü uyarınca görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün yüksek mahkemece bir karar verilip dosya iade edilene kadar bekletilmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, idare mahkemesince anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmemiş olup, esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, suya vaki müdahalenin önlenmesi ve kaynak üzerine yapılmış tesislerin kal’ine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3202 sayılı “Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”un adı, 13/1/2005 tarihli ve 5286 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle,“Köye Yönelik Hizmetler Hakkında Kanun” olarak; 3 üncü maddesiyle, 2 nci maddenin başlığı “Görev” iken, “Hizmetler” şeklinde, maddede geçen "Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri" ibaresi ise, "Köye yönelik hizmetler" şeklinde değiştirilmiştir.

3202 sayılı Yasanın 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde; “Köy ve bağlı yerleşim birimlerinin yol, su, elektrik, kanalizasyon tesislerinin inşaatı, bakımı, onarımı, geliştirme ve işletme hizmetlerini düzenlemek üzere gerekli tedbirleri almak, bakım, onarım, işletme ve geliştirme hizmetlerine ait esasları tespit etmek ve yürütmek”; (e) bendinde ise; “Köy ve bağlı yerleşme birimlerine, askeri garnizonlara sağlıklı, yeterli içmesuyu ve kullanma suyu tesislerini yapmak, geliştirmek ve yapımına destek olmak, sondaj kuyuları açmak, bu maksatla umuma ait sular ile kanunlarla köye ve köylüye devir ve tahsis edilmiş veya köyün veya köylerin eskiden beri intifaında bulunmuş olan suları; köylerin ve bağlı yerleşme birimlerinin, askeri garnizonların ihtiyacına göre tevzi etmek, kısmen veya tamamen başka köye, köylere, bağlı yerleşme birimlerine, askeri garnizonlara tahsis etmek ve tahsis şeklini değiştirmek; Sahipli veya köyün bedeli mukabili iktisap ettiği sularla diğer gayrimenkulleri, 2492 sayılı Kamulaştırma Kanunu gereğince kamulaştırmak veya gayrimenkul üzerinde irtifak hakkı tesis etmek, (…)”Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Dosyada mevcut Köy Hizmetleri 5. Bölge Müdürlüğü Sivas İl Müdürlüğünün 29.1.1999 günlü, 1999/122 sayılı “İçmesuyu Memba Tahsis ve Tevzii Komisyon Kararı”nda Alipoğlu su kaynağının Kabaçam köyüne tahsis edildiği, buna ilişkin İstikşaf Krokisinde kaynağın yerinin işaretlenmiş olduğu görülmüş; buna karşılık Davacı köy tüzelkişiliğince; Köy Hizmetlerinin tahsis etmiş olduğu kaynağın haricinde bulunan kaynağa müdahale edildiği iddia edilmiştir.

Olayda; açılan davanın, idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak kurulmuş bir işleme karşı ya da bu nitelikteki işlem ve eyleminden doğan zararların tazminine yönelik olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1. maddesinde belirtilen dava türlerinden olmadığı anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, davacı tarafın kadimden beri yararlandıklarını ileri sürdükleri suyun, davalı köy muhtarlığınca köye içme suyu olarak götürülmek suretiyle yapılan müdahalenin önlenmesi istemiyle açılan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekeceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Koyulhisar Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesinin Başvurusunun kabulü ile, Koyulhisar Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 30.1.2004 gün ve E:2001/32, K:2004/6 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/7

KARAR NO: 2008/279

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davalı idare ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin idarece feshedilmesi ve verilen bayilik ruhsalının iptal edilmesine ilişkin işlemin iptali ile işlemden dolayı uğranılan zararların karşılığı olarak maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlen-mesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : R.A.

Vekili         : Av. Ö.F.E.

   Davalı     : Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü)

Vekili         : Av. M.A.            

O L A Y     : Davacı ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasında 24.07.2006 tarihinde 126009 nolu Bayilik (Spor Toto Ve Sayısal Bayii) sözleşmesi imzalanmıştır.

Davacı çalışmaya başladıktan sonra, 14.11.2006 tarihinde yapılan denetim esnasında, işyerinde

jetonlu kumar makinesi bulundurduğu gerekçesiyle tutanak düzenlenmiştir.

Davalı idarece; Bayilik Sözleşmesinin 2. maddesinin (ö) bendinde, bayiliğin yapılacağı mahalde Teşkilat tarafından temin edilecek terminaller dışında oyun oynatan başka bir oyun makinesinin bulunamayacağı, 8. maddesinin ( b ) bendinde, bayi tarafından bu sözleşmenin maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının Teşkilat tarafından ayrıca bir gerekçe gösterilmeksizin iptal edilebileceği belirtilerek, davacıya ait bayi terminalinin bulunduğu mahalde jetonlu kumar makinesinin bulunması nedeniyle 15.12.2006 gün ve 10/7851 sayılı/olurlu işlem ile bayilik ruhsatı iptal edilmiş, 18.12.2006 gün ve 7868 sayılı yazı ile de durum davacıya bildirilmiştir.

Davacı vekili; davacı ile davalı idare arasında imzalanan sözleşme hükümlerine istinaden, davacının sahibi bulunduğu Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü bayilik ruhsatının iptaline ilişkin 18.12.2006 gün ve 7868 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 27.3.2007 gün ve E:2007/181, K:2007/671 sayı ile, dava konusu kararın dayanağının, davacı ile davalı idare arasında özel hukuk hükümlerine göre karşılıklı irade beyanı sonucu imzalanan Bayilik Sözleşmesine dayanması, idarenin tek yanlı ve kamu gücüne dayanılarak tesis edilen bir işleminin bulunmaması nedeniyle dava konusu uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu defa; davalının müvekkiline verdiği bayilik ruhsatının /sözleşmesinin iptaline ilişkin işleminin iptalî ile bayilik ruhsatının/bayilik sözleşmesinin devamına, ruhsatın müvekkiline iadesine; fazlaya dair dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 2.000,00 YTL maddi, ve 8.000,00 YTL manevi tazminatın, başvuru tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 7.ASLİYE ASLİYE MAHKEMESİ’nce; 13.9.2007 günlü celsede, E:2007/223 sayı ile, özel bahis sözleşmesi ile ilgili nizanın adli yargıda görüleceği gerekçesiyle, görev hususundaki itirazın reddine karar verilmiştir.

Davalı idare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dosya, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2. maddesinde, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, futbol ve diğer spor müsabakalarına dayalı olarak sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarını düzenleme hak ve yetkisini; kendisine bağlı, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı eliyle kullanacağı ve yürüteceği, Teşkilat Başkanlığının söz konusu yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebileceği hükmüne yer verilmiş olduğu; Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin 15. maddesinde, Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Teşkilat arasında bayilik sözleşmesi düzenleneceği, bayilik sözleşmesinin, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedileceği hükmüne, 22. maddesinde, Bayilerin; bu yönetmeliğin 38 ve 39 uncu maddelerinde sayılmayan fakat bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketleri tesbit edildiği takdirde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği, 38/e maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilatla olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın ve faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması hallerinde bayilik ruhsatının, Teşkilat tarafından tek tarafı olarak ve herhangi bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği hükmüne yer verilmiş bulunduğu; öte yandan, davacının Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile yapmış olduğu Bayilik Sözleşmesinde de anılan düzenlemeye koşut hükümlerin yer almış olduğu; anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisinin sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hakkın bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu; olayda, davacının bayi terminalinin bulunduğu mahalde, jetonlu kumar makinesinin bulunduğunun saptanması üzerine, bayilik sözleşmesi hükümleri uyarınca bayilik ruhsatının iptal edildiğinin anlaşıldığı; bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı; ayrıca, dava konusu işlem, bayilik sözleşmesine dayanılarak tesis edilmiş olmakla birlikte, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının, ilgililerin bayilik ruhsatını, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin anılan hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sırf sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağının bulunmadığı; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasında 24.07.2006 tarihinde 126009 no.lu Bayilik (Spor Toto Ve Sayısal Bayii) sözleşmesi imzalanmış olduğu; Davacının, çalışmaya başladıktan bir süre sonra yapılan denetim esnasında, işyerinde jetonlu kumar makinesi bulundurduğu gerekçesiyle davalı idarenin, sözleşme hükümlerine istinaden 18.12.2006 gün ve 7868 sayılı işlemle sözleşmeyi feshetmiş bulunduğu; Davacının, işlemin iptali için idari yargıya başvurduğu, Ankara 10. İdare Mahkemesinin, 27.03.2007 gün 2007/181 esas ve 2007/671 sayılı kararı ile davanın görüm ve çözümünün adli yargı yeri olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bilahare Asliye Hukuk Mahkemesine dava açılmış olduğu; Spor Toto Teşkilat Müdürlüğünün, 29.4.1959 tarih ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un tanıdığı yetkiye dayanılarak 9.2.1960 tarih ve 4/12702 sayılı BKK. ile yürürlüğe konulan Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahis Nizamnamesi ile "Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahis Müdürlüğü" adıyla kurulan ve anılan Nizamnameyi yürürlükten kaldıran 15.2.1965 tarih ve 6/4372 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tüzüğüne göre faaliyette bulunan ve 21.5.1986 tarih ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un değişik 4. maddesine göre, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün bağlı birimi olduğu; anılan Yasanın 1.maddesinde " Futbol ve diğer spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarını düzenleme hak ve yetkisi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne aittir. 10/7/1953 tarihli ve 6132 sayılı At Yarışları Hakkında Kanun, 4/4/1988 tarihli ve 320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümleri ile bu kuruluşlara verilen müşterek bahis ile şans oyunları oynatma hak ve yetkileri saklıdır."; 2.maddesinde ise,"Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü futbol ve diğer spor müsabakalarına dayalı olarak sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarını düzenleme hak ve yetkisini, kendisine bağlı, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı eliyle kullanır ve yürütür. Teşkilat Başkanlığı söz konusu yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebilir veya mal ve hizmet satın alma yoluna gidebilir." hükmüne yer verilmiş olduğu; Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği'nin 15. maddesinde, Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı verilen gerçek ve tüzel kişiler ile Teşkilat arasında bayilik sözleşmesi düzenleneceği, bayilik sözleşmesinin, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedileceği hükmüne, 22.maddesinde, Bayilerin; bu yönetmeliğin 38 ve 39 uncu maddelerinde sayılmayan fakat bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketleri tespit edildiği takdirde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal karan verebileceği, 38/e maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilatla olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın ve faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması hallerinde bayilik ruhsatının, Teşkilat tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bildirim süresine uyulmaksızın İptal edileceği hükmüne yer verilmiş bulunduğu; anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisinin sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hakkın bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu; bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı; ayrıca, dava konusu işlemin, bayilik sözleşmesine dayanılarak tesis edilmiş olmakla birlikte, davalı idarenin, ilgililerin bayilik ruhsatını, anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sırf sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağının bulunmadığı; açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/223 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı idare ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin idarece feshedilmesi ve verilen bayilik ruhsatının iptal edilmesine ilişkin işlemin iptali ile işlemden dolayı uğranılan zararların karşılığı olarak maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açılmıştır.

3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 1. Maddesi uyarınca, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Başbakanlığa bağlı ve tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumudur. Aynı Kanunun 4. Maddesine göre, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olup, tüzelkişiliği bulunmamaktadır. Söz konusu Kanunun 2. Maddesinin (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakalarına dayalı müşterek ve sabit ihtimalli bahislerin düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevi Genel Müdürlüğe ait olup; Genel Müdürlük bu yetkisini "7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 2.Maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullanmakta; Başkanlık ise kendisine ait olan bu faaliyetini sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği spor toto bayileri aracılığı ile yürütmektedir.

14.8.2002 tarih ve 24842 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolda Müşterek Bahisler Uygulama Yönetmeliği hükümleri ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığınca, futbol müsabakaları üzerine düzenlenecek müşterek bahis oyunlarının uygulama şekli ile usul ve esasları belirlenmiştir.

Anılan Yönetmeliği'nin 22.Maddesinde, bayilerin bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketlerinin tespit edilmesi halinde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği; 37.Maddesinde, bayinin bu yönetmelik hükümleriyle Teşkilat tarafından yürürlüğe konulacak diğer yönetmelik, genelge ve emirlere uymak zorunda olduğu; "Ruhsatın İptali" başlıklı 38. Maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması, hallerinde Teşkilat tarafından tek taraflı olarak herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği, hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı ile davacı arasında imzalanan 14.7.2006 tarihli Sözleşme ile 126009 no'lu Spor Toto Ve Sayısal Bayiliği davacıya verilmiştir.

Söz konusu Sözleşmenin; 2. Maddesinin (a) bendinde, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin sözleşmenin parçası olduğu ve bayinin söz konusu hükümlere uymakla yükümlü bulunduğu; (d) bendinde, bayiliğin her türlü adli, idari, cezai ve mali sorumluluğunun bayiye ait olduğu; (ö) bendinde, bayiliğin yapılacağı mahalde Teşkilat tarafından temin edilecek terminaller dışında (Türkiye Jokey Kulübü ve Milli Piyango idaresi oyun makineleri hariç) atari, kumar makinası vb. oyun oynatan başka bir oyun makinesinin bulunmayacağı; "Cezai Hükümler" başlıklı 8. Maddesinin (b) bendinde, sözleşme maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının herhangi bir gerekçe gösterilmeden Teşkilatça tek taraflı olarak feshedileceği; b-4 bendinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması hallerinde Teşkilat tarafından tek taraflı olarak herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği (d) bendinde, bayilik ruhsatının iptali halinde sözleşmenin kendiliğinden feshedileceği, hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusu sözleşmelerin hukuki niteliği incelendiğinde;

İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak, konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir, idare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler “idari sözleşme” olarak adlandırılırlar. İdarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerinin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa’nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere “genel hizmetlerden birinin yürütülmesi” amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanılarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hakkın bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır.

Olayda, davacının bayi terminalinin bulunduğu mahalde, jetonlu kumar makinesinin bulunduğunun saptanması üzerine, bayilik sözleşmesi hükümleri uyarınca bayilik ruhsatının iptal edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Ayrıca, dava konusu işlem, bayilik sözleşmesine dayanılarak tesis edilmiş olmakla birlikte, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının, ilgililerin bayilik ruhsatını, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin anılan hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sırf sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağı da bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının, Ankara 7.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince 13.9.2007 günlü celsede verilen, E:2007/223 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde Üye Mahmut BİLGEN ve Üye Nüket YOKLAMACIOĞLU’nun KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

 Dava, davacı ile davalı Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasındaki “bayilik ruhsatının iptaline” ilişkin kararın iptali ve tazminat istemine ilişkin olup, davanın açıldığı idare mahkemesinin, davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğine ilişkin verdiği görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine dava Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış, bu mahkemenin ileri sürülen görev itirazını reddedip kendisini görevli görmesi üzerine çıkarılan olumlu görev uyuşmazlığı üzerine dava dosyası Yüksek Mahkememize gelmiştir.

   Davacı ile davalı arasındaki sözleşme özel hukuk sözleşmesi olup, benzer uyuşmazlıkların da ( Davacı eczacı ile Davalı Bağ-kur Genel Müdürlüğü, T.C Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik Başkanlığı, SSK. Genel Müdürlüğü arasındaki ilaç satımı sözleşmesinin kurum tarafından feshedilmesinden kaynaklanan davalar) adli yargı yerinde görüleceğine ilişkin Yargıtay kararlarının bulunduğu (Y13HD.nin 17.04.2007, 2007/77,5389; 4.12.2007, 2007/9876-14633;10.12.2007, 2007/12566-14962 vb; YHGK. ‘nun 28.9.2005 , 2005/ 13-535 2005/528 kararları ) gözetildiğinde, uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı yeri olması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılamamaktayım.

Üye

Mahmut BİLGEN

./.

KARŞI OY

 

İdare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargının görevi alanını oluşturmaktadır. İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler ile aynı amaçla gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacının taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede yer alması zorunludur.

320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 29. maddesinde, Yönetim Kurulu veya Genel Müdürlüğün, kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri tüzük, yönetmelik, Yönetim Kurulu Kararları, tebliğ, genelge ve diğer emirle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu hükmüne yer verilmiştir. 320 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak çıkarılan Sayısal Oyunlar Yönetmeliği'nin 27. maddesinde, bayinin, bu Yönetmelik hükümleri ile idare tarafından yürürlüğe konulacak diğer mevzuat, sözleşme, karar, genelge ve talimatlara uymak zorunda olduğu; bayiliğin sona ermesi başlıklı 32, maddesinin (k) bendinde ise, İdarenin izni olmaksızın, işyerinde İdareye ait olmayan oyunlar oynatması halinde bayilik ruhsatının, idare tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği hükme bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davalı idare ile davacı arasında imzalanan 24.7.2006 tarihli Bayilik Sözleşmesinin 2/ö maddesinde, bayiliğin yapılacağı mahalde Teşkilat tarafından temin edilecek terminaller dışında (Türkiye Jokey Kulübü ve Milli Piyango idaresi oyun makineleri hariç) atari, kumar makinası vb. oyun oynatan başka bir oyun makinesinin bulunmayacağı; "Cezai Hükümler" başlıklı 8. Maddesinin (b) bendinde, sözleşme maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının herhangi bir gerekçe gösterilmeden Teşkilatça tek taraflı olarak feshedileceği hükümlerinin yer aldığı; 126009 numaralı bayi olan davacıya ait bayi terminalinin bulunduğu mahalde jetonlu kumar makinesi bulunduğunun tespit edilmesi üzerine, dava konusu işlemle anılan sözleşme hükümlerine istinaden bayiliğin iptal edildiği anlaşılmaktadır.

İdarenin, davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımadığı, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargının görevinde bulunmaktadır.

Belirtilen durumda, Danıştay Başsavcısı’nın 2247 sayılı Yasanın 10 uncu maddesine göre yaptığı başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.

Üye

Nüket YOKLAMACIOĞLU

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/19

KARAR NO: 2008/282

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1-f maddesine aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Y.D.

Davalı        : Edirne Valiliği

  

O L A Y     : Keşan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği tarafından düzenlenen 9.7.2007 gün ve 199148 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1F maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

 Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

 KEŞAN SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.9.2007 gün ve Değişik İş:2007/550, K:2007/550 sayı ile, muterizin aracın tescil plakasına göre ceza tutanağı düzenlendiğini bildirerek itiraz ettiği, itirazın müddeti içinde yapıldığı ve cezanın yazılış biçimine göre itirazın mümkün olduğunun anlaşıldığı, itiraz eden her ne kadar hakkında idari para ceza karar tutanağı ile düzenlenen idari para cezasının iptali için Mahkemelerine başvurmuş ise de sanık hakkında düzenlenen idari para cezası karar tutanağının itiraz edenin yüzüne karşı verildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 6.3.2006 tarih, 2006/7 Esas, 2006/27 Karar sayılı kararı ve Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 27.3.2007 tarih ve 2005/3487 Esas, 2007/2048 Karar sayılı ilamında açıklandığı üzere 2918 sayılı Kanun’da öngörülen idari para cezasının yüze karşı uygulanması halinde idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı mahkemesinde görülmesi gerektiği ve itiraza bakmaya Edirne İdare Mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmakla her ne kadar itiraz eden hakkında düzenlenen 9.7.2007 tarihli trafik idari para cezası tutanağına itiraz etmiş ise de bu tutanağın itiraz edenin yüzüne karşı tutulduğu ve itiraz edenin tutanağı imzaladığı ve bu itiraza bakmaya Edirne İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ; 14.12.2007 gün ve E:2007/1125 sayı ile, davacı Y. D. tarafından Edirne Emniyet Müdürlüğü Keşan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği tarafından düzenlenen 9.7.2007 tarih ve 199148 sayılı işlemin iptali istemiyle Edirne Valiliği'ne karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kanun’un 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, dosyadaki mevcut bilgi ve belgenin incelenmesinden; davacı hakkında Edirne Valiliği Keşan Bölge Trafik Denetleme istasyon Amirliği tarafından 9.7.2007 tarih ve 199148 sayılı idari para cezası karar tutanağı ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 65. maddesine aykırılıktan 2.156,00YTL para cezası verildiği, bu işleme karşı Keşan Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde 2007/550 D.İş Esasına kayıtlı olarak 16.7.2007 tarihinde itiraz edildiği, Keşan Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24.9.2007 tarihli kararıyla görevsizlik kararı verildiği ve bu kararın 25.10.2007 tarihinde kesinleştiği yönünde 2.11.2007 tarihli kesinleşme şerhi düşüldüğü, bunun üzerine Mahkemeleri nezdinde 2007/1125 Esas numarasıyla 5.11.2007 tarihinde mezkur para cezasının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda yer alan mevzuat değerlendirilmesinden, 5326 sayılı Kanun’un 5561 sayılı Kanun’un, bu kanunda düzenlenen 31. maddesiyle değişik 3. maddesinde idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin ancak diğer kanunlarda aksine bir hükmün bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer genel hükümlerinin ise idari para cezasıyla veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağının hüküm altına alındığı, dolayısıyla 5326 sayılı Kanun’un 3. madde başlığında da görüleceği üzere Kabahatler Kanunu'nun genel bir kanun niteliği taşıdığı, görevli yargı merciinin tayinine dair cezaya müstenit ilgili Kanunda hükme yer verilmemesi halinde 5326 sayılı Kanun’un tatbik edileceğinin benimsendiği, 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesinin atıf yaptığı Kanun yollarına dair 27'nci maddesinde ise idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine dair idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvuru yolunun düzenlendiği ancak idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının da bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görüleceğinin anlaşıldığı, olayda ise, dava konusu edilen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağından, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27'nci maddesinin 1'nci bendi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19'ncu maddesi uyarınca görevli yargı merciinin tayin ve tespiti için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 65. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde, araçların yüklenmesinde yönetmelikte belirtilen ölçü ve esaslara aykırı olarak gabari dışı yük yüklenmesinin, yük üzerine veya araç dışına yolcu bindirilmesinin yasak olduğu belirtildikten sonra, üçüncü fıkrasında, (f) bendine uymayan işletenlerin 1.000 Türk Lirası, (f) bendine aykırı yük gönderenlerin 2.000 Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılacakları belirtilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 3 üncü maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği

durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Keşan Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.9.2007 gün ve Değişik İş:2007/550, K:2007/550 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/31

KARAR NO: 2008/286

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1-a maddesine aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.S.G.

Vekili         : Av. H.D.

Davalı        : Bursa Valiliği

  

O L A Y     : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nün 20.1.2007 gün ve 553244 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1a maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, trafik idari para cezası karar tutanağına ve dayanağı kaza tespit tutanağına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BURSA 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 7.2.2007 gün ve E:2007/189 Müt., K:2007/50 Müt. sayı ile, başvuruda bulunan hakkında Bursa Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nün 20.1.2007 tarih ve 553244 sayılı trafik ceza tutanağı ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1-a maddesi gereğince 52,00YTL idari para cezası tahakkuk ettirildiği, 5326 sayılı Kanun’un 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, başvuru dilekçesinde aracın trafikten men kararına karşı başvuruda bulunulduğu anlaşılmakla başvurunun görev yönünden reddine karar vermek gerektiği kanaat ve sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 11.4.2007 gün ve E:2007/575, K:2007/647 sayı ile, davanın, davacıya 20.1.2007 günlü, 553244 sayılı trafik ceza tutanağı ile sahip olduğu 16 GG 688 plakalı aracına Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1A maddesi uyarınca 52,00YTL para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Adli Kovuşturma” başlıklı 112. maddesinde; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif hapis cezasını veya bununla birlikte hafif para cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde dava açılacağının belirtildiği, öte yandan, 31.3.2005 gün ve 25772 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 3. maddelerinden söz ederek, olayda, davacıya ait 16 GG 688 plakalı araçla, kavşaklara yaklaşırken aracının hızını azaltmadığından bahisle 20.1.2007 günlü 553244 sayılı işlemle 52,00YTL para cezası kesildiği, işbu davanın bahse konu trafik para cezası işleminin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmış olup, davanın görüm ve çözümünde yukarıda yer verilen 5326 sayılı Yasa kuralı gereğince adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde idari para cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Başsavcılık tarafından da Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, sürücülerin, kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak zorunda oldukları belirtilmiş; ikinci fıkrasında, bu madde hükmüne uymayan sürücülerin 1 800 000 lira para cezası ile cezalandırılacakları hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 3 üncü maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği

durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 7.2.2007 gün ve E:2007/189 Müt., K:2007/50 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/56

KARAR NO: 2008/289

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Demiryolu hattında ray tamiratı, bakım ve onarım ile kaynak işleri sırasında, ray kesme makinesinden çıkan kıvılcımların, otları tutuşturması nedeniyle çıkan yangının sıçradığı tarlalardaki ekinlerin yanması sonucu uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1-M.S. 2-B.A. 3-Y.O., 4-M.K., 5-N.A., 6-H.Ç., 7-İ.Ç., 8-S.K., 9-R.Z., 10-M.A.,

    11-Y.Ü., 12-R.I., 13-H.T., 14-M.T., 15-D.Ö., 16-A.Ö., 17-H.K., 18-A.D., 19-M.Ö.,

    20-A.Z., 21-B.Ü., 22-Ö.K., 23-H.Ö., 24-L.D., 25-Ş.T., 26-H.Ö., 27-S.Ö., 28-H.Ü.,

    29-S.K., 30-G.K., 31-D.K.,

Vekili         : Av. E.A.

Davalılar    : 1-TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

   Vekili      : Av. M.G.

 2- H.A., 3-M.T., 4-M.Ç.

O L A Y     :11.07.2006 tarihinde davalı idareye ait Sivas-Kayseri demiryolu hattı üzerinde, İhsanlı-Topaç Saydingleri arası Km 500+000 da bulunan sinyaldeki meşguliyetin giderilmesi için görevlendirilen Kuruluş işçilerinin, birleşik durumda bulunan ray arasına yalıtkan malzeme olan kal'i yerleştirmek için, ellerindeki spiral ray kesme makinesi ile rayı keserken sıçrayan kıvılcımlar nedeniyle civardaki otlar yanmış, mevcut imkanlarla ve şiddetli rüzgar nedeniyle çıkan yangın söndürülemediğinden dolayı, çalışma yapılan yerin 4-5 metre yüksekliğindeki yarmanın dışında bulunan tarlalara sıçramış; sonuçta davacıların iddialarına göre, 342 dekar, buğday ile 257 dekar arpa yanmıştır.

Davacılar vekili; yangının, davalıların belirli kurallara riayet etmemelerinden kaynaklanan kusurlu davranışları sonucu meydana geldiği; mahsulün yanmasından dolayı vuku bulan zararın 46.432.00 YTL olduğu; Gürçayır Beldesi ile Kayapınar Köyünde çiftçi olan müvekkilleri adına, zararlarının ödemesi konusunda talepte bulunmalarına rağmen herhangi bir ödeme yapılmadığı iddiasıyla; olay tarihinden itibaren hesaplanarak faizi ile birlikte 46.432.00 YTL tazminata mahkum edilmesi istemiyle, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü ve İşletmenin sorumlu üç personeli aleyhine, 1.5.2007 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, Kuruluşlarının yürütmüş olduğu kamu hizmetinden kaynaklanan davanın, idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ŞARKIŞLA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’ nce; 21.11.2007 gün ve E: 2007/ 126 sayı ile davanın, kurum personelinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın giderilmesi istemine ilişkin olduğundan bahisle davalı idarenin görev itirazı reddedilmiştir.

Davalı idare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği; T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğünün, bir kamu kuruluşu olup, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu; uyuşmazlığın, T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğünün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan tazmini istemine ilişkin olduğu; bu durumda, davanın T.C.D.D işletmesi Genel Müdürlüğüne yönelik olan kısmının görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Şarkışla Asliye Hukuk Mahkemesinin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılmasının gerektiği; gerekçesiyle, davanın T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğüne karşı açılan kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu; 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin İdari yargı yerlerine ait bulunduğu; uyuşmazlığın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü'nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan tazmini istemine ilişkin bulunduğu; davalı idarede işçi olarak çalışan davalıların, rayların genişletilmesi sırasında yangına sebebiyet vermelerinden dolayı doğan zararın, idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, TCDD işletmesi Genel Müdürlüğüne yönelik olan kısmının görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, TCDD İşletmesi vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından TCDD İşletmesi yönünden uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, demiryolu hattında ray tamiratı, bakım ve onarım ile kaynak işleri sırasında, ray kesme makinesinden çıkan kıvılcımların, otları tutuşturması nedeniyle çıkan yangının sıçradığı tarlalardaki ekinlerin yanması sonucu uğranıldığı ileri sürülen zararın, yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi “ Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “ Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK. ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4.maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK. hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Olayda, TCDD İşletmesinin, görevinde olan kamu hizmetini yürütmek üzere kurduğu demiryolu şebekesinin tamiratı, bakım ve onarım ile kaynak işleri sırasındaki aksaklık nedeniyle zarar doğduğu öne sürülmektedir.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında,idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. madde- sinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava; olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile Şarkışla Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Şarkışla Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü yönünden verilen 21.11.2007 gün ve E: 2007/126 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/59

KARAR NO: 2008/290

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Askerlik hizmetini yapmakta iken ölen askerin babası tarafından açılan tazminat davasının, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

 Davacı       :B.G.

Vekili         :Av. A.P.

Davalı        :Milli Savunma Bakanlığı

Vekili         :Av. G.M.

 O L A Y    : Davacı vekili; müvekkilinin oğlu Er O. G.’ün, 57. Top. Tug. 4. Top. Tb. Kh ve Hizmet Birliği emrinde askerlik görevini sürdürürken; çeşitli şikâyetlerini ilgililere ilettiğini, 3.10.2005 tarihinde eğitim alanında sabah sporu yapıldıktan sonra şikâyetlerini tekrar belirttiğini ve burada rahatsızlanarak, kustuğunu, yerde baygın bir vaziyette yattığını, durumu fark eden Bölük Personelinin kendisini tabur vizite odasına gönderdiğini; yapılan şekli muayene ile şikâyet ve yakınmaları dikkate alınmaksızın iki adet iğne ve bir gün yatak istirahatı verilerek geri gönderildiğini; sağlık durumu çok ciddi olmasına ve doktor raporu ile bir gün istirahatlı olmasına rağmen aynı gün öğleden sonra emirle eğitim alanına getirildiğini, ancak rahatsızlığını beyan etmesi ve sağlık durumunun ciddiyetini koruması karşısında tekrar Tabur Vizite Odasına gönderildiğini; burada da ciddi tedavi ve kontroller yapılmaksızın ve özellikle müşahede altına alınmaksızın iğne ve yatak istirahatı ile tekrar bölüğüne geri gönderildiğini; aynı sıkıntıları defaatle yaşamış olmasına rağmen teşhis ve tedavi konusunda dikkatsiz ve ihmalkâr bir tutum ile geçici ve yapay önlemlerle şikâyetlerinin önemsenmediğini, bu tutumun, bireysel bir tavır olmaktan öte adeta bütün yetkililerin takındığı ortak tavır olduğunu; adı geçenin bütün bu şikâyetlerinin 3-4-5-6-7 günleri ve 8. günün sabahına kadar devam ettiğini, bu günler zarfında hiçbir ciddi tıbbi önlem ve tedavi yapılmadığı, şikâyetlerin ilgisiz çözümler ile geçiştirildiği ve sonuçta 8.10.2005 günün sabahında saat 5.15 sıralarında vefat ettiğinin sabit olduğunu; Ege Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığının işin ciddiyetini fark ettiği için akabinde soruşturma açtığını, Adli Tıp Kurumu marifetiyle otopsi yaptırıldığını ve 2005/1159 sayılı raporla, myokard enfraktüsü ( Kalp Krizi ) ile vefat ettiğinin tespit edildiğini; bu süreç zarfında şikâyetlerin görmezden gelinmesi ve müteveffanın hemen müşahede altına alınmamasının, idari hizmetin işlemesindeki ağır kusuru gözler önüne serdiğini; Ege Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığına sunulan bilirkişi raporunda, müteveffa O. G. için sağlıklı ciddi ve ileri tektik ve teknikler kullanılmaması, daha üst hastaneye sevkinin yapılmaması, ileri kardiyolojik test ve tetkikler yapmamaları, böylece görevlerinin gereklerini yerine getirmede ihmal ve terahi gösterdikleri gerekçesiyle Tabip Ütğm A.B. ve Tbp. Yzb. E.T.’nin kusurlu olduklarının tespit edilmiş olduğunu; Askeri Savcılık tarafından her iki doktor hakkında 'Görevinin gereklerini yapmakta ihmal göstermek' suçlamasıyla kamu davası açılarak yargılanmalarının talep edildiğini, dosyanın Ege Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 2006/755 E. Sırasına kayıtlı bulunduğunu ifade ederek;

İdari hizmetin geç işlemesi, eksik işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde idari bir işlem ve eylem ile hakları ihlal edilenlere yasal olarak zararlarının karşılanacağı ve tazminata hak kazanacaklarının mevzuat gereği olduğu; idarenin ajanını denetlemede gereken dikkat ve özeni göstermediği, idarenin personeli üzerinde gözetim ve talimat görevini gereğince yerine getirmediği, hizmetin gerektirdiği imkân ve vasıtaların kullanılmadığı gibi, özellikle esirgendiği, müşahede altına alınmadığı ve daha üst özellikli hastaneye sevkinin yapılmadığı, idarenin ehil personel istihdam etmediği, zira ehil personelin müteveffanın şikayetleri karşılığında teşhis ve tedavide daha reel çözümleri üreteceği iddiasıyla; sonuçta, oğlunun ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan ve büyük acı ve elem duyan müvekkili için 60.000,00 -YTL maddi ve 20.000,00-YTL manevi olmak üzere toplam 80.000,00-YTL tazminatın ölüm olayının meydana geldiği 8.10.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle, 11.12.2006 gününde genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idarece, birinci savunma dilekçesinde, davanın çözümünde AYİM’nin görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.      

ANKARA 15. İDARE MAHKEMESİ; 19.10.2007 gün ve E:2006/425 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; İdari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinde; “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idare işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." hükmünün yer aldığı; dosyanın incelenmesinden, davacının oğlunun askeri hizmet sırasında vefat etmesi nedeniyle, 60.000,00 YTL maddi, 20.000,00 YTL manevi tazminat istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda yer alan göreve ilişkin hüküm uyarınca davanın Askeri Yüksek idare Mahkemesinde açılabilmesi için idari işlem veya eylemin asker kişileri ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin olması şartlarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; dava konusu olayda ise, oğlunun askeri hizmette vefatı üzerine tazminat istemiyle babası tarafından bakılan davanın açıldığı, davanın konusunun asker kişiyi ilgilendirmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiştir.     

Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dava dosyası Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesince "askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği; asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2 nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı; 1602 sayılı Kanunun 21 nci maddesinin ilk fıkrasına göre, 20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denilmekte olduğu; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157 nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini, yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 ve 21 nci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; "Asker kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin ya da eylemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana-babası, çocukları vs.) olması halinde de söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edilmekte olduğu; diğer koşulun ise davaya konu işlem ya da eylemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere, idari işlemin ya da eylemin görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için konusuna bakılmasının gerektiği; eğer idari işlem ya da eylem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bunun askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği; daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler ya da eylemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem ya da eylemler olduğu; dava konusunun, davacının oğlu Top.Er Orhan Gürbüz'ün, muvazzaf askerlik hizmetini yapmakta iken rahatsızlandığı ve bu durumun kendisini tedavi eden askeri doktorlar tarafından ciddiye alınmadan geçiştirildiği, idari hizmetin gereği gibi ifa edilmediği ve ihmaller sonucu öldüğü iddialarına dayandığı; bu açıklamalara nazaran; müteveffa Top.Er Orhan Gürbüz'ün asker kişi olduğu ve davacının bu asker kişinin varisi olarak ona tebaan iş bu davayı açtığı, ölüm olayının da askerlik hizmetinin ifası sırasında meydan gelmiş olduğu göz önüne alınarak "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin olma" şartlarının birlikte gerçekleşmiş olduğu ve bu itibarla davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğunun değerlendirildiği; bu nedenle Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılmasının gerektiği gerekçesiyle, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Danıştay Başsavcılığından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI;     Anayasanın 157. ve 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinden bahisle; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için tazminata konu idari eylemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu olduğu; verilen bir emirle mayın taraması yapılırken veya askeri araçla atış veya operasyon bölgesine gidilirken meydana gelecek bir kaza sonucu uğranılacak zararın askeri hizmete ilişkin olduğunu söylemek mümkün ise de, sırf askerlik hizmetinin yapıldığı zaman diliminde idarenin kusurlu eyleminden doğduğu iddia edilen bir zararın mutlaka askeri hizmete ilişkin olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; dosyanın incelenmesinden, davacının oğlunun, askerlik hizmeti sırasında 3.10.2005 günü sabah sporundan sonra rahatsızlandığı ve tabur vizite odasına gönderildiği, muayene sonucu iki adet iğne ve 1 gün yatak istirahatı verildiği, aynı gün öğleden sonra tekrar rahatsızlandığı ve tabur vizite odasına gönderildiği, aynı iğnelerin tekrar yapıldığı ve yatak istirahati süresinin iki güne çevrildiği, akşam olunca şikayetlerinin artması üzerine Revir Baştabipliğine sevk edildiği, yapılan muayene sonucu miyalji (kas ağrısı) teşhisi konularak bir gün yatak istirahati verildiği, 4.10.2005 tarihinde viziteye çıktığı, muayene edildikten sonra mide yanması ile ilgili ilaç verildiği, 7.10.2005 tarihinde tekrar viziteye çıktığı, alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı konularak, buna ilişkin ilaçlar ile iki gün yatak istirahatı verildiği, 8.10.2005 günü sabahı vefat ettiği, otopsi raporunda myokard enfarktüsü ve komplikasyonları sonucu vefat ettiğinin belirtildiğinin anlaşıldığı; davacının, oğlunun hastalığının tedavisinde idarenin kusuru sonucunda ölümün vuku bulduğunu ileri sürerek tazminat talep ettiği; bu duruma göre, olayda Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakması için yasanın aradığı "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunun oluştuğu, ancak "askeri hizmete ilişkin bulunma" şartının oluşmadığı; her iki koşulun birlikte gerçekleşmemiş olması karşısında, Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan genel idari yargı yerlerine ait olduğu sonucuna varıldığı; açıklanan nedenle, 2247 sayılı kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

    İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine AYİM Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada genel idari yargının, AYİM Savcısı Yasin TEKAKÇA’nın ise askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, askerlik görevi sırasında hastalanarak ölen erin babasının maddi ve manevi tazminat isteminden ibarettir.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Dava, davacının oğlu Top.Er O. G. 'ün muvazzaf askerlik hizmetini yapmakta iken rahatsızlandığı, tedavisinde gerekli özenin gösterilmediği, idari hizmetin gereği gibi ifa edilmediği ve ihmaller sonucu ölüm olayının meydana geldiği iddialarına dayanmaktadır.

Olayda, adı geçen erin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının oluştuğu sonucuna varılmıştır. Bu duruma göre, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca yapılan başvurunun kabulü ile İdare Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 15. İdare Mahkemesi’nce verilen 19.10.2007 gün ve E:2006/425 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde Üye Nüket YOKLAMACIOĞLU’nun KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

KARŞI OY

Anayasa'nın 157 nci maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 20 nci maddesi hükümlerine göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için; dava konusu idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

1602 sayılı Yasanın 20 nci maddesi ikinci fıkrasında; bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır hükmü yer almış olup, davacıların oğlunun maddede sayılan asker kişilerden olması nedeniyle dava konusu işlemin de asker kişiyi ilgilendirdiği kuşkusuz bulunmaktadır.

Diğer taraftan, bir idari işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığının saptanabilmesi için konusunun irdelenmesi ve askeri usul ve yönteme, askeri kural ve gereklere göre tesis edilmiş olması halinde, işlemin askeri hizmete ilişkin olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının oğlunun, askerlik hizmeti sırası da 3.10.2005 günü sabah sporundan sonra rahatsızlandığı ve tabur vizite odasına gönderildiği, muayene sonucu iki adet iğne ve 1 gün yatak istirahatı verildiği, aynı gün öğleden sonra tekrar rahatsızlandığı ve tabur vizite odasına gönderildiği, aynı iğnelerin tekrar yapıldığı ve yatak istirahatı süresinin iki güne çevrildiği, akşam olunca şikayetlerinin artması üzerine Revir Baştabipliğine sevk edildiği, yapılan muayene sonucu miyalji (kas ağrısı) teşhisi konularak bir gün yatak istirahatı verildiği, 4.10.2005 tarihinde viziteye çıktığı, muayene edildikten sonra mide yanması ile ilgili ilaç verildiği, 7.10.2005 tarihinde tekrar viziteye çıktığı, alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı konularak, buna ilişkin ilaçlar ile iki gün yatak istirahatı verildiği, 8.10.2005 günü sabahı vefat ettiği, otopsi raporunda myokard enfarktüsü ve komplikasyonları sonucu vefat ettiğinin belirtildiği; buna karşılık Davacının, oğlunun hastalığının tedavisinde idarenin kusuru sonucunda ölümün vuku bulduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, olayda Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakması için yasanın aradığı "asker kişiyi ilgilendirme" koşulu oluşmuş, ancak "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşulu oluşmamıştır.

Her iki koşulun birlikte gerçekleşmemiş olması karşısında, Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan genel idari yargı yerlerine ait bulunmaktadır.

Belirtilen durumda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının 2247 sayılı Yasanın 10 uncu maddesine göre yaptığı başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.

                                   Üye

                    Nüket YOKLAMACIOĞLU

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/61

KARAR NO: 2008/291

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.S.

Vekili         : O.M.

Davalı        : Armutalan Belediye Başkanlığı

O L A Y     : Armutalan Belediye Başkanlığı’nın 18.5.2005 gün ve 185 sayılı Encümen Kararı ile, Belediye zabıta memurlarınca yapılan denetimler sırasında, Merkez Mahallesinde, Marmaris Kent Sitesi No:45 Armutalan adresinde A. S. tarafından yapılmakta olan tamirat ve tadilat çalışmalarının, Belediye Meclisinin 04.03.2005 tarih ve 10 No.lu Meclis Kararı ile belirlenen 15 Nisan 2005 ile 31 Ekim 2005 tarihleri arasındaki inşaat yasağı uygulamasına uymadığı tespit edildiğinden yapı sahibi Atika Saltık adına 11.05.2005 tarih 1733 no.lu zabıt varakası; ayrıca 16.05.2005 tarihindeki denetimlerde de inşaat çalışmalarına tüm uyarılara rağmen devam edildiği tespit edildiğinden ayrıca 16.05.2005 tarih ve 1739 no.lu zabıt varakasının tanzim edilmiş olduğu; sonuç itibariyle, Belediye Meclisinin 04.03.2005 tarih ve 10 no.lu Meclis Kararıyla belirlenen inşaat yasağı süresine uymadığından dolayı, yapı sahibi A. S.’a her iki zabıt varakasına istinaden toplam 5.000,00 YTL para cezası verilmiştir.

Söz konusu kararın 1.6.2005 tebliğ tarihli “Karar ve Tebliğ Kağıdı”nda, Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında Kanuna istinaden ceza verildiği görülmüştür.

Davacı, 5.000YTL para cezası ile tecziyesine ilişkin söz konusu Encümen Kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 29.9.2005 gün ve E:2005/1911, K:2005/1384 sayı ile, davanın 3194 sayılı Kanun uyarınca davacının 5.000YTL para cezası ile tecziyesine ilişkin Armutalan Belediye Encümeni'nin 18.5.2005 gün ve 185 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış olduğu; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun, 2., 3., 16., 27., geçici 2.ve 3. madde hükümlerinden bahisle; Kanunun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında 1.6.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun uygulanmasının gerekeceği; bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Bu kez Davacı vekili, 1.6.2005 tebliğ tarihli Ceza ihbarnamesinin ve Armutalan Belediye Encümeninin 18.5.2005 tarihli kararının iptali istemiyle, adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MARMARİS 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.5.2007 gün ve D. İş 2006/311 sayı ile, dosya tetkik edildiğinde; Davacı vekilinin sunduğu 27.3.2006 gün­lü dilekçesi ile 18.5.2007 gün ve 185 sayılı Armutalan Belediye Encümeninin verdiği 5.000. YTL. (beş bin yeni Türk lirası) tutarında idari para cezasına itiraz ile iptaline, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiş olduğu; Muğla İdare Mahkemesinin 12.12.2006 tarih ve 2005/1911 E-2005/1384 K. kararı ile davada görev yönünden reddine karar verilmiş olmakla, Mahkemelerinin 29.12.2006 gün ve 2006/311 D.İş-Karar sayılı kararı ile davanın, başvurunun yasal süresinde yapılmadığından bahisle itirazın Reddine kararı verilmiş olduğu, itiraz üzerine dosyanın Muğla Ağır Ceza Mahkemesine gönde­rilmiş bulunduğu; Muğla 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24.4.2007 gün ve 2007/238 D.İş Es ve Karar No.lu kararı ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsiz olduğuna karar vermekle itirazı bu yönüyle kabulüne karar verdiği; açıklanan gerekçe ile Kabahatler Kanunun 27/8. maddesi uyarınca itiraz konusuna bak­ma görevi idare mahkemesinin görev alanında olması nedeniyle mahkemelerinin görevsizliğine karar verilmiş olduğu; sonuçta, İdare Mahkemesinin karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5560 sayılı kanunun 34. maddesi ile değişik 5326 Kanunun 27/8 maddesi gereğince görevli mahkemenin İdare mahkemesi olması sebebiyle Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanunun, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanunla değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

 Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş, 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1608 sayılı Kanunda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Marmaris 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 10.5.2007 gün ve D. İş 2006/311 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

.Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/98

KARAR NO: 2008/296

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. maddesine aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S.A.

Davalı        : Keşan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği

 

O L A Y     : Davacıya, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık(hız sınırını ihlal) nedeniyle, 11.5.2007 tarih, 197513 sayılı Trafik Ceza Tutanağı ile para cezası verilmiştir.

Davacı, söz konusu para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KEŞAN SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.10.2007 gün ve D.İş No:2007/394, K:2007/394 sayı ile, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezası karar tutanağının itiraz edenin yüzüne karşı verildiği, Uyuşmazlık Mahkemesine 6.3.2006 tarih 2006/7 esas 2006/27 karar sayılı kararı ve Yargıtay 7.CD sinin 27.3.2007 tarih ve 2005/3487 esas 2007/2048 karar sayılı ilamında açıklandığı üzere, 2918 sayılı kanunda öngörülen idari para cezasının yüze karşı uygulanması halinde idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı mahkemesinde görülmesinin gerektiği, itiraza bakmaya Edirne İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, aynı istekle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ; 15.2.2008 gün ve E:2008/176. sayı ile 5326 sayılı Kanun'un 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile değişik 3., Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinin 1. ve 8. bendinden bahisle; davacıya 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 51. maddesine aykırılıktan 108,00-YTL para cezası verildiği, bu işleme karşı Keşan Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz edildiği, Mahkemenin görevsizlik kararı verildiği, ve bu karar üzerine davacı tarafından mezkur para cezasının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı; mevzuatın değerlendirilmesinden, 5326 sayılı Kanun'un 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile değişik 3. maddesinde, idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin ancak diğer kanunlarda aksine bir hükmün bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer genel hükümlerinin ise idari para cezasıyla veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağının hüküm altına alındığı, dolayısıyla 5326 sayılı Kanunun 3. maddesi başlığında da görüleceği üzere Kabahatler Kanunu'nun genel bir kanun niteliği taşıdığı, görevli yargı merciinin tayinine dair cezaya müstenit ilgili Kanunda hükme yer verilmemesi halinde 5326 sayılı Kanunun tatbik edileceğinin benimsendiği, 5326 sayılı Kanunun 3. maddesinin atıf yaptığı Kanun yollarına dair 27. maddesinde ise idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine dair idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvuru yolunun düzenlendiği, ancak idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının da bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görüleceği; olayda ise, dava konusu edilen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı; bu durumda, 5326 Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağından, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 1. bendi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girdiği; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi yarınca görevli yargı merciinin tayin ve tespiti için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve dosyanın anılan Mahkeme'ye gönderilmesine ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,”Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 51. maddesinin ikinci fıkrasında, hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını aşan sürücülere para cezası uygulanacağı kurala bağlanmıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

 a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

 b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği

durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Keşan Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 9.10.2007 gün ve D.İş No:2007/394, K:2007/394 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/115

KARAR NO: 2008/297

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2813 ve 406 sayılı Kanunlar dayanak alınarak çıkarılan Yönetmelik uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş.

Vekili         : Av. N.A.

Davalı        : Telekomünikasyon Kurumu

Vekili         : Av. M.B.

  

O L A Y     : Telekomünikasyon Kurumu İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün 9.12.2005 günlü işlemi ile, 4.3.2004 tarih ve 25392 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan meskun mahal hakkındaki Tebliğ ile 12.7.2001 tarih ve 24460 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik kapsamına dahil edilen sistemlerin bu Yönetmeliğin 9. maddesi gereğince 30 günlük süre içinde sistem bildirimlerinin yapılması gerekmekte olup aksinde bu sistemlere aynı madde gereğince ruhsat ücretinin 50 katı ceza uygulanacağının öngörüldüğü, bu nedenle, 7 adet televizyon sisteminin yukarıda açıklanan 30 günlük süre içinde sistem bildirimi yapılmadığı için toplam 27.401,50YTL tutarında idari yaptırım uygulandığı bildirilmiştir.

Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 18.1.2006 gün ve E:2005/3203, K:2006/10 sayı ile, davanın, STV isimli televizyona ait vericilerin güvenlik sertifikası müracaatlarının Yönetmelikte belirtilen 30 günlük süre içinde yapılmadığından bahisle 27.401,50YTL idari yaptırım uygulanmasına ilişkin 9.12.2005 tarihli işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümü adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğundan, davanın görev yönünden reddinin icap ettiği, öte yandan, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 21.11.2005 tarih ve E:2005/76, K:2005/102 sayılı kararıyla da, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamına giren ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği (1.6.2005) tarih itibariyle idari para cezasına karşı açılan davada adli yargı yerinin görevli olduğuna karar verildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

GEBZE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.11.2007 gün ve 2007/131 Müteferrik sayı ile, Üsküdar 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce 9.5.2006 tarihinde verilen yetkisizlik kararı üzerine Kocaeli Sulh Ceza Mahkemesine ve Kocaeli 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2006/826 değişik iş numaralı, 21.11.2006 tarihli yetkisizlik kararı üzerine de Mahkemelerine gönderilen dosyada; televizyon vericiIerinin; Kocaeli Gebze Gaziler Tepesi, Kocaeli Kandıra Karaüzüm Tepesi, Kırklareli Merkez, Çanakkale Çan, Bursa Merkez, Tekirdağ Çorlu, Tekirdağ Merkez' de bulunduğu, idari para cezasının STV nin 500 metre yaşam alanında bulunan televizyon vericileri hakkında olduğu görülmekle, Mahkemelerince Gebze Gaziler Tepesindeki televizyon vericisi hakkında düzenlenen idari para cezasına ilişkin işlem dosyası müteferrik defterin 2007/45 numarasına kaydolunarak diğer yerlerdekiler yönünden evrak tefrik edilmek suretiyle; Tekirdağ Merkez'den yayın yapan STV televizyon vericisi hakkındaki idari para cezası yönünden evrak tefrik olunarak müteferrik deftere kaydolunmakla yapılan açık yargılama sonunda; Mahkemelerinin 2007/50 müteferrik numaralı kararı ile 19.3.2007 tarihinde Mahkemelerinin yetkisizliğine ve dosyanın yetkili ve görevli Tekirdağ Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, Telekomünikasyon Kurumu vekilince yetkisizlik kararına itiraz edildiği, Gebze Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13.5.2007 tarih, 2007/274 Müteferrik sayılı kararı ile itirazın kabulüne karar verdiği, Mahkemelerince Gebze Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/274 Müteferrik sayılı, 13.5.2007 tarihli kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidildiğinde Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 25.9.2007 tarihli, 2007/48361 sayılı yazısı ile kanun yararına bozma yoluna gidilmediğinin bildirilmesi üzerine dosyanın müteferrik defterin 2007/131 sırasına kaydının yapılarak devam eden açık yargılama sonunda; itiraz eden vekilinin 23.3.2006 tarihli dilekçesi ile 5326 sayılı Yasa’nın 27/2. maddesi gereğince Telekomünikasyon Kurumu A.Ş. İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün 9.12.2005 tarihli 7 adet televizyon sisteminin 30 günlük süre içinde sistem bildirimi yapılmadığı için toplam 27.401,50YTL miktarlı idari para cezasının yerine getirilmesinin durdurulmasını, dava sonucunda hukuka aykırı idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce aynı uyuşmazlık hakkında 2005/3203 Esas, 2006/10 Karar numarası ile 18.1.2006 tarihinde 2577 sayılı Kanun’un 15/1 maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar verildiği, itiraza ve iptale konu uyuşmazlığın bir idari işlemden kaynaklandığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/a maddesi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3 ve 12. maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158. maddesi, hukukun genel ilkeleri dikkate alındığında, idarenin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olduğundan, uyuşmazlığın çözümünde idari yargının yetkili ve görevli görüldüğü gerekçesiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesi ve CMK’nın 3 ve 4. maddeleri gereği görevsizlik kararı vererek, karar kesinleştiğinde, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15/1-a maddesi gereği Mahkemeleri ile İdare Mahkemesi arasında görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın re'sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Gebze 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan ve Tekirdağ Merkez'den yayın yapan STV televizyon vericisi hakkındaki idari para cezası(3.914,50YTL) yönünden doğan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 12.7.2001 tarih ve 24460 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 10 kHz-60 GHz Frekans Bandında Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Söz konusu Yönetmeliğin 1. maddesinde; bu Yönetmeliğin amacının, elektromanyetik alan oluşturan sabit telekomünikasyan cihazlarını kuruluş yeri, montajı ve denetlenmesine ait hususları, elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda; çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek muhtemel olumsuz etkileri giderebilmek amacıyla kabul edilen elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerini, ölçüm yöntemlerini ve ölçüm yapacak kuruluşları ve ölçüm sonuçları elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerine uygun olmayan sabit telekominikasyon cihazlarının limit değerlere uygun hale getirilmesine ilişkin, usul ve esasları ve bunlara uyulmaması halinde işleticiler/işletmecilere uygulanacak müeyyideleri belirlemektir, denilmiş; “Yasal Dayanak” başlıklı 3. maddesinde, 4502 sayılı Kanunla değişik 2813 sayılı Telsiz Kanunu ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun ilgili maddelerine dayanılarak hazırlandığı ifade edilmiş; 15.2.2002 tarih ve 24672 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle değişik 9. maddesinde ise; “ Bu Yönetmelik kapsamında kurulacak sabit telekomünikasyon cihazları için EK-B’de yer alan sabit telekomünikasyon cihazı müracaat değerlendirme formu ile müracaat edilir. Cihazın işletmeye alınmasını müteakip, yapılacak ölçüm sonuçlarını gösteren Ek-A’da yer alan ölçüm değerleri formunun doldurularak en geç 30 gün içinde, Kuruma gönderilmesi zorunludur. Aksi takdirde cihaz ruhsat ücretinin 50 katı ceza uygulanır" kuralına yer verilmiştir.

Yönetmeliğin dayanağını oluşturan Kanunlardan 2813 sayılı Telsiz Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrasının (j) bendinde(Ek: 27/1/2000 - 4502/16 md.), Telsiz haberleşmesi ve telekominikasyon hizmetleri ve altyapının işletimi ile ilgili olarak görev alanına giren konularda yönetmelik çıkartmak veya diğer idari işlemleri yapmak, işletmeciler, aboneler, kullanıcılar ve Türk Telekominikasyon sektörünü etkileyen tüm gerçek ve tüzel kişilerin ilgili mevzuata uymasını denetlemek, bu hususta ilgili makamları harekete geçirmek ve gereken hallerde kanunlarda öngörülen yatırımları uygulamak” Telekomünikasyon Kurumu’nun görevlerinden biri olarak sayılmıştır.

406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 2. maddesinin (f) bendinde, “(Değişik : 12/5/2001 - 4673/2 md.), Kurum; Türk Telekom dahil işletmecilerle imzaladığı sözleşmelerin ve verdiği genel izin ve telekominikasyon ruhsatlarının şartlarına uyulmasının sağlanması için gereken tedbirleri almaya, faaliyetle-rin mevzuat ile görev ve imtiyaz sözleşmesi,telekominikasyon ruhsatı veya genel izin şartlarına uygun yürü-tülmesini izleme ve denetlemeye, aykırılık halinde ilgili işletmecinin bir önceki takvim yılındaki cirosunun %3'üne kadar idari para cezası uygulamaya, milli güvenlik, kamu düzeni veya kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesi amaçlarıyla gerekli tedbirleri almaya, gerektiğinde tesisleri tazminat karşılığında devralmaya ya da ağır kusur halinde imtiyaz sözleşmesini, telekominikasyon ruhsatını ya da genel izni iptal etmeye yetkilidir. (Ek cümle: 4/5/2007-5651/12 md.) Bu ida­rî pa­ra ce­za­la­rı­na iliş­kin ka­rar­la­ra kar­şı, 6.1.1982 ta­rih­li ve 2577 sa­yı­lı İda­rî Yar­gı­la­ma Usu­lü Ka­nu­nu hü­küm­le­ri­ne gö­re ka­nun yo­lu­na başvurula­bi­lir.

(Ek paragraf: 16/6/2004-5189/1 md.) Bu Kanuna ve 5.4.1983 tarihli ve 2813 sayılı Telsiz Kanununa göre Kurum tarafından verilen idarî para cezaları, 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine tâbi olup, Kurumun bildirimi üzerine Maliye Bakanlığınca tahsil olunur”; (g) bendinde, “Yukarıdaki hükümlerin, cezaların ve 4 üncü maddede belirtilen ilkelerin uygulanma esaslarını göstermek üzere yönetmelikler çıkarılır”; anılan Yasanın 28. maddesinde ise, “İşbu fasıldaki efal ve harekatı memnuadan mütevellit bilümum zarar ve ziyanı fail ve müsebbipleri tazmin ile mükelleftir.

(Ek: 24/4/2003-4854/5 md.) Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları o yerin en büyük mülkî amiri tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur” denilmiştir.

Bu düzenlemelerden, 10 kHz-60 GHz Frekans Bandında Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkında Yönetmeliğin dayanağını 2813 ve 406 sayılı Yasaların oluşturduğu; 406 sayılı Yasa’nın 2. ve 28. maddelerinde de, idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı idare mahkemesine itiraz edilebileceği anlaşılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" hükmü yer almıştır.

Bu düzenlemeye göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

10.11.2008 gün ve 27050(Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5.11.2008 gün ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 66. maddesi ile, yukarıda sözü edilen 406 sayılı Kanun’un 2 ve 28. maddeleri yürürlükten kaldırılmış ve 67. maddesi ile, 2813 sayılı Kanun’un adı “Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun Kuruluşuna İlişkin Kanun” olarak değiştirilmiştir.

5809 sayılı Yasa’nın 3. maddesinde, bu Kanunda geçen Kurumun, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nu ifade ettiği belirtilmiş; 61. maddesinde, “(1) Kurum tarafından verilen idarî para cezaları, 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi olup, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde Kurum hesaplarına ödenir. Bu süre içerisinde ödenmeyen idarî para cezaları, Kurumun bildirimi üzerine ilgili vergi dairesince 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil olunur. Kurum tarafından verilen idarî para cezalarına karşı açılacak davalar hakkında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uygulanır. (2) Tahsil olan idarî para cezalarının tamamı Kurum hesaplarına aktarılır”, 65. maddesinde, “(1) Diğer mevzuatta, hizmet alanları itibariyle, 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ve 5/4/1983 tarihli ve 2813 sayılı Telsiz Kanununa yapılan atıflar ile bu kanunların kendi içinde yapılan atıflar, konuları itibariyle bu Kanuna yapılmış sayılır. (2) Diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz. (3) Diğer mevzuatta geçen “Telekomünikasyon Kurumu” ibaresinden “Kurum”; “Telekomünikasyon Kurulu” ibaresinden de “Kurul” anlaşılır” denilmiş; geçici 1. maddesinde ise, “(1) Bu Kanunda öngörülen düzenlemelerin yürürlüğe gireceği tarihe kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilir. Kurum, bu Kanunun İkinci Kısım Birinci Bölümünde yer alan yetkilendirme ile ilgili hükümler yürürlüğe girinceye kadar mevcut mevzuat uyarınca yetkilendirme yapabilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, işletmecilerin ilgili mevzuatına uygun olarak sahip oldukları geçiş hakları devam eder. (2) Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Kurum tarafından verilmiş ancak henüz tahsili gerçekleşmemiş olan idarî para cezaları hakkında da 61 inci madde hükmü uygulanır” hükmü yer almıştır.

Yukarıda yer alan hükümlerin incelenmesinden, 5809 sayılı Yasa’nın da idari para cezalarına itirazda idari yargı yerini görevli kıldığının kabulü gerekir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, yukarıda sözü edilen 5326 sayılı Kanun ve 5809 sayılı Kanun hükümleri ve görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2813 ve 406 sayılı Yasalar dayanak alınarak çıkarılan “10 kHz-60 GHz Frekans Bandında Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesi uyarınca” verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının Tekirdağ Merkez'den yayın yapan STV televizyon vericisi hakkındaki idari para cezasına(3.914,50YTL) ilişkin kısmının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gebze 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin 18.1.2006 gün ve E:2005/3203, K:2006/10 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ Tekirdağ Merkez'den yayın yapan STV televizyon vericisi hakkındaki idari para cezasına(3.914,50YTL) İLİŞKİN KISMININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/145

KARAR NO: 2008/301

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Ş.B.

Vekilleri     : Av. A.K., Av.C.K.

Davalı        : İçişleri Bakanlığı

O L A Y     : 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24. maddesinin (a) bendine aykırılıktan dolayı, aynı Kanunun 36. maddesinin (i) bendi uyarınca davacıya ait eşyaya el konulmuş, 28.10.2005 gün ve 8418 no.lu İdari Para Cezası Kararı ile de, davacı adına idari para cezası kesilmiştir.

Davacı vekili, müvekkilinin para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 8.3.2006 gün ve E:2006/288, K:2006/341 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 3., 16., I9., 27., Geçici 2. ve Geçici 3. maddelerinden bahisle Kanunun hükümlerinin incelenmesinden 1.6.2005 tarihinden itibaren sulh ceza mahkemesine başvuru öngörülerek, idari para cezalarının İdare mahkemelerinin görev alanından çıkarılmış bulunduğu; bu durumda, 1380 sayılı yasa uyarınca verilen idari para cezasına ilişkin uyuşmazlığın çözümlenmesi görevinin, 5326 sayılı Yasa uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine ait olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Yasasının 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ERDEK SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.11.2007 gün ve Değ.İş.E:2006/202, Değ.İş. K:2006/202 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 3/1-a bendine göre, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişin hükümleri diğer kanunlarda aksine bir hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeni ile 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununun ek 3.maddesinin son fıkrasına göre, bu kanuna dayalı olarak verilen idari para cezalarına karşı idare mahkemesine itiraz edileceğinin belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24/a maddesinin ihlal edildiğinden bahisle, 36. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

22.3.1971 tarih ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun “Şümul” başlıklı 1.maddesinde, “Bu Kanun su ürünlerinin korunması, istihsali ve kontroluna dair hususları ihtiva eder.” denilmiş, Trol başlıklı 24. maddesinin (a) bendinde, İçsular, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında her çeşit trol ile su ürünleri istihsalinin yasak olduğu belirtilmiş; “Cezalar” başlıklı 36. maddesinde, bu Kanundaki ve bu Kanuna göre çıkarılacak yönetmeliklerdeki yasak, sınırlama ve yükümlülüklere aykırı hareket edenlere verilecek cezalar gösterilmiş, maddenin birinci fıkrasının (i) bendinde, 24 üncü maddenin (a) bendinde belirtilen alanlarda trol ile su ürünleri istihsalinde bulunanların üç milyar lira idari para cezası ile cezalandırılacakları; Ek Madde 3’te ise, bu Kanunun 36 ncı maddesinde yer alan idarî para cezalarının kimler tarafından kesileceği belirtildikten sonra, Cezalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. İdarî para cezalarına karşı cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idare tarafından verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır. İtiraz üzerine verilen karar kesindir” hükmüne yer verilmiştir.

1380 sayılı Yasa’nın Ek 3. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 1380 sayılı Kanun’un 24. maddesine aykırılıktan dolayı aynı Kanunun 36. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 8.3.2006 gün ve E:2006/288, K:2006/341 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/158

KARAR NO: 2008/304

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T: 2918 sayılı Yasanın 48/5. ve 47/1-a maddelerinin ihlali nedeniyle trafik zabıtasınca davacıya para cezası verilmesine ilişkin tutanağın iptali istemiyle açılan davanın,5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3.maddesi ve aynı Kanunun 27.maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : F.İ.Ö.

Vekili         : A.S.G.

Davalı        : Marmaris Kaymakamlığı

O L A Y     : Davacıya, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. ve 47/1-a maddelerine aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca 3.8.2007 tarih, DZ-424146 seri no.lu trafik ceza tutanağı ile 608.00 YTL. para cezası kesilmiş; aynı tarihte düzenlenen 48937 no.lu sürücü belgesi geri alma tutanağı ile de 6 ay süreyle sürücü belgesine el konulmuştur.

   Davacı vekilince, sürücü belgesine el konulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Muğla İdare Mahkemesi'nin E:2007/1938 sayısına kayıtlı dava açılmış; Başkanlıkça sorulması üzerine, Mahkemece gönderilen karar örneğinden, davanın esasının incelenerek, 24.4.2008 gün ve K:2008/786 sayılı karar ile sonuçlandırıldığı ancak henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır.

Öte yandan davacı vekilince; para cezasının kaldırılması istemiyle de 16.8.2007 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MARMARİS 2.SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.9.2007 gün ve E:2007/594 D.İş sayı ile, Kabahatler Kanununun 27/8. maddesinde "İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari vargı merciinde görülür. " açık hükmü karşısında somut olay incelendiğinden ve başvuran vekilinin, sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin İdare Mahkemesi'ne dava açıldığını belirtilmesi karşısında, alkollü araç kullan­maktan dolayı verilen idari para cezasına itiraza bakma görevinin mahkemelerinin görevinde değil, Muğla İdari Yargı Mahkemesinin görevinde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle bu defa, 22.10.2007 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ;1.11.2007 gün ve E:2007/2415, K:2007/2136 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi'nde; Bu Kanunun;

a)    İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı, aynı Kanun'un 16. maddesinde, Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilerek, idari tedbirlerin de, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu, 27. maddesinin 8. fıkrasında; İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görüleceğinin hüküm altına alındığı; anılan yasa hükmü uyarınca; İdarî yaptırım kararlarına karşı, açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması durumunda adli yargının görevli olduğu, yargı yoluna ilişkin açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda veya aynı kişiyle ilgili olarak, idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yargı merciinde dava açılabileceğinin anlaşıldığı; bu durumda, dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili yasada idari merciine dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması nedeniyle ve idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmemesi nedeniyle, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir.Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasanın 48/5. ve 47/1-a maddelerinin ihlali nedeniyle trafik zabıtasınca davacıya para cezası verilmesine ilişkin tutanağın iptali isteminden ibarettir.

Uyuşmazlığın çözümü için; aynı maddi olaydan kaynaklanan sürücü belgesinin 6 ay süreyle geri alınması işlemi, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde; sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin işlemlerin ayrıntılı idari kurallarla düzenlendiği, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde sürücü belgesinin geçici olarak geri alınması hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği, aynı şekilde 5326 Sayılı Kanun’un 19. maddesinde de ehliyetin belirli bir süre için geri alınmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı hususu da dikkate alındığında; sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.

Kaldı ki, Davacı vekilince, sürücü belgesine el konulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Muğla İdare Mahkemesinde açılmış olan davanın, Mahkemece esasının incelenerek sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır.

Uyuşmazlığın esasını oluşturan para cezası verilmesi işlemine gelince:

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Alkollü içki, uyuşturucu veya keyif verici maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı”nı düzenleyen 48. maddesinin değişik beşinci fıkrasında, yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgelerinin altı ay süreyle geri alınacağı ve haklarında para cezası uygulanacağı (…) öngörülmüş;Kanunun 47. maddesinde, trafik işaretlerine uyma zorunluluğu ve bu zorunluluğa uymamanın müeyyidesi düzenlenmiş; aynı Yasa’ya 8.3.2000 tarih ve 4550 sayılı Yasa ile eklenen Ek 13. maddede, “Bu Kanunda yazılı suçlardan 48 inci maddede gösterilen ‘ alkollü araç kullanmak’ suçunu birinci ve ikinci defasında işlemek, 51 inci maddenin üçüncü fıkrasında geçen ‘ bir yıl içinde hız sınırını beş defa ihlâl etmek’ , 118 inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı ‘100 ceza puanını doldurmak’ suçlarından birinin tespiti halinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması işlemlerine bu Kanunun 6 ıncı maddesinde sayılan trafik görevlileri yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın(sürücü belgesinin 6 ay süreyle geri alınması) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 48. ve 47. maddeleri uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Muğla 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 1.11.2007 gün ve E:2007/2415, K:2007/2136 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/165

KARAR NO: 2008/306

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İ.O.

Davalı        : Bozkır Kaymakamlığı

  

O L A Y     : Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Bozkır İlçe Müdürlüğü’nün 21.4.2006 gün ve 412 sayılı işlemi ile, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesinin (f) bendi gereğince davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BOZKIR SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.1.2007 gün ve E:2006/81 D. İş, K:2007/4 D. İş sayı ile, Bozkır Kaymakamlığı İlçe Tarım Müdürlüğü'nün 21.4.2006 tarih ve 412 no’lu ceza tutanağı ile, itiraz edene kesilen toplam 1647.-YTL para cezasına İ. O. tarafından itiraz edildiği, itiraz eden, Bozkır İlçe Tarım Müdürlüğü tarafından 21.4.2006 tarihinde aleyhine tertip edilen ve 4.5.2006 tarihinde tarafına tebliğ olunan idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, İ. O.'a 3285 sayılı Yasa’nın 47. maddesinin f ve d bentleri uyarınca para cezasının kesilmiş olduğu, bu ceza tutanaklarına karşı itirazın süresinde yapıldığının anlaşıldığı, 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 31. maddesiyle değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin 1. fıkrasının a bendi uyarınca ilgili kanunda açıkça kanun yollarının gösterilmediği durumlarda Kabahatler Kanunu’ndaki kanun yollarının geçerli olacağı belirtildiğinden ve itiraza konu ceza tutanaklarının dayanağı olan 3285 sayılı Yasa’nın 56. maddesinde açıkça itiraz mercii idare mahkemesi olarak gösterildiğinden, tüm bu açıklamalar doğrultusunda İ. O.'un itirazına konu para cezasına ilişkin itirazı inceleme ve karara bağlama hususunun idare mahkemelerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 4.3.2008 gün ve E:2007/768 sayı ile, davacı adına veteriner sağlık raporsuz hayvan maddesi naklettiğinden bahisle 3285 sayılı Yasa’nın 47. maddesinin (f) bendi uyarınca, 21.4.2006 tarih ve 412 sayılı işlemle verilen 1647,00YTL idari para cezasının iptali istemiyle Bozkır Kaymakamlığı’na karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasında ise, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin hükme bağlandığı, ancak bu hükmün 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 456. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacı adına veteriner sağlık raporsuz hayvan maddesi naklettiğinden bahisle 3285 sayılı Yasa’nın 47. maddesinin (f) bendi uyarınca 21.4.2006 tarih ve 412 sayılı işlemle verilen 1.647,00YTL idari para cezası kesildiği, bu işlemin iptali istemiyle Bozkır Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan davada anılan Mahkemenin 9.1.2007 tarih ve 2006/81 Değişik İş sayılı kararı ile; 3285 sayılı Yasa’nın 56. maddesi uyarınca idare mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiği, bu kararın temyiz edilmeyerek kesinleştiği, daha sonra 5.3.2007 tarihinde Mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargı mercilerinin yetkili ve görevli olduğunu belirten 56. maddenin 2. fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olması ve bu konuda anılan Kanunda başka bir hüküm bulunmaması karşısında, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen para cezalarında görevli mahkemenin genel kanun niteliği taşıyan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca adli yargı mahkemeleri olduğu sonucuna varıldığı, bu duruma göre davacı adına 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesinin (f) bendi uyarınca 1.647,00YTL idari para cezası kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış olan iş bu davanın görüm ve çözümünde adli yargı mercileri görevli olup, Mahkemelerince esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi gereğince, Bozkır Sulh Ceza Mahkemesi'nin 9.1.2007 tarih ve 2006/81 Değişik İş sayılı kararı ile görev yönünden reddedilmesi üzerine Mahkemelerinde açılmış bulunan işbu davanın adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğundan, dava dosyası ve eklerinin görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli merciin belirlenmesine ilişkin karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3285 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (f) bendine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

8.5.1986 tarih ve 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 19.4.2001 tarih ve 4648 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile değişik 47. maddesinin (f) bendinde, bu Kanunun 22 nci maddesinin birinci fıkrası ile 24 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükümleri saklı kalmak şartıyla; menşe şahadetnamesi veya veteriner sağlık raporu olmayan hayvan ve hayvan maddelerini taşıyan nakil vasıtalarının üç ay süre ile trafikten men edilerek nakil vasıtalarının sahiplerine beşyüzmilyon lira idari para cezası verileceği; 56. maddesinin 4854 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile eklenen 2. fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, bu Kanuna göre verilen idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken; 56. madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara mahallî mülkî amir tarafından karar verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.         

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Bozkır Sulh Ceza Mahkemesi’nin 9.1.2007 gün ve E:2006/81 D. İş, K:2007/4 D. İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/229

KARAR NO: 2008/314

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : H.Y.

Davalı        : İzmir Valiliği

O L A Y     : İzmir Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 20.7.2006 gün ve 16 sayılı idari yaptırım karar tutanağı ile, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 14. maddesinin 2. fıkrası ve 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkrası gereği davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.1.2007 gün ve Değişik İş:2006/210, K:2007/134 sayı ile, itiraz edenin 20.7.2006 tarihli, 16 sayılı karar gereğince kendisine tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptalini talep ettiği, 19.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasa ile değişikliğe uğrayan 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 3/A maddesinin, Kabahatler Yasası’nın idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağını belirlediği, oysa, itirazcıya 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 14/1-2 fıkrası gereğince idari para cezası tahakkuk ettirildiğinin anlaşıldığı, 4915 sayılı Kara Avcılığı Yasası’nın 30/2 maddesinde, idari para cezasına itiraz yerinin idari yargı olduğunun açıkça hüküm altına alındığı, 5326 sayılı Yasa’nın 28/1- b maddesi gereği itiraz olunan idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 26.3.2008 gün ve E:2007/891, K:2008/543 sayı ile, davanın, davacının 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca 706,04 YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun 30. maddesinin ikinci fıkrasında, "Verilen para cezaları, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre sahiplerine tebliğ edilir. Bu cezalara karşı, tebellüğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. Bu konuda idare mahkemelerince verilen kararlar kesindir…" kuralının, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve bu tarih itibariyle yürürlüğe girmiş olan, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 578. maddesinin (pp) fıkrası ile yürürlükten kaldırıldığı, bu durumda, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve bu tarih itibariyle yürürlüğe girmiş olan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 578. maddesi ile 4915 sayılı Kanun uyarınca verilecek para cezalarına karşı idare mahkemelerine itiraz edilebileceğine ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmış ve idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren herhangi bir kararın da verilmemiş olması karşısında, bu Kanuna göre verilen idari para cezalarına karşı açılacak davaların görüm ve çözümünün yukarıda yer alan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca adli yargı mercilerinin görevine girdiği sonucuna varıldığından davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4915 sayılı Kanun’un 5. ve 14. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

1.7.2003 tarih ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 5. maddesinde, av sezonuna; 14. maddesinde, avlanma iznine ilişkin hükümlere yer verilmiş; 30. maddesinin ikinci fıkrasında ise, verilen para cezalarının, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre sahiplerine tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, tebellüğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, bu konuda idare mahkemelerince verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 30. maddenin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" denilmiştir.             

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.1.2007 gün ve Değişik İş:2006/210, K:2007/134 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/240

KARAR NO: 2008/317

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Kartal Rotary Derneği adına E.D.

Davalı        : İstanbul Valiliği

  

O L A Y     : İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü’nün 20.12.2006 günlü Valilik Oluru ile, dernek yöneticisi (dernek başkanı) olan davacı adına 2005 yılına ait dernek beyannamesini vermediğinden bahisle 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 32/l maddesine göre idari para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KARTAL 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.3.2007 gün ve D. İş:2007/590 sayı ile, İstanbul Valiliği’nin 20.12.2006 günlü oluru ile 5253 sayılı Kanun’un 32/1 maddesi gereğince verilen 549.-YTL idari para cezasına itiraz edildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/1-a maddesinden söz ederek, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir…" denilmek suretiyle itiraz merciinin idare mahkemesi olduğunun açıkça gösterildiği, bu nedenle, itiraza konu edilen idari para cezası sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, itiraz başvurusunun reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle başvuru konusu idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5326 sayılı Kanun’un 28/1-b maddesi gereğince başvurunun reddine itiraz olunan idari para cezasının miktarı nedeni ile kesin olarak karar vermiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 19.2.2008 gün ve E:2007/709, K:2008/294 sayı ile, davanın, davacı derneğe 549,00YTL para cezası verilmesine ilişkin 20.12.2007 tarihli işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun "Cezaların Uygulanması" başlıklı 33. maddesinin 4. fıkrasında, bu Kanun uyarınca verilen cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği hükmü yer almakta iken; 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 578. maddesinin (yy) bendi ile 5253 sayılı Kanun’un 33. maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlükten kaldırıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, 5728 sayılı Yasa’nın 578. maddesinin (yy) bendi ile 5253 sayılı Kanun’un 33. maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırıldığından ve artık 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda göreve ilişkin bir hüküm yer almadığından, bu Kanun uyarınca verilen para cezalarında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun göreve ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dosyanın incelenmesinden, İstanbul Valiliği tarafından 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 19. maddesine ve Dernekler Yönetmeliği’nin 83. maddesine göre dernek beyannamesinin zamanında verilmediğinden bahisle aynı Kanunun 32/1. maddesi uyarınca kesilen 20.12.2007 tarihli 549,00YTL para cezasının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; 5728 sayılı Yasa’nın 578. maddesinin (yy) bendi ile 5253 sayılı Kanun’un 33. maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırıldığından ve dava konusu uyuşmazlık 5326 sayılı Kanun uyarınca sulh ceza mahkemelerinin görev alanına girdiğinden davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5253 sayılı Kanun’un 32/l maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4.11.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 32. maddesinin (l) bendinde, 21, 22, 23 ve 24 üncü maddelerde belirtilen bildirim yükümlülüğünü, 19 uncu maddede belirtilen beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmeyen dernek yöneticilerinin beşyüzmilyon lira idarî para cezası ile cezalandırılacağı kurala bağlanmış; 33. maddesinin üçüncü fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının mülkî idare amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, dördüncü fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 33. maddenin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.    

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.           

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.3.2007 gün ve D. İş:2007/590 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/244

KARAR NO: 2008/318

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : P.Uzm. Çvş. olarak görev yaptığı sırada kalp krizi sonucu ölen davacıların oğulları ile ilgili olarak 5434 sayılı Kanun’un vazife malullüğü hükümlerinin uygulanamayacağı yolunda Emekli Sandığınca tesis edilen işlem, askeri hizmete ilişkin bulunduğundan, bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ’nde çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : H.E., M.E.

Vekili         : Av. E.E.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

    Emekli Sandığı (Devredilen)

Vekili         : Av. M.A.

O L A Y     : P.Uzm. Çvş. E. E., Çilli Hudut Takım Komutanlığı emrinde g örev yaptığı sırada, 4.7.2006 tarihinde pusu devriye görevinin ifası sırasında, kaçakçıları yakalamak üzere koşarak intikal halindeyken kalp krizi sonucu vefat etmiştir.

(Davalı idarenin 2. savunmasından anlaşıldığına göre, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nce, “…koroner arterde ileri derecede daraltıcı vasıfta aterom plağı tespit edilen kişinin ölümünün kalp hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu...” yolunda rapor düzenlenmiştir.)

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü Emekli Sandığı Tahsisler Daire Başkanlığı’nın(Devredilen) 16.5.2007 gün ve 373 sayılı kararı ile, “Ekmekli Sandığı Tahsisler Dairesi Başkanlığından(Devredilen) alınan 14.5.2007 tarih ve 78.632.106 sayılı yazı ve eki dosya incelenerek yapılan görüşme sonunda;

Kara Kuvvetleri Komutanlığı Van 6.Hd.A.K.lığı emrinde P.Uzm.Çvş.olarak görev yapan E. E.’in 4.7.2006 tarihinde Van İli Çaldıran İlçesi Çilli Hudut Karakolu bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yasadışı yollardan giriş yapmaya çalışan bir gruba müdahale etmek amacıyla geldikleri Zahir Tepe bölgesinde geçirdiği kalp krizi sonucunda ölümü sonrası, Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumunca düzenlenen otopsi raporu, Emekli Sandığı Sağlık Kurulunca 9.4.2007 tarihinde incelenerek, ölümünün oluşunda görevinin neden ve etkisinin bulunmadığına karar verildiğinden hakkında, 5434 sayılı Kanunun vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığına” karar verildiği bildirilmiştir.

Şehit E. E. ’in annesi ve babasının vekilince, ölüm olayının oluşumunda görevin etkisinin bulunduğu ileri sürülerek 5434 sayılı Kanun’un vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı yolunda davalı idarece tesis edilen işlemin iptali istemiyle Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü davalı olarak gösterilmek suretiyle genel idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emekli Sandığı(Devredilen) vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada askeri idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ; 29.2.2008 gün ve E:2007/897 sayı ile, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda P. Uzm. Çvş. olarak görev yapmakta iken, 4.7.2006 tarihinde kalp krizi sonucu vefat eden E. E.'in anne ve babası H. – M. E. vekili tarafından, vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmaması işleminin iptali istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na(Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) karşı açılan davada, uyuşmazlığın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu gerekçesiyle davalı idare vekili tarafından görev itirazında bulunulduğunun anlaşıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğuna; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağına işaret edildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinin birinci fıkrasında da aynı hükme yer verildiği, buna göre, AYİM'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında, "Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" denildiği, olayda, her ne kadar davacılar asker kişi değil ise de; esasen, dava konusu işlemin, davacıların statüsüyle ilgili olmaksızın asker kişi olan oğullarının ölümü nedeniyle 5434 sayılı Yasa’ya göre vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olması karşısında, vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına ilişkin işlemlerin "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunu taşıdığının kabulü gerektiği, bu durumda, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için idari işlemin, askeri hizmete ilişkin olup olmadığının incelenmesi ve bunun için de konusuna ve dayanağı olan yasal düzenlemeye bakılması gerektiği, idari işlem, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme göre tesis edilmiş ise, askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edileceği ve bu işlemlere karşı açılan davaların AYİM'de görüleceği, oysa, davanın konusunu, asker kişinin mirasçılarına, 5434 sayılı Yasa’nın vazife malullüğü hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun oluşturduğu, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 12/II-k. maddesiyle vazife malullükleri ile vazifeden doğma ölümleri halinde erlerin Sandıktan faydalanmalarına olanak tanındığı; anılan Yasanın 72. maddesinin dördüncü fıkrasında; 2330 sayılı Yasa kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle geride dul ve yetim bırakmadan hayatlarını kaybetmiş bulunanların baba veya analarına muhtaç olup olmadıklarına bakılmaksızın ölüm tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanacağı yolunda hükme yer verildiği, anılan hükümlerden anlaşılacağı üzere, Emekli Sandığı Yönetim Kurulunca, kendi mevzuatına göre vazife malulü olduğu kabul edilen oğulları nedeniyle, davacılara vazife malullüğü yetim aylığı bağlanıp bağlanmayacağı konusunda işlem tesis edilirken ve bu işlemin yargısal denetimi sırasında askeri gerekler, askeri usul ve yöntem yönünden bir değerlendirme yapılması gerekli olmadığından, dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bir yanının bulunmadığının açık olduğu, belirtilen durum karşısında, 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre aylık bağlanmasıyla ilgili işlemlere karşı açılan davanın, genel idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenlerle; görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dava dosyası Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacıların, oğulları olan E. E.'in Van 6 ncı Hudut Alay Komutanlığı emrinde P.Uzm.Çvş. olarak görev yapmakta iken 4.7.2006 tarihinde kaçakçılıkla mücadele görevi esnasında geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiş olduğunu ve oğulları E. E.'in vazifesinin sebep ve tesiri ile vefat ettiğini belirterek aksi yönde tespitte bulunan Emekli Sandığı Vazife Malullüğü Tespit Kurulu'nun kararının iptaline ve davacıların vazife malullüğü hükümlerinden istifade ettirilmelerine karar verilmesi istemiyle Ankara 1 inci İdare Mahkemesi’nde iptal davası açtığı, davalı TC. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nün davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna ilişkin görev itirazı üzerine Ankara 1 inci İdare Mahkemesi’nce 29.8.2008 tarihinde görevlilik kararı verildiği ve davalı idarenin süresi içinde görevlilik kararına itirazı üzerine Ankara 1 inci İdare Mahkemesi’nce Uyuşmazlık Mahkemesi Kanununun 12 nci maddesi uyarınca dava dosyasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığı’na gönderildiğinin anlaşıldığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nce "Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2 nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı, 1602 sayılı Kanun’un 21 nci maddesinin ilk fıkrasına göre, "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denildiği, Anayasa’nın, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” başlıklı 157 nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci ve 21 nci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun askeri idari yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesi gerektiği, 4.7.2006 tarihinde askerlik görevini yerine getirdiği Van'da bulunan 6 ncı Hudut Alay Komutanlığı emrinde P.Uzm.Çvş. olarak görev yapmakta iken kaçakçılıkla mücadele vazifesi esnasında vefat eden davacıların oğulları E. E.'in 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci maddesinin 2 nci fıkrası gereğince asker kişi sayıldığı, bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız olduğu, diğer koşulun ise davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem olduğu, Emekli Sandığı Vazife Malullüğü Tespit Kurulu'nun davacıların oğullarının ölümünün oluşumunda görevinin neden ve etkisinin bulunmadığına ve davacıların malullük hükümlerinden istifade ettirilmemelerinin gerektiğine dair tespit kararının iptali ve davacıların vazife malullüğü hükümlerinden istifade ettirilmeleri istemli davada karar verilebilmesi için, davacıların oğullarının ölümü olayının askerlik görevi sırasında ve askerlik görevinin neden ve etkisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının değerlendirilerek uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesinin gerektiği, bu durumda, dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğu sonucuna varıldığı, yapılan bu açıklamalara göre dava konusu olayda Anayasa’nın 157 nci ve 1602 sayılı AYiM Kanunu’nun 20 nci maddesinde öngörülen idari işlemin "askeri kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli bulunduğunun değerlendirildiği, bu nedenlerle; 2247 sayılı Yasa’nın 10,12 ve 13 üncü maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Ankara 1 inci İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna dair 29.2.2008 tarih ve E:2007/897 sayılı kararın kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Davacıların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Van 6.Hd.A.K.lığı emrinde Piyade Uzman Çavuş olarak görev yaparken Van İli, Çaldıran İlçesi, Çilli Hudut Karakolu bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yasa dışı yollardan giriş yapmaya çalışan bir gruba müdahale etmek amacıyla timi ile birlikte intikal ederken geçirdiği kalp krizi sonucunda ölen oğulları E. E. hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı yolundaki 16.5.2007 günlü, 373 sayılı Vazife Malullüğü Tesbit Kurulu kararına karşı Ankara 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, Anayasa’nın 157 nci maddesine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün yer aldığı, anılan kurala göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, dosyanın incelenmesinden, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Piyade Uzman Çavuş olarak görev yaparken bir grup kaçakçının sınır ihlali yaparak girdiği sorumluluk bölgesine timi ile birlikte koşarak intikal ederken kalp krizi geçirmesi sonucu ölen davacıların oğlu hakkında, 5434 sayılı Yasa’nın vazife malullüğü hükümlerinin uygulanamayacağı yolundaki dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakta olup, bu işlemin tesis edilmesi aşamasında askeri hizmetle ilgili bir değerlendirme yapılmadığı gibi, işlemin yargısal denetimi aşamasında da askeri kural ve gerekler yönünden bir değerlendirme yapılması gerekmediği, bu durumda olayda, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmediği dikkate alındığında, davanın görüm ve çözümünün genel idari yargı yerinin görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1 maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada genel idari yargının, AYİM Savcısı Yasin TEKAKÇA’nın, davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Çilli Hudut Takım Komutanlığı emrinde görev yaptığı sırada, 4.7.2006 tarihinde pusu devriye görevinin ifası sırasında, kaçakçıları yakalamak üzere koşarak intikal halindeyken, kalp krizi sonucu vefat eden P. Uzm. Çvş. E. E.’in anne ve babası tarafından, 5434 sayılı Kanun’un vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı yolunda davalı idarece tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacıların ölen oğullarının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler gözönünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Davacılar tarafından, P.Uzm. Çvş. olarak görev yapan oğullarının görevini yaparken öldüğü ve ölümüne askerlik görevinin neden ve etkisinin bulunduğu ileri sürüldüğüne göre, davacıların oğullarının ölümünün askerlik görevinin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmediğinin saptanmasında, tıbbi bulgu ve değerlendirmelerin yanı sıra askerlik hizmetinin amacı ve askeri görev yerlerinin özellikleri göz önüne alınarak ilgilinin askeri yeterlik ve yetenekleri ile askeri geçmişinin değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Bu durumda, dava konusu işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulü gerekir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 29.2.2008 gün ve E:2007/897 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde Üye Nüket YOKLAMACIOĞLU’nun KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Anayasa'nın 157 nci maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 20 nci maddesi hükümlerine göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için; dava konusu idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmiş olması gerekmektedir.

1602 sayılı Yasanın 20 nci maddesi ikinci fıkrasında; bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır hükmü yer almış olup, davacıların oğlunun maddede sayılan asker kişilerden olması nedeniyle dava konusu işlemin de asker kişiyi ilgilendirdiği kuşkusuz bulunmaktadır.

Diğer taraftan, bir idari işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığının saptanabilmesi için konusunun irdelenmesi ve askeri usul ve yönteme, askeri kural ve gereklere göre tesis edilmiş olması halinde, işlemin askeri hizmete ilişkin olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.

Olayda; davacıların P.Uzm. Çvş. olan oğullarının ölümünün oluşunda görevinin neden ve etkisinin bulunmadığına karar verildiğinden hakkında 5434 sayılı Kanunun vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı yolundaki davalı idare işleminin tesisinde ve bu işlemin yargısal denetiminde, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerinin uygulanması ve uygulanacak olması karşısında, uyuşmazlık konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bir yönünün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, asker kişinin vazife malûlü sayılmamasından kaynaklanan bu dava ve bu davanın çözümüyle varılacak sonuç, asker kişi tanımı dışında kalan bir sivil memur hakkında aynı konuya ilişkin bir dava ve o davanın çözümüyle varılacak sonuçtan farklı olamayacaktır.

Belirtilen durumda, dava konusu işlem asker kişiyi ilgilendirmesine karşın askeri hizmete ilişkin bulunmadığından, Anayasanın 157 nci ve 1602 sayılı Yasanın 20 nci maddesi hükümlerinde öngörülen koşulların birlikte gerçekleşmemiş olması karşısında, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu ve bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının 2247 sayılı Yasanın 10 uncu maddesine göre yaptığı başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki çoğunluk kararına karşıyım.

                                   Üye

                    Nüket YOKLAMACIOĞLU

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/246

KARAR NO: 2008/319

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65. maddesine aykırılık nedeniyle verilen para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Kumyol Yapı ve Plastik San. Tic. A.Ş.

Vekili         : Av. B.O., Av. E.A.

Davalı        : Jandarma Genel Komutanlığı’na İzafeten İçişleri Bakanlığı

 

O L A Y     : Jandarma Genel Komutanlığı 11.J.Trafik Tim Komutanlığı’nın 16.5.2007 gün ve DY/694903 sayılı Trafik Ceza Tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1-b maddesi (Taşıma sınırı üstünde yük alınması veya taşıma sınırı aşılsın veya aşılmasın dingil ağırlıklarını aşacak şekilde yüklenmesi) uyarınca davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ÇORLU SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.9.2007 gün ve E: 2007/594 Müt. sayı ile, her ne kadar itiraz eden vekili tarafından, verilen idari yaptırım kararının iptali, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddeleri uyarınca mahkemelerinden istenmiş ise de; 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 22 Temmuz 2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 1.3.2006 tarih, 2005/108 Esas ve 2006/35 sayılı kararı ile, anılan hükmün Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle iptaline karar verildiği, bu iptal kararı ile birlikte, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren başlayarak altı ay sonra yürürlüğe gireceğinin belirtildiği, mahkemelerince verilen görevsizlik kararının, iptal hükmünün yürürlüğe girdikten sonra verildiğinin anlaşıldığı; yine, 5560 Sayılı Yasanın 31. maddesi ile değişik 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi a bendinde “ idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı”nın belirtildiği; iptale konu işlemin bir idari işlem olduğu, idari işleme karşı açılacak davanın da bir idari dava olduğu, bu davanın da iptal ya da tam yargı davası olacağı; bu davanın, genel hukuk prensibince Anayasa Mahkemesi’nce yapılan iptal ve 5560 Sayılı Yasa ile değişiklik gereği ve 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. ve 12. maddeleri uyarınca, yetkili ve görevli İdare Mahkemesi’nde açılacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

TEKİRDAĞ İDARE MAHKEMESİ; 21.3.2008 gün ve E: 2008/53 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19., 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 5560 sayılı kanunun 31. maddesi ile değişik 3. ve ‘Başvuru Yolu’ başlığını taşıyan 27. maddesinden söz ederek; dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirket adına 2918 sayılı Kanunun 65/1-b maddesine aykırılıktan 2.156.00. YTL idari para cezası düzenlenmesine ilişkin 16.5.2007 tarih ve 69490 sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağının iptali istemiyle dava açıldığının anlaşılmış olduğu, uyuşmazlığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun uygulanmasından kaynaklandığı, anılan Yasa hükmü uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı; bakılan davanın, Çorlu Sulh Ceza Mahkemesinin 13.9.2007 günlü ve E: 2007/594 Müt. sayılı görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra açıldığından, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi zorunluluğunun doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosyanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesince bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 65. maddesine aykırılık nedeniyle düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 65. maddesinde, araçların yüklenmesi ile ilgili kurallar ile bu kurallara uymamanın müeyyidesi düzenlenmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde             " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, Tekirdağ İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Çorlu Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 13.9.2007 gün ve E: 2007/594 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/283

KARAR NO: 2008/325

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre tesis edilen imar para cezasına ilişkin işlemden doğan ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce İdare Mahkemesinde açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : N.B.

Vekili         : Av. E.A.

Davalı        : İzmir Valiliği

O L A Y     : İzmir Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nün 27.4.2004 gün ve 4571 sayılı Valilik Oluru ile, davacı tarafından ruhsatsız olarak yapılan inşaatın, 12.1.2004 tarihinde 1090 sahife no’lu yapı tatil zaptı ile mühürlendiği belirtilerek 3194 sayılı İmar Yasası’nın 42. maddesi uyarınca 1.500.000.000.-TL para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasının kaldırılması istemiyle 4.10.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ; 30.5.2007 gün ve E:2004/1380, K:2007/833 sayı ile, davanın; 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi uyarınca 1.500.-YTL para cezası verilmesine ilişkin 27.4.2004 gün ve 4571 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 31.3.2005 günlü, 25772 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun mülga 3, geçici 3 ve 19.12.2006 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 3. maddesi ile 16 ve 27. maddelerinden söz ederek, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmayacağını kurala bağlayan geçici 2. maddesinin; anılan Kanunun 3. maddesinde değişiklik yapan 5560 sayılı Kanun’da yeni görev kuralının değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükmü olmaması sebebiyle, 5560 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 19.12.2005 tarihinden itibaren uygulanma olanağının kalmadığı, yukarıda belirtilen hususlar ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü somut olayla birlikte değerlendirildiğinde, ancak yıkım kararı ile birlikte para cezası verilmesi durumunda para cezasının iptali istemiyle açılacak davalarda görevli yargı yerinin idare mahkemesi olduğu, sadece para cezası verilmesi durumunda görevli yargı yerinin adli yargı yeri olacağı sonucuna varıldığı, bu durumda, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının görüm ve çözümünün Kabahatler Kanunu hükümleri gereğince sulh ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik karar vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 4. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.4.2008 gün ve E:2008/72 D.İş, K:2008/58 D.İş sayı ile, itiraz edence İzmir Valiliği’nin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca düzenlenen idari para cezasının iptalini istemiş ise de, Anayasa Mahkemesi’nin 5.4.2007 gün ve 2007/35 E - 36 K sayılı kararı ile, İmar Kanu­nu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarının yerleşik yargı kararlarında idari davaya konu oluşturabilecek nitelikte idari işlemler olarak kabul edildiği ve dolayısıyla İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı sulh ceza mahkemesinin görevli olmadığı, idari yargının görevli olduğundan bahisle karar verdiği anlaşılmakla görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Ceza hükümleri” başlıklı 42. mad­desinin be­şinci fıkrasında yer alan “Bu cezalara karşı cezanın tebliğinden itibaren yedi gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir.” yolundaki birinci tümce, Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 gün ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kara­rıyla iptal edil­miş ve iptal nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu yararını bozucu nite­likte görüldüğünden, iptal hük­münün, kararın Resmi Ga­zete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; bu karar, 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı Resmi Gazete’de yayımlan­mıştır.

Anayasanın “Anayasa Mahkemesinin kararları” başlıklı 153. mad­desinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında, “Kanun, kanun hükmünde karar­name veya Tür­kiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararla­rının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştı­rabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.

İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu doldu­racak kanun tasarı veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.” hükümle­rine yer verilmiş; aynı maddenin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi ka­rarları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama yürütme ve yargı or­ganlarını, idare makamlarını, ger­çek ve tüzelkişileri bağlar.” hükmü yer al­mıştır.

Anılan hükümlere göre sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararının hukuki sonuçları incelendiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi­nin beşinci fıkrasında yer alan “Bu cezalara karşı cezanın tebliğinden itiba­ren yedi gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir.” yolundaki bi­rinci tümceye iliş­kin iptal hükmünün, karar 1.2.2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmış oldu­ğuna göre, Anayasa Mahkemesi’nce belirlenen altı aylık sürenin sona erdiği 1.8.2001 gününde yürürlüğe gireceği ve bu süre içinde iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak şekilde yasama organınca herhangi bir düzenleme yapılmadığı anlaşıl­makta olup, bu du­rumda görev kuralı yürürlükten kalktığından görevli yargı yerinin hukukun genel ilkelerine göre saptanacağında kuşkuya yer bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen iptal kararında da, “... Kural ola­rak, idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren ko­nularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda idari yargı­nın görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlen­dirilmesi ko­nusunda yasa koyu­cunun mutlak bir takdir hakkının bulundu­ğunu söylemek olanaklı değildir. İdari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuş­mazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bu­lunması halinde yasa ko­yucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. Ancak itiraz konusu kuralda olduğu gibi bir idari işlemin bir bölümü­nün idari yar­gının, diğer bir bölümün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmamaktadır. Zira bu işlemler, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olup, çıkacak uyuşmazlıkların çözü­münde de idari yargının yetkili olacağı kuş­kusuzdur...” denilmiştir (Anayasa Mahkemesi Ka­rarlar Dergisi S.37.C.1, Sayfa 148) .

Bu durum karşısında, idare hukukunun bir müeyyidesi olan imar para ce­za­sından doğan uyuşmazlıkların 1.8.2001 tarihinden itibaren görüm ve çözü­münde, idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konu­sunda ta­raflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir ya­sayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürür­lüğe girmesin­den sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hüküm­lerinin varlığı ha­linde, mahkemece görevsizlik kararı ve­rilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapı­lan bir ka­nun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gel­miş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) da­vaya bakmaya devam etmesi gerekir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun Geçici 2. maddesinde, “Bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz” denilmesi ve İdare Mahkemesinde davanın 4.10.2004 tarihinde açılmış olması nedeniyle, bakılan uyuşmazlıkta, bu Yasa hükümleri uygulanmayacağından, dava konusu edilen imar para cezasına ilişkin Yasadaki görev hükmü 1.8.2001 tarihinde yürürlükten kalktığına ve kural ola­rak, idare hukukunun müeyyidesi olan idari para cezalarından do­ğan uyuşmaz­lıklarda idari yargı yerleri görevli olduğuna göre, görev kuralı­nın geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, imar para cezasına ilişkin işle­min iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunmakta­dır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     :Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle            İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin 30.5.2007 gün ve E:2004/1380, K:2007/833 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/290

KARAR NO: 2008/329

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.E.Y.

Vekilleri     : Av. A.H.A. – Av. M.E.A.

Davalı        : Muğla Valiliği

O L A Y     : Muğla Valiliği’nin 12.4.2005 gün ve 147 sayılı para cezası kararı ile, yapı veya tesisin ruhsat almadan yapımına başlandığının tespiti üzerine 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesine göre mühürlenmek suretiyle tatil edildiği belirtilerek, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı, 2.6.2005 tarihinde tebliğ edilen bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 20.10.2005 gün ve E:2005/1172, K:2005/1579 sayı ile, davanın, davacının Muğla İli, Marmaris İlçesi, Söğüt Köyü, Cumhuriyet mevkiinde, 149 ada, 020d-12b-2b pafta, 52 parsel sayılı taşınmaz üzerine yapı yaptığından bahisle 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi uyarınca 6.000.-YTL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 12.4.2005 tarih ve 147 sayılı Muğla Valiliği işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu hükümleri incelendiğinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunan ve bu ilişki nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün kanunlardaki idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun gerekçesi ile TBMM Adalet Komisyonu raporundan söz ederek, bütün bu açıklamalar ile Kabahatler Kanunu’nun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında 1.6.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanması gerekeceği, bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümü adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğundan, davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MARMARİS 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.2.2008 gün ve Değişik İş:2006/974 sayı ile, itiraz eden vekili dilekçesinde, Muğla Valiliği’nin, Marmaris İlçesi, Söğüt Köyü, Cumhuriyet mevkiinde yaptığı inşaat dolayısıyla 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca imara aykırı inşaat yapmaktan idari para cezası kesildiğini belirterek idari yaptırım kararının kaldırılmasını talep ettiği,Muğla Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü’nün düzenlediği ceza ihbarnamesinden, kabahatli hakkında ruhsat almadan (kaçak) yapı yaptığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca para cezası düzenlendiği ve yapının 32. maddesi uyarınca mühürlendiğinin anlaşıldığı, yapı tatil zaptında ruhsatsız olarak yapılan yapının mühürlenmek suretiyle tatil edildiğinin belirtildiği, Anayasa Mahkemesi’nin 5.4.2007 tarih ve 2007/35-36 sayılı kararından söz ederek, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 4.6.2007 tarih ve 2007/24-83, 2.7.2007 tarih ve 2007/16-119 sayılı kararlarında da Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna vardığı, dosyada da 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesince, ruhsatsız inşaatının derhal durdurulması, 42. maddesi uyarınca ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine para cezası verildiği, İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesi işlemi, imar mevzuatına aykırı bir yapılanmanın tespiti, önlenmesi veya giderilmesine yönelik idari bir işlemin devamı niteliğinde olduğundan, Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca idari yaptırım kararının yanısıra idari yargının görev alanına giren başka bir kararın da verilmiş olduğunun ve buna bağlı olarak söz konusu para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargının görevli olduğunun kabulü gerektiği, Anayasa’nın 153/son maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanıp yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağından Mahkemelerince bu karar uyarınca karar verildiği, bu nedenle, idari yaptırım kararına karşı yapılan başvuruda Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8 maddeleri uyarınca Mahkemelerinin görevsizliğine, idari yaptırım kararına karşı yapılan başvuruyu inceleme görev ve yetkisinin Muğla İdare Mahkemesine ait olduğuna, 2247 sayılı Yasa’nın 15/1-a maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Marmaris 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın(mühürleme) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ :Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Marmaris 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Muğla İdare Mahkemesi’nin 20.10.2005 gün ve E:2005/1172, K:2005/1579 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/314

KARAR NO: 2008/333

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 38/2. maddesine aykırılık nedeniyle verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : Avrasya Yapı Denetim A.Ş.

Vekili         : Av. S.K., Av. C.K.

Davalı        : Konak Belediye Başkanlığı

O L A Y     : İzmir, Konak Belediye Zabıta Müdürlüğünce düzenlenen İdari Yaptırım Karar Tutanağı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 38-2. maddesini ihlal ettiğinden bahisle (kamuya ait alanı inşaat malzemelerini bırakarak işgal ettiği) davacı şirkete, 300,00 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 6. SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.12.2007 gün ve E:2007/196 D.İş, K:2007/347 sayı ile, başvuran vekilinin dilekçesinde, kamuya ait alana inşaat malzemeleri bırakarak işgal ettikleri gerekçesiyle kesilen cezanın yasaya uygun olmadığını, bu nedenle kaldırılması gerektiğini talep ettiği; Anayasa Mahkemesinin son kararı ve Danıştay 10. Dairesinin birbirini destekleyen kararları göz önüne alındığında, belediyelerin her türlü işlemlerinin idari işlem kapsamında kabul edilmesi ve buna ilişkin itirazların İdare Mahkemelerine yapılması gerektiği gerekçesiyle kesin olarak görevsizlik kararı vermiştir.

Davacı vekili bu kez, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 1.İDARE MAHKEMESİ; 9.4.2008 gün ve E:2008/105 sayı ile, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddesinin (1). ve 8. bendinden söz ettikten sonra; aynı Yasanın 38. maddesinin (2). Bendinde, yetkili makamların açık ve yazılı izni olmaksızın meydan, cadde, sokak veya yayaların gelip geçtiği kaldırımlar üzerine inşaat malzemesi yığan kişiye, belediye zabıta görevlileri tarafından yüz Türk lirasından beşyüz Türk lirasına kadar idari para cezası verileceğinin belirtildiği; dosyanın incelenmesinden; davacı şirket tarafından, kamuya ait alanı inşaat malzemelerini bırakarak işgal ettiği gerekçesiyle 5326 sayılı Yasanın 38. maddesinin 2. bendi uyarınca Konak Belediyesi Zabıta görevlilerince verilen dava konusu para cezasının iptali istemiyle, ilk kez İzmir 6. Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davada görevsizlik kararı verildiği, bunun üzerine bakılan davanın açıldığı ve Sulh Ceza Mahkemesinin sözü edilen görevsizlik kararının 15.2.2008 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı; 5326 sayıl Yasanın, Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E: 2006/75, K: 2006/99 sayılı kararından da sonra yeniden düzenlenen 3. maddesi ile 27. maddesinin hükümlerinden, Kanun Koyucu tarafından idari para cezalarında görevli yargı yerinin, genel olarak Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlendiği; buna göre, para cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin gösterilmediği ve para cezası ile birlikte idari yargının görevine giren bir karar verilmediği hallerde, idarece verilen para cezalarına karşı genel olarak Sulh Ceza Mahkemelerine; ancak para cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin görevli kılınması veya bu durum dışında para cezası ile birlikte idari yargının görevine giren bir idari işlemin tesisi halinde, uyuşmazlığın çözümü için idari yargı yerine başvurulmasının gerektiği; diğer yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca verilen idari para cezalarının Sulh Ceza Mahkemesinde görüleceğinin, anılan Yasanın 27/1. maddesinde açıkça belirtilmiş olduğu; olayda ise, dava konusu idari para cezasının 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 38. maddesinin 2. bendi uyarınca verilmiş olduğu; diğer yandan dava konusu işlemden, bu para cezasının yanında, aynı nedenle başka bir idari yaptırımın da uygulanmadığının anlaşıldığı; bu durumda, davacı şirket adına 5326 sayılı Yasa uyarınca verildiği tartışmasız olan para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün, sözü edilen yasanın anılan maddeleri uyarınca adli yargının görevine girdiği; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5326 sayılı Yasa’nın 38/2. maddesine aykırılık nedeniyle verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

 a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

 b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiş; Kanunun 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu hükme bağlanmış; Kanunun 27. maddesinin (1) bendinde “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya fethimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.” (8). bendinde ise “İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür.” hükümlerine yer verilmiştir.

   Aynı Yasanın “İşgal” başlığını taşıyan 38. maddesinin (2). bendinde, “Yetkili makamların açık ve yazılı izni olmaksızın meydan, cadde, sokak veya yayaların gelip geçtiği kaldırımlar üzerine inşaat malzemesi yığan kişiye, belediye zabıta görevlileri tarafından yüz Türk Lirasından beşyüz Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.”, hükmü yer almıştır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

   İncelenen uyuşmazlıkta, kamuya ait alanı inşaat malzemelerini bırakarak işgal etmek suretiyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 38-2. maddesini ihlal ettiğinden bahisle davacı şirkete, idari para cezası verilmiş; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren başka bir karar verilmemiştir.

Bu durumda, davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.        

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, İzmir 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 31.12.2007 gün ve E:2007/196 D.İş, K:2007/347 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/356

KARAR NO: 2008/344

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5324 sayılı Kozmetik Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Janine Güzellik Enstitüleri San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili         : Av. M.Y.

Davalı        : Sağlık Bakanlığı

O L A Y     : Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü’nün 9.10.2006 gün ve 50399 sayılı işlemi ile, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nun 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin 3. alt bendi uyarınca davacıya idari para cezası verildiği bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.1.2007 gün ve E:2006/294 D.İş, K:2007/97 D.İş sayı ile, itiraz eden vekilinin Mahkemelerine verdiği dilekçesi ile davalı idare tarafından 9.10.2006 tarihli ve 050399 sayılı yazıları ile kozmetik ürün imalatçısı olan şirketin ürettiği ürünlerin güvenli olmadığından bahisle 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının iptalini talep ettiği, 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 3/1-a maddesinden söz ederek, atılı suça ilişkin özel yasa olan 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nun 5/2 maddesinde idari para cezasına itiraz halinde yetkili idare mahkemesinin görevli olduğu, dolayısıyla özel yasadan kaynaklanan görevlendirmenin var olduğu, anlaşmazlığın çözüm yerinin idare mahkemelerine ait olduğunun hüküm altına alındığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 5326 sayılı Yasa’nın 3/1-a maddesi ve 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nun 5/2 maddesi uyarınca görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ; 24.7.2008 gün ve E:2007/611 sayı ile, Janine Güzellik Enstitüleri ve Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili tarafından, müvekkilinin ürettiği ürünlerin güvenli olmadığı gerekçesiyle 5324 sayılı Kanun uyarınca 50.000,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 6.10.2006 tarih ve 5087 olur sayılı işlemin iptali istemiyle Sağlık Bakanlığı'na karşı açılan dava dosyasının incelendiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 5324 sayılı Kozmetik Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasında, “…İdarî para cezası Sağlık Bakanlığınca verilir. Verilen para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları, Bakanlığın bildirimi üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre Maliye Bakanlığınca tahsil olunur" hükmü yer almakta iken, 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 572. maddesi ile, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu'nun idari para cezalarında idare mahkemelerini görevli kılan söz konusu 5. maddesinin değiştirildiği ve yeni yapılan düzenlemede, Kozmetik Kanunu'na göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davalara bakmaya görevli yargı yerini belirleyen herhangi bir hükmün getirilmediği, bu itibarla, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu uyarınca verilen idari para cezalarına karşı açılan davaların görüm ve çözümünde görevli yargı yerinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3 ve 27. maddeleri uyarınca belirlenmesi gerektiği, dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu'nun 4. maddesinin (d) bendinde belirtilen kurala aykırı davrandığından bahisle, aynı Kanunun 5. maddesi uyarınca 50.000,00YTL para cezası verilmesine ilişkin 6.10.2006 tarih ve 5087 olur sayılı işlemine karşı İzmir 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin E:2006/294 D.İşler sayılı dosyasında açtığı davanın, anılan Mahkemenin 23.1.2007 tarihli ve K:2007/97 sayılı kararı ile, idari para cezasına karşı açılan davanın idari yargının görevinde olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedildiği, bu kararın kesinleşmesi üzerine, para cezasının iptali istemiyle 28.2.2007 tarihinde Mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde, bu Kanunun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanmasının öngörülmesi, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu'nun 5. maddesinde yapılan değişiklik ile, Kozmetik Kanunu’na göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaların idare mahkemesinde görüleceğine dair herhangi bir hükmün kalmaması karşısında, davacıya 5324 sayılı Kozmetik Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca 50.000,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünde Kabahatler Kanunu'nun 3 ve 27. maddeleri uyarınca sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, görev yönünden Mahkemelerince incelenme olanağı bulunmadığı, bu nedenlerle; davacıya, 5324 sayılı Kanun’a aykırı davrandığından bahisle 50.000,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünde, yukarıda anılan 5326 sayılı Kanun hükümleri uyarınca sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varıldığından, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5324 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

24/3/2005 gün ve 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nun 5. maddesinde, idari para cezalarının hangi hallerde ve ne miktarda verileceği belirtildikten sonra, verilen para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 572. maddesiyle “Bu Kanunun;

a) 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen yükümlülüklerinden herhangi birini ihlal eden üreticiye yirmibin Türk Lirası,

b) 4 üncü maddesinin;

1) (a) bendinde belirtilen yasaklardan herhangi birine uymayan üreticiye yirmibin Türk Lirası,

2) (b) bendinde belirtilen personeli istihdam etmeyen ve (c) bendi uyarınca bildirimde bulunmayan üreticiye onbin Türk Lirası,

3) (d) bendine aykırı hareket eden kozmetik ürünün üreticisine ellibin Türk Lirası,

4) (e) bendine göre muhtevasında hiç bulunmaması gereken maddeler içeren kozmetik ürünleri piyasaya arz eden üreticiye yirmibin Türk Lirası, muhtevasında belirli limit ve şartların dışında maddeler içeren kozmetik ürünleri piyasaya arz eden üreticiye onbeşbin Türk Lirası,

5) (g) bendinde belirtilen yükümlülüğü ihlâl eden üreticiye yirmibin Türk Lirası,

idarî para cezası Sağlık Bakanlığınca verilir.

Bu Kanuna göre idarî para cezasını gerektiren fiilin tekrarı hâlinde idarî para cezaları iki kat olarak uygulanır.

Bu maddeye göre idarî para cezası verilmiş olması, ihlâl edilen yükümlülüğün niteliğine göre gereken diğer idarî tedbirlerin ve müeyyidelerin uygulanmasına engel olmaz” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nda yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İzmir 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.1.2007 gün ve E:2006/294 D.İş, K:2007/97 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/396

KARAR NO: 2008/346

KARAR TR : 17.11.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

Davacı        : B.Ç.

Davalı        : Mersin İl Özel İdaresine İzafeten Mersin Valiliği

O L A Y     : Mersin İl Özel İdaresi Mali İşler Daire Başkanlığı’nın 26.10.2007 gün ve 9212 sayılı işlemi ile, velisi olduğu Z. Ç.’in okuluna devam etmemesi nedeniyle 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 56/a maddesi gereğince davacı adına Valilik Makamı’nın 1.2.2007 gün ve 59 sayılı Oluru ile idari para cezası verildiği bildirilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MERSİN 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2008 gün ve Müt.:2007/1728 sayı ile, itiraz eden dilekçesiyle Mersin İl Özel İdaresine izafeten Mersin Valiliği’nin 26.10.2007 tarih ve 298/9212 sayılı tahakkuk eden idari para cezasına itiraz ederek kararın yasaya aykırı olduğunu iddia ederek Mahkemelerine başvurmuş ise de, 222 sayılı Kanun’un 59/6 maddesi uyarınca ve 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile değişik 5326 sayılı Kanun’un 3/a maddesi uyarınca itirazı inceleme görevinin idare mahkemesine ait olduğundan itirazın yetkili idare mahkemesine yapılmasının icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ; 10.7.2008 gün ve E:2008/1045 sayı ile, davacı B. Ç. tarafından, velisi olduğu kızı Z. Ç.'in okuluna devam etmemesi nedeniyle 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun 56/a maddesi gereğince davacıya 830,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin Mersin İI Özel İdaresi’nin 26.10.2007 günlü, 298/9212 sayılı işleminin iptali istemiyle Mersin İl Özel İdaresi’ne izafeten Mersin Valiliği'ne karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesi ile değişik 3, 16 ve 27. maddelerinden ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun 59/6. maddesinden söz ederek, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu uyarınca verilen para cezalarına karşı yapılacak itirazlarda idare mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin hükmün kanun metninden çıkarıldığı, dolayısıyla bu değişiklik sonrasında dava konusu uyuşmazlıkta öngörülen para cezasına karşı açılmış veya açılacak davalarda görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümlerinin dikkate alınacağının anlaşıldığı, olayda, çocuğunu okula göndermediğinden bahisle 222 sayılı Kanun uyarınca davacıya verilen 830,00YTL para cezasının iptali istemiyle Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan davada yapılan inceleme sonucunda anılan Mahkemenin 15.1.2008 günlü, Müt. No:2007/1728 sayılı kararıyla davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görev alanında kaldığından bahisle davanın görev yönünden reddedildiği, anılan kararın 28.3.2008 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin 1. bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, adı geçen Mahkemece yapılacak inceleme sonucuna göre davanın incelenmesinin bekletilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 222 sayılı Kanun’un 56. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5/1/1961 gün ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 56. maddesinde, “Muhtarlıkça veya mülki amirce yapılan tebliğe rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli veya vasi veya aile başkanlarına okul idaresince tespit edilen çocuğun okula devam etmediği beher gün için onmilyon lira idari para cezası verilir. Bu para cezasına rağmen çocuğunu okula göndermeyen veya göndermeme sebeplerini okul idaresine bildirmeyen çocuğun veli veya vasi veya aile başkanına üçyüzmilyon lira idari para cezası verilir” denilmiş, 59. maddesinin altıncı fıkrasında da, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, bu Kanuna göre verilen idari para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken, bu fıkra, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 284. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.         

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Mersin 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.1.2008 gün ve Müt.:2007/1728 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/13

KARAR NO: 2008/355

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Sermaye Piyasası Kurulunca verilen idari para cezasının bildirimi, ödeme zamanı, yöntemi ve kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde 6183 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağına ilişkin Yatırımcıları Koruma Fonu tarafından düzenlenen İdari Para Cezası Bildirim Tutanağının iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Ş.Y.

Vekili         : Av. B.U.B.

Davalı        : Yatırımcıları Koruma Fonu

Vekili         : Av. A.T.T.          

O L A Y: Sermaye Piyasası Kurulu' nun 20.10.2006 tarihli ve 46/1318 sayılı kararı ile; Koza Davetiye Mağaza İşletmeleri ve İhracat A.Ş. tarafından yapılan özel durum açıklamasına ilişkin olarak, Seri VIII, No:39 "Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği' nin 10. maddesinin 4. fıkrasına aykırılık gerekçesi ile Şirketin Yönetim Kurulu üyesi olan davacıya 10.980 YTL. idari para cezası verilmiştir.

Yatırımcıları Koruma Fonu'nun 27.10.2006 günlü, F.4./1182-9790 sayılı İdari Para Cezası Bildirim Tutanağı ile idari para cezası verildiği ve para cezasının kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde ilgili vergi dairesince 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a göre takibata geçileceği davacıya bildirilmiştir.

 Davacı vekilince, davalı idare tarafından müvekkili aleyhine düzenlenen 27.10.2006 tarih, F.4./1182-9790 sayılı kararın iptali istemiyle, 21.11.2006 gününde idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Öte yandan davacı vekilince; dava konusu idari para cezasının mesnedi olarak, davalı idarece Sermaye Piyasası Kurulu'nun 20.10.2006 tarihli ve 46/1318 sayılı kararının gösterildiğini, taraflarınca iş bu dava konusu idari para cezasının bildirimi ve istenmesi konulu karar ile söz konusu SPK kararının bilgisine havi olunduğu; zira, söz konusu kararın kendilerine tebliğ edilmemiş olduğu, gerekçesinin de tam olarak bilinmediği; ancak, müvekkilinin hak kaybına uğramaması için kararın varlığını öğrenmelerinin akabinde Sermaye Piyasası Kurulunun anılan kararına karşı taraflarınca ayrıca iptal davası açıldığı belirtilmiştir.

Davalı İdare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davada adli yargının görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 8.İDARE MAHKEMESİ; 15.2.2007 gün ve E:2006/2712 sayı ile, davanın, davacı adına Sermaye Piyasası Kurulunun 27.10.2006 tarih, 46/1318 sayılı kararı ile kesilen idari para cezasının tebliğine ilişkin 27.10.2006 tarih, F-4/1182-9790 sayılı bildirim tutanağının iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı; davalı idarenin savunma dilekçesinde, 20.10.2006 tarih, 46/1318 sayılı 10.980,00 YTL tutarlı idari para cezası kararının Kabahatler Kanunu’na tabi olmakla, bu karara karşı yapılacak yargısal başvurunun idari yargıya değil, yetkili ve görevli Sulh Ceza Mahkemesine yapılması gerektiği belirtilerek davanın görev yönünden reddi talep edilmiş ise de; davanın idari para cezasına karşı açılmış olmayıp, bu para cezasını bildiren 27.10.2006 tarih ve 9790 sayılı idari para cezası bildirim tutanağının dava konusu edilmesi ve bunun da idari bir işlem olması nedeniyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idare mahkemesine ait olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiştir.

Davalı İdare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 18.4.2007 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Özel durumların Kamuya Açıklanmasına ilişkin Esaslar Tebliğine muhalefet edilmesi nedeniyle verilen idari para cezasının iptali istemiyle davacı vekili tarafından davalı Yatırımcıları Koruma Fonu aleyhine açılan iptal davasında, davalı idare görev itirazında bulunmuş olduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulması nedeniyle dosyanın Başsavcılıklarına gönderildiği; 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun birinci maddesinde, Kanunun amaç ve kapsamının belirlendiği; ikinci kısmında yer alan 32 ila 43. maddelerinde, Türk Ceza Kanunu kapsamı dışında kalan çeşitli kabahatler sayılarak, bu eylemlere yaptırımların öngörüldüğü; anılan Kanun'un 2. maddesinde, "kabahat" deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların "idari para cezası" ve "idari tedbirler" den ibaret bulunduğu; "idari tedbirler" in de mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunun belirtildiği; Kabahatler Kanunu'nun "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesinde, "Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır." denilmiş olup; bu Kanun' un genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin (1) numaralı bendinde, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin öngörüldüğü; daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edildiği ve gerekçeli kararın 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandığı ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verildiği ve 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

   a)İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b)Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denildiği; 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağının, bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu; incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16 maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı ve görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından ve ayrıca Kanunun Geçici 2. maddesine göre, bu Kanun'un yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihi itibariyle idare mahkemesinde açılmış bir dava olmadığından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasanın 10. ve 13. maddelerine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

 DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacıya, Sermaye Piyasası Kurulunca idari para cezası verildiği ve idari para cezasının kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde 6183 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağı yolundaki Yatırımcıları Koruma Fonunun İdari Para Cezası Bildirim Tutanağının iptali istemiyle İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun "İdari para cezaları" başlıklı 47/A maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan son fıkrasında, "Bu cezalar ilgililere tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yatırımcıları Koruma Fonuna ödenmediği takdirde bu Fon tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil olunur ve Fona irad kaydolunur" hükmünün yer aldığı; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17. maddesinin 3. bendinde, idari para cezasının Devlet Hazinesine ödeneceği, 4. bendinde, idari para cezasının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, 27. maddesinde de, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmüne yer verildiği; anılan yasa hükümleri ile idari para cezalarının tahakkuku sırasında yapılacak başvuruları incelemede sulh ceza mahkemeleri görevli kılınmış ise de, tahsil aşamasında 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre tesis edilecek işlemlere karşı açılacak davalara bakacak mahkeme yönünden özel bir hüküm getirilmediği; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17/4 maddesi ile göndermede bulunulan 6183 sayılı Yasanın 54, 55 ve 58. maddelerinde ödeme emrine ilişkin hususların düzenlendiği; dosyanın incelenmesinden, davacının Sermaye Piyasası Kurulu' nun 20.10.2006 tarihli ve 46/1318 sayılı kararı ile verilen idari para cezasına karşı Ankara 15. İdare Mahkemesinde dava açtığı, söz konusu para cezasının kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde ilgili vergi dairesince takibata geçileceğinin Yatırımcıları Koruma Fonu'nun 27.10.2006 günlü, F.4./1182-9790 sayılı İdari Para Cezası Bildirim Tutanağı ile davacıya bildirildiği, davanın da bu işleme karşı açıldığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasal düzenlemelere göre, idari para cezasının kesinleşmesinden sonra ödemede bulunulmaması halinde, tahsil dairesince cebren tahsili gerekecek kamu alacağına ilişkin olarak tek yanlı bir biçimde düzenlenecek ödeme emri ile ilgili bir bildirim olan Yatırımcıları Koruma Fonu işleminin, idari nitelikte bir işlem olması karşısında, bu işleme karşı açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde sayılan idari işlemler hakkında yetki, şekil sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ’ın davada adli yargının; Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

   Dava, Şirket Yönetim Kurulu üyesi olan davacıya Sermaye Piyasası Kurulunca verilen idari para cezasının bildirimi, ödeme zamanı, yöntemi ve kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde 6183 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağına ilişkin davalı idarece düzenlenen İdari Para Cezası Bildirim Tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

   2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan son fıkrasında, “Bu cezalar ilgililere tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yatırımcıları Koruma Fonuna ödenmediği takdirde bu Fon tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil olunur ve Fona irad kaydolunur.” denilmiştir.

   5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17.maddesinin 3.bendinde, idari para cezasının Devlet Hazinesine ödeneceği, 4.bendinde, idari para cezasının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, 27.maddesinde de, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği belirtilmiş; bu yasa hükümleri ile idari para cezalarının tahakkuku sırasında yapılacak başvuruları incelemede sulh ceza mahkemeleri görevli kılınmış ise de, tahsil aşamasında 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre tesis edilecek işlemlere karşı açılacak davalara bakacak mahkeme yönünden özel bir hüküm getirilmemiştir.

   Düzenlemiş olduğu İdari Para Cezası Bildirim Tutanağının iptali istenilen Yatırımcıları Koruma Fonu; Sermaye Piyasası Kanunu’na 15.12.1999 tarih ve 4487 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile eklenen 46/A maddesi ile tüzel kişiliği haiz olarak; hakkında tedrici tasfiye veya iflas kararı verilen aracı kurumların ve Bankalar Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla Bakanlar Kurulu Kararıyla faaliyetleri durdurulan Sermaye Piyasası Kanunu’nun 50 nci maddesi (a) bendi hükmü kapsamındaki bankaların, sermaye piyasası faaliyetleri ve işlemleri nedeniyle müşterilerine karşı hisse senedi işlemlerinden doğan nakit ödeme ve hisse senedi teslim yükümlülüklerini ve Sermaye Piyasası Kanunu’nun 46/B maddesinde düzenlenen görevleri Kanunda öngörülen esaslara göre yerine getirmek ve tasfiye giderlerini karşılamak amacıyla kurulmuş; Sermaye Piyasası Kanunu’nun, Fon’un temsil ve idaresi ile görevlendirdiği Merkezi Kayıt Kuruluşu A.Ş.’nin 21.10.2001 tarihinde kurulması ile faaliyete geçmiştir. Sermaye piyasası araçlarının kaydını tutmakla görevli Merkezi Kayıt Kuruluşu A.Ş. tarafından idare ve temsil olunan ve bütün aracı kuruluşların katılmak zorunda oldukları Fon’un yönetim ve çalışma esasları; Sermaye Piyasası Kurulu’nca çıkarılan Yatırımcıları Koruma Fonu Yönetmeliği ile belirlenmiştir.

   Diğer taraftan, 1.6.2005 tarihinden sonra verilen idari para cezalarına ilişkin uygulamanın yönlendirilmesi amacıyla, Sermaye Piyasası Kurul Karar Organının 20/1/2006 tarih ve 3/42 sayılı toplantısında; Kurul tarafından verilen idari para cezalarının ilgili kişilere bildirilmesinde Yatırımcıları Koruma Fonunun izleyeceği yol, ayrıntılı olarak karara bağlanmıştır.

Olayda, Yönetim Kurulu üyesi olduğu Anonim Şirket ile ilgili olarak yapılan özel durum açıklamasının, Seri: VIII, No:39 sayılı Tebliğe aykırı olduğundan bahisle Sermaye Piyasası Kurulunun 20.10.2006 gün ve 46/1318 sayılı kararıyla davacıya Sermaye Piyasası Kanununun 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verildiği; dava konusu Yatırımcıları Koruma Fonu'nun 27.10.2006 günlü, 1182-9790 sayılı İdari Para Cezası Bildirim Tutanağı ile de idari para cezası verildiğinin, ödemenin zamanının, yönteminin ve para cezasının kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde ilgili vergi dairesince 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a göre takibata geçileceğinin davacıya bildirildiği; ayrıca, davacıya verilen idari para cezasına ilişkin Sermaye Piyasası Kurulu işlemine karşı da dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu düzenlemelere göre, Yatırımcıları Koruma Fonu’nca idari usuller uygulanarak tesis edilen İdari Para Cezası Bildirim Tutanağının, idari nitelikte bir işlem olduğu kuşkusuzdur.

İdari işleme karşı açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesi kapsamında, bu işlemler hakkında yetki, şekil sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırılık iddiası gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu açıktır.

Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/143

KARAR NO: 2008/364

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Hemzemin geçitte trenin çarptığı araçta bulunan kişinin ölümü nedeniyle yakınlarının uğradığı zararların, davalı TCDD İşletmesinden tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : C.T., Z.T.

Vekili         : Av.H.Ö., Av.B.Ö.

Davalı        : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. M.Ö.

O L A Y     : 14.11.2000 tarihinde 21121 no.lu Mavi Tren ile bir şirkete ait servis aracının, hemzemin geçitte çarpışması sonucunda araçta bulunan davacıların oğlu H. T. ölmüştür.

Davacılar vekili, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla; müvekkillerinin, oğullarının ölümü nedeniyle destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline hükmedilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İşletme vekilince, birinci savunma dilekçesinde, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilerin uğradığı zararın tazminine ilişkin bulunan davanın idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi; 08.02.2005 gün ve E:2004/686, K:2005/133 sayı ile, tüm delillerden davanın hemzemin geçitte trenin minibüse çarpması sonucu doğan zararın, davalı TCDD İşletmesinden tazminine yönelik olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 19.12.2003 tarih 2003/108-110 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bu tür davaların çözüm yerinin idari yargı olduğuna karar verildiğinden, davalı vekilinin talebini kabul ederek görevsizlik kararı vermiştir.

Davacılar vekili tarafından, bu karar temyiz edilmiştir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi; 25.09.2006 gün ve E:2005/10802, K:2006/9656 sayı ile; uyuşmazlığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasındaki hükümler uyarınca çözümlenmesi gerektiği, anılan yasanın kapsamındaki eylemlerden doğan uyuşmazlıkların çözüm yerinin de adliye mahkemeleri olduğu düşünülerek, işin esasına bakılarak varılacak sonuç uyarınca bir karar verilmek gerekirken yazılı gerekçeyle yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesinin bozmayı gerektirdiği gerekçesiyle, anılan kararı bozmuştur.

KAYSERİ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 6.2.2007 günlü celsesinde E:2006/885 sayı ile, Yargıtay Bozma İlamına uyulmasına karar vermiştir.

Davalı İşletme vekilince; olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle, Danıştay Başsavcılığına başvuruda bulunulması amacıyla 6.2.2007 günlü dilekçe verilmiştir.

 Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bu istek yerine getirilmemiş; 17.05.2007 gün ve E:2006/885, K:2007/237 sayı ile işin esası hakkında karar vermiştir.

Davalı İşletme vekilince, bu karar temyiz edilmiştir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi; 2.10.2007 gün ve E:2007/8187, K:2007/11383 sayı ile, Dairelerinin bozmasından sonraki oturumda, davalı TCDD Genel Müdürlüğü tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmak istenmiş olduğu, ne var ki yerel mahkemenin yargı yolu bakımından Yargıtay kararı bulunduğu gerekçesiyle istemin reddedildiği; olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması ve Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru yollarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanunun 10. maddesince düzenlenmiş olduğu, 10/3. maddesine göre “Görev İtirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulması ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.”; şu durumda, bozmaya uyularak görevli olduğuna mahkemece karar verilmiş olduğundan, anılan yasanın 10. maddesi gereğince işlem yapılmak gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın devamına hükmedilmesinde usul ve yasaya aykırılık görüldüğünden, kararın bozulmasının gerekmiş olduğu gerekçesiyle, anılan kararı bozmuştur.

KAYSERİ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 29.1.2008 günlü celsesinde E:2007/493 sayı ile, Yargıtay Bozma İlamına uyulmasına, Mahkemelerinin görevli olduğuna, olumlu görev uyuşmazlığı olduğundan, görevli mahkemenin tespiti için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanunun 10/3. maddesi gereğince Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Mahkememizce, 7.3.2008 gün ve 2008/79 sayılı yazı ile; davalı idarece, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması amacıyla yapılan başvuru üzerine Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce dava dosyasının sehven Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiş olduğu belirtilerek; 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve 13. maddesinde belirtilen işlemlerin yapılabilmesi için başvuru dilekçesini içeren dava dosyası Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde idari dava türleri sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği; T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğünün, bir kamu kuruluşu olduğu, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu; Uyuşmazlığın, T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğünün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın anılan idareden tazmini istemine ilişkin bulunduğu; bu durumda, T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın görüm ve çözümünün, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Kayseri 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılmasının gerektiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu; 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği; Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında , idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b. maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 2. maddesinde; Karayolları Trafik Kanunu’nun kapsamının belirlendiği 3. maddesinde ise; “Demiryolu geçidinin (hemzemin geçit).. Karayolu ile demiryolunun aynı seviyede kesiştiği bariyerli ve bariyersiz geçitlerdir, Kamu hizmeti taşıtı: Kamu hizmeti için yük veya yolcu taşıması yapan bütün taşıtlardır, Taşıt: Karayolunda insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan araçlar olduğu” açıklanmış olup, trenin bu Yasa kapsamına dahil edilmediğinin anlaşıldığı; keza, anılan Yasa’nın 85,90 ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır kuralı uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasa’da gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemiş ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmadığı; TCDD Ana Statüsü’ne, Yüksek Planlama Kurulu’nun 27.4.1992 gün 92/T.29 sayılı kararı ile eklenen Ek 2. maddede, “Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolunun ana yol sayılacağı, trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesislerin kaldırılacağı, demiryolu üzerinde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü bulunduğunun açıklandığı; açıklanan nedenlerle, hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü gerektiği, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesinin 10.3.2003 gün, 2002/93 ve 2003/2 sayılı kararında da; hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurduğu; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı İdare vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvuruda bulunulması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, hemzemin geçitte trenin çarptığı araçta bulunan kişinin ölümü nedeniyle yakınlarının uğradığı zararların, davalı TCDD İşletmesinden tahsiline hükmedilmesi isteminden ibarettir.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi “ Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “ Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK. ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4.maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK. hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden; davacılar vekilince, kazanın meydana gelmesinde davalı TCDD Genel Müdürlüğünün %65, TCDD personeli Zeki Karakaş'ın %20 ve Gülsan A.Ş. servis otobüsü şoförü A. A.'un % 15 kusurlu olduğu, Mahkemenin 2000/1847 esas ve 2002/583 karar sayılı dosyasında yapılan bilirkişi incelemesi ile tespit edilmiş ve bu kusur oranlarının taraflar yönünden kesinleşmiş olduğu, yani olayın meydana gelmesinde davalı TCDD Genel Müdürlüğünün toplam olarak istihdam eden sıfatıyla % 85 oranında kusurlu durumda bulunduğu, meydana gelen kazada davalı kurum personelinin ağır ihmalleri, bir bariyer görevlisinin; günde 8 saatlik mesaisi süresince tek görevi olan ve sadece 1 kez yapması gereken “tren gelirken bariyer kapatma işini" yapmaması veya geciktirmesi nedeniyle 3 kişinin vefat etmiş olduğu, olayda davalı idarenin kusur ve sorumluluğunun bulunduğu ileri sürüldüğüne göre, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın; zararın hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 125.maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve idare personelinin dikkatsizlik ve tedbirsizliği sonucu oluşan kişisel kusura değil de, zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluştuğu nedeniyle ortada bir trafik olayı bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85., 90. ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında çözümlenmesi gerekeceği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasa’da gerek hemzemin geçidin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemesi ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.

Nitekim TCDD Ana Statüsü’ne, Yüksek Planlama Kurulunun 27.4.1992 tarih ve 92/T. 29 sayılı kararıyla ilâve edilen Ek 2. maddede, “ Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolu ana yol sayılır.

Bu kesişmelerde yapılan yeni yolun bağlı olduğu kurum veya kuruluş, alt ve üst geçit yapmak ve diğer emniyet tedbirlerini almakla yükümlüdür.

Demiryolu trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesisler kime ait olursa olsun kaldırtılır.

Demiryolu üstünde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü vardır.”denilmek suretiyle, demiryolunun farklı bir hukuki statüye tabi bulunduğu açıklanmaktadır.    

Belirtilen nedenlerle, hemzemin geçitte trenin araca çarpması sonucunda doğan zararın TCDD İşletmesince tazminine yönelik olarak açılan davanın, idarenin hizmet kusuru esasına göre görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile TCDD İşletmesi vekilinin görev itirazının Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü yönünden verilen 29.1.2008 gün ve E:2007/493 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/200

KARAR NO: 2008/377

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan hafif hapis cezasının Savcı tarafından idari para cezasına dönüştürülerek verilen cezaya karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : M.D.

Davalı        : Sivas Jandarma Trafik Tim Komutanlığı

O L A Y     : Davacı hakkında, ehliyetsiz araç kullanmaktan dolayı 2918 sayılı Yasa'nın 36. maddesi uyarınca 19.11.2007 tarih, H-423783 No.lu Trafik Suç Tutanağı düzenlenmiş, anılan tutanağın Sivas Cumhuriyet Başsavcılığına verilmesi üzerine; Cumhuriyet savcısı tarafından 20.11.2007 tarih ve 2007/724 sayılı karar ile, davacının durumunun 2918 Sayılı Yasa'nın 36/3 maddesi ile 5349 sayılı Yasa ile değişik 5252 sayılı Yasa'nın 7/2 maddesi uyarınca idari para cezasını gerektirdiğinden bahisle 600,00-YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SİVAS 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.11.2007 gün ve 2007/1107 D.iş sayı ile, Mahkemelerince itirazcının dilekçesi, ceza tutanağının yapılan incelemesinde, ceza tutanağı ilgilinin yüzüne karşı verilmiş olduğundan, idari işleme karşı idari yargı yerinde dava açması gerektiğinden mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin gerekmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 2.5.2008 gün ve E:2008/344 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19., 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un, 'İdare Mahkemelerinin Görevleri' başlıklı 5., 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 'Sürücü Belgesi Alma Zorunluluğu' başlıklı 36. ve aynı Kanunun 112. maddesi hükümlerine yer verdikten sonra; davaya konu uyuşmazlıkla ilgili bir başka düzenleme olan 5252 Sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5349 sayılı Yasa ile değişik "Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi" başlıklı 7. maddesinde; " (1) Kanunlarda, "hafif hapis" veya "hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi hükümleri uygulanır. İlgili kanunda "hafif hapis" cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.

(2)      Kanunlarda, "hafif hapis cezası" ile "hafif para cezası"nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari para cezası yaptırımının belirlenmesinde "hafif hapis cezası" esas alınır.

(3)      Kanunlarda, sadece "hafif para cezası"nın öngörüldüğü ve cezanın alt veya üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar Türk Lirasından fazla olamaz.

(4)         Bu madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet
savcısı yetkilidir." kuralına yer verilmiş olduğu; dosya içeriğinden; davacı hakkında ehliyetsiz araç kullanmaktan dolayı 19.11.2007 tarihinde 2918 sayılı Yasa'nm 36. maddesi uyarınca Trafik Suç Tutanağı düzenlendiği, anılan tutanağın Sivas Cumhuriyet Başsavcılığına verilmesi üzerine davacının durumunun 2918 Sayılı Yasa'nın 36/3 maddesi ile 5349 sayılı Yasa ile değişik 5252 sayılı Yasa'nın 7/2 maddesi uyarınca idari para cezasını gerektirdiğinden bahisle 20.11.2007 tarih ve 2007/724 sayılı karar ile Cumhuriyet savcısı tarafından 600,00-YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, davacının bu cezaya karşı 23.11.2007 tarihinde Sivas 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde açtığı davanın idari yargının görevli olduğundan bahisle reddi üzerine Mahkemelerinde bakılan bu davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, işin esasına geçilmeden önce, 2918 sayılı Kanun'un 36. maddesine muhalefetten verilen idari para cezasına karşı adli ya da idari yargı yerlerinden hangisinde dava açılacağı hususunun tespitinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ile getirilen sistemde, sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara hafif para cezası ve bu cezanın yanında hafif hapis cezası, verilmesinin öngörüldüğü, 5252 sayılı Yasa'nın 5349 sayılı Yasa ile değişik 7. maddesi ile ise; Kanunlarda, "hafif hapis" veya "hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımların, idari para cezasına dönüştürüldüğü; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27.maddesinin 1.fıkrasında, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren engeç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir." hükmünün yer aldığı, aynı Kanunun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.maddesinde, "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır." hükmü, 34.maddesinin 8.bendinde de, "idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idariyargı merciinde görülür." hükmünün yer aldığı; yukarıya alınan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; idari para cezalarına karşı açılan davaların idari yargı merciinde görülebilmesi için;

1-idari para cezasının düzenlendiği kanunda açıkça görevli mahkemenin idare mahkemesi olarak gösterilmiş olması,

2-İdari para cezası ile birlikte aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren bir idari kararın da verilmiş olması, şartlarının gerçekleşmesi gerektiğinin anlaşıldığı; bu haliyle, uyuşmazlığa konu olayda; 2918 sayılı Yasa'da sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkma suçundan ötürü hafif hapis ve hafif para cezası düzenlenmiş, 5252 sayılı Yasa ile ise bu cezaların idari para cezasına dönüştürülmüş olduğu; idari para cezasını düzenleyen 5252 sayılı Kanunda, bu şekilde verilecek idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli yargı merciinin idari yargı yeri olduğuna dair bir hüküm bulunmadığından, 5326 sayılı Kanunun 27. ve 3. maddeleri uyarınca, uyuşmazlığa konu edilen davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekeceği kanaatine varılmış bulunulduğu; açıklanan nedenlerle; Mahkemelerinin görevine girmeyen ve ilgili adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilen bu davada, görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 36. maddesine aykırılık nedeniyle Savcı tarafından verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 36. maddesinde, “Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.

Araçlar, bu Kanunda sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile iki veya çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir.

(Yeniden Düzenleme: 21/5/1997 - 4262/4 md.) Sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara ilk tespitte bir aydan iki aya kadar, tekrarı halinde iki aydan üç aya kadar hafif hapis cezası verilir. Ayrıca bu kişiler her defasında 7.200.000 lira hafif para cezasıyla da cezalandırılırlar. Bu kişilerin kazaya neden olması halinde bu cezaların uygulanması diğer cezaların uygulanmasına engel teşkil etmez. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir” hükmü yer almış; 112. maddesinde(Değişik birinci fıkra : 8/3/2000 - 4550/2 md.), sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı belirtilmiştir.

4/11/2004 gün ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi” başlığını taşıyan 7. maddesinde(Değişik: 11/5/2005 – 5349/3 md.), “(1) Kanunlarda, "hafif hapis" veya "hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi hükümleri uygulanır. İlgili kanunda "hafif hapis" cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.

(2) Kanunlarda, "hafif hapis cezası" ile "hafif para cezası"nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari para cezası yaptırımının belirlenmesinde "hafif hapis cezası" esas alınır.

(3) Kanunlarda, sadece "hafif para cezası"nın öngörüldüğü ve cezanın alt veya üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar Türk Lirasından fazla olamaz.

(4) Bu madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı yetkilidir” hükmüne yer verilmiştir.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi” başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.

(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, 2918 sayılı Yasa’nın 36. maddesine aykırılık nedeniyle düzenlenen ve davacı tarafından da imzalanan trafik suç tutanağına istinaden Savcı tarafından, davacının sürücü belgesi olmadığı halde araç kullandığı sebebiyle, 5252 sayılı Kanun’un 5349 sayılı Kanun ile değişik 7. maddesi göz önüne alınarak; ön görülen hafif hapis cezasının 1 ay olan alt haddi dikkate alınarak, 5237 sayılı Yasanın 52. maddesi gereğince 30 gün karşılığı 600.00.- YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

 İncelenen uyuşmazlıkta, 11.5.2005 gün ve 5349 sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile, Kanunlarda, hafif hapis veya hafif para cezası olarak öngörülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürüldüğünden; davacıya, sürücü belgesiz araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Kanun’un 36/3. maddesi uyarınca 1 ay karşılığı 600.00.-YTL idari para cezası verilmiştir.

Bu durumda, 5349 sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. ve 5326 sayılı Kanun’un 23. maddesine dayanılarak Savcı tarafından davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326

sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. 

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Sivas 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 23.11.2007 gün ve 2007/1107 D.iş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/204

KARAR NO: 2008/378

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.C.A.

Vekilleri     : Av.Dr. E.K., Av.Dr.S.A., Av. Dr. G.P., Av.G.E.             

Davalı        : Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili         : Av. A.Ö.Y.

O L A Y     : Sermaye Piyasası Kurulu'nun 18.08.2006 tarih ve 36/1035 sayılı işlemi ile, Çamsan Ağaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'nin yönetim kurulu üyesi olan davacıya; SPK'nın Seri: IV, No:27 sayılı "Sermaye Piyasası Kanununa Tabi Olan Halka Açık Anonim Ortaklıkların Temettü ve Temettü Avansı Dağıtımında Uyacakları Esaslar Hakkında Tebliği”nin 6.maddesine aykırı hareket edildiği gerekçesiyle, Sermaye Piyasası Kanunu 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekilleri, para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SAKARYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 06.02.2007 gün ve 2007/98 D.İş. sayı ile, başvuran vekilinin "2499 Sayılı Sermaye piyasası Kanununa Aykırılık" eyleminden tatbik olunan idari yaptırıma yönelik başvurusunun konusunun Sermaye piyasası Kurulunca yapılan bir idari işlem olduğu halde, idarenin her türlü eyleminin yargı denetimine tabi olması ve 5326 S.K nun 5560 Sayılı Kanunla değişik 3/1-a maddesinde öngörülen düzenlemeye nazaran, anılan 2499 S.P.K.nun ruhuna göre idari eylemi evleyivetle idari yargı yerinin hukuki denetimden geçirmesinin kaçınılmaz sonuç olduğu anlaşılmakla birlikte kanunla düzenlenen ve kamu düzenine ilişkin olan Mahkemece her aşamada gözetilmesi zorunlu olan "Maddi görev kuralları" gereği CMK.nun 3, 4 ve 5 maddeleri uyarınca Mahkemelerinin görevsizliğine dair karar verilmesinin gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekilleri, bu kez, para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ; 17.04.2008 gün ve E:2007/641 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19., 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2., 14. 3/a maddelerinden söz ederek; dava konusu olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olduğu; incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kabahatler Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nda da idarî para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun'un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle, görüm ve çözümü idari yargının, dolayısı ile Mahkemelerinin görevinde bulunmayan davada; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin, bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Şirket Yönetim Kurulu üyesi olan davacıya, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından çıkarılan Tebliğ hükmüne aykırı hareket edildiği gerekçesiyle, 2499 sayılı Kanunun (SPKn) 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinde; (Ek:15/12/1999 - 4487/26 md.; Değişik: 23/1/2008-5728/373 md.)Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişilere, gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından onbeşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca beşbin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir.

İdarî para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idarî para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz.” hükmü yer almıştır.

Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.      

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Sakarya 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 06.02.2007 gün ve 2007/98 D.İş. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/209

KARAR NO: 2008/379

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.K.

Vekili         : C.K., Av. M.G.

Davalı        : Bozkır Kaymakamlığı (İlçe Tarım Müdürlüğü)

O L A Y     : Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Bozkır İlçe Müdürlüğü’nün 21.4.2006 gün ve 407 ile aynı tarih ve 408 sayılı işlemleri ile, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesinin (d) ve (f) bentleri gereğince davacı adına idari para cezaları verilmiştir.

Davacı vekili, para cezalarına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BOZKIR SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.1.2007 gün ve E:2006/83 D. İş, K:2007/5 D. İş sayı ile, Bozkır Kaymakamlığı İlçe Tarım Müdürlüğü'nün 21.4.2006 tarih ve 407 ve 408 no’lu ceza tutanakları ile, itiraz edene kesilen toplam 3294.-YTL para cezasına Kamil Kara tarafından itiraz edildiği, itiraz eden, idari para cezasının yerinde olmadığını ve iptaline karar verilmesini talep ettiği, K. K.’ya 3285 sayılı Yasa’nın 47. maddesinin f ve d bentleri uyarınca para cezalarının kesilmiş olduğu, bu ceza tutanaklarına karşı itirazın süresinde yapıldığının anlaşıldığı, 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 31. maddesiyle değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin 1. fıkrasının a bendi uyarınca ilgili kanunda açıkça kanun yollarının gösterilmediği durumlarda Kabahatler Kanunu’ndaki kanun yollarının geçerli olacağı belirtildiğinden ve itiraza konu ceza tutanaklarının dayanağı olan 3285 sayılı Yasa’nın 56. maddesinde açıkça itiraz mercii idare mahkemesi olarak gösterildiğinden, tüm bu açıklamalar doğrultusunda K. K.’nın itirazına konu para cezasına ilişkin itirazı inceleme ve karara bağlama hususunun idare mahkemelerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezalarının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 1.4.2008 gün ve E:2007/431 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun Genel Kanunu Niteliği başlıklı 3. maddesinin 1-a bendinde, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin olarak diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde bu kanun hükümlerinin uygulanacağının belirtildiği, aynı Kanunun 27/1. maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceğinin hükme bağlandığı; olayda 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargı mercilerinin görevli olduğunu belirten 3285 sayılı kanunun 56. maddesindeki hükmün yürürlükten kaldırılmış olması ve bu konuda 3285 sayılı kanunda başka bir hükmün de bulunmaması karşısında, 3285 sayılı kanun uyarınca verilen para cezalarında görevli mahkemenin genel kanun niteliği taşıyan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca adli yargı mahkemeleri olduğu kanaatine varıldığı; açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi gereğince, Bozkır Sulh Ceza Mahkemesi’nin 09.01.2007 tarih ve E:2006/83, K:2007/5 Değişik İş sayılı kararı ile görev yönünden reddedilen ve mahkemelerinde açılmış bulunan işbu davanın adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğundan, dava dosyası ve eklerinin görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli merciin belirlenmesine ilişkin karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3285 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (d) ve (f) bentlerine göre verilen para cezalarının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun, dava konusu işlemin tesis edildiği anda yürürlükte bulunan, 4648 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile değişik 47. maddesinin (d) bendinde; bu Kanunun 22 nci maddesinin birinci fıkrası ile 24 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükümleri saklı kalmak şartıyla; veteriner sağlık raporsuz sevk edildikleri ve menşeinde hastalık bulunmadığı anlaşılan ve 22 nci maddenin dördüncü fıkrasına göre veteriner sağlık raporu verilerek serbest bırakılan hayvan maddelerinin sahiplerine beşyüzmilyon lira, (f) bendinde; menşe şahadetnamesi veya veteriner sağlık raporu olmayan hayvan ve hayvan maddelerini taşıyan nakil vasıtalarının üç ay süre ile trafikten men edilerek nakil vasıtalarının sahiplerine beşyüzmilyon lira idari para cezası verileceği; 56. maddesinin 4854 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile eklenen 2. fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, bu Kanuna göre verilen idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken; 56. madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara mahallî mülkî amir tarafından karar verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.             

Öte yandan; 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde   " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemeye göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Bozkır Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 9.1.2007 gün ve E:2006/83 D. İş, K:2007/ 5 D. İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/249

KARAR NO: 2008/385

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Aktif İnş. Taş. Paz. San. ve Tic. AŞ.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü                                                  (Ankara İl Müdürlüğü)

Vekili         : Av. G.E.              

O L A Y     : Davacı şirkete, 19.10.2006 tarihinde iş akdi feshedilen R.Ç. adlı kişi adına 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu'nun 48. maddesinde yer alan işten ayrılma bildirgesini süresi içinde düzenleme yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle aynı Kanunun 54. maddesi uyarınca 1.062,00 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 25.01.2007 gün ve 2007/19 Müt. sayı ile; her ne kadar davacı tarafından davalı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü tarafından verilen idari para cezasının iptali talebi ile Kabahatler Kanunu uyarınca dava açılmış ise de, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3.maddesi ile "bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" hükmü gereğince daha önce adli yargıda görevli sulh ceza mahkemesince idari eylem ve işlemlere yönelik idari para cezaları yönünden görevsizlik kararı verildiği, idari yargı yerlerince de adli mahkemelerin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmesi üzerine dosyaların uyuşmazlık mahkemesine gönderildiği ve o tarihte yürürlükte olan kanun yönünden Uyuşmazlık Mahkemesince bu durumlarda adli yargı yerlerinin görevli olduğundan bahisle dosyaların mahkemelerine iade edildiği, ancak Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesince iptali üzerine iptalden sonra düzenlenen 5560 sayılı Kanunun 31.maddesi gereğince 5326 sayılı Kanunun 3.maddesinin "bu kanunun; a) idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde b) diğer genel hükümleri idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır" şeklinde değiştirildiği ve bu değişiklikten sonra ilgili kanunda özel olarak sulh ceza mahkemelerinin görevli olarak belirtilmediği durumlarda idari para cezalarına karşı açılan davalarda idari yargının görevli olduğunun açık ve kesin olarak belirlendiği, bu konuda mahkemelerinin görevli olmadığı, idari para cezalarında görevli mahkemenin idari yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 15. iDARE MAHKEMESİ; 29.05.2008 gün ve E:2007/1482 sayı ile, 31.03.2005 gün ve 25772 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinde, "Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" hükmüne yer verildiği, 27. maddesinin 1.fıkrasında da "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" kuralının yer aldığı; 19.12.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişlik Yapılmasına ilişkin Kanun ile Kabahatler Kanunu'nun 3.maddesinin "Bu Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır şeklinde değiştirildiği, söz konusu değişiklik uyarınca, diğer kanunlarda idari yaptırıma ilişkin uyuşmazlıkta görevli yargı yerinin belirtilmesi halinde idari yaptırıma ilişkin uyuşmazlığın kanunda belirtilen görevli yargı merciince çözümleneceği, görevli yargı yerinin belirtilmemesi halinde ise 5326 sayılı Kanun uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevli bulunacağı;          4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu'nun 54. maddesinin 2. fıkrasında yer alan; "idari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. itiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler idari yargı yoluna başvurabilirler. Yargı yoluna başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz." hükmünün 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 578. maddesinin (II) bendi ile yürürlükten kaldırıldığı; dava dosyasının incelenmesinden, Davacı şirketin, 19.10.2006 tarihinde iş akdi feshedilen Ramazan Çolak adlı kişi adına 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu'nun 48. maddesinde yer alan işten ayrılma bildirgesini süresi içinde düzenleme yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle aynı Kanunun 54. maddesi uyarınca 1.062,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle adli yargıda açılan dava sonucunda, Ankara 1.Sulh Ceza Mahkemesi'nce 25.01.2007 tarih ve Müteferrik No: 2007/19 sayılı görevsizlik kararının verilmesinden sonra 12.03.2007 tarihinde dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; görevli mahkeme hususunun kamu düzenine ilişkin olması ve görevli mahkemelerin belirlenmesi gibi usul kurallarının derhal yürürlüğe girmesi ile dava konusu uyuşmazlıkta olduğu gibi yürürlükten kaldırılan mevzuata göre görevli yargı yerinde açılan davaların görülmekte olduğu mahkemelerde çözümleneceği yolunda 5728 sayılı Kanun'da geçici bir düzenlemeye de yer verilmemiş bulunması hususları dikkate alındığında, yukarıda aktarılan Kanun hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, idari para cezasının dayanağını oluşturan 4857 sayılı Kanuna göre verilen idari para cezalarına yapılan itirazların çözümü konusunda, 5728 sayılı Kanunla idare mahkemesinin görevli olduğuna yönelik kural kaldırıldığından, artık idare mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin açık bir düzenleme bulunmaması nedeniyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca davanın görüm ve çözümünün sulh ceza mahkemesine ait olduğu sonucuna varıldığı; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4447 sayılı Kanun’un 48. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 54. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

25.8.1999 gün ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 48. maddesinde, işsizlik sigortasına ilişkin genel hükümlere yer verilmiş, “İdari para cezaları ile idari işlemlere karşı itirazlar” başlığını taşıyan 54. maddesinde, “Kurumca dayanağı belirtilmek suretiyle;

a) İşsizlik sigortasına ilişkin yükümlülükleri nedeniyle sigortalıların ücretlerinden indirim veya kesinti yapan işverenlere her bir sigortalı için 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücret tutarında,

b) 48 inci maddede öngörülen işten ayrılma bildirgesini Kuruma vermeyen işverenlere her bir fiil için ayrı ayrı 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin iki katı tutarında,

 İdari para cezası verilir.

 (Değişik ikinci fıkra: 25.6.2003 – 4904/ 31 md.) İdarî para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler idarî yargı yoluna başvurabilirler. Yargı yoluna başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz.

İşsizlik sigortası uygulamasına ilişkin işlemlere karşı sigortalıların ve işverenlerin yapacakları itirazlardan Sosyal Sigortalar Kurumuna verilen görevlerle ilgili olanlar adı geçen Kuruluşa, diğerleri ise Kuruma yapılır. İtirazların, işlemin tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde yapılması ve 30 gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Yapılan itirazlar daha önce yapılmış bulunan işlemlerin uygulanmasını geciktirmez. İtiraz yoluna başvurulmuş olması ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarını ortadan kaldırmaz” hükmü yer alırken, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 478. maddesiyle bu maddenin birinci fıkra hükmü değiştirilmiş; 578. maddesinin (ll) bendiyle de ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde       " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 15. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 25.01.2007 gün ve 2007/19 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/323

KARAR NO: 2008/406

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Yurtiçi Kargo Servisi A.Ş

Vekili         : Av. A.E.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Bursa Bölge Müdürlüğü)

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü’nün 16.1.2007 gün ve 837 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32 ve 41. maddelerine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 102. maddesine göre davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BURSA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 26.2.2007 gün ve 2007/372 Müt. sayı ile, 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edildiği, 5560 Sayılı Kanunun 6.12.2006 tarihinde TBMM’de kabul edildiği ve 19.12.2006 tarih ve 26381 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği, Kanunun 31. maddesi ile 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinde değişiklik yapıldığı, diğer kanunlarda aksine hüküm olmadığı takdirde idari yaptırım kararlarına karşı Kabahatler Kanunundaki hükümlerin uygulanacağının ifade edildiği, böylece özel kanunlarda idare mahkemesinin görevli olduğu yazılı ise, sulh ceza mahkemelerinin bu davalara bakamayacağının anlaşıldığı; 4857 Sayılı İş Kanunun 108/2. maddesi ile “…. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç (7) gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir.” düzenlemesi getirildiğinden, Mahkemelerince görevsizlik kararı vermenin gerekmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BURSA 2. İDARE MAHKEMESİ; 29.2.2008 gün ve E: 2007/543, K:2008/184 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine göre kendi özel kanunlarında idare mahkemelerine itiraz yolu öngörülmeyen veya idari yargının görev alına giren bir işlem kapsamında verilmeyen idari yaptırım kararlarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulmasının gerektiği; öte yandan 4857 sayılı İş Kanununun 108. maddesinin 2. fıkrasında yer alan cezalara karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolundaki hükmün yürürlükten kaldırıldığı, halen idare mahkemelerinde görülmekte olan davaların, açıldığı mahkemede görülmesine devam edileceği yönünde istisnai hükme de yer verilmediği; bu durumda, davacı şirkete 4857 sayılı Kanunun 102. maddesine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle verilen para cezasından kaynaklanan uyuşmazlığı çözümleme işinin 5728 sayılı Kanunun 578. maddesi ile Mahkemelerinin görev alanından çıkarıldığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine göre uyuşmazlığı çözme görevinin Sulh Ceza Mahkemesine ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.             

Olayda, adli ve idari yargı yerlerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte, kararların kesinleşmesinden sonra, Davacı vekili tarafından, para cezasına karşı ikinci kez adli yargı yerinde itirazda bulunulması üzerine Mahkemece; idare mahkemesine ait dosya da temin edilmek suretiyle görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi başvurulmuştur.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve usule ilişkin başka bir noksanlık da bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4857 sayılı Kanun’un 32, 41, 102 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Ücret ile ilgili hükümlere aykırılık” başlıklı 102. maddesinde; Kanunun, 32 nci maddesinde belirtilen ücret ile işçinin bu Kanundan veya toplu iş sözleşmesinden veya iş sözleşmesinden doğan ücret ödemelerini süresi içinde kasden ödemeyen veya eksik ödeyen; 41 inci maddesinde belirtilen fazla çalışmalara ilişkin ücreti ödemeyen, işçiye hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında kullandırmayan, fazla saatlerde yapılacak çalışmalar için işçinin onayını almayan işveren veya işveren vekiline para cezası verileceği belirtilmiş; “İdari para cezalarının uygulanmasına ilişkin hususlar” başlığını taşıyan 108. maddesinde ise, “(Değişik: 15/5/2008-5763/10 md.) Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır.” denilmiş, madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu durumda, 4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.      

Öte yandan; 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde   " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemeye göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 26.2.2007 gün ve 2007/372 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/341

KARAR NO: 2008/411

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        :Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)

Vekili         :Av. M.B.

Davalı        :İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı Viranşehir İlçe Jandarma Komutanlığı

 

O L A Y     : Viranşehir İlçe Jandarma Komutanlığı’nın 22.9.2006 gün ve 386098 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1-b maddesi uyarınca davacı (gönderen) adına para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

VİRANŞEHİR SULH CEZA MAHKEMESİ; 28.11.2006 gün ve Değişik İş:2006/815 sayı ile, ilgili vekilinin dilekçesi incelenmekle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi değerlendirilerek gerekli incelemelerin yapıldığı ve incelemeler devam ederken Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar no’lu, 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesinin iptaline ilişkin kararın değerlendirildiği, Mahkemelerinin söz konusu itirazları değerlendirmek açısından görevsiz olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ŞANLIURFA İDARE MAHKEMESİ; 16.4.2008 gün ve E:2008/455, K:2008/600 sayı ile, davanın, davacı vekili tarafından, müvekkili adına 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65/1-b maddesi uyarınca 2.000.-YTL tutarında idari para cezası düzenlenmesine ilişkin 22.9.2006 tarih ve 386098 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini yeniden düzenleyen 5560 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 19.12.2006 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların hangi mahkemede çözümleneceğine ilişkin olarak özel kanunlarda hüküm bulunması halinde özel kanunlarda belirtilen mahkemelerde, aksi halde Kabahatler Kanunu’ndaki hüküm uyarınca sulh ceza mahkemelerinde çözümleneceği sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda bu Yasa uyarınca kesilen idari para cezalarına karşı hangi mahkemede itiraz edilebileceğine ilişkin özel hüküm bulunmadığı dikkate alındığında, anılan Yasa uyarınca kesilen idari para cezalarına ilişkin davaların görüm ve çözümünün 5560 sayılı Yasa’yla getirilen ve özel Yasaya gönderme yapan düzenlemenin yürürlüğe girdiği 19.12.2006 tarihinden itibaren sulh ceza mahkemelerinin görev alanına girdiği, dolayısıyla davanın görev yönünden reddi gerektiği sonuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

İdare Mahkemesince, davacı vekilinin istemi üzerine dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 65. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 65. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, araçların yüklenmesinde yönetmelikte belirtilen ölçü ve esaslara aykırı olarak, taşıma sınırı üstünde yük alınmasının veya taşıma sınırı aşılsın veya aşılmasın dingil ağırlıklarını aşacak şekilde yüklenmesinin yasak olduğu belirtildikten sonra, üçüncü fıkrasında, (b) bendine uymayan işletenlerin 1.000 Türk Lirası, (b) bendine aykırı yük gönderenlerin 2.000 Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılacakları belirtilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde,  " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Viranşehir Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.11.2006 gün ve Değişik İş:2006/815 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/391

KARAR NO: 2008/423

KARAR TR : 22.12.2008

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : B.A.

Vekili         : Av. A.Ö.Ç.

   Davalı     : Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili         : Av. A.Ö.Y.

   O L A Y  :2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'na dayanılarak yapılan düzenlemelere aykırı hareket ettiği ileri sürülerek, anılan Kanununun 47/A maddesi uyarınca Ersu Meyve ve Gıda San A.Ş. yönetim kurulu üyesi olan davacıya, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 01.12.2005 tarih ve 50/1402 sayılı kararla idari para cezası verilmiştir.

   Davacı vekili, para cezasın kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 10. SULH CEZA MAHKEMESİ; 22.12.2005 gün 2005/1181 Müt. sayı ile, itiraz dilekçesinde SPK.un 47-A maddesi gereğince verilen idari para cezasının kaldırılmasının istendiğinin anlaşıldığı; Sermaye Piyasası Kanunun 47-A maddesi gereğince verilen idari para cezası kabahat nevinden olmadığından, itiraza bakma görevinin idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 20.01.2006 gün ve E: 2006/52, K: 2006/33 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde; Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın "Kabahat" olarak tanımlandığı, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; aynı Kanun'un "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, 5326 sayılı Kanunun, 1.6.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava açılabilmekte olduğu; buna göre, davacı tarafından, Ersu Meyve ve Gıda San. A.Ş. Yönetim Kurulu üyelerine ayrı ayrı 10.000. YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 1.12.2005 günlü, 50/1402 sayılı davalı idare işleminin iptali isteğiyle 6.1.2006 tarihinde bakılan dava açılmış ise de; yukarıya alınan Yasa hükümleri uyarınca, 2499 sayılı hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılacak davalarda Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli kılındığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmiştir.

DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ; 09.03.2007 gün ve E: 2006/1511 K: 2007/1189 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1., 2., 27. maddelerine yer verilerek Kanun'un 3. maddesinin (1) nolu fıkrasında yer alan, " Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" kuralı, Anayasa Mahkemesi'nin 01.03.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla; iptal edildiği; diğer yandan, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’a aykırılık nedeniyle uygulanan idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada verilen görevsizlik kararının temyiz incelemesinde, Dairelerince 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 1. bendinin birinci tümcesinde yer alan "İdari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilir." hükmünün iptali için Dairelerinin E:2005/9095. esasına kayıtlı dosyada 18.01.2006 günlü kararıyla Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, Anayasa Mahkemesi'nce 09.03.2006 tarih ve E:2006/34, K:2006/37 sayılı karar ile "5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun İkinci Kısmında "Çeşitli kabahatler" başlığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kabahatler oluşturmaktadır. Ayrıca, çeşitli yasalarda yer alan ve yaptırımı hafif hapis ya da hafif para cezası veya her ikisi olan fiillerin yaptırımı, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7. maddesiyle idari para cezasına dönüştürülmüştür. Bunlar hakkında uygulanan yaptırımın "idari" para cezası olarak değiştirilmesinin, anılan eylemlerine ceza hukuku alanına giren suç olma niteliğini etkilemeyeceği açıktır. /          5326 sayılı Yasa'nın 3. maddesi 01.03.2006 günlü ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararla iptal edilmiş, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun bulunmuştur. Anılan karardaki bu maddeye ilişkin iptal gerekçesi doğrultusunda, cezai karakteri ağır basan bu eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına karşı başvurunun sulh ceza mahkemesince kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde Anayasa'nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık bulunmadığı. .. " gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiş olduğu; 5326 sayılı Kanun'un 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi'nin yukarıda belirtilen kararıyla iptali üzerine doğan hukuksal boşluğun 06.12.2006 günlü, 5530 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle doldurulduğu; Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin "(1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." biçiminde yeniden düzenlendiği; sözü edilen 3. maddede yapılan değişikliğe ilişkin 5530 sayılı Kanun'un Genel Gerekçesinde; "5326 sayılı Kanunun 3. maddesi değiştirilmiştir. Kabahatler Kanunun 3. maddesinin yürürlükte olan metnine göre, bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacaktır. Bunun sonucu olarak Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda yer alan idari para cezasını gerektiren bütün fiiller açısından da uygulanabilecektir. Ancak, bu uygulama, üst kurullar tarafından verilen idari para cezalarına ilişkin olarak yargı yolu bakımından bir tartışmaya neden olmuştur. Üst kurullar tarafından belli sektörlerdeki faaliyetlerin denetlenmesi bağlamında yüksek meblağlarda idari para cezaları verilebilmektedir. Bu itibarla, madde metninde özellikle üst kurullara ilişkin kanunlarda bu kurulların vereceği idari para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a gidilebilmesine imkan tanıyan bir düzenleme yapıldığı. .. " belirtilmiş olduğu; 2575 sayılı Kanun'un 34/C maddesine, 5183 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile eklenen hükümle 14 bentte Danıştay 13. Dairesinin görevleri sayma suretiyle belirlenmiş, madde de yer verilen kanunlardan veya mevzuattan doğan uyuşmazlıklardan, Danıştay'ın diğer dava dairelerinin görevleri dışında kalan davaları çözümleyeceğinin ayrıca kurala bağlandığı; 5183 sayılı

Kanun'un Genel Gerekçesi'nde; ülke ekonomisindeki yapısal değişikliklerle pek çok bağımsız idari otorite kurulması yoluna gidildiği ve bunların bir kısmının kuruluş kanunlarında, çıkacak uyuşmazlıkların ilk derecede Danıştay'da çözümlenmesinin öngörüldüğü, diğerlerinin işlemlerine karşı açılan ve idare mahkemelerinde ilk derecede görülen davalarla ilgili kararlara karşı yapılan temyiz başvurularının ise esasen Danıştay'da incelendiği, bu kuruluşlarla ilgili kanunların uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar nedeniyle açılan davaların niteliği, niceliği ve ülke ekonomisi bakımından önemi göz önüne alındığında kısa sürede sonuçlandırılması gereğinin, münhasıran bu davaları çözümlemekle görevli bir ihtisas dairesinin belirlenmesi ihtiyacını ortaya çıkardığının belirtildiği; Dairenin görevleri arasında bulunan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun 12. maddesinde, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 21. maddesinde, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun 10. maddesinde, 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu'nun 18. maddesinde, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 105. ve 128. maddelerinde Kurul işlemlerine karşı açılan davaların hem ilk derecede Danıştay'da görüleceği, hem de acele işlerden sayılacağı öngörülürken; 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun'un 25. maddesinde, milli güvenliğin gerekli kıldığı yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde olan hallerde Başbakan veya görevlendireceği bakanın yayını durdurması halinde, bu konudaki icrai ve idari kararlar aleyhine doğrudan doğruya Danıştay'da dava açılacağı, Danıştay'ın bu davalara öncelikle bakacağı ve karara bağlayacağı, yürütmenin durdurulması talepleri hakkında 48 saat içerisinde karar verileceği; 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 55. maddesinde Kurul kararlarına karşı Danıştay'a başvurulabileceği, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 27. maddesinde, özelleştirme uygulamalarına ilişkin idari davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görüleceğinin hükme bağlanmış bulunduğu; diğer taraftan Bakanlar Kurulu'nca 09.04.2004 tarihinde kararlaştırılan "Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar Hakkında Kanun Tasarısı"nın gerekçesi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderilmiş olduğu, Tasarının Plan ve Bütçe Komisyonu ile Adalet Komisyonu'nda bulunduğu; Tasarı'nın "Kurul kararlarına karşı yargı yolu" başlıklı 21. maddesinde, Kurulun düzenleyici ve denetleyici nitelikteki kararlarına karşı açılacak davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görüleceği, Danıştay'ın, kurul kararlarına karşı yapılan başvuruları acele işlerden sayacağının öngörülmüş olduğu; Madde Gerekçesinde ise, "Düzenleyici ve denetleyici kurumlar sektörel düzenleyici kurumlar olduğu için verdikleri kararların hemen uygulanması gerekmektedir. Aksi halde oluşacak belirsizlik hem düzenledikleri sektöre hem de ülke ekonomisine zarar verebilecektir. Yürürlükteki kanunlara göre, kurumların sektöre ilişkin olarak verdikleri kararlara karşı gidilebilecek ilk derece mahkemeler farklılık göstermektedir. Kurulların sektöre yönelik olarak vereceği kararların kısa sürede kesinleşmesini sağlayarak belirsizliği ortadan kaldırmak ve kurul kararlarına karşı gidilecek yargı yolunda yeknesaklığı temin etmek üzere Kurulun düzenleyici ve denetleyici kararlarına karşı açılacak davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülmesi hükmü getirilmektedir." denildiği; uyuşmazlık konusu olayda 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'na dayanılarak yapılan düzenlemelere aykırı hareket ettiği ileri sürülerek davacı adına Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 01.12.2005 tarih ve 50/1404 sayılı kararla idari para cezası verilmiş bulunulduğu; mahkemelerce uygulanan yaptırımların kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak amacına yönelik olduğu halde, düzenleme ve denetleme yetkisi olan üst kurullara tanınan yaptırım uygulama yetkisiyle, idarelerin kamu hizmetlerini gereği gibi, etkin ve ivedilikle yürütebilmesi amacının gözetildiği; Anayasa Mahkemesi'nin 23.10.1996 tarihli ve E:1996/48, K:1996/41 sayılı kararında tanımlandığı üzere "idarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlem ile uyguladığı yaptırımlarla verdiği cezalara" idari yaptırım denilmekte olup; kişilere, bu kurullar tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idari cezaların, idari yaptırımların en önemlilerinden biri olduğu, idari para cezalarını diğer cezalardan ayıran en belirgin niteliğin, idari makamlar tarafından verilmesi olduğu, idari bir makam tarafından tek taraflı olarak idare hukuku alanında kamu gücünün kullanılması suretiyle tesis edilmeleri nedeniyle idari bir işlem olduklarının tartışmasız bulunduğu; yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler, yasa değişikliği gerekçesi, Anayasa Mahkemesi kararları, 5183 sayılı Kanunun amacı ve gerekçesi ile düzenleyici ve denetleyici kuruluşların kuruluş kanunlarında öngörülen düzenleme ile ulaşılması hedeflenen amaçlar birlikte değerlendirildiğinde; ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal düzenlemelerde basit nitelikte görülen suçlar hakkında idari yaptırımlara yer verilmesi, daha ağır suç oluşturan eylemler için verilen idari para cezalarına karşı yapılacak başvurularda konunun idare hukukundan çok ceza hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle; Kabahatler Kanununun, cezai karakteri ağır basan ve ceza hukuku alanına giren idari para cezalarına uygulanması; idare hukuku esaslarına göre tesis edilen, konunun teknik özelliği nedeniyle belli sektörlerdeki faaliyetlerin denetlenmesi bağlamında üst kurullar tarafından verilen idari para cezalarına uygulanmasının söz konusu olmadığı, bu itibarla, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A maddesi uyarınca Sermaye Piyasası Kurulu tarafından verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı; açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca, davalı idare temyiz isteminin kabulü ile Ankara 6. İdare Mahkemesi'nin 20.01.2006 tarih ve E:2006/52, K:2006/33 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine, oyçokluğu ile karar vermiştir.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 20.06.2008 gün ve E:2007/610, K:2008/1105 sayı ile, davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türleri arasında yer alması ve 2499 sayılı Yasada idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin belirtilmemiş olması karşısında, 2499 sayılı Yasa hükümleri uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesinin 05.11.2007 günlü, E:2007/55, K:20071197 sayılı kararı ile Danıştay 13. Dairesinin 30.1.2008 günlü, E:2007/11103, K: 200811697 sayılı kararının bu doğrultuda olduğu gerekçesiyle bir kez daha görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Turan KARAKAYA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 22.12.2008 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTINTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Davacı vekilinin istemi üzerine, İdare Mahkemesince Mahkememize gönderilen dava dosyasının incelenmesinden; Sulh Ceza Mahkemesi kararının kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 24.10.2008 gün ve E:2008/391 sayılı yazı ile, Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi’nden 22.12.2005 gün ve E:2005/1181 Müt. sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece gönderilen 27.10.2008 gün ve 2005/1181 MÜT sayılı yazıda; söz konusu dava dosyanın taraflarca temyiz edildiği, dosyanın Yargıtay’a gönderilmek üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 5.1.2006 tarihinde verildiği ve henüz dönmediği bildirilmiştir.

 Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 22.12.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/376

KARAR NO: 2009/1

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Tarım ve Köyişleri Bakanlığı              

Vekili         : Hazine Av. Z.G., Av.S.O.

Davalı        : R.B.B.

O L A Y     : Davalı R. B. B.; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü İzmir İl Kontrol Laboratuarı Müdürlüğünde mühendis olarak görev yapmaktadır.

Davacı İdare vekili tarafından; adı geçene, 2000 yılına ilişkin üretime teşvik primi alacağı olarak sehven 842.92YTL ödemede bulunulduğu iddiasıyla; 842.92 YTL fazla ödemenin, tahakkuk tarihi olan 09.08.2004 den itibaren işleyecek olan yasal faizi ile tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

İZMİR 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 3.5.2005 gün ve E:2005/240, K:2005/711 sayı ile, Davacı R. B. B. tarafından Tarım ve Köyişleri Bakanlığı aleyhine açılan dava sonunda 2001 yılı üretim teşvik primlerinin hesaplanarak davacıya ödenmesi gerektiği gerekçesi ile 2001 yılı için 2.400 YTL aşmamak üzere karar verildiğinin anlaşıldığı; Davacının ise bu karara dayalı fazla ödemenin iadesini dilemekte olduğu; davanın, İdare Mahkemesinin kararına dayalı ödeme sonunda, fazla ödemenin iadesi isteminden ibaret olduğu, bu konuda görevli mahkemenin İzmir İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 19.09.2006 gün ve E:2006/1528, K:2006/1305 sayı ile, aynen; “Hüküm veren İzmir 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14. maddesi uyarınca dava dilekçesi üzerinde ilk inceleme yapılarak işin gereği görüşüldü;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi, iptal davalarını "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar" biçiminde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi iptal davaları ancak idari işlemlere karşı ve bu işlemlerden dolayı menfaati ihlal edilenler tarafından açılabilir. İptal davalarının konusunu idari bir işlem oluşturacağından bu davaların işlemi tesis eden idari makama karşı açılması gerektiği de açıktır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü İzmir İl Kontrol Laboratuarı Müdürlüğünde mühendis olarak görev yapan davacıya fazla ödenen 842,92 YTL’nin tahakkuk tarihi olan 09.08.2004 gününden itibaren işleyecek yasal faizi birlikte tahsili istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda, davacıya, fazla ödenen 842,92 YTL'nin geri alınması yolunda yetkili idari makamca gerekli idari işlemin tesis edilmesi ve bu işleme karşı ilgili gerçek kişinin iptal davası açması gerekmekte olup, kamu gücüne dayanarak icrai ve kesin nitelikte işlem tesis etme yetkisini haiz bulunan idarenin buna karşın bu yolu gitmeyerek fazla ödenen paranın faiziyle birlikte tahsili için ilgili gerçek kişiye karşı idari yargı merciinde yukarıda yer alan madde uyarınca dava açma olanağı bulunmadığından davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, aşağıda dökümü gösterilen posta giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde İzmir Bölge idare Mahkemesi'nde itiraz yolu açık olmak üzere…” karar vermiş; yapılan itiraz, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 28.02.2007 gün ve E: 2007/567, K: 2007/834 sayılı kararı ile reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

   2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Olayda; adli ve idari yargı yerlerinde açılan davaların tarafları, konusu ve sebebi aynıdır. Ancak, Sulh Ceza Mahkemesi’nce davada “görevsizlik kararı” verilmiş olmasına karşılık, İdare Mahkemesi’nce, “davanın reddine” karar verilmiş olup, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/47

KARAR NO: 2009/4

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Böbrek hastası olan davacının diyaliz servis aracını kullandığından bahisle kendisine daha önce ödenen yol paralarının tahsil edilmesine ilişkin davanın, 506 sayılı Yasanın 134. ve bu hükmü yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Yasanın 101. maddesi uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.Ü.

Vekili         : Av. Ş.S.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

 O L A Y : Kronik böbrek hastası olan 1100103233 tahsis numaralı davacının, ikametgahından diyaliz merkezine gidip gelirken diyaliz servis aracını kullandığı halde, sanki kendi imkanlarıyla gidip gelmiş gibi yol parası aldığından bahisle Bartın Sigorta İl Müdürlüğünün 23.8.2006 tarih ve 14476 sayılı işlemi ile 2005/Kasım, Aralık,2006/Ocak-Nisan aylarına ait davacıya ödenen toplam 1.945,10-YTL yol parasının ödenmesi hususu davacıya tebliğ edilmiş ve bu miktar kurum veznesine yatırılmıştır.

 Bartın Sigorta İl Müdürlüğünün 18.10.2006 tarih ve 17546 sayılı işlemiyle de, 2005/ Şubat – Ekim aylarına ait dializ yol parası karşılığı olarak davacıya ödenen toplam 3.173,98-YTL.'nin Müdürlük veznesine yatırılması hususu davacıya bildirilmiştir.

Davacı vekili, Bartın Sigorta İl Müdürlüğünün 23.8.2006 tarih ve 14476 sayılı kararı ile 18.10.2006 tarih ve 17546 sayılı kararının iptali ile birlikte, ilk karar uyarınca ödenen 1.945,10 YTL' nin ödeme tarihindeki yasal faiziyle beraber iade edilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

 ZONGULDAK İDARE MAHKEMESİ 8.2.2007 gün ve E:2007/231, K:2007/154 sayı ile, 2576 sayılı Kanunun 5.nci maddesinin 1.nci fıkrasında; İdare Mahkemelerinin, Vergi Mahkemelerinin görevine giren davalar ile Danıştay da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davaları ile tam yargı davalarını, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinin birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar ve kanunlarla verilen diğer işleri çözümleyeceğinin hükme bağlandığı; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 134. maddesinde; bu kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği, aynı kanunun 140. maddinde ise idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili Sulh Ceza Mahkemesine başvurabileceklerinin hüküm altın alındığı; bu durumda 506 sayılı kanunun uygulamasından kaynaklanan dava konusu uyuşmazlığın görümü ve çözümünün idari yargının değil adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili tarafından, bu defa aynı istemle sulh ceza mahkemesinde itirazda bulunulmuştur.

BARTIN SULH CEZA MAHKEMESİ; 8.8.2007 gün ve E:2007/76 D.İş sayı ile, başvuru dilekçesi, aleyhine itiraz edilen vekili beyanı ve tüm başvuru dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 140. maddesinde idari para cezalarına karşı itiraz hakkında görevli mahkemenin gösterildiği ancak itiraz tarihinden sonra 6.4.2007 tarih ve 26485 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve 2006/75 Esas, 2006/99 Karar sayılı kararı ile "17.7.1964 günlü, 506 sayılı "Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 140. maddesinin, 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasa'nın 5. maddesiyle değiştirilen dördüncü fıkrasının "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendileri tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili Sulh Ceza Mahkemesine başvurabilirler." biçimindeki üçüncü tümcesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline" karar verildiği, mahkemelerinin Kabahatler Kanunu ile ilgili başvurular hususunda görevli olduğu, başvuran tarafından bulunulan talebin ise kabahat bazında olmadığı, böylelikle, bu iptal kararı karşısında 506 sayılı Yasa uyarınca düzenlenen idari yaptırım kararlarına karşı itirazları incelemeye mahkemelerinin görevli olmadığı, talep konusunda idare mahkemelerinin görevli ve yetkili olduğun anlaşılmasıyla başvurunun görev yönünden reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuş olduğu; gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 506 sayılı yasanın göreve ilişkin düzenlemeyi içeren 140. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve 2006/75 Esas, 2006/99 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş olmasıyla,başvuru konusu idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 28/1-b maddesi uyarınca Başvurunun görev yönünden reddine karar verilmiş; yapılan itiraz Bartın Ağır Ceza Mahkemesinin 21.9.2007 gün ve E:2007/799 D.İş, K:2007/788 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, böbrek hastası olan davacının diyaliz servis aracını kullandığından bahisle kendisine daha önce ödenen yol paralarının tahsil edilmesine ilişkin Bartın Sigorta İl Müdürlüğünün 23.8.2006 tarih ve 14476 sayılı kararı ile 18.10.2006 tarih ve 17546 sayılı kararının iptali ile ilk karar uyarınca ödenen 1.945,10 YTL' nin ödeme tarihindeki yasal faiziyle beraber iade edilmesi isteminden ibarettir.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun olay tarihinde yürürlükte bulunan “Yol parası” başlıklı 102. maddesinde;

“(DEĞİŞİK: 102 ncü madde; 11/07/1978 - 2167/12 md.)
                Bu Kanun gereğince sigortalılar ile bunların hak sahibi kimseleri ve 35, 36, 40 ve 42 nci maddelerde sözü edilenler:
                a) Muayene ve tedavi
                b) Protez araç ve gereçleri ile ortapedik cihazların sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi,
                c) Analık,
                d) Sürekli iş göremezlik veya malullük durumlarının tesbiti,
                e) Erken yaşlanma halinin tesbiti,
                f) Sağlık durumlarının tesbiti,
                g) Raporların kurumca yeterli görülmemesi yeniden muayene,
                h) Kontrol muayenesi,

Dolayısıyla kurumca bir yerden başka bir yere gönderilirlerse, bunların ve sağlık durumları sebebiyle başkaları ile birlikte gitmelerinin gerektiği hekim raporu ile belgelenenler ile 15 yaşına kadar (15 yaş dahil) çocuklar ile birlikte gidecek kimselerin gidip gelme yol paraları ile zaruri masrafları, kurumca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre ödenir.

İlgililerin istekleri veya itirazları üzerine kurumca muayeneye gönderilenlerden, sadece isteklerin doğru olduğu anlaşılanların gerektiğinde bunlarla beraber gidenlerin gidip gelme yol paraları ile zaruri masrafları verilir. .
                Yukarıda belirtilen durumlarda gerek bulundukları gerek gönderildikleri yerlerde yapılan muayene ve müşahadeler için ilgililerden kurumca masraf alınmaz.” denilmiştir.

Anılan Kanun’un yine olay tarihinde yürürlükte bulunan 134. maddesinde, bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceğine işaret edilmiş; anılan hükümleri yürürlükten kaldıran ve 16/6/2006 günlü, 26200 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 2008 yılı Ekim ayı başında yürürlüğe giren 65. maddesinde “Yol gideri, gündelik ve refakatçi giderleri” hususuna yer verilmiş; “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” başlığını taşıyan 101. maddesinde ise; “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmü yer almıştır.

Olayda, idari para cezası tahakkuk ettirilmesinden doğan bir davanın bulunmadığı; 506 sayılı Yasa’nın 102. maddesi uyarınca resen tahakkuk ettirilen yol paralarının tahsil edilmesine ilişkin Sigorta İl Müdürlüğü işlemlerinden doğan uyuşmazlığın söz konusu olduğu gözetildiğinde, görevli mahkemenin 506 sayılı Yasanın 134. ve bu hükmü yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Yasanın 101. maddesinde işaret edilen iş mahkemesi olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bartın Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 8.8.2007 gün ve E:2007/76 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/53

KARAR NO: 2009/5

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun’a göre bekçi olarak görev yaparken vefat eden davacıların murisinin çalışmasına karşılık kıdem tazminatı ödenmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk

K A R A R

Davacılar    : G.K., N.K. (K), N.K., M. K. (Y) (Dahili Davacı)

Vekili         : Av. Y.E.D.

Davalı        : Karaman Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı

Vekili         : Av. Y.D.

O L A Y     : Davacıların eşi ve babaları N. K., 1.6.1990 tarihinde 506 sayılı Kanun kapsamında 4201012883041 sigorta sicil numarası ile, Karaman Merkez Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında hizmet sözleşmesiyle koruma bekçisi olarak göreve başlamış, aralıksız bu çalışmasına devam etmiş ve 11.6.2005 tarihinde vefat etmiştir.

Müteveffanın ölümünden sonra eşi tarafından, davalı kuruma 4.8.2005 tarihinde bir dilekçe ile başvurularak; 1475/4857 sayılı İş Kanunu hükümleri gereğince, eşinin ölümü ile doğan Kıdem tazminatı alacağının kanuni mirasçısı sıfatıyla tahakkuk ettirilip mirasçılarına ödenmesi talep edilmiş; Kurumun 14.9.2005 tarihli ve bila sayılı yazısı ile, Koruma Bekçileri ile Koruma Başkanlığı arasındaki iş ilişkilerinde 4857 sayılı İş Kanunundaki kıdem tazminatı hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesi ile talep karşılanmamıştır.

Bunun üzerine davacılar tarafından, N. K. ’un 15 yıllık çalışmasına karşılık toplam 9.580,50YTL kıdem tazminatının ödenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

KARAMAN İŞ MAHKEMESİ; 30.11.2006 gün ve E:2005/151, K:2006/223 sayı ile, tüm dosya kapsamı, davacı ve davalı tarafın sözlü ve yazılı beyanları, sunmuş oldukları delil ve belgeler beraberce değerlendirildiğinde; Davacıların murisinin çiftçi mallarını koruma bekçisi olduğunun tarafların ikrarında olması dikkate alındığında 4081 s.y. nin 7 maddesi hükmü gereğince atama ile işe alındığı, Valilik olurunun davacının işe başlaması için yasal koşul olduğu anlaşılmakla, davacıların murisinin çalıştığı işyeri bakımından 4857 s.y. nın 4. maddesi kapsamında bulunmadığı açık olan davalı işyerinde geçen çalışmalara dayalı kıdem tazminatı istemli davada, adli yargı yeri olan mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 13.12.2007 gün ve E:2007/1407 sayı ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde, iş yasasına göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş yasasına dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözümünün İş Mahkemeleri'nin görevine girdiğinin hükme bağlanmış olduğu; dosyanın incelenmesinden davacılardan G. K.'un eşi, N. K. ve N. K.'nın da babası olan N. K.'un Karaman Merkez Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı'nda hizmet akdi ile bekçi olarak çalıştığı, 506 sayılı kanun kapsamında sigortalı olduğu, bu şahsın 11.6.2005 tarihinde vefat etmesi üzerine davacılar tarafından toplam 9.580,50YTL kıdem tazminatının ödenmesine karar verilmesi istemiyle ilk olarak Karaman İş Mahkemesi'nde dava açıldığı yapılan yargılama sonunda Karaman İş Mahkemesi'nin 30.11.2006 tarih ve E. 2005/151 K. 2006/223 sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verildiği ve bu kararın 11.12.2006 tarihinde kesinleştiği, bu kez davacılar tarafından 1.11.2007 tarihinde mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu duruma göre hizmet akdi ile Karaman Merkez Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı'nda bekçi olarak çalışmakta iken vefat eden N. K. 'un mirasçıları tarafından toplam 9.580,50YTL kıdem tazminatının ödenmesi istemiyle açılan işbu davanın yukarıda yer verilen kanun hükmü uyarınca görüm ve çözümünde İş Mahkemeleri'nin görevli olduğu kanısına varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi gereğince, Karaman İş Mahkemesi'nin 30.11.2006 tarih ve 2005/151 Esas 2006/223 sayılı kararı ile görev yönünden reddedilen ve mahkemelerinde açılmış bulunan işbu davanın adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğundan, dava dosyası ve ekleri ile Karaman İş Mahkemesi'nin 2005/151 Esas sayılı dosyasının görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görevli merciin belirlenmesine ilişkin karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun uyarınca faaliyet gösteren Karaman Çiftçi Mallarını Koruma Başkanlığı’nda 1.6.1990–11.6.2005 tarihleri arasında, 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun uyarınca bekçi olarak çalışan davacıların murisi N. K.’un, 15 yıllık çalışmasına karşılık toplam 9.580,50YTL kıdem tazminatının ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Davacıların murisi, her ne kadar 4081 sayılı Yasa’nın 7. maddesine göre mahalli mülki amirin atama tasarrufu ile işe alınan kamu görevlisi ise de; anlaşmazlık, davacılara İş Kanunu hü­kümlerine göre istedikleri kıdem tazminatının ödenip ödenmeyeceğine ilişkindir.

Anlaşmazlığın esasının çözümünde murisin statüsü değil, alacağın niteliği önem taşımakta olup, istenilen tazminata yönelik ihtilafın, İş Kanunu çerçevesinde çözümü gerekmektedir.

Kaldı ki; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde, İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesinde iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiştir.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Karaman İş Mahkemesi’nce verilen 30.11.2006 gün ve E:2005/151, K:2006/223 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/62

KARAR NO: 2009/6

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Abone adına tahakkuk ettirilen kaçak elektrik tüketim bedeline ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.Ö.

   Davalı     : Meram Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü (Niğde İşletme Müdürlüğü)

Vekili         : Av. E.K.

O L A Y     : Davacının babası N.Ö. adına kayıtlı bulunan, 5442 abone no.lu elektrik sayacı, bakım ve periyodik kontrol için sökülüp Niğde Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü Ölçüler Şubesine gönderilmiş, burada yapılan incelemede sayaca dışarıdan müdahale edilerek ayarının bozulduğu rapor edilmiş; bunun üzerine, Meram Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü(Niğde İşletme Müdürlüğü)’nün 16.01.2007 günlü, 170 sayılı kararıyla; kaçak elektrik kullanıldığından bahisle 298,35 YTL elektrik borcu tahakkuk ettirilmiş ve tahakkuk tutarının ödenmesi gerektiği ve ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacağı hususu aboneye bildirilmiştir.

Davacı, söz konusu karara karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

NİĞDE SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.04.2007 gün ve 2007/104 Müt. sayı ile, muterizin 22.1.2007 havale tarihli dilekçesi ile davalı şirket tarafından aleyhine kaçak elektrik kullandığından bahisle ceza kesildiğini, kendisinin faturaları sürekli ödediğini, kaçak elektrik kullanmadığını belirtmiş olduğu; dosya kül olarak değerlendirildiğinde, Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve 2006/75 esas 2006/99 sayılı kararında, İdare Hukuku ve Anayasa dikkate alındığında idari eylemlere karşı adli mahkemelerin görevli olmadığının, idarenin her tür işlem ve eylemlerine karşı yapılan itiraz başvurularında idari mahkemelerin görevli olduğunun belirtildiği, dosyada da idari bir işlem olduğu ve itirazın bu idari işleme karşı yapıldığı, bu durumda mahkemelerinin görevli olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle, görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez; aynı işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AKSARAY İDARE MAHKEMESİ; 18.10.2007 gün ve E:2007/2074, K:2007/1151 sayı ile, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3/a maddesine göre dava dilekçelerinin "görev ve yetki" yönünden inceleneceği 15. maddesinin (l/a) maddesinde; adli yargının görevli olduğu konularda açılan davanın reddine karar verileceğinin öngörüldüğü; öte yandan, 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu'nun 15.maddesinin son fıkrasında, "Bu cezalar Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İl Müdürü tarafından verilir. Bu cezalarla ilgili kararlar, ilgililere usulüne göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir." hükmüne yer verilmiş bulunduğu; dosyanın incelenmesinden: Davacının babası adına kayıtlı olan 5442 abone nolu elektrik sayacının bakım ve periyodik kontrol için yerinden sökülerek, Niğde Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü Ölçüler Şubesi'ne götürüldüğü, burada yapılan incelemede sayaca dışarıdan müdahale edilerek ayarının bozulduğu, bu nedenle kaçak elektrik kullanıldığından bahisle dava konusu işlemle elektrik borcu tahakkuk ettirildiği, bu işlemin iptali istemiyle Niğde Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldığı, bu Mahkemenin 2007/104 Müt. sayılı Görev Ret kararı ile dosyanın Mahkemelerine gönderildiği, Mahkemeleri tarafından usule uygun bulunmayan dava dosyasının gönderme kararı ile ilgi mahkemeye gönderildiği, bunun üzerine davacı tarafından görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; dava konusu kaçak elektrik borcu tahakkukuna ilişkin işlemin abonman sözleşmesinin uygulanmasına ilişkin olması ve özel hukuku ilgilendirmesi dolayısıyla, davanın görüm ve çözümü yetkisinin Adli Yargı Mahkemelerinin yetkisinde kalmakta olduğu; öte yandan, söz konusu işlemin idari para cezası olduğu düşünülse bile, 3516 sayılı Yasa uyarınca bu cezalara karşı açılacak davaların görüm ve çözümü Adli Yargı Mahkemelerinin yetkisi içinde kaldığından, davanın görev yönünden reddi gerektiği kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı Yasanın 15/1-a. maddesi uyarınca Görev Yönünden Reddine karar vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu ve idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, kaçak elektrik kullandığının saptandığı nedeniyle, abone adına tahakkuk ettirilen kaçak elektrik tüketim bedeline ilişkin kararın iptali isteminden ibarettir.

233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bir kamu iktisadi kuruluşu olarak kurulan TEK- Türkiye Elektrik Kurumu, 12.8.1993 tarih ve 93/4789 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla, “Türkiye Elektrik Üretim, İletim Anonim Şirketi (TEAŞ)” ve “Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ)” ünvanlı iki ayrı iktisadi devlet teşekkülü şeklinde teşkilatlandırılmış olup, 233 sayılı KHK.’ ye ekli listede Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile ilgilendirilen “Teşekküller” olarak gösterilmiştir.

233 sayılı KHK.’ nin 1. maddesinde, bu KHK.’ nin: iktisadi devlet teşekkülleri ile kamu iktisadi kuruluşlarının ve bunların müesseselerinin, bağlı ortaklıklarının kurulmasını, iştiraklerinin teşkilini, özerk bir tarzda ve ekonominin kurallarına uygun olarak yönetilmelerini ve amaçlarına ulaşabilmelerini sağlamak için denetlenmelerini düzenlemek amacı taşıdığına işaret edilmiş; 2. maddesinde, iktisadi devlet teşekkülü “Teşekkül”, sermayesinin tamamı Devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür.” şeklinde tanımlanmış; değişik 15. maddesinde, sermayesinin tamamı Devlete ait teşebbüslerin, işletmelerini müessese halinde teşkilatlandırabilecekleri ve müesseselerin, teşebbüs genel müdürünün teklifi, yönetim kurulunun kararı ile kurulacağı belirtilmiş, 4. maddesinde teşebbüslerin, 16. maddesinde de müesseselerin, tüzel kişiliğe sahip oldukları ve bu KHK.’ de saklı tutulan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabi bulundukları ifade edilmiştir.

Buna göre, TEDAŞ’ nin, 233 sayılı KHK.’ de işaret edildiği üzere, özerk bir tarzda ve ekonominin kurallarına uygun olarak faaliyette bulunmak üzere kurulup işletmelerini müessese olarak teşkilatlandıran, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu kuşkusuzdur. Ancak, 233 sayılı KHK.’ de saklı tutulan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır.

(Bugün itibariyle, Elektrik dağıtım ve perakende satış sektöründe rekabete dayalı bir ortamın oluşturulması ve gerekli reformların yapılmasını teminen dağıtım bölgeleri baz alınarak Kamu mülkiyetindeki elektrik işletmelerinin yeniden yapılandırılması suretiyle elektrik enerjisi dağıtım hizmetlerinin özelleştirilmesine karar verilmiş ve TEDAŞ 02.04.2004 tarih ve 2004/22 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Dağıtım bölgeleri yeniden belirlenerek, Türkiye 20 dağıtım bölgesine ayrılmıştır. Sermayesinin % 100’ü T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığına aittir ve kamu kurumu niteliğini sürdürmektedir.

Diğer taraftan, Yüksek Planlama Kurulunun 25.11.1993 tarih ve 93/T-103 sayılı kararı ile Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.’ne bağlı ortaklık olarak 7 Genel Müdürlük kurulmuştur. Bu bağlı Ortaklık Genel Müdürlüklerinden biri olan ve merkezi Konya’da olmak üzere, Konya ve Karaman illerinde hizmet vermek amacıyla kurulan; 01.03.2005 tarihinde Aksaray-Nevşehir-Niğde ve Kırşehir İşletme Müdürlüklerinin bağlanması nedeniyle, hizmet sahası genişleyen “Meram Elektrik Dağıtım A.Ş.”nin Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ait yüzde 100 oranındaki hissenin blok olarak satış yöntemiyle özelleştirme ihalesi pazarlık görüşmelerinin tamamlandığı; 25.09.2008 tarihinde yapılan nihai pazarlık görüşmelerinde en yüksek teklifi 440.000.000 ABD$ doları ile ile Alsim Alarko Sanayi Tesisleri Ve Tic. A.Ş. verdiği ancak; hisse devrinin henüz gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.)

233 sayılı KHK. ‘nin 35. maddesinde, “Teşebbüs, müessese ve bağlı ortaklıklar, işletmelerinde üretilen mal ve hizmet fiyatlarını tespitte serbesttirler.” denilmiş; 1.7.2004 tarih ve 6083 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanan Ana Sözleşmenin 3. maddesinin 1. bendinde Şirketin amacının, “... elektrik enerjisinin dağıtımı, perakende satışı ve perakende satış hizmeti faaliyetlerini “kârlılık ve verimlilik” ilkesi çerçevesinde, ticari, ekonomik ve sosyal gerekçelere uygun biçimde yürütmek…” olduğu belirtilmiştir.

Elektrik bedeli, ekonominin kurallarına uygun olarak serbestçe tespit edilen bir tarifeye ve abonman sözleşmesine göre alınmakta, başka bir deyişle, idare ile kişi arasında sözleşmeyle alacak- borç ilişkisi doğmakta, ödenecek miktar TEDAŞ ile kişi arasında abonman sözleşmesiyle özel hukuk ilişkisi kurulmasından sonra verilen hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre belirlenmektedir.

Ödemenin hukuksal dayanağı, kamu gücüne değil, tarifeye ve iki taraf arasında yapılan abonman sözleşmesine dayanmaktadır. Nitekim, ödemelerin yapılmaması durumunda TEDAŞ alacağını, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre değil, sözleşme ilişkisine dayalı olarak özel hukuk hükümlerine göre tahsil etmektedir. Abone ile TEDAŞ arasında yapılan abonman sözleşmesi, daha çok “tip” sözleşme görünümünde olup, hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idare ile birlikte düzenlemesi yerine katılımı söz konusudur. Ancak, bu durum, idare ile kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini, idare hukuku ilişkisine dönüştürmez. Çünkü birçok durumda hizmetin tekel niteliği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin çoğunlukla tip sözleşmelerle ve hizmetten yararlanacakların katılımı yoluyla gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır.

Belirtilen durum karşısında, Müessesenin abonesi adına tahakkuk ettirdiği kaçak elektrik tüketim bedelinin ödenmesine ilişkin davanın, taraflar arasındaki abonman sözleşmesine dayanan özel hukuk hükümlerine tabi bir alacak- borç ilişkisinden doğması nedeniyle, görüm ve çözümünde adli yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Niğde Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Niğde Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 16.04.2007 gün ve 2007/104 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/64

KARAR NO: 2009/7

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davalı idarede, sosyal güvenlik mevzuatı yönünden 506 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olarak; 657 sayılı Kanunun 4/C ile, 53 sayılı(Mülga) Kanunun 13. maddesine istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları gereğince, “Geçici Personel” statüsünde, Hizmet Sözleşmesi imzalayarak istihdam edilen ve hizmet sözleşmesi yenilenmeyerek işine son vermiş bulunan davacının; Ödenmemiş Ücret, Kullandırılmayan Yıllık İzin Ücretleri, Kıdem, İhbar ve Kötüniyet tazminatına ilişkin alacaklarının ödenmesi istemiyle açtığı davanın, 2577 sayılı İYUK.’nun 2/1-c. maddesi kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.T.

Vekili         : Av. M.N.A., Av. S. P.A.A.

Davalı        : Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı

Vekili         : Av. G.V.

O L A Y     : Davacı; Davalı idarede, Nisan 1986 tarihinden itibaren fasılalarla 30.6.2004 tarihine kadar toplam 10 yıl 6 ay süreyle; sosyal güvenlik mevzuatı yönünden 506 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olarak; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/C ile, 53 sayılı Devlet İstatistik Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun(Mülga) 13. maddesine istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları gereğince, “Geçici Personel” statüsünde, Hizmet Sözleşmesi imzalayarak istihdam edilmiş; 30.6.2004 tarihi itibariyle hizmet sözleşmesi yenilenmeyerek işine son vermiştir.

Davacı vekilince; Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı'nın 3.2.2005 tarih ve B.02.1.DİE.0.61.906-85 sayılı işleminin iptali ile İş Kanunu'ndan doğan sosyal hakları olan Ödenmemiş Ücret, Kullandırılmayan Yıllık İzin Ücretleri, Kıdem, İhbar ve Kötüniyet tazminatı olmak üzere toplam 12.074,00 YTL'nin iş akdinin feshi tarihinden itibaren işleyecek, kıdem ve ihbar tazminatı için en yüksek mevduat faiziyle, diğer talepler için yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle İdari yargı yerinde dava açılmıştır.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 9.3.2005 gün ve E: 2005/461, K: 2005/307 sayı ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde; İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen ikinci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş Mahkemelerinin kurulacağının hükme bağlandığı; dosyanın incelenmesinden; davanın, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı'nın 3.2.2005 tarih ve B.02.1.DİE.0.61.906.-85 sayılı işleminin iptali ile davacının İş Kanunu'ndan doğan sosyal hakları olan Ödenmemiş Ücret, Kullandırılmayan Yıllık İzin Ücretleri, Kıdem, İhbar ve Kötüniyet tazminatı olmak üzere toplam 12.074,00YTL'nin iş akdinin feshi tarihinden itibaren işleyecek, kıdem ve ihbar tazminatı için en yüksek mevduat faiziyle, diğer talepler için yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açıldığı, dolayısıyla işçi aylık ve diğer parasal haklarına ait uyuşmazlığın İş Kanunundan kaynaklandığının anlaşıldığı; bu durumda, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun açık hükmü gereği, dava konusu uyuşmazlığın İş Mahkemesi tarafından görülmesi gerektiğinden, idari yargı yerlerince incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemlerine 100,00YTL fazla çalışma ve hafta tatili alacağına ilişkin istemi de ekleyerek; toplam 12.173,00 YTL alacağının tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 2. İŞ MAHKEMESİ; 7.11.2006 gün ve E:2005/959, K:2006/565 sayı ile, Davacı vekilinin dava dilekçesini özetledikten sonra; müvekkilinin toplam 12.173,00 YTL alacağının yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş olduğu; Davalı vekilinin cevap dilekçesinde, davacının Nisan 1986-30.6.2004 tarihleri arası fasılalarla 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 4/C maddesi uyarınca geçici personel olarak çalıştığını davacının işçi statüsünde olmadığını, davacının iddialarının haksız ve yersiz olduğunu beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiş olduğu; davanın İş Kanunundan kaynaklanan işçilik alacaklarına ilişkin bulunduğu; Mahkemelerince tarafların tüm delillerinin toplandığı, bu cümleden olarak davacının SSK sicil dosyası, işverenlikte bulunan şahsi sicil dosyası ve eklerinin getirtildiği, ticaret odasından davacının ücretinin sorulduğu, tarafların tanıklarının dinlenildiği, gösterdikleri diğer delillerin toplandığı, dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı; tüm dosya içindekiler birlikte incelendiğinde, davacının 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 4/C maddesindeki geçici personel niteliğinde olduğu, 657 Sayılı Kanunun 4/C maddesinde geçici personelin "1 yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna, Devlet Personel Dairesinin ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca verilen görevlerde belirtilen, ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan işçi sayılmayan kimseler” olarak tanımlanmış olduğu; 53 Sayılı Devlet İstatistik Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 13. maddesinde aynı yönde hüküm bulunduğu, Bakanlar Kurulu uyarınca 1 yıldan az süreli istihdam edilecek geçici personelin hizmet sözleşmesi ile çalıştığı ve 657 Sayılı Yasanın 4/C kapsamında alındığının anlaşıldığı; bu nedenle Mahkemece davacı statüsünde çalışanların davalarına İdari Yargıda bakılması gerektiğinden ve Yargıtay uygulaması da bu yönde olduğundan davanın reddine karar vermenin gerektiği; yukarıda açıklanan nedenlerle, Davaya bakıp sonuçlandırmak İdari Yargı Mercilerinin görevine girdiğinden dava dilekçesinin HUMK’un 27. madde hükümlerine göre görev yönünden reddine, karar vermiş; bu karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 9.7.2007 gün ve E:2007/20178, K:2007/23015 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.         

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; idari yargı dosyası ile birlikte 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği; her iki yargı yerinde “Ödenmemiş Ücret, Kullandırılmayan Yıllık İzin Ücretleri, Kıdem, İhbar ve Kötüniyet tazminatı olmak üzere toplam 12.074,00 YTL” yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

 Dava, Davalı idarede, sosyal güvenlik mevzuatı yönünden 506 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olarak; 657 sayılı Kanunun 4/C ile, 53 sayılı(Mülga) Kanunun 13. maddesine istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları gereğince, “Geçici Personel” statüsünde, Hizmet Sözleşmesi imzalayarak istihdam edilen ve hizmet sözleşmesi yenilenmeyerek işine son vermiş bulunan davacının; İş Kanunu'ndan doğan sosyal hakları olan Ödenmemiş Ücret, Kullandırılmayan Yıllık İzin Ücretleri, Kıdem, İhbar ve Kötüniyet tazminatı olmak üzere toplam 12.074,00 YTL alacağının ödenmesi isteminden ibarettir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun istihdam şekillerini düzenleyen değişik 4. maddesinde, kamu hizmetlerinin memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceğine işaret edilmiş ve (C) bendinde, “C) Geçici personel: Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.” Şeklinde tanımlanmış; 53 Sayılı Devlet İstatistik Enstitüsünün Görev; Yetki ve Kuruluşu Hakkında Kanun (Mülga)’un 13. maddesinde, “Sayım ve anketlerle ilgili işlerde, bu kanun gereğince görevlendirileceklere ödenecek ücretler, gündelikler veya soru kağıdı başına verilecek ödenekler, mesai saatleri içinde ve dışında çalıştırılacak memurlara verilecek zaruri gider karşılıkları ile, her çeşit ödenekler ve Harcırah Kanunu dışında kalanlara verilecek yolluklar, Bakanlar Kurulu Kararı ile tesbit olunur.”; bu Kanunu yürürlükten kaldıran 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanununun, “Ödemeler” başlıklı 49. maddesinde de “Sayım, araştırma ve veri kalite kontrolü ile inceleme ve denetleme işlerinde kurum içinden veya dışından bu Kanun gereğince geçici görevle görevlendirilecek olan kişilere başka yerde görevlendirildikleri süre için verilecek gündelikler, 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri uyarınca belirlenecek gündeliklerin birbuçuk katı olarak uygulanır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (C) fıkrasına göre sözleşmeli olarak çalıştırılacak geçici personele ödenecek ücretler, Kurum dışından görevlendirileceklere verilecek zaruri gider karşılıkları ve her çeşit ödenekler ile anket formu başına verilecek ödenekler ve bunların usûl ve esasları Bakanlar Kurulu kararı ile tespit edilir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (C) fıkrasına göre sözleşmeli olarak çalıştırılacak geçici personele, bu Kanunun 45 inci Maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında verilecek fazla çalışma ücreti, 15-11 inci dereceden aylık alanlar için tespit edilen tutar kadar ödenir.

Bu Kanun gereğince geçici görevle görevlendirilenlere verilecek yol ve konaklama giderleri ile sürekli görevle görevlendirilenlerin harcırahları da 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri uyarınca ödenir.

Sayım, araştırma, inceleme, denetleme ve veri kalite kontrolü için alanda görevlendirilenler, mahallî idarelerce işletilen toplu taşım araçlarından geçici görev süresince ücretsiz ve kamu kurum ve kuruluşlarının konaklama ve sosyal tesis imkânlarından, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının personeline uygulanan şartlarla aynen yararlandırılır.” denilmiştir.

Olayda davacının, 657 sayılı Yasa’nın 4/C. maddesi ile 53 sayılı(Mülga) Kanunun 13. maddesine istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları gereğince, “Geçici Personel” statüsünde, Hizmet Sözleşmesi ile çalıştırıldığı anlaşılmakta olup, anılan yasal düzenlemelere göre işçi sayılmayan “kamu görevlisi” olduğu; öte yandan, idare hukuku esaslarına göre düzenlenen hizmet sözleşmesinin de “idari sözleşme” niteliği taşıdığı kanaatine varılmıştır.

İdarenin, kamu görevlisi sayılan personeli ile arasındaki ilişki, idare hukuku ilkelerine dayanan ve idare hukuku ilkeleriyle düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisidir. Her ne kadar, hizmet sözleşmesinin 9. maddesi ile, davacı Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi kılınmış ise de, personelin bağlı olacağı sosyal güvenlik kurumunu belirleyen bu hüküm, taraflar arasındaki kamu hukuku ilişkisini değiştiremez ve ortadan kaldıramaz.

Bu duruma göre ve hizmet sözleşmesinin 6. maddesinde ücrete ilişkin düzenleme gözetildiğinde, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-c. maddesinde belirtilen idari sözleşmeden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlık kapsamındaki davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Ankara 10.İdare Mahkemesi’nce verilen 9.3.2005 gün ve E: 2005/461, K: 2005/307 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/65

KARAR NO: 2009/8

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davacılara ait binanın,imar yolunda kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1- K.A. (Ö), 2- Ş.Ö. 3-G.G. (Ö), 4- M.Ö.

Vekili         : Av. C.Y.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekilleri     : Av. İ.G. -Av. S.O.

O L A Y     : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, davacıların Altındağ Güneşevler 22036/4 ada parselde taşınmazın hisseleri oranında iştiraken malikleri olduklarını, bu parsel üzerinde davacılara ait Güneşevler 4. Sokak No:12 adresinde Zemin+2 katlı bir bina ve No: 10 da tek katlı bir yapının olduğunu, bu yapıların davacıların babası tarafından ve kendi tapulu yerinde Gecekondu Af Yasası’ndan önce yapıldığını, aftan faydalandığını, 3194 sayılı Yasa’nın 18. maddesinin bu durumda olan yapıların ve yola gitmesi veya diğer parsellere taşması durumunda bina hak sahibine bedeli ödenmeden veya kamulaştırılmadan yıkılamayacağını öngördüğü, davacılara usulüne uygun yıkım kararı alınmadan ve tebliğ yapılmadan binayı boşaltmasının istendiği, usulsüz uygulamalarla davacıların oturduğu evlerin önce elektrik ve suyunun kestirildiği, 11.12.2006 tarihi itibarıyla da davacılara ait binanın Belediye ekiplerince yıkıldığını, yıkıma ilişkin usulüne uygun alınmış bir encümen kararı olmadan, genel uygulamalar yapılarak yıkımın gerçekleştirildiği, yıkım öncesinde de davacıların oturdukları evlerin elektrik ve suyunun kesilerek zor durumda bırakıldıkları, İmar Yasası’nın 18. maddesi gereğince Belediyenin yıkımını yaptığı veya kullanılamaz hale getirdiği yerlerin bedelini ödemesi gerektiği, Yargıtay’ın yerleşik içtihadının da bu yönde olduğu, davacılara ait yerlerin bedelinin 21.10.2005 tarihinde Ankara 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2005/815 D.İş numaralı tespit dosyası ile tespit ettirildiği, Bayındırlık Bakanlığı 2005 yılı birim fiyatları ile 83.588,00YTL olduğu, davalı Belediyeye Noterden ödeme ihbarının gönderildiği halde henüz bir ödeme yapılmadığını ileri sürerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müştemilat bedelleri olarak 10.000,00YTL’nin ödenmesine, davalının temerrüde düştüğü 24.1.2007 tarihinden itibaren alacağın tamamına yasal faizin uygulanmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacıların binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacılara ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı, imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da yıkıldığı, bu nedenle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 22. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 13.12.2007 gün ve E:2007/327 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Davacıların 1350/248980 hissesine sahip oldukları 3105 ada, 2 sayılı kadastral parsel üzerinde bulunan kaçak binalarının imar yolunda kalması nedeniyle kamulaştırma yapılmaksızın yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2007/327 sayısında kayıtlı olarak açılan davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığın, davacılara ait Altındağ İlçesi, Hasköy, Güneşevler, 4. Sokak, 10 ve 12 no’lu binaların, davalı idarece, imar yolu üzerinde bulunması ve kaçak yapı olduklarının tespitinden dolayı yıkılması nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 10.000,00 Yeni Türk Lirasının davalı idareden tahsili isteminden kaynaklandığının anlaşıldığı, davalı idarenin, binaların 81300 no'lu imar planında yolda kalması ve kaçak yapı olmaları nedeniyle yıkıldığını, davacılara tapulu hisselerine karşılık arsa tahsis edildiğini, herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığını iddia ettiği, bu durumda, davacılara ait kaçak yapıların 81300 no'lu imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı bir bedel ödenip ödenmeyeceği noktasından kaynaklanan ve sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak sözü edilen yapıların yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenlerle, 2247 Sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

 Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13.maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacılar K. A. (Ö.) ve arkadaşları vekili tarafından davalı Altındağ Belediye Başkanlığı aleyhine, Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/327 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle Uyuşmazlık Mahkemesi Yüksek Başkanlığı’nca gönderilen 2008/65 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacılar vekilinin, Altındağ İlçesi, Hasköy, Güneşevler 4. sokakta davacılara ait taşınmazın 1350/248980 hissesine sahip oldukları, 3105 ada, 2 sayılı kadastral parsel üzerindeki 10 ve 12 no’lu gecekonduların üzerinden yol geçmesi nedeniyle davalı idare tarafından binaların kamulaştırılmadan yıkılması üzerine fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00YTL tazminatın, dava tarihinden yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınıp davacıya ödenmesi için Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı ve davalı Belediye tarafından görev itirazında bulunduğunun anlaşıldığı, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı’nın ise, yıkılan binaların imar planında yol üzerinde kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı davacıların tapulu hisselerine karşılık arsa tahsis işleminin yapıldığını, bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığına dair beyanda bulunduğu, Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi işlem ve eylemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesinin (b) bendinde ise, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derece Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki tam yargı davalarını idare mahkemelerinin çözümleyeceğinin belirtildiği, 81300 no’lu imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada, binaların yıkılması nedeniyle davacılara bir bedel ödenip ödenmeyeceği hususunun imar mevzuatı hükümlerine göre incelenerek bir sonuca varılması gerekeceğinden, idarenin kamu gücünü kullanarak tek taraflı olarak tesis ettiği bu işlemin denetiminin idare hukuku kurallarına davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait bulunduğu, bu nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/323 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait binanın, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle tapulu hissesinin başka bir imar parselinden karşılanarak tapusu verilmekle birlikte herhangi bir bedel ödenmeksizin davalı idarece binanın yıktırılmasından dolayı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müştemilat bedeli olarak 10.000,00YTL’nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Davacılar vekili, dava dilekçesinde, yapıların davacıların babası tarafından ve kendi tapulu yerinde Gecekondu Af Yasası’ndan önce yapıldığını, aftan faydalandığını, davacılara usulüne uygun yıkım kararı alınmadan ve tebliğ yapılmadan binayı boşaltmasının istendiği, usulsüz uygulamalarla davacıların oturduğu evlerin önce elektrik ve suyunun kestirildiği, 11.12.2006 tarihi itibarıyla da davacılara ait binanın Belediye ekiplerince yıkıldığını, yıkıma ilişkin usulüne uygun alınmış bir encümen kararı olmadan, genel uygulamalar yapılarak yıkımın gerçekleştirildiğini belirtmiştir.

Davalı vekilince, savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacıların binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacılara ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı, imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da yıkıldığı ileri sürülmüştür.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit dosyasında yapı için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedelin bir miktarı dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.12.2007 gün ve E:2007/327 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 2.2.2009 gününde Üyeler Mustafa KICALIOĞLU ile Mahmut BİLGEN’in KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 KARŞI OY

2981 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir(Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 2.2.2009

 

    Üye                                                                      Üye

 Mustafa KICALIOĞLU                                         Mahmut BİLGEN

 

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/69

KARAR NO: 2009/9

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davacıya ait ağaçların, taşınmazın imar uygulaması sonucu yol ve kanal olarak ayrılması nedeniyle kesilmesinden dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.G.

Davalı        : Yahyalı Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. G.T.

  

O L A Y     : Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak Belediye tarafından kesilen ağaçlarının bedelini bilirkişi marifetiyle tespit ettiren davacı, Yahyalı, Yüzüncüyıl Mahallesi, Çayiçi mevkiinde bulunan 61 ada, parsel 13 de tapuda adına kayıtlı bulunan bahçesinden İmar Yasası’nın 18. madde uygulaması sırasında yol ve dere yatağının geçirilmesi suretiyle çeşitli meyve ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesildiğini, bu nedenle, bahçesinde bulunan meyve ağaçlarının kesilmesi suretiyle meydana gelen 3.976,60YTL zararının yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

YAHYALI SULH HUKUK MAHKEMESİ; 27.7.2007 gün ve E:2007/133, K:2007/190 sayı ile, davacının, 61 ada, 13 parsel sayılı kendisine ait taşınmazda bulunan bahçesi üzerinde Belediye tarafından 18 uygulaması yapıldığını ve kendi arsası içerisindeki ağaçların hiçbir bedel ödenmeden kesildiğini, bunun sonucunda 3.976,60YTL zararın meydana geldiğini belirterek söz konusu miktardaki zararının yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınmasına karar verilmesini talep ettiği, Mahkemelerinde yapılan açık yargılama ve toplanan deliller sonucunda, Mahkemelerine davacı tarafından davalı Belediyenin İmar Yasası’nın 18. maddesine dayanarak yapmış olduğu arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında kendi arazisinden düzenleme ortaklık payı olarak Belediyeye geçen yerler üzerindeki ağaçların Belediye tarafından kesilmesi sonucunda ortaya çıkan zararın tazminini istediğinin anlaşıldığı, yerleşik Yargıtay uygulamalarından da anlaşıldığı üzere, Belediye tarafından ilçe merkezinde imar düzenlemesi yapmak amacı ile İmar Yasası’nın 18. maddesine dayanarak yapılan işlemin idari bir işlem olduğu, bu idari işlem sonucunda düzenleme ortaklık payı olarak Belediyenin mülkiyetine geçen yerler üzerindeki ağaçların kesilmesinin de bu idari işlemin devamı niteliğindeki bir işlem olduğu, dava konusu olayda davacının ağaçlarının davalı Belediye tarafından kesilmesi sebebi ile uğradığı zararın tazminini istediği, bir kamu kurumu niteliğindeki Belediyenin İmar Yasası’na dayanarak gerçekleştirdiği eylem idari bir işlem olduğundan, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi hükmünce bu işlemden doğan zararın da idari işlemden kaynaklanan ve tam yargı davasına konu oluşturan bir zarar niteliğinde olduğu, bu itibarla, davanın idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 1. İDARE MAHKEMESİ; 4.2.2008 gün ve E:2007/491 sayı ile, davacı A. G. tarafından, mülkiyeti kendilerine ait bulunan Kayseri İli, Yahyalı İlçesi, Çayiçi mevkiinde ve tapunun 61 ada, 13 parsel sayısında kayıtlı bulunan taşınmazın bulunduğu alanda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18 inci maddesi uyarınca yapılan imar uygulaması sonrasında, taşınmazlar üzerinde bulunan ağaçların Yahyalı Belediyesi’nce kesilmesi sonucu uğranıldığı belirtilen 3.976,60YTL zararın tazmini istemiyle Yahyalı Belediye Başkanlığı'na karşı dava açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinden söz ederek, idari eylemin, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle, öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlattığı, hukuk devleti olmanın kaçınılmaz gereklerinden biri olarak, kamu gücünü kullanan idarenin, tek yanlı iradesiyle idari işlem tesisinden önce bu işlemin maddi ve hukuki sebeplerini ortaya koymasının zorunlu olduğu, idarenin hiç bir kurala dayanmayan keyfi uygulamalarının, idare hukukunun konusuna giren "idari eylem" veya "idari işlem" olarak kabulünün olanaklı bulunmadığı, idarenin, açık ve ağır biçimde kanunilikten ve hukukilikten yoksun olan bu eylemlerinin "haksız fiil" olarak kabul edileceği, dosyanın incelenmesinden, davacı A. G. tarafından, mülkiyeti kendilerine ait bulunan Kayseri İli, Yahyalı İlçesi, Çayiçi mevkiinde ve tapunun 61 ada, 13 parsel sayısında kayıtlı bulunan taşınmazın bulunduğu alanda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18 inci maddesi uyarınca yapılan imar uygulaması sonrasında taşınmazlar üzerinde bulunan ağaçların Yahyalı Belediyesi’nce kesilmesi sonucu uğranıldığı belirtilen 3.976,60YTL zararın tazmini istemiyle Yahyalı Sulh Hukuk Mahkemesi’nde E:2007/133 sayılı davanın açıldığı, anılan Mahkemenin 27.7.2007 gün ve K:2007/190 sayılı kararıyla, idari işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın görümünde idari yargının görevli bulunduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedildiği; kararın 24.8.2007 tarihinde kesinleşmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, Yahyalı Belediyesi tarafından, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca yapılan uygulama sonucunda düzenleme ortaklık payı olarak Belediye adına tescil edilen parseller üzerinde davacılara ait bulunan ağaçların idari bir işlem tesis edilmeksizin kesildiğinin görüldüğü, parselasyon işleminin, imar hududunda bulunan binalı veya binasız arsa ve arazilerin düzenlemesi olduğu, bunun dışında, parselasyon yapma yetkisinin bu arsa ve arazilerin üzerindeki menkul ve gayrimenkul mallar üzerinde kamulaştırma veya başkaca bir idari karar almadan tasarrufta bulunma yetkisi vermeyeceği, İdarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men'i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceğinin yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunduğu, bu durumda, idarenin, mülkiyeti davacıya ait olan ağaçları haksız fiil neticesinde kesmesi neticesinde meydana gelen zararın tazminine yönelik bulunan davanın, Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19 uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine; bu konuda yüksek Mahkemece karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı Kanun’un 18. madde uygulaması sonucu davacıya ait olan taşınmazın yol ve kanal olarak ayrılması nedeniyle bu yerdeki çeşitli meyve ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesilmesi suretiyle meydana gelen 3.976,60YTL zararın yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden tahsili istemiyle açılmıştır.

Davalı idarece verilen savunmada, Belediyece yapılan 18. madde uygulaması ile ilgili işlemlerin 2006 yılı ortalarında tamamlanarak kesinleşmesine rağmen, Belediyece 18. madde uygulamasının fiiliyata geçirilmesine ilişkin yer belirleme ve bu paralelde ağaç kesim işlemlerinin 2007 yılı ortalarında yapıldığı, yine bu süre içerisinde mal sahiplerine taşınmazlar üzerindeki ağaçlarını kesmeleri konusunda çeşitli şekillerde ve defaatle uyarı ve ihtarlarda bulunulduğu ve aksi halde söz konusu ağaçların Belediye ekiplerince kesileceğinin bildirildiği, ancak, tüm bunlara rağmen davacı tarafından herhangi bir işlemde bulunulmadığı ve akabinde ağaçların Belediye ekiplerince kesilmesini müteakip söz konusu davanın ikame edildiği, ayrıca kesilen ağaçlara Belediye Başkanlığınca el konulmayıp, sahibinin alması amacıyla taşınmaz üzerinde bırakıldığı belirtilmiştir.

Olayda, 3194 sayılı Kanun’un 18. madde uygulaması sonucu davacıya ait olan taşınmazın (düzenleme ortaklık payı olarak alınarak) yol ve kanal olarak ayrıldığı, taşınmazın zemininin uyuşmazlık konusu yapılmadığı, bu taşınmazdaki çeşitli meyve ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle dava açıldığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle, Kayseri 1.İdare Mahkemesi’nin 4.2.2008 gün ve E:2007/491 sayılı BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 2.2.2009 gününde Üyeler Mustafa KICALIOĞLU ile Mahmut BİLGEN’in KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 KARŞI OY

2981 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir(Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 2.2.2009

 

   Üye                                                                                       Üye

 Mustafa KICALIOĞLU                                                        Mahmut BİLGEN

 

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/84

KARAR NO: 2009/10

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1) Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan üçüncü yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli oldu­ğunun saptan­ması halinde de, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, görevli yargı yerini belirleme yetki­sine sahip bulunduğu,

 2) Görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen J.Kd.Binbaşının çocukları tarafından, idare aleyhine açılan tazminat davasının, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : C.K.-Z.F.K.

Vekili         : Av. S.A.

Davalı        : İçişleri Bakanlığı

Vekili         : Av. A.Ö.

O L A Y     : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, davacıların babası S. K.’un (J.Kd.Binbaşı), Batman İli Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde çalışmakta iken Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde bulunan tutuklularla görüşme yapmak üzere görevlendirildiğini, görevlendirme sonrasında, davacıların babasının emir ve komutasında bir heyet oluşturulduğunu, 27 Aralık 1997 günü Batman İli Jandarma Komutanlığı’na ait iki araçla yola çıkıldığını, Bismil İlçesi Salat Köprüsü’ne gelindiğinde, yol üzerinde trafik kazası olduğunun görüldüğünü ve bu esnada Batman istikametinden gelen ham petrol yüklü bir tankerin duramayıp araçlara çarptığını, davacıların babasının yaralı olarak olay yerinden alınarak hastaneye kaldırıldığını, ancak, kurtarılamayarak hastanede vefat ettiğini, olay sebebiyle, davacıların tazminat davası açma zorunluluğunun doğduğunu, davalının tam kusuruna dayanılmamış olup, taleplerinde her türlü denkleştirme sebeplerinin dikkate alındığını, davada kusur dereceleri ve sorumluluk sebepleri ne olursa olsun mevcut ve muhtemel tüm zincirleme sorumlular yönünden müteselsil sorumluluk hükümlerine dayanıldığını belirterek fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydı ile şimdilik C. K. için 500,00YTL maddi, 10.000,00YTL manevi, Z. F. K. için 500,00YTL maddi, 10.000,00YTL manevi olmak üzere toplam 20.100,00YTL maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, süresi içinde verilen birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 26. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 5.12.2007 gün ve E:2007/287 sayı ile, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2.4.2007 tarih ve 2006/325 E, 2007/51 K sayılı içtihadı gereğince davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin süresi içinde verdiği idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Davacıların babası S. K.'un, Batman İli Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli iken, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde bulunan tutuklularla görüşme yapmak için görevlendirilmesi üzerine Diyarbakır İline giderken yolda meydana gelen bir trafik kazasına yardım amacıyla durduğu sırada, askeri araca petrol yüklü bir tankerin çarpması sonucu yaralanması ve kaldırıldığı hastahanede ölmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/287 Esas sayısında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2 nci maddesinde, idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında sayıldığı, dava konusu uyuşmazlığın kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin ölümü nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazminine ilişkin bulunduğu, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan idarenin, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kamu görevlisinin ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esasları çerçevesinde sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre idari yargı yerlerine ait bulunduğu, buna göre, uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Babaları S. K.’un Batman İli Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli iken ölümü nedeniyle davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/287 sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen dosyanın incelendiği, S.K.’un Batman İli Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde jandarma binbaşı olarak görev yaparken Diyarbakır E tipi cezaevinde görüşme yapmak için görevlendirilmesi üzerine giderken yolda meydana gelen trafik kazasına yardım amacıyla durduğu sırada askeri araca tankerin çarpması nedeniyle yaralandığı ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle idare tarafından ödenmesine karar verilmesi istemiyle Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; buna karşın dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolunda işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85. maddesi değişik birinci fıkrasında “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin yaralanmasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsü veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli dairelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır“ hükmüne yer verilmekte olup, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın tehlike esasına göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde açıkça bir düzenlemeye yer verilmediği gibi esasen 85. maddedeki hukuki sorumluluğun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal bulunduğu; nitekim Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği; belirtilen duruma göre kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması yada ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu; olayda, jandarmaya ait aracın tahsis edilen hizmetin yürütülmesi sırasında görevlinin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve görevli kişinin bedeninde oluşması karşısında uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli bulunduğu; kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetini yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların giderilmesi için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesine göre açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu, bu nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa'nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, görevli bulunduğu aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen J.Kd.Binbaşının çocukları tarafından maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

 Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli bulunan binbaşının ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Her ne kadar, adli yargı yerince verilen görevlilik kararı üzerine, Danıştay Başsavcısı tarafından genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık; açıklanan gerekçelerle görevin AYİM’e ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış olduğuna göre, görev uyuşmazlığı çıkaran yargı yerlerinin dışında kalsa bile, Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan mahkemelerce bakılmasını önlemektir.

Açıklanan nedenlerle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’e ait olduğundan, Danıştay Başsavcılığı’nın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusunun kabulüyle, Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 5.12.2007 gün ve E:2007/287 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/86

KARAR NO: 2009/11

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Hemzemin geçitte trenin çarptığı sigortalı araç için araç sahibine ödemede bulunan sigorta şirketince, zararın giderilmesi istemiyle idare aleyhine açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi

Vekili         : Av. İ.T.

Davalı        : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. N.Ç.

O L A Y     : Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacı şirket tarafından kasko sigortası ile sigortalı bulunan 09 HD 002 plakalı aracın, 7.9.2006 tarihinde davalı Kuruma ait Nazilli Söke seferini yapan trenin çarpmasına (hemzemin geçitte) maruz kalarak hasarlandığını, yaptırılan ekspertiz incelemesine göre sigortalı araç sahibine araç bedeli olarak 19.000,00YTL ödendiğini, kazanın oluşumunda davalı Kuruma ait tren sürücüsünün kusurlu olduğunun anlaşıldığını, kasko tazminatını ödeyen davacı şirket sigortalısının haklarına halef olduğundan yasal halefiyete dayanılarak işbu davanın açıldığını, davalı Kurumdan istenen tazminatın, sigortalıya ödenen tazminattan aracın hurda değerinin düşülmesi ile istenen tazminat olduğunu, davalı Kurumun, Kuruma ait trenin ve sevk edenin kazanın oluşumunda kusurlu olmaları nedeniyle tazminattan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu gereğince sorumlu bulunduğunu, davalı Kuruma tazminatı ödemesi için ihtarda bulunulduğunu, ancak, bu talebin reddedildiğini ileri sürerek 15.445,00YTL(15.445.000.000.-TL) tazminatın, ödeme tarihi olan 8.11.2006 tarihinden başlayacak en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, süresi içinde verdiği birinci savunma dilekçesinde, Kuruluş aleyhine açılan rücuen tazminat davasının halefiyet ilkesi gereğince açılmış bir dava olması sebebiyle, ayrıca dava konusu olayın hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle davada idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

 Davacı vekili cevaba cevap dilekçesinde, hemzemin geçitte gerekli tedbir alınmadığını, makinistin aracı gördüğü halde gerekli ikazı yapmadığını, gereğinden fazla süratli gittiğini, kusurlu olduğunu belirtmiştir.

AYDIN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 20.11.2007 gün ve E:2007/211 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Davacı şirket tarafından kasko sigorta poliçesi ile sigortalanan aracın, kapama zinciri açık olan hemzemin geçitte tren ile çarpışması sonucu meydana gelen zarar için ödenen miktardan hurda değeri düşüldükten sonra kalan 15.445,00YTL'nin tahsili istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2007/211 sayısında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenilmiş olduğu, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, bir kamu kuruluşu olduğu, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, davacı sigorta şirketinin sigortalamış olduğu aracın 7.9.2006 tarihinde uğradığı hasarı ödemesi nedeniyle meydana gelen zararın, hizmet kusuru esasına dayanılarak davalı idareden tazmini istemine ilişkin olduğu, bu durumda, davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça,2247 sayılı Yasa’nın 13.maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi vekili tarafından davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/211 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/86 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi tarafından, sigortalısı bulunduğu 09 HD 002 plakalı araca trenin çarpması sonucu meydana gelen maddi hasarlı trafik kazası nedeniyle ödemiş olduğu 15.445.-YTL’nin tahsili için Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/211 Esas sayı ile dava açıldığı, hizmet kusuru nedeniyle davalı idareden ödenen bedelin tahsilinin istendiği, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğunun tartışmasız bulunduğu, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü bulunan kamu kuruluşunun, bu hizmeti yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütüp yürütmediği, kamu yararına uygun şekilde işletip işletilmediği, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerine ait olduğu, bu nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/211 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü(TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı vekilince, olayda davalı İşletmenin ve personelinin kusurundan dolayı sorumlu olduğu ileri sürüldüğüne göre, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın, zararın hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluştuğu nedeniyle ortada bir trafik olayı bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85, 90 ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında çözümlenmesi gerekeceği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasada gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemesi ve gerekse tren ya da diğer demiryolu araçlarının bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.

Nitekim, TCDD Ana Statüsü’ne, Yüksek Planlama Kurulu’nun 27.4.1992 tarih ve 92/T. 29 sayılı kararıyla ilâve edilen Ek 2. maddede, “Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolu ana yol sayılır.

Bu kesişmelerde yapılan yeni yolun bağlı olduğu kurum veya kuruluş, alt ve üst geçit yapmak ve diğer emniyet tedbirlerini almakla yükümlüdür.

Demiryolu trafik düzeninin gerektirdiği hallerde sözkonusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesisler kime ait olursa olsun kaldırtılır.

Demiryolu üstünde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü vardır” denilmek suretiyle, demiryolunun farklı bir hukuki statüye tabi bulunduğu açıklanmaktadır.

Diğer yandan, davacı sigorta şirketi 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer alan “Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer, sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder” hükmü uyarınca zarar görenin kanuni halefi(yasal ardılı) olduğundan, incelenen uyuşmazlığın konusunu oluşturan dava tipik bir tam yargı davasıdır.

Bu nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybedenler tarafından, hissesinden fazla ödediği miktardan sorumlu bulunan idare aleyhine açılan ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak” davası kapsamında olmadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketi tarafından, hizmet kusuru esasına dayanılarak ve zararın idarece giderilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli olduğundan, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.11.2007 gün ve E:2007/211 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/88

KARAR NO: 2009/12

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davacıların murisinden kalan taşınmazın, Asliye Hukuk Mahkemesinin ilâmı ile tescil harici bırakılması ve bunun sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.G., Ö.N.G., F.G., E.D.O.

Vekili         : Av. H.E., Av.B.T.

Davalılar    : Maliye Hazinesi / Maliye Bakanlığı

O L A Y     : Davacılar vekili; müvekkillerinin, V. G.'ün mirasçıları olduğunu; muris V. G. adına kayıtlı Piri Paşa Mah., 229 ada, 21 parsel sayılı taşınmazın, Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin E:1999/90 ve K:2002/67 sayılı ilâmı ile tescil harici bırakılması üzerine, müvekkillerinin murisinin mamelekinden çıkmış bulunduğunu; bu taşınmaz malın işbu mahkeme kararı ile tescil harici bırakılmasından sonra, ilgili Tapu Müdürlüğünün de tapu kaydını iptal ettiğini ve sonuçta kendi mameleklerinde de bir azalma meydana geldiğini;

   Söz konusu parsele ait tapunun 1961 senesine ait olduğunu, 1972 senesinde ifraz edilerek murise ait yarı bir parsel haline geldiğini, ayrıca 1972 yılında görülen bir dava neticesi söz konusu mülkiyetin hükmen tescil edildiğini, tapu kayıtlarında da edinme sebebinin hükmen görülmekte olduğunu; müvekkilleri ve murislerinin senelerce bu taşınmazın emlak ve çevre temizlik vergilerini ve diğer yasal edimlerini yerine getirdiklerini; Devlet çatısı altında bulunan vatandaşların tapu müdürlüklerine ve diğer devlet kurumlarına güvenerek iktisap ettikleri ve mameleklerine aldıkları taşınmaz malları, daha sonra yine devletin çıkardığı yasalar sonucunda kaybetmelerinin tazminat almalarını gerektirdiği; Adli mahkemelerin yasaları uygulamak ve yargı yetkilerini kullanmak zorunda olduklarını, ancak oluşacak zararları da devletin karşılamasının gerekli olduğundan bahisle; “Kıyı Koruma Kanunu nedeniyle Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/90 esas ve 2002/67 karar sayılı ilâmı ile Silivri İlçesi, Piri Paşa Mah., 229 Ada, 21 nolu parselin tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla” zarara uğranıldığı iddiasıyla, fazlaya dair hakları saklı tutularak her bir müvekkili için 2.500 YTL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle, 6.6.2004 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

İZMİR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 2.5.2006 gün ve E:2004/331, K:2006/221 sayı ile, Silivri Piri Paşa Mh 229 ada 21 nolu parselin, davacılar murisine ait iken hazine tarafından Silivri Asliye Hukuk Mah. 1999/90 Esas ile dava ikame edilerek taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı cihetle tapusunun iptalinin istenmiş ve mahkemece de 21.2.2002 tarihinde talep gibi karar verilmiş olduğu; bu dava ile davacı vekilinin, davalı hazineden dava konusu taşınmazın tapu işlemlerinin 1961 senesinde gerçekleştiğini, 1972’de ifraz gördüğünü, sadece Kıyı Koruma Kanununun getirdiği ilkeler çerçevesinde taşınmazın ellerinden çıktığını ve bu nedenlerle 10.000 YTL. maddi zararlarının kendilerine verilmesini

talep etmekte olduğu; taşınmazın bulunduğu bölgede kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi nedeniyle, davacının zarara girdiğinin iddia edildiği; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesi gereğince bu tür davalara bakma görevinin idari yargıya verilmiş bulunduğu, bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırmasının idari nitelikte olduğu, ortada idari bir eylem olduğuna göre, bu zararların ödettirilmesi de eğer koşulları varsa, 2577 sayılı yasa uyarınca idari yargının alanına girdiği, somut olayda; davacı tarafın, kıyı kenar çizgisi yasası uyarınca yıllardır tapulu olan taşınmazlarının ellerinden çıktığını ve bundan zarar gördüklerini ifade etmekte olduğu; konu ile ilgili bitişik parsele ait aynı mahiyetteki davanın Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/1363 E.2004/1539 K.sayı ile hükme bağlanmış olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

 Davacı vekili, bu defa; “Kıyı Koruma Kanunu nedeniyle Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/90 esas ve 2002/67 karar sayılı ilamı ile Silivri İlçesi, Piri Paşa Mah., 229 Ada, 21 nolu parselin tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranılan 955.000-YTL. zararın karşılanması” istemiyle, 7.9.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmış; Mahkemece davanın Maliye Bakanlığı husumetiyle yürütülmesine karar verilmiştir.

İSTANBUL 8.İDARE MAHKEMESİ; 27.6.2007 gün ve E:2006/830, K:2007/1064 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde; İdari dava türlerinin sayılmış olduğu, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davaların tam yargı davası olarak tanımlanmış bulunduğu; bu yasal düzenlemeye göre, bir zararın tazmini amacıyla idari yargıda dava açılabilmesi için uğranıldığı öne sürülen bu zararın idarenin bir eyleminden veya işleminden kaynaklanmasının gerektiği; idari niteliği bulunmayan işlem ve eylemlerden ötürü bir zarar doğması halinde, bu zararın idare hukuku ilkelerine göre değil genel hükümlere göre tazmininin istenebileceği; öte yandan, bir işlem veya eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmininin idareden istenebilmesi için bu işlem veya eylemin idareye mal edilebilmesi, başka bir anlatımla öncelikle ortada idarenin bir işlem veya eyleminin bulunması ve zararla bu işlem ve eylem arasında illiyet bağı bulunmasının gerektiği; dosyanın incelenmesinden; davacıların murislerinden intikal eden taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı gerekçesiyle Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.2.2002 günlü E. 1999/90, K:2002/67 sayılı kararı ile tapudaki kaydının iptal edilerek tescil dışı bırakıldığının görülmüş olduğu, davacıların taşınmazın tescil dışı bırakılmasının ve mülkiyetlerinden çıkmasının sorumluluğunun devlete ait olduğunu, bu nedenle uğranılan zararın idare hukuku prensiplerine göre devletçe karşılanması gerektiğini ileri sürmüş iseler de, taşınmazın mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan davalı Maliye Bakanlığının, taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de olmaması karşısında; ortada idare hukuku ilkelerine göre bakılması ve çözümlenmesi gereken bir uyuşmazlığın bulunmadığı, uğranılan zararın genel hükümlere göre tazmininin istenebileceği sonucuna varılmış olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Davacılar vekilinin, adli yargıda fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak açtığı davada, fazlaya dair hakları saklı tutularak her bir müvekkili için 2.500 YTL olmak üzere toplam 10.000YTL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istediği; idari yargıda ise, uyuşmazlığın özü aynı olmasına karşın toplam 955.000-YTL. zararın karşılanması istemiyle dava açtığı görülmüştür.

Bilindiği üzere adli yargıda fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak suretiyle tazminat davası açabilmesine karşın, idari yargıda dava açılırken böyle bir olanaktan yararlanmak söz konusu değildir. Ancak, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak adli yargıda açılan ve bu yargı yerince görev yönünden reddedilen dava üzerine idari yargıda açılan davada tazminat tutarının artırılmasını ve saklı tutulan kısmın talebe dahil edilmesini, davanın genişletilmesi olarak nitelendirmek mümkün değildir. Zira, adli yargıda dava açılırken fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmakla, bu yöndeki irade ortaya konulmuş olduğundan, davacının idari yargıda davayı açarken tazminat istemini artırmasını davanın genişletilmesi olarak değil, saklı tutulan hakkın talep edilmesi olarak kabul etmek gerekir. Esasen, adli yargıda talep edilen miktarın yani tazminat tutarının, bu davanın görev yönünden reddi üzerine idari yargı yerinde açılacak davada esas alınacağı ve artırılamayacağı yolunda 2577 sayılı Yasada herhangi bir engel hüküm de bulunmamaktadır.

Buna göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların murisinden kalan taşınmazın, Asliye Hukuk Mahkemesinin ilâmı ile tescil harici bırakılması ve bunun sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranılan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın Başlangıç Bölümünde “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” belirtilmiş; “Genel Esaslar” başlıklı Birinci Kısmında da egemenliğin, kayıtsız şartsız Milletin olduğu ve Türk Milletinin, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, Yasama, Yürütme ve Yargı organları eliyle kullanacağı öngörülmüştür.

Anayasa’nın 9. maddesinde, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” denilmiş; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinde, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümlerine yer verilmiştir.

Belirtilen Anayasal düzenlemelere göre, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan yargı organı yasama ve yürütmeden ayrı tutulmuş olup, bağımsız bir organ olan yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin Anayasa’nın 125. maddesinde öngörülen “idari işlemler” kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal işlemler dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamayacağı açıktır.

Bu durum, Ülkemiz yargı sisteminin dayandığı “yargı ayrılığı” ve “adli ve idari yargı organlarının birbirlerine karşı bağımsızlığı” ilkelerinin de doğal bir sonucudur.

Bununla birlikte, hukukumuzda, bazı hallerde yargısal işlemlere yardımcı kimi idari faaliyetlerden dolayı Devletin sorumluluğunu öngören istisnai düzenlemeler de bulunmaktadır.

Nitekim, Medeni Kanun’un 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.”; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 5. maddesinde de “İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydan gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır.” denilmiştir.

Anılan yasal düzenlemelerden, yargılama sürecine katkıda bulunan işlemler nedeniyle Devletin sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda, bu sorumluluğun denetiminin de aynı yargı düzeni içinde yapılmasının gözetildiği anlaşılmaktadır.

Olayda, davacı tarafça; taşınmazın tescil dışı bırakılmasının ve mülkiyetlerinden çıkmasının sorumluluğunun devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan davalı İdarenin taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de bulunmadığı görülmektedir.

Belirtilen duruma göre, Asliye Hukuk Mahkemesinin ilâmı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada; tazminat istemine esas olan işlemi yapan mahkemenin dahil olduğu adli yargının görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 2.5.2006 gün ve E:2004/331, K:2006/221 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/90

KARAR NO: 2009/13

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Özelleştirilen Bankada çalışmasını sürdüren personelin iş akdinin feshi üzerine özelleştirme öncesi sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönem için talep ettiği kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücretinden doğan davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.G.

Vekilleri     : Av. A.Ş., Av. Ş.A.M.

Davalı        : Etibank A.Ş. (Bayındırbank A.Ş. (Birleşik Fon Bankası A.Ş.) Genel Müdürlüğü

Vekilleri     : Av. Z.S. – Av. R.M.D.

O L A Y     : Davacı, Etibank'ta sözleşmeli personel olarak çalışmakta iken, Etibank Bankacılık A.O.’nın hisselerinin tümünün satıldığı 2.3.1998 tarihinde özelleştirildiğinde, görevine devam etmek istemesi ve Genel Müdürlükçe bu isteğinin kabul edilmesi sonucunda, 1.4.1998 tarihi itibariyle Etibank A.Ş.'ye nakil suretiyle ve 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun geçici 192. maddesine göre emeklilik hakları yönünden bu Sandığa tabi olmak üzere, özelleştirilen şirkette çalışmaya devam etmiştir.

Bu arada, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 27.10.2000 tarih ve 24213 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 86 no'lu kararı ile, Etibank A.Ş.'nin, temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarına dayanılarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmesine karar verilmiştir.

Bilahare, Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü'nce davacının hizmet akdi 3.1.2002 tarihi itibariyle feshedilmiş ve 1475 sayılı İş Kanunu'nu gereğince, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı ve izin ücreti ödenmiştir.

Davacı vekili, davacının 6.8.1984 tarihinde işe başladığı halde, kıdem tazminatının, bankanın Özelleştirme İdaresi’ne devredildiği 1998 tarihinden itibaren sadece 4 yıl üzerinden hesaplanarak eksik ödendiğini, fazla çalışma ücretinin ise ödenmediğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 500.000.000.- TL kıdem tazminatı, 300.000.000.-TL ihbar tazminatı, 200.000.000.-TL fazla çalışma ücreti olmak üzere, toplam 1.000.000.000.-TL' nın yasal faizi ( kıdem tazminatı için mevduata uygulanan en yüksek faiz) ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle 3.12.2002 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 4. İŞ MAHKEMESİ; 30.6.2004 gün ve E:2002/1193, K:2004/451 sayı ile, Davacı vekilinin dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı nezdinde 6.8.1984 - 31.1.2002 tarihleri arasında T.C. Emekli Sandığına tabi işçi statüsünde çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, son 4 yıllık hizmeti için ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini, toplam hizmet süresinin nazara alınmadığını, her gün 9-18 saatleri arasında çalıştığını, günde 2-3 saat fazla çalışması olduğunu, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, fazlaya ait haklan saklı tutularak 500.000.000.-TL kıdem tazminatı farkı, 300.000.000.-TL ihbar tazminatı farkı ve 200.000.000.-TL fazla çalışma ücreti alacaklarının faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş olduğu; Davalı vekilinin cevaplarında özetle; davacının, özelleştirme sonrası hizmetlerinin nazara alındığını ve tüm alacaklarının ödendiğini, özelleştirme öncesi T.C. Emekli Sandığına tabi geçen hizmetin, müvekkili işveren nezdinde SSK ya tabi hizmetlerle birleştirilmesi talebinin yasal dayanağının bulunmadığını, zira 1475/14 maddesine göre, önceki T.C. Emekli Sandığına tabi hizmetlerin birleştirilebilmesi için son işverenin kamu kuruluşu olması ve akdin yaşlılık, malullük aylığı ya da toptan ödeme alma amacıyla feshedilmesi gerektiğini, oysa müvekkili şirketin kamu kuruluşu olamadığını, akdin emeklilik malûllük veya toptan alma amacıyla feshedilmediğini, 1475/13 e göre ihbar tazminatı verilerek feshedildiğini, alacağının bulunmadığını, davanın reddine karar verilmesini istemiş olduğu; deliller toplandıktan sonra dosya bilirkişiye verildiğini ve rapor alındığını; Mahkemelerine davacı vekili tarafından açılan emsal dosyanın kararı, Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 2004/7175 Esas 2004/8506 Karar sayılı 13.4.2004 tarihli kararında, K.H.K. ler, hükümlerine göre çalıştırılan bu kişilerle yapılan sözleşmelerin niteliği önem taşımakta olduğu, doktrinde ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da bu sözleşmenin idari bir sözleşme olduğunun benimsendiği, sözleşmeli olarak çalıştırılacak kişinin statüsü, sözleşmenin kapsamı ve çalışma koşullarının K.H.K. ile belirlenmekte olduğu, Mahkemenin kabul ettiği şekilde taraflar arasındaki sözleşmenin 1475 sayılı İş Kanunun belirttiği koşullarda düzenlenmiş bir sözleşme olarak kabulünün mümkün bulunmadığı; sözleşmelerde K.H.K.nin 14. maddesinde gösterildiği şekilde sendikalara üye olmaları, sendikal faaliyette bulunmaları, greve katılmayacakları belirtildiği gibi, yine K.H.K. nin 11. maddesinde belirtildiği gibi, görevleri ile ilgili olarak kuruma verdiği zararlardan özel hukuk hükümlerine tabi oldukları ifade edilmekte ve ayrıca K.H.K. nin 4/C maddesinde ön görüldüğü şekilde görevleri sırasında öğrendikleri yazılı bilgi ve belgeleri görevden ayrılmış olsalar bile izin olmadan açıklayamayacaklarının belirtildiği, sözleşmelerin diğer maddeleri de incelendiğinde, K.H.K.nin esas alındığının görüldüğü, bu durumda taraflar arasındaki sözleşmelerin idari nitelikte sözleşmeler olarak kabulü ile görevsizlik kararı vermek gerekirken işin esasına girilerek hüküm kurulması yasaya aykırı olduğundan, hükmün bozulmasını gerektirmiş olduğu şeklinde karar verdiği; Davacının 233 sayılı K.H.K. hükümlerine göre düzenlenen sözleşmelerle çalıştırıldığı, bu çalışma şeklinin 1998 yılı özelleştirme işlemine kadar devam ettiği, Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin bozma kararına göre idari nitelikteki sözleşmeler ile çalıştırılmış olduğundan, toplanan ve değerlendirilen tüm kanıtlar ile dosya kapsamına göre mahkemelerinin görevsiz olup, İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez T.C.Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı da hasım göstermek suretiyle 8.203,00YTL tutarındaki brüt tazminatın akdin sona erdirildiği tarihten itibaren bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte tahsili istemiyle 1.3.2005 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ; 19.12.2006 gün ve E:2005/1109, K:2006/3232 sayı ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde, İş Yasasına göre, işçi sayılan kimselerle, işveren veya işveren vekilleri arasında iş aktinden veya İş Yasasına dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların çözümünün iş mahkemelerinin görevine girdiğinin belirtilmiş olduğu; bakılan davada ise; davacının, feshedilen Etibank A.Ş.'nin Fethiye Şubesinde 1475 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışmaktayken iş aktine son verildiği anlaşıldığından yukarıda metni yazılı Yasa hükmü uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesinin gerekmekte olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli yargı yerinde Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine ve idari yargı yerinde ise Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine dava açılmış olması nedeniyle, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine açılan dava yönünden uyuşmazlıkta “tarafların aynı olması” koşulunun gerçekleştiği kabul edilerek, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının onaylı bir örneğinin 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyasının Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Etibank’ta 6.8.1984 tarihinde işe başlayan davacının, bu tarih ile bankanın Özelleştirme İdaresi’ne devredildiği 1998 yılı arasındaki süre için faizi ile birlikte kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücretine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

233 sayılı KHK hükümlerine tabi bir iktisadi devlet teşekkülü olan Etibank'ın bünyesinden ayrılan ve özelleştirme programına alınan "Etibank Bankacılık Anonim Ortaklığı"nda kamuya ait bulunan (% 100) hisselerin tamamının, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca 13.1.1998 tarih ve 11 sayı ile satışına karar verilmesi ve Özelleştirme İdaresi ile alıcı Medya İpek Holding Anonim Şirketi arasında 2.3.1998 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi’nin imzalanması üzerine özelleştirme süreci tamamlanmış olup, Etibank Bankacılık A.O., aynı zamanda yürürlük tarihi olan imza tarihi itibariyle Etibank A.Ş. ismiyle özel hukuk tüzel kişiliğine dönüşmüştür.

Etibank Bankacılık A.O.'nda 399 sayılı KHK hükümlerine tabi sözleşmeli personel olarak çalışmış olan davacı, özelleştirme sürecinin tamamlanması üzerine, 1.4.1998 tarihi itibariyle Etibank A.Ş.'ye nakil suretiyle iş hukukuna tabi olarak çalışmaya başlamış; fakat sosyal güvenlik yönünden, 5434 sayılı Yasa'nın 192. maddesi ile tanınan olanaktan yararlanarak Emekli Sandığı ile ilgisini sürdürmüştür.

Bu duruma göre, özelleştirmenin tamamlandığı andan itibaren, gerek Bankanın özel hukuk tüzel kişiliğine dönüşmüş olması, gerekse bu Bankada kalan davacının iş hukukuna tabi olarak çalışması karşısında, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu'nun 22.1.1996 gün ve E: 1995/1; K: 1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararının, bunun kapsamı dışına çıkan Banka ve davacı yönünden bağlayıcılığını yitirdiği kuşkusuzdur.

Her ne kadar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca 27.10.2000 tarih ve 86 sayı ile, Etibank A.Ş.'nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesinin (3) ve (4) sayılı fıkralarına göre Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesine ve aynı Kurulca 13.12.2001 gün ve 554 sayı ile, Etibank A.Ş.'nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin 28.12.2001 tarihi itibariyle kaldırılmasına ve Bankanın tasfiyesine karar verilmiş ise de, 20.3.2002 gün ve 653 sayılı karar ile tasfiye halindeki diğer bankalarla birlikte yine hisselerinin tamamı TMSF'ye ait Bayındırbank A.Ş.(5411 sayılı Bankacılık Kanununun 109. maddesi hükmü çerçevesinde, Fon Kurulunun 7.12.2005 tarih ve 515 sayılı kararı ile Bayındırbank A.Ş. Anasözleşmesinin 2. maddesinde belirtilen ünvanı Birleşik Fon Bankası A.Ş. olarak değiştirilmiştir.) bünyesinde devren birleştirilmesi işlemlerinin 5.4.2002 tarihine kadar gerçekleştirilmesinden sonra tüzel kişiliği sona erdirilerek Ticaret Sicili’nden terkin edilmesi öngörülen Etibank A.Ş.'nin, 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesine göre BDDK tarafından hisseleri ve/veya yönetim ve denetiminin TMSF'na devredilmiş olması, anılan Yasa maddesinde belirtilen "...devredilen bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri..." amacına yönelik olup, bu süreç boyunca Bankanın özel hukuk tüzel kişiliğinde bir değişiklik söz konusu değildir.

Açıklanan nedenlerle, ortada kamu idaresince tesis edilmiş bir idari işlem ya da eyleme karşı açılmış 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen idari davalardan biri söz konusu olmayıp, özelleştirilen Bankaya karşı, İş Kanunu uyarınca kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti verilmesi istemiyle açılan davanın, iş hukuku ilke ve kurallarına göre adli yargı yerince çözümleneceği kuşkusuzdur.

Öte yandan, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, İş Kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerince çözümleneceği öngörülmüştür.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 4. İş Mahkemesi’nce verilen 30.6.2004 gün ve E:2002/1193, K:2004/451 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/108

KARAR NO: 2009/14

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 14 ve 19. maddelerinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Ç.S.

Vekili         : E.C.Ç.

Davalı        : 1- Kütahya Valiliği

 2- A.B. ve K.B.

O L A Y     : Davacı vekili; müvekkilesinin 1984 yılında Kütahya'da doğduğunu, çok küçük yaşlarda anne ve babası ayrılınca, ailesi tarafından Kütahya merkez Karaöz köyünde yaşayan A. ve K. B. çiftine gayri resmi olarak evlatlık verildiğini, bu çiftin davacıya Hesna adını vererek Balkan olan soyadlarını da eklediklerini, davacının da Hesna Balkan ismini kendi ismi olarak bildiğini, 1991 yılında Karaöz Köyü İlkokuluna kimlik ibraz etmeksizin Hesna Balkan olarak kayıt yaptırıldığını, 1994-1995 öğretim yılında -pekiyi- dereceli ve 167 numaralı diplomayı almaya hak kazandığını, H. B. adına düzenlenmiş bir kimlik ibraz edemediği için diploma düzenlenmediğini ve kendisine verilemediğini; davacı müvekkilesinin Kütahya'daki avukatı aracılığıyla mevcut durumun tespiti, H. B. adına varolan okul kayıtlarının tashihi ile asıl ismi olan Ç. S. adına diplomanın tanzimi istemi ile davalı idareye başvurduğunu; fakat davalı idarenin, 12 Ekim 2004 tarihli ve 18195 sayılı işlemle; Kütahya Merkez Karaöz Köyü İlkokulundan 1994-1995 eğitim-öğretim yılında, 16.6.1995 tarih ve 167 nolu diplomaya hak kazanan H. B. adlı kişiye ait kimlik bilgileri bulunmadığı için diploma düzenlenmediği ve Ç. S. isminde bir öğrencinin de Merkez Karaöz Köyü İlkokulunda öğrenim görmediği gerekçesiyle başvuruyu reddettiğini belirterek, sunuçta; Kütahya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ekim 2004 tarihli, …/18195 sayılı kararının iptali istemiyle 10.12.2004 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ESKİŞEHİR İDARE MAHKEMESİ; 15.3.2006 gün ve E:2004/1773, K:2006/505 sayı ile, davacı her ne kadar H. B. adlı bir şahıs olmadığının tespiti ile kendi adına diplomanın düzenlenerek verilmesini talep etmekteyse de, İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca böyle bir tespitin mümkün olmaması ve diploma almaya hak kazanan H. B. adına kimlik bilgileri olmadığından hukuken var olmayan böyle bir kişi adına diploma düzenlenmemiş olması karşısında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle, davanın reddine karar vermiş; bu karar temyiz edilmiştir.

DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ; 3.10.2007 günl ve E:2006/4542, K:2007/5044 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19/1 ve 4721 sayılı Medeni Kanunun 36. maddesinden bahisle; belirtilen mevzuat hükümleri uyarınca, davacı Ç. S. ile H. B.'ın aynı kişi olup olmadığının özel hukuk kurallarına göre tespit edilmesi mümkün olup, dava konusu uyuşmazlığın çözümü de bu hususun tespitine dayanmakta olduğundan, bu hususa yönelik yerel Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın görev yönünden reddine ilişkin kararının Yargıtayca onararak kesinleşmesi üzerine görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasının gerektiği; aksine bir durumun, davacının talebinin yargısal denetim dışı bırakılması sonucunu doğuracağı; bu durumda, görev uyuşmazlığı çözüme kavuşturulmadan, esas hakkında karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle Eskişehir İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, karar verilmiştir.

ESKİŞEHİR 1.İDARE MAHKEMESİ; 20.2.2008 gün ve E:2008/77 sayı ile, Mahkemelerinin davanın reddi yolunda verilen kararının Danıştay Sekizinci Dairesinin kararı ile bozulması üzerine gereğinin görüşüldüğü; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi hükmüne yer verilerek; dava dosyasının incelenmesinden, davacı vekilince 1990-1995 tarihleri arasında Merkez Karaöz Köyü İlkokulunu bitiren H. B.'ın Ç. S. ile aynı kişi olduğunun tespiti istemiyle, Kütahya 2.Asliye Hukuk Mahkemesine açılan davada Mahkemenin 13.4.2005 gün ve E:2005/27, K:2005/82 sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine davacının Mahkemelerinde H. B. adlı bir şahıs olmadığının tespiti ile H. B. adına varolan okul kayıtlarının düzeltilmesi ve kendi adına diploma düzenlenerek verilmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davayı açtığının anlaşıldığı; bu durumda yukarıda belirtilen mevzuat hükmü uyarınca davacı Ç.S. ile H.B.'ın aynı kişi olup olmadığının özel hukuk kurallarına göre tespit edilmesi mümkün olup, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün de bu hususun tespitine dayanmakta olduğundan ve bu hususa yönelik yerel Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın görev yönünden reddine ilişkin kararının Yargıtayca onanarak kesinleşmesi üzerine görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerektiği sonucuna varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemeleri görevli olmadığı için görevli yargı merciinin belirtilmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin vereceği karara kadar ertelenmesine karar vermiştir.

   Davacı vekili; mevcut durumun tesbiti, H. B. adına varolan okul kayıtlarının tashihi ile asıl ismi olan Ç. S. adına diplomanın tanzimi istemi ile Kütahya İl Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurmuş olduklarını, fakat idarenin 12 Ekim 2004 tarihli ve …/18195 sayılı kararı ile davacı müvekkilenin istemini reddettiğini; İdarenin anılan kararının iptali istemi ile 10/12/2004 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesi Başkanlığı'na başvurduklarını; bu istemlerine ilişkin yargılamanın Eskişehir İdare Mahkemesi'nin 2004/1773 E. Sayılı dosyasında devam etmekte olduğunu; fakat İYUK'un "idari dava türleri"ni sayan 2. maddesinde "tespit davası" yer almadığı için mahkemelerinde dava açmak zaruretinin hasıl olduğunu belirterek; davacıyı gayri resmi yoldan evlatlık edinen A. B. ve K. B. aleyhine, 15.2.2005 gününde, “Kütahya Merkez Karaöz Köyü İlkokulu'nda 1990-1995 yılları arasında H. B. adı ile öğrenim gören kimsenin davacı müvekkil Ç. S. olduğunun tespitine karar verilmesi” istemiyle adli yargı yerinde tespit davası açmıştır.

KÜTAHYA ASLİYE 2. HUKUK MAHKEMESİ; 13.4.2005 gün ve E:2005/27, K:2005/82 sayı ile, dava dilekçesini özetleyerek; davetiye tebliğine rağmen davalı A. B.’ın duruşmaya katılmadığı, diğer davalı K. B.’ın duruşmaya katılarak davacıyı 3 yaşında iken asıl annesinin çocuğa bakamayacağını söylemesi nedeniyle öz annesi E.'dan gayri resmi şekilde evlatlık aldığını, H. B. ismini kendisinin koyduğunu ve bu isimle okula yazdırdığını, davacının ilkokuldan mezun olmasına rağmen nüfus cüzdanında asıl ismi olan Ç. S. isminin yazması nedeniyle, okul idaresinin diploma düzenlemediğini söylemiş olduğu; davacının tespit isteminin, Milli Eğitim Müdürlüğüne ilkokul diplomasının düzenlenmesi amacıyla yaptığı müracaatın reddi nedeniyle açtığı idari davaya delil oluşturma amacını taşıdığı; oysa tespit davası eda davasının öncüsü niteliğinde olup, tespit davası açılabilmesi için hukuki menfaat bulunması; yani bu tespit hükmünü takiben adli yargıda bir eda davasının açılma imkanının bulunmasının gerektiği; Mahkemelerince davacının talebi doğrultusunda verilecek tespit hükmü sonrasında adli yargıda herhangi bir dava açılması söz konusu olmayıp, davanın idari yargıda açılan davaya delil oluşturmak amacıyla açıldığının açıkça anlaşılmakta olduğu; Davacının asıl amacının Milli Eğitim Müdürlüğünce diploma düzenlenmesine ilişkin talebin reddi konusundaki idari kararın kaldırılmasını sağlamak ve böylece diplomasına kavuşmak olduğundan, bu konuda yargılama yapma ve karar verme yetkisinin idari yargıya ait bulunduğu; Davacı idari yargıda dava açtığına göre, tespite konu iddiaları inceleyip bu konuda karar verme yetkisinin de idari yargıya ait olacağı; öte yandan husumetin Milli Eğitim Bakanlığına yöneltilmesi gerekirken, davacıyı gayri resmi yoldan evlatlık edinen kişilere yöneltilmesi yasaya aykırı ve bu yönden de davanın reddi gerekiyor ise de, öncelikli görev hususunda karar verilmesi zorunlu olduğundan mahkemelerinin görevsizliğine karar verildiği aşağıdaki hükmün kurulduğu; gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; dava İdari yargının görev alanına girdiğinden dava dilekçesinin görev nedeniyle REDDİNE, karar vermiş; bu karar Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 17.10.2005 gün ve E:2005/11884, K:2005/14185 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Adli yargı yerinde daha sonraki tarihte dava açılmasına karşın, daha önce sonuçlanmış; görevli merciin belirlenmesi için İdari yargı yerince Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru yapılmıştır.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

   2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” hükmü yer almış, 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik fıkra: 21/01/1982 - 2592/6 md.;Değişik fıkra: 23/07/2008-5791 S.K./9.mad) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir.” denilmiştir.

2247 sayılı Yasanın 19. madde hükmü ile, yargı merciilerinin Uyuşmazlık Mahkemesi’ne re’sen başvurabilmelerine olanak tanınmış olup, böylece 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre doğabilecek olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi bakımından daha ekonomik bir yöntem öngörülmüştür.

Buna göre, 19. madde kapsamındaki bir başvuruda da, 14. maddede öngörülen “... tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava...” koşulunun aranacağı doğaldır.

Olayda, adli yargı yerinde açılan davada husumetin A. B. ve K.B.’a yönelik bulunmasına karşılık, idari yargı yerinde açılan davada husumet Kütahya Valiliğine yöneltilmiş olduğundan, davada tarafların (davalı yönünden) aynı olması koşulu gerçekleşmemiştir.

Belirtilen duruma göre, 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşulu taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesinde yer alan “ Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan ve süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.” kuralı uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/132

KARAR NO: 2009/15

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen        : İ.B.

Vekili                                                                        : Av. H.O.

Karşı Taraf                                                               : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı

O L A Y     : I) Y. Ç. tarafından Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı davalı olarak gösterilmek suretiyle açılan davada, dava dilekçesinde, Devlete ait bir kamu iktisadi teşebbüsü olan Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde işveren vekili olarak addedilen kapsam dışı personel statüsünde avukat unvanı ile 13.1.1997 tarihinde göreve başladığını, Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve şirket genel kurullarınca alınan kararlar doğrultusunda tüm hak ve borçları ile birlikte aynı niteliklere haiz Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştiğini, halen Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde aynı görevine aralıksız devam ettiğini, gerek yerel mahkeme kararları gerekse yüksek yargı kararları doğrultusunda kamu iktisadi teşebbüslerinde görev yapan kapsam dışı personelin Anayasa’nın 128. maddesine göre kamu görevlisi olduğunu, kapsam dışı personelin özelleştirme sonrası durumlarının 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile 657 sayılı Kanun’a tabi personel ve sözleşmeli personel olarak kamu personeli sayılan personel ile aynı paralelde düzenlendiğini, işsizlik sigortası hizmetlerinden faydalanmasının olanaksız olduğunu, çünkü, işsizlik sigortası hizmetlerinden faydalanacak şekilde sözleşmesinin feshedilmesinin ve işsiz kalmasının hukuken ve fiilen mümkün olmadığını, davalı Kuruma ücretlerine işsizlik sigortası primi tahakkuk ettirilmemesi için çeşitli kereler başvurmasına karşılık talebinin reddedildiğini, bu nedenle bu davayı açmak zorunda kaldığını, davalı Kurumca haksız ve yersiz olarak ücretine tahakkuk ettirilerek işsizlik sigortası primi adı altında tahsil edilen miktardan fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL’sinin davalı Kurumca tahsil edildiği tarihlerden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tarafına veya tarafına iade edilmek üzere çalıştığı Kuruma iadesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

 BEYOĞLU İŞ MAHKEMESİ; 17.12.2003 gün ve E:2003/767, K:2003/936 sayı ile, “…Dava,

davalı Kurumca haksız ve yersiz olarak davalının ücretinden kesildiği bildirilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi istemine ilişkindir.

Davacının sunduğu belgelerden, davacının tamamı devlete ait bir KİT olan Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde kapsam dışı personel olarak avukat unvanı ile göreve başladığı, Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve şirket genel kurullarınca alınan kararlar doğrultusunda tüm hak ve borçları ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş ile birleştirildiği, davacının da halen Türkiye Denizcilik A.Ş. Müdürlüğü’nde aynı unvan ile çalışmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ücretinden kesilen işsizlik sigortası primlerinin kesilmesi gerekmediği hususundadır. Davacının sunduğu Danıştay kararlarından da anlaşılacağı üzere davacının bir KİT olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş'de kapsam dışı personel olarak çalışan bir kamu

görevlisi olduğu açıktır. İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işine son verilmesi mümkün değildir. Bu durumdaki kişilerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmeyeceği davacının sunduğu Danıştay kararları ile de açıktır.(Danıştay 10. Dairesi’nin 19.12.2000 tarih ve 2000/5987 Esas, 2003/1494 Karar sayılı kararı, Danıştay 11. Dairesi’nin 28.5.2001 tarih ve 2000/5906 Esas, 2001/1364 Karar sayılı kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 23.6.1995 tarih ve 1994/345 Esas, 1995/627 Karar sayılı kararı) Bu durumda davacının ücretinden kesildiği iddia edilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi yerinde görülmüştür.

Bu nedenle, davacı adına kesilen işsizlik sigortası primlerinin tarih ve miktarları Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü’nden sorulmuş, verilen 16.12.2003 tarihli cevabi yazı ile, davacının maaşından 15.6-14.7.2000 tarihinden 15.6.2002-14.7.2002 tarihine kadar kesilen işsizlik sigortası primleri bildirilmiştir.

Bu durumda davacının davasının kabulüne karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM   : Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;

1-Davacının davasının KABULÜ ile ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL'sinin davalı kurumca tahsil edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına…” karar vermiş; bu karar, YARGITAY ONUNCU HUKUK DAİRESİ’nin 31.5.2004 gün ve E:2004/2171, K:2004/4819 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

II) İ.B., Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nı davalı olarak göstermek suretiyle, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda kapsam dışı personel statüsünde çalıştığından, maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nın 26.11.2001 günlü işlemi ile 29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesinin iptali, önceden tahsil edilen işsizlik sigortası primlerinin faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

 29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "4447 sayılı işsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesine yönelik davanın reddine, dava konusu uygulama işleminin, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak iptaline, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle reddine, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerinin başvuru tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle davacıya iadesine ilişkin 26.5.2003 gün ve E:2001/5012, K:2003/1872 sayılı kararının, davacı ve davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nca temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 28.4.2005 gün ve E:2004/194, K:2005/993 sayılı kararıyla, kararın davanın iptal ve kabule ilişkin kısmının bozulmasına, davacının temyiz isteminin ise reddine karar verilmesi üzerine DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ; 20.3.2007 gün ve E:2007/796, K:2007/1478 sayı ile, “…Dairemizin 26.5.2003 tarih ve E:2001/5012, K:2003/1872 sayılı kararı ile; 29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "4447 sayılı işsizlik Sigortası Kanunu'nun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesine yönelik davanın reddine, dava konusu uygulama işleminin, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak iptaline, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle reddine, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerinin başvuru tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle davacıya iadesine karar verilmiştir.

Dairemizin belirtilen kararının iptal ve kabule ilişkin kısmının davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığınca, davanın redde ilişkin kısmının da davacı tarafından temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28.4.2005 tarih ve E:2004/194, K:2005/993 sayılı kararıyla, aynen "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 4571 sayılı Yasayla değişik 46. maddesinin 3. fıkrasında "506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu kanun kapsamına dahil değildir." hükmü yer almaktadır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları, 3. maddesinde ise kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacakları öngörülmüştür.

233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 5. maddesinin 1. fıkrasında bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanacağı, 5. fıkrasında ise yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir.

233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, 3/b maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e maddesinde, ise işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde, sözleşmeli statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu, Geçici 9. maddesinde ise, özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esası getirilmiştir.

399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde; teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı maddelerinde ise diğer mali ve sosyal haklar düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde kapsamdışı personele yer verilmemiştir.

Kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal haklar ise davacının çalıştığı kurumca çıkartılan Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Bu nedenle kapsamdışı personel mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmamaktadır.

Yine 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç işyerinde çalışan tüm işçiler kanun kapsamında, yine 506 sayılı Yasanın 3. maddesinde belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar kanunun kapsamı dışında kabul edilmiştir. Ayrıca 4447 sayılı Yasanın 46. maddesinin 3. fıkrasında işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları kanunlar tek tek belirtilmiştir.

Belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; Tebliğin 1. maddesinde, 4447 sayılı Yasanın (4571 sayılı Yasayla değişik) 46. maddesinin 3. fıkrasına aykırı bir husus bulunmadığı gibi, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, iş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilip bu kurumla ilişkilendirilen davacının, ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Bu durumda, Daire kararının; Tebliğin 1. maddesi ile uygulama işleminin, başvurudan geriye doğru 60 günden öncesine yönelik olarak reddine dair kısmında hukuka aykırılık, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve başvurudan geriye doğru 60 güne isabet eden kısmın geri ödenmemesine ilişkin olarak iptalinde hukuka uyarlık görülmediği" gerekçesiyle Dairemiz kararının iptal ve kabule ilişkin kısmının bozulmasına ve davacının temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 46. maddesinin 1. fıkrasında; Danıştay Dava Daireleri kararlarına karşı Danıştayda temyiz yoluna başvurulabileceği, 2575 sayılı Yasanın 38. maddesinde; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca idari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararların temyizen inceleneceği, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesinin 4. fıkrasında da; idare mahkemelerinin bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebileceği öngörülürken, Danıştay idari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulmasının zorunlu olduğu belirtilerek, Danıştay Dava Dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararların temyizen bozulması halinde ise ısrar olanağı tanınmamıştır.

Aktarılan durum ve 2577 sayılı Yasa'nın 49. maddesi karşısında bozma kararına uyularak Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu kararında belirtilen gerekçelerle davanın reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 28.4.2005 tarih ve E:2004/194, K:2005/993 sayılı kararında belirtilen ve yukarıda aynen aktarılan gerekçelerle REDDİNE…” karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK : İsmail Bahtiyar vekili tarafından Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verilen 8.4.2008 günlü dilekçede, Kamu İktisadi Teşebbüslerinde kapsam dışı personel statüsünde görev yapan personel tarafından aylık ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve kesilenlerin iadesi konusunda Danıştay 10. Dairesi’nde SSK aleyhine açılan davanın reddedilmesi ve kesinleşmesi ile yine kapsam dışı personel tarafından Beyoğlu İş Mahkemesi’nde aynı konuda SSK aleyhine açılmış olan davanın kabulü ve kesinleşmesi ile ortaya çıkan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi gerektiği, 506 sayılı Yasa’nın 84. maddesine dayanan davaların, bir istirdat(geri alma) davası olması ve Borçlar Kanunu’nun haksız iktisap-sebepsiz zenginleşme ile ilgili hükümlerine göre bu güne kadar Yargıtay’ca karar verilmekte olduğu ortada iken davacı tarafından adli yargı iş mahkemelerinde dava açmak gerekirken, SSK aleyhine usul ve yasaya aykırı olarak idari yargı yerinde dava açıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesine göre idari yargı ve adli yargı tarafından verilmiş ve kesinleşmiş olan aynı konuya ve sebebe ilişkin taraflarından en az biri aynı olan(burada tarafların da aynı olduğu, kapsam dışı personel-SSK Başkanlığı), kararlar arasında tam bir çelişki bulunduğu ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği için hüküm uyuşmazlığı bulunduğu, söz konusu uyuşmazlığın giderilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma zorunluluğu doğduğu, bu nedenlerle, Danıştay 10. Dairesi’nin 20.3.2007 tarihli, E:2007/796, K:2007/1478 sayılı kesinleşen kararı ile Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 tarihli, E:2003/767, K:2003/936 sayılı kesinleşen kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı İsmail Bahtiyar vekili tarafından Danıştay 10. Dairesi ile Beyoğlu İş Mahkemesi kararları arasında doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi nedeniyle gönderilen dosyanın incelendiği, davacı vekilinin 8.4.2008 tarihli başvuru dilekçesinde, özetle; "Müvekkili İ. B.'ın 233 sayılı KHK ile teşkil olunan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi bir kamu iktisadi teşebbüsü olan Türkiye Petrolleri A.O’da kapsam dışı personel statüsünde görev yaptığını, ücretinden 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 4. maddesi gereğince işsizlik sigortası bedeli kesildiğini, bu konuda açmış oldukları davanın Danıştay 10. Dairesi'nce Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun bozma kararı uyarınca esastan reddedildiği, aynı konuda bir başka davacı tarafından Beyoğlu İş Mahkemesi'ne açılan davanın kabul edildiği, kararın, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 31.5.2004 tarih, E.No:2004/2171, K.No:2004/4819 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği, bu nedenle, idari yargı ve adli yargı tarafından verilmiş kararlar arasında çelişki bulunduğundan hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 22.1.1996 tarih, E.No:1995/1, K.No:1996/1 sayılı kararı uyarınca kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli statü ile kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu karara bağlanmışsa da bunun genel düzenleyici işlemlere özgü olduğu, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de belirtilen istihdam türleri dışında kapsam dışı personel adı altında İş Kanuna tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilenler ile kurumu arasındaki alacak davasına ilişkin uyuşmazlığın çözüm yerinin 506 sayılı Yasa’nın 134. maddesi gereğince adli yargı olduğu, somut uyuşmazlıklarda 4447 sayılı Kanunun Uygulanmasına İlişkin Tebliğ gereğince aylık ücretten işsizlik sigortası primi kesilmemesine ilişkin başvurunun reddinin 506 sayılı Yasa kapsamında alacak davasına konu edilmesi gerektiği, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 4571 sayılı Kanun’la değişik 46/3. maddesinde, işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları kanunların tek tek belirtildiği, 399 sayılı KHK’nin 3/a ile 26. maddesinde, kapsamdışı personel hakkında ücretin nasıl saptanacağına yer verilmediği, bunun yerine kurumların ana sözleşmesi gereği Yüksek Planlama Kurulu’nca veya Yüksek Planlama Kurulu’nun belirlediği esaslar dahilinde Genel Kurul veya Yönetim Kurullarınca tespit edildiği, kapsam dışı personelin mali ve sosyal haklar bakımından 233 ve 399 sayılı KHK tabi olmadığından ücretlerinden 4477 sayılı Yasa’nın 49/5. maddesi gereğince işsizlik sigorta pirimi kesilmesinde hukuku aykırılık bulunmadığına ilişkin Danıştay 10. Dairesi’nin 20.03.2007 tarihli kararının esas yönünden yerinde olduğu, bu nedenlerle, Beyoğlu İş Mahkemesi'nin Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin onama kararı ile kesinleşen 17.12.2003 tarih, E.No:2003/767, K.No:2003/936 sayılı kararının esastan kaldırılması, Danıştay 10. Dairesi’nin 20.3.2007 tarih, E.No:2007/796, K.No:2007/147 sayılı kararının görev yönünden kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda kapsamdışı personel olarak görev yapan davacı İ. B.'ın, maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlem ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ’in 1. maddesinin iptali istemiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı aleyhine açılan davanın reddi yolunda verilen ve temyiz edilmemek suretiyle kesinleşen Danıştay Onuncu Dairesi’nin 20.3.2007 günlü, E:2007/796, K:2007/1478 sayılı kararı ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde kapsamdışı personel statüsünde görev yapan Y. Ç.'in, ücretinden kesilen işsizlik sigortası primi tutarının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL'nın yasal faizleriyle birlikte iadesine hükmolunması istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın kabulü yolunda verilen ve Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşen Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 günlü, E:2003/767, K:2003/936 sayılı kararı arasında İ. B. tarafından hüküm uyuşmazlığı oluştuğu ileri sürülerek, bunun giderilmesi istemi üzerine konu ile ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’nca Başsavcılıklarından yazılı düşünce istenilmiş olmakla dosyanın incelendiği, adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan Danıştay Onuncu Dairesi kararı; M. T.'in aynı Dairede maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlem ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ’in 1. maddesinin iptali istemiyle açtığı davada, davanın Tebliğe yönelik kısmının reddi, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak iptali, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle reddi, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerin başvuru tarihinden itibaren yasal faiz uygulanması suretiyle davacıya iadesi yolunda verilen Danıştay 10. Dairesi’nin 26.5.2003 günlü, E:2001/5012, K:2003/1872 sayılı kararının davanın iptal ve kabule ilişkin kısmının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 28.4.2005 günlü, E:2004/195 K:2005/993 sayılı kararıyla bozulması üzerine, bu karara uyularak davanın reddi yolunda verilmiş bir karar olduğu, Beyoğlu İş Mahkemesi kararının ise, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde aynı statüde çalışan Y. Ç.'in, ücretinden kesilen işsizlik sigortası tutarının iadesine hükmolunması istemiyle açılan alacak davasında, davacının bir KİT olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş'de kapsam dışı personel olarak çalışan bir kamu görevlisi olduğu, İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işine son verilmesinin mümkün olmadığı ve bu durumdaki kişilerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilemeyeceği yolundaki Danıştay kararlarının açık olduğu (Danıştay 10. Dairesi’nin 19.12.2000 tarih ve 2000/5987 Esas, 2003/1494 Karar sayılı kararı...), gerekçesiyle davanın kabulü yolunda verilmiş bir karar olduğu, bu durumda, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen, özü itibariyle aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 4571 sayılı Kanun’la değişik 46. maddesinin üçüncü fıkrasında, "506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3 üncü maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu kanun kapsamına dahil değildir" hükmünün yer aldığı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları, 3 üncü maddesinde ise, kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacaklarının öngörüldüğü, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Geçici 5. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanacağı, beşinci fıkrasında ise yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağının belirtildiği, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkların personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, 3/b maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e maddesinde ise, işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde, sözleşmeli statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olduğu, Geçici 9. maddesinde ise, özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esasının getirildiği, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın "kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmadığı, yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında, sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı maddelerinde ise, diğer mali ve sosyal hakları düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde kapsamdışı personele yer verilmediği, kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal hakların ise ilgililerin çalıştığı kurumca çıkartılan Kapsam Dışı Personel Yönetmelikleri ile düzenlendiği ya da kurumların ana sözleşmeleri gereği Yüksek Planlama Kurulu’nca veya Yüksek Planlama Kurulu’nun belirlediği esaslar dahilinde Genel Kurul veya Yönetim Kurullarınca tespit edildiği, bu nedenle, kapsamdışı personelin mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmadığı, yine 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2 nci maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç işyerinde çalışan tüm işçilerin kanun kapsamında, yine 506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanların kanunun kapsamı dışında kabul edildiği, ayrıca 4447 Kanun’un 46. maddesinin 3. fıkrasında, işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları kanunların tek tek belirtildiği, belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilip bu Kurumla ilişkilendirilenlerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmaması karşısında, davanın Danıştay 10. Dairesi’nde karara bağlandığı biçimde çözümünün isabetli olduğu, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, Beyoğlu İş Mahkemesi’nin kesinleşen 17.12.2003 tarih ve E:2003/767, K:2003/936 sayılı kararının kaldırılması ve Danıştay 10. Dairesi kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinde, “( Değişik birinci fıkra: 21.1.1982-2592/7 md. ) 1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; taraflarından en az biri (Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı) aynı olan her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı, kapsam dışı personelden işsizlik sigortası primi kesilmesinin yerinde olup olmadığının irdelendiği her iki kararın da objektif açıdan aynı konuya ve sebebe ilişkin olduğu; böylece, 24. maddede hüküm uyuşmazlığının varlığı için aranan ilk dört koşulun gerçekleştiği anlaşılmıştır.

Ancak, olayda, davacıları farklı olan kimseler hakkında verilen kararlar arasındaki çelişki nedeniyle “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğine gelince:

 “Hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” durumu; davacı yönünden sübjektif bir nitelik taşımakta ve yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkın yerine getirilmemesi söz konusu iken, davalı idare yönünden, ilamı yerine getirmekle yükümlü olması bakımından objektif bir nitelik taşımakta ve davacıya yargı kararı ile tanınmış olan bir hakkın idarece yerine getirilmesinin olanaksızlığını ifade etmektedir.

Anılan 24. madde ile, iki ayrı yargı merciinden verilen çelişik kararlar nedeniyle bir kimsenin hakkının yerine getirilmesinin olanaksız bulunması halinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bu çelişkinin giderilmesi yoluyla o kimse hakkında bir çözüme ulaşılması amaçlanmakta olup, bu suretle verilecek kararın uyuşmazlıkla ilgisi bulunmayan özel ve tüzel kişileri etkilememesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, mahkeme kararı, kural olarak, davanın taraflarını bağlar ve bunlar için kesin hüküm sonucunu doğurur. Ancak, verilen karar üçüncü kişileri bağlamaz.

Bu durumda, İş Mahkemesince davanın kabulü yolunda verilen hükmün, Danıştay’ca verilen redde ilişkin hüküm üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı gibi; Yunus Çelik hakkındaki hükmü yerine getirmekle yükümlü bulunan davalı idarenin, bu davada üçüncü kişi konumunda olan İsmail Bahtiyar bakımından aynen uygulama yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Esasen, İsmail Bahtiyar tarafından açılan dava retle sonuçlandığından adı geçenin yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkının bulunduğundan da söz etmek olanaksızdır.

 Belirtilen duruma göre, başvuruda bulunan davacıya yargı kararı ile tanınmış bir hak bulunmaması karşısında, olayda hüküm uyuşmazlığının varlığı için aranan “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” koşulu gerçekleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine uygun bulunmayan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/133

KARAR NO: 2009/16

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen  : M. S.

Vekili                                                                  : Av. H. O.

Karşı Taraf                                                         : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı

O L A Y : I) Y. Ç. tarafından Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı davalı olarak gösterilmek suretiyle açılan davada, dava dilekçesinde, Devlete ait bir kamu iktisadi teşebbüsü olan Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde işveren vekili olarak addedilen kapsam dışı personel statüsünde avukat unvanı ile 13.1.1997 tarihinde göreve başladığını, Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve şirket genel kurullarınca alınan kararlar doğrultusunda tüm hak ve borçları ile birlikte aynı niteliklere haiz Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştiğini, halen Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde aynı görevine aralıksız devam ettiğini, gerek yerel mahkeme kararları gerekse yüksek yargı kararları doğrultusunda kamu iktisadi teşebbüslerinde görev yapan kapsam dışı personelin Anayasa’nın 128. maddesine göre kamu görevlisi olduğunu, kapsam dışı personelin özelleştirme sonrası durumlarının 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile 657 sayılı Kanun’a tabi personel ve sözleşmeli personel olarak kamu personeli sayılan personel ile aynı paralelde düzenlendiğini, işsizlik sigortası hizmetlerinden faydalanmasının olanaksız olduğunu, çünkü, işsizlik sigortası hizmetlerinden faydalanacak şekilde sözleşmesinin feshedilmesinin ve işsiz kalmasının hukuken ve fiilen mümkün olmadığını, davalı Kuruma ücretlerine işsizlik sigortası primi tahakkuk ettirilmemesi için çeşitli kereler başvurmasına karşılık talebinin reddedildiğini, bu nedenle bu davayı açmak zorunda kaldığını, davalı Kurumca haksız ve yersiz olarak ücretine tahakkuk ettirilerek işsizlik sigortası primi adı altında tahsil edilen miktardan fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL’sinin davalı Kurumca tahsil edildiği tarihlerden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tarafına veya tarafına iade edilmek üzere çalıştığı Kuruma iadesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

BEYOĞLU İŞ MAHKEMESİ; 17.12.2003 gün ve E:2003/767, K:2003/936 sayı ile, “…

 Dava, davalı Kurumca haksız ve yersiz olarak davalının ücretinden kesildiği bildirilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi istemine ilişkindir.

Davacının sunduğu belgelerden, davacının tamamı devlete ait bir KİT olan Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde kapsam dışı personel olarak avukat unvanı ile göreve başladığı, Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü’nün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve şirket genel kurullarınca alınan kararlar doğrultusunda tüm hak ve borçları ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş ile birleştirildiği, davacının da halen Türkiye Denizcilik A.Ş. Müdürlüğü’nde aynı unvan ile çalışmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ücretinden kesilen işsizlik sigortası primlerinin kesilmesi gerekmediği hususundadır. Davacının sunduğu Danıştay kararlarından da anlaşılacağı üzere davacının bir KİT olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş'de kapsam dışı personel olarak çalışan bir kamu görevlisi olduğu açıktır. İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işine son verilmesi mümkün değildir. Bu durumdaki kişilerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmeyeceği davacının sunduğu Danıştay kararları ile de açıktır.(Danıştay 10. Dairesi’nin 19.12.2000 tarih ve 2000/5987 Esas, 2003/1494 Karar sayılı kararı, Danıştay 11. Dairesi’nin 28.5.2001 tarih ve 2000/5906 Esas, 2001/1364 Karar sayılı kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 23.6.1995 tarih ve 1994/345 Esas, 1995/627 Karar sayılı kararı) Bu durumda davacının ücretinden kesildiği iddia edilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi yerinde görülmüştür.

Bu nedenle, davacı adına kesilen işsizlik sigortası primlerinin tarih ve miktarları Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü’nden sorulmuş, verilen 16.12.2003 tarihli cevabi yazı ile, davacının maaşından 15.6-14.7.2000 tarihinden 15.6.2002-14.7.2002 tarihine kadar kesilen işsizlik sigortası primleri bildirilmiştir.

Bu durumda davacının davasının kabulüne karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;

1-Davacının davasının KABULÜ ile ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL'sinin davalı kurumca tahsil edildiği tarihten itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına…” karar vermiş; bu karar, YARGITAY ONUNCU HUKUK DAİRESİ’nin 31.5.2004 gün ve E:2004/2171, K:2004/4819 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

II) Musa Sıryol, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nı davalı olarak göstermek suretiyle, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda kapsamdışı personel statüsünde çalıştığından, maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nın 24.7.2000 günlü işlemi ile 29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "4447 sayılı işsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesine yönelik davanın reddine, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmemesi için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline ilişkin 24.4.2003 gün ve E:2000/5987, K:2003/1494 sayılı kararının davacı ve davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nca temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 28.4.2005 gün ve E:2004/74, K:2005/296 sayılı kararıyla, kararın davanın kabulüne ilişkin kısmının bozulmasına, davacının temyiz isteminin ise reddine karar verilmesi üzerine DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ; 20.3.2007 gün ve E:2006/2048, K:2007/1463 sayı ile, “…Dairemizin 24.4.2003 tarih ve E:2000/5987, K:2003/1494 sayılı kararı ile; 29.6.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "4447 sayılı işsizlik Sigortası Kanunu'nun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ"in 1. maddesine yönelik davanın reddine, dava konusu uygulama işleminin, davacının aylığından işsizlik sigortası ..primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak iptaline, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle reddine, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerinin başvuru tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle davacıya iadesine karar verilmiştir.

Dairemizin belirtilen kararının iptal ve kabule ilişkin kısmının davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığınca, davanın redde ilişkin kısmının da davacı tarafından temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu Danıştay idari Dava Daireleri Kurulunun 28.4.2005 tarih ve E:2004/74, K:2005/296 sayılı kararıyla aynen; "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 4571 sayılı Yasayla değişik 46. maddesinin 3. fıkrasında "506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu kanun kapsamına dahil değildir." hükmü yer almaktadır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları, 3. maddesinde ise kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacakları öngörülmüştür.

233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 5. maddesinin 1. fıkrasında bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanacağı, 5. fıkrasında ise yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir.

233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, 3/b maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e maddesinde, ise işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde, sözleşmeli statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu, Geçici 9. maddesinde ise, özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esası getirilmiştir.

399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde; teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler: eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın "kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı maddelerinde ise diğer mali ve sosyal haklar düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde kapsamdışı personele yer verilmemiştir.

Kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal haklar ise davacının çalıştığı kurumca çıkartılan Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Bu nedenle kapsamdışı personel mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmamaktadır.

Yine 4447 sayılı işsizlik Sigortası Kanununun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç işyerinde çalışan tüm işçiler kanun kapsamında, yine 506 sayılı Yasanın 3. maddesinde belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar kanunun kapsamı dışında kabul edilmiştir. Ayrıca 4447 Yasanın 46. maddesinin 3. fıkrasında işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları kanunlar tek tek belirtilmiştir.

Belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; Tebliğin 1. maddesinde, 4447 sayılı Yasanın (4571 sayılı Yasayla değişik) 46. maddesinin 3. fıkrasına aykırı bir husus bulunmadığı gibi, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilip bu kurumla ilişkilendirilen davacının, ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Bu durumda, Daire kararının; Tebliğin 1. maddesi ile uygulama işleminin, başvurudan geriye doğru 60 günden öncesine yönelik olarak reddine dair kısmında hukuka aykırılık, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve başvurudan geriye doğru 60 güne isabet eden kısmın geri ödenmemesine ilişkin olarak iptalinde hukuka uyarlık görülmediği" gerekçesiyle Dairemiz kararının iptal ve kabule ilişkin kısmının bozulmasına ve davacının temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 46. maddesinin 1. fıkrasında; Danıştay Dava Daireleri kararlarına karşı Danıştayda temyiz yoluna başvurulabileceği, 2575 sayılı Yasanın 38. maddesinde; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca idari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararların temyizen inceleneceği, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesinin 4. fıkrasında da; idare mahkemelerinin bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebileceği öngörülürken, Danıştay İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulmasının zorunlu olduğu belirtilerek, Danıştay Dava Dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararların temyizen bozulması halinde ise ısrar olanağı tanınmamıştır.

Aktarılan durum ve 2577 sayılı Yasa'nın 49. maddesi karşısında bozma kararına uyularak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında belirtilen gerekçelerle davanın reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 28.4.2005 tarih ve E:2004/74, K:2005/296 sayılı kararında belirtilen ve yukarıda aynen aktarılan gerekçelerle REDDİNE…” karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK : Musa Sıryol vekili tarafından Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verilen 8.4.2008 günlü dilekçede, Kamu İktisadi Teşebbüslerinde kapsam dışı personel statüsünde görev yapan personel tarafından aylık ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve kesilenlerin iadesi konusunda Danıştay 10. Dairesi’nde SSK aleyhine açılan davanın reddedilmesi ve kesinleşmesi ile yine kapsam dışı personel tarafından Beyoğlu İş Mahkemesi’nde aynı konuda SSK aleyhine açılmış olan davanın kabulü ve kesinleşmesi ile ortaya çıkan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi gerektiği, 506 sayılı Yasa’nın 84. maddesine dayanan davaların, bir istirdat(geri alma) davası olması ve Borçlar Kanunu’nun haksız iktisap-sebepsiz zenginleşme ile ilgili hükümlerine göre bu güne kadar Yargıtay’ca karar verilmekte olduğu ortada iken davacı tarafından adli yargı iş mahkemelerinde dava açmak gerekirken, SSK aleyhine usul ve yasaya aykırı olarak idari yargı yerinde dava açıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesine göre idari yargı ve adli yargı tarafından verilmiş ve kesinleşmiş olan, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan(burada tarafların da aynı olduğu, kapsam dışı personel-SSK Başkanlığı), kararlar arasında tam bir çelişki bulunduğu ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği için hüküm uyuşmazlığı bulunduğu, söz konusu uyuşmazlığın giderilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma zorunluluğu doğduğu, bu nedenlerle, Danıştay 10. Dairesi’nin 20.3.2007 tarihli, E:2006/2048, K:2007/1463 sayılı kesinleşen kararı ile Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 tarihli, E:2003/767, K:2003/936 sayılı kesinleşen kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Danıştay 10. Dairesi'nin 20.3.2007 gün, 2006/2048 Esas ve 2007/1463 sayılı kararı ile Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 gün, 2003/767 Esas ve 2003/936 sayılı kararı nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için davacı M. S. vekili tarafından 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereğince yapılan başvuru ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 2008/133 Esas sayılı dosyasının incelendiği, davacının, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü'nde kapsam dışı personel olarak çalıştığı sırada, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen primlerin iadesi yolunda yaptığı başvurunun reddine dair işlem ile, 4447 sayılı Kanunun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ’in 1. maddesinin iptali istemiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı aleyhine idari yargı yerinde açtığı dava sonucunda, Danıştay 10. Dairesi’nin 20.3.2007 gün, 2006/2048 Esas ve 2007/1463 sayılı kararıyla, davanın reddine dair verilen kararın temyiz edilmeyerek kesinleştiği, M. S. vekilinin, hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına dayanak gösterdiği kararın incelenmesinde, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü'nde kapsam dışı personel statüsünde çalışan Y. Ç.'in, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca maaşından işsizlik sigortası primi olarak kesilen tutarın, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 50.000.000.-TL’nin yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü aleyhine açtığı davanın yargılaması sonucunda, Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 gün, 2003/767 Esas ve 2003/936 sayı ile davanın kabulüne dair verilen kararın, davalı idare tarafından temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 31.5.2004 gün, 2004/217 Esas ve 2004/4819 sayı ile onanmak suretiyle kesin hüküm halini aldığı, adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, Danıştay 10. Dairesi’nce, davacı M. S. vekili tarafından 4447 sayılı Yasa uyarınca, aylık ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve kesilenlerin iadesi isteminin reddine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açılan davada, davanın reddine karar verildiği, Beyoğlu İş Mahkemesi’nce ise, 4447 sayılı Kanun uyarınca 1.2.2000 tarihinden itibaren haksız ve yersiz olarak kesilen işsizlik sigortası primlerinin yasal faizi ile birlikte kendisine ödenmesi istemiyle açılan davada, davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğu, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan en az biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; uyuşmazlığın; kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen kapsam dışı personelin İşsizlik Sigortası Kanunu’na tabi olup olmadığı noktasında toplandığı, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda; sigortalılara işsiz kalmaları halinde, Kanunda öngörülen ödemenin yapılması yanında, yeni bir iş bulabilmeleri için mesleki geliştirme, yeni bir meslek edindirme ve yetiştirme eğitimi verme hizmetlerinin de amaçlar arasında sayıldığı, işsizlik sigortasının zorunlu olduğu, işlevini yerine getirebilmesinin, uygulamanın sistematik bir bütünlük içerisinde yapılmasına bağlı bulunduğu(m.48), işsizlik sigortasının kişiler bakımından kapsamının 506 sayılı Kanun’a paralel bir şekilde düzenlendiği(m.47/l-d), 506 sayılı Kanun anlamında sigortalılık niteliğini kazanma açısından aranan koşulların, işsizlik sigortasının kapsamı içinde aynen geçerli olduğu, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde belirtilen sigortalıların(Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar) ile aynı Kanunun Geçici 20. maddesinde açıklanan sandıklara tabi sigortalıların ve mütekabiliyet esasına dayalı olarak yapılan anlaşmalara göre çalışan yabancı işçilerin, işsizlik sigortasının kapsamında yer aldığı(m.46/2), kapsamda bulunmayanların ise; 4447 sayılı Kanun’un 4571 sayılı Kanun’la değişik 46. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği, buna göre, 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde, "sigortalı sayılmayanlar"ın işsizlik sigortasının da kapsamı dışında bulunduğu, bunun dışında, sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu, 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunu, 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre geçici personel statüsünde çalıştırılanların bu Kanun kapsamına dahil olmadıkları, anılan maddenin sınırlandırıcı nitelikte olduğu, kapsamının yorum yolu ile genişletilmesinin düşünülemeyeceği, maddede "kapsam dışı personel" ifadesi yer almamış olmakla birlikte tam bir değerlendirme yapılabilmesi için tanımına ve içeriğinin belirlenmesine gereksinim duyulduğu, kapsam dışı personelin iş hukuku ile ilgili bir kavram olduğu, kapsam dışı bırakılmanın, toplu iş sözleşmesinden yararlanmama sonucunu doğuracağı, işçiyle işveren arasındaki bireysel iş ilişkisini, hizmet sözleşmesine dayanan olguyu etkilemeyeceği, kapsam dışı bırakılacak olanların, iş sözleşmeleri veya işyerinde uygulanan personel yönetmelikleri ile iş hukukunun güvencesi altında bulundukları, işçilerin ya yasadan ötürü zorunlu olarak kapsam dışı kaldıkları, ya da toplu iş sözleşmesinin taraflarının serbest iradeleri ile bazı işçi gruplarını kapsam dışı bıraktıkları, bunların hizmet akdiyle çalışan, İş Kanununa, sosyal güvenlikleri yönünden ise 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi kişiler olup, kapsam dışı bırakılmalarının, bunların işçilik sıfatını, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılmaları olgusunu etkilemediği, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinde, kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceğinin, 5. maddesinde ise; bu Kanuna tabi kurumların, dördüncü maddede yazılı dört istihdam şekli dışında personel çalıştıramayacaklarının kurala bağlandığı, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/a maddesinde ise, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceğinin belirtildiği, bu düzenlemede ayrıca bir "kapsam dışı personel" ifadesine yer verilmediği, (e) bendinde; işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığının ifade edildiği, yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında, sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 25 ve devamı maddelerinde, diğer mali ve sosyal haklar düzenlenmesine karşın, bu düzenlemeler içinde de kapsam dışı personele yer verilmediği, kapsam dışı personelin mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi tutulmadığı, haklarında statü hukukuna ilişkin hiçbir yasal düzenleme bulunmayan, sadece KİT'lerce kendi durumlarına uygun yönetmelikler çıkartılan kapsam dışı personelin Anayasa'nın 128. maddesinde sözü edilen "diğer kamu görevlileri" tanımı içerisinde kabulüne yasaca olanak bulunmadığı, kapsam dışı bırakılan işçilerin, işverenleri ile olan çalışma ilişkilerine hizmet akdi çerçevesinde devam ettikleri, sınırlı olarak belirtilen istihdam türlerine toplu sözleşmenin taraflarınca yeni bir statü eklenemeyeceği, kapsam dışı personelin, 4571 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile işsizlik sigortası kapsamında bulunmadıkları yönünde açıklık getirilen "sözleşmeli personel"e benzer şekilde gibi değerlendirilmeleri gerektiği yönündeki düşünceye gelince; KİT personel rejimini düzenleyen 399 sayılı KHK ile de 657 sayılı Kanun’da aynı adı taşımakla birlikte farklı bir sözleşmeli personel uygulamasına gidildiğinin görüldüğü, sözleşmeli personelin; kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, kurumun teklifi üzerine Devlet Personel Dairesi ve Maliye Bakanlığı’nın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulunca geçici olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlandığı(657 sayılı Devlet Memurları Kanunu m. 4/B), bunların dışında 399 sayılı KHK'nin istihdam şekillerinde sözleşmeli personel ibaresinin yer aldığı ve 3/C maddesinde; "...teşebbüs ve bağlı ortaklıklara genel idare esasları dışında yürüttükleri hizmetlerinde bu KHK'de belirtilen hukuki esaslar çerçevesinde akdedilecek bir sözleşme ile çalıştırılan ve işçi statüsünde olmayan personel" olarak tanımlandığı, Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personelin, 399 sayılı KHK hükümlerine tabi bulunduğu, KHK'de hüküm bulunmayan konularda ise 657 sayılı Kanun hükümlerinin uygulandığı, görüldüğü gibi, işçi niteliğinde bulunan kapsam dışı personelin, farklı esaslara ve statüye tabi tutulmuş olan sözleşmeli personel gibi ele alınarak değerlendirilmelerinin mümkün bulunmadığı, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Kanunu’nun, özelleştirme programına alınacak kuruluşlardan personel naklini düzenleyen 22. maddesinde (kapsam dışı personel) ifadesine yer verilmiş olmasının, Yasanın amaç ve kapsamıyla ilgili olduğu, anılan Yasanın, özelleştirme uygulamalarını düzenlemeye, özelleştirmeye tabi yerlerde çalışanların mali ve sosyal haklarını güvence altına almaya yönelik bulunduğu, nitekim 1. maddesinde; özelleştirme uygulamaları kapsamında bulunanlara mali ve sosyal haklar sağlanması amacından söz edildiği, özelleştirme uygulamalarına ilişkin bir yasa ile kamuda çalışanların istihdam ilişkilerinin düzenlenmesinin beklenmesi gerektiği, KİT'lerde çalışan ve özelleştirme uygulamalarında nakle tabi tutulan kapsam dışı personelin, sözleşmeli personel gibi (kamu personeli olarak) nitelendirilmelerinin, Yasanın amacına da aykırı bulunacağı, kaldı ki, 2005 yılında anılan maddede yapılan değişiklik ile (kapsam dışı personel) ifadesi yerine; "iş kanunlarına tabi olarak görev yapmakla birlikte toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanı, daire başkanı, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürü, müfettiş ve müfettiş yardımcısı, müşavir ve başuzman unvanlı kadrolara atanmak suretiyle görev yapan personel" ifadesine yer verilerek, duruma açıklık getirilmeye çalışıldığı, belirtilen düzenlemeler ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 24.10.2007 gün, 2007/10-663 Esas ve 2007/770 sayılı ilamı birlikte değerlendirildiğinde; KİT'lerde "kapsam dışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilip bu Kurumla ilişkilendirilen davacının ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığına göre, davanın Danıştay 10. Dairesi’nce karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olup, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 gün, 2003/767 Esas ve 2003/936 sayılı kararının kaldırılması ve Danıştay 10. Dairesi’nin kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda kapsamdışı personel olarak görev yapan davacı M. S.'un, maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlem ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ'in 1. maddesinin iptali istemiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı aleyhine açılan davanın reddi yolunda verilen ve temyiz edilmemek suretiyle kesinleşen Danıştay Onuncu Dairesi’nin 20.3.2007 günlü, E.2006/2048, K:2007/1463 sayılı kararı ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde kapsamdışı personel statüsünde görev yapan Y. Ç.'in, ücretinden kesilen işsizlik sigortası primi tutarının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik ilk kesilen primlerden 50.000.000.-TL'nın yasal faizleriyle birlikte iadesine hükmolunması istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın kabulü yolunda verilen ve Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşen Beyoğlu İş Mahkemesi’nin 17.12.2003 günlü, E:2003/767, K:2003/936 sayılı kararı arasında M. S. tarafından hüküm uyuşmazlığı oluştuğu ileri sürülerek, bunun giderilmesi istemi üzerine konu ile ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’nca Başsavcılıklarından yazılı düşünce istenilmiş olmakla dosyanın incelendiği, adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan Danıştay Onuncu Dairesi kararı; M. S.'un aynı Dairede maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlem ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu Tebliğ’in 1. maddesinin iptali istemiyle açtığı davada, davanın Tebliğe yönelik kısmının reddi, davacının aylığından işsizlik sigortası primi kesilmemesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali yolunda verilen Danıştay 10. Dairesi’nin 24.4.2003 günlü, E:2000/5987, K:2003/1494 sayılı kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 28.4.2005 günlü, E:2004/74, K:2005/296 sayılı kararıyla bozulması üzerine, bu karara uyularak davanın reddi yolunda verilmiş bir karar olduğu, Beyoğlu İş Mahkemesi kararının ise, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde aynı statüde çalışan Y. Ç.'in, ücretinden kesilen işsizlik sigortası tutarının iadesine hükmolunması istemiyle açılan alacak davasında, davacının bir KİT olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş'de kapsam dışı personel olarak çalışan bir kamu görevlisi olduğu, İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işine son verilmesinin mümkün olmadığı ve bu durumdaki kişilerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilemeyeceği yolundaki Danıştay kararlarının açık olduğu(Danıştay 10. Dairesi’nin 19.12.2000 tarih ve 2000/5987 Esas, 2003/1494 Karar sayılı kararı...), gerekçesiyle davanın kabulü yolunda verilmiş bir karar olduğu, bu durumda, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen, özü itibariyle aynı konu ve sebebe dayalı, taraflardan biri aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulü gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 4571 sayılı Kanun’la değişik 46. maddesinin üçüncü fıkrasında "506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3 üncü maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu kanun kapsamına dahil değildir" hükmünün yer aldığı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacaklarının, 3 üncü maddesinde ise, kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacaklarının öngörüldüğü, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Geçici 5. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren engeç iki ay içinde tamamlanacağı, beşinci fıkrasında ise, yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağının belirtildiği, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkların personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, 3/b maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e maddesinde ise, işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde, sözleşmeli statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olduğu, Geçici 9. maddesinde ise, özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esasının getirildiği, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3/a maddesinde, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın "kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmadığı, yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında, sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı maddelerinde ise, diğer mali ve sosyal hakları düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde kapsamdışı personele yer verilmediği, kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal hakların ise ilgililerin çalıştığı kurumca çıkartılan Kapsam Dışı Personel Yönetmelikleri ile düzenlendiği ya da kurumların ana sözleşmeleri gereği Yüksek Planlama Kurulu’nca veya Yüksek Planlama Kurulu’nun belirlediği esaslar dahilinde Genel Kurul veya Yönetim Kurullarınca tespit edildiği, bu nedenle, kapsamdışı personelin mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmadığı, yine 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2 nci maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç işyerinde çalışan tüm işçilerin kanun kapsamında, yine 506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanların kanunun kapsamı dışında kabul edildiği, ayrıca 4447 sayılı Kanun’un 46. maddesinin 3. fıkrasında, işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları kanunların tek tek belirtildiği, belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul edilip bu kurumla ilişkilendirilenlerin ücretlerinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmaması karşısında, davanın Danıştay 10. Dairesi’nde karara bağlandığı biçimde çözümünün isabetli olduğu, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, Beyoğlu İş Mahkemesi’nin kesinleşen 17.12.2003 tarih ve E:2003/767, K:2003/936 sayılı kararının kaldırılması ve Danıştay 10. Dairesi kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinde, “( Değişik birinci fıkra: 21.1.1982-2592/7 md. ) 1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; taraflarından en az biri (Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı) aynı olan her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı, kapsam dışı personelden işsizlik sigortası primi kesilmesinin yerinde olup olmadığının irdelendiği her iki kararın da objektif açıdan aynı konuya ve sebebe ilişkin olduğu; böylece, 24. maddede hüküm uyuşmazlığının varlığı için aranan ilk dört koşulun gerçekleştiği anlaşılmıştır.

Ancak, olayda, davacıları farklı olan kimseler hakkında verilen kararlar arasındaki çelişki nedeniyle “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğine gelince:

 “Hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” durumu; davacı yönünden sübjektif bir nitelik taşımakta ve yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkın yerine getirilmemesi söz konusu iken, davalı idare yönünden, ilamı yerine getirmekle yükümlü olması bakımından objektif bir nitelik taşımakta ve davacıya yargı kararı ile tanınmış olan bir hakkın idarece yerine getirilmesinin olanaksızlığını ifade etmektedir.

Anılan 24. madde ile, iki ayrı yargı merciinden verilen çelişik kararlar nedeniyle bir kimsenin hakkının yerine getirilmesinin olanaksız bulunması halinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bu çelişkinin giderilmesi yoluyla o kimse hakkında bir çözüme ulaşılması amaçlanmakta olup, bu suretle verilecek kararın uyuşmazlıkla ilgisi bulunmayan özel ve tüzel kişileri etkilememesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, mahkeme kararı, kural olarak, davanın taraflarını bağlar ve bunlar için kesin hüküm sonucunu doğurur. Ancak, verilen karar üçüncü kişileri bağlamaz.

Bu durumda, İş Mahkemesince davanın kabulü yolunda verilen hükmün, Danıştay’ca verilen redde ilişkin hüküm üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı gibi; Y. Ç. hakkındaki hükmü yerine getirmekle yükümlü bulunan davalı idarenin, bu davada üçüncü kişi konumunda olan M. S. bakımından aynen uygulama yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Esasen, M. S. tarafından açılan dava retle sonuçlandığından adı geçenin yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkının bulunduğundan da söz etmek olanaksızdır.

 Belirtilen duruma göre, başvuruda bulunan davacıya yargı kararı ile tanınmış bir hak bulunmaması karşısında, olayda hüküm uyuşmazlığının varlığı için aranan “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” koşulu gerçekleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine uygun bulunmayan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/142

KARAR NO: 2009/19

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davalı Kuruluş ile kapsam içi personeli arasında özelleştirilme tarihinden sonra doğan anlaşmazlığın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İ.A.

Vekili         : Av. K.B.G.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. A.K.

 O L A Y    : Davacı, Karaman İl Telekom Müdürlüğü, Muhasebe Müdürlüğünde Memur (Tahakkuk) ünvanıyla, “kapsam dışı” statüde görev yaparken, 10.04.2002 günlü dilekçesi üzerine Pazarlama Müdürlüğünde, Memur(Müşteri Hizmetleri) ünvanıyla, “kapsam içi” statüye pozisyonu ile birlikte nakledilmiş ve kendisiyle 1475 sayılı İş Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi gereğince 15.04.2002 gününde Hizmet Akdi imzalanmış; sosyal güvenlik yönünden ise Emekli Sandığı ile ilgisi devam etmiştir.

Davacının, Türk Telekom Karaman İl Müdürlüğü'ne, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarına naklen geçmek istemiyle yaptığı 16.1.2006 tarihli başvurusu; anılan Müdürlükçe, kapsam içi statüde çalıştığı, 4046 sayılı Kanun çerçevesinde nakil hakkı olan personel içinde kapsam içi statüde çalışan personelin bulunmadığı gerekçesiyle 17.01.2006 günlü ve 149810 sayılı işlemle reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı kuruluşun, müvekkilinin 4046 sayılı Kanunun 22. maddesine göre Kamu Kurum ve Kuruluşlarına naklen geçme isteğinin reddine dair işleminin iptali istemiyle 16.3.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 10.İDARE MAHKEMESİ; 17.5.2006 gün ve E: 2006/764, K:2006/1445 sayı ile; davanın, Karaman İl Telekom Müdürlüğü, Pazarlama Müdürlüğü'nde memur olarak görev yapan davacının Türk Telekom'un özelleştirme kapsamı içine alınması, devri ve personelin kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılmaya başlanması ile birlikte Türk Telekom Karaman İl Müdürlüğü'ne, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarına naklen geçmek istemiyle yaptığı başvurusunun, kapsam içi statüde çalıştığı, 4046 sayılı Kanun çerçevesinde nakil hakkı olan personel içinde kapsam içi statüde çalışan personelin bulunmadığı gerekçesiyle reddine ilişkin 17.01.2006 günlü ve 149810 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı; 406 sayılı Yasanın değişik 1. maddesinin 7. fıkrasında "Türk Telekom, bu kanun ve özel kanun hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere kamu, iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz" hükmüne yer verilerek Türk Telekom'a özgü farklı bir statü oluşturulduğu; aynı Yasanın 4673 sayılı Yasayla değişik Ek 22. maddesinde de telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli hizmetlerin genel müdür, yönetim kurulu, Bakanlar kurulu kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilecek personel eliyle yürütüleceği 399 sayılı KHK'ye tabi anılan personel dışında kalan personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği, iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların yönetim kurulunca belirleneceğinin hükme bağlandığı; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasasının 1. maddesinde, İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulacağı, bu mahkemelerin; a) 5018 sayılı kanunun 4 üncü maddesinin (E) fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhlerine açılacak hukuk davalarına; b) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakacağının hükme bağlandığı; Türk Telekom Yönetim Kurulunun, anılan Yasa hükmü doğrultusunda yaptığı düzenlemeyle iş mevzuatına göre istihdam edilenleri kapsam içi ve kapsam dışı olarak sınıflandırdığı, bu sınıflandırma sonucu kapsam içi sayılan personelin bütünüyle iş mevzuatına tabi olarak istihdam edilmekte olduğu, yasal düzenleme doğrultusunda asli ve sürekli hizmetleri yapmak üzere oluşturulan kadrolar dışında kalan kapsam içi personelin, Türk Telekom'un statüsü itibariyle kamu personeli sayılmalarına olanak görülmediği; bu nedenle, yukarıda yer alan Yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Türk Telekom ile iş mevzuatına tabi hizmet akdi imzalayan, asli ve sürekli hizmetlere ilişkin bir kadroda çalışmayan davacının başka bir göreve atanması isteminin reddinden doğan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargıya ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, Danıştay 5.Dairesinin 13.3.2007 gün ve E:2006/5875, K:2007/1156 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı, aynı istekle bu kez, 30.5.2007 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.                 ANKARA 5. İŞ MAHKEMESİ; 6.11.2007 gün ve E:2007/402, K:2007/613 D.İş. sayı ile; Davacının, Karaman İl Telekom Müdürlüğünde kapsam içi statüde görev yapmakta iken, kurumun özelleştirilmesi sonucu 4046 sayılı yasanın 22.maddesi uyarına başka kamu kurum ve kuruluşlarına geçmek istemiyle yaptığı başvurusunun Ankara 10.İdare Mahkemesince verilen 17.05.2006 sayılı karar ile, davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar verildiği, verilen kararın temyiz edildiği, Danıştay 5. Dairesinin E.2006/5875,Karar: 2007/1156 sayılı karar ile, verilen kararı onadığının anlaşıldığı; özelleştirme veya özelleştirme kapsamında bulunmayan Kamu İktisadi Teşebbüslerinde sözleşmeli personel statüsünde çalışanların kurumları ile ilgili olan ilişkileri sebebiyle meydana gelen anlaşmazlıkların idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğini belirten bir çok kararın bulunduğu; konu ile ilgili olarak Anayasanın 124.maddesi,128 maddesi ve 165 maddesi, İş Kanunu, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası, 3291 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi Hakkındaki Yasa, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa, 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve 527 sayılı Memurlar Ve Diğer Kamu Görevlileri ile ilgili Bazı Kanun ve Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmündeki kararname ve ilgili yönetmeliklerin incelendiği; özelleştirilen veya özelleştirme kapsamında bulunmayan Kamu İktisadi Teşebbüslerin de sözleşmeli veya kapsam içi personel statüsünde çalışanların kurumları ile olan ilişkileri nedeni ile ortaya çıkan anlaşmazlıkların adli yargı yerinden mi yoksa idari yargı yerinden mi çözümleneceği meselesinin kurum personelinin statüsünün değişen ve gelişen mevzuat yönünden incelenmesinin gerektiği; Telekom'un kamu hizmeti gören kamu kurumu olduğu, Telekom A.Ş.nin Türk Ticaret Yasası çerçevesinde anonim şirkete dönüştürülmüş olmasının, kurum bünyesine özel kişi ve kuruluşların alınması ve alınmaya devam edilmesi, kamu payının zaman içinde satılarak tamamen tasfiyeye yönelmesi, öte yandan kurumun sermayesindeki kamu payı % 50'nin altına düşünceye denetiminin KİT denetimi yönetimine göre yapılması ve sermayedeki kâr payı % 50'nin altına düşünceye kadar kurum ve kuruluşların faaliyetleri, organları, yönetimi gibi hususlarda Yüksek Planlama kurulunun yetkili olması, özelleştirme kapsamına alınan kurumun geçiş döneminde özel bir statü kazanmış olduğunu gösterdiği; Kamu kurumu niteliğinden özel hukuk tüzel kişiliğini geçiş sırasında çalışanları hakkında yapılan düzenlemeler de göz önüne alındığında, bu kuruluşların kamu kurumu olma niteliğini kaybetmemiş oldukları sonucuna varılmakla, bu nedenle yaptıkları işlemlerin idari nitelik taşıdığının kabulünün zorunlu olduğu; özelleştirme kapsamına alınan kamu kurumlarında çalışan personelin statüleri hakkında çıkarılan KHK.'ler ile ek düzenlemeler yapılmış ise de, kimi KHK.'lerin Anayasa Mahkemesince iptali sonucu bu konu 4046 sayılı Yasa ile belirginleştirildiği, bu kanunun geçici madde 9'da da yine gerek sözleşmeli yani kapsam içi gerekse kapsam dışı personelin kamu personeli olarak kabul edilmiş bulunduğu, 4046 sayılı Yasa'nın açıklanan hükümleri karşısında özelleştirme kapsamına alınan kurumlarda sözleşmeli statüde bulunanlar ile kapsam dışı personelin kamu personeli olarak kabul edildiklerinin anlaşıldığı; Anayasanın 124. maddesinde, Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabileceklerinin açıklandığı, bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere; yönetmeliklerin kendilerine kaynaklık eden yasaların hükümlerinin uygulama yöntemlerini belirleyen ve idare tarafından yürürlüğe konulan genel düzenleyici tasarruflar olduğu; bunlara dayanılarak tesis edilen işlemlerin de bu nedenle idari nitelikte olduğunun kabulünün gerektiği, diğer taraftan davalı ile davacı arasındaki hizmet sözleşmesinin idarece tek yönlü olarak düzenlenmiş olması ve üstün yetkilerin idarede olması bakımından sözü edilen işlemlerin idari nitelikte olduğunun kabul edilmesinin gerektiği; kaldı ki, Anayasa Mahkemesi'nin gerek 18.01.1988 gün ve 308 sayılı KİT hakkında 233 sayılı Kanun Hükmünde kararnamenin bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bu Kanun Hükmünde kararnameye bir madde eklenmesine dair kanun hükmünde kararnamenin ve gerekse 22.01.1990 gün ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri personel rejiminin düzenlenmesi ve 233 sayılı kanun hükmünde kararnamenin bazı maddelerinin yürürlükten kaldırılmasına dair kanun hükmünde kararnamenin iptali istemlerinin incelenmesi sonucu verilen 22.12.1998 gün ve 5-55 sayılı ve 04.04.1991 gün ve E.90/12, K.1991/7 sayılı kararlarında, KİT'lerde kamu hizmetlerinin yürütülmesi ile ilgili kararların idari nitelik taşıdığı ve asli ve sürekli kamu görevini yerine getiren çalışanlar hakkındaki işlemlerin de aynı nitelikte olduğu, bu bağlamda yönetimle görevliler arasındaki ilişkinin idare hukuku ilkelerine dayanan kamu hukuk ilişkisi olduğu ve bunların yönetimle olan ilişkilerinden doğan uyuşmazlıkların idari yargıda çözümlenmesi gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının; Türk Telekom Karaman İl Müdürlüğünde kapsam içi statüde görev yapmakta iken, Kurumun özelleştirilmesi sonucu, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesine göre başka kamu kurum ve kuruluşlarına naklen geçme isteğinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır” ; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK. ‘nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki, anılan İlke Kararı, “kapsam içi personel” statüsünde çalışmış olan davacı ile davalı arasındaki anlaşmazlığı kapsamamaktadır.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010(Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da çalışan kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmış; buna karşılık Davacı ise, davalı Türk Telekom’da 1475 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi hizmet akdine dayalı olarak ve toplu iş sözleşmelerinden yararlanarak çalışmış olması nedeniyle “işçi” ya da bir başka adlandırmaya göre ( toplu iş sözleşmesinin kapsamına girmesi nedeniyle) “ kapsam içi personel” statüsünü taşımış bir kişidir

Bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla, Kurum arasındaki hukuki ilişki, İş Kanunu’na tabi hizmet sözleşmesine dayalı olarak kurulmuş bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığından, dava konusu işlemin, Kurumun yetkili organı tarafından tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil,sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

 b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik:18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.” İdari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, idare aleyhine dava açılmayıp, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin bulunması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.              

Belirtilen tüm bu hususlara göre, kapsam içi personel statüsünde görev yapan davacının, dava konusu isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesine ilişkin davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 5. İş Mahkemesi’nce verilen 06.11.2007 gün ve E:2007/402, K:2007/613 D.İş. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/183

KARAR NO: 2009/21

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezasından doğan amme alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Mehmet Ayata Ağaç İşl.Eğt. Kültür ve Yard. Vakfı

Vekilleri     : Av. B.Ö., Av. N.Ö., Avukat J.Ö.

Davalı        : Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. H.Y.

O L A Y : Davacı Vakıfa; yapılan çalışmalar esnasında Belediyeye ait Demirciler Parkındaki kilitli parkelere zarar verdiğinden bahisle, Umuru Belediye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 1608 Sayılı Kanun uyarınca Kayseri Büyükşehir Belediyesi Encümeni'nin 9.5.2007 gün ve 23-363 sayılı kararı ile 1.000,00 YTL idari para cezası verilmiş; borcun vadesinde ödenmemesi üzerine, idari para cezasının tahsili amacıyla 28.11.2007 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir.

Davacı vekillerince, davalı idarece düzenlenen 28.11.2007 tarih ve 1.000,00 YTL tutarlı ödeme emrin iptali istemiyle, 3.12.2007 gününde idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı İdare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davada adli yargının görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

KAYSERİ 1. İDARE MAHKEMESİ; 11.2.2008 gün ve E:2008/16 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde “ İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuku aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türlerinden biri olduğu; 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “ Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer’i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri uygulanır” denildiği; 3. maddesinde, para cezaları teriminin; amme, tazminat, inzibati mahiyette olsun olmasın bütün para cezalarını ifade ettiği; İkinci kısım birinci bölümünde yer alan 54. maddede ödeme müddeti içinde ödenmeyen amme alacağının tahsil dairesince cebren tahsil olunacağı: 55. maddede, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir “ödeme emri” ile tebliğ olunacağı: 58. maddede ödeme emrine itiraz hususu düzenlenmiş ve diğer maddelerde ise takip esaslarının belirtilmiş olduğu; böylece, tahsil dairesinde tek yanlı düzenlenen ve ödemede bulunulmaması halinde cebren tahsili gereken kamu alacağına ilişkin ödeme emrinin, idari nitelikte bir işlem olduğunun kuşkusuz olduğu; öte yandan Anayasanın 125. maddesinde yer

alan “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” kuralı uyarınca, idari işlem niteliğinde olan ödeme emrine karşı açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde sayılan, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuku aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edenler tarafından açılan iptal davası kapsamında olan ve tek yanlı olarak kamu alacağının tahsili niteliğinde düzenlenen ödeme emrinin görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun'un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun'la değişik 1. maddesi, "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553.maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler."; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza Kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir, itiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir. " denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte olduğu; anılan Yasa ile, belediyeyi ilgilendiren yasal düzenlemelerin emrettiği fiilleri yapmayanlara veya yasakladığı fiilleri işleyenlere 1. maddede yazılı diğer cezaların yanı sıra üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men cezası verilmesi konusunda belediye encümeni yetkili kılınmış ve bu cezalara itiraz edilmesi üzerine uygulanacak usul ve esaslar özel olarak düzenlenmiş olup, uyuşmazlığa konu edilen davada görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için söz konusu itiraz yolunun açıklanmasının gerektiği; 1924 tarih ve 486 sayılı Yasa'da, belediye cezalarına karşı hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı kabul edilmiş iken, bu Yasanın 6. ve 7. maddelerini tadil eden 1927 tarih ve 959 sayılı Yasa ile bu cezalara idare heyetleri önünde itiraz edilebilmesine olanak tanınmış, daha sonra yasa koyucu tarafından, idare heyetlerinin kuruluş, nitelik ve görevleri bakımından uygun görülmeyen bu uygulamadan vazgeçilerek, 1930 tarih ve 1608 sayılı Yasa ile, konuya daha uygun bir çözüm şekli getirmek amacıyla, itirazların öncelikle bir "mahsus hakim" tarafından, bulunmayan yerlerde ise, sulh hakimi tarafından incelenebilmesini olanaklı kılan bir düzenleme yapılmış olduğu; anılan 1608 sayılı Kanunun, 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunla değişik 1.maddesi,"Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32.maddesi hükmüne göre idari para cezası ve yasaklanan ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılması halinde, masrafları yüzde 20 zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hallerde uygulanır." biçiminde yeniden düzenlenmiş, 1608 sayılı Kanunun 5,6,7,EK 1,2,maddeleri değişiklik yapan kanunla yürürlükten kaldırılmış; yeni düzenleme karşısında anılan Yasada idari para cezalarına karşı itiraz mercii belirtilmemiş, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32.maddesine yollama yapılmış olduğu; 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nce, sözü edilen Kanun'un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda, diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu'nun 1,2,16 ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiş olduğu; son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a)İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b)Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denildiği; 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı; incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16.maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, değişiklikten sonraki haliyle 1608 sayılı Kanunda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği; bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasanın 10. ve 13. maddelerine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

 DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacıya Umuru Belediye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 1608 Sayılı Kanunun 1. ve 5252 sayılı Kanun'un 7.maddesi uyarınca Kayseri Büyükşehir Belediyesi Encümeni'nin 9.5.2007 gün ve 23-363 sayılı kararı ile verilen 1.000,00 YTL idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle Kayseri 1. İdare Mahkemesinde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği; 1608 sayılı Kanun'un 1.maddesinin, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki şeklinde "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ve Türk Ceza Kanununun 536, 538, 557, 559 ve 577 nci maddeleriyle 553 üncü maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır………." hükmüne, olay tarihinde yürürlükte bulunan 5. maddesinde "Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. ... " hükmüne, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.maddesinin 1/a bendinde, Bu Kanunun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı hükmüne, 27.maddesinde de, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmüne yer verilmiş bulunduğu; yine, 1608 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 10.maddesinde, bu kanunda yazılı para cezalarının belediye idareleriyle belediye zabıta vazifesini ifa eden memurlar tarafından infaz ve tahsil olunacağı, cezayı vermeyenlerin hapis hükmü müstesna olmak üzere Tahsili Emval Kanunu mucibince mallarına müracaat edileceği hükmüne, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17.maddesinin 3.bendinde, idari para cezasının Devlet hazinesine ödeneceği, 4.bendinde de, idari para cezasının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği hükmüne yer verilmiş olduğu;    1608 ve 5326 sayılı Yasaların anılan hükümleri ile idari para cezalarının tahakkuku sırasında yapılacak başvuruları incelemede adli yargı görevli kılınmış ise de, tahsil aşamasında 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakacak mahkeme yönünden özel bir hüküm getirilmemiş bulunduğu;                 5326 sayılı Kanunun 17/4 maddesi ile göndermede bulunulan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 2.maddesinde, Muhtelif kanunlarda Tahsili Emval Kanununa göre tahsil edileceği bildirilen her çeşit alacaklar hakkında da bu kanun hükümlerinin tatbik olunacağı hükmüne yer verilmiş, 54. maddesinde, ödeme müddeti içinde ödenmeyen amme alacağının tahsil dairesince cebren tahsil olunacağı hükme bağlanmış, 55. maddesinde de, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı belirtilmiş, 58. maddesinde ise, ödeme emrine itiraz hususunun düzenlenmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Encümeninin 9.5.2007 günlü, 23-363 sayılı kararı ile davacı vakfa 1608 sayılı Kanun'un 1.maddesi ile 5252 sayılı Kanun'un 7.maddesi gereğince verilen idari para cezasının ödenmemiş olması nedeniyle, 6183 sayılı Yasa hükümleri uyarınca 28.11.2007 tarihli ödeme emrinin düzenlenmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasal düzenlemelere göre, davalı idarece tek yanlı olarak düzenlenen ve ödemede bulunulmaması halinde cebren tahsili gereken kamu alacağına ilişkin olan ödeme emrinin, idari bir işlem olması karşısında, bu işleme karşı açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde sayılan idari işlemler hakkında yetki, şekil sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezasından doğan amme alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali isteminden ibarettir.

Uyuşmazlık, 6183 sayılı A.A.T.U.H.K. ’a göre düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davaya ilişkin bulunmakla birlikte, amme alacağının doğmasına neden olan para cezasının niteliğine kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanunun, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanunla değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

 Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş, 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almadığından; Uyuşmazlık Mahkemesince, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1608 sayılı Kanunda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği; bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu yolunda kararlar verilmiştir.

Bu açıklamadan sonra, inceleme konusu ödeme emrine gelince:

1608 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 10.maddesinde, bu kanunda yazılı para cezalarının belediye idareleriyle belediye zabıta vazifesini ifa eden memurlar tarafından infaz ve tahsil olunacağı, cezayı vermeyenlerin hapis hükmü müstesna olmak üzere Tahsili Emval Kanunu mucibince mallarına müracaat edileceği hükmüne, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17.maddesinin 3.bendinde, idari para cezasının Devlet hazinesine ödeneceği, 4.bendinde de, idari para cezasının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği hükmüne yer verilmiştir.

1608 ve 5326 sayılı Yasaların anılan hükümleri ile idari para cezalarının tahakkuku sırasında yapılacak başvuruları incelemede adli yargı görevli kılınmış ise de, tahsil aşamasında 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakacak mahkeme yönünden özel bir hüküm getirilmemiştir.

5326 sayılı Kanunun 17/4 maddesi ile göndermede bulunulan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 2.maddesinde, Muhtelif kanunlarda Tahsili Emval Kanununa göre tahsil edileceği bildirilen her çeşit alacaklar hakkında da bu kanun hükümlerinin tatbik olunacağı hükmüne yer verilmiş, 54. maddesinde, ödeme müddeti içinde ödenmeyen amme alacağının tahsil dairesince cebren tahsil olunacağı hükme bağlanmış, 55. maddesinde de, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı belirtilmiş, 58. maddesinde ise, ödeme emrine itiraz hususu düzenlenmiştir.

Olayda, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Encümeninin 9.5.2007 günlü, 23-363 sayılı kararı ile davacı vakfa 1608 sayılı Kanun gereğince verilen idari para cezasının ödenmemiş olması nedeniyle, 6183 sayılı Yasa hükümleri uyarınca 28.11.2007 tarihli ödeme emrinin düzenlenmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Buna göre, davalı idarece tek yanlı olarak düzenlenen ve ödemede bulunulmaması halinde cebren tahsili gereken kamu alacağına ilişkin ödeme emrinin idari nitelikte bir işlem olduğu kuşkusuzdur.

Belirtilen durum karşısında, Anayasa’nın 125. maddesinde yer alan “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” kuralı uyarınca, bir idari işlem olan ödeme emrine karşı açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-a. maddesinde sayılan, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, kamu alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/241

KARAR NO: 2009/22

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Trenin çarpması sonucu ölen kişinin yakınları tarafından zararın idarece tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : G.O., U.O., M.E.O., F.O.

Vekilleri     : Av. H.Y. - Av. T.K.

Davalılar : 1- TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. H.Ö.

 2- H.D.

O L A Y     : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, müvekkillerinin murisi S. O.’nun, 17.2.2001 tarihinde saat 12.00 sularında karşıdan karşıya geçmek için yayalar tarafından kullanılan Florya Tren İstasyonu’ndan Bakırköy yönüne doğru 200 metre ileriden geçmek isterken davalı Devlet Demir Yollarına ait trenin çarpması neticesinde vefat ettiğini, davalı makinist H. D. aleyhine Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2001/1357 Esas sayılı dosyasıyla dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermekten kamu davası açıldığını, ancak, sanık hakkında beraat kararı verildiğini, davalı H. D.’in kazanın meydana gelmesinde kusursuz olmasının mümkün olmadığını, çünkü, kazanın meydana geldiği saat ve görüş mesafesi ile olay yerinin Florya Tren İstasyonu’na bu kadar yakın olması, yayaların bu geçitten geçtiğinin bilinmesi karşısında verilen raporun yerinde olmadığını, Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2001/1357 E sayılı dosyasında verilen beraat kararı ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından verilen raporda tespit edilen kusurun BK 53. maddesine göre Mahkemeyi bağlamayacağını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere eşi G. O. için 15.000.-YTL, çocukları M. E. O. için 10.000.-YTL, U. O. için 10.000.-YTL, kardeşi F. O. için 7.500.-YTL olmak üzere toplam 42.500.-YTL manevi, eşi ve çocukları için 7.500.-YTL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, Kuruluşları aleyhinde açılan davanın Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 26.2.2001 gün ve E:2001/1, K:2001/7 sayılı kararı uyarınca idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

BAKIRKÖY 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 30.5.2006 gün ve E:2006/26 sayı ile, dosyanın incelenmesinde davacıların, davalıların şahsi kusurları nedeni ile uğradıklarını iddia ettikleri maddi ve manevi ödencenin tazmini istemi ile dava açtıklarının görüldüğü, şahsi kusur sonucu meydana gelen tren kazası nedeniyle TCDD aleyhine açılan davanın adli yargıda görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle davalı vekilinin yerinde görülmeyen görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulması üzerine dilekçe Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Tren çarpması sonucu kaldırıldığı hastahanede ölen S. O.'nun eşi, çocukları ve kardeşi tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Hakkı Dinçer'e karşı Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2006/26 sayısında açılan davada, davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, bir kamu kuruluşu olduğu, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne yönelik olan kısmının görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı G. O. ve arkadaşları vekili tarafından davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2002/898 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/241 Esas sayılı dosyanın incelendiği, 17.2.2001 tarihinde, Bakırköy İlçesi Florya Tren İstasyonu’nda muris S. O.'na trenin çarpması sonucu meydana gelen ölümlü kaza nedeniyle fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydıyla 42.500.-YTL maddi ve 7.500.-YTL manevi tazminat ödenmesi talebiyle Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, TCDD İşletmesi’nin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluşması nedeniyle ortada bir trafik kazası bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 2. maddesinde; Karayolları Trafik Kanunu'nun kapsamının belirlendiği, 3. maddesinde ise, "Demiryolu geçidinin(hemzemin geçit); Karayolu ile demiryolunun aynı seviyede kesiştiği bariyerli ve bariyersiz geçitlerdir, Kamu hizmeti taşıtı: Kamu hizmeti için yük veya yolcu taşıması yapan bütün taşıtlardır, Taşıt: Karayolunda insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan araçlar olduğu" tanımının yapıldığı, trenin bu Yasa kapsamına dahil edilmediğinin anlaşıldığı, keza, 2918 sayılı Yasa'nın 85, 90 ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanunu'nun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır kuralı uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasada gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemiş ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karsısında, bu iddianın kabule şayan görülmediği, TCDD Ana Statüsü'ne, Yüksek Planlama Kurulu'nun 27.4.1992 gün 92/T.29 sayılı kararı ile eklenen Ek 2. maddede, "Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolunun ana yol sayılacağı, trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesislerin kaldırılacağı, demiryolu üzerinde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğünün bulunduğu hükmünün getirildiği, bu nedenlerle, yayaya trenin çarpması sonucunda meydana gelen kazada, idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü gerektiği, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 10.3.2003 gün, 2002/93 ve 2003/2 sayılı kararında da; hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/26 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların murisinin trenin çarpması neticesinde vefat etmesi nedeniyle maddi ve manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü(TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava; olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.5.2006 gün ve E:2006/26 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/336

KARAR NO: 2009/26

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davacıya ait bina ve eklentilerinin, imar yolunda kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Y.K.

Vekili : Av. E.G.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. S.O.

O L A Y     : Davacı vekili, dava dilekçesinde, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Ulubey Mahallesi, 219. Sokak No:20 kapı no’lu bina ve eklentilerinin(ağaçlar dahil olmak üzere) yol açma çalışmaları nedeniyle davalı idarece 6.12.2006 günü hiçbir bedel ödenmeksizin yıkıldığını, yıkım için davalı idarece bir encümen kararı alınmadığı gibi, bu konuda bir tebligat yapılmadığını, 3194 sayılı Yasa’nın 18. maddesinin 10. fıkrasının, kamu hizmetlerine ayrılan (olayda imar yolu) yerlere rastlayan yapıların, belediye ve valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz hükmünü getirdiğini, davaya konu bina ve eklentilerinin, davacının 1432/15692 hisse ile malik bulunduğu Altındağ İlçesi, Solfasol Mahallesi, Sivrikaya mevkiinde kain tapunun 3461 ada, 5 parsel no’lu taşınmaz üzerine 1975 yılında yapıldığını, binanın yapımından bir süre sonra imar geldiğini ve davacıya tapudaki hissesine karşılık başka yerden (DOP düşüldükten sonra) arsa verildiğini, davacının imarla birlikte çıkarılan 2981 sayılı İmar Affı Yasası’ndan yararlandığını ve Yasanın öngördüğü tüm evrakları tamamlayarak Belediyeye sunduğunu ve binayı imar mevzuatına uygun hale getirdiğini, dava konusu ev ve eklentileri (ağaçlar dahil) hakkında Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/15 D. İş sayılı dosyası ile tespit yaptırıldığını, hukuka aykırı şekilde yapılan bu yıkım sebebiyle davacının mağdur edildiğini, bu nedenle, Altındağ İlçesi, Ulubey Mahallesi, 219. Sokak, No:20 kapı no’lu bina ve eklentilerine (ağaçlar dahil) davalı idarenin kamulaştırmasız el atması nedeniyle ve 2007 yılı Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatları esas alınarak 55.500,00YTL değer takdirine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile bu bedelin 6,000,00YTL’sinin dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacının binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı, imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da yıkıldığı, bu nedenle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.3.2007 gün ve E:2007/1, K:2007/86 sayı ile; davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ’nin 12.11.2007 gün ve E:2007/8973, K:2007/12891 sayı ile, davanın, imar uygulaması sırasında yolda kalması nedeniyle davalı idare tarafından yıkılan bina bedelinin tahsili istemine ilişkin bulunduğu, Mahkemece, davaya bakmanın idari yargının görevi dahilinde olduğu belirtilerek, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verildiği, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edildiği, dosyada bulunan kanıt ve belgelerden, davacının kendisinin de hissedar olduğu kadastral 3461 ada, 25 parsel sayılı taşınmaz üzerine yaptığı gecekondusunun imar planında yolda kalması nedeniyle davalı Belediye tarafından yıktırıldığı ve davacının 3461 ada, 25 parsel sayılı taşınmazdaki hissesinin de muhtelif imar parsellerine şuyulandığının anlaşıldığı, 2981 sayılı İmar Kanunu’nun 18/10. maddesi uyarınca, imar düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri için ayrılan yerlere rastlayan yapıların Belediye veya Valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamayacağı, bunun tabii sonucu olarak, davacının imar planında yol gövdesinde kalması nedeniyle kamulaştırılmadan yıkılan gecekondusu ile ilgili olarak, davalı idarenin eyleminin kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilip, 1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca işin esasına girilerek talep hakkında bir karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.

ANKARA 22. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 13.3.2008 gün ve E:2008/34 sayı ile, Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Davacının 3461 ada, 5 sayılı kadastral parsel üzerinde bulunan kaçak bina ve eklentilerinin imar yolunda kalması nedeniyle kamulaştırma yapılmaksızın yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2008/34 esas sayısında kayıtlı olarak açılan davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığın, davacılara ait Altındağ İlçesi, Ulubey Mahallesi, 219. Sokak 20 no’lu binanın ve eklentilerinin davalı idarece, imar yolu üzerinde bulunması ve kaçak yapı olduklarından dolayı yıkılması nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 6.000,00Yeni Türk Lirasının davalı idareden tahsili isteminden kaynaklandığının anlaşıldığı, davalı idarenin, binaların 81320 no'lu imar planında yolda kalması ve kaçak yapı olmaları nedeniyle yıkıldığını, davacılara tapulu hisselerine karşılık arsa tahsis edildiğini, herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığını iddia ettiği, bu durumda, davacıya ait kaçak yapı ve eklentilerin 81320 no'lu imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı bir bedel ödenip ödenmeyeceği noktasından kaynaklanan ve sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak sözü edilen yapı ve eklentilerin yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI ; Davacı Y. K. vekili tarafından davalı Altındağ Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2008/34 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/336 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Ulubey Mahallesi, 219. Sokak, 20 kapı no’lu bina ve eklentilerinin, ağaçlarda dahil olmak üzere davalı idare tarafından 6.12.2006 günü zor kullanarak ve hiç bir bedel ödenmeksizin yıktırılması ve ağaçların sökülmesi nedeniyle 2007 yılı Bayındırlık Bakanlığı fiyatları esas alınarak 55.500,00YTL değer takdirine, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 6.000.00YTL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tazmini istemiyle Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, davacının kendisinin de hissedar olduğu kadastral 3461 ada, 5 parsel sayılı taşınmaz üzerinde yaptığı gecekondusunun imar planında yolda kalması nedeniyle davalı Belediye tarafından yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, davalı idarenin, davacının murisi M. K.'a ait binanın kadastronun 3461 ada, 5 parselinde bulunan hisseli arazi üzerinde yapıldığını, söz konusu binanın 81320 nolu imar planında imar yolu üzerinde kaldığını, davacının murisinin imar planı çalışması ile yolda kalan hissesi yerine, 23371 ada, 6 nolu parselden tapulu hissesine karşılık 222 m2 arsa tahsis edildiğinden kamulaştırma konusu olmadığını, imar yolunda kalan binanın da hisseli parsel üzerinde yapıldığından imar affından yararlanmadığı için kaçak yapı niteliğinde olduğunu, herhangi bir bedele hükmedilecekse, bu bedelin enkaz bedeli olması gerektiğini iddia ettiği, davacı tarafından Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle bedel tahsili davasında, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işlemin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacının davasını idarenin uygulamasından doğan zararın giderilmesi istemiyle açtığının görüldüğü, bu nedenlerle, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden doğan kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/34 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak görev itirazında bulunulduğu ve Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilmesi üzerine 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait binanın, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle tapulu hissesinin başka bir imar parselinden karşılanarak tapusu verilmekle birlikte davalı idarece herhangi bir bedel ödenmeksizin bina ve eklentilerinin(ağaçlar dahil) yıktırılmasından dolayı 2007 yılı Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatları esas alınarak 55.500,00YTL değer takdirine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla bu bedelin 6.000,00YTL’sinin dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, bina ve eklentilerinin(ağaçlar dahil olmak üzere) yol açma çalışmaları nedeniyle davalı idarece hiçbir bedel ödenmeksizin yıkıldığını, yıkım için davalı idarece alınmış bir encümen kararı bulunmadığı gibi, bu konuda tebligat da yapılmadığını, davaya konu bina ve eklentilerinin 1975 yılında yapıldığını, davacının 2981 sayılı İmar Affı Yasası’ndan yararlandığını ve Yasanın öngördüğü tüm evrakları tamamlayarak Belediyeye sunduğunu ve binayı imar mevzuatına uygun hale getirdiğini belirtmiştir.

 Davalı vekilince, savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacının binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı, imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da yıkıldığı ileri sürülmüştür.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit dosyasında yapı ve eklentileri için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedelin bir miktarı dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile görevsizlik kararının Yargıtay’ca bozulması üzerine bozma kararına uyulması yolunda verilen Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile görevsizlik kararının Yargıtay’ca bozulması üzerine BOZMA KARARINA UYULMASI YOLUNDA VERİLEN Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.3.2008 gün ve E:2008/34 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 2.2.2009 gününde Üyeler Mustafa KICALIOĞLU ile Mahmut BİLGEN’in KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

2981 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 2.2.2009

 

    Üye                                                       Üye

 Mustafa KICALIOĞLU                                                        Mahmut BİLGEN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/363

KARAR NO: 2009/27

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Trenin kamyona çarpması sonucu trende bulunan yolcunun ölümü nedeniyle mirasçıları tarafından zararın idarece tazmini istemiyle açılan davanın taşıyıcının sorumluluğunu düzenleyen Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : N.S. Varisleri

    1- M.S. 2- D.S., 3- H.S. 4- H.S.

Vekili         : Av. B.K.

Davalılar    : 1- İ.K. 2- F.Ö. 3- TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. E.Y.

O L A Y     : M. S.’ın eşi ve diğer davacıların babası olan N. S., 11.4.2004 günü Pancar Beldesinde İzmir-Aydın Otoyolunun altından geçen tren yolunun kontrolsüz hemzemin geçidinde Denizli istikametinden Basmane-İzmir istikametine seyir halindeki trende bulunduğu sırada trenin, hemzemin geçitten geçen F. Ö.'e ait ve İ. K. yönetimindeki kamyona çarpması sonucunda meydana gelen kazada ağır yaralanmış ve bu yaralanma neticesinde de daha sonra 22.7.2004 tarihinde vefat etmiştir.

Davacılar vekili, N. S.’ın daha güvenli ve emniyetli olduğunu düşünerek binmiş olduğu trende bu kaza ile karşılaştığını, Devlet Demiryollarının hemzemin geçitte güvenli geçişi sağlayacak olan sinyalizasyon sistemini sağlamadığını ileri sürerek tren yolcusu olan murislerinin ölümü nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; davacı eş M. S. için 2.000,00YTL D. için 1.000,00YTL, H. için 1.000,00YTL, H. için 1.000,00YTL olmak üzere toplam: 5.000,00YTL maddi tazminat, her bir davacı için ayrı ayrı 10.000,00YTL olmak üzere toplam:40.000,00YTL manevi tazminat ile birlikte toplam olarak 45.000,00YTL tazminatın kaza tarihi olan 11.4.2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, alacaklarının teminat altına alınabilmesi ve devrin üçüncü kişilere önlenebilmesi amacıyla kazaya karışan ve F. Ö.'e ait olan 35 VR 311 plakalı Ford marka 1970 model aracın trafik kaydına alacaklarının tahsiline kadar ihtiyati tedbir konulması istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı TCDD vekilince, süresi içinde verilen birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuş ve söz konusu kazanın demiryolu taşımacılığındaki bir kusur nedeniyle değil, dışarıdan etki eden bir eylem nedeniyle gerçekleştiği, kanaatlerince N. S. tarafından tren ile ulaşımın tercih edilmesinin esas nedeninin kazanın meydana geldiği trende makinist olarak akrabası T. S.’ın görevli bulunması olduğu, ayrıca davacı tarafın, ölen N. S.’ın trende yolcu olarak taşındığını iddia ediyorsa taşıma biletini ibraz zorunluluğunun bulunduğu belirtilmiştir.

İZMİR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 3.10.2006 gün ve E:2006/130 sayı ile, yargı yolu itirazının reddine, davaya Mahkemelerince bakılmasına karar vermiştir.

Davalı TCDD vekilince, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması için süresi içinde verilen dilekçe üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : İçinde bulunduğu trenin hemzemin geçitte bir kamyona çarpması sonucu ölen N. S.'ın eşi ve çocukları tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi ve kazaya karışan aracın trafik kaydına ihtiyati tedbir konulması istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, İ. K. ve F. Ö.'e karşı İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2006/130 sayısında açılan davada, davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, bir kamu kuruluşu olup, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu, uyuşmazlığın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne yönelik olan kısmının görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı M. S. ve arkadaşları vekili tarafından davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2006/130 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/363 Esas sayılı dosyanın incelendiği, İzmir İli, Torbalı İlçesi, Pancar Beldesindeki İzmir-Aydın otoyolunun altından geçen kontrolsüz hemzemin geçitte tren ile kamyonun çarpışması sonucu meydana gelen ölümlü kaza nedeniyle 5.000,00YTL maddi tazminat, 40.000,00YTL manevi tazminat ödenmesi talebiyle İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğunun tartışmasız bulunduğu, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluşması nedeniyle ortada bir trafik kazası bulunduğu düşüncesinden hareketle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu incelendiğinde; anılan Kanunun 2. maddesinde, Karayolları Trafik Kanunu'nun kapsamının belirlendiği, 3. maddesinde ise, "Demiryolu geçidinin(hemzemin geçit): Karayolu ile demiryolunun aynı seviyede kesiştiği bariyerli ve bariyersiz geçitlerdir, Kamu hizmeti taşıtı: Kamu hizmeti için yük veya yolcu taşıması yapan bütün taşıtlardır, Taşıt: Karayolunda insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan araçlar olduğu" tanımlarının yapıldığı, trenin söz konusu Kanun kapsamına dahil edilmediğinin anlaşıldığı, keza, anılan Kanunun 85, 90 ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanunu'nun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır kuralı uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de; anılan Kanunda gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemiş ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmadığı, TCDD Ana Statüsü'ne, Yüksek Planlama Kurulu'nun 27.4.1992 gün 92/T.29 sayılı kararı ile eklenen Ek 2. maddede, demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolunun ana yol sayılacağı, trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesislerin kaldırılacağı, demiryolu üzerinde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü bulunduğunun belirtildiği, hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davada idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü gerektiği, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 10.3.2003 gün, 2002/93 ve 2003/2 sayılı kararında da; hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği hususunda hüküm kurulduğu, bu nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/130 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa'nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, trende yolcu olarak bulunan davacıların murisinin, trenin hemzemin geçitten geçen kamyona çarpması sonucu vefatı nedeniyle maddi ve manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü(TCDD ) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasız ise de; 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletme, iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış bulunmaktadır.

Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü için olayda, İşletmenin yürüttüğü faaliyetin ve İşletme ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.

TCDD Ana Statüsü’nde, demiryollarını işletmek ve demiryolu taşımacılığını yapmak, İşletmenin faaliyet konuları arasında sayılmıştır.

29.6.1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 12. maddesinde, kara, deniz ve havada, nehir ve göllerde yolcu ve eşya taşımak üzere kurulan müesseselerin ticarethane sayılacağına işaret edilmiş; anılan Kanunun “Taşıma İşleri ve Taşıma Senedi” başlıklı İkinci Kısmının “Yolcu Taşıma”ya ilişkin Üçüncü Ayırımında yer alan 798. maddesinde, yolcuların, taşıyıcılar tarafından iç hizmetleri tanzim için konmuş olan usul ve talimatı ihlâl etmemekle mükellef oldukları, 806. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise, taşıyıcının, yolcuları gidecekleri yere sağ ve salim olarak ulaştırmakla mükellef bulunduğu, yolcuların kazaya uğramaları halinde bundan doğacak zararların taşıyıcı tarafından tazmin edileceği, yolcunun kaza neticesinde ölmesi halinde onun yardımından mahrum kalan kimselerin dahi uğradıkları zararlara karşılık taşıyıcıdan tazminat isteyebilecekleri, ancak taşıyıcının, kazanın kendisine ve yardımcılarına yükletilmesi mümkün olan bir kusurdan doğmadığını ispat ettiği takdirde bu iki haldeki tazminattan kurtulacağı hükme bağlanmıştır.

Anılan yasal düzenlemeden, yolcu taşıma işinin, ücret karşılığında yapılan ticari bir faaliyet niteliği taşıdığı ve bu işi yapanın da tacir olduğu anlaşılmaktadır.

Olayda, davacıların murisinin yolcu olması, davalı İşletmenin ise taşıyıcı sıfatını taşıması karşısında, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin taşıma sözleşmesine dayanan bir özel hukuk ilişkisi olduğu; TCDD İşletmesinin, kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda ticari alanda yürüttüğü taşımacılık faaliyetinin de özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğu kuşkusuzdur.

Belirtilen durum karşısında ve İşletmece yürütülen faaliyetin ve ölen yolcuyla arasındaki hukuki ilişkinin niteliği göz önüne alındığında, olayda idari bir eylem ya da işlemden doğmuş herhangi bir zarar söz konusu olmayıp, yolcunun ölümünden dolayı taşıyıcının tazmin yükümlülüğünün saptanmasına ilişkin bulunan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/397

KARAR NO: 2009/28

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybeden TEDAŞ tarafından, olayda kusur ve sorumluluğu bulunduğu ileri sürülerek İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan rücuen alacak davasının, Borçlar Kanunu hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekilleri     : Av. E.G.- Av. Z.K.

Davalı        : İçişleri Bakanlığı

 Vekili : Av. S.H.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacı şirket çalışanlarından B. A. ve M. Ö.’ün 18.8.1992 tarihinde Siirt İşletme Müdürlüğü’ndeki görevleri sırasında teröristlerce kaçırıldığını ve bir daha kendilerinden haber alınamadığını, SSK Başkanlığı tarafından söz konusu olayın iş kazası olarak nitelendirildiğini ve sigortalıların hak sahiplerine gelir bağlandığını, SSK tarafından davacı aleyhine Ankara 15. İş Mahkemesi’nin 2003/37 Esas sayılı dosyasında rücuen tazminat davası açıldığını ve davanın İçişleri Bakanlığı’na ihbar olunduğunu, Mahkemenin 2006/547 K ve 28.6.2006 tarihli ilamında, SSK’nın hak sahiplerine bağladığı gelirin 73.842,02YTL’sinin gelir bağlamanın onay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıdan alınarak SSK’ya ödenmesine karar verildiğini, mahkeme ilamının Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 2006/12831 E, 2006/11671 K sayılı dosyası ile onanarak kesinleştiğini, kararın SSK Başkanlığı tarafından Ankara 18. İcra Müdürlüğü’nün 2007/3053 sayılı dosyasında icraya konulduğunu ve davacı tarafından 2.4.2007 tarihinde icra veznesine 201.682,13YTL yatırıldığını, Mahkeme kararında; daha önce B. A. ve M. Ö. mirasçılarının Ankara 12. İş Mahkemesi’nin 2002/1314 E, 4580 K ve 2002/1315 E, 4581 K. sayılı dosyalarında davacı aleyhine açtıkları tazminat davasındaki bilirkişi raporlarının esas alındığını ve olayda teröristlerin %60, şirketlerinin ise % 40 oranında kusurlu olduğuna karar verildiğini, karara esas teşkil eden bilirkişi raporunda %60 oranında teröristlerin kusurlu bulunması sebebiyle ihbar edilen sıfatı ile davayı takip eden İçişleri Bakanlığı’ndan kusurları oranına isabet eden 121.009,27YTL’nin dava yoluyla rücuen tahsili için iş bu davanın açılması gerektiğini, İçişleri Bakanlığı’nın yurttaşların can ve mal güvenliğini koruma ödevini yerine getirememesi nedeniyle dava konusu olayın gerçekleştiğini, ödenen tazminat tutarının teröristlere yüklenen kısmından da İçişleri Bakanlığı’nın sorumlu olması gerektiğini ileri sürülerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 121.009,27YTL’nin ödeme tarihi olan 2.4.2007 tarihinden itibaren işleyecek Merkez Bankası’nın avans işlemlerinde uygulanan avans faizi ile rücuen davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, süresi içinde verdiği birinci savunma dilekçesinde, davacı tarafın, Devletin (İçişleri Bakanlığı’nın) hizmet kusuru niteliğindeki sorumluluğuna dayanarak açmış olduğu rücuen tazminat davasında davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 21.11.2007 gün ve E:2007/382 sayı ile, davalı tarafın yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : TEDAŞ Siirt İşletme Müdürlüğü’nde görev yaparken teröristlerce kaçırılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan B. A. ve M. Ö. adlı sigortalıların hak sahiplerine aylık bağlayan Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı tarafından, Ankara 15. İş Mahkemesi’nde açılan ve İçişleri Bakanlığı’na ihbar olunan rücuen tazminat davasının kabulüne ilişkin kararın icraya konulması üzerine, davacı Kurumca ödenen 201.682,13YTL'nın, daha önce adı geçen kişilerin mirasçılarının Ankara 12. İş Mahkemesi’nde açtıkları tazminat davasında karara esas alınan bilirkişi raporuyla teröristlere yüklenen %60 kusur oranına isabet eden 121.009,27YTL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle İçişleri Bakanlığı'na karşı Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/382 Esas sayısında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, sigortalıların hak sahiplerine aylık bağlayan Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı’nın İş Mahkemesinde açtığı davada verilen karar gereği, adı geçen Başkanlığa 201.682,13YTL ödeyen TEDAŞ Genel Müdürlüğü tarafından açılan davada, hizmet kusuru esasına dayanılarak zararın kusur oranına göre İçişleri Bakanlığı’nca giderilmesi istemine ilişkin olduğu, bu durumda, anılan zararın, İçişleri Bakanlığı’nın hizmet kusuru nedeniyle oluştuğu ileri sürülen kısmının tazmini istemiyle açılan dava, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalının görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili tarafından davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/382 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/397 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Siirt Elektrik Dağıtım Müessese Müdürlüğü’nde işçi olarak çalışan B.A. ve M. Ö.’ün, Şırnak İli Uludere, Beytüşşebap ve Çukurca İlçelerinde yıkılan direklerin tespiti sırasında 20.8.1992 tarihinde teröristler tarafından kaçırılıp kendilerinden haber alınamaması üzerine gaiplik kararı verildiği, SSK Başkanlığı'nca olayın iş kazası kabul edilerek sigortalıların hak sahiplerine gelir bağlandığı, bağlanan gelirin tahsili için Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 15. İş Mahkemesi'ne rücuen tazminat davası açıldığı, anılan Mahkemenin 28.6.2006 gün ve 2003/37 Esas ve 2006/547 sayılı kararıyla, SSK Başkanlığı’nın hak sahiplerine bağladığı gelirin 73.842,02YTL’sinin yasal faizi ile birlikte Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ. Genel Müdürlüğü'nden alınarak SSK Başkanlığı'na ödenmesine karar verildiği, icra takibi sonucu 201.682,13YTL’nin anılan Başkanlığın hesabına yatırıldığı, hak sahiplerinin Ankara 12. İş Mahkemesi’nin 2002/1314 sayılı dosyada yaptırılan bilirkişi incelemesinde, olayda İçişleri Bakanlığı'nın yüzde 60, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ. Genel Müdürlüğü'nün de yüzde 40 oranında kusurlu olduğunun saptandığı, anılan yargı kararı gereğince SSK Başkanlığı'na toplam 201.682,13YTL ödemede bulunan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü’nce, olayda %60 oranında kusur ve sorumluluğu saptanan İçişleri Bakanlığı'ndan, idarelerince ödenen miktardan kusuru karşılığı olan 121.009,27YTL’nin, ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde alacak davası açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, yargı kararı ile tazminle yükümlü tutulan ve tazminatın tamamını ödemiş bulunan Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ. Genel Müdürlüğü tarafından, idarelerince ödenen tazminattan kusur ve sorumluluğu oranındaki tutarın, davanın ihbar edildiği İçişleri Bakanlığı’ndan rücuen tahsili isteminden ibaret bulunduğu, olayda, görevi esnasında teröristlerce kaçırılan Kurum işçisinin hak sahiplerine SSK Başkanlığı tarafından, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ. Genel Müdürlüğü aleyhine tazminat davası açıldığı; Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen rapora göre, davalı Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü'nün %40, İçişleri Bakanlığı’nın %60 oranında kusurlu ve sorumlu olduklarının, kaçırılan isçinin ise kusursuz bulunduğunun saptandığı; dava İçişleri Bakanlığı'na ihbar edilmiş ise de, müdahil olmadığı; Mahkemece dava kabul edilerek, hükmedilen tazminatın tamamının davalı Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü'ne yüklendiği ve bu yoldaki kararın derecattan geçerek kesinleştiğinin anlaşıldığı, bu durumda; I-olayda kaçırılan işçinin hak sahipleri yönünden, tazminat isteğinin tamamen karşılanmış olması nedeniyle, tazminat davası bakımından ortada çözümsüz kalan ya da başka yargı merciinde dava edilmesi gereken bir uyuşmazlık kalmadığı, diğer bir ifadeyle, tazminata ilişkin bulunan birinci davada, İçişleri Bakanlığı davalı sıfatı taşımadığı gibi, bilirkişi raporunda işaret edilen sorumluluğun idare hukuku esaslarına göre idari yargı yerince saptanacağı yolunda bu kısma yönelik bir görevsizlik kararı da verilmediğinden, idari yargıda çözümü gereken bir tam yargı davasından söz etmenin olanaksız olduğu, 2-destekten yoksun kalma nedeniyle açılan tazminat davası tümüyle adli yargı yerinde çözümlendiğine ve kaybeden taraf davayı İçişleri Bakanlığı’na ihbar etmiş olduğuna göre, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan alacak davasının bir rücu davası olduğunun kabulü gerektiği, nitekim, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında "İki taraftan biri davayı kaybettiği takdirde üçüncü şahsa rücu hakkı olduğu mülahazasında bulunursa makamına kaim olarak davayı takip veya davada üçüncü şahıs sıfatıyla kendisine iltihak etmesi lüzumunu o şahsa ihbar edebilir" denildiği; aynı Kanunun 51. maddesinde de, "Üçüncü şahıs ihbar eden kimsenin makamına kaim olarak davayı takip veya davaya müdahale eylemediği halde bu hususu ihbar eden kimse davada bulunmaya mecburdur. Şu kadar ki ihbar tarihinden itibaren üçüncü şahsa karşı yalnız hilesinden veya ağır kusurundan mesuldür" hükmüne yer verildiği, bu hükümlerden, davayı kaybettiği takdirde üçüncü kişiye rücu hakkı olduğunu düşünen tarafın, davayı üçüncü kişiye ihbar edebileceği; kendisine dava ihbar edilen üçüncü kişi davaya müdahale etmez ya da ihbar edenin temsilcisi gibi davayı takip etmez ise, ihbar edenin davayı takip etmekle yükümlü olduğu; ancak, ihbar eden tarafın, davayı kaybetmesi halinde üçüncü kişi aleyhine rücu davası açabileceği ve davayı kaybetmesinden dolayı üçüncü kişiye karşı yalnız hilesi ve ağır kusurunun bulunması halinde sorumlu olacağının anlaşıldığı, buna göre, dava ihbar edilen üçüncü kişinin istekli olmaması halinde, Mahkemece hakkında davaya katılması ya da müdahil sıfatı kazanması yolunda hiçbir işlem yapılamayacağı gibi, aleyhine hüküm verilmesine de olanak bulunmadığı, şu halde, tazminat davasında kendisine dava ihbar edilmiş olmasına karsın müdahil olmayan ve davayı takip etmeyen üçüncü kişi konumundaki İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan rücuen alacak davasında, davanın ihbarının hukuki sonuçları itibariyle, birinci davada aleyhine hüküm verilmiş olması koşulunun aranmayacağı, 3-tazminat davasının ihbar eden aleyhine sonuçlanması üzerine açılan rücu davasının konusunu oluşturan alacak, tazminat davasında bilirkişice saptanan kusur ve sorumluluk oranına göre ihbar edenin hissesinden fazla ödemede bulunduğu miktara, başka deyişle, müşterek sorumluluğu saptanan üçüncü kişiye ait hisseye ilişkin bulunmakta olup; ortada, Devlete, il özel idarelerine ve belediyelere ait akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışındaki alacakların tahsil usulünü düzenleyen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamına giren bir kamu alacağının da bulunmadığı, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 12.6.2000 tarih ve 2000/1-14, 20.11.2000 tarih ve 2000/59-55, 06.12.2004 gün ve 2004/84-96, aynı tarihli 2004/91-88, 05.05.2008 gün 2007/177-2008/123 ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 31.5.2006 gün ve 2006/4-294 Esas ve 2006/327 sayılı kararlarında da; adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybeden TEDAŞ tarafından, olayda kusur ve sorumluluğu bulunduğu ileri sürülerek İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan rücuen alacak davasının Borçlar Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurulduğu, belirtilen tüm bu hususlara göre, tam yargı davası niteliği taşımayan ve konusu bir kamu alacağı olmayan rücu davasının, Borçlar Kanunu hükümlerine göre adli yargının görevine girdiği, bu nedenle Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun reddine karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa'nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, yargı kararı ile tazminle yükümlü tutulan ve tazminatın tamamını ödemiş bulunan TEDAŞ Genel Müdürlüğü tarafından, idarelerince ödenen tazminattan kusur ve sorumluluğu oranındaki tutarın, olayda güvenliği sağlama ödevi nedeniyle sorumlu olduğu ileri sürülen İçişleri Bakanlığı’ndan rücuen tahsili istemiyle açılmıştır.

Olayda, görevleri sırasında teröristlerce kaçırılan davacı şirket çalışanları için hak sahiplerine gelir bağlayan Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından aleyhine açılan rücuen tazminat davası sonucu Mahkeme kararı uyarınca anılan Kuruma tazminat ödeyen davacının, olayla ilgili bilirkişi raporlarında teröristlerin %60, şirketlerinin ise %40 oranında kusurlu bulunmuş olması nedeniyle %60 oranındaki teröristlerin kusuruna isabet eden tazminat tutarının, ihbar edilen sıfatı ile davayı takip eden İçişleri Bakanlığı’ndan rücuen tahsili istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, ortada, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde belirtilen "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında, zarar gören tarafından açılmış bir dava bulunmadığı gibi, Devlete, il özel idarelerine ve belediyelere ait akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışındaki alacakların tahsil usulünü düzenleyen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamına giren bir kamu alacağı da yoktur.

Açıklanan nedenlerle, tam yargı davası niteliği taşımayan ve konusu bir kamu alacağı olmayan rücu davasının, Borçlar Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi gerektiğinden, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/438

KARAR NO: 2009/32

KARAR TR : 02.02.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1- F.D. (Kendi adına asaleten, D.D.’ye velayeten)

    2- E.D., 3- H.D.

Vekilleri     : Av. H.B.K.

    Av. E,A.K.

Davalılar    : 1- TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

    2- Oğuz Önder Lojistik Hizmetleri Ltd. Şti.

    3- Özcan Torna San. Tic. Ltd. Şti.

O L A Y     : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, F. D..i'nin eşi, E., H. ve D. D.'nin babaları A. D.’nin, TCDD Genel Müdürlüğü'nde revizör olarak çalıştıktan sonra emekli olduğunu, kazazede işçinin, emekli olmasının ardından TCDD Genel Müdürlüğü'nden iş alarak çalışan davalı şirketlerden Özcan Torna San. ve Tic. Ltd. Şti.'nde revizör görevinde sigortasız olarak çalışmaya başladığını, üstlenmiş olduğu revizörlük işinde usta olan işçinin üzerine düşen tüm emniyet tedbirlerini almış olmasına karşın davalıların kusurları nedeniyle 2.5.2006 tarihinde TCDD Behiçbey(Marşandiz) Manevra ve Tamir-Bakım İstasyonu’nda tren çarpması nedeniyle kazaya maruz kaldığını ve hayatını kaybettiğini, asli kusurun dört noktada toplandığını, tümünün kanun gereği davalılara ait olduğunu, kazazede işçiye isnad edilebilecek herhangi bir kusurun mevcut olmadığını, davalı şirketler ve TCDD Genel Müdürlüğü’nün işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini almadığını, gerekli ikaz işaretlerini kazanın bulunduğu mahalde kullanmadığını, davalı işverenlerin işçilerinin kazaya maruz kalmalarını engeIIeyecek işaret ve ikaz levhalarını yerlerine koymadıklarını ve işçilerine güvenlik için gerekli teçhizatı vermediklerini, dava konusu olayın, 506 sayılı Yasa’nın 11. maddesi gereğince iş kazası olduğunu, davacıların maruz kaldığı bütün maddi ve manevi zararlardan alt-üst işveren olan davalıların müteselsilen sorumlu bulunduklarını ileri sürerek, iş kazası nedeniyle hayatını kaybeden A. D.'nin eşi F. D. için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100.-YTL destekten yoksun kalma tazminatı ile 5.000.-YTL manevi tazminatın, D. D. için fazlaya ilişkin hakları sakla kalmak kaydıyla 100.-YTL destekten yoksun kalma tazminatı ile 5.000.-YTL manevi tazminatın, oğulları E. ve H. D. için ayrı ayrı 3.000.-YTL manevi tazminatın, kaza tarihi olan 2.5.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı TCDD vekilinin, 11.7.2006 günlü 1. celsede, Kuruluşları işveren olmadığı için öncelikle husumet itirazında bulunduklarını, davanın esas yönünden reddini talep ettiklerini, ancak ilgili birimlere yazı yazıldığını, cevabın dönmediğini, davaya karşı beyanlarını ve delillerini sunmak üzere süre istediklerini belirtmesi üzerine Mahkemece, cevaplarını ve karşı delillerini tebliğden itibaren 10 gün içinde bildirmek üzere süre verilmesine karar verilmiştir.

Davalı TCDD vekilince verilen ve 21.9.2006 günü havale edilen 19.9.2006 günlü dilekçede ve 26.9.2006 günlü 2. celsede, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

SİNCAN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 9.4.2008 gün ve E:2006/258 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı TCDD vekilince, 22.4.2008 havale tarihli dilekçe ile, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulmuştur.

Mahkemece, Mahkemelerinin İş Mahkemesi sıfatıyla bakılan 2006/258 Esas sayılı dosyasının 11/06/2006 tarihli ilk celsesine katılan TCDD vekilinin görev itirazında bulunmadığı, devamında 21.09.2006 hakim havale tarihli cevap dilekçesini dosyaya ibraz ettiği ve bu dilekçede görev, husumet ve esasa ilişkin itirazlarda bulunduğu, yargılama sırasında görev itirazı hakkında Mahkemece karar verilmesini talep ettiği, Mahkemelerince idarenin en geç birinci oturumda görev itirazında bulunmayıp, kanuni sürenin geçirilmesinden sonra görev itirazında bulunmuş olması sebebiyle görev itirazının 09.04.2008 tarihli celsede reddine karar verildiği belirtilerek dosya Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Tren çarpması sonucu ölen A. D.'nin eşi ve çocukları tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, Oğuz Önder Lojistik Hizmetleri Ltd. Şti. ve Özcan Torna San. Tic. Ltd. Şti.'ne karşı Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2006/258 sayısında açılan davada, davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, bir kamu kuruluşu olduğu, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne yönelik olan kısmının görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.2.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Olayda, Sincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce İş Mahkemesi sıfatıyla bakılan davada, davalı TCDD vekilince, 11.7.2006 günlü 1. celse öncesinde ve 1. celsede görev itirazında bulunulmayıp, Mahkemece cevaplarını bildirmesi için verilen 10 günlük sürenin bitiminden çok sonra 21.9.2006 günü havale edilen 19.9.2006 günlü dilekçede ve 26.9.2006 günlü 2. celsede, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

Bu durumda, davalı TCDD vekili tarafından, İş Mahkemesinin birinci oturumundan çok sonra davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek yapılan görev itirazının, süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.2.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2007/451

KARAR NO: 2009/34

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Özelleştirilen kuruluşu devralan Alıcı Şirket aleyhine açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A.S.

Vekili         : Av.Ç.Ö., Av.D.Ö.

Davalı        : TÜPRAŞ Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.

Vekili         : Av.Ş.Ö., Av. M.D.

O L A Y     :Davacı, TÜPRAŞ Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. Batman Rafineri Müdürlüğü emrinde Kapsam Dışı Personel (Ticaret Müdürü) olarak görevine devam etmekte iken, bu kuruluşun 7.11.2005 tarih ve 2005/28 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile idareye ait %51 oranındaki hissenin blok olarak Koç - Shell grubuna satışı suretiyle özelleştirilmesi ve bu doğrultuda 26.1.2006 tarihinde Hisse Satış Sözleşmesi imzalanarak hisse devrinin gerçekleşmesi üzerine, 4046 Sayılı Yasa'nın 22. maddesi çerçevesinde nakil hakkını kullanmayı tercih etmesi nedeniyle, nakil sürecine girmiş ve “bu süreçte fiili hizmetine ihtiyaç bulunmadığı” belirtilerek 27.1.2006 tarihinde iş ilişkisine son verilmiş; bilahare Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında Araştırmacı kadrosuna naklen atanmış ve 25.5.2006 tarihinde göreve başlamıştır.

Davacı vekili, müvekkilinin 4046 Sayılı Yasanın 22. maddesi uyarınca nakil hakkını kullandığını, ancak henüz naklinin gerçekleşmediğini, kendisine ödenmesi gereken kıdem tazminatının ödenmediğini, Kasım 2003 tarihli ücret bordrosuna göre özel hizmet tazminatı ödenmekte iken Ocak - Şubat 2006 ayı ücretinde bu tazminatın ödenmediğini ve bu aylara ilişkin kazanılmış haklarının ihlal edildiğini, 29.4.2005 tarihli TÜPRAŞ ihale şartnamesinde güvence altına alınan hizmet ikramiyesinin de nihai devir tarihi itibari ile kıstelyevm olarak hesaplanıp ödenmesi gerekirken bunun yapılmadığını, kullanılmayan yıllık izin ücretinin ödenmediğini, 1.1.2006 tarihi itibari ile uygulanması gereken memur maaş zammının aylık ücretine ilave edilmediğini, şirket ikramiyesinin ilişik kesme tarihi olan 27.1.2006 tarihine kadar kıstelyevm olarak hesaplanıp, fazlası geri alınarak aylık ücret vergi matrahı buna göre belirlenmesi gerekirken bunun yapılmadığını belirterek, fazlaya ilişkin istem ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla;

- 100 YTL kıdem tazminatı,

- 100 YTL ücret farkı alacağı,

- 100 YTL hizmet ikramiyesi,

- 100 YTL özel hizmet tazminatı,

- 100 YTL kıdeme teşvik tazminatı,

- 100 YTL yıllık izin ücreti alacağının davalıdan tahsili ile,

- Ocak 2006 aylık ücretine %2,5 memur maaş zammının uygulanmasına ve 15.11.2003 tarihli ücret skalası esas alınmak suretiyle ödenmesine devam edilmesi,

- Şirket ikramiyesinin 27.1.2006 tarihine göre kıstelyevm olarak hesaplanıp aylık ücret vergi matrahının buna göre belirlenmesine karar verilmesi istemiyle 31.3.2006 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

   KOCAELİ 3. İŞ MAHKEMESİ; 8.5.2006 gün ve 2006/217 E., 2006/235 K. sayı ile, Uyuşmazlık Mahkemesinin 1995/1 Esas, 1996/1 Karar sayılı 22.1.1996 tarihli ilamı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1999/9 - 469 Esas, 1999/425 Karar sayılı 10.6.1999 tarihli ilamı ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamalarına göre, özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının özel hukuk tüzel kişiliğine geçiş döneminde kamu kurumu olma vasfı tamamen yitirilmediğinden, bu kurumlarda çalışan sözleşmeli ve kapsam dışı personelin kamu personeli statüsünde olduğu ve bu nedenle idare ile olan ilişkilerinden doğan davalarda, işlemin yasaya ve hukuka uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargı yerinin görev alanı içinde bulunduğu; ancak özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda, kuruluşun özelleştirilmesi nedeniyle %51 hissesi satılmış ve kapsam dışı personel bu satıştan sonra çalışmış ve söz konusu dönem bir bütün olarak davaya konu edilmiş ise uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğu; dosya içeriğinden anlaşıldığı üzere; davacının, kamu kurumu niteliğindeki davalı işyerinde kapsam dışı personel statüsünde çalışmış ve şirketin %51 kamu hissesinin satış ve devrinin yapıldığı gün nakle tabi personel olarak iş sözleşmesine son verilmiş olduğu, Davacının, 26.1.2006 tarihinden sonra davalı işyerinde çalışmasının bulunmadığı, dava edilen alacaklara ilişkin işlemlerin yapıldığı sırada, davalı şirketin kamu hukuku tüzel kişiliği devam ettiğinden ve davacı kamu personeli statüsünde olduğundan, davalı işyeri ile olan ilişkilerinden doğan davaya bakmanın İdari Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ’nin; 3.7.2006 gün ve E:2006/18674, K:2006/19420 sayılı kararı ile; “Dosya içerisinde davalı işverenin davacının fiili hizmetine gerek kalmadığı yönündeki yazısı mevcut ise de iş sözleşmesinin feshedilip edilmediği açıkça anlaşılamamaktadır. Fesih olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, gerçekleşmiş ise hangi tarihte yapıldığı, hisse satış devir sözleşmesinde özelleştirme sonrası ücret ödemeleri konusunda bir hüküm bulunup bulunmadığı, davacıya özelleştirmeden sonra yapılan ücret ödemesinin 4046 Sayılı Yasanın 22.maddesi anlamında özelleştirme fonundan karşılanmak üzere mi yapılıp yapılmadığı araştırılmalı, özelleştirme işleminden sonraki dönemdeki davacının statüsü açıklığa kavuşturulmalı neticede davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı konusunda bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesi ile bozularak Mahkemesine iade edilmiş, dosyanın yeni esasa kaydı yapılıp bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.

KOCAELİ 3. İŞ MAHKEMESİ;7.11.2006 gün ve E:2006/600, K:2006/706 sayı ile, bozma ilamı doğrultusunda araştırma yapılarak, Özelleştirme idaresi Başkanlığından hisse satış sözleşmesi, davacıya yapılan ödemelere ve davacının atamasına ilişkin belgelerin istenildiği, davalı tarafından davacıya yapılan ödemelere ilişkin belgeler ile özelleştirme sonrasında davacının çalışıp çalışmadığını gösterir belgelerin sunulduğu; davacıya ait özlük dosyası ve davalı tarafından sunulan işyerine giriş çıkışları gösterir raporların incelenmesinden; davacının davalı işyerinde 22.12.2000-26.01.2006 tarihleri arasında kapsam dışı personel olarak çalıştığı, davalı şirketin 26.1.2006 tarihli yazısında “şirketin Koç- Shell ortak girişim grubuna devir işlemi gerçekleştiğinden 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi çerçevesinde ihtiyaç bulunmadığı belirtilerek aynı tarihte maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği, davacının bu tarihten sonra davalı işyerinde çalışmasının bulunmadığı 27.1.2006 tarihinde kısa süreli birkaç saatliğine işyerine geldiği, bunun dışında işyerine giriş çıkış kaydının bulunmadığının anlaşılmış olduğu; Türkiye Petrol Rafineleri A.Ş. nin %51 ini temsil eden hissesinin alımı ve satımı hakkında alıcı sıfatıyla Enerji Yatırımları A.Ş. ile satıcı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı arasıda imzalanan 26.01.2006 tarihli hisse satış sözleşmesinin incelenmesinden; sözleşmenin Çalışanlara ilişkin Hükümler başlıklı 6/b maddesinde, 4046 Sayılı Yasanın 22.maddesinin 1.fıkrasına ve aynı Yasanın geçici 21. maddesine göre, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilen personelin, kuruluşun kamu tüzel kişiliğinin sona erdiği tarihten, yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihi takip eden ay başına kadar geçecek nakil sürecine ilişkin olarak, eski kadro veya pozisyonlarına-ait aylık ücret, varsa ikramiye ve ücrete bağlı diğer mali hakları ile yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihe kadar geçecek süredeki sosyal hak ve yardımlarının Şirket tarafından hesaplandıktan ve görevli personel tarafından onaylandıktan sonra, ilgili kişilere ve mercilere özelleştirme fonundan ödenmek üzere ödeme tarihinden en az 15 gün önce idareye gönderileceğinin, nakil sürecinde nakle tabi personele ödenen aylık ve diğer mali haklar için borç çıkarılmayacağının ve kurumlar arasında herhangi bir hesaplaşma yapılmayacağının düzenlendiği; aynı maddenin c bendinde ise, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere isimleri Devlet Personel Başkanlığına bildirilenlerden, nakil süreci içerisinde kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde iş sözleşmeleri sona erenlerin ihbar ve kıdem tazminatlarının Şirket tavafından ilgilisine ödeneceğinin, bu ödemenin görevli personel tarafından onaylanmasından sonra Şirket hesaplarına aktarılmak üzere idareye gönderileceğinin, idarenin ödeme talebinin tebliğinden itibaren 15 gün içinde personele Ödenen tazminatı özelleştirme fonundan Şirket hesabına aktaracağının, İş Kanunlarına tabi olarak çalışmakta iken bu madde gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen personele kıdem tazminatı ödenmeyeceğinin düzenlendiğinin anlaşılmış olduğu; davalı tarafından sunulan belgelerin incelenmesinden, ihale şartnamesinin çalışanlara ilişkin hükümler başlıklı 16.maddesinde de, hisse satış sözleşmesinin yukarıda açıklanan 6.maddesine uygun düzenlemeler yapıldığı ve bu kapsamda davacının, 26.01.2006-14.02.2006 tarihlerine ait 18 günlük ücreti ile takip eden aylardaki ücretlerinin davalı tarafından ödendikten sonra buna ilişkin belgelerin görevli kişilerce onaylanmasının ardından, bu ödemelerin özelleştirme fonundan karşılanması istemiyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığına yazılar yazılmış olduğu ve idare tarafından TÜPRAŞ’a ödemenin yapıldığı, dolayısıyla davacının özelleştirme sonrasında ücretini özelleştirme fonundan yani idareden aldığının anlaşıldığı; dosyada mevcut nakil ilmühaberleri ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığının 31.05.2006 tarihli yazılarından, davacının 4046 Sayılı Yasanın 22.maddesi gereğince Bakanlık kadrosunda araştırmacı olarak 25.05.2006 tarihinde göreve başladığı; Uyuşmazlık Mahkemesinin 1995/1 Esas 1996/1 karar sayılı 22.1.1996 tarihli ilamı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1999/9 - 469 Esas 1999/425 Karar sayılı 10.06.1999 tarihli ilamı ve Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamalarına göre, özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının özel hukuk tüzel kişiliğine geçiş döneminde kamu kurumu olma vasfı tamamen yitirilmediğinden bu kurumlarda çalışan sözleşmeli ve kapsam dışı personelin kamu personeli statüsünde olduğu ve bu nedenle idare ile olan ilişkilerinden doğan davalarda, işlemin yasaya ve hukuka uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargı yerinin görev alanında bulunduğu, ancak özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda, kuruluşun özelleştirilmesi nedeniyle, %51 hissesi satılmış ve kapsam dışı personel bu satıştan sonra çalışmış ve söz konusu dönem bir bütün olarak davaya konu edilmiş ise uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğu; dosya içeriğinden anlaşıldığı üzere; davacının, kamu kurumu niteliğindeki davalı işyerinde kapsam dışı personel statüsünde çalışmış olduğu ve şirketin %51 kamu hissesinin satış ve devrinin yapıldığı gün nakle tabi personel olması nedeniyle, nakil sürecinde bulunduğundan, bu süreçte fiili hizmetine ihtiyaç duyulmadığının belirtilmesi üzerine, davacının 26.01.2006 tarihinden sonra davalı işyerinde çalışmasının olmadığı; davacının başka bir kamu kuruluşunda işe başlamasına kadar geçen nakil sürecinde ücretinin yasa gereği özelleştirme fonundan karşılanmış, kamuda depo personel statüsünde ücreti idare tarafından ödenip fiilen çalıştırılmamış ve bu sürecin sonunda davacının, kamu kurumu olan başka bir işyerinde kamu görevlisi olarak çalışmaya devam etmiş olduğu, dava edilen alacaklara ilişkin işlemlerin yapıldığı sırada davalı şirketin kamu hukuku tüzel kişiliği devam ettiğinden ve davacı kamu personeli statüsünde olduğundan, davalı işyeri ile olan ilişkilerinden doğan davaya bakmanın idari Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez; müvekkilinin görevli olduğu TÜPRAŞ A.Ş. den 26-27/01/2006 tarihinde naklen ayrılırken hakkında tanzim edilen maaş nakil ilmühaberinde belirlenen son aylığının bu tarih (Ocak-2006) esas alınarak düzenlenmesi gerekirken, Kasım-2003 tarihindeki aylığının esas alınarak belirlenmesi işleminin iptali ile davalı TÜPRAŞ A.Ş.nin %51 den fazlasının Koç-Shell grubuna satılarak özelleştirilmesi sonucunda, TÜPRAŞ A.Ş. de kapsam dışı personel olarak çalışan ve kendi iradesi dışında davalı şirketçe iş ilişkisine son verilen müvekkilinin, 27.07.1992 - 27.01.2006 tarihleri arasındaki “Kıdem Tazminatı”nın, işten ayrıldığı 27.01.2006 tarihinden itibaren banka mevduatına uygulanan en yüksek faiz oranı esas alınarak, 19.09.1992 - 27.01.2006 tarihleri arasındaki kıdeme teşvik primi ile (27) gün izin ücretinin faizi ile birlikte ödenmemesi işleminin iptali istemiyle 30.11.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ; 5.6.2007 gün ve E:2007/703, K:2007/ 809 sayı ile, Tüpraş A.Ş.'nin özelleştirme kapsamında iken %51 oranındaki idare hissesinin blok olarak satışı suretiyle özelleştirilmesi kapsamında, 12.09.2005 tarihinde yapılan ihale sonucunda şirketin %51 oranındaki idare hissesinin satılarak 26.01.2006 tarihinde Koç-Shell ortak girişim grubuna devredildiği, şirketin kamusal niteliğinin ortadan kalktığı da göz önüne alındığında, Tüpraş A.Ş. ile iş mevzuatına tabi hizmet akdi imzalayan, asli ve sürekli hizmetlere ilişkin bir kadroda çalışmayan davacının, maaşına esas aylığı, kıdem tazminatı, kıdem teşvik primi ile izin ücretinden doğan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargıya ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir..

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli yargı yerinde talep edilen parasal hakların miktarlarının gösterildiği, idari yargı yerinde ise sadece tazminat ve alacakların ödenmemesine ilişkin işlemlerin iptalinin istenmesi nedeniyle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları, konusu ve sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında, adli ve idari yargı yerleri arasında, son aylığının bu tarih (Ocak-2006) esas alınarak düzenlenmemesi, Kıdem Tazminatı, kıdeme teşvik primi ile izin ücreti alacağının ödenmemesi işlemleri yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olup, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve adli yargı dosyasının da getirtilerek incelemeye alındığı; usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından uyuşmazlığın esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, özelleştirilen kuruluşta kapsam dışı personel statüsünde çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesine göre bir kamu kuruluşuna naklen atanan davacının, maaşına esas aylığının Tüpraş A.Ş.'den ayrıldığı tarihteki tutarın esas alınmaması işleminin iptali ile kapsam dışı personel statüsünde çalıştığı sürelere ilişkin kıdem tazminatının, kıdem teşvik priminin ve izin ücretinin ödenmesi isteminden ibarettir.

233 sayılı KHK.’ye tabi bir Teşekkül olan Türkiye Petrolleri A.O. (T.P.A.O)’nın bağlı ortaklığı olarak kurulan ve 233 sayılı KHK.’nin eki cetvellerde yer alan Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. (TÜPRAŞ); 10.7.1990 tarihinde özelleştirme kapsamına alınması üzerine anılan KHK. eki cetvellerden çıkarılmış, kamuya ait bulunan % 51 oranındaki hisselerin, satış yöntemiyle blok olarak özelleştirilmesi için açılan ihale sonucu, 8.11.2005 tarih, 25987 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 7.11.2005 tarih ve 2005/28 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile onaylanmış, bu doğrultuda 26.1.2006 tarihinde Hisse Satış Sözleşmesi imzalanarak, Koç - Shell grubuna hisse devrinin gerçekleşmesi suretiyle özelleştirme süreci tamamlanmış olup; TÜPRAŞ Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. sözleşmenin imza tarihi itibariyle, özel hukuk tüzel kişiliğine dönüşmüş bulunmaktadır.

Özelleştirilen Kuruluşta kapsam dışı personel statüsünde çalışmakta olan davacının, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 22. maddesine göre kamu kurum ve kuruluşlarına naklen atanmak için başvuruda bulunması nedeniyle nakil sürecine girmiş ve “bu süreçte fiili hizmetine ihtiyaç bulunmadığı” belirtilerek 27.1.2006 tarihinde iş ilişkisine son verilmiş ve daha sonra Devlet Personel Başkanlığınca uygun görülmesi üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında Araştırmacı kadrosuna naklen atanmış ve 25.5.2006 tarihinde göreve başlamıştır.

4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında; “Bu maddenin birinci fıkrasına göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilen personelin, kuruluşun kamu tüzel kişiliğinin sona erdiği tarihten, yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihi takip eden aybaşına kadar geçecek süreye ilişkin olarak eski kadro veya pozisyonlarına ait aylık, ücret, varsa ikramiye ve ücrete bağlı diğer malî hakları ile yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihe kadar geçecek süredeki sosyal hak ve yardımları (harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı) Özelleştirme Fonundan ödenir ve bunlardan T.C. Emekli Sandığına tâbi olanların bu süre içinde Sandıkla olan ilgileri devam eder. Eski görev yerinden alınan aylık ve diğer malî haklar için borç çıkarılmaz ve kurumlar arasında herhangi bir hesaplaşma yapılmaz. Personelin Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihten yeni görev yerlerine başlayacakları tarihe kadar geçecek süredeki aylık ve ücretlerindeki artışlar, beşinci ve altıncı fıkraların uygulanmasında dikkate alınmaz. Bu personelden nakil sürecinde emekli olanlara T.C. Emekli Sandığınca ödenen emekli ikramiyeleri, makam, görev ve temsil tazminatları ile ölüm yardımları, ödenmesini takiben iki ay içerisinde faturası karşılığında Hazine tarafından T.C. Emekli Sandığına ödenir. Nakil hakkına sahip olarak iş kanunlarına tâbi çalışmakta iken özelleştirme uygulamaları nedeniyle istihdam fazlası personel olarak belirlenenlerden, kararın kendilerine tebliği tarihinden başlayarak on gün içinde nakil hakkından vazgeçtiğini beyan edenlerin iş sözleşmeleri feshedilmiş sayılır ve bunların ihbar ve kıdem tazminatları Özelleştirme Fonundan karşılanır. Kuruluşun özelleştirme uygulaması sonucu nihai devir işlemlerinin onaylanmasına ilişkin kararın Resmi Gazetede yayımından itibaren on gün içinde nakil hakkından vazgeçtiğini çalıştığı kuruluşa yazılı olarak bildiren nakil hakkına sahip iş kanunlarına tâbi personelin de iş sözleşmeleri feshedilmiş sayılır ve bunların ihbar ve kıdem tazminatları Özelleştirme Fonundan karşılanır. Diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere isimleri Devlet Personel Başkanlığına bildirilenlerden; nakil süreci içerisinde kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde iş sözleşmeleri sona erenlerin kıdem tazminatları da Özelleştirme Fonundan ödenir. İş kanunlarına tâbi olarak çalışmakta iken, bu madde gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen personele kıdem tazminatı ödenmez ve bunların önceden kıdem tazminatı ödenmiş süreleri hariç, kıdem tazminatına esas hizmet süreleri 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyelerinin hesabında dikkate alınır.

Bu madde hükümlerine göre kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen sözleşmeli personel ile iş kanunlarına tâbi personele, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları sözleşme ücreti, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ikramiye, bankacılık tazminatı, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum veya kuruluştaki kadro veya pozisyonlara ilişkin olarak yapılan aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, sözleşme ücreti, ücret, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere fark tazminatı ödenmesine son verilir.”;

5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun Geçici 2.maddesinde ise; “Petrol piyasasını ilgilendiren özelleştirme işlemlerinde Kuruma bilgi verilir. Yürürlükteki mevzuat çerçevesinde yapılan özelleştirme uygulamaları sonucu yeni lisans verilmesi veya lisansın tadil edilmesi işlemi herhangi bir işleme gerek kalmaksızın Kurumca yapılır.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte lisansa tabi konularda faaliyet gösteren özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar, özelleştirilinceye kadar üretim ve ticari faaliyetleri yönünden, 04/01/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir. Bu kuruluşlarda çalışan kapsam dışı personelin ücret ve diğer mali haklarının net aylık toplamını, Başbakanlık Müsteşarının ortalama net aylığının iki katını geçmemek üzere belirlemeye kuruluş yönetim kurulu yetkilidir. Ancak, ücret ve mali hakları bu fıkraya göre belirlenen kapsam dışı personelin, 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi uyarınca başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmeleri halinde, aynı maddenin beşinci fıkrası uygulanırken bu personelin eski pozisyonlarına ilişkin ücret ve diğer mali haklarının belirlenmesinde; bunların pozisyonlarına göre 15/11/2003 tarihinde uygulanmakta olan ücret ve diğer mali haklarına bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu personeline yapılacak maaş artış oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutar esas alınır. (Ek cümle: 3/7/2005-5398 S.K./18.mad) Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihten sonra geçecek süre içerisinde ilgililerin eski pozisyonlarının malî haklarının tespitinde de belirlenecek bu tutar dikkate alınır.” denilmiştir.

Son olarak, Hisse Satış Sözleşmesinin "Çalışanlara İlişkin Hükümler" başlıklı 6. maddesinin (b) bendinde de "4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesinin 1. fıkrasına ve aynı Yasa'nın geçici 21. maddesine göre, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilen personelin kuruluşun kamu tüzel kişiliğinin sona erdiği tarihten, yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihi takip eden ay başına kadar geçecek nakil sürecine ilişkin olarak eski kadro ve pozisyonlarına ait aylık, ücret, varsa ikramiye ve ücrete bağlı diğer mali hakları ile yeni kurumlarında göreve başlayacakları tarihe kadar geçecek süredeki sosyal hak ve yardımlarının şirket tarafından hesaplandıktan sonra ve görevli personel tarafından onaylandıktan sonra ilgili kişilere ve mercilere özelleştirme fonundan ödenmek üzere ödeme tarihinden en az 15 gün önce idareye gönderileceğinin, nakil sürecinde nakle tabi personele ödenen aylık ve diğer mali haklar için borç çıkarılamayacağının ve kurumlar arasında herhangi bir hesaplaşma yapılmayacağının düzenlendiği; aynı maddenin (c) bendinde ise, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere isimleri devlet personel başkanlığına bildirilenlerden, nakil süreci içerisinde kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde iş sözleşmeleri sona erenlerin ihbar ve kıdem tazminatlarının şirket tarafından ilgilisine ödeneceğinin, bu ödemenin görevli personel tarafından onaylanmasından sonra şirket hesaplarına aktarılmak üzere idareye gönderileceğinin, idarenin ödeme talebinin tebliğinden itibaren 15 gün içinde personele ödenen kıdem tazminatının özelleştirme fonundan şirket hesabına aktarılacağının, iş Kanunlarına tabi olarak çalışmakta iken bu madde gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen personele kıdem tazminatının ödenmeyeceğinin düzenlendiği görülmüştür.

Olayda, anılan 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesine göre naklen atamaya tabi tutulan davacı, özelleştirilen kuruluşta kapsam dışı personel olarak çalıştığı sürelere ilişkin bir kısım parasal haklarının, artık bir özel hukuk tüzel kişisi olan davalı Şirket tarafından kendisine ödenmesine hükmedilmesi istemiyle, uyuşmazlığa konu edilen davayı açmış bulunmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil,sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

 b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.”

İdari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

İncelenen uyuşmazlıkta davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksızdır.

Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğuna ilişkin İlke Kararı; bu kuruluşlardaki kamu hisselerinin % 50’nin altına düşmesine kadar olan süreçle ilgili olup, özelleştirmenin tamamlandığı andan itibaren çözümde özel hukuk hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

26.1.2006 tarihinde Hisse Satış Sözleşmesi imzalanarak, Koç - Shell grubuna hisse devrinin yapılması suretiyle TÜPRAŞ-Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.’nin özelleştirme süreci tamamlanmıştır.

Buna göre, kapsam dışı personel statüsünde çalıştığı sürelere ilişkin olarak davacıya, özelleştirilen kuruluşu devralan alıcı Şirket tarafından Hisse Satış Sözleşmesi hükümleriyle belirlenen yükümlülükleri çerçevesinde parasal haklarının ödenip ödenmeyeceğine ve maaşına esas aylığının Tüpraş A.Ş.'den ayrıldığı tarihteki tutarın esas alınıp alınmayacağına ilişkin bulunan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli 3. İş Mahkemesi’nce verilen 7.11.2006 gün ve E:2006/600, K:2006/706 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/29

KARAR NO: 2009/35

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1475 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce İdare Mahkemesinde açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekilleri     : Av. F.M.A. – Av. S.Y.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

  

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Diyarbakır Bölge Müdürlüğü’nün 22.1.2003 gün ve 363 sayılı işlemi ile, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 25/b maddesine muhalefet edildiğinin tespit edildiğinden bahisle 3493 sayılı Kanun’la değişik 108. maddesine dayanılarak 98/c maddesine göre para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DİYARBAKIR 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 8.4.2004 gün ve Değişik İş:2003/755 sayı ile, itiraz eden vekilinin Diyarbakır Sigorta İl Müdürlüğü tarafından verilen (Karakaya Hes İşletme Müdürlüğü ünvanlı işyerine) 22.1.2003 tarih ve 363 sayılı idari para cezasına itiraz ettiği, 10.6.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4857 sayılı Yasa’nın özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğuna aykırılık hallerini düzenleyen 101. maddesi gereğince Kurumca verilen idari para cezalarına karşı yine aynı Yasanın 108. maddesine göre, verilen idari para cezalarına dair kararların 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliği tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edebileceğinden ve ceza yargılamasında görev kamu düzenine ilişkin olup, davanın her aşamasında mahkemece resen göz önünde bulundurulması gerekli emredici bir usul hükmü olduğundan, CMUK’nun 7 ve 263. maddesi gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 1. İDARE MAHKEMESİ; 7.12.2006 gün ve E:2004/1297, K:2006/2336 sayı ile, 1475 sayılı Kanun’un 25, 98 ve 108. maddeleri uyarınca çalıştırılması gereken sayıda özürlü ve eski hükümlü personel çalıştırılmadığından bahisle davacı şirket adına kesilen 32.866,00YTL tutarındaki 22.1.2003 tarihli ve 363 sayılı idari para cezası işleminin iptalinin istenildiği, 1475 sayılı Kanun’un dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 3493 sayılı Yasa ile değişik 108/2. maddesinden söz ederek, dava dosyasının incelenmesinden; davacı şirketin 1475 sayılı Yasa ile yükümlü olduğu sayıda özürlü ve eski hükümlü personel çalıştırmadığı iddiaları üzerine 18.12.2002 tarihinde son beş yılı kapsayacak şekilde yapılan teftişte 1475 sayılı Kanun’un 25. maddesine aykırı olarak özürlü ve eski hükümlü personel açığının giderilmediğinin tespit edilmesi üzerine dava konusu edilen idari para cezasının 22.1.2003 tarihinde tesis edildiğinin anlaşıldığı, bakılan davada, işlem tarihi itibariyle 1475 sayılı Yasa’nın 108. maddesi uyarınca tesis edilen idari para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılmasının icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bunun üzerine para cezasına karşı ikinci kez adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DİYARBAKIR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 12.4.2007 gün ve D. İş:2007/294, D. İş K:2007/294 sayı ile, muteriz vekilinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü tarafından müvekkili Genel Müdürlük bünyesinde özürlü personel sayısının eksik olduğundan bahisle haklarında idari para cezası tanzim edildiğini, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’ne yapmış oldukları itirazın Mahkeme tarafından görevsizlik kararı verilerek yargı yeri olarak sulh ceza mahkemelerinin gösterildiğini, bu nedenle yasal süre içerisinde Mahkemelerine müracaat ettiklerini, söz konusu idari para cezasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği, Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 tarih ve 2006/75-99 Karar sayılı kararı ile, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 8.2.2006 günlü 5454 sayılı Yasa’nın 5. maddesi ile değiştirilen 4. fıkrasının "Kurumca itirazı reddedilenler kararın kendilerine tebliği tarihinden itibaren 15 gün içerisinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" biçimindeki üçüncü tümcesi iptal edildiğinden ve iptal kararının gerekçesinde de belirtildiği üzere SSK tarafından uygulanan idari yaptırım kararının denetiminin adli yargı merciince yapılmasının uygun olmadığı, bu tür yaptırımların denetim yerlerinin idari yaptırımın gereği olarak idari yargı yeri olması gerektiğinden CMK nun 3-5 maddeleri uyarınca Mahkemelerinin görevsizliğine, görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.3.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Diyarbakır 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1475 sayılı Kanun’un 25, 98 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

1475 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinde, çalıştırma zorunluluğu, 98. maddesinde, hizmet akdine ilişkin cezalar düzenlenmiş; Yasanın 108. maddesinin ikinci fıkrasında ise, idari nitelikteki para cezalarının ilgililere usulüne göre tebliğ edileceği, bu para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken; anılan Kanun 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi ile, -14. madde hariç- yürürlükten kaldırılmış, geçici 1. maddesinde “Diğer mevzuatta 1475 sayılı İş Kanununa yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır” hükmüne yer verilmiştir.

Kaldırılan 1475 sayılı Yasa’nın yerine yürürlüğe konulan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; son olarak anılan madde, 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle; “ Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.       

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konu­sunda ta­raflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir ya­sayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürür­lüğe girmesin­den sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hüküm­lerinin varlığı ha­linde, mahkemece görevsizlik kararı ve­rilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapı­lan bir ka­nun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gel­miş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) da­vaya bakmaya devam etmesi gerekir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun Geçici 2. maddesinde, “Bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz” denildiği, İdare Mahkemesinde davanın Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önceki 2004 yılında açıldığı; öte yandan, dava konusu edilen para cezasına ilişkin Yasadaki görev hükmünün 8.2.2008 tarihinde yürürlükten kalktığı, görev kuralı­nın geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesinin bulunduğu nedenleriyle, idare hukukunun bir müeyyidesi olan dava konusu idari para cezasından do­ğan uyuşmaz­lıkta idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Diyarbakır 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 7.12.2006 gün ve E:2004/1297, K:2006/2336 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.3.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/33

KARAR NO: 2009/36

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında vakıf müdürü olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev ünvanının muhasebeci olarak değiştirilmesine ilişkin Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

KARAR

Davacı        : N.Ç.

Davalı        : Kadirli Kaymakamlığı

O L A Y : Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyeti’nin 9.1.2007 gün ve 1 sayılı kararı ile, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün yazıları gereği 1.1.2007 tarihinden geçerli olmak üzere; 1.080,03YTL net ücretle vakıf müdürlüğü görevini yürüten N. Ç.’ın aldığı ücret karşılığı muhasebeci unvanı ile vakfa ait tüm muhasebe iş ve işlemlerini yapmasına karar verilmiştir.

Davacı, dava dilekçesinde, yaklaşık 8 yıldır Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda yüksekokul mezunu vakıf müdürü olarak görev yaptığını, son olarak 2004 yılında alınan mütevelli heyeti kararı uyarınca 5 yıl süreli olarak imzalanan 8.1.2004 tarihli sözleşmeye istinaden vakıf müdürlüğü görevini üstlendiğini, mevcut sözleşmesi devam ederken 5263 sayılı Kanun’un 5/c maddesine istinaden 1.1.2007 tarihinden itibaren yürürlüğe giren “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar”ın belirlendiğini, söz konusu Esasların amacının aksine yorumlanarak kazanılmış haklarına saygı gözetilmeden ve haklı hiçbir gerekçe gösterilmeden görevinin ve görev ünvanının Vakıf mütevelli heyetince alınan 1/9.1.2007 sayı ve tarihli kararla değiştirilerek tarafına muhasebecilik görevi verildiğini, konunun tekrar incelenerek Fon Kurulunca belirlenen esaslara göre işlem yapılmasının, 2.3.2007 tarihli dilekçeyle Vakıf Başkanlığına iletildiğini, ancak, 67 sayı ve 16.3.2007 tarihli cevabi yazıda itirazının kabul edilmediğinin tarafına bildirildiğini, bunun üzerine, dilekçeyle 5263 sayılı Yasa çerçevesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’ne itiraz edildiğini, ancak, 60 gün geçmiş olmasına karşın bir cevap alınamadığını ve zımnen reddedildiği kanaatine varılarak iş bu davanın açılmasına gerek duyulduğunu, Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyetinin 1/9.1.2007 sayı ve tarihli kararının, Fon Kurulunca belirlenen Esasların 7,11,18 ve Geçici 1. maddelerine açıkça aykırı olması nedeniyle iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare, savunma dilekçesinde, davacının vakıf bünyesinde işçi olarak İş Kanunu hükümlerine tabi olarak çalıştığını, davacı tarafından idari işlemin iptali için dava açılmış ise de, davanın davacının iş şartlarındaki değişiklikten doğduğunu, dolayısıyla ortada iptale konu bir idari işlem değil, idarenin özel hukuk sözleşmesinden doğan bir uyuşmazlık söz konusu olduğunu, davanın görev yönünden reddi gerektiğini ileri sürmüştür.

 ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ; 9.8.2007 gün ve E:2007/885 sayı ile, Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında vakıf müdürü olarak görev yapan davacının görevinin ve görev ünvanının değiştirilmesine ilişkin 9.1.2007 tarih ve 1 no’lu kararın iptali istemiyle Kadirli Kaymakamlığı’na karşı açılan davada Kadirli Kaymakamlığı tarafından davacının vakıf bünyesinde işçi olarak İş Kanunu hükümlerine tabi olarak çalışması nedeniyle özel hukuk sözleşmesinden doğan uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin ileri sürüldüğü, 14.6.1986 günlü ve 19134 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Kanunu’nun 7. maddesinin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonunda toplanan kaynağın ülke çapında ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdi ve ayni olarak dağıtılmak ve bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalarda bulunmak üzere her il ve ilçede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları kurulacağını, mülki idare amirlerinin vakfın başkanı olacağını hükme bağladığı, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu uyarınca kurulan ve sözleşmeli personel çalıştırma yetkisi verilen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu kurumu niteliğinde olduklarının tartışmasız bulunduğu, bu kurumların çalıştırdıkları personelin de kamu hizmeti yürüttükleri ve dolayısıyla kamu personeli olduklarının açık bulunduğu, sözleşmeli personelin de diğer kamu görevlilerinin sahip olduğu güvencelere sahip olmalarının gerekli ve zorunlu olduğu, nitekim, davacı ile davalı idare arasında düzenlenen hizmet sözleşmesinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda öngörülen esaslara da yer verildiği, bu durumda, bir kamu görevlisi olan davacının, görevinin ve ünvanının değiştirilebilmesi için, 657 sayılı Kanun’da bu konuda öngörülen kurallara uyulması gerektiği, davalı idarece tesis edilen dava konusu işlem, kamu gücü kullanılarak tesis edildiğinden ve davacı da kamu görevlisi olduğundan, uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin idari yargı olduğu gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idarece, süresi içinde verilen dilekçe ile, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 1.7.2004 gün ve E:2004/16, K:2004/35 sayılı kararından da söz edilerek adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulması üzerine dilekçe ve dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda vakıf müdürü olarak 8.1.2004 tarihli sözleşme ile görev yapan davacının 9.1.2007 tarihli sözleşme ile müdür ünvanı alındığından ve anılan karara itirazı da reddedildiğinden, alınan kararın iptali istemiyle davacı vekili tarafından davalı idare aleyhine açılan iptal davasında, davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulması nedeniyle dosyanın Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, 29.5.1986 tarih ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile muhtaç durumda bulunanlara yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik etmek amacıyla Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulduğu, “Mülki idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il milli eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İI veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar. Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir” hükümlerine anılan Kanunda yer verildiği, anılan Kanun ile bir hizmet alanı kurularak yürütülmesi görevinin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu’na verildiği, vakıf çalışanları ile akdedilen hizmet sözleşmesinin tarafı olan kaymakamın Kanun gereği vakıf başkanı olması nedeniyle işveren konumunda bulunduğu, davacı ile akdedilen hizmet sözleşmesinde ücret, izin gibi haklar ile mesai saatleri ve yasaklar gibi yükümlülüklere ilişkin düzenlemelerde memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkındaki düzenlemelerden esinlenilmiş ise de, taraflar arasındaki sözleşmeyi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-c maddesinde tanımlanan "kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşme” haline getirmeyeceği gibi, genel kadro usulüne ve 233 sayılı KHK’ye tabi bir kurum yada kuruluş kadrosunda da çalışmayan davacının devlet memuru yada sözleşmeli personel statüsünde olmadığı, bunun yanında sözleşmenin 10. maddesinden 1475 sayılı İş Kanunu’nun taraflar arasındaki uyuşmazlıklarda uygulanacağının anlaşıldığı, bu durum karşısında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-c maddesi kapsamında bir idari sözleşme olmayıp, sözleşme serbestisi esasına dayalı hizmet akdinden doğan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu ve İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasının gerektiği belirtilerek 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda çalışan davacının, vakıf müdürü ünvanının muhasebeci olarak değiştirilmesine ilişkin Vakıf Mütevelli Heyetinin 9.1.2007 tarih ve 1 sayılı kararının iptali istemiyle Adana 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun 1. maddesinde, Kanunun amacının açıklandığı, 3. maddesinde, Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulduğunun, 4. maddesinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun gelirlerinin nelerden oluştuğunun, 7. maddesinde, her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulduğunun belirtildiği, 8. maddesinde de, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirlerinin sayıldığı, yukarıda sözü edilen Yasa maddelerinin değerlendirilmesinden, Medeni Kanun’a göre faaliyette bulunan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının başkanlarının mülki idare amiri olması, yönetim organının büyük oranda kamu görevlilerinden oluşması, kuruluş amacı ve gelirlerinin çoğunun kamu kaynaklarından karşılanması hususları dikkate alındığında, bu vakıfların kamu gücüne dayanan bir statüye sahip olduğu, yürüttüğü hizmetin, kamu hizmeti olduğu ve bu hizmetin yürütülmesine ilişkin konularda yetkili organ kararlarının iptali istemiyle açılacak davalarda idari yargı yerlerinin görevli olması gerektiğinde kuşku bulunmadığı, dosyanın incelenmesinden, davacının, Kadirli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda 8.2.2004 tarihinde imzaladığı 5 yıl süreli hizmet sözleşmesi ile vakıf müdürü olarak çalışırken, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar'ın yürürlüğe girmesi nedeniyle, Vakıf Mütevelli Heyetinin 9.1.2007 günlü kararı ile vakıf müdürü unvanının muhasebeci unvanı olarak değiştirildiği ve sözleşmesinin bu unvanla yenilendiğinin anlaşıldığı, davacının; unvan değişikliğine dair mütevelli heyeti kararının, anılan esasların geçici 1. maddesi hükmüne aykırı olduğu yolunda yaptığı itirazın reddi üzerine bakılan davayı açmış bulunduğu, olayda, sözleşmeden kaynaklanan bir uyuşmazlık bulunmadığı, bu durumda, adı geçen Vakıfta İş Kanunu’na tabi olarak çalışan davacının, vakıf mütevelli heyetince, vakıf müdürü unvanının muhasebeci unvanı olarak değiştirilmesi yolunda tek yanlı irade ile kurulan işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.3.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında vakıf müdürü olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev ünvanının muhasebeci olarak değiştirilmesine ilişkin Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılmıştır.

 29/5/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun 1. maddesinde(Değişik: 16/6/1989 - 3582/1 md.), “Bu Kanunun amacı; fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir”, 3. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur” ve 7. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

(Değişik ikinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir.

(Mülga dördüncü fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.)” hükmü yer almıştır.

1/12/2004 gün ve 5263 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiş, 2. maddesinde, bu Kanunda geçen vakfın, il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde, Vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak Fon Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu’nun 2.8.2006 tarihli ve 2006/4 sayılı kararı ile, 5263 sayılı Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin (c) bendi uyarınca hazırlanan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar” yürürlüğe konulmuştur.

Bu düzenlemede, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümlerine dayanılarak kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları personelinin norm kadro standartları, nitelikleri, özlük hakları ve çalışma şartları yer almış olup, Esasların 7. maddesinde, personelin işe alınması, ücret, görev ve sorumluluklarının bu Esaslara göre belirlenmesinin mütevelli heyet kararıyla yapılacağı belirtilmiştir.

Anılan 3294 sayılı Yasa ile, bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ile bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulacağı öngörülmüş; 5263 sayılı Yasa’da ise, 3294 sayılı Yasa’nın uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.

3294 sayılı Yasa’ya göre faaliyette bulunacak vakıfların mütevelli heyetlerinde görev alacakların bir kısmı kamu görevlisi ise de; Yasada vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirileceğinin öngörülmesi, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliği şeklinde örgütlendiklerini göstermektedir. Vakıf çalışanları ile akdedilen belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmelerinde mülki idare amirinin taraf olması, Yasa gereği vakfın tabii başkanı olmasından kaynaklanmaktadır.

Olayda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında hizmet sözleşmesine istinaden vakıf müdürü olarak görev yapan davacı, yukarıda sözü edilen Esasların yürürlüğe girmesi üzerine görevinin ve görev ünvanının muhasebeci olarak değiştirilmesine ilişkin Vakıf mütevelli heyeti kararına istinaden bu ünvanla çalışmak üzere Vakıf başkanı olan Kaymakam ile belirsiz süreli iş sözleşmesi imzalamıştır.

 Bu durumda, Vakıfla personeli arasında imzalanacak sözleşme için personelin görev ve sorumluluklarını belirlemeye yönelik bulunan Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin kamu gücü kullanılmak suretiyle tesis edildiğinin kabulü mümkün bulunmadığından, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idarenin görev itirazı üzerine Adana 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 9.8.2007 gün ve E:2007/885 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.3.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/125

KARAR NO: 2009/37

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Yasa’nın 47 ve 48. maddelerinin ihlali nedeniyle davacıya para cezası verilmesine ilişkin tutanağın iptali istemiyle açılan davanın, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesinin sekizinci fıkrası hükmü bir arada değerlendirildiğinde, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : B.U.

Vekili         : Av. M.U.

Davalı        : Muğla Valiliği

  

O L A Y : Muğla Trafik Tescil ve Denetleme Şube Müdürlüğü’nün 3.12.2006 gün ve 201681 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 47 ve 48. maddeleri uyarınca ceza puanı ile birlikte idari para cezası verilmiştir. Aynı olay nedeniyle davacının sürücü belgesi de geri alınmıştır.

Davacı vekili, bu işlemlerin iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2007 gün ve D. İş E:2006/1018 sayı ile, itiraz eden vekilinin dilekçesinde, davacı hakkında 2918 sayılı Yasa’nın 47/1-d ve 48/5 maddeleri uyarınca 3.12.2006 tarihli trafik ceza tutanağında işlem yapıldığını, idari para cezası verildiğini, aynı zamanda sürücü belgesinin elinden alındığını, sürücü belgesi geri alma tutanağı ile trafik idari para cezası karar tutanağının hukuka aykırı olması nedeniyle iptaline, ehliyetin davacıya geri verilmesine karar verilmesini talep ve dava ettiği, itiraza konu istemle ilgili itiraz dilekçesi ve ekindeki tüm evraklar ile idari yaptırıma konu olan evrak örnekleri incelendiğinde, Muğla Trafik Tescil Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından itiraz eden hakkında alkollü olarak araç kullandığının tespiti üzerine 3.12.2006 tarihli trafik suç tutanağı gereğince 2918 sayılı Yasa’nın 47/1-d maddesi gereğince 49.-YTL ve aynı Yasanın 48/5 maddesi uyarınca 416.-YTL idari para cezası verildiği, itiraz eden hakkında alkollü olarak araç kullanmak suçundan dolayı ehliyetinin alındığı görülmekle, 19.12.2006 tarihinde yayımlanan 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 27/8. maddesi uyarınca itiraz edenin Mahkemelerine yönelik talebi alkollü araç kullanmak suçundan alınan ehliyetinin iadesi ve tahakkuk ettirilen toplam 465.-YTL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasına yönelik olmakla, bu yöndeki talepleri değerlendirecek olan mahkemenin, ilgili yasa değişikliği uyarınca idare mahkemeleri olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, 3.12.2006 gün ve 201681 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararının, Aydın Bölge İdare Mahkemesi’nce, İdare Mahkemesinin doğrudan görev ret kararı vermesi değil, görev uyuşmazlığının halli için dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermesinin icap ettiği gerekçesiyle bozulması üzerine MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ; 25.12.2007 gün ve E:2007/2804, K:2007/2625 sayı ile, Mahkemelerinin 15.5.2007 tarih ve E:2007/827, K:2007/952 sayılı görev ret kararının Aydın Bölge İdare Mahkemesi'nin 17.10.2007 gün ve E:2007/632, K2007/564 sayılı kararı ile bozulması sonucu dava dosyasının incelendiği, davanın, davacının 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 47/1-D ve 48/5 maddeleri gereğince toplam 465.-YTL trafik para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 3.12.2006 tarih ve 201681 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağının iptali istemiyle açıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacıya dava konusu işlemle 2918 sayılı Yasa'nın 47/1-D ve 48/5 maddeleri gereğince 465.-YTL trafik para cezası verildiği, davacının anılan para cezasının iptali istemiyle Muğla Sulh Ceza Mahkemesi'nde açtığı davanın anılan Mahkemenin 15.1.2007 gün ve Değişik İş E: 2006/1018 sayılı kararıyla, 5326 sayılı Yasa'nın 27/8. maddesi uyarınca idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verildiği, davacının bu kez de anılan para cezası kararının iptali istemiyle Mahkemelerinde işbu davayı açtığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 142. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3, 16 ve 27. maddelerinden söz ederek, yukarıda anılan Yasa hükmü uyarınca; idarî yaptırım kararlarına karşı açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması durumunda adli yargının görevli olduğu, yargı yoluna ilişkin açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda veya aynı kişiyle ilgili olarak idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yargı merciinde dava açılabileceğinin anlaşıldığı, bu durumda; dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili Yasada idari yargı merciine dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması nedeniyle ve idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmemesi nedeniyle dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün sulh ceza mahkemesinin görev alanında bulunduğu sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle dava konusu işleme ilişkin olarak Muğla Sulh Ceza Mahkemesi'nin 15.1.2007 gün ve Değişik iş E:2006/1018 sayılı kararı ile görevsizlik kararı verildiğinden, Mahkemeleri ile Muğla Sulh Ceza Mahkemesi arasındaki uyuşmazlığın giderilerek görevli merciin belirlenmesi için dava dosyasının 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesi 1 ve 2. fıkraları uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.3.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, idari yargı yerince, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu ihtiva etmeksizin görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Muğla 1. İdare Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan ve idari para cezası yönünden doğan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 47/1-d ve 48/5 maddelerinin ihlali nedeniyle verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Uyuşmazlığın çözümü için, aynı maddi olaydan kaynaklanan sürücü belgesinin geri alınması işlemi 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde; sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin işlemlerin ayrıntılı idari kurallarla düzenlendiği, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde sürücü belgesinin geçici olarak geri alınması hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği, aynı şekilde 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde de ehliyetin belirli bir süre için geri alınmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı hususu da dikkate alındığında; sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.

Kaldı ki, dosyanın incelenmesinden, davacı vekilince, sürücü belgesine el konulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin E:2006/2619 sayılı davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Uyuşmazlığın esasını oluşturan para cezası verilmesi işlemine gelince:

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında(Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md),Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almış; 47. maddesinde, trafik işaretlerine uyma zorunluluğu ve bu zorunluluğa uymamanın müeyyidesi düzenlenmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde       " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın(sürücü belgesinin geri alınması) da verildiği ve bu kararın idari yargı yerinde dava konusu edildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 47. ve 48. maddeleri uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Muğla 1.İdare Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen 25.12.2007 gün ve E:2007/2804, K:2007/2625 sayılı BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 2.3.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/197

KARAR NO: 2009/39

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Özelleştirme kapsamında bulunmayan TPAO Genel Müdürlüğü ile kapsam dışı statüde çalışmakta iken yaş haddi nedeniyle iş sözleşmesi feshedilerek görevine son verilen personeli arasındaki anlaşmazlıktan doğan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.B.A.

Vekilleri     : Av. S.K., Av. M. K. Ş.

Davalı        : Türkiye Petrolleri A.O. Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. N.A.Ş.          

O L A Y: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü Mali İşler Daire Başkanlığı emrinde kapsam dışı statüde Kıdemli Uzman olarak görev yaparken, 60 yaşını doldurması nedeniyle, davalı idare ile arasındaki iş sözleşmesi 9.1.2007 tarihinde feshedilerek Davacının görevine son verilmiştir.

Davacı vekili, müvekkiline geçen yıllara ait sadece 90 günlük izin ücreti ödenmiş olduğunu, yıllık izinlerin süreleri ve ne şekilde kullandırılacağının 29.11.2006 gün 26361 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan TPAO Personel Yönetmeliğinde düzenlendiğini ileri sürerek; kullandırılmayan izin ücretlerinin ödenmesine ilişkin, 1.2.2007 günlü başvurunun reddine ilişkin 14.02.2007 gün 162 sayılı davalı işleminin iptali ile 16.445,00 YTL izin ücreti alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle, 1.3.2007 gününde idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı İdare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davada adli yargının görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 14. İDARE MAHKEMESİ; 2.1.2008 gün ve E:2007/921 sayı ile, 2577 sayılı idarî Yargılama Usûlü Kanunu'nun 2'nci maddesinde; idarî dava türleri, idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idarî işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idarî sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idarî yargının idarî sözleşmelerin uygulanmasından dolayı ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde görevli olduğunun kurala bağlandığı; idarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idarî işlem kimliği kazandırdığı ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idarî yargı denetimine tâbi bulunduğu; dosyanın incelenmesinden; uyuşmazlığın, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nda kapsam dışı personel olarak görev yapmakta iken emekli aylığı bağlanmasına hak kazandığı ve altmış yaşını doldurduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen davacı ile davalı idare arasındaki çalıştığı döneme ilişkin yıllık ücretli izin haklarının eksik ödendiği iddiasından kaynaklandığının anlaşıldığı; davalı idarenin, uyuşmazlığın yıllık ücretli izin haklarından doğduğu ve bunun iş Kanunu kapsamında bir uyuşmazlık olduğu, dolayısıyla uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemelerinin görevli bulunduğu iddiasıyla görev itirazında bulunduğu; Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının, 233 sayılı Kamu iktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (A) cetvelinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile ilgili bir iktisadî devlet teşekkülü olarak gösterilmiş olduğu; kamu iktisadî teşebbüslerinde çalıştırılacak personel ile ilgili 399 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 3'üncü maddesinde teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, bunlardan işçiler hakkında İş Kanunu hükümlerinin cari olacağı kuralının yer aldığı; bu üç personel dışında kamu iktisadî teşebbüslerinde yine iş Kanunu hükümlerine göre çalıştırılan, ancak işçilerden farklı olarak daimî statüde görev yapan bir personel grubu bulunduğu, bunların memurlar ve sözleşmeli personel gibi toplu iş sözleşmesinin kapsamına alınmadığı ve bundan dolayı "kapsam dışı personel" olarak adlandırıldıkları; teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda iş sözleşmesi ile çalıştırılan kapsam dışı personelin işe alınması, tayin, nakil, terfi, kadro, çalışma esasları, sosyal, idarî, malî ve diğer özlük hakları ile disiplin yönünden tâbi olacakları hükümlerin, ilgili kurumların çıkardıkları yönetmeliklerle tespit olunduğu, bu yönüyle kapsam dışı personelin çalışma statüsünün sözleşmeli personelin durumuna yaklaştığından, bunların da sözleşmeli personel gibi "kamu görevlisi" kabul edilmekte olduğu ve iş sözleşmelerinden dolayı idare ile kapsam dışı personel arasında ortaya çıkan uyuşmazlıkların idarî yargıda çözümlenmesi gerektiğinin benimsendiği; bu durumda; çalıştığı dönemdeki statüsü itibariyle kamu personeli olan davacının, görev yaptığı döneme ilişkin kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin eksik ödenmesinden doğan uyuşmazlığın, İdare Hukuku ilkelerine dayanan ve İdare Hukuku kurallarıyla düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisi olduğunun açık bulunduğu; 01/03/1996 tarih ve 22567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 22/01/1996 gün ve E. 1995/1, K. 1996/1 sayılı kararıyla da; özelleştirme kapsamında bulunan veya bulunmayan kamu iktisadî teşebbüslerinde kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idarî yargı olduğuna ve konunun bu doğrultuda ilke kararına bağlanmasına karar verilmiş olması karşısında; çalıştığı döneme ilişkin kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin eksik ödenen kısmının tazmin edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddi yolundaki davalı idare işleminin iptali ve ödenmeyen miktarın tazminine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı Yasa'nın 2'nci maddesinde sayılan "idarî sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan bir uyuşmazlık" niteliğinde olduğu sonucuna varıldığı; gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

   Davalı İdare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gönderilmiştir.

   YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; aynen; “Davacının, davalı TPAO Genel Müdürlüğü ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhine açtığı iptal davasında; davalı idare görev itirazında bulunmuş, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebi nedeniyle dosyanın Başsavcılığımıza gönderildiği anlaşılmıştır. Davacının, davalı idarede kapsam dışı personel statüsüyle Mali işler Dairesi Başkanlığı'nda kıdemli uzman olarak görev yaptığı sırada, 60 yaşını doldurması nedeniyle davalı idare ile arasındaki iş sözleşmesi feshedilerek görevine son verilmesi nedeniyle geçmiş yıllara ait kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin karşılığı olan 16.445 YTL.'nin yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair 14.02.2007 gün ve 162 sayılı işlemin iptali ve parasal haklarının ödenmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idarenin görev itirazı, Ankara 14. İdare Mahkemesi'nce reddedilmesi üzerine mahkeme görevlilik kararını kaldırmayarak itiraz hususunda bir karar verilmek üzere dosyayı Başsavcılığımıza gönderilmiştir.

2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre idare Mahkemesi'nce anılan Yasa'nın 19.maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı " başlıklı 2.maddesinin değişik (l/c), bendinde, "Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar." idari davalar arasında sayılmıştır.

Dava, davacının davalı idarede kapsam dışı personel statüsüyle kıdemli uzman olarak görev yaptığı sırada, emekli aylığını hak kazanması ve 60 yaşını doldurması nedeniyle davalı idare ile arasındaki iş sözleşmesi feshedilerek görevine son verilmesi nedeniyle kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

TPAO'lığı Ana Statüsü'nün 1.maddesinde "Bu Ana Statünün amacı; 8/6/1984 tarih ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak ve söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) adı altında teşkil olunan İktisadi Devlet Teşekkülü'nün hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilât yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir. "

3.maddesinde " Bu Ana Statü ile teşkil olunan TPAO Tüzel Kişiliğine sahip, faaliyetle rinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir iktisadi Devlet Teşekkülü'dür., TPAO KHK, bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabidir."

21.maddesinde de "TPAO, müessese ve bağlı ortaklık personelinin; istihdam şekilleri, atama, göreve son verme, yükümlülük ve sorumlulukları, kadro tespiti, ücret, prim, ikramiyeler, yurtdışına gönderme, siyasi faaliyet yasağı, vekâlet ücretlerinin dağıtımı ile yönetim kurulu üyesi, denetçi ve tasfiye kurulu üyelerinin ücret ve hakları konusunda KHK ve söz konusu KHK'ye uygun olarak çıkarılacak Kamu iktisadi Teşebbüsleri Personel rejimi esaslarını düzenleyen kanun hükümleri uygulanır. ",

Keza; 29.11.2006 tarih ve 26361 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe giren TPAO Personel Yönetmeliği'nin 1.maddesi,"Bu Yönetmelik, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı daimi kadrolarında toplu-iş sözleşmesi kapsamı dışında kalan belirsiz süreli hizmet akdi ile çalışan personelin; tayin, nakil, terfi, kadro, çalışma esasları, sosyal, idarî, malî ve diğer özlük hakları ile disiplin yönünden tabi olacakları hükümleri kapsar.",

2.maddesi "Bu Yönetmelik, 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır."

15.maddenin (b) bendi, "Personelin hizmet akitlerini; Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emekli aylığı bağlanmasına hak kazanan, kadınlardan 55, erkeklerden 60 yaşını doldurmuş olmaları kaydıyla ortaklık re'sen sona erdirebilir."

23.maddesi,"Personel, sosyal güvenlik yönünden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabidir.",

68.maddenin 1.bendinde de "Bu Yönetmelikte düzenlenmeyen hususlarda, 4857 sayılı İş Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname hükümleri dikkate alınır."

Biçiminde kurala bağlanmıştır.

Anayasa'nın 128. maddesi uyarınca, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür." hükmü yer almıştır.

Kapsam dışı personel iş hukuku ile ilgili bir kavramdır. Kapsam dışı bırakılma, toplu iş sözleşmesinden yararlanmama sonucunu doğurur, işçiyle işveren arasındaki bireysel iş ilişkisini, hizmet sözleşmesine dayanan olguyu etkilemez. Kapsam dışı bırakılacak olanlar, iş sözleşmeleri veya işyerinde uygulanan personel yönetmelikleri ile iş hukukunun güvencesi altında bulunmaktadır.

İşçiler ya yasadan ötürü zorunlu olarak kapsam dışı kalmakta, ya da toplu iş sözleşmesinin tarafları serbest iradeleri ile bazı işçi gruplarını kapsam dışı bırakmaktadırlar.

Bunlar hizmet akdiyle çalışan, iş Kanununa, sosyal güvenlikleri yönünden ise 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi kişiler olup, kapsam dışı bırakılmaları, bunların işçilik sıfatını, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılmaları olgusunu etkilememektedir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4.maddesinde kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği, 5. maddesinde ise; bu Kanuna tabi kurumların, dördüncü maddede yazılı dört istihdam şekli dışında personel çalıştıramayacakları kurala bağlanmıştır.

399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde ise teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtilmiş, bu düzenlemede ayrıca bir "kapsam dışı personel" ifadesine yer verilmemiş, (e) bendinde; işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı ifade edilmiştir.

Yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25. maddesinin (c) fıkrasında sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 25 ve devamı maddelerinde diğer mali ve sosyal haklar düzenlenmesine karşın, bu düzenlemeler içinde de kapsam dışı personele yer verilmemiştir. Kapsam dışı personel mali ve sosyal haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi tutulmamıştır.

Haklarında, statü hukukuna ilişkin hiçbir yasal düzenleme bulunmayan, sadece KİT'lerce kendi durumlarına uygun yönetmelikler çıkartılan kapsam dışı personelin Anayasa'nın 128.maddesinde sözü edilen "diğer kamu görevlileri" tanımı içerisinde kabulüne yasaca olanak bulunmamaktadır.

Kapsam dışı personel kamu hukukunda iş gücünün istihdamını belirleyen - statü hukukuna tabi- bir çalışma statüsü değildir. Kapsam dışı bırakılan işçiler, işverenleri ile olan çalışma ilişkilerine hizmet akdi çerçevesinde devam etmektedirler. Sınırlı olarak belirtilen istihdam türlerine toplu sözleşmenin taraflarınca yeni bir statü eklenemez.

KİT personel rejimini düzenleyen 399 sayılı KHK ile de 657 sayılı Kanunda aynı adı taşımakla birlikte farklı bir sözleşmeli personel uygulamasına gidildiği görülmektedir.

Sözleşmeli personel; Kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, kurumun teklifi üzerine Devlet Personel Dairesi ve Maliye Bakanlığının görüşleri alınarak Bakanlar Kurulunca geçici olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmaktadır.

Bunların dışında 399 sayılı KHK'nin istihdam şekillerinde sözleşmeli personel ibaresi yer almış ve 3/C maddesinde; "...teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esasları dışında yürüttükleri hizmetlerinde bu KHK’de belirtilen hukuki esaslar çerçevesinde akdedilecek bir sözleşme ile çalıştırılan ve işçi statüsünde olmayan personel" olarak tanımlanmıştır.

Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personel, 399 sayılı KHK hükümlerine tabi bulunmaktadır.Bu KHK'de hüküm bulunmayan konularda ise 657 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaktadır.

 Görüldüğü gibi, işçi niteliğinde bulunan kapsam dışı personelin, farklı esaslara ve
statüye tabi tutulmuş olan sözleşmeli personel gibi ele alınarak değerlendirilmeleri mümkün bulunmamaktadır.             

 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Kanununun, özelleştirme programına alınacak kuruluşlardan personel naklini düzenleyen 22.maddesinde (kapsam dışı personel) ifadesine yer verilmiş olması, Yasanın amaç ve kapsamıyla ilgilidir.

Anılan Yasa, özelleştirme uygulamalarını düzenlemeye, özelleştirmeye tabi yerlerde çalışanların mali ve sosyal haklarını güvence altına almaya yöneliktir.

Nitekim 1.maddesinde; özelleştirme uygulamaları kapsamında bulunanlara mali ve sosyal haklar sağlanması amacından söz edilmektedir, özelleştirme uygulamalarına ilişkin bir yasa ile kamuda çalışanların istihdam ilişkilerinin düzenlenmesi beklenmemelidir. KİT'lerde çalışan ve özelleştirme uygulamalarında nakle tabi tutulan kapsam dışı personelin, sözleşmeli personel gibi nitelendirilmeleri, Yasanın amacına da aykırı bulunacaktır.

2005 yılında anılan maddede yapılan değişiklik ile (kapsam dışı personel) ifadesi yerine; "iş kanunlarına tabi olarak görev yapmakla birlikte toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanı, daire başkanı, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürü, müfettiş ve müfettiş yardımcısı, müşavir ve başuzman unvanlı kadrolara atanmak suretiyle görev yapan personel" ifadesine yer verilerek, duruma açıklık getirilmeye çalışılmaktadır.

Belirtilen düzenlemeler hep birlikte değerlendirildiğinde; TPAO Ana Statüsü'nün 1,3,21,TPAO Personel Yönetmeliği'nin 1,2,15,23,68.maddeleri ile 399 sayılı KHK. nazara alındığında;TPAO'da "kapsam dışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan ve 506 sayılı Kanunla ilişkilendirilen davacının, re'sen emekli edilmesi nedeniyle kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin isteminin reddine ilişkin işlemin iptali, parasal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi için açılan davanın,özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Nitekim, Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 24.10.2007 gün,2007/10-663 esas ve 2007/770 sayılı kararında, işsizlik sigortası prim iadesi ile ilgili davada, kapsam dışı personel statüsünde yer alan personelin İş Kanunu ve 506 sayılı Kanuna yollama yapılması nedeniyle işçi statüsünde oldukları kabul edilmiştir.” gerekçesiyle, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasanın 10. ve 13. maddelerine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI, aynen; “Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü Mali İşler Daire Başkanlığı emrinde kapsam dışı statüde Kıdemli Uzman olarak görev yaparken iş sözleşmesi feshedilen davacının, kullandırılmayan izin sürelerine ait ücretlerin ödenmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve 16.445.00 YTL izin ücretinin faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 14. İdare Mahkemesinde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosya incelendi:

 Türkiye Petrolleri A.O. 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında bir Kamu İktisadi Teşekkülü olup, bu kararnamede ayrı tutulan haller dışında özel hukuk hükümlerine tabi ve tüzel kişiliği olan bir kuruluştur.

 Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesine ilişkin 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde, Teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin, memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği düzenlenmiş; memur ve sözleşmeli personelin toplu iş sözleşmeleri kapsamına alınmadığı ve işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadıkları belirtilmiş; Geçici 9. maddesinde de; özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup yönetim kademelerinde iş kanunu çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı, bu kuruluşların genel müdür, genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyelerinin (seçimle gelenler hariç) atanmalarında 2477 sayılı Kanunun uygulanacağı, bunun dışında kalan görevlere yönetim kurullarınca atama yapılacağı hükme bağlanmıştır.

 Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarında kapsam dışı personel adı altında İş Yasası çerçevesinde çalıştırılan bir kesim bulunmaktadır. Kapsam dışı personel uygulamada Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde yer almamakla birlikte, sendikalarla işveren arasında düzenlenen toplu iş sözleşmelerinde konu edilmekte ve toplu iş sözleşmesinden yararlananlar “kapsam içi” diğerleri de “kapsam dışı” olarak adlandırılmaktadır.

 Kapsam dışı personel hakkında düzenlemeye 418 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede yer verilmiş ise de bu Kanun Hükmünde Kararname Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Daha sonra bu personelin 18.5.19994 günlü, 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede ve 24.11.1994 günlü, 4046 sayılı Yasada yer aldığı ve iş yasasına tabi olmasına rağmen Kamu personeli sayılarak memur ve sözleşmeli personel yanında yer aldığı anlaşılmaktadır.

 Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 01.3.1996 günlü Resmi Gazetede yayımlanan E:1995/1, K:1996/1 sayılı ilke kararında da “ Kapsam Dışı personel olarak belirlenen görev unvanlarını taşıyanların kurumda belli bir süre çalıştıktan sonra sendika ile ilişkisini kesen ve daha çok idareci niteliğindeki personel olduğu, bu ayrımdaki amacın, bu kesimin, yetki ve ücretinin tayin ve takdirinin idareye bırakılması ve statülerinin asli ve sürekli görevleri genel idare esaslarına göre yürüten personele göre yaklaştırılması olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 4046 sayılı yasa hükümlerinden, kapsam dışı personelin de kamu personeli sayıldığı sonucu çıkmaktadır.” denilmektedir.

 Yukarıda yer verilen düzenlemeler ve yargı içtihatları ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki 1 sayılı cetvelde yer almayan Kamu İktisadi Teşebbüslerinde İş Kanunu çerçevesinde kapsam dışı personel adı altında personel çalıştırılması 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği 29.1.1990 tarihinden itibaren statü olarak kabul edilmiş ve bu statüye hukukilik kazandırılarak uygulamalar sürdürülmüştür.

 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 9. maddesi uyarınca kapsam dışı personelin nitelikleri atanmaları görev ve yetkileri aylıkları ve diğer özlük haklarının kanunla yapılması gerektiğinde tereddüt olmamakla birlikte, aynı hüküm ile de açıkça belirtilmese de “ Kapsam Dışı Personel” statüsünün kabul edilmiş olduğu ve bu statüde istihdam edilen personelin istihdam edilmeye devam edilmesinin ön görüldüğü, bu personel hakkında yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar statüsünün devamını temin amacıyla iş kanunu hükümlerinin uygulanacağının belirtildiği, atama usulünün gösterildiği, yine 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de ücret tespitine yönelik düzenleme yapıldığı, teşebbüslerde de uygulamaların anılan hükümlere dayalı olarak Ana Statüler ve Yönetmeliklerle devam ettirildiği, kapsam dışı personel statüsünün yargı içtihatları ile de kabul edildiği göz önünde bulundurulduğunda, statüsü itibariyle kamu personeli olan davacı ile davalı idare arasındaki ilişkinin idare hukuku ilkelerine dayanan kamu hukuku ilişkisi olduğunun kabulü gerekir.

 Bu durumda, davacının davalı idarede çalıştığı döneme ilişkin kullandırılmayan yıllık izin ücretlerinin eksik ödenen kısmının ödenmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve ödenmeyen miktarın faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi isteminden doğan Uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Açıklanan nedenle 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı…” yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının; Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, yaş haddi nedeniyle davalı idare ile arasındaki iş sözleşmesi feshedilerek görevine son verilen kapsam dışı personelin, geçmiş yıllara ait kullandırılmayan yıllık izin ücreti alacağının tahsiline karar verilmesi isteminden ibarettir.

Kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarında, işveren ile sendikalar arasında akdedilen toplu iş sözleşmelerinin kapsamı dışında tutulan ve bu nedenle “ kapsam dışı personel” olarak adlandırılan personelin, hizmet sözleşmelerine konulan yasakla sendika üyesi olamaması, yönetim kademesindeki daimi kadrolarda görev alarak işverene ait yetkileri kullanması ya da görevinin özel bir önem taşıması ve özellikle de yetkileri, ücret ve diğer haklarının tayin ve takdirinin idareye ait olması nedeniyle statüleri, asli ve sürekli görevleri genel idare esaslarına göre yürüten memur ve sözleşmeli personel statüsüne yaklaşmakta; nitekim, 24.11.1994 tarih ve 4046 sayılı Yasa’nın 22. ve Geçici 9. maddesinde de, ( daha önce de, Ana. Mah. 5.2.1992 gün ve E:1990/22, K:1992/6 sayılı kararıyla iptal edilmiş olan 9.4.1990 tarih ve 418 sayılı K.H.K.’nin 40. maddesinde) yasa koyucu tarafından, memur ve sözleşmeli personel ile birlikte anılmaktadır.

Öte yandan, 29.11.2006 tarih ve 26361 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe giren Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Personel Yönetmeliği'nin, “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1.maddesinde,"Bu Yönetmelik, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı daimi kadrolarında toplu-iş sözleşmesi kapsamı dışında kalan belirsiz süreli hizmet akdi ile çalışan personelin; tayin, nakil, terfi, kadro, çalışma esasları, sosyal, idarî, malî ve diğer özlük hakları ile disiplin yönünden tabi olacakları hükümleri kapsar."; “Dayanak” başlıklı 2.maddesinde “Bu Yönetmelik, 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır.” denilmiştir.

Kapsam dışı personelin sosyal güvenlik yönünden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi kılınması veya bir kısım hak ve yükümlülüklerinin 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine paralel olması ya da anılan Kanuna atıfta bulunulmasının, idare ile kamu personeli olan görevlileri arasındaki idare hukuku ilkelerine dayanan kamu hukuku ilişkisini ortadan kaldıramayacağı; teşebbüs veya bağlı ortaklıktaki kamu kesimi paylarının %50’nin altına düşmesi ve kuruluşun kamu kurumu niteliğini kaybetmesi halinde işveren ile personeli arasındaki hukuki ilişkinin özel hukuk ilişkisi niteliğine dönüşeceği kuşkusuzdur.

Olayda, 233 sayılı KHK.’ye tabi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile ilgilendirilmiş bir Teşekkül olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (T.P.A.O); sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür.

Açıklanan nedenler ve Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, 1.3.1996 tarih ve 22567 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunmayan Kamu İktisadi Teşebbüslerinde kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğuna ve konunun 2247 sayılı Yasa’nın 30. maddesi doğrultusunda ilke kararına bağlandığı gözetildiğinde; yaş haddi nedeniyle davalı idare ile arasındaki iş sözleşmesi feshedilerek görevine son verilen davacının, geçmiş yıllara ait kullandırılmayan yıllık izin ücreti alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/216

KARAR NO: 2009/41

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

 

 K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen        : Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.

Vekili                                                                        : Av. C.Ö.

Karşı Taraf                                                               : Muğla Valiliği

O L A Y     : I) Hazine adına Datça Malmüdürlüğü tarafından Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş davalı olarak gösterilmek suretiyle açılan davada, dava dilekçesinde, kadastro çalışmaları sırasında Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 859, 860, 861 ve 862 parsel sayılı taşınmazların askı ilanına süresi içinde itiraz olunmadığı, kesinleşen kadastro tutanaklarına göre taşınmazların davalı adına tescil edildiği, oysa dava konusu bu dört parselin kumsal niteliğinde olup kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve özel mülkiyete konu olamayacak taşınmazlardan olduğu ileri sürülerek söz konusu taşınmazların tapularının iptal edilmesine karar verilmesi istenilmiştir.

DATÇA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 19.2.2004 gün ve E:1992/178, K:2004/26 sayı ile, “Davacı vekili 5.8.1992 havale tarihli dava dilekçesinde; kadastro çalışmaları sırasında Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 859, 860, 861 ve 862 parsel sayılı taşınmazların askı ilanına süresi içinde itiraz olunmadığını kesinleşen kadastro tutanaklarına göre taşınmazların davalı adına tescil edildiğini, oysa dava konusu bu dört parselin kumsal niteliğinde olup kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve özel mülkiyete konu olamayacak taşınmazlardan bulunduğunu belirterek söz konusu taşınmazların tapularının iptal edilmesine karar verilmesi talep ve iddia olunmuştur.

Davalı vekili davaya karşı cevaplarında; dava konusu taşınmazların öncesinin tapulu taşınmazlar olduğunu, tapu kütüğünden devir suretiyle davalıya geçtiğini, hazine ile hiçbir alakasının olmadığını, bu taşınmazlar üzerinde halen bir çok mesken bulunduğunu, tapu devrinden itibaren Aktur'un zilyedliği altında olup, kıyı kenar çizgisinin inşaatların yapımından evvel kıyı kenar komisyonunca tespit olunduğunu bildirmiştir.

Davalı vekili dava konusu parsellerin kıyı yasası çerçevesinde konumunu belirleyebilecek bir kıyı kenar çizgisinin sağlıklı ve yasanın emrettiği prosedüre uygun yapılmadığını belirterek öncelikle usulüne uygun olarak kıyı kenar çizgisinin yanlışsız ve eksik tespitini, eğer kamu yararı gerektiriyor ve yasada özel mülkiyet altında kalmasını men ediyor ise müvekkilinin zilyedliği altındaki tapulu taşınmazların ancak kamulaştırma kararı ve bedelinin ödenmesi suretiyle el konulabileceğini belirterek açılan davaların reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Dava Kanunu Medeni'nin 683 ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'na dayalı davacı hazinenin mülkiyet hakkından kaynaklanan tapu iptali davasıdır. TMK'nun 683. maddesine göre; malik malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.

TMK'nun 715. maddesine göre; "Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir"

Kıyı Kenar Çizgisi; deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda kıyı çizgisinden sonraki ve kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çalılık, sazlık ve bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını ifade eder. Kıyı kenar çizgisine kadar olan kısım özel mülkiyete konu olmayan kıyı alanını (Kıyı şeridini) oluşturur. Kıyı kenar çizgisinin tespitinin nasıl yapılacağı, tespitte izlenecek yol YİBK ve HGK'nun 28.11.1997 gün ve 1996/5 Esas 1997/8 karar sayılı kararı ile açığa kavuşturulmuştur.

YİBK'na göre; kural olarak, Mülkiyet Hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğu, ancak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerekir.

Mahkemece, idare tarafından belirlenmiş ve ilgili tarafa usulen yazılı olarak tebliğ edilmiş ve yasal süre içinde idari işleme karşı idari yargıya başvurulmamış olması nedeniyle idari yargı yolu kapanmış veya idari yargı tarafından verilmiş bir karar sonucu belirlenmiş ve kesinleşen idari işlemle oluşmuş kıyı kenar çizgisinin bulunup bulunmadığının araştırması yapılmıştır.

Dava konusu taşınmazların hududunda orman bulunduğundan orman idaresi de davaya dahil edilmiş ve taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadıkları hususu ile birlikte orman sınırları içinde kalıp kalmadıkları da yapılan keşifler ve bilirkişi raporları ile tespit olunmuştur.

Dava konusu taşınmazlardan 860 parsel sayılı taşınmazın orman tahdit sınırları içinde kaldığından bahisle orman idaresi tarafından Datça Kadastro Mahkemesine açılan dava 1989/85 esas 1992/92 karar sayılı ilamı ile hüküm altına alınmış ve bu taşınmaz yönünden kesin hüküm bulunduğundan bu taşınmazla ilgili olarak orman sınırı içinde kalıp kalmadığı hususunda inceleme yapılmamıştır. Aynı şekilde dava konusu 861 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak ta taşınmazın orman tahdit sınırları içinde kaldığından bahisle orman idaresi tarafından Datça Kadastro Mahkemesine açılan dava 1989/83 esas 1992/95 karar sayılı ilamı ile neticelenip kesinleştiğinden bu taşınmaz yönünden de taşınmazın orman sınırları içinde kalıp kalmadığı hususu incelenmemiştir. Söz konusu Mahkemelere ait dava dosyaları celp edilip incelenmiştir.

Dava konusu taşınmazların bulunduğu yere ait Bayındırlık İl Müdürlüğü kıyı kenar komisyonunun tespit etmiş olduğu kıyı kenar paftası celp edilmiştir.

Mahallinde bilirkişiler marifeti ile keşifler yapılarak bilirkişilerden raporlar alınmıştır.

12.4.1996 tarihinde yapılan keşiften sonra bilirkişilerden gerekçeli raporlar alınmıştır.

Jeofizik mühendisi bilirkişi R. S. 22.4.1996 tarihli raporunda; dava konusu 859, 860, 861 parsel sayılı taşınmazların tamamının deniz kumundan oluştuğunu ve kumsal niteliği taşıması nedeniyle özel mülkiyete konu olamayacağını, devletin hüküm ve tasarruf altında bulunan yerlerden olduğunu, 862 parsel sayılı taşınmazın denizden itibaren 7-8 metre sonrasının özel mülkiyete konu olabileceğini bildirmiştir.

Ziraat Mühendisi bilirkişi N. E. 15.4.1996 tarihli raporunda; 859, 860, 861 parsel sayılı taşınmazların toprak yapılarının deniz kumundan oluşması, denize yakın olmaları ve mevcut durumları itibari ile devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunu, 862 parselin ise denizden itibaren 7-8 metre sonra mevcut durumu ile özel mülkiyete konu olabileceğini bildirmiştir.

Mahkemece 7.3.1997 tarihinde, yeniden seçilen bilirkişiler marifeti ile mahallinde tekrar keşif yapılmış ve bilirkişilerden raporlar alınmıştır.

Jeoloji yüksek mühendisi Ş. B. 10.9.1997 tarihli raporunda; 859 parsel sayılı taşınmazın tamamının kültür arazisi olup, özel mülkiyete konu olabileceğini, 860 parsel sayılı taşınmazın krokisinde A harfi ile gösterdiği kısmının toprak örtülü kültür arazisi olduğunu, 861 parsel sayılı taşınmazın krokisinde A harfi ile gösterdiği kısmının toprak örtülü kültür arazisi olduğunu, 862 parsel sayılı taşınmazın krokisinde A harfi ile gösterdiği kısmının toprak örtülü kültür arazisi niteliğinde olduğunu, B harfi ile gösterilen yerlerin kıyı kenar çizgisi içinde kalan kumsal alanları olup özel mülkiyete konu olamayacağını bildirmiştir.

Muğla Valiliği İl İskan Müdürlüğü 11 Ocak 2001 tarihli yazılarında; dava konusu taşınmazların bulunduğu yöreye ait kıyı kenar çizgisinin parsel sahiplerini ayrı ayrı tebliğ edilmediğini, dava konusu parselleri içeren 1/1000 ölçekli hali hazır haritalar üzerine işli kıyı kenar çizgisinin 28.4.1975 tarihinde bakanlıklarınca onaylı olduğunu bildirmiştir.

Yapılan keşifler neticesinde bilirkişilerden alınan raporlar çelişkili bulunduğundan, mahallinde yeniden 13.4.2001 tarihinde keşif yapılmış ve bilirkişilerden raporlar alınmıştır.

Jeolog bilirkişiler E. N. ve M. S. 25.6.2001 havale tarihli raporlarında; 859 parsel sayılı taşınmazın tamamının toprak örtüden ibaret olup, tamamının kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını, 860 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kumul alanda kaldığını, ekli haritada sarı renkle gösterdiklerini, 861 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının toprak örtülü olup bir kısmının orman arazisi içinde kaldığını, 862 parsel sayılı taşınmazın da aynı şekilde 862 parsel sayılı taşınmazın da bir kısmının kıyı kenar çizgisi içinde, bir kısmının ise kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını bildirmişlerdir.

Jeomorfolog bilirkişi A. Y. 6.6.2001 tarihli raporunda yukarıda isimleri zikredilen jeolog bilirkişilerden farklı bir rapor vermiş ve bu raporunda taşınmazların tamamının kıyı kenar çizgisi içersinde kumsal ve orman içinde kaldığını, bu nedenle özel mülkiyete konu olamayacaklarını bildirmiştir.

Yapılan keşifler ve bilirkişilerden alınan raporlar çelişkili ve mahkemece yeterli görülmediğinden bu kez önceki bilirkişiler dışında seçilen Jeoloji mühendisi bilirkişiler ve orman mühendisi bilirkişiler ve keşif mahallinin denetime uygun olması için götürülen fotoğrafçı bilirkişi marifeti ile yeniden keşif yapılmış ve bilirkişilerden gerekçeli rapor alınmıştır.

Orman Mühendisi bilirkişiler A. A., İ. Y. E. ve S. Ö. 11.3.2003 tarihli raporlarında; dava konusu 859 ve 862 parsel sayılı taşınmazların 1967 yılında kesinleşen orman tahdidine göre orman sayılmayan yerlerden olduğunu bildirmişlerdir. Bilirkişilerden dava konusu 860 ve 861 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili olarak inceleme yaptırılmamış, rapor alınmamıştır. Çünkü bu taşınmazlarla ilgili Kadastro Mahkemesinden verilen kesin hüküm bulunmaktadır.

Jeoloji mühendisi bilirkişiler G. S., H. B. ve A. K. 26.3.2003 tarihli raporlarında; dava konusu taşınmazların kuvaterner yaşlı plaj çökelleri ve plaj kumları üzerinde kaldığını, denizin gel git olayları, rüzgar ve dalgalar ile karaya ilerlemesi sonucunda eriştiği sınır olan kıyı kenar çizgisini zeminde gördüklerini, inceleme alanındaki çiftlik adasının deniz yükselmesi sonucu boğularak oluşmuş ve geçirimsiz Marmaris Peridotiti ile temsil edildiğini, deniz içersinde kalan bu adanın daha sonra dalga ve kıyı akıntıları ile kara ile adanın birbirlerine tombolo ile bağlanıp çiftlik yarımadasını oluşturduğunu, dava konusu taşınmazların kıyı şeridinin oluşturduğu kumsallar içersinde kaldıklarını, Muğla Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisi ile kendileri tarafından kıyı kenar çizgisinin çakışmayıp farklı olduğunu, komisyonun belirlediği kıyı kenar çizgisinin bazı bölgelerde denizin içinden geçtiğini belirterek harita mühendisi M. Ç. ve kontrol memuru C. G. ile birlikte sabit noktalardan takometre aleti ile birlikte ölçümler yaptıklarını, fen bilirkişiler tarafından sunulan rapor ve çizimlerin birlikte çalışmanın bir ürünü olup, aynen katıldıklarını belirtmişlerdir.

Harita Mühendisi M. Ç. ve Kontrol memuru C. G. 13.3.2003 tarihli rapor ve krokilerinde; dava konusu taşınmazların kıyı çizgisi ve kıyı kenar hattı ile olan irtibatlarını üçlü jeoloji mühendisi bilirkişinin tespit edip gösterdiğini, gösterilen yerlerden nirengi ve poligonlar vasıtasıyla elektronik takaometre aleti ile ölçümler yapıp belirlediklerini, krokilerinde kıyı çizgisini, kıyı kenar çizgisini gösterdiklerini, yapılan bu tespit ölçü, hesaplama ve çizimlere göre;

-859 numaralı parselin tapu alanının 6230m2 olup (A) harfi ile gösterilen mor renkle boyalı 5638.63 m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi içersinde (B) harfi ile gösterilen sarı renkle boyalı 591.37m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını,

-860 numaralı parselin tapu alanının 5420m2 olup, tamamının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını,

-861 numaralı parselin tapu alanının 6260m2 olup, (D) ile gösterilen mor renkle boyalı 4779.52m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde (E) ile gösterilen sarı renkle boyalı 1480.48 m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını,

-862 numaralı parselin tapu alanının 15000 m2 olup, (F) ile gösterilen mor renkle boyalı 12368.52m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi içersinde, (G) ile gösterilen sarı renkle boyalı 2631.48m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını, bildirmişlerdir.

Yapılan yargılama, davacı iddiası, mahallinde yapılan keşifler, bilirkişilerden alınan gerekçeli raporlar, dava konusu taşınmazların tapu kayıt örnekleri ve kadastro tutanakları, Muğla Bayındırlık İl Müdürlüğünün kıyı kenar paftası ve tüm dosya kapsamından; dava konusu taşınmazların her ne kadar öncesinin tapulu olduğu belirtilmek suretiyle kıyı kenar çizgisi içersinde kalmadıklarından bahisle açılan davanın reddi talep olunmuş ise de; yapılan keşifler sırasında taşınmazların belirlenen kumsal nitelikleri, dalgaların dava konusu taşınmazlar üzerinde bıraktıkları artıklar ve ulaştıkları yerler ve bu kalıntıların çekilen fotoğraflarda açıkça görülmesi, son üçlü jeolog bilirkişi raporlarının gerekçeli ve doyurucu içerikleri dikkate alındığında, taşınmazların niteliği itibari ile denizin hemen yakınında ve denizin etkisinde kumsal niteliği taşıyan özel mülkiyete konu olamayacak taşınmazlardan olduğu anlaşılmış ve açılan davanın kabulüne karar verilmek suretiyle dava konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısımlarının tapularının iptaline karar verilmiştir.

HÜKÜM:

1-Davacı hazinenin davasının KABULÜ ile;                                                                                                                 

Dosyada mevcut Kadastro fen elamanı bilirkişi C. G. ve M. Ç.'ın 13.3.2003 tarihli rapor ve krokilerinde belirtildiği gibi Datça ilçesi, Emecik köyü 859 parsel sayılı taşınmazın krokide (A) harfi ile gösterilen 5638.63m2 lik kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına,

(B) harfi ile gösterilen 591.37m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalılar adına olan tapusunun muhafazasına,

2- Datça ilçesi, Emecik köyü 860 parsel numaralı taşınmazın tamamının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına,

3- Datça ilçesi Emecik köyü 861 parsel sayılı taşınmazın (D) harfi ile gösterilen ve kıyı kenar çizgisi içinde kalan 4779.52m2 lik kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına,

(E) harfi ile gösterilen 1480.48m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalı adına olan tapusunun muhafazasına,

4-Datça ilçesi Emecik köyü 862 parsel numaralı taşınmazın (F) harfi ile gösterilen
12368.52 m2 lik kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal
olarak tescil harici bırakılmasına,

(G) harfi ile gösterilen 2631.48 m2 lik kısmının davalı adına olan tapusunun aynı parsel numarası altında muhafazasına,…” karar vermiş; bu karar, YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ’nin 30.11.2004 gün ve E:2004/9824, K:2004/13173 sayılı kararı ile onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 9.6.2005 gün ve E:2005/5973, K:2005/7007 sayılı kararı ile reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

II) Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından Muğla Valiliği davalı olarak gösterilmek suretiyle (Mahkemece, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı da hasım mevkiine alınmıştır) davacı şirket olan Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.nin Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkii, 47 ada 859 parsel, 48 ada 860 parsel, 49 ada 861 parsel, 20 ada 862 parsel nolu taşınmazların maliki olduğunu, bu taşınmazların birçoğunun denize cepheli bulunduğunu, diğerlerinin ise denize yakın mesafede bulunduğunu, davacı şirketce 6.12.2004 tarihinde Muğla Valiliği'ne yapılan müracaatla, maliki olduğu söz konusu arsaların kıyı kenar çizgilerini ihtiva eden paftalarının kendisine tebliğ edilmesinin talep edildiği, bu taleplerinin idarece kabul edildiğini ve bu arsalara ait kıyı kenar çizgilerini içerir, 1/1000 ölçekli, 28.4.1975 onay tarihli paftaların şirketlerine verildiğini, şirketlerince onaylı kıyı kenar çizgilerini gösterir bu paftaları tebliğ aldıktan sonra kıyı kenar çizgilerinin parsellere etkisinin tespiti için Datça Sulh Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla 2004/23 D.İş nolu dosyada maliki olduğu arsaların mülkiyet durumlarının kıyı kenar çizgisini gösteren pafta üzerinde işaretlenerek durumlarının tespitini talep ettiği, Datça Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2004/23 D.İş nolu dosyasında yapılan tespit neticesinde verilmiş olan bilirkişi raporunda Valilikçe tespit edilen ve 28.04.1975 tarihinde onaylanan kıyı kenar çizgilerinin maliki olduğu arsalardan özellikle birkaçını böldüğünü gördüğünü, kıyı kenar çizgisi tespit işlemlerinin yasalara aykırı olduğunu, şirketlerinin mülkiyet hakkının elinden alındığını, bu nedenle, şirketlerinin maliki olduğu Datça ilçesi, Emecik köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 48 ada, 860 parsel nolu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin davalı idarece yaptırılmış olan ve 28.4.1975 onay tarihli tespitinin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 31.10.2006 gün ve E:2005/452, K:2006/2817 sayı ile, “Dava, Muğla ili, Datça ilçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 48 ada, 860 parsel sayılı taşımazın bulunduğu alana ilişkin kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinin yollamada bulunduğu 1086 sayılı Hukuk Usulü Mahkemeleri kanunun 275. maddesine göre, çözümü özel teknik bir bilgi ve uzmanlık isteyen konuda bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verileceği, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemeyeceği, aynı yasanın 414. maddesinde ise iki taraftan her birinin istisnasını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkemesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfı nazar etmiş addolunacağı hükme bağlanmıştır.

Olayda davacı şirkete ait 49 ada, 861 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı, davacı tarafından taşınmazın kıyı kenar çizgisi içersinde bulunmaması gerektiği ileri sürülerek görülmekte olan davanın açıldığı, kıyı kenar çizgisinin 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve Uygulama Yönetmeliğinde belirlenen esaslara uygun olarak belirlenip belirlenmediğinin genel hukuki bilgi ile çözümü mümkün bulunmadığından Mahkememizin 29.7.2005 günlü kararı ile taşınmazın bulunduğu yerde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş ve 2.8.2005 günlü naip üye yazısı ile keşif ve bilirkişi incelemesi yapılabilmesi için 15 gün kesin süre verilerek bilirkişi ücretinin yatırılması istenmiş, yatırılmadığı taktirde keşif ve bilirkişi incelemesinden vazgeçilmiş sayılacağı da belirtilmek suretiyle yapılan tebligata rağmen anılan ücretin yatırılmadığı dosyanın incelenmesinden anlaşılmaktadır.    

Mahkeme tarafından belli edilen süre içinde masrafı yatırmayan tarafın isteğinden vazgeçilmiş sayılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun 414. maddesi gereği olup bu durumda dava konusu edilen kıyı kenar çizgisinin Kıyı Kanunu ve Uygulama Yönetmeliğindeki esaslara uygun olarak belirlenmediğine yönelik ileri sürülen iddialar kanıtlanamadığından davalı idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin mevzuata uygun olduğunun kabulü gerekir.

Açıklanan nedenlerle; davanın REDDİNE…” karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK : Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından verilen dilekçede, Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.02.2004 tarih ve 1992/178 E, 2004/26 K sayılı Yargıtay’ca onaylı kararı ile, aynı konuda ve tarafları aynı olan, Muğla İdare Mahkemesi’nin (2005/453 E- 2006/2818 K), (2005/452 E- ­2006/2817 K), (2005/450 E- 2006/2815 K) ve (2005/451 E- 2006/2816 K) sayılı kesinleşmiş kararları arasındaki hüküm uyuşmazlığının kesin olarak çözülmesi gerektiği, zira, şirketlerine ait Muğla İli, Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 47 ada, 859 parsel, 48 ada, 860 parsel, 49 ada, 861 parsel, 20 ada 862 parsel sayılı taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde (kıyıda) kalan kısımlarının 3621 sayılı Kıyı Kanunu gereğince tapularının iptali talebiyle Hazine (İdare) tarafından açılan davada, Muğla Valiliği’nce yasalara uygun olarak tespit edilmiş kıyı kenar çizgisi olmasına rağmen Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nce resen ve talep dışında 3 jeologdan oluşan bilirkişi marifetiyle tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre tapu iptaline karar verildiği, kararın, Yargıtay aşamasından da geçerek kesinleştiği, oysa, Muğla Valiliği’nce tespit edilen kıyı kenar çizgisinin iptali talebiyle şirketlerince Muğla İdare Mahkemesi’nde açılan davalarda Muğla İdare Mahkemesi’nce idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin mevzuata uygun olduğuna karar verildiği, kararların kesinleştiği, bu durumda, adli yargı mercii (Datça Asliye Hukuk Mahkemesi) ile idari yargı mercii (Muğla İdare Mahkemesi) kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu, iki yargı mercii tarafından görevle ilgili olmaksızın aynı konuya ve sebebe ilişkin (kıyı kenar çizgisi tespiti) tarafları aynı (Aksan A.Ş. ile Muğla Valiliği ve Hazine yani İdare) davalarda verilen kararlar arasında çelişki olduğu, kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin mümkün olamadığı, her iki yargı kararının uygulanması konusunda Muğla Valiliği’nce (İdare) tereddüt edildiğinin belirtildiği, bu nedenle, Datça Asliye Hukuk Mahkemesi (adli yargı) ile Muğla İdare Mahkemesinin (idari yargı) aynı konuda çelişen ve uygulama olanaksızlığı yaratan kararları arasındaki uyuşmazlığın kesin olarak çözümü ile Muğla Valiliği’nce tespit edilen ve üniversite bilimsel raporuyla da teyit edilen kıyı kenar çizgisinin geçerli olduğu yolundaki Muğla İdare Mahkemesi kararının onanmasına, kesinleşecek kıyı kenar çizgisine göre arsalarının kıyıda kalan bölümlerinin kamu yararına kullanılması gerekiyorsa bedeli ödenerek kamulaştırılmasına karar verilmesi ve duruşma yapılması istenilmektedir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Muğla İdare Mahkemesi’nin 31.10.2006 gün ve 2005/452 Esas ve 2006/2817 Karar sayılı kararı ile Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.2.2004 gün ve 1992/178 Esas ve 2004/26 Karar sayılı kararı nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için Aksan Turizm İşletmecilik ve Tic. A.Ş. vekili tarafından 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince yapılan müracaat ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 2008/216 Esas sayılı dosyasının incelendiği, Aksan Turizm İşletmecilik ve Tic. A.Ş. vekilince Muğla İdare Mahkemesi’nde Muğla İli, Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 48 ada, 860 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu alana ilişkin kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek söz konusu işlemin iptali istemiyle Muğla Valiliği ve Bayındırlık Bakanlığı’na karşı dava açıldığı, Muğla İdare Mahkemesi’nce 29.7.2005 günlü ara kararı ile taşınmazın bulunduğu yerde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği ve 2.8.2005 günlü naip üye yazısı ile keşif ve bilirkişi incelemesi yapılabilmesi için 15 gün kesin süre verilerek bilirkişi ücretinin yatırılmasının istenildiği, yatırılmadığı takdirde keşif ve bilirkişi incelemesinden vazgeçilmiş sayılacağı da belirtilmek suretiyle tebligat yapılmış olmasına rağmen söz konusu masrafın yatırılmaması nedeniyle, Mahkeme tarafından belli edilen süre içinde masrafı yatırmayan tarafın isteğinden vazgeçmiş sayılacağına ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 414. maddesi gereğince dava konusu edilen kıyı kenar çizgisinin Kıyı Kanunu ve Uygulama Yönetmeliğindeki esaslara uygun olarak belirlenmediğine yönelik olarak ileri sürülen iddialar kanıtlanamadığından davalı idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin mevzuata uygun olduğunun kabulünün gerekeceği belirtilerek davanın reddine karar verildiği ve söz konusu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği, Maliye Hazinesi vekilince Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nde kadastro çalışmaları sırasında Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan 859, 860, 861 ve 862 parsel sayılı taşınmazların askı ilanına süresi içinde itiraz olunmadığından kesinleşen kadastro tutanaklarına göre davalı adına tescil edildiğini, oysa söz konusu dört parselin kumsal niteliğinde olup kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve özel mülkiyete konu olamayacak taşınmazlardan olduğu ileri sürülerek söz konusu taşınmazların tapularının iptal edilmesine karar verilmesi istemiyle davalı Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.'ye karşı dava açıldığı, Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile, 859 nolu parselin 5638.63m2 kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına, 591.37m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalı adına olan tapusunun muhafazasına; 860 nolu parselin tamamının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına; 861 nolu parselin kıyı kenar çizgisi içinde kalan 4779.52 m2 lik kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına, 1480.48m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalı adına olan tapusunun muhafazasına; 862 nolu parselin 12368.52m2 lik kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılmasına, 2631.48m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalı adına olan tapusunun muhafazasına karar verildiği ve söz konusu kararın temyiz edilmekle Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.11.2004 gün ve 2004/9824 Esas, 2004/13173 sayılı kararı ile onanmış, süresi içinde tashihi karar yoluna gidilmiş ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 9.6.2005 gün ve 2005/5973 Esas, 2005/7007 Karar sayılı kararı ile tashihi karar talebinin reddine karar verilmiş olmakla Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının 9.6.2005 tarihinde kesinleştiği, 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesinde belirtilen hüküm uyuşmazlığının oluşabilmesi için, yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan iki kararın olması ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması gerektiği, olayda, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan Muğla İdare Mahkemesi’nin kararı, kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek söz konusu işlemin iptaline ilişkin olmasına karşın, Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan 859, 860, 861 ve 862 parsel nolu taşınmazların tapularının iptal edilmesine ilişkin bulunduğu, bu nedenlerle, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarında her ne kadar taraflardan biri aynı ise de; davaların aynı konuya ve sebebe ilişkin olmaması ve dolayısıyla kararlar arasında da çelişki bulunmaması karşısında hakkın yerine getirilmesini olanaksız kılan bir durum görülmediği için 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesinde belirtilen koşulların gerçekleşmediğinden söz konusu başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Maliye Hazinesi tarafından Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.'ne karşı açılan tapu iptali davasında, Datça İlçesi, Emecik Köyü, 859 parsel sayılı taşınmazın 5638.63 m2 lik kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılması, 591.37 m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalılar adına olan tapusunun muhafazası, 860 parsel numaralı taşınmazın tamamının tapusunun iptali ile kumsal olarak tescil harici bırakılması, 861 parsel taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan 4779.52 m2 lik kısmının tapusunun iptali ve kumsal olarak tescil harici bırakılması, 1480.48 m2 lik kısmının aynı parsel numarası altında davalı adına olan tapusunun muhafazası, 862 parsel numaralı taşınmazın 12368.52 m2 lik kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ve kumsal olarak tescil harici bırakılması, 2631.48 m2 lik kısmının davalı adına olan tapusunun aynı parsel numarası altında muhafazası yolunda verilen ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 30.11.2004 günlü, E:2004/9824, K:2004/13173 sayılı kararı ile onandıktan ve aynı Dairenin karar düzeltme isteğinin reddi yolunda verilen 9.6.2005 günlü, E:2005/5973, K:2005/7007 sayılı kararı üzerine kesinleşen Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.9.2004 günlü, E:1992/178, K:2004/26 sayılı kararı ile Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş. tarafından, sözü edilen 860 parsel sayılı taşınmazı kapsayan 28.4.1975 onay tarihli kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle Muğla Valiliği ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığına karşı açılan davanın, Mahkeme tarafından belli edilen süre içinde masrafı yatırmayan tarafın isteğinden vazgeçmiş sayılacağının 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 414. maddesi gereği olduğu, bu durumda, dava konusu edilen kıyı kenar çizgisinin Kıyı Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği’ndeki esaslara uygun olarak belirlenmediğine yönelik ileri sürülen iddiaları kanıtlanamadığından, davalı idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin mevzuata uygun olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle reddi yolunda verilen ve temyiz olunmayarak kesinleşen Muğla İdare Mahkemesi’nin 31.10.2006 günlü, E:2005/452, K:2006/2817 sayılı kararı arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği, 2247 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın olması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması gerektiği, yukarıda açıklandığı üzere, hüküm uyuşmazlığına konu edilen Datça Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen karar kıyı kenar çizgisi içinde kalan parsellerin tapularının iptali isteminin kabulüne ilişkin olmasına karşın, Muğla İdare Mahkemesi kararının, 28.4.1975 onay tarihli kıyı kenar çizgisine ilişkin bulunduğu, bu durumda, sözü edilen idari ve adli yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen kararların taraflarından birisi aynı olmasına karşın, aynı konu ve sebebe dayalı olmadığı ve bu kararlar arasında, dayanaklarının ve istemlerinin farklı olması nedeniyle çelişki bulunmadığı gibi, hakkın yerine getirilmesinde olanaksızlık görülmediğinden hüküm uyuşmazlığının varlığından söz etmenin olası bulunmadığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığı doğmadığından, istemin reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 2.3.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” hükmü yer almıştır.

Aynı Kanunun 24. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istiyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı; taraflardan en az birinin (Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığına gelince:

Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava; Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.’ne ait 859, 860, 861 ve 862 sayılı parsellerin kumsal niteliğinde, kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve özel mülkiyete konu olamayacak taşınmazlardan olduğu ileri sürülerek söz konusu taşınmazların tapularının iptaline karar verilmesi istemiyle açılmış ve Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmek suretiyle dava konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısımlarının tapularının iptaline karar verilmiştir.

İdare Mahkemesindeki dava; Valilikçe tespit edilen ve 28.4.1975 tarihinde onaylanan kıyı kenar çizgilerinin, Datça İlçesi, Emecik Köyü, Çiftlik mevkiinde bulunan Aksan Turizm İşletmecilik ve Ticaret A.Ş.’ne ait 859, 860, 861 ve 862 sayılı parsellerden özellikle birkaçını böldüğü ileri sürülerek bu parsellere ilişkin kıyı kenar çizgisinin 28.4.1975 onay tarihli tespitinin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmış ve Mahkemece belli edilen süre içinde keşif ve bilirkişi için masraf yatırılmadığından davanın reddine karar verilmiştir.

Bu duruma göre, Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın, tapu iptaline, İdare Mahkemesindeki davanın, kıyı kenar çizgisinin tespitinin iptaline ilişkin olması karşısında, Asliye Hukuk Mahkemesi ile İdare Mahkemesi kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü için gerekli olan koşullardan, “konu ve dava sebebinin aynı olması” koşulunun gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden, başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 2.3.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/253

KARAR NO: 2009/45

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezası ve işyeri kapatmaya karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : B.G.

Vekili         : Av. Ö.Ş., Av. Ö.G.

Davalı        : Çankaya Belediye Başkanlığı

O L A Y     : Çankaya Belediye Encümeninin 29.08.2006 tarih ve C/2006/4111.38 sayılı kararı ile, 11.8.2006 günü yapılan kontrolde, alt kiracısı ve işletmecisi olduğu işyerinde, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı olmadan faaliyet gösterdiği gerekçesiyle, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre davacının para cezası ile cezalandırılmasına, işyerinin ruhsat alıncaya kadar faaliyetten men’ine karar verilmiştir.

Davacı vekili, işlemin para cezasına ilişkin kısmına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 12.SULH CEZA MAHKEMESİ; 02.02.2007 gün ve 2006/1026 Müt. sayı ile; muteriz vekilinin dilekçesi ve ekleri ile kurumdan celp edilen belgelerin bir bütün halinde incelenmesi sonucunda; inceleme aşamasında yürürlüğe giren 5560 sayılı yasanın 31. maddesince değişik 5326 sayılı yasasının 3. maddesinde; 1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır."; aynı yasanın 34. maddesi ile yeniden düzenlenen 5326 sayılı yasanın 27/8 maddesinde ise;              "(8) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." denildiği; bu düzenlemeler karşısında, muteriz hakkında verilen 1 gün ticaret ve sanat icrasından men'ine ilişkin kararın 5560 sayılı yasa ile değişik 27/8 maddesi göz önüne alındığında yargılamanın idari yargı görevi kapsamına alındığı anlaşılmakla Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin gerekmiş olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, Encümen kararının işyerinin ruhsat alıncaya kadar faaliyetten men’ine ilişkin kısmı ile para cezasına ilişkin kısmının iptal edilmesi istemiyle; idare mahkemelerinde ayrı ayrı dava açmıştır.

Encümen kararının, işyerinin ruhsat alıncaya kadar faaliyetten men’ine ilişkin kısmının yargılaması Ankara 7.İdare Mahkemesinde görülmüş; anılan Mahkemenin 29.11.2007 gün ve E:2006/2762, K:2007/2434 sayılı kararıyla uyuşmazlığın esası incelenmek suretiyle, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Encümen kararının, para cezasına ilişkin kısmının iptal edilmesi istemiyle idare mahkemesinde açılan diğer davada ise:

ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ; 26.04.2007 gün ve E: 2007/193, K: 2007/815 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde; Kanunun, "karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık" "Kabahat" olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtilmiş bulunduğu; aynı Kanun'un "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, aynı maddeye 19.12.2006 gün ve 5560 sayılı Kanunun 34.maddesi ile eklenen Ek Sekizinci fıkrasında ise; “İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında yani kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren karaların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." hükmüne yer verildiği; aynı Kanunun 3.maddesinde; 1) Bu kanunun, a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri,diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b)Diğer genel hükümleri idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır" hükmünün yer aldığı; diğer yandan Belediye Cezaları ile ilgili 1608 sayılı Kanunun 1. maddesinde; Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men ve emrettiği fiilleri isleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ve Türk Ceza' Kanununun 536, 538, 557, 559 ve 577 nci maddeleriyle 553 üncü maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler" hükmü yer almış olup, aynı Kanunun 5. maddesi de, "Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahen veya yazılı itiraz olunabilir" denilmekte, 7. maddesinde ise İtiraz neticesinde hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğunun hükme bağlanmış bulunduğu; yukarıdaki hükümlerin değerlendirilmesinden de anlaşılacağı üzere kendi özel kanunlarında uyuşmazlıkla ilgili hüküm bulunması halinde ve para cezasının yanında idari yargının görev alanına giren idari yaptırım kararı bulunması halinde idari yargının görevli olacağı, diğer hallerde ise sulh ceza mahkemelerin görevli olacağının açık olduğu; dava konusu olayda; davacının işyeri açma ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyet gösterdiği gerekçesiyle 1608 sayılı Yasa uyarınca 124,00 YTL para cezası verilmesine ilişkin Çankaya Belediye Encümeni'nin 29.8.2006 gün ve 2006/4111.38 sayılı işleminin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta ise de, 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezalarına karşı aynı Yasanın 5. maddesi gereğince bu cezalara karsı sulh hakimliğine başvurulacağı hüküm altına alındığından uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmış bulunduğu gerekçesiyle davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karara yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 20.3.2008 gün ve E:2008/6288, K:2008/1817 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve sonuçta karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu para cezasına ilişkin görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında, Belediye Encümeni kararının, para cezası verilmesine ilişkin kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre davacının para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Çankaya Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış olup; aynı işlem kapsamında işyerinin ruhsat alıncaya kadar faaliyetten men’ine ilişkin karar da bulunmaktadır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanunun, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanunla değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

 Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş, 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına ve kapatma kararına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde, (1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d)Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

Gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmek suretiyle işyerinin kapatılması konusunda geçici istisna getirilmiştir.

Bu durumda, işyerinin ruhsat alıncaya kadar kapatılmasına ilişkin kararın, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde belirli bir süre için işyerinin kapatılmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı hususu da dikkate alındığında; işyerinin ruhsat alıncaya kadar kapatılmasına ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır. Kaldı ki, Encümen kararının, işyerinin ruhsat alıncaya kadar faaliyetten men’ine ilişkin kısmının yargılaması, idari yargı yerince uyuşmazlığın esası incelenmek suretiyle sonuçlandırılmıştır.

Para cezasına gelince:

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; Encümen kararı ile, idari para cezasının yanısıra idari yargının görev alanına giren kararın(işyerinin ruhsat alıncaya kadar kapatılması kararı) da verildiği ve dava konusu edildiği anlaşıldığından; idari para cezasının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle,İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7.İdare Mahkemesi’nce verilen 26.04.2007 gün ve E: 2007/193, K: 2007/815 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/300

KARAR NO: 2009/46

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.E.Y.

Vekili         : Av. A.H.A, Av. M.E.A.

Davalı        : Muğla Valiliği- İl Özel İdare Müdürlüğü

O L A Y     : Davacının, Muğla ili, Marmaris ilçesi, Söğüt Köyü, Cumhuriyet Mevkiinde 149 ada 020d-12b-2b pafta, 17 parsel sayılı taşınmaz üzerine, ruhsat almadan, kaçak yapı yaptığı davalı idarenin teknik elemanlarınca tesbit edilerek yapı 3194 sayılı yasanın 32. maddesine göre mühürlenmek suretiyle tatil edilmiş; 12.4.2005 tarih ve 148 sayılı işlem ile de aynı Yasanın 42. maddesi uyarınca 8.000.- YTL para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, 12.4.2005 tarih ve 148 sayılı Muğla Valiliği işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 20.10.2005 gün ve E:2005/1173, K:2005/1580 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun, 2., 3., 16., 27., geçici 2.ve 3. madde hükümlerinden bahisle; Kanunun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında 1.6.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun uygulanmasının gerekeceği; bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu defa aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

MARMARİS 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.02.2008 gün ve D.İş No: 2006/975 sayı ile, Muğla Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün düzenlediği ceza ihbarnamesinden, kabahatli hakkında ruhsat almadan (kaçak) yapı yaptığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca para cezası düzenlendiği ve yapının 3194 sayılı İmar Kanununun 32. maddesi uyarınca mühürlendiğinin anlaşıldığı; yapı tatil zaptında ruhsatsız olarak yapılan yapının mühürlenmek suretiyle tatil edildiğinin belirtildiği; Anayasa Mahkemesinin 5.4.2007 tarih 2007/35-36 sayılı kararının özetlenerek ve Uyuşmazlık Mahkemesinin 4.6.2007 tarih 2007/24-83 ve 2.7.2007 tarih 2007/16-119 sayılı kararlarından bahisle; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesinin gerekeceği; dosyada da 3194 sayılı Kanunun 32. maddesince, ruhsatsız inşaatının derhal durdurulması, 42. maddesi uyarınca ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine para cezası verilmiş olduğu; İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesi işlemi, imar mevzuatına aykırı bir yapılanmanın tespiti, önlenmesi veya giderilmesine yönelik idari bir işlemin devamı niteliğinde olduğundan, Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca idari yaptırım kararının yanı sıra idari yargının görev alanına giren başka bir kararın da verilmiş olduğunun ve buna bağlı olarak söz konusu para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargının görevli olduğunun kabulünün gerektiği, görev kuralları usul hükmünden olduğundan yargılamanın her aşamasında res'en karar verilebileceği; Anayasa'nın 153/ son maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanıp yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağından mahkemelerince bu karar uyarınca karar verilmiş bulunulduğu gerekçesiyle görevsizlik ve ayrıca karar kesinleştiğinde olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2-2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, Marmaris 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (yapı tatil zaptı düzenlenmesi) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Marmaris 1.Sulh Ceza Mahkemesinin 2247 sayılı Yasa’nın 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Muğla İdare Mahkemesi’nce verilen 20.10.2005 gün ve E:2005/1173, K:2005/1580 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/380

KARAR NO: 2009/57

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : H.K.

Davalı        : Ankara Valiliği, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü

O L A Y     : Ankara Valiliği, İl Spor Güvenlik Kurulu’nun 31.05.2007 tarih ve 2006/2007/09 sayılı kararı ile, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 12. ve 17. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı hareket ederek çirkin ve kötü tezahüratta bulunduğunun tespit edildiğinden bahisle 23. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 10. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.07.2007 gün ve 2007/791 Müt. sayı ile; itiraz eden hakkında 5149 Sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 23-2 maddesine göre idari para cezası verildiği ve aynı kanunun 28-2 maddesine göre itiraza bakma görevinin Ankara İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ; 06.06.2008 gün ve E: 2007/1093 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile yeniden düzenlenen 3., 16. 27. maddeleri ve dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'un 28.maddesi hükümlerinden söz ettikten sonra; 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 537. maddesiyle yapılan değişikle 5194 sayılı Kanun'un 28. maddesinde, idari para cezalarında idare mahkemelerini görevli kılan herhangi bir hükme yer verilmediği, yapılan bu düzenleme ile 5149 sayılı Kanuna göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davalara bakmaya görevli yargı yerine belirleyen herhangi bir hüküm kalmadığı; bu itibarla, 5149 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı açılan davaların görüm ve çözümünde görevli yargı yerinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddesi uyarınca belirlenmesinin gerektiği; her ne kadar, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 5149 sayılı Kanunu'nun 28. maddesinde, idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği hükmü yer almakta ise de, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı; buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ve yeni yasada, görevli yargı mercii konusundaki değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair bir geçiş hükmü getirilmemiş ise; davanın açıldığı anda görevli olan, ancak yeni yasaya göre görevsiz hale gelen mahkemenin görevsizlik kararı vermesinin gerekeceği; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının da bu yönde olduğu; dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 5149 sayılı Kanun'un 12. ve 17. maddesinin 2. fıkrasına aykırı hareket ettiğinden bahisle aynı Kanunun 23.maddesi uyarınca 1.316,00 YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işleme karşı Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi'nin Müteferrik E:2007/791 nolu dosyasında açtığı davanın, anılan mahkemenin 13.07.2007 tarihli kararı ile, idari para cezalarına karşı açılan davanın idari yargının görevinde olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedildiği, bu kararın kesinleşmesi üzerine, para cezasının iptali istemiyle 25.10.2007 tarihinde mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile dava açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde, bu Kanunun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanmasının öngörülmesi, 5149 sayılı Kanunu'nun 28. maddesinin 5728 sayılı Kanunla değişikliğe uğraması ile 5149 sayılı Kanunda idari para cezalarına karşı açılan davaların idare mahkemesinde görüleceğine dair herhangi bir hükmün kalmaması karşısında, davacıya 5194 sayılı Kanunu'nun 23. maddesi uyarınca 1.316,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümüne, Kabahatler Kanunu'nun 3 ve 27. maddeleri uyarınca Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmış olup, görev yönünden Mahkemelerince incelenme olanağının bulunmadığı; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 'un 19. maddesinde, "Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir." hükmünün yer aldığı; açıklanan nedenlerle; davacıya, 5149 sayılı Kanuna aykırı davrandığından bahisle 1.316,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünde, yukarıda anılan 5326 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varıldığından, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5149 sayılı Kanun’un 12. maddesi ve 17. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı davranıldığından bahisle 23. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir” denilmiş; 12. maddesinde, çirkin ve kötü tezahürat, 17. maddesinde, yasak fiiller, düzenlenmiş; 23. maddesinin ikinci fıkrasında, 17 nci maddenin ikinci fıkrasına aykırı davranan kişilere idarî para cezası verileceği; 28. maddesinde, bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında spor güvenlik kurulunun re'sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verileceği, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 537. maddesiyle, “Bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında büyükşehir ve il belediye sınırları içinde il spor güvenlik kurulunun, bunun dışındaki yerlerde ilçe spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî para cezalarından tahsil edilen miktarın tamamı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hesabına aktarılır. Bu paralar Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılacak yönetmelik esaslarına göre yüzde ellisi Engelliler Spor Federasyonu ile engelliler kulüp ve faaliyetlerine, yüzde ellisi ise fair play kurallarına uygun hareket eden amatör spor kulüpleri ile okul sporlarının geliştirilmesine ayrılır.

Bu Kanunda belirtilen yasaklara uymayan kişilerin kimlik bilgileri, müsabakanın veya eylemin yapıldığı mahallin emniyet birimlerince fotoğraflı olarak kaydedilir ve bu kayıtlardaki kişiler takibe alınır” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.  

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19.maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Ankara 12.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 10. Sulh Mahkemesi’nce verilen 13.07.2007 gün ve 2007/791 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/384

KARAR NO: 2009/60

KARAR TR : 02.03.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.Ş.

Vekilleri     : Av. A.L.K., Av. H.P.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (Emekli Sandığı Gn. Md.lüğü)

O L A Y     : Davacı vekili, yedek subay statüsüyle zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekte iken yaralanan ve bu sebeple vazife malullüğü aylığı almakta olan müvekkilinin, 5434 sayılı Kanunun Ek 77nci maddesi uyarınca emsal maaş uygulamasında muvazzaf TSK. personeli olarak değerlendirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 28.09.2007 gün ve 69.534.189 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Dava dilekçesi 15.11.2007 tarihinde davalı idareye tebliğ edilmiş; davalı idarece 7.12.2007 tarihinde birinci savunma dilekçesi, 14.12.2007 tarihinde de 7.12.2007 tarihli savunmalarına ek savunma dilekçesi mahkeme kayıtlarına intikal ettirilmiş; anılan dilekçelerde görev itirazında bulunulmamıştır.

Davalı idarenin ilk savunma dilekçesi 18.1.2008 tarihinde davacı vekiline tebliğ edilmiş ancak davacı taraf ikinci dilekçesini vermemiştir.

Mahkemece; dosya tekemmül ettiği için duruşma gününü bildirir Tebliğ Mazbataları taraflara gönderilmiş, 10.3.2008 tarihinde davalı idareye tebligat yapılmıştır.

Davalı idare vekilince, 14.3.2008 tarihini taşıyan ve aynı gün mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile davada Askeri İdari Yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 12.İDARE MAHKEMESİ; 11.04.2008 gün ve E: 2007/998 sayı ile, Anayasanın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Kanun ile değişik 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; bir idari işlemin, "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için öncelikle işlemin konusuna bakılması gerektiği; eğer idari işlem; askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğunun kabul edilmesi gerektiği; daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu; zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekte iken yaralanan ve 20.7.2001 tarihinde 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uyarınca vazife malulü olarak emekliye sevk edilen davacı tarafından, emekli aylıklarının 5434 sayılı Kanunun Ek 77. maddesi uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri personeli olan emsalleri esas alınarak yükseltilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davada, Sosyal Güvenlik Kurumunca dava konusu işlem tesis edilirken ve bu işlemin yargısal denetimi sırasında, askeri kural ve gerekler yönünden bir değerlendirme yapılması gerekmediğinden, dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğundan söz etmenin mümkün olmadığı, bu durumda; her ne kadar davacının "asker kişi" olduğunda şüphe bulunmamakta ise de, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca davacının vazife malullüğü aylığının yükseltilmemesi yönünde tesis edilen işlemin "askeri hizmete" ilişkin olmaması karşısında, davanın görüm ve çözümü genel idari yargı yerinin görevinde olduğundan, davalı idarenin görev itirazının yerinde görülmediği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince, 13.5.2008 havale tarihli dilekçe ile, Askeri İdari Yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulmuştur.

ASKERİ YÜKSEK iDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI :16.09.2008 gün ve 2008/9 sayı ile; 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20. ve 21. madde hükümlerine yer verildikten ve Anayasanın, Askeri Yüksek idare Mahkemesi başlıklı 157nci maddesinden bahisle; uyuşmazlık konusunun Askeri idari Yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; "Asker kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanunun 20nci maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana-babası, çocukları vs.) olması halinde de söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edildiği; diğer koşulun ise davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler oldukları; bu açıklamalar ışığında dava konusu olay incelendiğinde; "asker kişi" olduğunda şüphe bulunmayan davacı tarafından açılmış bulunan bu davanın konusunun, yedek subay statüsüyle zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekte iken askerlik vazifesinin sebep ve tesiriyle yaralanan ve bu nedenle vazife malullüğü aylığı almakta olan davacının, 5434 sayılı Kanunun Ek 77 nci maddesi uyarınca emsal maaş uygulamasında muvazzaf TSK. personeli gibi değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ilişkin olması karşısında tesis edilen dava konusu işlemde "askeri hizmete ilişkin olma" şartının da gerçekleşmiş olduğunun kabulü ile davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görevli olduğunun değerlendirildiği; açıklanan nedenlerle; 2247 sayılı Yasanın 10, 12 ve 13ncü maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, Ankara 12 nci idare Mahkemesinin görevli olduğuna dair 11.04 2008 tarih ve E.2007/998 sayılı kararın kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda karar vermiştir.

 İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü; AYİM Savcısı Fikret Eres’in davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Öte yandan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Tebligat ve cevap verme” başlıklı 16. maddesinde; “1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

 2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

 3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

 4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.

 5. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/8 md.) Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir.” denilmiştir.

Olayda, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nce bakılan davada, davalı idare vekilince, birinci ve ek savunma dilekçesinde görev itirazında bulunulmadığı; Davalı idarenin birinci savunma dilekçesinin 18.1.2008 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, davacı tarafın tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde ikinci dilekçesini vermediği nedeniyle, davalı idare için yeni bir savunma hakkının kalmadığı ve dosyanın tekemmül ettiği; bu aşamadan sonra davalı idare vekilince, 14.3.2008 tarihini taşıyan ve aynı gün mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile davada Askeri İdari Yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda; davalı idare vekili tarafından, Ankara 12. İdare Mahkemesinde dilekçe ve savunma evresi tamamlandıktan sonra yapılan görev itirazının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/60

KARAR NO: 2009/88

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Davacıya ait ağaçların, taşınmazın imar uygulaması sonucu yol ve kanal olarak ayrılması nedeniyle kesilmesinden dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1- Y.D., 2- E.D.

Davalı        : Yahyalı Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. G.T.

O L A Y     : Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak Belediye tarafından kesilen ağaçlarının bedelini bilirkişi marifetiyle tespit ettiren davacılar, Yahyalı, Yüzüncüyıl Mahallesi, Kocaçay mevkiinde mülkiyeti kendilerine ait olan 57 ada 30,32, 36 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde bulunan bahçelerinden İmar Yasası’nın 18. madde uygulaması sırasında yol ve dere yatağının geçirilmesi suretiyle, çeşitli meyve ağaçları ile yetişmiş kavak ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesildiğini, bu nedenle, bahçelerinde bulunan ağaçların kesilmesi suretiyle meydana gelen 5.499.34YTL zararının yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

YAHYALI SULH HUKUK MAHKEMESİ; 27.7.2007 gün ve E:2007/127, K:2007/189 sayı ile Davacıların, mülkiyeti kendilerine ait olan 57 ada 30,32, 36 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde belediye tarafından İmar Yasasının 18. maddesinin uygulanması sonucunda bu taşınmazlar üzerinde bulunan ağaçların belediye tarafından kesilerek toplam 5.499.34 YTL zararlarının meydana geldiğini ve söz konusu miktarın davalıdan alınarak kendilerine verilmesini mahkemelerinden talep ettiği; Davacıların mahkemelerindeki benzer mahiyetteki beyanlarında, dava dilekçelerini aynen tekrar ettiği, kendi arsalarında Belediyenin düzenleme ortak payı olarak aldığı kısım üzerindeki ağaçları haberleri olmadan kestiğini beyan ettikleri; Davalı vekilinin cevap dilekçesinde ve mahkemelerindeki beyanlarında, söz konusu parselin üzerinde kalan ağaçların kesileceği yönünde belediye tarafından ilan yapıldığını, ayrıca kesilen ağaçların önceki arazi sahiplerine bırakıldığını, belediyenin yapmış olduğu imar düzenlemesinin idari bir işlem olduğu dolayısıyla görevsizlik kararı verilmesini talep etmiş olduğu; yapılan açık yargılama ve toplanan deliller sonucunda, mahkemelerince davacılar tarafından davalı belediyenin İmar Yasasının 18. maddesine dayanarak yapmış olduğu arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında kendi arazilerinden düzenleme ortak payı olarak belediyeye geçen yerler üzerindeki ağaçların belediye tarafından kesilmesi sonucunda ortaya çıkan zararın tazminini istediklerinin anlaşıldığı; yerleşik Yargıtay uygulamalarından da anlaşıldığı üzere, Belediye tarafından ilçe merkezinde imar düzenlemesi yapmak amacı ile İmar Yasasının 18. maddesine dayanarak yapılan işlemin idari bir işlem olduğunun kuşkusuz olduğu, bu idari işlem sonucunda düzenleme ortak payı olarak belediyenin mülkiyetine geçen yerler üzerindeki ağaçların kesilmesinin de bu idari işlemin devamı niteliğindeki bir işlem olduğu, dava konusu olayda davacıların, ağaçlarının davalı belediye tarafından kesilmesi sebebi ile uğradıkları zararın tazminini istemiş bulundukları, bir kamu kurumu niteliğindeki belediyenin İmar Yasasına dayanarak gerçekleştirdiği eylem idari bir işlem olduğundan, İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesi hükmünce bu işlemden doğan zararın da idari işlemden kaynaklanan ve tam yargı davasına konu oluşturan bir zarar niteliğinde olduğu, bu itibarla, davanın idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacılar, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 1. İDARE MAHKEMESİ; 4.2.2008 gün ve E:2007/483 sayı ile, Davacılar Y.ve E. D. tarafından, mülkiyeti kendilerine ait bulunan Kayseri İli Yahyalı ilçesi Kocaçay Mevkiinde ve Tapunun 57 ada 30-32-36 parsel sayılarında kayıtlı bulunan taşınmazlarında bulunduğu alanda 3194 sayılı İmar Kanunun 18 inci maddesi uyarınca yapılan imar uygulaması sonrasında, taşınmazlar üzerinde bulunan ağaçların Yahyalı Belediyesince kesilmesi sonucu uğranıldığı belirtilen 5.499,34 YTL zararın tazmini istemiyle Yahyalı Belediye Başkanlığı'na karşı dava açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinden söz ederek, idari eylemin, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle, öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlattığı, hukuk devleti olmanın kaçınılmaz gereklerinden biri olarak, kamu gücünü kullanan idarenin, tek yanlı iradesiyle idari işlem tesisinden önce bu işlemin maddi ve hukuki sebeplerini ortaya koymasının zorunlu olduğu, idarenin hiç bir kurala dayanmayan keyfi uygulamalarının, idare hukukunun konusuna giren "idari eylem" veya "idari işlem" olarak kabulünün olanaklı bulunmadığı, idarenin, açık ve ağır biçimde kanunilikten ve hukukilikten yoksun olan bu eylemlerinin "haksız fiil" olarak kabul edileceği, dosyanın incelenmesinden, davacılar Y. ve E. D. tarafından. Mülkiyeti kendilerine ait bulunan Kayseri İli Yahyalı İlçesi Kocaçay mevkiinde ve Tapunun 57 ada 30-32-36 parsel sayılarında kayıtlı bulunan taşınmazların da bulunduğu alanda 3194 sayılı İmar Kanunun 18 inci maddesi uyarınca yapılan imar uygulaması sonrasında, taşınmazlar üzerinde bulunan ağaçların Yahyalı Belediyesince kesilmesi sonucu uğranıldığı belirtilen 5.499,34 YTL zararın tazmini istemiyle Yahyalı Sulh Hukuk Mahkemesi’nde E:2007/127 sayılı esas sayılı davanın açıldığı, anılan mahkemenin 27.7.2007 gün ve K: 2007/189 sayılı kararıyla, idari işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın görümünde idari yargının görevli bulunduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedildiği, kararın kesinleşmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, Yahyalı Belediyesi tarafından, 3194 sayılı İmar Kanunun 18. maddesi uyarınca yapılan uygulama sonucunda düzenleme ortaklık payı olarak belediye adına tescil edilen parseller üzerinde davacılara ait bulunan ağaçların idari bir işlem tesis edilmeksizin kesildiğinin görüldüğü; parselasyon işleminin, imar hududunda bulunan binalı veya binasız arsa ve arazilerin düzenlemesi olduğu. bunun dışında, parselasyon yapma yetkisinin bu arsa ve arazilerin üzerindeki menkul ve gayrimenkul mallar üzerinde kamulaştırma veya başkaca bir idari karar almadan tasarrufta bulunma yetkisi vermeyeceği, idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men'i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adlı yargı yerinde çözümleneceğinin, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunduğu; bu durumda, idarenin, mülkiyeti davacıya ait olan ağaçları haksız fiil neticesinde kesmesi neticesinde meydana gelen zararın tazminine yönelik bulunan davanın, Borçlar Kanununun haksız fiillere

ilişkin hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19 uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine; bu konuda yüksek Mahkemece karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı Kanun’un 18. madde uygulaması sonucu davacılara ait olan taşınmazların bir kısmının yol ve kanal olarak ayrılması nedeniyle bu yerlerdeki çeşitli meyve ve yetişmiş kavak ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesilmesi suretiyle meydana gelen 5.499.34YTL zararın yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden tahsili istemiyle açılmıştır.

Davalı idarece verilen savunmada, Belediyece yapılan 18. madde uygulaması ile ilgili işlemlerin 2006 yılı ortalarında tamamlanarak kesinleşmesine rağmen, Belediyece 18. madde uygulamasının fiiliyata geçirilmesine ilişkin yer belirleme ve bu paralelde ağaç kesim işlemlerinin 2007 yılı ortalarında yapıldığı, yine bu süre içerisinde mal sahiplerine taşınmazlar üzerindeki ağaçlarını kesmeleri konusunda çeşitli şekillerde ve defaatle uyarı ve ihtarlarda bulunulduğu ve aksi halde söz konusu ağaçların Belediye ekiplerince kesileceğinin bildirildiği, ancak, tüm bunlara rağmen davacılar tarafından herhangi bir işlemde bulunulmadığı ve akabinde ağaçların Belediye ekiplerince kesilmesini müteakip söz konusu davanın ikame edildiği, ayrıca kesilen ağaçlara Belediye Başkanlığınca el konulmayıp, sahibinin alması amacıyla taşınmaz üzerinde bırakıldığı belirtilmiştir.

Olayda, 3194 sayılı Kanun’un 18. madde uygulaması sonucu davacılara ait olan taşınmazların bir kısmının (düzenleme ortaklık payı olarak alınarak) yol ve kanal olarak ayrıldığı, taşınmazların zemininin uyuşmazlık konusu yapılmadığı, bu taşınmazlardaki çeşitli meyve ve kavak ağaçlarının herhangi bir bedel ödenmeden kesilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle dava açıldığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle, Kayseri 1.İdare Mahkemesinin 4.2.2008 gün ve E:2007/483 sayılı BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 13.4.2009 gününde Üyeler Mustafa KICALIOĞLU ile Mahmut BİLGEN’in KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 KARŞI OY

2981 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz.

   Üye                                                                                       Üye

 Mustafa KICALIOĞLU                                                        Mahmut BİLGEN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/386

KARAR NO: 2009/91

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.K.

Davalı        : Maliye Bakanlığı

O L A Y     : Davacı, mecburi hizmet yükümlüğünü tamamlamadan istifa ettiğinden bahisle Türk Lirası üzerinden yapılan ödemelerden (maaş, ek ödeme, yol gideri ve diğer ödemeler) kalan mecburi hizmetine isabet eden 28.573,01 YTL'nin iki kat fazlası ve faiziyle birlikte tahsiline ilişkin Maliye Bakanlığı'nın 21.10.2006 gün ve 29672 sayılı işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Dava dilekçesi 1.2.2007 tarihinde davalı idareye tebliğ edilmiş; davalı idarece 2.3.2007 tarihinde birinci savunma dilekçesi; davacının ikinci dilekçesine karşılık 11.7.2007 tarihinde ikinci savunma dilekçesi mahkeme kayıtlarına intikal ettirilmiş; anılan dilekçelerde görev itirazında bulunulmamıştır.

Mahkemece; dosya tekemmül ettiği için duruşma gününü bildirir Tebliğ Mazbataları taraflara gönderilmiş, 15.10.2007 tarihinde davalı idareye tebligat yapılmıştır.

Duruşma 12.11.2007 tarihinde yapılmış; duruşmada, Davalı İdareyi temsilen katılan Hazine Avukatı tarafından, uyuşmazlığın çözümünün Adli Yargının görevine girdiğinden bahisle görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİ; 16.11.2007 gün ve E:2006/510 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde; İdari dava türlerinin; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlanmış bulunduğu; İdarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re’sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; olayda davalı idarece uyuşmazlığın davacı ile davalı idare arasında yapılan Yurtdışına Gönderilecek Kamu Personeli Sözleşmesinden kaynaklandığı ve bu nedenle İdari Yargı Mahkemelerinin görevli olmadığı iddia edilmekte ise de; uyuşmazlık davacının mecburi hizmetine isabet eden yurtdışı giderlerinin iki katı ve yasal faiziyle birlikte ödenmesinin istenilmesine ilişkin idari işlemden kaynaklandığından, davanın görüm ve çözümünün İdari Yargının görevine girdiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idarece, 21.3.2008 havale tarihli dilekçe ile Adli Yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulmuştur.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 22.09.2008 gün ve 2008/137279 sayı ile, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun Bilgilerini artırmak üzere dış memleketlere gönderilme başlıklı 78., Bilgilerini artırmak için yabancı memleketlere gönderilenlerin hak ve yükümlülükleri başlığını içeren 79., Bilgilerini artırmak üzere dış memleketlere gönderilme esasları başlıklı 80.maddeleri ile 80.maddeye dayanılarak çıkarılan "Yetiştirilmek Üzere Yurt Dışına Gönderilecek Devlet Memurları Hakkında Yönetmeliğin 17.maddesinden bahisle; 657 sayılı Kanunun 79.maddesinde, sürelerinin bitiminde görevlerine başlamayanların, çekilmiş sayılanların aylık ve yol giderleri de dahil olmak üzere kendilerine kurumlarca yapılmış bulunan bütün masrafları iki kat olarak, görevlerine başlayıp da yükümlü bulundukları mecburi hizmetini bitirmeden ayrılanların veya bir ceza sebebi ile memurluktan çıkarılmış olanların mecburi hizmetlerinin eksik kalan kısmı ile orantılı miktarın iki kat olarak ödeneceğinin taahhüt edilmiş olduğu, yüklenme ve taahhüt senedine dayanılarak açılacak bir alacak davası yoluyla hükmen tahsil yönteminin benimsendiğinin anlaşıldığı; olayda, lisansüstü eğitim için yurt dışına gönderilmiş bulunan davacıdan, lisansüstü eğitimine başlaması nedeniyle ayrıca yüklenme ve kefalet senedi istenmiş olup, yurt içinde hesabına eğitim gördüğü Maliye Bakanlığı'na karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle davalı Bakanlık ile lisansüstü eğitim gören Mehmet Koyuncu arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu; bu duruma göre, olayda kamu görevlisinin yükümlülüğünü yerine getirmediğine ilişkin idarece kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olarak tesis edilmiş bir işlem bulunmaması ve ilgilinin de idare ile böyle bir uyuşmazlık bulunduğu yolunda iddiası olmaması karşısında, davacının borçlu olmadığının tespiti amacıyla açılan davanın, taraflar arasındaki sözleşmeden (yüklenme ve kefalet senedinden) doğan alacak-borç ilişkisi nedeniyle özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, açıklanan nedenlerle; 2247 sayılı Kanunun 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Öte yandan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Tebligat ve cevap verme” başlıklı 16. maddesinde; “1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

 2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

 3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

 4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.

 5. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/8 md.) Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir.” denilmiştir.

Olayda, Ankara 16. İdare Mahkemesi’nce bakılan davada, davalı idarece; birinci ve ikinci savunma dilekçelerinde görev itirazında bulunulmadığı; dosya tekemmül ettikten sonra yapılan duruşmada davalı idare vekilince, davada Adli Yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda; davalı idare vekili tarafından, Ankara 16. İdare Mahkemesinde dilekçe ve savunma evresi tamamlandıktan sonra yapılan görev itirazının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 13.04.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/442

KARAR NO: 2009/92

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Bensu Giyim Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Vekili         : Av. İ.Y.

Davalı        : İstanbul Valiliği

O L A Y : İstanbul Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 17.6.2005 gün ve 452 sayılı işlemi ile, Çevre Kanunu’nun 12/2 maddesi hükmünü ihlalden aynı Kanunun 21/c-21/son maddesi gereğince idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 4. İDARE MAHKEMESİ; 30.11.2005 gün ve E:2005/1823, K:2005/2122 sayı ile, davanın, davacının Çevre Kanunu’nun 12/2 maddesini ihlal ettiğinden bahisle aynı Kanunun 21. maddesi uyarınca 4.868,56YTL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 17.6.2005 tarihli işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2, 3, 16, geçici 2, geçici 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu’nun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında 1.6.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanması gerekeceği, bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAĞCILAR 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 18.1.2007 gün ve E:2006/458 Müt., K:2006/458 Müt. sayı ile, davacı muteriz vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirket hakkında Çevre Kanunu’nun 12/2 maddesinin ihlali nedeniyle müvekkili şirket hakkında İstanbul Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 17.5.2005 tarih ve 452 sayılı idari para cezası yazısı ve İstanbul Valiliği’nin 17.6.2005 tarihli onay yazıları ile müvekkili şirkete verilen idari para cezasının kaldırılması istemi ile İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne 2005/1822 Esas sayılı dosyası ile itiraz davası açtıklarını, anılan Mahkemenin görevsizlik kararı verdiğini belirterek söz konusu idari para cezasının kaldırılarak yatırmış oldukları 4.868,56YTL'nin müvekkiline iadesine karar verilmesini talep ettiği, dosya arasında mevcut İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 2005/1822 Esas ve 2005/2122 Karar sayılı ilamında, davacı Bensu Giyim Sanayi Ticaret A.Ş.'nin açtığı davada görev yönünden red kararı vermiş olduğunun görüldüğü, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 25. maddesinde, idari cezalara karşı cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir denildiği, 6.12.2006 tarihinde kabul edilen 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinin 30.3.2005 tarihli 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştirdiği, 31. maddenin 1/a maddesinde, “idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır” denilmekte olduğundan 2872 sayılı Kanun’un 25. maddesinde, bu kanunda yazılı olan idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir denilmekte olduğundan, 2872 sayılı Kanun’un 25. maddesinde görevli yargı yeri idari yargı olarak belirtildiğinden 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi gereğince görevli yargı yerinin artık idari yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, itiraza konu idari para cezası hakkında İstanbul 4. İdare Mahkemesi 2005/1822 Esas, 2005/2122 Karar sayılı, 30.11.2005 tarihli görev yönünden red kararı vermiş olduğundan, görevli yargı merci tayini için karar kesinleştiğinde dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.4.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Bağcılar 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2872 sayılı Kanun’un 12 ve 21. maddelerine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

9.8.1983 gün ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 12. maddesinde, denetim, bilgi verme ve bildirim yükümlülüğü düzenlenmiş; 21. maddesinde(Mülga: 26/4/2006 – 5491/24 md.) Kuruluş ve işletmelere verilecek idari nitelikte cezalar belirtilmiş; anılan Yasanın 25. maddesinin birinci fıkrasında, idari cezalara karşı 7 gün içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolunda düzenleme mevcut iken, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26.4.2006 günlü, 5491 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değiştirilen 25. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen idari yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.

   İdari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz.

   İdari para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır.

   Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir.

   Bu Kanuna göre verilecek idarî para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." denilmiştir.

Buna göre, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda belirtilen idari yaptırım kapsamındaki idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemesi genel görevli kılınmış, ancak idarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 13.5.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2872 sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur

Kaldı ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 31. maddesinde "(1) Bu Kanunun;

   a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş olup, 2872 sayılı Yasa’da bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ :Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Bağcılar 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 30.11.2005 gün ve E:2005/1823, K:2005/2122 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.4.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/56

KARAR NO: 2009/95

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı    : Dalan Yağ Endüstri Anonim Şirketi

Vekili         : Av. Ö.K.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

  

O L A Y     : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Aydın Bölge Müdürlüğü’nün 11.3.2008 gün ve 4926 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 78. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak aynı Kanunun 105. maddesine göre para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

AYDIN 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.4.2008 gün ve 2008/317 D.İş sayı ile, 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesinden söz ederek, itiraza konu olan idari yaptırım kararının 4857 sayılı Kanun hükümleri gereği verildiği ve bu Kanunun 105/2 ve 108/2 maddeleri gereğince cezaya karşı itirazın idare mahkemesine yapılacağı, yani 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre aksi bir hüküm olduğu için Kabahatler Kanunu’nun itiraz yönündeki bölümü ve hükümlerinin uygulanmayacağı, itirazı incelemeye yetkili ve görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu, Mahkemelerinin görevinin bittiği, usul hükümlerinin Kanunun yürürlüğe girdiği anda uygulanacağı sebebiyle Mahkemelerinin bu konuda karar verme yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 15.9.2008 gün ve E:2008/1496, K:2008/1334 sayı ile, davanın, davacı şirkete 4857 sayılı Yasa'nın 78/2. maddesinde belirtilen işletme belgesini almadan işyerini açtığından bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 105/2. maddesi gereğince 904,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 11.03.2008 tarih ve 4928 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Aydın Bölge Müdürlüğü işleminin iptali istemiyle açıldığı, 10.06.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İdari Para Cezalarının Uygulanmasına İlişkin Hususlar" başlıklı 108. maddesinin 2. fıkrasında; "Verilen idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 11/02/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir" hükmü yer alırken 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 578. maddesinin (öö) bendi ile 4857 sayılı Yasa'nın 108. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırıldığı, aynı Yasanın geçici 2. maddesinde ise; "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kovuşturma evresinde bulunan dava dosyaları hakkında: a) Mahkemenin görevli olmaması halinde, dosya üzerinde yapılacak inceleme sonucunda verilecek görevsizlik kararıyla dosya, görevli mahkemeye gönderilir. b) Daha önce soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış olan işlem ve kararlar hukuki geçerliliklerini sürdürürler" hükmüne yer verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1, 2, 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, dava dosyasının incelenmesinden, davacıya ait işyerinin işletme belgesi almadan açıldığı ve 4857 sayılı Yasa'nın 78/2. maddesinde belirtilen yükümlülüğe uyulmadığı, dolayısıyla işyerinin işletme belgesi almadan açıldığından bahisle davacı şirkete 4857 sayılı Yasa'nın 108. maddesine dayanılarak 105/2. maddesi uyarınca 904,00YTL idari para cezası verildiği, Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın görev yönünden reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, İş Kanunu'nun idari para cezalarına yapılacak itirazlara ilişkin hükmün yer aldığı 108. maddesinin 2. fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle kabahatler hakkında uygulanacak genel kanun olan Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağına ilişkin hükümleri ve 4857 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 5728 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca davacının 4857 sayılı Yasa'ya aykırı davrandığından bahisle verilen idari para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmadığı, sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.4.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4857 sayılı Kanun’un 78, 105 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 78. maddesinde, iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hakkında düzenlemeye yer verilmiş; 105. maddesinde, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hükümlere aykırılık halinde verilecek para cezaları belirtilmiş; “İdari para cezalarının uygulanmasına ilişkin hususlar” başlığını taşıyan 108. maddesinde(Değişik: 15/5/2008-5763/10 md.) ise, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” denilmiş, madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.       

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde,  " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 24.4.2008 gün ve 2008/317 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.4.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/93

KARAR NO: 2009/100

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü

Vekili         : Av. M.A.U.

Davalı        : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (Konya Sigorta İl Müdürlüğü)

    

O L A Y     : Aylık sigorta primleri bildirgelerinin, aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süre içerisinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79 ve 140. maddelerine göre idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile kısmen reddedilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle 19.1.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 20.1.2006 gün ve E:2006/187, K:2006/63 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na göre idari para cezalarının kabahat kapsamı içinde kalması sebebiyle davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar Konya Bölge İdare Mahkemesi’nce onanarak kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle 31.1.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KONYA 3. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 22.6.2007 gün ve D. İş No: 2006/131 sayı ile, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiği, bu nedenle davanın görüm ve çözüm görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, karar kesinleştikten sonra davacı vekilinin talebi ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. maddesi uyarınca ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME :  Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, aynı Yasa’nın 15. maddesi uyarınca Mahkememize gönderilen dava dosyasında, usule ilişkin işlemlerde bir eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Hakim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

17.7.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun daha sonra değişikliğe uğrayan 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanunun sayılan maddelerinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında asgari ücrete göre belirlenen oranlarda idari para cezası verileceği bent’ler halinde kurala bağlanmıştır. Aynı maddenin 4. fıkrası, 20.5.2007 tarihinde yürürlüğe giren 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilerek, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” şeklinde yeniden düzenlenmiş iken, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 31.05.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

 Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” hükmü yer almıştır.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu duruma göre, incelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 1.10.2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerek-miştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 20.1.2006 gün ve E:2006/187, K:2006/63 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.04.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/98

KARAR NO: 2009/101

KARAR TR : 13.04.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı    : Akmanoğlu Gümrük Müşavirliği Ltd. Şti.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü

  

O L A Y : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü’nün 29.5.2008 gün ve 20811 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak aynı Kanunun 107. maddesine göre para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.7.2008 gün ve Değişik İş:2008/140, K:2008/141 sayı ile, itirazcı vekili dilekçesinde, 2.5.2008 tarih ve 57 sayılı rapor gereğince müvekkili olduğu şirkete tahakkuk ettirilmiş olan 8.000,00YTL idari para cezasının iptalini talep ettiği, idari para cezasına konu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü’nden evrakların bir örneği istendiğinde itirazcı şirkette çalışan S. K. A. isimli işçinin şikayeti üzerine iş müfettişi tarafından evrakların incelenmek üzere istendiği, belirtilen süre içerisinde iş müfettişine evrakların teslim edilmediği, iş müfettişi Hasan Koca'nın raporu da göz önüne alındığında verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle, itirazcı Akmanoğlu Gümrük Müşavirliği Limited Şirketi'ne verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, itirazcının itirazının reddine karar vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 1. İDARE MAHKEMESİ; 19.11.2008 gün ve E:2008/1879, K:2008/1783 sayı ile, davanın, davacı şirket adına 4857 sayılı İş Kanunu'nun 92/2 maddesine aykırılık nedeniyle 8.000,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 29.05.2008 tarihli, B.13.0ÇGM.1.(660/03)251396.35-7 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, bu duruma göre kendi özel kanununda görevli yargı yerinin belirlenmediği veya bu konuda sürekli yada geçici boşluk oluşan hallerde, kanun koyucunun bu konuda genel iradesini ve anlayışını yansıtan ve konuya ilişkin genel hükümler içeren Kabahatler Kanunu uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi gerektiği, 8.2.2008 günlü, 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı "Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un" 578. maddesinin (öö) fıkrası ile 4857 sayılı Yasa’nın 108. maddesinin, idare mahkemesinin görevli mahkeme olarak gösterildiği 2. fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle bu tarihten itibaren anılan Yasada görevli mahkemeye ilişkin herhangi bir düzenleme kalmadığı, olayda, davacı şirket adına 4857 sayılı Yasa uyarınca 8.000,00YTL idari para cezası verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, davacıya 4857 sayılı Yasa uyarınca verildiği tartışmasız olan para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ye çözümünün, aynı Yasada görev konusunda bir düzenleme bulunmaması karşısında 5326 sayılı Yasa’nın anılan 3. maddesi uyarınca adli yargı yerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 13.4.2009 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Davacı tarafından görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ise de; söz konusu Sulh Ceza Mahkemesi kararından, verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle itirazcının itirazının reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı görev yönünden değil, davanın esası yönünden verilmiş bir karar olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 13.4.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/83

KARAR NO: 2009/102

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Özelleştirilen Bankada çalışmasını sürdüren personelin iş akdinin feshi üzerine özelleştirme öncesi sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönem için talep ettiği kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücretinden doğan davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S.U.

Vekilleri     : Av. A.Ş.-Av.Ş.A.M.

Davalı        : Etibank A.Ş. {Bayındırbank A.Ş. (Birleşik Fon Bankası A.Ş.)}

Vekili         : Av. A.A.

O L A Y : Davacı, Etibank'ta çalışmakta iken, Etibank Bankacılık A.O.’nın hisselerinin tümünün satıldığı 2.3.1998 tarihinde özelleştirildiğinde, görevine devam etmek istemesi ve Genel Müdürlükçe bu isteğinin kabul edilmesi sonucunda, 1.4.1998 tarihi itibariyle Etibank A.Ş.'ye nakil suretiyle özelleştirilen şirkette çalışmaya devam etmiştir.

Bu arada, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 27.10.2000 tarih ve 24213 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 86 no'lu kararı ile, Etibank A.Ş.'nin, temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarına dayanılarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmesine karar verilmiştir.

Bilahare, Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü'nce davacının hizmet akdi 31.1.2002 tarihi itibariyle feshedilmiş ve ihbar tazminatı, kıdem tazminatı ve izin ücreti ödenmiştir.

Davacı vekili, davacının davalı nezdinde 15.2.1989-31.1.2002 tarihleri arasında Emekli Sandığına tabi işçi statüsünde çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, son dört yıllık hizmeti için ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini, toplam hizmet süresinin nazara alınmadığını, her gün 9-18 saatleri arasında çalıştığını, günde 2-3 saat fazla çalışması olduğunu, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, fazlaya ait hakları saklı tutularak 500.000.000.-TL kıdem tazminatı farkı, 300.000.000.-TL ihbar tazminatı farkı ve 200.000.000.-TL fazla çalışma ücreti alacaklarının faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır

İZMİR 4. İŞ MAHKEMESİ; 30.6.2004 gün ve E:2002/1192, K:2004/450 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalının davalı nezdinde 15.2.1989-31.1.2002 tarihleri arasında T.C.Emekli Sandığına tabi işçi statüsünde çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, son 4 yıllık hizmeti için ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini, toplam hizmet süresinin nazara alınmadığını, her gün 9-18 saatleri arasında çalıştığını, günde 2-3 saat fazla çalışması olduğunu, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, fazlaya ait hakları saklı tutularak 500.000.000.-TL kıdem tazminatı farkı, 300.000.000.-TL ihbar tazminatı farkı ve 200.000.000.-TL fazla çalışma ücreti alacaklarının faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istediği, davalı vekili cevaplarında özetle, davacının, özelleştirme sonrası hizmetlerinin nazara alındığını ve tüm alacaklarının ödendiğini, özelleştirme öncesi Emekli Sandığına tabi geçen hizmetin, davalı işveren nezdinde SSK’ya tabi hizmetlerle birleştirilmesi talebinin yasal dayanağının bulunmadığını, zira, 1475/14 maddesine göre, önceki Emekli Sandığına tabi hizmetlerin birleştirilebilmesi için son işverenin kamu kuruluşu olması ve akdin yaşlılık, malullük aylığı ya da toptan ödeme alma amacıyla feshedilmesi gerektiğini, oysa davalı şirketin kamu kuruluşu olmadığını, akdin emeklilik, malûllük veya toptan ödeme alma amacıyla feshedilmediğini, 1475/13’e göre ihbar tazminatı verilerek feshedildiğini, alacağının bulunmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürdüğü, deliller toplandıktan sonra dosyanın bilirkişiye verildiği ve rapor alındığı, Mahkemelerine davacı vekili tarafından açılan emsal dosyanın kararının, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2004/7175 Esas, 2004/8506 Karar sayılı, 13.4.2004 tarihli kararı ile, K.H.K.ler, hükümlerine göre çalıştırılan bu kişilerle yapılan sözleşmelerin niteliğinin önem taşıdığı, doktrinde ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da bu sözleşmenin idari bir sözleşme olduğunun benimsendiği, sözleşmeli olarak çalıştırılacak kişinin statüsünün sözleşmenin kapsamı ve çalışma koşullarının K.H.K. ile belirlendiği, mahkemenin kabul ettiği şekilde taraflar arasındaki sözleşmenin 1475 sayılı İş Kanunu’nun belirttiği koşullarda düzenlenmiş bir sözleşme olarak kabulünün mümkün olmadığı, sözleşmelerde K.H.K.nin 14. maddesinde gösterildiği şekilde sendikalara üye olmaları, sendikal faaliyette bulunmaları, greve katılmalarının mümkün olmadığı belirtildiği gibi, yine K.H.K.nin 11. maddesinde, görevleri ile ilgili olarak kuruma verdiği zararlardan özel hukuk hükümlerine tabi olduklarının ifade edildiği ve ayrıca K.H.K.nin 4/C maddesinde öngörüldüğü şekilde görevleri sırasında öğrendikleri yazılı bilgi ve belgeleri görevden ayrılmış olsalar bile izin olmadan açıklayamayacaklarının belirtildiği, sözleşmelerin diğer maddeleri de incelendiğinde K.H.K.nin esas alındığının görüldüğü, bu durumda, taraflar arasındaki sözleşmelerin idari nitelikte sözleşmeler olarak kabulü ile görevsizlik kararı vermek gerekirken işin esasına girilerek hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğundan hükmün bozulmasına karar verildiği, davacının 233 sayılı K.H.K. hükümlerine göre düzenlenen sözleşmelerle çalıştırıldığı, bu çalışma şeklinin 1998 yılı özelleştirme işlemine kadar devam ettiği, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bozma kararına göre idari nitelikteki sözleşmeler ile çalıştırılmış olduğundan, toplanan ve değerlendirilen tüm kanıtlar ile dosya kapsamına göre Mahkemeleri görevsiz olup, İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, T.C.Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı da davalı olarak göstermek suretiyle davacının iş akdinin feshi nedeniyle bankanın özelleştirme idaresine devredildiği 1.4.1998 tarihinden sonraki çalışma süresi üzerinden kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti alacaklarının kendisine ödendiğini ve daha önce Bankada çalışmaya başladığı 15.2.1989 ila 1.4.1998 döneminin hesaplamada dikkate alınmayarak kıdem tazminatının eksik ödendiğini, fazla çalışma ücretinin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.695.861.351.-TL tazminatın akdin sona erdirildiği tarihten itibaren bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ; 19.12.2006 gün ve E:2005/1110, K:2006/3233 sayı ile, davanın, davalı Bankanın Fethiye Şubesinde görev yapan davacının iş akdinin tek taraflı olarak fesh edildiği nedeniyle uğradığını iddia ettiği 5.695.861.351.-TL brüt tazminatın akdin sona erdirildiği tarihten itibaren faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açıldığı, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde, İş Yasası’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Yasası’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların çözümünün iş mahkemelerinin görevine girdiğinin belirtildiği, bakılan davada ise, davacının feshedilen Etibank A.Ş.nin Fethiye Şubesi’nde 1475 sayılı İş Kanunu’na tabi olarak çalışmaktayken iş akdine son verildiği anlaşıldığından yukarıda metni yazılı Yasa hükmü uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli yargı yerinde Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine ve idari yargı yerinde ise Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine dava açılmış olması nedeniyle, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Etibank A.Ş. Genel Müdürlüğü aleyhine açılan dava yönünden uyuşmazlıkta “tarafların aynı olması” koşulunun gerçekleştiği kabul edilerek, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosya örneğinin 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Etibank’ta 15.2.1989 tarihinde işe başlayan davacının, bu tarih ile bankanın Özelleştirme İdaresi’ne devredildiği 1998 yılı arasındaki döneme ilişkin olarak; bu sürenin hesaplamada dikkate alınmayarak kıdem tazminatının eksik ödendiği, fazla çalışma ücretinin ödenmediği iddiasıyla; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla hesapladığı parasal alacağının faizi ile tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

233 sayılı KHK hükümlerine tabi bir iktisadi devlet teşekkülü olan Etibank'ın bünyesinden ayrılan ve özelleştirme programına alınan "Etibank Bankacılık Anonim Ortaklığı"nda kamuya ait bulunan (%100) hisselerin tamamının, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca 13.1.1998 tarih ve 11 sayı ile satışına karar verilmesi ve Özelleştirme İdaresi ile alıcı Medya İpek Holding Anonim Şirketi arasında 2.3.1998 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi’nin imzalanması üzerine özelleştirme süreci tamamlanmış olup, Etibank Bankacılık A.O., aynı zamanda yürürlük tarihi olan imza tarihi itibariyle Etibank A.Ş. ismiyle özel hukuk tüzel kişiliğine dönüşmüştür.

Etibank Bankacılık A.O.'nda 399 sayılı KHK hükümlerine tabi sözleşmeli personel olarak çalışmış olan davacı, özelleştirme sürecinin tamamlanması üzerine, 1.4.1998 tarihi itibariyle Etibank A.Ş.'ye nakil suretiyle iş hukukuna tabi olarak çalışmaya başlamış; fakat sosyal güvenlik yönünden, 5434 sayılı Yasa'nın 192. maddesi ile tanınan olanaktan yararlanarak Emekli Sandığı ile ilgisini sürdürmüştür.

Bu duruma göre, özelleştirmenin tamamlandığı andan itibaren, gerek Bankanın özel hukuk tüzel kişiliğine dönüşmüş olması, gerekse bu Bankada kalan davacının iş hukukuna tabi olarak çalışması karşısında, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu'nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararının, bunun kapsamı dışına çıkan Banka ve davacı yönünden bağlayıcılığını yitirdiği kuşkusuzdur.

Her ne kadar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca 27.10.2000 tarih ve 86 sayı ile, Etibank A.Ş.'nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesinin (3) ve (4) sayılı fıkralarına göre Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesine ve aynı Kurulca 13.12.2001 gün ve 554 sayı ile, Etibank A.Ş.'nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin 28.12.2001 tarihi itibariyle kaldırılmasına ve Bankanın tasfiyesine karar verilmiş ise de, 20.3.2002 gün ve 653 sayılı karar ile tasfiye halindeki diğer bankalarla birlikte yine hisselerinin tamamı TMSF'ye ait Bayındırbank A.Ş.(5411 sayılı Bankacılık Kanununun 109. maddesi hükmü çerçevesinde, Fon Kurulunun 7.12.2005 tarih ve 515 sayılı kararı ile Bayındırbank A.Ş. Anasözleşmesinin 2. maddesinde belirtilen ünvanı Birleşik Fon Bankası A.Ş. olarak değiştirilmiştir.) bünyesinde devren birleştirilmesi işlemlerinin 5.4.2002 tarihine kadar gerçekleştirilmesinden sonra tüzel kişiliği sona erdirilerek Ticaret Sicili’nden terkin edilmesi öngörülen Etibank A.Ş.'nin, 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 14. maddesine göre BDDK tarafından hisseleri ve/veya yönetim ve denetiminin TMSF'na devredilmiş olması, anılan Yasa maddesinde belirtilen "...devredilen bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri..." amacına yönelik olup, bu süreç boyunca Bankanın özel hukuk tüzel kişiliğinde bir değişiklik söz konusu değildir.

Açıklanan nedenlerle, ortada kamu idaresince tesis edilmiş bir idari işlem ya da eyleme karşı açılmış 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen idari davalardan biri söz konusu olmayıp, özelleştirilen Bankaya karşı, İş Kanunu uyarınca kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti verilmesi istemiyle açılan davanın, iş hukuku ilke ve kurallarına göre adli yargı yerince çözümleneceği kuşkusuzdur.

Öte yandan, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, İş Kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerince çözümleneceği öngörülmüştür.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 4. İş Mahkemesi’nin 30.6.2004 gün ve E:2002/1192, K:2004/450 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/104

KARAR NO: 2009/103

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İdare ile eczane arasında, indirimli ilaç satışına ilişkin sözleşme uyarınca verilen ilaçların bedelinin ödenmesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : F.T.M.

Vekili         : Av. Ü.T.

Davalı        : İl Sağlık Müdürlüğü/BALIKESİR

Vekili         : Hazine Av. I.P.D.

O L A Y     : Serbest eczacılık yapan davacı, Balıkesir İli, Savaştepe İlçesinde bulunan Savaştepe Eczanesi'nin sahibi ve mesul müdürüdür. Savaştepe Sağlık Merkezi bünyesindeki personele %2,5 indirim suretiyle ilaç verilmesi hususunda, anılan eczane, Eczacılar Odası ve Balıkesir İl Sağlık Müdürlüğü arasında; Türk Eczacılar Birliği ile Maliye Bakanlığının ortaklaşa imzaladıkları protokol esas ve şartlarında anlaşma yapılmıştır.

 Anılan Protokolün, IV-Ödeme Zamanı başlıklı maddesinde; “İlgili kurumlar, reçeteler üzerinde gerekli incelemeyi yaptıktan sonra, bedellerini reçetelerin kuruma veriliş tarihinden itibaren en geç 18 iş günü içinde ödemek üzere gerekli işlemleri tamamlamak zorundadırlar…” hükmüne yer verilmiştir.

   Davacı vekili; müvekkilesinin, Savaştepe Sağlık Merkezi bünyesindeki personele verilen ilaçlarla ilgili olarak 5.2.2004 tarih ve A056069 seri numaralı faturasını keşide ettiğini ve bu faturanın ekine, personele ait hasta sevk kâğıtları, doktor reçetesi, ilaç kupürleri ve ilaç katılım payı formunu da ekleyerek İl Sağlık Müdürlüğü'ne gönderdiğini; fatura aslı ve ekindeki belgelerin, Balıkesir İl sağlık Müdürlüğü’ne 6.2.2004 tarihinde teslim edildiğini ve 1977 kayıt numarası ile evrak kayıt numarası almış olduğunu; buna rağmen imzalanan protokol gereği; fatura bedelini en geç 18 gün içinde ödenmesi zorunluluğuna rağmen parasını hala alamadığını; idareden Noter vasıtasıyla tanzim edilen başvuru dilekçeleri ile fatura bedelinin istenmiş olmasına karşın, istemlerinin reddedildiğini belirterek; İdarenin, ödeme evrakının kendilerinde olmadığını, ödemenin yapılabilmesi için bu belgelerin olması gerektiğini, müvekkilesi adına ödeme evrakını getiren kişiye daha sonra tahakkuk odasına götürülmek üzere evrakın geri verildiğini ancak evrakın tahakkuk odasına teslim edilmediğini belirterek; idarenin, teslim alıp evrak kayıt numarası verdiği bir ödeme evrakını kaybederek ağır bir hizmet kusuru işlediği iddiasıyla ödenmeyen ilaç faturaları bedeli toplamı 1.915,85 TL' nin fatura tarihi olan 5.2.2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsili istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BURSA 3. İDARE MAHKEMESİ; 28.4.2005 gün ve E: 2005/448, K: 2005/643 sayı ile, Savaştepe Sağlık Merkezi personelinin tedavi reçetelerindeki ilaçlarının alınması konusunda yapılan anlaşma ile taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinden ve sözleşmenin uygulanmasından doğan bu alacak anlaşmazlığının anılan sözleşme hükümleri ve özel hukuk (Borçlar kanunu) kuralları uygulanarak adli yargı düzenine dahil genel mahkemeler tarafından görülüp çözümlenmesi gerektiğinden mahkemelerinin görevsiz olduğu gerekçesiyle, davanın görev yönünden reddine, karar verilmiş; yapılan itiraz, Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 19.12.2006 gün ve E:2005/1389, K:2006/1305 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

BALIKESİR 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 11.12.2007 gün ve E:2007/749, K:2007/1608 sayı ile, tüm dosya kapsamı, bilgi, belge ve beyanlar birlikte değerlendirilerek, Her ne kadar davacı vekili tarafından Savaştepe Sağlık Merkezi namına İl Sağlık Müdürü ve Savaştepe Eczanesi adına davacı tarafından imzalanıp Türk Eczacılar Birliği ve Bölge Ecza Odasınca onaylanan 2004 yılı eczane anlaşması uyarınca Savaştepe sağlık merkezinde çalışan devlet memurlarına Ocak 2004 ayında verilen ilaçlara ilişkin verilen iki fatura bedeli toplamı olan 1.915.85 YTL’nin ödenmesi istemi idareye başvuruda bulunduğu yine davacı tarafından noterlik kanalı ile davalı muhatap alınarak aynı maksat ile ihtarname çekildiği ve alacağın ödenmesi sebebi ile mahkemelerinde dava açılmış ise de; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 209.maddesinin 5. fıkrası ve devlet memurları tedavi yardımı ve cenaze giderleri yönetmeliğinin 2. ve 19. maddeleri dikkate alındığında ilgili mevzuat hükümleri gereğince idareye yüklenmiş olan tedaviye ilişkin ilaç temin etme veya ilaç bedelinin ödeme yüklüğünün kamu hizmetlerinden biri olduğu, bu durumda çalışanlarının tedavisinde kullanılacak ilaçları doğrudan doğruya sağlayamayan idarenin, eczaneler ile yapmış olduğu anlaşmasında, Kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılmış bir sözleşme olacağından, bu sözleşmeye ilişkin olarak çıkan uyuşmazlıkların çözüleceği yerin idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 04.05.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu ve dava dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, idare ile davacı eczane arasında, Savaştepe Sağlık Merkezi personeline indirimli ilaç satışına ilişkin sözleşme uyarınca verilen ilaç bedelleri toplamı olan 1.915.850.000.-TL'nin davalıdan alınıp tarafına verilmesine karar verilmesi istemidir.

Bir kamu hizmetinin yürütülmesi için ihtiyaç duyulan mal veya hizmet temini sırasında, "idarede kanunilik" ilkesi gereğince idarenin belirli usul ve esaslara uyması zorunlu olup; işin sözleşmeye bağlanmasından önce geçen bu süreçte tesis edilen işlemlerin, kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olması nedeniyle idari işlem niteliğini taşıması karşısında, yargısal denetiminin idare hukuku ilkelerine göre idari yargı yerlerince yapılacağı tartışmasızdır. Ancak, işin sözleşmeye bağlanmasından sonraki işlemlerin hangi hukuki rejime tabi olacağının tespiti için: yapılan sözleşmenin konusu ile içerdiği hüküm ve koşulların niteliğinin ayrıca incelenmesi gerekecektir.

İdari sözleşme, idarenin kanunsal yetkisine dayanarak, kamu hizmeti gerekleri ve kamu yararı nedeniyle yaptıkları sözleşmelerdir. Bunlar idarenin ayrıcalıklı ve üstün hak ve yetkilerini içerirler. İdare, bu sözleşme hükümlerinde tek yanlı değişiklik yapabilir ya da sözleşmenin feshine gidebilir, Bu nitelikte olmayan diğer sözleşmeler ise, genelde özel hukuk alanında, özel hukuk kurallarına göre düzenlenir.

İl Sağlık Müdürlüğü ile davacı arasında imzalanan ve Bölge Eczacı Odası tarafından onaylanan sözleşme/anlaşma ile, Davacı eczaneden kurum personeli ile bakmakla yükümlü oldukları yakınlarına %2,5 indirim suretiyle ilaç alınması amaçlanmıştır. 1.1.2004 tarihinden itibaren yenilenen sözleşme incelendiğinde; sözleşmenin, tarafların serbest iradelerine dayandığı, ticari nitelikli olduğu anlaşılmaktadır. Kamu Hukukunun ve dolayısıyla kamu gücünün bu sözleşmede yeri bulunmamaktadır.

Nitekim sözleşmede, 11.2.2004 tarih ve 25370 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve Maliye Bakarlığı ile Türk Eczacıları Birliği merkez Heyeti arasında imzalanan protokol hükümlerinin geçerli olduğu belirtilmiştir.

Anılan protokol incelendiğinde; birinci bölümde protokol hükümlerinin kimleri kapsayacağı belirtilmiş, “Uygulama Esasları” başlıklı ikinci bölümde, protokol kapsamına girenlerin tabi oldukları mevzuat hükümleri çerçevesinde eczanelerden temin edecekleri reçete muhteviyatı ilaçların nasıl verileceği, kontrollerin ne şekilde yapılacağı, sağlık karneleri ve reçetelerin şekil ve süreleri, v.s., “Sözleşmenin Feshini Gerektiren Hususlar” başlıklı üçüncü bölümde, belirtilen fiiller nedeniyle eczanelerin sözleşmeleri ilgili kurum tarafından tek taraflı olarak feshedileceği, bu eczanelerle fesih tarihinden itibaren belirtilen süreler içerisinde yeniden anlaşma yapılamayacağına ilişkin hususlar belirtildikten sonra bölümün sonunda, “Eczane, bir ay önceden anlaşma yaptığı kurumlara haber vermek şartıyla sözleşmeyi feshedebilir.”; “Ödeme Zamanı” başlıklı dördüncü bölümde, “İlgili kurumlar, reçeteler üzerinde gerekli incelemeyi yaptıktan sonra, bedellerini reçetelerin kuruma veriliş tarihinden itibaren en geç 18 iş günü içinde ödemek üzere gerekli işlemleri tamamlamak zorundadırlar. Kan ürünü ve hemofili reçeteleri öncelikli ödenir.” Denilmiş; Anlaşma başlıklı altıncı bölümde de, kurum ve kuruluşların % 2,5 iskonto yapan ve başvuru formunu getiren her eczane ile (feshi gerektirecek hususlar nedeniyle sözleşmeleri feshedilenler ile muvazaalı olarak açılan eczaneler hariç) anlaşma yapacakları ifade edilmiştir.

Protokolde, tarafların karşılıklı fesih yetkileri, belirlenen oranda iskonto yapan her eczane ile anlaşma yapılacağı gibi hususların yer aldığı görülmektedir.

Bu durum karşısında, sözleşme kamu hukuku ağırlıklı değil, tarafların serbest iradesi ile oluşmaktadır. İdarenin sözleşmedeki fesih ve diğer yetkilerinin karşı taraftan fazla bulunması, bu sözleşmenin özel sözleşme niteliğini etkilemediği gibi; kamu hizmetine ilişkin bulunsa da idarenin üstün yetkilerle donatıldığı sonucunu doğurmamaktadır. Yapılan protokol, kurum personeline verilecek ilaçların eczaneden %2,5 indirimle alınması koşullarını belirlediğine göre; taraflar arasındaki sözleşmenin uygulanmasından doğan uyuşmazlığın anılan sözleşme hükümleri ve özel hukuk kuralları uyarınca adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Balıkesir 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Balıkesir 2.Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 11.12.2007 gün ve E:2007/749, K:2007/1608 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.05.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/118

KARAR NO: 2009/104

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : İdarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan ve 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1) A.D., 2) O.D.

Vekilleri     : Av. M.S. Ş. - Av. N. F. Ş.

Davalı        : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. N.Ö.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıların, Adapazarı, Ferizli İlçesi, Kilise Bayırı mevkiinde, tapuda kayıtlı, 6 pafta nolu ve 3116 parsel nolu 803 m2 yüzölçümündeki taşınmazın müşterek malikleri olduğunu, mevcut taşınmazın Sakarya-Karasu duble Devlet yolunun Ferizli girişindeki Ferizli kavşak bağlantısının doğusunda ve duble yolun kuzeyinde kaldığını, taşınmazın kuzey cephesinin ise eski Adapazarı Karasu yolu ile çevrili bulunduğunu, duble yol ve kavşak bağlantısı sebebiyle yapılan dolgu çalışmaları sonucu davacılara ait taşınmazın yol seviyesinden 5 metre aşağıda kaldığını, ayrıca duble yol menfezinin davacıların taşınmazına isabet etmesi sebebiyle yağmur sularının aktığı kanal haline geldiğini, dolgu şevleri taşınmazın 3/4 ünü kapladığı gibi, geri kalan kısmın da menfez kanalı niteliğine dönüştüğünü, davacıların bu haliyle taşınmazdan hiçbir şekilde istifadeleri mümkün olmadığı gibi menfez yüzünden toprak dolgu yaparak taşınmazı yol seviyesine yükseltmelerinin de mümkün olmadığını, taşınmazın Ferizli Belediye sınırları içinde ve imar planı dahilinde olduğunu, yol, su, elektrik, telefon gibi tüm hizmetlerden faydalandığını, arsa niteliğinde ve rayiç bedelinin m2 birim fiyatı olarak 25 ila 30.000.000.-TL arasında olduğunu, davacılar Karayolları 1. Bölge Müdürlüğü'ne resmen başvurarak mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmişlerse de bu konuda herhangi bir işlem yapılmadığı gibi dilekçeye cevap dahi verilmediğini ileri sürerek kamulaştırmasız el atılan 3116 parsel nolu taşınmazın bedeli olan 20.075.000.000.-TL’nın davalıdan tazminine, dava konusu taşınmazın davalı idare adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmış; 18.11.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile de hükmedilecek bedele dava tarihi olan 29.9.2003 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına karar verilmesini talep etmiştir.

FERİZLİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 23.3.2004 gün ve E:2003/247, K:2004/61 sayı ile, davacılar vekilinin dava dilekçesinde, müvekkillerine ait Ferizli İlçesi, Kilise Bayırı mevkiinde kain 6 pafta, 3116 parsel sayılı taşınmazın, davalı tarafından Sakarya-Karasu Devlet karayolu yapımı sırasında dolgu çalışmaları neticesinde yol seviyesinden 5 metre aşağıda kaldığını, ayrıca yol menfezinin bu taşınmaza isabet etmesi nedeniyle yağmur sularının aktığı kanal haline geldiğini, davacıların bu mağduriyetinin giderilmesi için davalı idareye başvurduklarını, ancak herhangi bir sonuç alamadıklarını beyan ederek davacılara ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmanın önlenmesine ve dava konusu yerin değeri olan 20.075.000.000.-TL’nin davalı idareden tazminine karar verilmesini istediği, 18.11.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile de hükmedilecek bedel için dava tarihi olan 29.9.2003 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesini talep ettiği, Mahkemelerinin oturumunda da aynı isteklerini tekrarladığı, davalı idare vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazla ilgili olarak idarenin herhangi bir kamulaştırma planı veya çalışmasının olmadığını, dava konusu taşınmaza idarece el konulmasının da söz konusu olmadığını, ilgili yerde Belediyece yapılmış bir çalışma olup olmadığının araştırılması gerektiğini belirterek, haksız açılan davanın reddine karar verilmesini istediği, mahallinde keşif yapıldığı, bilirkişi raporlarının dosyaya ibraz edildiği ve davaya konu yerde herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığının tespit edildiği, dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davaya konu yerin bütünlüğüne dokunulmadan Karayolları tarafından Karasu-Adapazarı yolunun yapıldığı, davaya konu yerle ilgili herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığı, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olarak yaptıkları tesislerin ya da bu tesislerin kullanılmasından dolayı kişilerin uğramış oldukları zararların ödetilmesine ilişkin davaların idari nitelikte olduğu ve bu tür davalara bakmaya idare mahkemelerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ’nin 7.10.2004 gün ve E:2004/7240, K:2004/9661 sayılı kararıyla, “Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre ve özellikle dava konusu taşınmaza doğrudan el atılma söz konusu olmayıp, plan ve projeye uygun olarak yapılan yol çalışmaları nedeniyle taşınmazda meydana gelen heyelandan dolayı zarar oluştuğundan, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 11.2.1959 gün ve 17-15 sayılı kararı uyarınca davaya idari yargıda bakılması gerekeceğinden bahisle mahkemece görevsizlik kararı verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olmadığından usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA,…” karar verilmek suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedeli olan 17.666.000.000.-TL’nın 29.9.2003 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazminine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davanın kısmen kabul, kısmen reddi yolunda verdiği kararın taraflarca temyizi üzerine DANIŞTAY 8. DAİRESİ’nin 1.10.2007 gün ve E:2007/5207, K:2007/4966 sayılı kararıyla bozulması üzerine SAKARYA 1. İDARE MAHKEMESİ; 13.2.2008 gün ve E:2008/91 sayı ile, Mahkemelerince verilen 6.4.2007 gün ve E:2004/2176, K:2007/358 sayılı kararın Danıştay 8. Dairesi’nin 1.10.2007 gün ve E:2007/5207, K:2007/4966 sayılı kararıyla bozulması üzerine bozma kararına uyularak işin gereğinin görüşüldüğü, davanın, davacılara ait Sakarya İli, Ferizli İlçesi, Kilisebayırı mevkiinde, tapuda 6 pafta ve 3116 parsel numarası ile kayıtlı bulunan 803 metrekare yüzölçümlü taşınmazın, Adapazarı-Karasu devlet yolunda yapılan dolgu yol çalışmaları sonucunda kullanılamaz hale geldiği ileri sürülerek taşınmaz bedeli olan 17.666,00.-YTL’nin yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmünün yer aldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, tam yargı davalarının, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar olduğu belirtilerek idari dava türleri arasında sayıldığının görüldüğü, dosyanın incelenmesinden, davacıların maliki bulunduğu taşınmazın, Adapazarı-Karasu Devlet yolunda yapılan dolgu yol çalışmaları sonrasında yol seviyesinden 7 metre aşağıda kaldığı, taşınmaza isabet eden menfezden akan yağmur suları sebebiyle bir su kanalına dönüştüğü, dolgu şevinin taşınmazın ¾’ünü kapladığından bahisle, davacıların taşınmazın kamulaştırılması istemiyle dava idareye yaptığı başvurunun cevap verilmeyerek reddedildiği, 29.9.2003 tarihinde de taşınmazın bedeli olarak belirtilen miktarın tazmini ve taşınmazın davalı idare adına tescil edilmesine karar verilmesi istemiyle Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı, bu davada yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda; taşınmaz için hiçbir kamulaştırma işlemi yapılmadığı, taşınmazın büyük bölümüne fiilen el konulmuş durumda olduğu, taşınmazın yol yapımı nedeni ile yapılan dolgu ve şevler ile ana asfalt noktasından 6-7 metre kadar aşağıda kaldığı, şev dolgularından dolayı parselin iyice küçüldüğü, Karasu asfaltının doğu kenarından gelen tüm su ve akıntıların parsel başlangıcında bulunan menfez yardımı ile taşınmaza girecek pozisyonda olduğu ve taşınmazın bir dere yatağı görünümüne geldiği, menfez giriş ve çıkışları nedeni ile de parselin dolgu yapılarak yükseltilmesi suretiyle kullanımının da mümkün olmadığı, taşınmazın tamamının kullanılamaz hale geldiği ve taşınmazın değerinin 17.666,00.-YTL olduğunun belirtildiği, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi’nce ise, dava konusu yerle ilgili herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığı, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olarak yaptıkları tesislerin ya da bu tesislerin kullanılmasından dolayı kişilerin uğramış oldukları zararların ödetilmesine ilişkin davaların idari nitelikte olduğu ve bu tür davalara bakmaya idare mahkemelerinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verdiği, bu kararın Yargıtay tarafından onanması üzerine, taşınmazın kullanılamaz hale geldiği ileri sürülerek taşınmaz bedeli olan 17.666,00.-YTL’nin yasal faiziyle ödenmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, idarenin yapmış olduğu işlem ve eylemlerden doğan zararlardan sorumlu tutulmasının hukuk devletinin bir gereği olduğu, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ortada bir zarar bulunması ve bu zararın idari işlem veya eylemden kaynaklanması, başka bir deyişle, zararla idari davranış arasında illiyet bağı bulunması gerektiği, yani zararın idari davranıştan doğması gerektiği, öğretide, idarenin yasal bir dayanak olmaksızın, yani hukuka uygun usuller kullanmadan, belirli bir bedel ödemediği halde özel mülkiyette bulunan bir taşınmazın tamamını veya bir kısmını işgal etmesinin kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği, mülkiyet hakkının açık bir usulsüzlük ve hukuka aykırılık ile ihlali sonucunu doğuran bu eylemin de fiili yol olarak tanımlandığı, mülkiyet hakkının ihlali, olaydaki hukuka aykırılığı çok açık bir hale getirdiğinden eylemin idari olmaktan çıkarak bir başka deyişle, eylemdeki idarilik yok olarak haksız fiile dönüştüğü ve bu uyuşmazlıkların adli yargı mercilerinde çözümlendiği, her ne kadar Asliye Hukuk Mahkemesi kararında, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olarak yaptıkları tesislerin ya da bu tesislerin kullanılmasından dolayı kişilerin uğramış oldukları zararların ödetilmesine ilişkin davaların idari nitelikte olduğu ve bu tür davalara bakmaya idare mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş ise de, idarenin hukuka uygun usuller kullanmadan, kamu hizmeti ile bağlantısı bulunmayan eylem ve işlemlerini idari işlem veya eylem olarak kabul etmeye hukuken olanak bulunmadığı, bu durumda, dava konusu uyuşmazlıkta idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir zarar değil, idarenin kamulaştırmasız el atma yoluyla vermiş olduğu bir zarar olduğundan, bu davanın adli yargı yerince çözümlenmesi gerektiği, ancak, daha önce adli yargı yerince görevsizlik kararı verilip, bu karar kesinleştiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğduğu gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, duble yol ve kavşak bağlantısı sebebiyle yapılan dolgu çalışmaları sonucu davacılara ait taşınmazın yol seviyesinden 5 metre aşağıda kaldığı, ayrıca duble yol menfezinin davacıların taşınmazına isabet etmesi sebebiyle yağmur sularının aktığı kanal haline geldiği, dolgu şevleri taşınmazın 3/4 ünü kapladığı gibi, geri kalan kısmın da menfez kanalı niteliğine dönüştüğü, davacıların bu haliyle taşınmazdan hiçbir şekilde istifadelerinin mümkün olmadığı ileri sürülerek taşınmaz bedelinin yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Dava dilekçesinde, duble yol ve kavşak bağlantısı sebebiyle yapılan dolgu çalışmaları sonucu taşınmazın yol seviyesinden 5 metre aşağıda kaldığı, ayrıca duble yol menfezinin taşınmaza isabet etmesi sebebiyle yağmur sularının aktığı kanal haline geldiği, dolgu şevleri taşınmazın 3/4 ünü kapladığı gibi, geri kalan kısmın da menfez kanalı niteliğine dönüştüğü, bu haliyle taşınmazdan hiçbir şekilde istifadenin mümkün olmadığı ileri sürülmüştür.

Dosyada bulunan :

Asliye Hukuk Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu inşaat mühendisi olan bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, dava konusu olan taşınmaz için hiçbir kamulaştırma işlemi yapılmadığı ve taşınmazın büyük bölümüne fiilen el konmuş durumda olduğu, mahalde yapılan gözlemlerde, yeni Adapazarı-Karasu yolu yapımı nedeni ile yapılan dolgu ve şevler ile ana asfalt üst noktasından 6-7 metre kadar aşağıda kaldığı, bahsi geçen yol kenarındaki şev dolgularından dolayı da parselin iyice küçüldüğü, öte yandan parselin üst başlangıç noktasında yeni açılan yolun alt kotunda kalan menfez girişi bulunduğu, yani yeni açılan Karasu asfaltının doğu kenarından gelen tüm su ve akıntıların parsel başlangıcında bulunan menfez yardımı ile dava konusu taşınmaza girecek pozisyonda olup, taşınmazın bir dere yatağı görünümüne geldiği, menfez giriş ve çıkışları nedeni ile de parselin dolgu yapılarak yükseltilmesi sureti ile kullanımının da mümkün görülmediği, sıralanan nedenlerden dolayı parselin büyük kısmına el atıldığı ve kalan kısmından da hiçbir şekilde tasarruf edilemeyeceği, bu nedenlerle, taşınmazda değer azalışına esas teşkil edecek alan ve tasarruf imkanı kalmadığı, dolayısı ile taşınmazın tamamının değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

Aynı Mahkemece yaptırılan diğer bilirkişi incelemesi sonucu kadastro teknisyeni tarafından düzenlenen raporda, kadastro paftasının zemine aplike edildiği, yapılan aplikasyon neticesinde paftanın zemine uygun olduğunun görüldüğü, dava konusu 3116 nolu parselin doğusunda Adapazarı-Karasu şosesinin mevcut olduğu, Adapazarı Karasu yolu yapımı nedeniyle yapılan dolgu ve şevler ile ana asfalt üst noktasından 6-7 metre kadar dava konusu parselin aşağıda kalmakta olduğu, parselin kuzeyinde Adapazarı Karasu yolunun alt kotunda kalan menfez girişi bulunmakta olup, yağmur sularının menfezden geçtiğinin görüldüğü ifade edilmiştir.

İdare Mahkemesince üç bilirkişiye yaptırılan inceleme sonucu düzenlenen raporda ise, yeni inşa olunan ve dava konusu parselin etkilendiği ileri sürülen Adapazarı-Karasu Devlet karayolunun yapımında, gerek geometrik standartlar gerek alt ve üstyapı inşasındaki mühendislik tekniği açısından kural-dışı bir durumun saptanamadığı, anılan taşınmazın “kamulaştırma işleminin” ya da “3194 sayılı İmar Kanunu 18. maddesi” gereğince “arsa ve arazi düzenlemesinin” imar planlarını yapan Ferizli Belediyesi’nce yapılması gerektiği açıklamasına yer verilmiştir.

Dava dilekçesi ve yukarıda sözü edilen bilirkişi raporlarında yer alan tespitler karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Belirtilen nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi ile ayrıca verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sakarya 1.İdare Mahkemesi’nce 13.2.2008 gün ve E:2008/91 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİ ile ayrıca verilen GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/121

KARAR NO: 2009/105

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : E.Ö.

Davalı        : Gazipaşa Kaymakamlığı

  

O L A Y     : Gazipaşa Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Denetleme Büro Amirliği’nce düzenlenen 24.6.2007 gün ve 375494 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 21 ve 48/5. maddeleri uyarınca ceza puanı ile birlikte idari para cezası verilmiştir. Aynı olay nedeniyle davacının sürücü belgesine de altı ay süre ile el konulmuştur.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

GAZİPAŞA SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.10.2007 gün ve 2007/208 D. İş sayı ile, itiraz eden hakkında Gazipaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliği ekiplerince 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesinde düzenlenen “alkollü araç kullanmak yasağı” kuralını ihlal ettiğinden bahisle idari para cezası düzenlendiğinin görüldüğü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinden söz ederek, idari para cezalarına karşı yasa yolu denetiminde yetkili ve görevli merciin tayininde mutlak surette sulh ceza mahkemesinin görevli olduğundan bahsedilemeyeceği, itiraz konusu olay ele alındığında, 2918 sayılı Kanun’un 116. maddesi uyarınca ancak tescil plakalarına göre araç sahibinin gıyabında düzenlenen ceza tutanaklarına karşı sulh ceza mahkemesinde itirazın mümkün olduğu, bu kapsamda bulunmayan, sürücünün yüzüne karşı tanzim olunduğu anlaşılan idari para cezası tutanağına dayanan itirazın, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 6.12.1999 gün ve 44/45 sayılı ilamı ile kabul edildiği üzere, göreve ilişkin genel kurala göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu hususun benzer olaylar nedeniyle Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 26.12.2001 gün ve 2001/18821-20184, 3.7.2002 gün ve 2002/13273-10592, 06.02.2003 gün ve 2003/10-83 sayılı ilamları ile de kabul edildiği, dolayısıyla itiraz konusu olay hakkında Mahkemelerinin görevsiz olduğu ve bu konudaki ihtilafın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği kanaatine varıldığı gerekçesiyle itiraz eden E. Ö. tarafından, Gazipaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil ve Denetleme Amirliği’nce düzenlenmiş olan 24.06.2007 tarih, EJ-375494 sıra numaralı ceza tutanağına karşı yapılan itiraz konusunda görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 4.1.2008 gün ve E:2007/1789 sayı ile, E. Ö. tarafından EJ 375494 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağının iptali istemiyle Gazipaşa Kaymakamlığı’na karşı dava açıldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacı hakkında Gazipaşa Emniyet Müdürlüğü tarafından 24.06.2007 tarih ve EJ 375494 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağı ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 21 ve 48/5. maddeleri uyarınca toplam 896.-YTL para cezası verildiği, ayrıca 24.06.2007 tarih ve 37 sayılı sürücü belgesi geri alma tutanağı ile sürücü belgesinin 2918 sayılı Kanun’un 48/5. maddesi uyarınca 6 ay süreyle geri alındığı, davacı tarafından 24.06.2007 tarih ve EJ 375494 sayılı trafik idari para cezası karar tutanağına karşı Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığı, Mahkemece 15.10.2007 gün ve 2007/208 D. İş sayılı davanın görev yönünden reddine ilişkin kararın verildiği, 14.11.2007 gününde, Mahkemelerinde görülen davanın açıldığının anlaşıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda idari para cezalarına karşı görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme (116. maddedeki itiraz yolu hariç) yer verilmemiş olması karşısında, 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca 2918 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezası karar tutanağının iptali istemiyle açılan bu davanın idari yargı yerinde görülmesine yasal olanak bulunmadığı sonucuna varıldığı, ancak daha önce Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verildiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğduğu gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 21 ve 48/5. maddeleri uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 21. maddesinde, “Tescil edilen araçlar, "Trafik Belgesi" ve "Tescil Plakası" alınmadan karayollarına çıkarılamaz.

(Değişik : 21/5/1997 - 4262/4 md.) Bu madde hükmüne uymayan sürücüler 14 400 000 lira para cezası ile cezalandırılırlar.

Bu gibi araçlar eksiklikleri giderilinceye kadar trafikten menedilir.

Trafik belgesi, tescil belgesi geçersiz duruma gelince sürekli olarak, üzerinde eksik veya yanlış bilgi bulunması halinde geçici olarak trafik zabıtasınca geri alınır” ve 48. maddesinin beşinci fıkrasında(Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md),Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde,  "(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2.İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.10.2007 gün ve 2007/208 D. İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/203

KARAR NO: 2009/107

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     :İdarece kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle mülkiyeti davacıya ait olan taşınmazda yer alan bina, bahçedeki ağaçlar ve bağ tiyeklerinin zarar gördüğünden bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.Y.

Vekili         : Av. S.T.

Davalı        : BOTAŞ Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş

Vekili         : Av.Ö.K.              

 

O L A Y     : Mülkiyeti davacıya ait Adıyaman İli, Gölbaşı ilçesi, Harmanlı köyü, 108 ada 73 parsel sayılı taşınmazın davalı idarece kamulaştırılmasına karar verilmiş, kamulaştırma işlemlerine başlanılmış, bedel konusunda uzlaşma sağlanamadığından davalı idarece Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/177 sayılı Esasında tescil ve kamulaştırma bedelinin tespiti davası açılmış olmasına karşın; daha sonra idarece kamulaştırmadan vazgeçilmiştir.

   Davacı vekili, Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesindeki yargılama devam ederken taşınmazda davalı kurumca inşaat ve kazı çalışmalarının olanca hızıyla yapıldığı, taşınmaz üzerinde bulunan müvekkiline ait betonarme ev, bahçedeki ağaçlar ve bağ tiyeklerinin zarar görmüş olduğunu; yargılama sırasında yapılan keşifte inşaat bilirkişisinin vermiş olduğu raporunda “Boru hattı çalışmalarından dolayı çatlama yapan tek katlı binanın yıkılması kanaatindeyim” dediğini ve ödenmesi gerekli miktarın bina değeri olarak 11.279.248.000 TL olduğunu rapor etmiş olduğunu;           23.11.2004 tarihli duruşmadan önce davalı kurumun, güzergah değişikliği nedeniyle bahse konu taşınmazı kamulaştırmaktan vazgeçmiş ve davadan feragat etmiş bulunduğunu, fakat müvekkilinin taşınmazında meydana gelen zararları ödemediğini; yapılan kazı ve inşaat çalışmaları sırasında müvekkilinin betonarme evinin çeşitli yerlerinden çatlamış ve kullanılmayacak hale gelmiş olduğunu; söz konusu evin yıkılması gerektiğini; yıkıldığı takdirde ayrıca evin hemen yanında bulunan meyve ağaçları ve bağ tiyeklerinin de zarar göreceğini; 16.12.2004 tarihinde Gölbaşı Sulh Hukuk Mahkemesince 2004/41 E. sayılı dosya ile taşınmazda meydana gelen hasarın ve müvekkilinin uğradığı zararın tespitinin yapıldığını; inşaat bilirkişisinin vermiş olduğu raporunda; binanın su basmanı ve duvarlarında hasar ve çatlamaların oluştuğunu, oluşan çatlaklar nedeniyle kullanımda risk olduğunu, çatlakların oluşmasının çevrede yapılan doğalgaz çalışması nedeniyle olan sarsıntıdan meydana gelme ihtimalinin yüksek olduğunu beyan ettiğini ve ayrıca binanın net değerinin 10.414.405.330 TL olduğunu belirttiğini; ziraat bilirkişisinin vermiş olduğu raporunda; inşaat bilirkişisince yıkılmasına karar verilen evin bahçesinde 12 adet 4-10 yaşları arasında asma, 7 adet 4-6 yaşları arasında kayısı ve 8 adet 4-10 yaşları arasında kiraz ağaçlarının bulunduğunu, söz konusu ağaçların evin yıkımı esnasında tamamen zarar göreceğini ve meydana gelecek zararın maddi değerinin 878.400.000 TL olduğunu tespit ettiğini; söz konusu tespit için müvekkilinin 247.000.000 TL mahkeme masrafı yaptığını; müvekkilinin uğradığı zararın tazmini için mahkemeye müracaat zaruretinin hasıl olduğunu iddia ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; davalının toplam 12.400.000.000 TL (12.400 YTL) maddi tazminat ödemeye mahkum edilmesine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

GÖLBAŞI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 28.4.2005 gün ve E:2005/26, K:2005/117 sayı ile, dava dilekçesinin özeti yapıldıktan sonra; tüm dosya münderecatı ele alınıp değerlendirildiğinde; davacının vekili vasıtasıyla açmış olduğu tazminat davasının konusunun BOTAŞ Boru Hatları ve Petrol Taşıma AŞ’nin Malatya-Gaziantep güzergahından geçireceği boru inşaatı sebebiyle davacının evinde meydana gelen zararın tazmini talebine yönelik olduğu, BOTAŞ Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş’nin dosyaya getirtilen kuruluş sözleşmesinde, iktisadi devlet teşekkülü şeklinde KİT olduğu, yapılan işini, plan ve projeye bağlanmış olan Malatya-Gaziantep güzergahında doğalgaz boru hattı olduğu, davalı şirketin niteliğinin, sermayesi devlete ait KİT olup, yapılan işin de plan ve projeye bağlanmış iş olduğu göz önüne alındığında bu davaya bakma görevinin idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ŞANLIURFA İDARE MAHKEMESİ; 27.03.2008 gün ve E:2007/747 sayı ile, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 21. maddesinde, idarenin kamulaştırmanın her safhasında kamulaştırma kararı veren ve onaylayan yetkili merciin kararı ile kamulaştırmadan tek taraflı olarak kısmen veya tamamen vazgeçebileceği, şu kadar ki, dava sırasında vazgeçme halinde dava giderleri ile harç, harcanan emek ve işin önemi gözetilerek mahkemece maktuen takdir olunacak avukatlık ücretinin idareye yükletileceğinin belirtildiği, anılan Yasanın 24. maddesinin 1. fıkrasında 21,22,23. maddeler uyarınca kamulaştırılmasından vazgeçilen veya geri alınan taşınmaz mal üzerindeki bina, sabit tesisler ve ekili dikili şeyler, yıkılmış sökülmüş veya harap olmuş ise taşınmazın malın geri alınmasında mal sahibi veya mirasçısının kamulaştırma bedelinden düşürülmesini isteyebileceği hükmüne yer verilmiş olduğu, aynı maddenin 2. fıkrasında ise: bu madde ile 21,22 ve 23. maddelerin uygulanmasından doğacak anlaşmazlıkların adli yargıda çözümleneceğinin hükme bağlanmış bulunduğu; dava dosyasının incelenmesinden, davacıya ait Adıyaman İli, Gölbaşı ilçesi, Harmanlı köyü, 108 ada 73 numaralı parselde kayıtlı taşınmazın davalı idarece kamulaştırılmasına karar verildiği, kamulaştırma işlemlerine başlandığı, bedel konusunda uzlaşma sağlanamadığından davalı idarece Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/177 sayılı esasında tescil ve kamulaştırma bedelinin tespiti davası açıldığı, ancak daha sonra davalı idarece kamulaştırmadan vazgeçildiği, davacı vekili tarafından, kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle taşınmazın kamulaştırma çalışmaları sırasında taşınmaz üzerinde yer alan bina ve bahçedeki ağaçlar ve bağ tiyeklerinin zarar gördüğünden bahisle toplam 12.400 YTL olduğu ileri sürülen maddi zararının tazmini istemiyle Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/26 sayılı esnasında maddi tazminat davası açıldığı, anılan davada Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.4.2005 günlü, E:2005/26, K:2005/117 sayılı kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verilmesi ve bu kararın 20.07.2005 tarihinde taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine işbu davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan işbu davanın yukarıda anılan 2942 sayılı Yasanın 24. maddesinin 2. fıkrası uyarınca adli yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; nitekim Danıştay 6. Dairesinin 18.4.2005 günlü, E:2003/5434, K:2005/2290 sayılı kararının da bu yönde olduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına ve dosya incelemesinin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 04.05.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı idarece kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle mülkiyeti davacıya ait olan taşınmazda yer alan bina ve bahçedeki ağaçlar ve bağ tiyeklerinin zarar gördüğünden bahisle toplam 12.400- YTL olduğu ileri sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun, “Kamulaştırmadan Vazgeçme ve Geri Alma” başlıklı İkinci Bölümünün, “İdarenin tek taraflı vazgeçmesi” başlığını taşıyan 21. maddesinde “İdare kamulaştırmanın her safhasında kamulaştırma kararı veren ve onaylayan yetkili merciin kararı ile kamulaştırmadan tek taraflı olarak kısmen veya tamamen vazgeçebilir. Şu kadar ki, dava sırasında vazgeçme halinde dava giderleri ile harç, harcanan emek ve işin önemi gözetilerek mahkemece maktuen takdir olunacak avukatlık ücreti idareye yükletilir.” denilmiş; “Hasar, Doğacak Hak ve Borçlar, Trampa Yolu ile ve Acele Kamulaştırma” üst başlıklı Beşinci Kısmın, “Hasar” başlıklı Birinci Bölüm’ün, “Kamulaştırma bedelinden düşülebilecek hasar” başlığını taşıyan 24. maddesinde “21, 22 ve 23 üncü maddeler uyarınca kamulaştırılmasından vazgeçilen veya geri alınan taşınmaz mal üzerindeki bina, sabit tesisler ve ekili dikili şeyler yıkılmış, sökülmüş veya harap olmuş ise, taşınmaz malın geri alınmasında mal sahibi veya mirasçısı, kamulaştırma tarihindeki değerine göre farkının, ödeyeceği kamulaştırma bedelinden düşülmesini isteyebilir.

   Bu madde ile 21, 22 ve 23 üncü maddelerin uygulamasından doğacak anlaşmazlıklar adli yargıda çözümlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Kamulaştırma işlemi, kamu yararı kararı verilmesi ve bu kararın onaylanması ya da yetkili icra organınca kamulaştırma işlemine başlandığını gösteren bir karar alınması, kamulaştırmanın tapu siciline şerh edilmesi, kamulaştırılacak taşınmazın kıymetinin takdiri, kamulaştırma karşılığının veya ilk taksitinin milli bankalardan birine hak sahibi adına yatırılması, kamulaştırma işlemine ilişkin kararların noter vasıtasıyla taşınmaz sahibine tebliği, bu kararların ilanı gibi bir dizi işlemden oluşmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacıya ait taşınmazın davalı idarece kamulaştırılmasına karar verildiği, kamulaştırma işlemlerine başlandığı, bedel konusunda uzlaşma sağlanamadığından idarece Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil ve kamulaştırma bedelinin tespiti davası açıldığı, ancak daha sonra davalı idarece kamulaştırmadan vazgeçildiği, davacı vekili tarafından, kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle taşınmazın kamulaştırma çalışmaları sırasında taşınmaz üzerinde yer alan bina ve bahçedeki ağaçlar ve bağ tiyeklerinin zarar gördüğü ileri sürülerek, maddi zararının tazmini istemiyle davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, 2942 sayılı Yasa’nın 21. maddesi ile tanınan yetkiye dayanarak davacıya ait parselin kamulaştırılmasından idarece vazgeçilmesi ile oluştuğu iddia edilen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünde aynı Yasa’nın 24. maddesi uyarınca adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Şanlıurfa İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.4.2005 gün ve E:2005/26, K:2005/117 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.05.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/242

KARAR NO: 2009/108

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesine göre hak sahibi olamayacağı için tapu verilmesi yolunda alınan Encümen kararının iptal edildiğinin bildirilmesi üzerine davacı tarafından söz konusu yerin adına tapuya tescili istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : C.B.

Davalı        : Yenimahalle Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. T.Y.

O L A Y     : Yenimahalle Belediye Encümeni’nin 24.5.2007 gün ve 1441 sayılı kararı ile, Çiğdemtepe Mahallesi, Selim Caddesi, No:213 adresinde bulunan T. A.’a ait 84251 nolu 3. Etap Kentsel Dönüşüm Planında gecekondunun okul alanında kaldığı, T. A.’ın gecekonduyu 7 Mart 1988 tarihinde C. Ü.’a adı geçenin D. H.’ye, D. H.’nin de C. B.’a 15.11.2990 tarihinde enkaz satış senedi ile satışını yaptığı, gecekondunun 2981/3290/3366 sayılı Yasa ve Uygulama Yönetmeliğinden faydalanmış olması nedeniyle adı geçen şahsın gecekondusunun yerine karşılık Şentepe 3. Etap 84251 nolu Plan kapsamında kalan, imarın 61197 ada, 10 nolu parselinden gecekondunun işgal alanında planın D.O.P oranı kesildikten sonra 276/2113 m2 nin Belediyeleri hissesinden tapu verilmesi düşünüldüğünden, 2981/3290/3366 sayılı Yasalar ve Uygulama Yönetmeliği gereğince imarın 61197 ada, 10 parselindeki Belediyelerine ait 276 m2 tapunun C. B.’a verilerek taşınmazın vergi değerinin 94.-YTL olması nedeniyle 276 m2 ile çarpımı neticesinde oluşan 25.944.-YTL bedele 45.-YTL proje bedelinin eklenmesi ile toplam 25989.-YTL nin fon hesabına yatırılması sağlanarak tahsis işleminin yapılmasına karar verilmiştir.

Daha sonra, Yenimahalle Belediye Encümeni’nin 27.9.2007 gün ve 2197 sayılı kararı ile, Çiğdemtepe Mahallesi, Selim Caddesi, eski kapı numarası 213, yeni kapı numarası 221 adresinde bulunan T. A.’ın gecekondusunu 7 Mart 1988 tarihinde enkaz satış senedi ile C. Ü.’a, C. Ü.’ın da D.H.’ye, D. H.’nin de C. B.’a enkaz satış senedi ile gecekonduyu sattığı ve 2981/3290/3366 sayılı Yasa gereğince müracaatı bulunan gecekondu 84251 nolu imar planında okul alanında kalmış bulunduğundan söz konusu gecekondunun yeminli özel teknik büro ölçümünde 400 m2 olan işgalinden Çiğdemtepe Mahallesinin D.O.P oranı %20 kesinti yapıldıktan sonra imarın 61197 ada, 10 parselinden 276/2113 m2 oranındaki tapunun C. B.’a verilmesinin 24.5.2007 tarih ve 1441/2218 sayılı Encümen kararı ile karara bağlandığı, ancak dosya üzerinde ilgili Müdürlükçe yapılan incelemede gecekondunun ilk sahibi olan T. A.’ın Saraycık 542 parselinde gayrimenkulünün bulunması ve 542 parselin ise 1978 tarihinde mücavir alan sınırına dahil edilmesi nedeniyle adı geçen ile C. Ü.’ın 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesi gereği hak sahibi olamayacağı için 61197 ada, 10 parselinden tapu verilmesi için alınan 24.5.2007 tarih ve 1441/2218 sayılı encümen kararının iptal edilerek fon hesabına yatırılan tapu bedelinin 1. taksidi olan 2.165.-YTL nin faizsiz olarak ilgilisine geri ödemesinin yapılmasına karar verilmiştir.

Bunun üzerine, Yenimahalle Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün 5.10.2007 gün ve 7456 sayılı yazısı ile davacıya, Çiğdemtepe Mahallesi, Selim Caddesi, 221 adresinde okul alanında kalan T. A.’dan enkaz satış senedi ile satın alınan gecekonduya karşılık imarın 61197 ada, 10 nolu parselinden 2981 sayılı Yasa’ya göre T. A. adına gayrimenkul bulunması nedeniyle hak sahibi olamayacağı için davacıya da tapu verilemeyeceği ve Ziraat Bankası fon hesabına ödenen bedelin ise müracaatı halinde iade edileceği hususu bildirilmiştir.

 Davacı, dava dilekçesinde, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Çiğdemtepe Mahallesi, 84251 no’lu imar ıslah planı çerçevesinde 61197 ada ve 10 nolu parselden kendisine 276/2113 m2 oranında arsa tashihi yapıldığını, bunun bedelinin ödendiğini(satış yapıldığı, bedelinin ödendiği) akabinde ise tapu için müracaatta bulunduğunda, aldığı bu yerin eski sahibi T. A.’ın adına kayıtlı başka gayrimenkul bulunması sebebiyle adına olan kaydının iptal edildiğini öğrendiğini ileri sürerek söz konusu yerin adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 14.2.2008 gün ve E:2007/435 sayı ile, dava tapu iptal ve tescil istemine ilişkin olduğundan davaya bakmaya Mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle davalının yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Davacının, satın almış olduğu tapu tahsis belgeli gecekondunun ilk sahibinin taşınmaz malı bulunduğunun saptanması nedeniyle 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesi uyarınca hak sahibi olması mümkün olmayan davacının, daha önce kendisine tapu verilmesi yolunda alınan Encümen kararının başka bir Encümen kararı ile iptal edildiğinin bildirilmesi üzerine davalı Belediyeye karşı Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2007/435 sayısında açtığı tapu tescil davasında, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiğinden bahisle görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Valilik veya Belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlandığı, anılan Yasanın "Tapu Verme" başlıklı 10. maddesinin (a) bendinde, bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12 nci madde hükümlerine göre tesbit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsil Belgesi" verileceği, tapu tahsis belgesinin ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, (b) bendinde de, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının re'sen iptal edileceği hükmüne yer verildiği, sözü edilen ve Yasanın 10. maddesi ile idarelerin, hak sahiplerine tapu vermek ve hak sahibi olmadıkları anlaşılanların tapularını re'sen iptal etmek hususunda yetkili kılındığı, bu yetkinin idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu ve tahsis kararının gereği olarak uygulandığı, dolayısıyla, bu kararlar ortadan kaldırılmadan tapunun adli yargı tarafından iptali ve ilgililer adına tescilinin mümkün bulunmadığı, dava konusu olayda; davacının Çiğdem Mahallesi, Selim Caddesi, No:213 adresinde bulunan tapu tahsis belgeli gecekonduyu 1990 yılında satın aldığı, gecekondunun 84251 nolu 3. Etap Kentsel Dönüşüm Planında okul alanında kalması nedeniyle 24.5.2007 gün ve 1441 sayılı Belediye Encümeni kararı ile bu yere karşılık Şentepe 3. Etap 84251 nolu plan kapsamında kalan 61197 ada, 10 nolu parseldeki 276/2113 m2 belediye hissesinden davacıya 276 m2 tapu verilmesine karar verildiği, daha sonra yapılan inceleme sonucunda, gecekondunun ilk sahibinin taşınmaz malı bulunduğunun ve 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesi uyarınca hak sahibi olamayacağının saptanması üzerine, Belediye Encümeni’nin 27.9.2007 gün ve 2197 sayılı kararı ile tapu verilmesine ilişkin önceki Encümen kararının iptal edildiği, bu hususun 5.10.2007 gün ve 2450 sayılı yazı ile davacıya bildirildiği, bakılan davanın da tapu tescil istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 2981 sayılı Yasa gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girdiğinden, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalının görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı C. B. tarafından davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/435 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/242 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Çiğdemtepe Mahallesi, Selim Caddesi, No:213 adresinde bulunan tapu tahsis belgeli gecekonduyu davacının 1990 yılında satın aldığı, anılan yerin 84251 nolu 3. Etap Kentsel Dönüşüm Planında okul alanında kalması nedeniyle Encümen kararı ile bu yere karşılık Şentepe 3. Etap 84251 nolu plan kapsamında kalan 61197 ada, 10 nolu parseldeki 276/2113 m2 belediye hissesinden davacıya 276 m2 tapu verildiği, bilahare yapılan inceleme sonucunda gecekondunun ilk sahibinin taşınmaz malı bulunduğunun ve 2981 sayılı Kanun’un 10/a maddesi uyarınca hak sahibi olamayacağının saptanması üzerine, tapu verilmesine ilişkin önceki Encümen kararının iptal edildiğinin bildirilmesi üzerine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşıdığı, aynı Kanunun "Tapu Verme" başlıklı 10/a bendinde, "Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. Ancak ıslah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir", aynı maddenin (b) bendinde de, hak sahibi olmadıkları anlaşılanlara verilmiş olan tapuların iptal edileceği hükümlerinin yer aldığı, mevcut düzenlemeler karşısında, idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanılması ve ayrıca bu şekilde kurulan mülkiyet Medeni Kanun hükümleri dışında özel bir kanun hükmü gereğince idari tescile dayandığı gibi tapuya yapılan tescilin de, bu idari işlemin icrası niteliğinde olması karsısında. uyuşmazlığın sözü edilen uygulama işlemlerinin dayanağı olan yasal düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği, davacının taşınmaz üzerindeki iddiasının, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine göre değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin tespiti ve geri alınmasının idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği göz önüne alındığında, 2981 sayılı Yasa’ya dayanılarak açılan tapu iptal ve tescil davasının görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği, bu nedenle Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/435 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, gecekondunun ilk sahibinin gayrimenkulünün bulunması nedeniyle 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesi uyarınca hak sahibi olmasının mümkün olmadığından bahisle daha önce davacıya tapu verilmesi yolunda alınan Encümen kararının başka bir Encümen kararı ile iptal edildiğinin bildirilmesi üzerine söz konusu yerin adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamaktadır.

Nitekim, anılan Yasanın 10. maddesinin(Değişik madde: 22/05/1986 - 3290/4 md.) (a) bendinde, “Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir.

Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder” hükmünü taşımakta; tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında yapılacak uygulamaları düzenleyen 13. maddenin (a) bendinde(Değişik bent: 22/05/1986 - 3290/6 md.), “Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir”, (b) bendinin birinci fıkrasında ise(Değişik bent: 22/05/1986 - 3290/6 md.), “Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 04/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 06/06/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, dava, gecekondunun ilk sahibi olan Turgut Altıntaş’ın gayrimenkulünün bulunması nedeniyle adı geçen ile Cafer Ünsal’ın 2981 sayılı Yasa’nın 13/a maddesi gereği hak sahibi olamayacağı için 61197 ada, 10 parselinden davacıya tapu verilmesi yolunda alınan Encümen Kararının iptaline ilişkin Encümen kararı uyarınca bildirim yapılması üzerine 61197 ada, 10 parselden 276/2113 m2 nin davacı adına tapuya tescili istemiyle açılmıştır.

Anılan Yasa uyarınca yapılan tespit ve değerlendirme sonucunda, öngörülen koşullara uygunluğu saptanan ilgililere arsa veya hisse tahsis etmek ve bunlar adına tapuya tescil ettirmek yetkisine sahip olan idarenin söz konusu uygulama işlemi, kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı nitelik taşımaktadır.

Bu durumda, idari usul ve esaslara göre tesis edilen uygulama işleminden kaynaklanan davanın, bu işlemin dayanağı olan mevzuata göre idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.2.2008 gün ve E:2007/435 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/292

KARAR NO: 2009/110

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Okul yerinde kalan davacıya ait gecekondunun yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.S.

Vekilleri     : Av. Ö.M. - Av. A.Z.Ç.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. İ.G.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, mülkiyeti davacıya ait Yıldıztepe Mahallesi, 169. Sokak, 79-79/A kapı nolu, tek çatı altında 2 adet 2+1 bağımsız bölüm ve 1 adet 1+1 bağımsız bölüm içeren yapının davalı Belediye tarafından kamulaştırmasız el atılmak suretiyle yıkıldığını, yıkımın haber verilmeksizin yapı içerisinde bir kısım eşya bulunmaktayken ve kamulaştırma bedeli ödenmeksizin 31.12.2007 tarihinde yapıldığını, ayrıca bahçede bulunan ağaçların söküldüğünü, mahallinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/4 D.iş sayılı dosyası ile keşif icra edildiğini, davalının yapı bedeli ve ağaç bedelini davacıya ödemesi gerekirken enkaz bedelini ödeyebilecekleri yönünde cevap verdiğini ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 24.579,20YTL'nin el atma tarihi olan 31.12.2007 tarihinden, 407.00YTL tespit giderinin 18.01.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğunu, davacının, imar uygulamasında meslek lisesi olarak ayrılan alan üzerinde bulunan gecekondusunun ve ağaçlarının bedeli için iş bu davayı açtığını, davacının bedelini talep ettiği gecekondusunun ve ağaçlarının imarın 23014 ada, 2 parsel üzerinde kaldığını, 23014 ada, 2 parselin meslek lisesi olarak ayrılmış kamulaştırma parseli olduğunu, bu parsel üzerindeki gecekondunun yanmış ve terkedilmiş bir şekilde durmakta iken tehlike arzetmesi ve gelen sözlü şikayetler üzerine yıkıldığını, bahçede bulunduğu iddia edilen ağaçlara ise Belediyelerince herhangi bir müdahalede bulunulmadığını, yıkılan gecekondunun yeşil alan üzerinde veya yol üzerinde kalmadığını, bu nedenle Belediyelerinin herhangi bir bedel ödemesinin söz konusu olmadığını, yıkılan gecekondunun kaçak olarak yapıldığını, imar affı müracaatının bulunmadığını, Belediyelerince herhangi bir kamulaştırma işleminin de söz konusu olmadığını, tamamen kaçak olan ve okul alanında bulunan virane gecekondunun tehlike arzetmesi nedeniyle yıkıldığını ileri sürmüştür.

ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 1.4.2008 gün ve E:2008/68 sayı ile, davalı tarafın görev yönünden vaki itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Altındağ İlçesi, Yıldıztepe Mahallesi, 169. Sokak, 79-79/A adresinde bulunan davacıya ait tapu tahsis belgeli gecekondunun yıkılması ve ağaçların kesilmesinden dolayı uğranılan maddi zararın ve tespit giderinin yasal faizleriyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2008/68 sayısında kayıtlı olarak açılan davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının 80570 no'lu imar planında okul alanına ayrılan 23014 ada, 2 sayılı parselde kalan tapu tahsis belgeli gecekondusuna karşılık, 81520 no'lu Revizyon İmar Planı ile 23791 ada, 2 sayılı parselde 133,45 m2 belediye hissesi tahsis edildiği, daha sonra, geçirdiği yangın sonucunda hasar gören gecekondunun, yıkılacak hale gelmesi, tehlike arz etmesi ve sokak sakinlerinin can ve mal güvenliğinin korunması nedenleriyle Belediye ekiplerince tasfiye edildiği, bakılan davanın da, Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit davasında saptanan, yapı, enkaz, ağaç ve odun bedellerinden, şimdilik yapı ve ağaç bedeli toplamı olarak 24.579,00YTL'nin ve tespit gideri olarak 407,00YTL'nin ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, olayda, imar planı ve uygulaması sonucunda bulunduğu yerde korunması mümkün olmayan ve geçirdiği yangın nedeniyle de yıkılacak derecede tehlike arz eden tapu tahsis belgeli gecekondunun tasfiyesinden dolayı davacıya yapı bedeli ödenip ödenmeyeceği, Belediyenin bu konuda kamulaştırma veya yıkım kararı alması gerekip gerekmediği, gecekondunun yıkılacak derecede tehlikeli veya umumun sağlık ve selametini ihlal eden bir enkaz niteliğinde olup olmadığı hususlarının, imar mevzuatına göre incelenerek bir sonuca varılması gerekeceğinden, bu davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait bulunduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı M. S. vekili tarafından davalı Altındağ Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2008/68 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/292 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Yıldıztepe Mahallesi, 169. Sokak, 79-79/A kapı nolu yapının davalı idare tarafından yıktırılması ve ağaçların sökülmesi nedeniyle 24.579,20YTL ile 407.-YTL tespit giderinin yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, davacının sahibi bulunduğu 80570 nolu imar planında okul alanına tahsis edilen 23014 ada, 2 sayılı parselde kalan tapu tahsis belgeli gecekonduya karşılık, 81520 nolu Revizyon İmar Planı ile 23791 ada, 2 sayılı parselde 133,45 m2 belediye hissesi tahsis edildiği, bilahare çıkan yangın sonucunda zarar gören gecekondunun tehlike arz etmesi nedeniyle Belediye tarafından yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın, yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, davalı idarenin, davacının bedelini talep ettiği kaçak olarak inşa edilen ve imar affı için müracaatı bulunmayan gecekondunun, 23014 ada, 2 parsel üzerinde kaldığını, anılan yerin meslek lisesi olarak ayrılmış olduğunu, binanın yanmış ve terkedilmiş halde bulunması nedeniyle tehlike arzettiğinden yıktırıldığını, herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığını iddia ettiği, davacı tarafından Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit davasında yapı ve müştemilatı için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedel dava konusu edilmiş ise de; ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karsısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacının davasını idarenin uygulanmasından doğan zararın giderilmesi istemiyle açtığının görüldüğü, bu nedenlerle, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/68 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Belediye vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait yapının davalı Belediye tarafından kamulaştırmasız el atılmak suretiyle yıkıldığı, yıkımın haber verilmeksizin yapı içerisinde bir kısım eşya bulunmaktayken ve kamulaştırma bedeli ödenmeksizin yapıldığı, ayrıca bahçede bulunan ağaçların söküldüğü ileri sürülerek fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 24.579,20YTL'nin el atma tarihi olan 31.12.2007 tarihinden, 407,00YTL tespit giderinin 18.01.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davacının bedelini talep ettiği gecekondusunun ve ağaçlarının imarın 23014 ada, 2 parsel üzerinde kaldığını, 23014 ada, 2 parselin meslek lisesi olarak ayrılmış kamulaştırma parseli olduğunu, bu parsel üzerindeki gecekondunun yanmış ve terkedilmiş bir şekilde durmakta iken tehlike arzetmesi ve gelen sözlü şikayetler üzerine yıkıldığını, bahçede bulunduğu iddia edilen ağaçlara ise Belediyelerince herhangi bir müdahalede bulunulmadığını, yıkılan gecekondunun kaçak olarak yapıldığını, imar affı müracaatının bulunmadığını, Belediyelerince herhangi bir kamulaştırma işleminin de söz konusu olmadığını, tamamen kaçak olan ve okul alanında bulunan virane gecekondunun tehlike arzetmesi nedeniyle yıkıldığını ileri sürmüştür.

Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemli dilekçesi üzerine dosyanın gönderildiği Danıştay Başsavcılığı’nca sorulması üzerine Altındağ Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü’nün (Gecekondu ve Sosyal Konutlar Şube Müdürlüğü) cevabi yazısında, Belediyeleri kayıtlarında yapılan inceleme sonucunda; davacıya ait Yıldıztepe Mahallesi, 169. Sokaktaki gecekondunun T.T. belgesinin Milli Emlak Müdürlüğü’nden alındığı, kapı numarasının da 73 olarak belirlendiği, daha sonra kapı numaralarında herhangi bir değişiklik olup olmadığı ile ilgili bilginin Ankara Büyükşehir Belediyesi Numarataj Müdürlüğünden sorul­ması gerektiği, 80570 nolu Plana göre 23014 ada, 2 nolu parselde okul yerinde kalan T.T. belgeli gecekonduya karşılık 2981 sayılı Yasa gereği yerinde korunamayan yapılar konumunda kaldığından, 81520 nolu Revizyon İmar Planına göre 23791 ada, 2 nolu parselde 133,45 m2 belediye hissesinin tahsis edildiği, davacıya ait başka bir T.T. belgesi bulunmadığı, Belediyelerince alınmış encümen kararı bulunmadığı, yalnız gecekondunun yangın geçirdiği ve harabe halini alarak tehlike arz ettiği, uyuşturucu kullananların barınağı haline geldiği ve mahalle sakinlerine rahatsızlık vermeleri sebebiyle Belediyeleri elemanlarınca rapor düzenlenerek tehlike arz eden harabe halindeki gecekondunun tasfiyesinin yapılarak mahalle sakinlerinin can ve mal güvenliğinin sağlandığı belirtilmiştir.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit dosyasında yapı ve ağaçlar için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedel dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, 80570 nolu Plana göre 23014 ada, 2 nolu parselde okul yerinde kalan T.T. belgeli gecekonduya karşılık 2981 sayılı Yasa gereği yerinde korunamayan yapılar konumunda kaldığından, 81520 nolu Revizyon İmar Planına göre 23791 ada, 2 nolu parselde 133,45 m2 belediye hissesinin tahsis edildiği, gecekondunun yangın geçirdiği ve harabe halini alarak tehlike arz ettiği, uyuşturucu kullananların barınağı haline geldiği ve mahalle sakinlerine rahatsızlık vermeleri sebebiyle Belediyeleri elemanlarınca rapor düzenlenerek tehlike arz eden harabe halindeki gecekondunun tasfiyesinin yapılarak mahalle sakinlerinin can ve mal güvenliğinin sağlandığı ileri sürüldüğünden, gecekondunun yıkımı ve ağaçların kesilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1.4.2008 gün ve E:2008/68 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/299

KARAR NO: 2009/111

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Nuh Çimento San. A.Ş.

Vekili         : Av. F.G.

Davalı        : Kocaeli İl Özel İdaresi

Vekili         : Av. N.A.             

O L A Y     : Kocaeli İl Özel İdaresi Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün 12.6.2007 gün ve 2862 sayılı işlemi ile, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 5177 sayılı Kanun’la değişik 12. maddesinin beşinci fıkrası ve Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 43. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KÖRFEZ SULH CEZA MAHKEMESİ; 12.9.2007 gün ve Değişik İş: 2007/481 sayı ile, itiraz edenin, Hereke'de bulunan çimento fabrikası sahasındaki ocaktan izinsiz olarak malzeme çıkarıldığının tespiti ile idari para cezası kesildiğini, kesilen cezanın usul ve yasaya aykırı olduğunu verilen idari para cezasının kaldırılmasını talep etmiş olduğu; itiraz dilekçesi ve itiraza ilişkin evrakın incelenmesinden; itiraza konu idari para cezasının tanziminin, idarenin kamusal güce dayalı olarak resen ve tek yanlı olarak tanzim ettiği idari tasarruflardan olduğu, bu tür uyuşmazlıklara bakmak görevinin idari yargının görev alanına girdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, söz konusu idari para cezasına dair işlemin iptali ve ödenmek zorunda kalınan paranın iadesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KOCAELİ İDARE MAHKEMESİ; 16.04.2008 gün ve E: 2007/2389 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinden söz ederek, bakılan davanın konusunun davacıya 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 12. maddesi uyarınca 101.250,00YTL para cezası verilmesine ilişkin Kocaeli İl Özel İdaresi işleminin iptali isteminden ibaret olduğu, incelenen uyuşmazlıkta, 3213 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin ihlali sebebiyle verilen para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümlerinin dikkate alınacağı, 3213 sayılı Yasa’da para cezalarına karşı hangi mahkemede dava açılacağının gösterilmemiş olduğu, diğer bir anlatımla kabahat nevinden olan eylemden dolayı verilen para cezasına karşı idare mahkemelerinde dava açılacağına ilişkin bir hüküm bulunmaması nedeniyle 5326 sayılı Yasa’nın uygulanması zorunluluğunun bulunduğu, dolayısıyla 3213 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin ihlali sebebiyle verilen idari para cezasına karşı açılan bu davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca da sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı, nitekim 2918 sayılı Yasa uyarınca verilen para cezasına karşı 2918 sayılı Yasa’da görevli mahkemeye ilişkin özel hüküm bulunmaması sebebiyle davanın sulh ceza mahkemesinde görülmesi gerektiğine ilişkin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2.4.2007 gün ve E:2006/322, K:2007/48 sayılı kararının da bu yönde olduğu, bu durumda, davaya konu para cezasının iptali istemiyle Körfez Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın anılan Mahkemenin 12.9.2007 gün ve 2007/481 Değişik iş sayılı kararıyla davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedildiği ve bu karar üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşıldığından görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesinin icap ettiği gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin vereceği karara kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 04.05.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesi ve 4.6.1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun uygulanması ile ilgili usul ve esasları düzenlemek amacıyla hazırlanan Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 43. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4.6.1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen madenin sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.

Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 43. maddesinde, ruhsat alanının sınırında yapılan üretimin saha sınırı dışına taştığının tespiti halinde, ruhsat alanı dışında üretilen madene mülki idare amirliğince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağı, el konulan madenlerin, mülki idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idaresine aktarılacağı belirtilmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.           

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Körfez Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 12.9.2007 gün ve Değişik İş:2007/481 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.05.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/369

KARAR NO: 2009/112

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Sedef Pasta Mamulleri İmalat Sanayi ve Tic. Ltd. Şti

Vekili         : Av. E.D.

Davalı        : Didim İlçe Tarım Müdürlüğü             

O L A Y     : Didim Kaymakamlığı İlçe Tarım Müdürlüğü'nün 25.01.2006 gün ve 1 Cilt ve 5 sahife numaralı işlemi ile, 5179 sayılı Gıdaların Üretimi Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 16.03.2006 gün ve E: 2006/489, K : 2006/274 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun yaptırım türleri başlıklı 16. maddesinde kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilerek, idari tedbirlerin de mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu; anılan kanunun "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, keza aynı kanunun geçici 2. ve geçici 3. maddelerinde idari para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler Kanununun uygulanacağı hüküm altına alındığı; bu durumda, iptali istenen para cezasına karşı 5179 sayılı Yasada her ne kadar idare mahkemesinde dava açılması öngörülmüş ise de, bu görev sonradan çıkan Yasa durumunda olan 5326 sayılı Yasa ile sulh ceza mahkemesine verildiğinden, anılan Yasanın yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra açılan bu davanın görüm ve çözümü görevinin adli yargıya ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DİDİM SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.01.2007 gün ve 2006/334 D.İş sayı ile, 5179 Sayılı yasanın 30. ve 5560 Sayılı yasa ile değişik 5326 Sayılı yasanın 3.maddesinden bahisle; itiraz dilekçesinin verildiği tarih itibarı ile idari para cezasına itiraz davasına bakma görevi mahkemelerine ait ise de, 19.12.2006 tarih ve 26381 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı yasa ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 3/1-a madde ve fıkrası delaletiyle 5179 sayılı Yasanın 30.maddesi gereğince itiraz davasına bakma görevinin idare mahkemesine ait olduğu, görev hususundaki değişikliğin lehe ya da aleyhe olduğuna bakılmaksızın derhal yürürlüğe gireceği ve geçmişte açılan davalar da dahil olmak üzere derhal uygulanacağı, görev hususunun resen gözetilmesinin zorunlu olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, idari para cezasının kaldırılması istemiyle bir kez daha idari yargı yerinde dava açmış; Aydın 1. İdare Mahkemesi (Tek Hakim); 26.06.2007 gün ve E : 2007/671, K:2007/914 sayı ile, Didim Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 16.01.2007 gün ve 2006/334 D.İş sayılı kararıyla verilen görevsizlik kararının 28.02.2007 tarihinde kendisine tebliğinden sonra temyiz edilmemek suretiyle 07.03.2007 tarihinde kesinleşmesi üzerine, dava konusu işlemin iptali talebiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun yukarıda yer alan 9. maddesi hükmü uyarınca, en geç 06.04.2007 tarihine kadar Mahkemelerinde dava açılması gerekirken, dava dosyasının Mahkemelerine gönderilmesini talep etmesi ve bunun üzerine gönderilen dava dosyasının Mahkemelerince esas kaydının kapatılması sonrasında 07.06.2007 tarihinde açılan davanın süresinde olduğunun kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar verilmiş; itiraz başvurusu üzerine davayı inceleyen Aydın Bölge İdare Mahkemesi; 28.02.2008 gün ve E:2008/56, K:2008/176 sayı ile; davada olumsuz görev uyuşmazlığı şartları oluştuğundan bahisle, Mahkemece 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi gereğince görevsizlik kararı verilerek dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi' ne gönderilmesi gerektiğinden süre aşımı yönünden davanın reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle verilen kararı bozmuştur. Bunun üzerine AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 26.05.2008 gün ve E : 2008/563 sayı ile; kesin olan ve Hakimliklerince ısrar kararı verme imkanı bulunmayan Aydın Bölge İdare Mahkemesi'nin kararı uyarınca, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 543. maddesi ile 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı İdari Yargı Mercilerinde dava açılabileceğine ilişkin görev hükmü ilga edildiğinden ve böylece idari para cezalarına karşı 5326 sayılı Kanun'un 27/1.maddesi uyarınca yetkili Sulh Ceza Mahkemeleri görevli kılınmış bulunduğundan, dava konusu uyuşmazlığın görevli ve yetkili Adli Yargı Mercilerince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle, davanın daha önce görevsizlik kararı veren Adli Yargı Yerinde görülmesi gerektiğinden Mahkemeleri Hakimliğinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın görülmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 04.05.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari ve adli yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş iki görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen idari yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile yapılan başvuru bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli ve idari yargı yerlerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte, kararların kesinleşmesinden sonra, Davacı vekili tarafından, para cezasına karşı ikinci kez idari yargı yerinde dava açılması üzerine Mahkemece; 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın görülmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Aydın 1. İdare Mahkemesince(Tek Hakim) yapılan başvurunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 30. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 543. maddesiyle,Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.            

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5179 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesinin 2247 sayılı Yasa’nın 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Didim Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 16.01.2007 gün ve 2006/334 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.05.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/424

KARAR NO: 2009/118

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M.A.

Vekilleri     : Av. N.Ş.M., Av. S.M.        

Davalı        : Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili         : Av.Ç.E.

O L A Y     : Sermaye Piyasası Kurulu'nun 21.08.2007 tarih ve 30/873 sayılı işlemi ile, Kepez Elektrik T.A.Ş.'nin yönetim kurulu üyesi olan davacıya; Libananco adlı bir şirketin, Kepez Elektrik T.A.Ş.'ne ortak olduğuna ilişkin 19.11.2005 tarihinde basında çıkan haberlerin; doğru ve/veya yeterli olup olmadığı konusunda Kurulun Seri VIII, No:39 Sayılı Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği çerçevesinde özel durum açıklamasında bulunmadığı gerekçesiyle, Sermaye Piyasası Kanununun 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verilmiş; durum 31.08.2007 tarih B.02.1.SPK.013-1474 sayılı işlem ile davacıya bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 5. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.12.2007 gün ve 2007/1434 Müt sayı ile, Danıştay 13. Dairesinin 2006/2059 Esas, 2007/1192 Karar, 2006/1977 Esas, 2006/1191 karar sayılı Kararlarında; "5326 sayılı Yasa'nın 3. maddesi 01.03.2006 günlü ve 2005/108 Esas 2006/35 Karar sayılı kararla iptal edilmiş, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun bulunmuştur. Anılan karardaki bu maddeye ilişkin iptal gerekçesi doğrultusunda, cezai karakteri ağır basan bu eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına karşı başvurunun Sulh Ceza Mahkemesince kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde Anayasa'nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

5326 sayılı Kanun'un 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi'nin yukarıda belirtilen kararıyla, iptali üzerine doğan hukuksal boşluk 06.12.2006 günlü, 5530 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle doldurulmuş; Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi" (1) Bu kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde; b)Diğer genel hükümleri, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır" biçimde yeniden düzenlenmiştir.

Sözü edilen 3. maddede yapılan değişikliğe ilişkin 5530 sayılı Kanun'un Genel Gerekçesinde; "5326 sayılı kanunun 3. maddesi değiştirilmiştir. Kabahatler kanununun 3. maddesinin yürürlükte olan metnine göre bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacaktır. Bunun sonucu olarak Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda yer alan idari para cezasını gerektiren bütün fiiller açısından da uygulanabilecektir. Ancak, bu uygulama, üst kurullar tarafından verilen idari para cezalarına ilişkin olarak yargı yolu bakımından bir tartışmaya neden olmuştur. Üst kurullar tarafından belli sektörlerdeki faaliyetlerin denetlenmesi bağlamında yüksek meblağlarda idari para cezaları verilebilmektedir. Bu itibarla, madde metninde özellikle üst kurallara ilişkin kanunlarda bu kuralların vereceği idari para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'a gidilebilmesine imkan tanıyan bir düzenleme yapıldığı ... " belirtilmiştir.

2575 sayılı kanunun 34/C maddesine, 5183 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile eklenen hükümle 14 bentte Danıştay 13. Dairesinin görevleri sayma suretiyle belirlenmiş, madde de yer verilen kanunlardan veya mevzuattan doğan uyuşmazlıklardan, Danıştay'ın diğer dava dairelerinin görevleri dışında kalan davaları çözümleyeceği ayrıca kurala bağlanmıştır.

5183 sayılı Kanun'un Genel Gerekçesi'nde; ülke ekonomisindeki yapısal değişikliklerle pek çok bağımsız idari otorite kurulması yoluna gidildiği ve bunların bir kısmının kuruluş kanunlarında, çıkacak uyuşmazlıkların ilk derecede Danıştay'da çözümlenmesinin öngörüldüğü, diğerlerinin işlemlerine karşı açılan ve idare mahkemelerinde ilk derecede görülen davalarla ilgili kararlara karşı yapılan temyiz başvurularının ise esasen Danıştay'da incelendiği, bu kuruluşlarla ilgili kanunların uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar nedeniyle açılan davaların niteliği, niceliği ve ülke ekonomisi bakımından önemi göz önüne alındığında kısa sürede sonuçlandırılması gereğinin, münhasıran bu davaları çözümlemekle görevli bir ihtisas dairesinin belirlenmesi ihtiyacını ortaya çıkardığı belirtilmiştir.

Dairenin görevleri arasında bulunan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun 12. maddesinde, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 21. maddesinde, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun 10. maddesinde, 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) piyasası kanununun 18. maddesinde, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 105. ve 128. maddelerinde kurul işlemlerine karşı açılan davaların hem ilk derecede Danıştay'da görüleceği, hem de acele işlerden sayılacağı öngörülürken; 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları hakkında Kanun'un 25. maddesinde, milli güvenliğin gerekli kıldığı yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde olan hallerde Başbakan veya görevlendireceği bakanın yayını durdurması halinde, bu konudaki icrai ve idari kararlar aleyhine doğrudan doğruya Danıştay'da dava açılacağı, Danıştay'ın bu davalara öncelikle bakacağı ve karara bağlayacağı, yürütmenin durdurulması talepleri hakkında 48 saat içerisinde karar verileceği; 4054 sayılı Rekabetin Korunması hakkında kanunun 55. maddesinde Kurul kararlarına karşı Danıştay'a başvurabileceği, 4046 sayılı özelleştirme uygulamaları hakkında Kanun'un 27. maddesinde, özelleştirme uygulamalarına ilişkin idari davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görüleceği hükme bağlanmış bulunmaktadır.

Tasarı'nın "Kurul kararlarına karşı yargı yolu" başlıklı 21. maddesinde, Kurulun düzenleyici ve denetleyici nitelikteki kararlarına karşı açılacak davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görüleceği, Danıştay'ın, kurul kararlarına karşı yapılan başvuruları acele işlerden sayacağı öngörülmüştür.

Madde gerekçesinde ise "düzenleyici ve denetleyici kurumlar sektörel düzenleyici kurumlar olduğu için verdikleri kararların hemen uygulanması gerekmektir. Aksi halde oluşacak belirsizlik hem düzenledikleri sektöre hem de ülke ekonomisine zarar verebilecektir. Yürürlükteki kanunlara göre, kurumların sektöre ilişkin olarak verdikleri kararlara karşı gidilebilecek ilk derece mahkemeler farklılık göstermektedir. Kurulların sektöre yönelik olarak vereceği kararların kısa sürede kesinleşmesini sağlayarak belirsizliği ortadan kaldırmak ve kurul kararlarına karşı gidilecek yargı yolunda yeknesaklığı temin etmek üzere kurulun düzenleyici ve denetleyici kararlarına karşı açılacak davaların ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülmesi hükmü getirilmektedir" denilmiştir.

Uyuşmazlık konusu olayda 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'na dayanılarak yapılan düzenlemelere aykırı hareket ettiği ileri sürülerek davacı adına Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 14.10.2005 tarih ve 21315 sayılı kararla idari para cezası verilmiştir.

Mahkemelerce uygulanan yaptırımlar kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak amacına yönelik olduğu halde, düzenleme ve denetleme yetkisi olan üst kurullara tanınan yaptırım uygulama yetkisiyle, idarelerin kamu hizmetlerini gereği gibi, etkin ve ivedilikle yürütebilmesi amacı gözetilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin 23.10.1996 tarihli ve 1996/48 Esas 1996/41 karar sayılı kararında tanımlandığı üzere "İdarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlem ile uygulandığı yaptırımlarla verdiği cezalara" idari yaptırım denilmekte olup; kişilere, bu kurullar tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idari cezalar, idari yaptırımların en önemlilerinden biridir. İdari para cezalarını diğer cezalardan ayıran en belirgin nitelik, idari makamlar tarafından verilmesidir. İdari bir makam tarafından tek taraflı olarak idare hukuku alanında kamu gücünün kullanılması suretiyle tesis edilmeleri nedeniyle idari bir işlem oldukları tartışmasızdır.

Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler, yasa değişikliği gerekçesi, Anayasa Mahkemesi kararları, 5183 sayılı Kanun amacı ve gerekçesi ile düzenleyici ve denetleyici kuruluşların kuruluş kanunlarında öngörülen düzenleme ile ulaşılması hedeflenen amaçlar birlikte değerlendirildiğinde; ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal düzenlemelerde basit nitelikte görülen suçlar hakkında idari yaptırımlara yer verilmesi, daha ağır suç oluşturan eylemler için verilen idari para cezalarına karşı yapılacak başvurularda kanunun idare hukukundan çok ceza hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle; kabahatler kanununun, cezai karakteri ağır basan ve ceza hukuku alanına giren idari para cezalarına uygulanmasının söz konusu olmadığı, bu itibarla, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A maddesi uyarınca Sermaye Piyasası Kurulu tarafından verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır." denilmekte olduğu; Mahkemelerince de Danıştay'ın bu kararındaki gerekçe ve anlatımları gereğince Sermaye Piyasası Kurulunun bu kararına karşı itirazının inceleme merciinin idari yargı olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 30.05.2008 gün ve E:2008/201 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19 maddesinden söz ederek; dava dosyasının incelenmesinden; davacı adına Sermaye Piyasası Kurulu Karar Organınca 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A maddesi uyarınca 50.000,00-YTL idari para cezası verilmesine karar verildiği, davacı tarafından anılan idari para cezasının iptali istemiyle Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2007/1434 Müt. sayılı esasında açılan davada Mahkemesince 10.12.2007 günlü kararla davanın idari yargının görevine girdiğinden bahisle görev ret kararı verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 47/A maddesinde, "Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişiler hakkında gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından 2 milyar liradan 10 milyar liraya kadar para cezası verilir. İdari para cezalarının uygulanmasından önce ilgilinin savunması alınır. Savunma istendiğine ilişkin yazının tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde savunma verilmemesi halinde, ilgilinin savunma hakkından feragat ettiği kabul edilir. İdari para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idari para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz. Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca 1 milyar liradan 5 milyar liraya kadar para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları bir taraftan ilgiliye tebliğ etmekle beraber diğer taraftan tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir. (Ek fıkra: 21/02/2007-5582 S.K./19.mad.) Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin YTL'den beşbin YTL’ ye kadar para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir. Bu cezalar ilgililere tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yatırımcıları Koruma Fonuna ödenmediği takdirde bu Fon tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil olunur ve Fona irad kaydolunur." hükmünü taşıdığı; öte yandan, 31.3.2005 günlü 25772 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 saydı Kabahatler Kanunun 2.maddesinde; kabahat deyiminden: Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 5560 sayılı kanunun 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır."; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise mülkiyetin Kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu; " Başvuru Yolu" başlıklı 27.maddesinde, "(1) İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir, (2) Mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde karara karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, kararın kesinleşmesini engellemez; ancak, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir.(3) Başvuru, bizzat kanuni temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesi, iki nüsha olarak verilir. (4) Başvuru dilekçesinde, idari yaptırım kararına ilişkin bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir. Dilekçede ayrıca, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep dayanaklarıyla gösterilir. (5) idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde bu madde hükmü uygulanmaz. (6) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) Soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idari yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idari yaptırım kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir. (7) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idari yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idari yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir. (8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." hükümlerinin yer aldığı; yukarıda aktarılan hükümler ile Kabahatler Kanunu'nun idari para cezası kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, bir başka deyişle diğer kanunlarda idari para cezası kararına karşı kanun yolu olarak idari yargı yeri gösterilmiş ise idari yargı yerinde; idari yargı yeri gösterilmemiş ise de Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesine dava açılabileceğinin görüldüğü; belirtilen maddi ve hukuki duruma göre, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 47/A maddesi uyarınca uygulanan idari para cezası yaptırımından kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. ve 27. maddeleri göz önüne alındığında ve 2499 sayılı Yasada dava açılacak yargı merciinin gösterilmemiş olması nedeniyle, görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olduğu sonucuna ulaşıldığı; nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 26.12.2007 gün ve E:2007/150, K: 2007/371 sayılı kararının da bu yönde olduğu; açıklanan nedenlerle, adli yargının görev alanına giren davanın 2577 sayılı Yasanın 14/3-a ve 15/1-a maddeleri uyarınca görev yönünden reddi gerektiği sonucuna varıldığından, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve davanın Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 04.05.2009 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör - Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Şirket Yönetim Kurulu üyesi olan davacıya, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından çıkarılan Tebliğ hükmüne aykırı hareket edildiği gerekçesiyle, 2499 sayılı Kanunun (SPKn) 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinde; (Ek:15/12/1999 - 4487/26 md.; Değişik: 23/1/2008-5728/373 md.)Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişilere, gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından onbeşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca beşbin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir.

İdarî para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idarî para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz.” hükmü yer almıştır.

Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.      

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde    " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.            

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 9.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 10.12.2007 gün ve 2007/1434 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.05.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/432

KARAR NO: 2009/120

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : “30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma” cezası ile cezalandırılan ve bu cezası yerine getirilen doktor olan davacı tarafından, cezanın İdare Mahkemesince iptali ve bu kararın Danıştay’ca onanması üzerine açılan manevi tazminat davasının İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S.Ç.

Vekili         : Av. İ.O.

Davalılar    : 1- Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı

Vekili         : Av. E.B., 2- Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı

Vekili         : Av. L.V.E.

O L A Y     : Ankara Tabip Odası Onur Kurulu’nun 16.9.2003 günlü kararı ile, Dr. S. Ç.’nın şikayete konu eylemi nedeni ile 6023 sayılı Yasa’nın 39. maddesi ve TTB Soruşturma ve Yargılama Yönetmeliği gereğince “30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma” cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu’nun 9 Kasım 2003 gün ve 2003/6 sayılı kararı ile, Ankara Tabip Odası’nın 30.10.2003 tarih ve 3410/03 sayılı yazısı ekinde gönderilen Dr. S. Ç.’nın meslektaşına fiziki şiddet uygulaması ve sövmesi sebebiyle 30 gün süreyle geçici olarak meslekten men cezasıyla cezalandırılmasına dair dosyanın incelendiği, dosyanın incelenmesinde; hekime isnat edilen eylemin sabit olduğunun dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşıldığı, sabit olan eyleme verilmiş olan cezanın da eylemin ağırlığına uygun olduğu, bu nedenlerle Ankara Tabip Odası Onur Kurulu’nun Dr. S. Ç.’nın 30 gün süreyle geçici olarak meslekten men cezasıyla cezalandırılmasına dair kararının onanmasına karar verilmiştir.

Sağlık Bakanlığı Ulus Devlet Hastanesinde genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan davacının Ankara Tabip Odası Onur Kurulu’nun 16.9.2003 gün ve bila sayılı, 30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararını onayan Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu’nun 9.11.2003 gün ve 2003/6 sayılı işlemi, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 29.12.2005 gün ve E:2004/1800, K:2005/2016 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve bu karar Danıştay 8. Dairesi’nin 24.9.2007 gün ve E:2006/5143, K:2007/4825 sayılı kararıyla onanmıştır.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacının SSK Ulus Hastanesi’nde genel cerrah olarak çalışmakta iken 9.5.2003 tarihinde anestezi uzmanı ile arasında tartışma çıktığını, tarafların karşılıklı müessir fiil ve hakarette bulunduklarını, bu olay sebebiyle açılan kamu davasının Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2003/633 Esas sayılı davasında görüldüğünü ve Mahkemenin 27.5.2004 gün ve 2004/756 sayılı kararı ile her iki tarafın da bu olay nedeniyle mahkumiyetine karar verildiğini, her iki tarafın karşılıklı olarak birbirini Ankara Tabip Odası’na şikayet ettiğini, Ankara Tabip Odası’nın müvekkilinin şikayeti hakkında hiçbir işlem yapmadığını, diğer doktorun şikayetini Onur Kuruluna sevk ettiğini, Onur Kurulunun 16 Eylül 2003 tarihli kararı ile, davacının "30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma" cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, davacının 28.11.2003 tarihinde Onur Kurulunun verdiği karara TTB Yüksek Onur Kurulu nezdinde itiraz ettiğini, kendisine sözlü savunma hakkı verilmesini de dilekçesinde talep ettiğini, Ankara Tabip Odası’nın davacının itirazını beklemeden Onur Kurulunun aldığı kararı TTB Yüksek Onur Kuruluna gönderdiğini, Kurulun davacıyı yazılı ve sözlü savunmaya çağırmadan 8-9 Kasım 2003 tarih ve 2003/6 sayılı kararı ile, Ankara Tabip Odası Onur Kurulunun 30 gün süre ile geçici olarak meslekten men cezasını onadığını, kararın derhal infaz edilmek üzere Bakanlığa gönderildiğini ve davacıya verilen 30 günlük meslekten men cezasının 29.3.2004-28.4.2004 tarihleri arasında infaz edildiğini, bu ceza infaz edildikten sonra TTB’nin hatasını fark ederek davacıyı sözlü savunmaya çağırdığını, davacının diğer doktor hakkında aynı olay sebebiyle yaptığı şikayetin ise aradan 5 seneye yakın bir zaman geçtiği halde Ankara Tabip Odası’nca neticelendirilmediğini, davacının Ankara Tabip Odası ve TTB Yüksek Onur Kurulu’nun hakkında verdiği haksız kararın iptali için Ankara 7. İdare Mahkemesi’nde açtığı davanın kabul edildiğini ve Mahkemenin 29.12.2005 tarih ve 2004/1800 E, 2005/2016 Karar sayılı kararı ile, Ankara Tabip Odası ve TTB Yüksek Onur Kurulu’nun davacıya ceza vermeye yetkili olmadığına karar verdiğini, bu kararı Ankara Tabip Odası ve TTB Merkez Konseyi Başkanlığı’nın temyiz ettiğini, ancak Danıştay 8. Dairesi’nin 24.9.2007 tarih ve 2006/5143 Esas, 2007/4825 Karar sayılı kararı ile temyiz istemini reddederek Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin kararını onadığını, böylece Mahkeme kararı ile davalılar Ankara Tabip Odası ve TTB Merkez Konseyinin davacı hakkında soruşturma yaparak ceza veremeyeceğinin anlaşıldığını, Ankara Tabip Odası ve TTB Merkez Konseyi’nce davacının yasal haklarını kullanması beklenmeden ve T.Tabipleri Birliği Kanunu’nun verdiği savunma hakkı dahi kullandırılmadan alelacele verilen en ağır cezanın infaz edildiğini, arkasından idari yargı kararı ile, Meslek Odasının böyle bir ceza verme yetkisinin olmadığı ve bu cezanın uygulatılmasıyla davacıya maddi ve manevi yönden büyük zarar vererek acı çektirildiğinin ortaya çıktığını ileri sürerek maddi tazminat davası açma hakkı saklı kalmak üzere 50.000.-YTL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı vekili tarafından davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 26. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 22.7.2008 gün ve E:2008/112 sayı ile, davalı vekilinin yerinde görülmeyen görev itirazının reddine karar vermiştir.

   Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : SSK Ulus Hastahanesinde genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan davacının 30 gün süreyle meslekten alıkoyma cezası ile cezalandırılması ve bu cezanın uygulanmasından dolayı çektiği acıya karşılık 50.000.00.-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada, davalılardan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı tarafından davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/b fıkrasında, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlığın, SSK Ulus Hastahanesinde genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan davacının, disiplin cezası ile cezalandırılması ve bu cezanın uygulanmasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, idarelerin işleyişinden ve görevleriyle ilgili yetkilerinin kullanılmasından doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin anılan Merkez Konseyi Başkanlığı’nın görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı S.Ç. vekili tarafından davalı Ankara Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı aleyhine Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2008/112 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/432 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Sağlık Bakanlığı Ulus Devlet Hastahanesinde genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan davacı S. Ç.'nın, Ankara Tabip Odası Onur Kurulu'nun 16.9.2003 gün ve bila sayılı 30 gün süreyle meslekten alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararını onaylayan Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu'nun 9.11.2003 gün ve 2003/6 sayılı cezanın uygulanmasından dolayı çektiği acıya karşılık 50.000.00.-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada, davalılardan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı tarafından davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine de olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, olayda, uyuşmazlığın, Sağlık Bakanlığı Ulus Devlet Hastahanesinde genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan davacının, disiplin cezası ile cezalandırılması ve bu cezanın uygulanmasından sonra açılan dava sonucunda iptal edilmesi üzerine, davacının uğradığı ileri sürülen manevi zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tazmini istemine ilişkin bulunduğu, 6023 sayılı Kanun’la kurulmuş olan Türk Tabipleri Birliği’nin, Anayasa'nın 135. maddesine göre kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olduğu, somut olayda, kamu kurumu niteliğindeki davalıya husumet yöneltilerek uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında, idarenin kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı irade açıklaması şeklinde tesis edilen işlemleri nedeniyle davanın görüm ve çözümünün idari hukuk kurallarına göre idari yargı yerinde yapılması gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/112 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, doktor olan davacı tarafından, Ankara Tabip Odası Onur Kurulu’nun 30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararını onayan Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu işleminin İdare Mahkemesince iptali ve bu kararın Danıştay’ca onanması üzerine bu cezanın uygulatılmasının maddi ve manevi yönden zarar verdiği ileri sürülerek maddi tazminat davası açma hakkı saklı kalmak üzere 50.000.-YTL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 135. maddesinde, “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir” denilmiştir.

23/1/1953 gün ve 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 1. maddesinde(Değişik: 7/6/1985 - 3224/48 md.), “Türkiye sınırları içerisinde meslek ve sanatlarını icraya yetkili olup da sanatını serbest olarak yapan veya meslek diplomasından istifade etmek suretiyle resmi veya özel görev yapan tabiplerin katıldığı Türk Tabipleri Birliği; tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak ve meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde mesleki bir kuruluştur”, 2. maddesinde, “Türk Tabipleri Birliği; Tabip odaları, Merkez Konseyi, Yüksek Haysiyet Divanı ve Büyük Kongreden ibaret teşekküllerin bütünüdür. Bu Birlik hükmi şahsiyeti haiz bir teşekküldür” hükmü yer almıştır.

Olayda, doktor olan davacı tarafından, Ankara Tabip Odası Onur Kurulu’nun 30 gün geçici olarak meslekten alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararını onayan Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu işleminin Ankara 7. İdare Mahkemesi’nce iptal edilmesi ve bu kararın Danıştay Sekizinci Dairesi’nce onanması üzerine cezanın derhal infaz edilmesi nedeniyle zarara uğradığı ileri sürülerek manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.7.2008 gün ve E:2008/112 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/439

KARAR NO: 2009/121

KARAR TR : 04.05.2009

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T     : Mersin Limanında meydana gelen kaza nedeniyle yaralanıp sakat kalan davacı tarafından maddi ve manevi tazminat istemiyle davalılar aleyhine açılan davanın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü yönünden İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Y.E.

Vekili : Av. K.Ç.

Davalılar    : 1-N.Ş., 2-M.A., 3-E.G., 4-TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. Ö.A.

 

O L A Y     : Davacı vekili, dava dilekçesinde, Mersin Limanında 19.5.2000 tarihinde meydana gelen kaza nedeniyle Y. E.’in yaralandığını ve sakat kaldığını, olay tarihinden bu yana halen yatalak olup, ömür boyu yatağa mahkum edildiğini, meydana gelen kazadan davalıların sorumlu olduğunu, meydana gelen kaza nedeniyle Mersin 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2000/577 E, 2002/1105 K sayılı kararı ile, davalılar aleyhine kamu davası açıldığını ve ceza tayinine gidildiğini, meydana gelen kazanın oluş biçimi ve olayda tarafların kusuru yönünden Mersin 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin aşağıdaki şekilde hüküm ihdas ettiğini, şöyleki; olay tarihinde Y. E.'in 38 TA 870 plakalı kamyonu ile Kayseri İline demir yükü taşımak üzere Liman içi 2 nolu rıhtıma yaklaştığını, aynı tarihte davalılardan N. Ş.'in Mersin Liman İşletme Müdürlüğü’nde mekanik vasıta operatörü, M.A.'nın serdümen, davalı E. G.'in ise yükleme boşaltma işçisi olduğunu, demir yüklü Desun gemisinden müdahil mağdurun kamyonuna davalı N. Ş.’in vinçle demir yüklediği sırada o anda posta başılık yapan serdümen M.A. ile kamyon üzerinde bulunan yükleme boşaltma işçisi E. G. öğle paydosunun yaklaşması ve yemek saati oluşu nedeniyle acele ettiklerinden davacının kamyonuna yüklenen demir yükünün yüklenmesinin sonuna yaklaşıldığında iki kangal demirin kamyona dengesiz yüklendiğini, bunu gören davacı mağdur Y. E.'in yüklemeyi müteakip posta başı M.A. ve yükleme boşaltma işçisi E. G.'in usulüne uygun yükleme işini tamamlamadan görev yerini terk etmeleri nedeniyle vinç operatörü N. Ş.’e durumu anlatıp görev yerini terk eden diğer davalıların yerine bizzat kendisinin kamyonunun üzerine çıkmak zorunda kaldığını, vinç operatörü olan davalı N. Ş.'in de yemek saatinin gelmesi nedeni ile sinirli bir şekilde dengesiz yüklenen iki bağ kangal demir yükünün düzeltilmesini yaparken kamyonun üzerine çıkan davacı mağdur Y. E.'i kamyon kasası üzerinden indirmeden ve tehlike bölgesi dışına gitmesini sağlamadan ani ve sert şekilde kaldırması ile demirlerin kendisine çarpmasından korkarak geri geri dikkatsizce giden davacı mağdur Y. E.'in kamyon kasası üzerinden sırt üstü zemine düşmesi sonucu doktor ve adli tıp raporlarında belirtildiği gibi hayati tehlike geçirmeyecek ve 45 gün iş ve güçten kalacak şekilde yaralandığını, olayın oluş şekline göre işveren durumundaki Mersin Liman İşletme Müdürlüğü’nün mensubu olan elemanlarının dikkatsiz ve talimatlara riayetsiz davranmaları nedeniyle olayda 6/8 oranında kusurlu ve sorumlu olduğunu, ancak cezaların şahsiliği prensibinden hareketle sebep-sonuç ilişkisi illiyet bağı tahtında davalılardan vinç operatörü olan N.Ş.'in olay sırasında yukarıda anlatıldığı şekilde sert, sinirli ve dikkatsiz davranması nedeniyle olayda 3/8 oranında kusurlu olduğunu, posta başı ve işaretçi olan davalı M. A.'nın olay yerini işini tam bitirmeden zamanından önce terk ederek asli görevi olan ekip başı ve işaretçiliğini layıkı veçhile yapmayarak davacı ile vinç operatörünü karşı karşıya bırakması nedeniyle olayda 2/8 oranında kusurlu bulunduğunu, aynı şekilde davalı E. G.'in olay yerini işini tam bitirmeden zamanından önce terk ederek asli görevi olan sapancılık yükleme ve boşaltma işini layıkı veçhile yapmayarak davacı ile vinç operatörünü karşı karşıya bırakması nedeniyle olayda 1/8 oranında kusurlu olduğunu, davacı mağdur Y. E.'in ise görevi olmadığı halde diğer davalılar posta başı, işaretçi ve sapancının görev yerlerini, işlerini güvenli bir şekilde yapmadan, yaptırmadan, yapılmasını sağlamadan özetle işlerini tamamlamadan yarım bırakarak terk etmeleri nedeniyle yanlış yüklenen iki kangal demirin düzeltilmesi ricası ve istemi ile hatalı ve talimatlara aykırı şekilde kamyon kasası üzerine çıkarak davalı N. Ş.'in sinirli, sert ve ani yük kaldırımında ürkerek geri geri arkasına bakmadan dikkatsiz ve tedbirsizce kaçışı anında kamyon kasasından kayıp düşmesi nedeniyle bu eyleminden dolayı 2/8 oranında kusurlu olduğuna kanaat getirerek davalı şahıslar aleyhine ceza tayini yoluna gidildiğini, Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararından da anlaşılacağı üzere, davalıların görev yerlerini terk ederek, görevlerini suistimal ettiklerini, her ne kadar davacı aleyhine kusur atfedilse de, davacının araç üzerine mecburen çıktığını, söz konusu kazanın sıradan tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu meydana gelen bir kaza olmadığını, davalıların kötü niyetli olarak, mesai bitmeden vaktinden önce görev yerlerini terk etmelerinden, görevlerini yapmamalarından, N. Ş.'in ise görevinden kaçınarak görevini gereği gibi yapmamak istemesinden kaynaklandığını, davacının kaza nedeni ile omuriliğinin zedelendiğini ve belden aşağısının tutmaz hale geldiğini, bu nedenle yatalak durumda olduğunu, Liman sahasında her türlü güvenlik önlemini almakla Liman İşletmesinin sorumlu olduğunu ve bilirkişilerce kusur izafe edilen vinç operatörü, posta başı ve işaretçinin limanın işçisi olması nedeniyle işçilerinin meydana getirdiği zararlardan TCDD Mersin Liman İşletme Müdürlüğü’nün müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya dair talep hakları saklı kalmak kaydı ile 2/8 kusur oranı da nazara alınarak 25.000.-YTL maddi, 25.000.-YTL manevi tazminatın kaza tarihi olan 19.5.2000 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince süresinde verilen dilekçelerde, idarelerinin hizmet kusuruna dayanılarak açılmış olması nedeniyle davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

MERSİN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 16.5.2008 gün ve E:2005/233 sayı ile, davalı TCDD vekilinin yargı yeri itibarıyla görevsizlik talebinin bu aşamada reddine, esas karar ile birlikte yargılama neticesinde değerlendirilmesine karar vermiştir.

 Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne bağlı Mersin Liman İşletmesi’nde Desun adlı gemiden 38 TA 870 plakalı kamyona yüklenen demirlerin bir kısmının vinçle düzeltilmesi sırasında kamyon kasasından zemine düşmesi sonucunda yaralanan (travmatik parapleji olan) davacı tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, N. Ş., M. A. ve E. G.'e karşı Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2005/233 sayılı dosyasında açılan davada, davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiğinin anlaşıldığı, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinin(1-b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, gerekli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı, sonuç olarak olayda hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne yönelik olan kısmının görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Davacı Y. E. vekili tarafından davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2005/233 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2008/439 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacı Y. E.'in, 38 TA 870 plakalı kamyonu ile Mersin Limanı’ndan Kayseri İline demir yükü taşımak üzere liman içi 2 nolu rıhtıma yanaştığı ve TCDD Genel Müdürlüğü’ne bağlı Mersin Liman İşletmesi’nde gemiden kamyonuna yüklenen demirlerin bir kısmının vinçle düzeltilmesi sırasında kamyon kasasından zemine düşmesi sonucunda yaralanarak travmatik parapleji olan davacının 25.000.-YTL maddi, 25.000.-YTL manevi tazminatın kaza tarihi olan 19.5.2000 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, davalı TCDD Genel Müdürlüğü’ne bağlı Mersin Liman İşletmesi’nde gemiden kamyonuna yüklenen demirlerin bir kısmının vinçle düzeltilmesi sırasında kamyon kasasından zemine düşmesi sonucunda yaralanarak travmatik parapleji olan davacının söz konusu kazadan dolayı uğradığı maddi ve manevi zararın yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, davalı idarenin, tekel suretiyle hizmet yürüttüğünü ve TCDD Genel Müdürlüğü’ne bağlı Mersin Liman İşletmesi Müdürlüğü’nde meydana gelen bir kaza nedeniyle açılan davada idarenin hizmetini yerine getirirken kusurlu olduğu ve gerekli güvenlik tedbirlerini almadığı ileri sürüldüğünden, davacının davasını hizmet kusuruna dayanarak açtığını belirterek davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini iddia ettiği, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü'nün tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğunun tartışmasız bulunduğu, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılındığı, uyuşmazlığın çözümü için; İşletmenin yürüttüğü faaliyetin niteliğinin ve İşletme ile kendine ait kamyonla taşıma işini yapan davacı arasındaki hukuki ilişkinin incelenmesi gerektiği, TCDD Ana Statü'sünde, demiryollarını işletmenin ve demiryolu taşımacılığını yapmanın işletmenin faaliyetleri arasında yer aldığı, Türk Ticaret Kanunu'nun 12. maddesinde, kara, deniz ve havada, nehir ve göllerde yolcu ve eşya taşımak üzere kurulan müesseselerin ticarethane sayılacağına işaret edildiği, anılan Yasa'nın 762. maddesinde, taşıyıcının ücret mukabilinde yolcu ve eşya taşıma işlerini üzerine alan kimse olduğunun ifade edildiği, söz konusu düzenleme gereğince yük taşıma işinin ücret karşılığında yapılan bir ticari faaliyet niteliğini taşıdığı, dosya içeriğinden, zarar verici eylemin davalı idarenin çalıştırdığı kişilerin çalıştıkları sırada gerekli güvenlik önlemlerini almaması veya özensiz davranmaları nedeniyle meydana geldiğinin anlaşıldığı, nitekim, davalı idarenin çalıştırdığı kişilerin 765 sayılı TCK'nun 459/2 maddesi gereğince tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçundan Mersin 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 23.12.2002 tarih ve 2000/577 Esas, 2002/1105 Karar sayılı kararı ile cezalandırılmalarına karar verildiği, somut olayda davacıya zarar veren, onun yaralanmasına neden olan eylemden sorumlu olan kişilerin davalı idare tarafından çalıştırılan kişiler olduğu, Borçlar Kanunu'nun 55. maddesinde yer alan "Başkalarını istihdam eden kimse, maiyetinde istihdam ettiği kimselerin ve amelesinin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıkları zarardan mesuldür" hükmü karşısında, davalı idarenin çalıştırdığı kişilerin haksız eyleminden dolayı sorumluluğuna istinaden söz konusu davada husumetin TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne de tevcih edildiği, kendine ait kamyonu ile nakliye işini yapan davacı ile davalı İşletme arasındaki hukuki ilişkinin "taşıma sözleşmesine" dayanan bir özel hukuk ilişkisi olduğu, olayda idari eylem ve işlemden doğmuş herhangi bir zarar söz konusu olmayıp, taşıma sözleşmesi sonucu davacının yaralanmasından dolayı İşletmenin tazmin yükümlülüğünün belirlenmesi söz konusu olduğundan, davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun reddine karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 4.5.2009 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Mersin Limanında 19.5.2000 tarihinde meydana gelen kaza nedeniyle davacının yaralandığı ve sakat kaldığı, Liman sahasında her türlü güvenlik önlemini almakla Liman İşletmesinin sorumlu olduğu ve Liman işçilerinin meydana getirdiği zararlardan TCDD Mersin Liman İşletme Müdürlüğü’nün müştereken ve müteselsilen sorumlu bulunduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü(TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4.maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı vekilince, Liman sahasında her türlü güvenlik önlemini almakla Liman İşletmesinin sorumlu olduğu ve Liman işçilerinin meydana getirdiği zararlardan TCDD Mersin Liman İşletme Müdürlüğü’nün sorumlu bulunduğu ileri sürüldüğüne göre, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın, zararın hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu ileri sürüldüğünden idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada çalışanlarının verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava; olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.5.2008 gün ve E:2005/233 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.5.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/31

KARAR NO: 2008/31

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)       

Ö Z E T     : Asker kişi sanığa yüklenen “yaralama” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.    

Mağdur      : R. Y.

Sanık          : O. K.

O L A Y     : Kilitbahir/Çanakkale 32. Dz. U/S Batarya Komutanlığı emrinde görevli sanık Dz. Top. Er. O. K.’un, 20.3.2003 günü, 16.00-20.00 saatleri arasında silahlı nöbet görevini icra ederken aynı Komutanlık emrinde devriye nöbetçisi olarak görevli mağdur Dz. Telsiz Er R. Y. tarafından uyuduğu tespit edilerek uyandırılması üzerine aralarında çıkan tartışma sonucunda, sanığın elinde bulunan G-3 Piyade Tüfeğinin dipçiğiyle yüzüne vurması nedeniyle mağdurun 3 gün iş ve güçten kalır derecede yaralandığı, böylece, müessir fiil suçunu işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 456/4. madde ve fıkrası uyarınca cezalandırılması istemiyle Eceabat Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 1.3.2004 gün ve E: 2004/26, K:2004/14 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

ECEABAT SULH CEZA MAHKEMESİ: 3.3.2004 gün ve E:2004/32, K:2004/52 sayıyla; Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen eylemin aynı Kanun’un 91. maddesinde düzenlenen suçu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce sanığın yüklenen eylem nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesi üzerine, karar sanık tarafından temyiz edilmiş, Askeri Yargıtay 2. Dairesi, devriye nöbetçisi mağdurun, uyurken yakaladığı sanığa küfür etmek ve eline vurmak suretiyle keyfi muamelelerde bulunduğunu, bu nedenle Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesi uyarınca amir sayılmasının mümkün olmadığını, aralarında astlık üstlük ilişkisi de bulunmadığından eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “yaralama” suçunu oluşturacağını, sanığın terhis olmak suretiyle askeri mahkemede yargılanmasını gerektirir ilginin de kesildiğini açıklayarak, hükmün, göreve yönelik suç vasfında hata yönünden bozulmasına karar vermiştir.

KUZEY DENİZ SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 6.2.2008 gün ve E:2008/383, K:2008/46 sayıyla, bozma ilamında anlatılan hususları tekrar ederek, sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ :Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 76. maddesinde, "Nöbet; askerlikteki müşterek hizmetlerin yapılmasını ve devamını sağlamak maksadı ile bu hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, erbaş ve erler ile Silahlı Kuvvetler Teşkilatı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından yapılmasıdır.

Nöbetçi: nöbet hizmetinin yapılması için görevlendirilen şahıstır” şeklinde tarif edilmiş, 77. maddesinde de, "Kıtalarda, karargahlarda ve askeri kurumlarda nöbet hizmetine tabi tutulacak personelin kimler olacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve nöbetçilere ait vazifeler talimatname ile tayin ve tesbit olunur." denilmiştir.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun, "Nöbetçi, karakol, devriyenin tarifi" başlığı altında düzenlenen 15. maddesinde;

"1-Bu kanunun tatbikatında nöbetçi hazarda ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin, tarassut maksatlarıyle silahlı olarak bir yere konulan ve muayyen bir talimatı bulunan tek veya çift askerdir.

2- Karakol hazarda ve seferde aynı maksatlarla konulan ve bir amir emrinde bulunan

silahlı bir kısım askerdir.

3-Devriye hazarda ve seferde aynı maksatlarla muayyen bir mıntakada seyyar olarak vazife yapan bir veya daha ziyade silahlı askerdir." denilmekte, benzer düzenleme İç Hizmet Kanunu'nun 78. maddesinde de yer almaktadır.

Aynı Kanun'un 106. maddesinde "Askeri karakola, nöbetçiye ve devriyeye hakaret eden veya bunları dinlemiyen veya bunlara mukavemette bulunan yahut fiilen taarruz eden bu suçları amire karşı yapmış sayılır ve öylece cezalandırılır." denilmekte olup, her iki madde birlikte değerlendirildiğinde 15. maddede yazılı olan nöbetçilerin belli suçlar karşısında amir sayılacakları, daha açık bir anlatımla, maddede yazılı suçları işleyenlerin, bu suçları amire karşı işlemiş kabul edilerek ast gibi cezalandırılacakları; 12. maddesinde de “Bu kanunun tatbikatında (Hizmet) tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askeri vazifenin madun tarafından yapılması halidir” denilerek yasanın uygulanmasında hizmetin gerek malum ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askeri vazifenin madun tarafından yapılması hali olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan, İç Hizmet Yönetmeliği'nin "Askerlikte Nöbet Hizmetleri" başlığı altında düzenlenen 382 ve devamı maddelerinde nöbet hizmetleriyle ilgili hükümler düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 395.maddesinde, "Kıt'alarda her Kuvvetin özelliğine uygun olarak nöbet hizmetleri yürütülür. Bu yönetmeliğin dışında kalan veya ayrıca özellik arzeden nöbet hizmetleri ihtiyaca göre komutanlıklarca; bu yönetmelik esasları gözönünde tutularak hazırlanıp uygulanır." denilmekte, 396. maddesinde, bölük nöbetçi onbaşılarının vazifeleri arasında, bölüğün hususi nöbet yerleri varsa nöbetçileri kendisinin götürüp değiştireceği hükme bağlanmıştır.

Açıklanan yasa hükümleri ile buna bağlı olarak İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği gibi mevzuat hükümleri gözetilerek amir olma durumunun tespit edilmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinde, dosya içinde mevcut 32. Dz. U/S Bt. Komutanlığının 20.3.2003 tarihli nöbet çizelgesinden, 16.00 – 20.00 saatleri arasında sanığın 4 nolu nöbet kulübesi nöbetçisi, mağdurun ise devriye nöbetçisi olarak görevlendirildikleri anlaşılmıştır.

Sanığın tüm aşamalardaki anlatımlarında, olay sırasında önce mağdurun kendisine küfür ettiği ve eline vurduğunu beyan etmesi karşısında, Askeri Yargıtay’ın, mağdurun keyfi davranışlarla yersiz müdahale ve icapsız fiillerde bulunduğunda amirlik sıfatının ortadan kalkacağı yolundaki İçtihatları da gözetildiğinde, mağdurun Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesindeki korumadan yararlanamayacağı, bu durumda mahkemece takdir edilecek sanığa yüklenen eylemin kasten yaralama suçunu oluşturabileceği sonucuna varılmıştır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 Sayılı Yasa’nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Eceabat Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Eceabat Sulh Ceza Mahkemesi’nin 3.3.2004 gün ve E:2004/32, K:2004/52 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/32

KARAR NO: 2008/32

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)       

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : İ. Ö.

O L A Y     :Seymen/Kocaeli 1. P. Tug. Tnk. Tb. G/K Hiz. Brl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Er İ. Ö.’in, 23.2.2006 günü, üzerinde ele geçirilen ve yapılan kimyasal tahlil sonucu esrar maddesi olarak kullanılan dişi hint keneviri bitkisi ve tohumu olduğu tesbit edilen uyuşturucu maddeyi kullanırken yakalandığı, böylece, sanığın uyuşturucu madde bulundurmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 15. Piyade Tümen Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, yüklenen suçun sübut bulduğu gerekçesiyle, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5.maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 12.5.2006 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün infazı sırasında, Muharebe Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5,6 ve 7. maddelerinde lehe hükümler getirildiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden bu hususta bir karar verilmesi istenmiştir.

MUHABERE HİZMET DESTEK EĞİTİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 13.9.2007 gün ve E:2006/659, K:2007/A-12(171) sayıyla; sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı, sanığın terhis edildiği açıklanarak, sanık hakkında lehe kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin değerlendirmenin görevli ve yetkili adli mahkeme tarafından yapılmasının hukuka ve mevzuata uygun olacağı gerekçesiyle, itirazı kabil olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Kocaeli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KOCAELİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 15.1.2008 gün ve E:2008/73, K:2008/55 sayıyla; 1.6.2005 tarihinden sonra kesinleşen hükümler yönünden infaz aşamasında tereddütlerin giderilmesi için hükmü veren mahkemeden karar isteneceği gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, askeri ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararlarında, karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğunun belirtildiği görülmektedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, sanığa başvurabileceği kanun yolu, mercii ve şekli gösterilmeyen, itiraz yolunun açık olduğu bildirilen kararların kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa, yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, dava dosyası kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Muhabere Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi ile Kocaeli 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararlarının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 13.10.2008 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/33

KARAR NO: 2008/33

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)       

Ö Z E T     : Asker kişi sanığa yüklenen “kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan      : A, R. A.

Sanık          : A. A.

O L A Y     : Burdur 58. Piyade Eğitim Alay Komutanlığı Karargah ve Hizmet Bölük Komutanlığı emrinde görevli sanık Top. Er A.A.’ın, 2.2.2007 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan A.R.A.’ın birlik içersinde denetlemeler vesair hizmetleri yürütürken herhangi bir mıntıkada unutup ya da düşürmek suretiyle kaybettiği telefonunu ele geçirerek kullandığı, böylece, kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçunu işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 5327 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 160/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14.6.2007 gün ve E:2007/708, K: 2007/323 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

BURDUR SULH CEZA MAHKEMESİ: 25.6.2007 gün ve E:2007/375, K:2007/381 sayıyla, asker kişi sanığı, asker kişiye karşı, askeri mahalde işlediği ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DAĞ KOMANDO OKULU VE EĞİTİM MERKEZ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 3.6.2008 gün ve E:2008/346, K:2008/171 sayıyla; sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesildiği, yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ :Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren adli yargı yerince, sanığın yargılamasının askeri yargı yerine ait olduğu belirtilmiş ise de, sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 160. maddesinde düzenlenen “kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf” suçu olduğu, bu suçun da “askeri suç” olmadığı açıktır.

 353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Burdur Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Burdur Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.6.2007 gün ve E:2007/375, K:2007/381 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/34

KARAR NO: 2008/34

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanık hakkında, “üstünün eşyasını çalmak”suçuna uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, ASKERİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.    

Yakınan      : H. B. İ.

Sanık          : İ. O.

O L A Y     : Eğirdir/ Isparta Dağ Komando Okulu Ve Eğitim Merkezi Komutanlığı emrinde görevli sanık Komd. Er. İ.O.’un, 27.12.2002 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan P. Bnb. H.B.İ’a ait cep telefonunu çalışma odasında masanın üzerinde durmakta iken çaldığı, böylece, hırsızlık suçunu işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 491/2-3,522. madde ve fıkraları uyarınca cezalandırılması istemiyle Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.3.2004 gün ve E: 2004/56, K:2004/25 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

Eğirdir Sulh Ceza Mahkemesi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/1-b, 145. maddelerinin sanık hakkında uygulanma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Eğirdir Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

EĞİRDİR ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 26.4.2006 gün ve E:2005/123, K:2006/67 sayıyla; sanığa yüklenen eylemin askeri suç kapsamında bulunan “üstünün eşyasını çalmak” suçuna uyma ihtimalinin bulunduğu, bu durumda da olay tarihinde asker kişi olan sanığı, askeri mahalde, asker kişiye karşı işlediği ileri sürülen askeri suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Dağ Komando Okulu Ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DAĞ KOMANDO OKULU VE EĞİTİM MERKEZ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 28.12.2007 gün ve E:2007/284, K:2007/610 sayıyla; sanığın suça konu cep telefonunu çaldığına dair herhangi bir delil elde edilemediğinden yüklenen eylemin “kaybolmuş veya hata sonucu ele geçirilmiş eşya üzerinde tasarruf” suçunu oluşturduğunun kabul edildiği, bu suçun da askeri suç olmadığı, askeri suça bağlı bulunmadığı ve yargılama aşamasında sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesildiği, bu nedenlerle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Dağ Komando Okulu Ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren askeri yargı yerince, sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “kaybolmuş veya hata sonucu ele geçirilmiş eşya üzerinde tasarruf” suçunu oluşturabileceği gerekçesine yer verilmiş ise de, dosyanın incelenmesinden, sanık hakkında açılan kamu davasında, sanığın binbaşı rütbesinde olan yakınana ait cep telefonunu çalışma odasında masanın üzerinde durmakta iken çaldığının ileri sürüldüğü gözetildiğinde, yargılamanın askeri yargı yerinde yapılacağı sonucuna varılmıştır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olduğu anlaşıldığından 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 28.12.2007 gün ve E:2007/284, K:2007/610 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/35

KARAR NO: 2008/35

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Sivil kişi sanık hakkında 353 sayılı Yasa kapsamında bulunmayan suçu nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : C. T.

O L A Y     : GATA Tıp Fak. Öğrnc.Grp.Komutanlığı emrinde görevli sanık P.Er C. T.’in, birliğine en geç 13.3.2006 saat 24.00’e kadar katılması gerekirken kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın 14.4.2006 tarihinde katıldığı, böylece geç iltihak suretiyle bakaya kalmak suçunu işlediği ile sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A. (7 günden sonra 3 ay içinde kendiliğinden gelenler cümlesi) maddesi uyarınca cezalandırıl-ması istemiyle Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın 3.8.2006 gün ve E:2006/426, K:2006/262 sayılı İddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 2.11.2006 gün ve E:2006/451, K:2006/358, sayıyla; 353 sayılı Yasa’nın 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen eylem nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Çermik Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

ÇERMİK ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 29.1.2007 gün ve E:2007/1, K:2007/3 sayıyla; sanığın askerliğe sevk edildiği tarihten itibaren asker kişi olduğu ve asker kişinin yüklenen eylem nedeniyle yargılamasının askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası Çermik Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 3.12.2007 gün ve E:2007/48, K:2007/48 sayılı kararı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip, dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, bu kez dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, Çermik Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Mahkememizce başvurunun reddine dair verilen karardan sonra, adli yargı yerince dava dosyasının yeni esas numarası verilerek kayda alındığı, 16.2.2008 gün ve E: 2008/8, K: 2008/28 sayı ile tekrar görevsizlik kararı verildiği anlaşılmış ise de, 29.1.2007 gün ve E:2007/1, K: 2007/3 sayı ile verilen görevsizlik kararı Uyuşmazlık Mahkemesi’nce kaldırılmadıkça adli yargı yerince dosyanın tekrar ele alınarak verilen kararın hukuki değerden yoksun ve yok hükmünde olduğu açıktır. 29.1.2007 günü verilen görevsizlik kararının sanığa tebliğ edildiği ve temyiz edilmeyerek kesinleştiği, böylece, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ :Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

1111 sayılı Askerlik Kanununun 3 ve 4’üncü maddelerine göre askerlik çağı yoklama, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrılmış olup, muvazzaflık devri kıtaya duhul ile başlamaktadır. Anılan kanunun 12’nci maddesinde askere girdikten sonra izin almaksızın savuşanlara firar deneceği belirtilerek, askerlik şubelerinden sevk evrakını aldığı halde askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin yoldan savuşup hiç gitmeyen ya da gecikerek gidenlerin eylemi ‘bakaya’ olarak tanımlanmıştır.

Sanığa yüklenen ve askeri yargı uygulamasında ‘geç iltihak suretiyle bakaya’ olarak adlandırılan suçun firar niteliğinde olmadığı ve bu eylemlere Askeri Ceza Kanunu’nun 63. maddesinin uygulanacağı Askeri Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 26.02.1965 tarih ve 1965/2-1 sayılı kararında belirtilmiş olup, söz konusu kararda “1111 sayılı Askerlik Kanununun 5’inci maddesinde yapılan değişiklikle muvazzaflık hizmetinin şubeden sevk gününden başlayacağının kabul olunmasının yükümlüler lehinde idari bir düşünce ile yapılan bir düzenleme olduğu bu hususun suç ve ceza yönünden herhangi bir etkisinin olmadığı, anılan kanunda muvazzaflık hizmeti ile firarın tanımında ‘askere girdikten sonra’ deyimlerinin kullanılmış olmasının askerliğin başlangıcı yönünden hukuki ve fiili durumun tefrik edilmek istenildiğini gösterdiğini, kıtaya iltihaktan önceki fiille sonraki fiilin farklı mütalaa edilmesi ve ayrı ayrı ceza ile karşılanması gerektiği’ hususlarına yer verilmiştir. Bu karar, ceza uygulaması yönünden asker kişi sıfatının kıtaya katılmakla başladığını göstermektedir.

Ayrıca, Askeri Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 20.06.1975 tarih ve 1975/6-4 sayılı kararında, Askeri Ceza Kanunu’nun 63’üncü maddesindeki suçların faillerinin suç ve ceza yönünden asker kişi sayılmayacakları ve bu nedenle bu suçların ‘ sırf askeri suç’ niteliğinde olmadığı belirtilmiş olup, asker kişi sıfatının kıtaya katılmakla başladığı açıklan-mıştır.

Bu durumda, idari yönden askerlik hizmet süresi askerlik şubesinden sevk edildiği gün başlamasına karşın asker kişi sıfatını kıtaya katıldığı gün kazanan sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri yönünden değerlendirme yapılması gerek-mektedir.

353 sayılı Yasa’nın 11. maddesinde, “Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin aşağıda yazılı suçlarına ilişkin davalarına bakarlar.

A) Askeri Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102nci maddelerinde yazılı suçlar;

B) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden veyahut askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanunu'nun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 271 ve 273 üncü maddelerinde gösterilen suçları;

 C) Nöbetçi, devriye, karakol, inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma, subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar;”      

 D) (İptâl: Anayasa Mah. nin 14.2.1978 Tarihli ve E. 1977/130, K. 1978/13 sayılı kararı ile.)

 E) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçlar” denilerek asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanma koşulları belirlenmiş iken, madde, 5530 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile değiştirilerek, uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Milli Savunma Bakanının iznine bağlı olacağı düzenlenmiştir.

Öte yandan, 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi 5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilerek, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı, belirtilmiştir.

353 sayılı Yasada yapılan bu değişiklikle, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddelerinde yazılı suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, 5530 sayılı Yasa ile değişik 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Çermik Asliye Ceza Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Çermik Asliye Ceza Mahkemesi’nin 29.01.2007 gün ve E:2007/1, K:2007/3 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/36

KARAR NO: 2008/36

KARAR TR : 13.10.2008

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanık hakkında, “İzin Tecavüzü” suçuna uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, ASKERİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : Y. S.

O L A Y     : Şanlıurfa 20.Zh.Tug.Top.Tb. 3.Bt. Komutanlığı emrinde görevli sanık Top.Er Y.S.’in rahatsızlığı nedeniyle sevk edildiği Diyarbakır 600 Yataklı Asker Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonrasında 6 ay hava değişimi verildiği, 27.4.2005 günü askerlik şubesine müracaat etmesi için çağrı pusulasının kendisine tebliğ edildiği, hava değişimi süresinin bitmesini takip eden 28.4.2005 günü şubesine müracaat ederek sevkini sağlaması gerektiği halde, sanığın 3.10.2005 günü kendiliğinden Askerlik Şubesine müracaat ettiği, böylece, sanığın kıtası ile ilişiğinin kesilmesi nedeniyle eyleminin hava değişimi tecavüzü suçunu değil, bakaya suçunu oluşturduğu ileri sürülerek eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesinin “üç aydan sonra gelenler” cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 17.11.2005 gün ve E:2005/4497, K:2005/1224 sayılı İddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ:30.10.2006 gün ve E:2006/1193, K:2006/1947 sayıyla; 353 sayılı Yasa’nın 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen eylem nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Tekirdağ 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

TEKİRDAĞ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 20.6.2008 gün ve E:2007/2, K:2008/598 sayıyla; sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 66/1-b maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Erdoğan GENEL’in, katılımlarıyla yapılan 13.10.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

1111 sayılı Askerlik Kanununun; 2. maddesi, askerlik çağının her erkeğin nüfus kütüğünde yazılı yaşına göre ve yirmi yaşına girdiği senenin Ocak ayının birinci gününden başlayıp, 41 yaşına girdiği senenin Ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmi bir sene süreceğini; 32. maddesi, askerlik çağının yoklama dönemi, muvazzaflık ve yedeklik olmak üzere üç devreye ayrıldığını; 4. maddesi, yoklama döneminin, askerlik çağının başlangıcından kıtaya duhule kadar olduğunu; 5. maddesi, muvazzaflık hizmetinin askerlik şubesinden sevk tarihinden itibaren başlayacağını; 7. maddesi ise, muvazzaflık devrinin bitiminden askerlik çağının bitimine kadar olan kısmın yedeklik devri olduğunu, belirtmiştir.

Bakaya ve izin tecavüzünü de düzenleyen, anılan Kanunun 12. maddesinde “Son yoklamada bulunmayan ve bulunamadıklarına dair bu kanunda yazılı bir mazeret gösterememiş olanlara (Yoklama kaçağı), son yoklamada bulunarak numara ile veya numarasız asker edildikleri halde istenildikleri sırada gelmeyenlere veya gelip de askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin toplandıkları yerlerden veya yollardan savuşanlara (bakaya), askere girdikten sonra izin almaksızın savuşanlara (firar), askerde iken işleri için veya hastalanarak izin veya tebdilihava aldıkları halde izin veya tebdilihava gününü geçirenlere de (izinsiz), yirmi yaşlarına girmiş oldukları halde isimlerini nüfus ve ahziasker kütüğüne geçirmemiş bulunanlara da (saklı) denir” şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre, bakaya suçunun, yükümlülerin asker kişi sıfatını kazanmalarından önce işleyebilecekleri bir suç tipi olduğu; askerde iken işleri için veya hastalanarak izin veya tebdilihava aldıkları halde izin veya tebdilihava gününü geçirenlerin de izin tecavüzü suçunu işleyecekleri açıktır.

Dosyanın incelenmesinden, sanığın asker kişi sıfatını kazanıp henüz muvazzaflık dönemi bitmeden rahatsızlığı nedeniyle sevk edildiği Diyarbakır 600 Yataklı Asker Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucunda altı ay süre ile hava değişimine gönderildiği, hava değişimi süresinin bitmesini takip eden 28.4.2005 günü şubesine müracaat ederek sevkini sağlaması gerektiği kendisine tebliğ edildiği halde bu süreyi geçirerek 3.10.2005 günü kendiliğinden askerlik şubesine müracaat ettiği anlaşılmıştır.

Bu nedenlerle, olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren askeri yargı yerince, eylemin “bakaya” suçunu oluşturduğu gerekçesine yer vermiş ise de, sanığa yüklenen eylemin “izin tecavüzü” suçunu oluşturduğu kanaatine varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 353 sayılı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle 7.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 30.10.2006 gün ve E:2006/1193, K:2006/1947 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/38

KARAR NO: 2008/38

KARAR TR : 17.11.2008

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : Ö. A.

O L A Y     : Mardin 70. Mknz. P. Tug. Hv. Svn. Top. Bt. Komutanlığı emrinde görevli sanık Hv. Svn. Er Ö.A.’ın, 3.12.2003-5.12.2003 tarihleri arasında, “yedi gün içinde kendiliğinden katılmakla son bulan” geç katılmak suretiyle bakaya kalmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, sanığın yetmişiki yeni türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 15.8.2006 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün infaz için Askeri Savcılığa gönderilmesinden sonra, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin beşinci ve ondördüncü fıkralarında lehe düzenlemeler olduğundan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden bu hususta bir karar verilmesi istenmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.3.2008 gün ve E:2004/2215, K:2008/1025 Müt. sayıyla, 5530 sayılı Kanunla 353 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler nedeniyle yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Demirci Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DEMİRCİ SULH CEZA MAHKEMESİ: 27.5.2008 gün ve E:2008/91, K:2008/68 sayıyla, hükümlü lehine olan kanun maddelerinin belirlenmesi görevinin 5728 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi uyarınca ilk hükmü veren askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Demirci Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTINTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı İ. Bahadır ÜSTÜNEL’in, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, adli yargı yerince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu verilen görevsizlik kararının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında belirtilen hususları içermediği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, sanığa başvurabileceği kanun yolu, mercii ve şekli gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanık Özgür Akar’a yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, karar kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Demirci Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 17.11.2008 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2008/39

KARAR NO: 2008/39

KARAR TR : 17.11.2008

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 5275 sayılı Yasa’nın 98.maddesi uyarınca lehe olan hükümlerin uygulanmasına yönelik davanın daha önce hüküm veren ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : M. T.

O L A Y     : Kayseri 2.Hv.İkm. Bkm. Mrk. Komutanlığı emrinde görevli sanık Hv.P.Çvş. M.T.’ın, 21.11.2000-18.7.2001 tarihleri arasında bakaya suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, sanığın 400.00 YTL. para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 30.7.2004 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün, infazı için Askeri Savcılığa gönderilmesinden sonra, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin beşinci ve ondördüncü fıkralarında lehe düzenlemeler olduğundan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden bu hususta bir karar verilmesi istenmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 7.3.2008 gün ve E:2004/138, K:2008/232 Müt. sayıyla, 5530 sayılı Kanun’la 353 sayılı Kanun’da yapılan değişiklik nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Silvan Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

SİLVAN SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.7.2008 gün ve E:2008/62, K:2008/157 sayıyla; Askeri Yargıtay kararlarında da belirlendiği üzere, yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası Silvan Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 17.11.2008 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME : Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTINTAŞ’ın askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı İ. Bahadır ÜSTÜNEL’in davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, sanık Muzaffer Takar’ın, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce yapılan yargılaması sonucunda, Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca sonuçta dört yüz yetmiş dört milyon beş yüz bin Türk Lirası ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın 30.7.2004 tarihinde kesinleştiği, 22.6.2005 tarihinde aynı Mahkeme’ce, hükümlü hakkında tayin olunan hürriyeti bağlayıcı cezanın 647 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca paraya çevrilmesinde beher gün hesabında esas alınması gereken miktarın 5335 sayılı Kanun’un 22. maddesi hükümlü lehine dikkate alınarak, 4.00 YTL olarak ve dolayısıyla hükmolunan 474.500.000 TL. ağır para cezasının 400.000 YTL olarak tavzihine karar verildiği, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, 11.2.2008 gün ve 2004/446 İlm. Sayılı yazı ile 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesiyle 5271 sayılı Yasa’nın 231. maddesinde lehe hükümler getirildiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi uyarınca hükümlü hakkında ek karar istendiği anlaşılmıştır.

Ceza Hukuku ilkelerine göre, suçtan sonra yürürlüğe giren fail lehine yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu duruma ilişkin hükümler 5252 sayılı Yasa’nın 9. ve 5275 sayılı Yasa’nın 98 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde:

“(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.

(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.

(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”;

5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un, “ Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama” başlığı altında düzenlenen 98. maddesinde:

“Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” hükmü yer almıştır.           

Açıklanan genel düzenlemeler dışında ayrıca, 5728 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesinde de, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, usule aykırılık bulunmadığı takdirde, dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilir.

Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkumiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

İşbu Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kesinleşmemiş olmakla beraber hükme bağlanmış olan dosyalarda uzlaşma kapsamının genişlediğinden bahisle bozma kararı verilemez”. denilmektedir.

Sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

353 sayılı Yasa’nın 11. maddesinde, “Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin aşağıda yazılı suçlarına ilişkin davalarına bakarlar.

A) Askeri Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102nci maddelerinde yazılı suçlar;

B) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden veyahut askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanunu'nun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 271 ve 273 üncü maddelerinde gösterilen suçları;

 C) Nöbetçi, devriye, karakol, inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma, subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar;”      

 D) (İptâl: Anayasa Mah. nin 14.2.1978 Tarihli ve E. 1977/130, K. 1978/13 sayılı kararı ile.)

 E) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçlar” denilerek asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanma koşulları belirlenmiş iken, madde, 5530 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile değiştirilerek, uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Milli Savunma Bakanının iznine bağlı olacağı düzenlenmiştir.

Öte yandan, 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi 5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilerek, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı, belirtilmiştir.

353 sayılı Yasada yapılan bu değişiklikle, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddelerinde yazılı suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Somut olayda, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, 5530 sayılı Yasa ile 353 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik nedeniyle görevin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, 5275 sayılı Yasa’nın 98. maddesi gereğince, lehe kanun hükümlerinin saptanması ve uygulama koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine yönelik yargılama faaliyetinin, belirlenen amaçlarla sınırlı ve kendine özgü bir yargılama niteliğinde olduğu, hüküm aşamasında görevli olan mahkemenin, lehe kanun uygulaması nedeniyle hükmün uyarlanmasına ilişkin tali dava sırasında da görevini sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle 7.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 7.3.2008 gün ve E:2004/138, K:2008/232 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.10.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/1

KARAR NO: 2009/1

KARAR TR : 02.02.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanığa yüklenen “sarkıntılık” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan      : E. E.

Sanık          : M. K.

O L A Y     : İstanbul 1. Ordu Büyükçekmece Subay Orduevi Müdürlüğü emrinde görevli sanık P.Er M. K.’nun, zaman zaman orduevinde kalması nedeniyle tanıdığı yakınan E. E.’yi kendisini tanıtmadan telefon ederek aradığı, 8.10.2004 günü, yakınanın orduevinde banyo yapmak üzere banyoya girdiği sırada, içerisi görülen bir boşluktan yakınanı seyrettiği, böylece sarkıntılık suçunu işlediği ileri sürülerek sanığın eylemine uyan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 421/2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28.1.2005 gün ve E:2005/548, K:2005/247 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

BÜYÜKÇEKMECE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 8.5.2006 gün ve E:2005/361, K:2006/218 sayıyla; sanığın, yüklenen eylemi askerlik hizmet ve görevlerini ifa ederken gerçekleştirdiği, suçun askeri suç olduğu bu nedenle sanığın yargılama görevinin askeri mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

3. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.12.2007 gün ve E:2007/1166, K:2007/747 sayıyla; sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanığı yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 2.6.2008 gün ve E:2008/18, K:2008/18 sayılı kararı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip, dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, bu kez dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME:Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Namık ÖZTÜRK’ün davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren adli yargı yerince, sanığın yüklenen eylemi askerlik hizmet ve görevlerini ifa ederken gerçekleştirdiği, suçun askeri suç olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, sanığa yüklenen eylemin suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 421/2. maddesinde düzenlenen “sarkıntılık” suçu olduğu, bu suçla ilgili düzenlemenin 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Cinsel taciz” başlıklı 105. maddesinde yer aldığı ve Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır.

Öte yandan, sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 8.5.2006 gün ve E:2005/361, K:2006/218 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/2

KARAR NO: 2009/2

KARAR TR : 02.02.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Jandarma personeli olan sanığa yüklenen eylemlerin jandarmanın askeri görevleri ile ilgili olmaması nedeniyle sanık hakkında açılan davanın ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Yakınan      : R. Y.

Sanık          : S. G.

O L A Y     : Maden İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde görevli sanık Uz. J. Çvş. S.G.’nun, 2006 yılı içersinde, karakola bağlı Tekevler Jandarma Yol Arama Noktasında değişik zamanlarda arama ve kontrol görevi yaptığı, Yumakgil Şirketine ait tankerlerin de bu noktadan geçiş yaptığı bu nedenle yakınan ile tanışan sanığın özel aracı ile yakınana ait benzin istasyonuna giderek aracına yakıt aldığı ve ücretini ödemediği, Lalezar Çiçekçilikten yakınanın ismini vererek 165 YTL değerinde çiçek aldığı ve ücreti ödemediği, ücretin yakınan tarafından ödendiği böylece, sanığın görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/3. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5.3.2008 gün ve E:2008/944, K:2008/433 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

ELAZIĞ 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 13.3.2008 gün ve E:2008/181, K:2008/222 sayıyla; yüklenen eylemin askerlik hizmet ve görevleri nedeniyle işlendiği, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

8. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 16.9.2008 gün ve E:2008/1019, K:2008/698 sayıyla; sanığa yüklenen suçun jandarmanın askeri hizmetine ilişkin olarak işlenmemiş, aksine mülki görevi ile ilgili ve bu görevden kaynaklanan nüfuzun kullanılması suretiyle işlenmiş olabileceği, suçun askeri mahalde veya asker kişiye karşı işlenmemiş olması nedeniyle, yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME:Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Namık ÖZTÜRK’ün davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise öğretide ve uygulamada:

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Ancak, sanık Jandarma Personeli olduğuna göre, Jandarmanın hangi nitelikteki görevler ile görevlendirildiğine ilişkin yasal düzenlemenin göz önünde tutulması, suça konu olayın meydana geldiği sırada yerine getirilmekte olan görevin, Yasa'da belirtilen görevlerden hangisine uygun olduğunun incelenmesi, görevli yargı yerinin buna göre belirlenmesi gerekmektedir.

2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev Ve Yetkileri Kanunu’nun 7. maddesinde, Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri:

a)             Mülki görevleri;

Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı

men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak,

b)            Adli görevleri;

İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin

adli hizmetleri yerine getirmek,

c)            Askeri görevleri;

Askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay Başkanlığı'nca verilen

görevleri yapmak,

d)            Diğer görevleri;

 Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile

bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak, şeklinde sayılmıştır.

Jandarma Teşkilatı Görev Ve Yetkileri Yönetmeliğinin, mülki görevin esasları ve başlıca mülki görevleri 45-80; adli görevin esasları 81-130; askeri görevleri ise 131-141. maddelerinde düzenlenmiş ve açıklanmıştır. Bu hükümlere göre, yol kontrol ve arama noktasında yapılan görev jandarmanın mülki görevleri arasındadır.

Dosyanın incelenmesinden, Maden İlçe Jandarma Komutanlığı’nın, 17.5.2006 gün ve 6621-816-66/2392 nolu yazısından, sanığın olay tarihinde, yol kontrol ve arama noktasında görevli olduğu sırada, yakıt tankerlerinin kontrollerini yapmaya, belgeleri usulüne uygun olanların geçiş yapmalarına izin vermeye yetkili olduğunun bildirildiği anlaşıldığından, sanığa yüklenen eylemin nitelendirilmesinin “görevi kötüye kullanmak” veya “memuriyet nüfuzunun sair suretle kötüye kullanılması” şeklinde oluşması hallerinde, J. Uzm. Çvş. olan sanığın ifa ettiği görevin askerlik görevi ile bir ilgisinin olmadığı sonucuna varılmıştır.

2803 sayılı Kanun’un 15 ve Yönetmeliğin 186. maddelerine göre jandarma personelinin ancak askeri hizmete ilişkin eylemlerinden dolayı askeri yargıya tabi bulundukları kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, asker kişi sanığın askeri hizmete ilişkin olmayan görevleri sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle hakkında açılan kamu davasının adli yargı yerinde görülmesi ve Elazığ 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Elazığ 1.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13.3.2008 gün ve E:2008/181, K:2008/222 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/3

KARAR NO: 2009/3

KARAR TR : 02.02.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 5275 sayılı Yasa’nın 98.maddesi uyarınca lehe olan hükümlerin uygulanmasına yönelik davanın daha önce hüküm veren ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : Ü. D.

O L A Y     : Şanlıurfa/Suruç 2.Hd. Tb. 8. Hd.Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P.Er Ü. D.’ın, 23.12.2000-21.4.2004, 23.4.2004-4.5.2004 tarihleri arasında bakaya suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, sanığın ayrı ayrı 1100 YTL. para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 1.9.2005 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün, infazı için Askeri Savcılığa gönderilmesinden sonra, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin beşinci ve ondördüncü fıkralarında lehe düzenlemeler olduğundan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden hükmün infaz edilip edilmeyeceği hususunda bir karar verilmesi istenmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 13.3.2008 gün ve E:2005/1646, K:2008/1046 sayıyla, 5530 sayılı Kanun’la 353 sayılı Kanun’da yapılan değişiklik nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Elazığ 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

ELAZIĞ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 22.7.2008 gün ve E:2008/405, K:2008/559 sayıyla; 5728 sayılı Yasa’nın geçici 1. maddesinde “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkumiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir.” şeklindeki düzenleme uyarınca yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME:Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği. askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTUNTAŞ’ın askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Namık ÖZTÜRK’ün davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, sanık Ümit Doğan’ın, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce yapılan yargılaması sonucunda, Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca sonuçta ayrı ayrı 1100 YTL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın 1.9.2005 tarihinde kesinleştiği, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, 11.2.2008 gün ve 2005-438 İlm. sayılı yazı ile 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesiyle 5271 sayılı Yasa’nın 231. maddesinde lehe hükümler getirildiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi uyarınca hükümlü hakkında ek karar istendiği anlaşılmıştır.

Ceza Hukuku ilkelerine göre, suçtan sonra yürürlüğe giren fail lehine yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu duruma ilişkin hükümler 5252 sayılı Yasa’nın 9. ve 5275 sayılı Yasa’nın 98 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde:

“(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.

(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.

(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”;

5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un, “ Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama” başlığı altında düzenlenen 98. maddesinde:

“Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” hükmü yer almıştır.

Açıklanan genel düzenlemeler dışında ayrıca 5728 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesinde de, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, usule aykırılık bulunmadığı takdirde, dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilir.

Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkumiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

İşbu Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kesinleşmemiş olmakla beraber hükme bağlanmış olan dosyalarda uzlaşma kapsamının genişlediğinden bahisle bozma kararı verilemez”. denilmektedir.

Sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

353 sayılı Yasa’nın 11. maddesinde, “Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin aşağıda yazılı suçlarına ilişkin davalarına bakarlar.

A) Askeri Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102nci maddelerinde yazılı suçlar;

B) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden veyahut askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanunu'nun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 271 ve 273 üncü maddelerinde gösterilen suçları;

C) Nöbetçi, devriye, karakol, inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma, subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar;”      

D) (İptâl: Anayasa Mah. nin 14.2.1978 Tarihli ve E. 1977/130, K. 1978/13 sayılı kararı ile.)

E) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçlar” denilerek asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanma koşulları belirlenmiş iken, madde, 5530 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile değiştirilerek, uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Milli Savunma Bakanının iznine bağlı olacağı düzenlenmiştir.

Öte yandan, 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi 5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilerek, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı, belirtilmiştir.

353 sayılı Yasada yapılan bu değişiklikle, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddelerinde yazılı suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Somut olayda, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, 5530 sayılı Yasa ile 353 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik nedeniyle görevin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, 5275 sayılı Yasa’nın 98. maddesi gereğince, lehe kanun hükümlerinin saptanması ve uygulama koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine yönelik yargılama faaliyetinin, belirlenen amaçlarla sınırlı ve kendine özgü bir yargılama niteliğinde olduğu, hüküm aşamasında görevli olan mahkemenin, lehe kanun uygulaması nedeniyle hükmün uyarlanmasına ilişkin tali dava sırasında da görevini sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna,bu nedenle 7.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 13.3.2008 gün ve E:2005/1646, K:2008/1046 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.02.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/5

KARAR NO: 2009/5

KARAR TR : 02.02.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanık          : K. A.

O L A Y     : Sivil kişi sanık K. A.’ın, 21.2.2005 tarihine kadar son yoklamasını yaptırması gerektiğine ilişkin tebligata rağmen bu süre içersinde son yoklamasını yaptırmayıp, yakalanarak 7.7.2005 tarihinde Turhal Askerlik Şubesine getirilerek son yoklamasının yaptırıldığı, böylece, geçerli bir mazereti olmadan 21.2.2005-7.7.2005 tarihleri arasında temadi eden, yakalanarak sona eren son yoklama bakayası kalmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A madde ve fıkrası “üç aydan sonra yakalananlar” cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Turhal Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 26.11.2007 gün ve E:2007/788, K:2007/357 sayılı İddia-namesiyle kamu davası açılmıştır.

TURHAL ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 28.11.2007 gün ve E:2007/444, K:2007/708, sayıyla; sanığın sevk tarihinden itibaren asker kişi sayılacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 16.4.2008 gün ve E:2008/737, K:2008/216 sayıyla; 353 sayılı Yasa’nın 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen eylem nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTUNTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Namık ÖZTÜRK’ün, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının sanığa tebliğ edilmediği, başvurulabilecek kanun yolu süresinin bildirilmediği görülmektedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, sanığa tebliğ edilmeyen, başvurabileceği kanun yolu süresi gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Turhal Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 02.02.2009 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/8

KARAR NO: 2009/8

KARAR TR : 02.02.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : L. K.

O L A Y     : Kocaeli/ Kandıra 1. P. Tug. 2. P. Tb. 4. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Er L. K.’nun, 2.4.2006 günü dağıtım izninden dönüşünde yapılan üst aramasında üzerinde uyuşturucu madde bulunduğu, böylece, sanığın kullanmak maksadı ile uyuşturucu madde bulundurmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 15. Piyade Tümen Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, yüklenen suçun sübut bulduğu gerekçesiyle, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 20.10.2006 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün infazı sırasında, Muhabere Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5,6 ve 7. maddelerinde lehe hükümler getirildiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden bu hususta bir karar verilmesi istenmiştir.

MUHABERE HİZMET DESTEK EĞİTİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 2.11.2007 gün ve E:2006/1053, K:2007/A-12(202) sayıyla; sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı, sanığın terhis edildiği açıklanarak, sanık hakkında lehe kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin değerlendirmenin görevli ve yetkili adli mahkeme tarafından yapılmasının hukuka ve mevzuata uygun olacağı gerekçesiyle, itirazı kabil olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Kandıra Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KANDIRA SULH CEZA MAHKEMESİ: 29.5.2008 gün ve E:2008/113, K:2008/147 sayıyla; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191. maddesinde yapılan değişikliğin, askeri yargı yerince verilen kararın kesinleştiği tarihten sonra olması ve hükmün kesinleşmesinden sonra infaz ile ilgili kararların 5275 sayılı Kanun’un 98/1. maddesi uyarınca hükmü veren mahkeme tarafından değerlendirileceği, bu nedenle görevli mahkemenin askeri yargı yeri olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönde-rilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Rıdvan ALTUN, Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, İrfan YILMAZLAR’ın, katılımlarıyla yapılan 02.02.2009 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İlknur ALTUNTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Namık ÖZTÜRK’ün, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğunun belirtildiği görülmektedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvurabileceği kanun yolu, mercii ve şekli gösterilmeyen, itiraz yolunun açık olduğu bildirilen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, dava dosyası kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Muhabere Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 02.02.2009 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/10

KARAR NO: 2009/10

KARAR TR : 02.03.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanığa yüklenen “hırsızlık” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : H. Ö.

O L A Y     : Kıbrıs 14.Zrh. Tug.Kh. ve Kh.Bl.Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Er H.Ö.’ın, 16.4.2008 günü saat 00:00-02:00 ön çapraz nöbeti sırasında tornavida ile birlik kantininin kapısını açtığı ve kantindeki 30 adet 300 kontörlük KKTC telekom ankesörlü telefon kartı, 10 adet 200 kontörlü KKTC Turkcell telefon kartı, 30 paket Tekel 2001 ve 10 paket Tekel 2000 sigarasını alarak sattığı, karşılığında 290.00 YTL para aldığı, böylece, hırsızlık suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/1-a maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Niğde Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 3.7.2008 gün ve E:2008/1590, K:2008/649 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

NİĞDE 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 14.7.2008 gün ve E:2008/372, K:2008/399 sayı ile, olay tarihinde asker kişi olan sanığın, askeri mahalde, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlediği ileri sürülen suç nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu, sanığın terhis olmasının durumu değiştirmeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 13.11.2008 gün ve E:2008/641, K:2008/410 sayı ile, askeri kantinlerin sermayesi devlete ait olmadığından kantine ait para ve eşyanın Askeri Yargıtay’ın yerleşik içtihatları uyarınca devlet malı sayılmadığı, bu nedenle suçun sübutu halinde eylemin, Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen askeri eşyayı çalmak suçunu değil, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen hırsızlık suçunu oluşturacağı, sanığın yargılama aşamasında terhis edilmekle askeri mahkemede yargılanmasını gerektiren ilginin de kesildiği nedenleriyle, yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Mehmet MUTLU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Yavuz SAYALGI’nın, katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Özcan ERSAYIN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Somut olayda, görevsizlik kararı veren adli yargı yerince, asker kişi sanığa yüklenen eylemin, askeri mahalde, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlendiği gerekçesine yer verilmiş ise de; sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin de kesilmiş olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa'nın 4191 sayılı Yasa ile değişik 17. maddesi hükmü uyarınca, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Niğde 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Niğde 1.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.7.2008 gün ve E:2008/372, K:2008/399 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/11

KARAR NO: 2009/11

KARAR TR : 02.03.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Sağlık Kurulunca suç gününde askerliğe elverişli olmadığına karar verilen sanık hakkında 353 sayılı Yasa kapsamında bulunmayan suçu nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.      

Sanık          : M. A.

O L A Y     : Kars 14. Mknz. P. Tug. 2. Mknz. P. Tb. 4. Mknz. P. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Onb. M. A.’ın, nöbet esnasında disiplinsizliği nedeniyle aynı Komutanlık emrinde görevli P. Çvş. H. M. tarafından tutulan tutanak sonucu 7 gün oda hapsi cezası ile cezalandırıldığı, 10.3.2006 günü disiplin cezaevine kapatılmadan önce arkadaşlarıyla görüşmek için izin alan sanığın, P. Çvş. H. M.’nın yanına giderek cebindeki bıçağı cebinden çıkarmadan eliyle tutarak “cezaevinden geldikten sonra seni doğrayacağım, iki hafta sonra gelip seni delik deşik edeceğim, seni keseceğim” diyerek tehdit ettiği, garajdan çıkıp koşarak üzerinde parkası ve palaskası olduğu halde tel örgülerden atlayarak kışla sınırları dışına çıktığı, daha sonra polis memurlarının da yardımıyla yakalandığı, yakalandığında üzerinde parka ve palaskasının bulunmadığı, böylece, sanığın üst’ü tehdit ve askeri eşyayı kasten terk suçlarını işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2 maddesinin 1. cümlesi ve 130/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 9. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 11.5.2006 gün ve E: 2006/754, K: 2006/399 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

9. MOTORLU PİYADE TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 30.4.2008 gün ve E:2008/130, K:2008/149 sayı ile, sanığın sağlık kurulu raporuna göre suç tarihinde ve halen askerliğe elverişsiz olduğu anlaşıldığından, yüklenen üst’ü tehdit suçunun Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen tehdit suçuna dönüşeceği, 353 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik nedeniyle bu suçtan adli yargı yerinde yargılanması gerektiği açıklanarak görevsizlik, diğer suç açısından ise Türk Ceza Kanunu’nda herhangi bir suç tipine uymaması nedeniyle işlenemez suç durumunda bulunduğundan bu suçtan sanığın beraatine karar vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kars Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KARS SULH CEZA MAHKEMESİ: 27.11.2008 gün ve E:2008/588, K:2008/1209 sayı ile, sanık hakkında verilen sağlık kurulu raporunun değerlendirilmesi yapılarak sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Sezai AKBULUT, Ramazan ÖZKEPİR, Mehmet MUTLU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Yavuz SAYALGI’nın, katılımlarıyla yapılan 02.03.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME:Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Özan ERSAYIN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, dosya içinde bulunan Diyarbakır Asker Hastanesi Sağlık Kurulu’nun 29.11.2007 gün ve 5118 sayılı Raporuyla, sanığın suç tarihi olan 10.3.2006 tarihinde ve halen askerliğe elverişli olmadığına dair karar alındığı ve terhis edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Sağlık Kurulu Raporunun kapsam ve hukuki sonuçlarına göre, sanığın suç tarihinde "asker kişi" sıfatı kendiliğinden kalkmış sayılacağından, 353 sayılı Yasa'nın 9. maddesi anlamında "asker kişi" olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Sanığın sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

353 sayılı Yasa’nın 11. maddesinde “Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin aşağıda yazılı suçlarına ilişkin davalarına bakarlar.

A) Askeri Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102nci maddelerinde yazılı suçlar;

B) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden veyahut askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanunu'nun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 271 ve 273 üncü maddelerinde gösterilen suçları;

 C) Nöbetçi, devriye, karakol, inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma, subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar;”      

D) (İptâl: Anayasa Mah. nin 14.2.1978 Tarihli ve E. 1977/130, K. 1978/13 sayılı kararı ile.)

E) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçlar” denilerek asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanma koşulları belirlenmiş iken, madde, 5530 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile değiştirilerek, uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Milli Savunma Bakanının iznine bağlı olacağı düzenlenmiştir.

Öte yandan, 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi 5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilerek, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı, belirtilmiştir.

353 sayılı Yasada yapılan bu değişiklikle, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddelerinde yazılı suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Ayrıca, sanığın sivil kişi olması nedeniyle, Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen ve sırf askeri suçlardan olan eylem nedeniyle yargılanması da mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, olayda, 5530 sayılı Yasa ile değişik 353 sayılı Yasa’da belirtilen koşulların bulunmaması nedeniyle davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Kars Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Kars Sulh Ceza Mahkemesi’nin 27.11.2008 gün ve E:2008/588, K:2008/1209 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.03.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/13

KARAR NO: 2009/13

KARAR TR : 13.04.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : 5275 sayılı Yasa’nın 98.maddesi uyarınca lehe olan hükümlerin uygulanmasına yönelik davanın daha önce hüküm veren ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : Ö. A.

O L A Y     : Mardin 70. Mknz. P. Tug. Hv. Svn. Top. Bt. Komutanlığı emrinde görevli sanık Hv. Svn. Er Ö. A.’ın, 3.12.2003-5.12.2003 tarihleri arasında, “yedi gün içinde kendiliğinden katılmakla son bulan” geç katılmak suretiyle bakaya kalmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, sanığın yetmişiki yeni türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 15.8.2006 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün infaz için Askeri Savcılığa gönderilmesinden sonra, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin beşinci ve ondördüncü fıkralarında lehe düzenlemeler olduğundan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi gereğince ilk hükmü veren askeri mahkemeden bu hususta bir karar verilmesi istenmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.3.2008 gün ve E:2004/2215, K:2008/1025 Müt. sayıyla, 5530 sayılı Kanunla 353 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler nedeniyle yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Demirci Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DEMİRCİ SULH CEZA MAHKEMESİ: 27.5.2008 gün ve E:2008/91, K:2008/68 sayıyla, hükümlü lehine olan kanun maddelerinin belirlenmesi görevinin 5728 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi uyarınca ilk hükmü veren askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Demirci Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 17.11.2008 gün ve E:2008/38, K:2008/38 sayılı kararı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip, dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, bu kez dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, Demirci Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ramazan ÖZKEPİR, Mehmet MUTLU, Nuray TAŞÇIOĞLU DURANOĞLU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Nalan CANBAY’ın davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, sanık Özgür Akar’ın, 7.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce yapılan yargılaması sonucunda, Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A maddesi uyarınca sonuçta doksan iki milyon dört yüz elli altı bin Türk Lirası ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın 15.3.2005 tarihinde kesinleştiği, 19.7.2005 tarihinde aynı Mahkeme’ce, hükümlü hakkında tayin olunan hürriyeti bağlayıcı cezanın 647 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca paraya çevrilmesinde beher gün hesabında esas alınması gereken miktarın 5335 sayılı Kanun’un 22. maddesi hükümlü lehine dikkate alınarak, 9.00 YTL olarak ve dolayısıyla hükmolunan 92.456.000 TL. ağır para cezasının 72 YTL adli para cezası olarak tavzihine karar verildiği, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, 11.2.2008 gün ve 2005/203 İlm. sayılı yazı ile 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesiyle 5271 sayılı Yasa’nın 231. maddesinde lehe hükümler getirildiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98. maddesi uyarınca hükümlü hakkında ek karar istendiği anlaşılmıştır.

Ceza Hukuku ilkelerine göre, suçtan sonra yürürlüğe giren fail lehine yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu duruma ilişkin hükümler 5252 sayılı Yasa’nın 9. ve 5275 sayılı Yasa’nın 98 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde:

“(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.

(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.

(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”;

5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un, “ Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama” başlığı altında düzenlenen 98. maddesinde:

“Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” hükmü yer almıştır.

Açıklanan genel düzenlemeler dışında ayrıca, 5728 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesinde de, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, usule aykırılık bulunmadığı takdirde, dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilir.

Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkumiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

İşbu Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kesinleşmemiş olmakla beraber hükme bağlanmış olan dosyalarda uzlaşma kapsamının genişlediğinden bahisle bozma kararı verilemez”. denilmektedir.

Sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

353 sayılı Yasa’nın 11. maddesinde, “Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin aşağıda yazılı suçlarına ilişkin davalarına bakarlar.

A) Askeri Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 81, 93, 94, 95, 100, 101 ve 102nci maddelerinde yazılı suçlar;

B) Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışla ve karargahlarda, askeri kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere fiilen taarruzda bulunan, söven veya hakaret eden veyahut askerlik görevine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet ve tehdide başvuranların Türk Ceza Kanunu'nun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 271 ve 273 üncü maddelerinde gösterilen suçları;

C) Nöbetçi, devriye, karakol, inzibat, askeri trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere (Umumi emniyet ve asayişi korumaya ilişkin önleyici ve adli zabıta görevlerini ifa ettikleri sırada jandarma, subay, astsubay, erbaş ve erleri hariç) karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen yukarıdaki (B) fıkrasında yazılı suçlar;”      

D) (İptâl: Anayasa Mah. nin 14.2.1978 Tarihli ve E. 1977/130, K. 1978/13 sayılı kararı ile.)

E) Diğer kanunlar ile askeri mahkemelerde yargılamaları öngörülen suçlar” denilerek asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargılanma koşulları belirlenmiş iken, madde, 5530 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile değiştirilerek, uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının Milli Savunma Bakanının iznine bağlı olacağı düzenlenmiştir.

Öte yandan, 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesi 5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilerek, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı, belirtilmiştir.

353 sayılı Yasada yapılan bu değişiklikle, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanunu’nun yukarıda belirtilen maddelerinde yazılı suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Somut olayda, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, 5530 sayılı Yasa ile 353 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik nedeniyle görevin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, 5275 sayılı Yasa’nın 98. maddesi gereğince, lehe kanun hükümlerinin saptanması ve uygulama koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine yönelik yargılama faaliyetinin, belirlenen amaçlarla sınırlı ve kendine özgü bir yargılama niteliğinde olduğu, hüküm aşamasında görevli olan mahkemenin, lehe kanun uygulaması nedeniyle hükmün uyarlanmasına ilişkin tali dava sırasında da görevini sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle 7.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 14.3.2008 gün ve E:2004/2215, K:2008/1025 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.04.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/14

KARAR NO: 2009/14

KARAR TR : 13.04.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanık hakkında, “üst’e fiilen taarruz” suçu nedeniyle açılan kamu davasının, ASKERİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.    

Yakınan      : M. A.

Sanık          : S. Y.

O L A Y     : Kars İli Jandarma Kh. Ve Srv. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık J. Er. S.Y.’ın, 12.11.2006 günü, çarşı iznine çıktığı sırada, inzibat kıyafetli ve silahlı olarak kolluk devriyesi görevini icra eden yakınan P. Er M. A.’ın, firari tarifine uyduğu gerekçesiyle kimlik ve çarşı kağıdını göstermesini istemesi üzerine, istenen belgeleri gösterirken tespih salladığı yakınanın sanığa tesbih sallamamasını ve cebine kaldırmasını söylemesi nedeniyle aralarında çıkan tartışmanın kavgaya dönüştüğü, kavga sırasında sanığın bir kez kafa atması nedeniyle yakınanın burun ve sol kulak bölgesinde ödem ve hassasiyet olduğunun tespit edildiği, böylece, sanığın üst’e fiilen taarruz suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 91/1. maddesi “az vahim hallerde” cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 9. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 24.4.2007 gün ve E:2007/139, K:2007/214 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

9. MOTORLU PİYADE TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 21.5.2008 gün ve E:2008/239, K:2008/193 sayıyla; sanık hakkında üst’e fiilen taarruz suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, olay sırasında yakınanın üzerinde silah bulunmaması nedeniyle Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesi kapsamında sanığın amiri olmadığı, bu sebeple sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2 ve 3/c maddelerindeki “görevli memura karşı kasten yaralama” suçunu oluşturacağı, bu suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesildiği, bu nedenle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Kars Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KARS SULH CEZA MAHKEMESİ: 2.12.2008 gün ve E:2008/836, K:2008/1226 sayıyla; iddianame içeriğinde yakınanın silahlı olduğunun belirtildiği, delilleri tartışma görevinin askeri mahkemeye ait olduğu, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ramazan ÖZKEPİR, Mehmet MUTLU, Nuray TAŞÇIOĞLU DURANOĞLU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın askeri yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Nalan CANBAY’ın davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren askeri yargı yerince, sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “görevli memura karşı kasten yaralama” suçunu oluşturabileceği gerekçesine yer verilmiş ise de, sanık hakkında açılan kamu davasında, iddianame içeriğinde sanığın inzibat kıyafetli ve silahlı olduğu belirtilen yakınanı yaraladığının ileri sürüldüğü gözetildiğinde, yargılamanın askeri yargı yerinde yapılacağı sonucuna varılmıştır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olduğu anlaşıldığından 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 9. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle 9.Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 21.5.2008 gün ve E:2008/239, K:2008/193 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.04.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO : 2009/15

KARAR NO: 2009/15

KARAR TR : 13.04.2009

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T     : Asker kişi sanık hakkında, “hırsızlık” ya da “kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf” suçuna uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Yakınan      : B. C. T.

Sanık          : A. A.

O L A Y     : Osmaniye G1 Tipi Merkez Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Er A. A.’ın, 9.8.2003 günü, İbrahim Karaoğlanoğlu kışlasında Top. Yzb. olarak görevli yakınan B. C. T. ’nun arabasını almak için kışlanın otoparkına gittiği sırada otopark duvarının üzerine bırakıp unuttuğu cep telefonunu aldığı ileri sürülerek, eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 491/ilk, 522. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.6.2004 gün ve E:2004/1345, K: 2004/473 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

OSMANİYE SULH CEZA MAHKEMESİ: 16.6.2004 gün ve E:2004/885, K:2004/918 sayıyla, asker kişi sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen üstünün eşyasını çalmak suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 6. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

6. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 21.5.2008 gün ve E:2008/358, K:2008/329 sayıyla, yakınanın cep telefonunu otoparkın yol tarafındaki duvarın üzerine bıraktığı ve orada unutup gittiği, hatırlayıp geri döndüğünde cep telefonunu koyduğu yerde bulamadığı ileri sürüldüğünden, şartları oluştuğu takdirde sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Kanun’un 160. maddesinde düzenlenen kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçunu oluşturacağı, bu suçun askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı ve sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle askeri mahkemede yargılanmasını gerektiren ilginin kesildiği anlaşıldığından, sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ramazan ÖZKEPİR, Mehmet MUTLU, Nuray TAŞÇIOĞLU DURANOĞLU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 13.04.2009 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Nalan CANBAY’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar,

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren adli yargı yerince, sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen “üstünün eşyasını çalmak” suçunu oluşturabileceği gerekçesine yer verilmiş ise de, dosyanın incelenmesinden, sanık hakkında açılan kamu davasında, sanığın kışlanın otoparkında duvarın üzerinde bulunan ve kim tarafından bırakıldığı bilinmeyen cep telefonunu çaldığının ileri sürüldüğü gözetildiğinde, yargılamanın adli yargı yerinde yapılacağı sonucuna varılmıştır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Osmaniye Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Osmaniye Sulh Ceza Mahkemesi’nin 16.6.2004 gün ve E:2004/885, K:2004/918 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.04.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.