3 Ekim 2009 CUMARTESİ

Resmî Gazete

Sayı : 27365

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı  : 2005/79

Karar Sayısı: 2009/38

Karar Günü: 5.3.2009

İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Haluk KOÇ ve Kemal KILIÇDAROĞLU ile birlikte 117 milletvekili

İPTAL DAVASININ KONUSU: 29.6.2005 günlü, 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

1- 3. maddesiyle 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (2) numaralı fıkranın,

2- 29. maddesiyle değiştirilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 263. maddesinin,

Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 42. ve 174. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir.

I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ

12.7.2005 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

“1) 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü Maddesine Birinci Fıkradan Sonra Gelmek Üzere Eklenen Fıkranın Anayasaya Aykırılığı

5377 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkrada,

“(2) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye’de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır.”,

denilmiştir. İptali istenen bu düzenlemeyle, fıkrada belirtilen ayrıklıklar dışında, yabancı ülkede işlenen,

- İkinci Kitap, Birinci Kısım altındaki “Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar, “Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti”,

- İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Sekizinci Bölümde yer alan “Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar”,

- İşkence, çevrenin kasten kirletilmesi, uyuşturucu ya da uyarıcı madde üretim ve ticareti, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, parada sahtecilik, para ve kıymetli damgaları imale yarayan araçların üretimi ve ticareti, mühürde sahtecilik, fuhuş, rüşvet, deniz, demiryolu ya da havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması, alıkonulması ya da bu araçlara karşı işlenen zarar verme suçları,

nedenleriyle, Türk yurttaşı olup olamadığına bakılmaksızın failin Türkiye’de yargılanabilmesi Adalet Bakanı’nın istemine bağlı tutulmuştur.

Madde gerekçesinde, Adalet Bakanı’na bu yetkinin verilmesi, sayılan suçlardan bir kısmıyla ilgili olarak “kamu davasının açılmasında zorunluluk kuralı”nın benimsenmesinin, kimi durumlarda politik bir sorun yaratabilecek nitelikte olmasına bağlanmıştır. Madde gerekçesinden de açıkça anlaşıldığı gibi, fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı failin Türkiye’de yargılanabilmesi Adalet Bakanı’nın takdirine bırakılmıştır. Bu yetkinin yaratacağı sonuca göre, yurt dışında aynı suçu işleyen iki kişiden biri Adalet Bakanı’nın istemi üzerine Türkiye’de yargılanacak, diğeri, istemde bulunmazsa yargılamadan kurtulabilecektir.

Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında tanımlandığı gibi, Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasakoyucu yalnız yasaların Anayasa’ya değil, Anayasa’nın da hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.

Anayasa’nın 10 ncu maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere bu yasak, insan hakları belgelerinde olduğu gibi, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını, ayrıca ve açıkça ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme, eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa’nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.

5377 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkrada belirtilen ayrıklıklar dışında, yabancı ülkede işlenen ve yukarıda belirtilen suç ve cezalar bakımından, Adalet Bakanın talepte bulunduğu kişiler ile talepte bulunmadığı kişiler aynı hukuki durumda olduklarından, yargılanmaları bakımından ayrıcalık getirilemez.

İptali istenen fıkrayla yapılan, failin yargılanmasını ve cezalandırılmasını Adalet Bakanı’nın, siyasal ve öznel olarak kullanılabilecek biçimde takdirine bırakan ve keyfi uygulamalara imkan tanıyan düzenlemenin ayrıcalık niteliği taşıdığı açık olduğundan, bu düzenleme Anayasanın 10 uncu maddesinde ifade edilen eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir.

Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı da ortadadır.

Açıklanan nedenlerle, 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkra Anayasa’nın 2, 10 ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.

2) 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu Maddesi ile Değiştirilen Türk Ceza Kanununun 263 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

Söz konusu 263 üncü maddede yapılan düzenleme ile, yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ve çalışmalarını sürdürmelerine olanak sağlanmaktadır.

Kuşkusuz buradaki “yasalara aykırı” kavramı, yasalarla birlikte Anayasayı da kapsamakta ve anayasal ilke ve kurallara aykırı eğitim kurumlarını da işaret etmektedir.

765 ve 5237 sayılı yasalarda yasaya aykırı eğitim kurumu açma, işletme ve buralarda öğretmenlik yapma eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bunun amacı, eğitim kurumlarını Devlet’in gözetim ve denetimi altında tutarak, eğitim ve gözetim hakkının kötüye kullanılıp, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılmasını önlemektir.

Anılan yasaların hedefinin, ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlik etkinliklerinin, din devleti oluşturmaya çalışan tarikatların, yasa dışı yollarla okul, eğitim kurumu, kurs açmalarının olanaksızlaştırılması; böylece gençliğimizin çağ dışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine aykırı biçimde eğitilmesinin önlenmesi olduğu açıktır.

5377 sayılı Yasada ise bu hedefin gözetilmediği görülmektedir.

Bu durum öncelikle laik eğitim ilkesi açısından bir tehlikedir.

Anayasamızın başlangıç bölümünde,

- Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa’nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözünün ve ruhunun bu yönde mutlak sadakatle yorumlanıp, uygulanması gerektiği,

- Hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği,

- Laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı,

belirtilmiştir. Böylece Cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerinin temeli olan laiklik, Anayasamıza yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve tanımını bulmuştur.

Bu tanıma göre laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak Anayasa’nın 24 üncü maddesinde de,

- Devlet’in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,

- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı,

açıkça belirtilmiştir.

Anayasa’nın 13 üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet’in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14 üncü maddesinde de, Anayasa’da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı ifade edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 07.03.1989 gün ve E.1989/1, K.1989/12 sayılı Kararında (R.G.7.3.1989, Sa. 25);

“Anayasa Mahkemesi’nin 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı; 03.07.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 04.11.1986 günlü, 11/26 sayılı kararlarında laikliğin hukuksal,sosyal, siyasal tanımları yanında, ulusal ve hukuksal değeri geniş biçimde belirtilmiş, özenle korunması gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış,Türk Ulusu’nun yücelmesi bakımından laikliğin Anayasa’da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden, Anayasa’da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu yinelenerek ortaya konulmuştur.

Bu kararlara göre:

a) Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,

b) Dinin, bireyin manevi yaşamına ilişkin olan dini inanç bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak dinlerin anayasal güvence altına alınması,

c) Dinin, bireyin manevi yaşamı aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,

ç) Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler konusunda devlete denetim yetkisi taranması,

laiklik ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.

Yine Anayasa Mahkemesinin bu kararında,

“Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran, dinsel sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren laiklik, öğretim ve eğitime de ışık tutmuştur. Laik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa, laik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin zorunluluk koşulları, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de anayasal güvenceye bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.

Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin, gereklerine aykırı bir sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin, yol açtığı zararlar laiklikle önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu laiklik ilkesiyle açılmış, bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan laiklik, Türkiye’nin yaşam felsefesidir. Laik devlette, kutsal din duyguları politikaya; dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür düzenlemeler; dinsel gerekler ve düşüncelerle değil,bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır. Bireyin özgür iradesine bağlı din duygularının zorlamadan korunması da bu biçimde sağlanmış olmaktadır. Eğitsel ve kültürel yaşantıyı yönlendirmek amacıyla laikliğe aykırı eğitim ve öğretim de gerçekleştirilemez.”

Anayasa’nın 130 uncu maddesinde öngörülen “çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan” düzen, laiklik ilkesinin gözardı edildiği bir ortam da olamaz. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ulusun ve ülkenin, bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhine davranılamayacağını da içeren bu maddenin, ulusallık, bağımsızlık ve ulusal birlik için katkılarının laikliği dışarıda bırakması düşünülemez. Aklın ve gözlerin yönlendirdiği bilimsel çalışmaya katılacak kimselerin bilimsel gerekler dışında bir etkiyle karşılaşmaksızın yetiştirilmeleri, gerekir. Eğitim, yalnız bilimsel istemler doğrultusunda yapılması, doğmalardan ve bilime ters düşen etkilerden uzak tutulmasıyla sağlanır.”

denilmiştir. Açıklanan bu duruma ve verilere göre, laik bir Devletten söz edilebilmesi için bütün kuruluşlarında ve işlevlerinde olduğu gibi Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin de laiklik ilkesi esas alınarak yapılması Anayasa ve kanunlarımızın, gereğidir.

Eğitimde laik Devlet ilkesinin tanınmaması ve eğitimin bu ilke doğrultusunda yapılmaması, bu alanın cemaatlere terkedilmesi sonucunu doğurur. Din eğitimi de laik Devlet anlayışına, Türk inkılabının temel ilkelerine, çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına aykırı şekilde yapılamaz.

Yukarıda etraflıca açıklandığı üzere, Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin laiklik ilkesi esas alınarak yapılması, Anayasa ve kanunlarımızın gereğidir. Bu gereğe aykırı yasa dışı eğitim kurumu açılması, kuşkusuz toplumun önem verdiği ağır bir suç oluşturmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin 19.9.2000 gün ve E.1999/39 K.2000/23 sayılı kararında,

Yasakoyucu, kuşkusuz, Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek hangi eylemlerin suç sayılacağını ve bunlara verilecek cezanın türü ve miktarı ile artırım ve indirim nedenlerini saptayabileceği gibi kimi suçları işleyenler için “erteleme” adı altında bir düzenleme de öngörebilir.”

denilmiş ve Yüksek Mahkemenin 19.7.1991 gün ve E.1991/15, K.1991/22 sayılı kararında da,

“Suçlu, topluma uyum zorlukları gösteren ve uyumsuzluğunu suç işlemekle açığa vuran kimsedir. Cezanın caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum sağlayabilmesi başka bir deyişle topluma yeniden kazandırılması, ceza politikasının temel ilkesini oluşturur. Toplumun suça verdiği önem ve suçun ağırlığı, cezanın farklılaştırılmasına ya da ağırlaştırmasına esas olur. Bu husus, devletin cezalandırma politikasına uygun olarak Yasakoyucunun bu konudaki değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir.”

görüşüne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu görüş ve değerlendirmeleri karşısında kanuna aykırı eğitim kurumu açılıp çalıştırılması suçuna verilecek cezanın da; cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının temel ilkesine uygun olarak tespit edilmesi, Anayasa’nın 2 nci maddesinde ifade edilen “Hukuk Devleti” olmanın bir gereğidir.

Hal böyle iken 5377 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi ile; kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açanlara ve bu kurumlarda kanuna aykırı olarak açıldığını bildiği halde öğretmenlik yapanlara, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilmesini ve böyle kurumların kapatılmasını öngören 5337 sayılı Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi, “Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işletenlere verilecek ceza, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle, yasaya aykırı olarak açıldığını bildiği eğitim kurumlarında öğretmenlik yapanlar kapsamdan çıkarılarak bu gibilerin cezalandırılmaları önlenmiş, yasaya aykırı eğitim kurumu açan ya da işletenlere verilecek cezaların alt ve üst tutarları caydırılıcılık sınırlarının altına düşürülmüş, yasaya aykırı eğitim kurumu açan ya da işletenlere hapis cezası yerine adli para cezası verilmesi olanaklı kılınmış, yasaya aykırı olarak açıldığı ya da işletildiği mahkeme kararıyla saptanmasına karşın bu eğitim kurumlarının kapatılması cezası kaldırılmıştır.

Yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesine ya da çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlayarak bu tür kurumları adeta özendiren böyle bir düzenleme; izinsiz kuran kurslarının yanı sıra beceri kursu, okul, yurt gibi kurumları paravan yapan terörist, irticacı ve bölücü yuvaları da serbest bırakacağından ve bu suç için öngörülen ceza da, cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının temel ilkesine uygun olarak tespit edilmediğinden Anayasa’nın 2 nci maddesinde ifade edilen “laiklik” ve “ “Hukuk Devleti” ilkelerine aykırıdır.

Diğer taraftan, Anayasa’nın 42 nci maddesinin üçüncü fıkrasında, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” hükmüne amirdir. Anayasa’da “bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı”nın açıkça vurgulanması, bu esaslara aykırılığı saptananların kapatılmasının da zorunluluğunu göstermektedir.

Kaldı ki,

Devlet’in görevi yasalara aykırı eğitim kurumlarını yaşatmak değil, temelli ortadan kaldırmaktır. Devlet, yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır. Anayasa’nın 42 nci maddesinde, Devlet’e bu amaçla gerekli yasal ve yönetsel düzenlemeleri yapma görevi verilmiştir. Bu, başta yasama organı olmak üzere tüm Devlet organlarının yükümlülüğüdür.

Kanuna aykırı olarak açılan eğitim kurumlarının kapatılması cezasının kaldırılması ve bu suça verilen ceza miktarının da düşürülmüş olması, yasalara aykırı eğitim kurumlarını yapacağı düzenlemelerle başından önleme, açılanları da kapatma konusunda Devlete verilen yükümlük ile bağdaşmadığından iptali istenen bu düzenleme, Anayasa’nın 42 nci maddesine de aykırı düşmektedir.

Öte yandan, Anayasa’nın 174 üncü maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye alınmıştır.

Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa’nın 174 üncü maddesiyle korumaya alınan 03 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Kanunu ile gerçekleştirilmiştir. Bu Kanun ile,

- Türkiye’deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış,

- Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dini eğitim veren okullar kapatılmış,

- Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılması için Milli Eğitim Bakanlığı’na görev ve yetki verilmiştir.

Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.

İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun “İmam Hatip Liseleri” başlıklı 32 nci maddesinde, “İmam - hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur’an kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır.” Denilmek suretiyle bir yandan eğitim kurumlarının, bu bağlamda Kuran kurslarının Atatürk ilke ve devrimleri ile çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim verip vermediği Devlet’in gözetimi ve denetimine bırakılırken, öte yandan da Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetleri yerine getirebilecek elemanların yetiştirilmesi görevi öğretim birliği ilkesine uygun olarak Devlet okullarına verilmiştir.

Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediği ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eğitimin gelişip yerleşmesi kaçınılmazdır.

29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Kanunun 29 uncu maddesiyle yapılan ve iptali istenen düzenleme zaman içinde yasal olmayan eğitim kurumları aracılığı ile Anayasa’nın 24 üncü maddesine aykırı biçimde dinin siyasete alet edilmesine, Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak eğitimin ikileştirilmesine zemin hazırlayacaktır. Yasaların izin vermediği kurumlarda ve yasaların izin vermediği biçimde din eğitimi yapılmasına, bu yerleri açmanın ve çalıştırmanın neredeyse teşvik edilmesine, bu kurumlara dolaylı destek verilmesine, zaman içinde ikili eğitime yol açacak nitelikteki düzenlemenin, laiklik ve öğretim birliği ilkeleriyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle bağdaşmayacağı açıktır. Bu nedenle de iptali istenen düzenleme, Anayasa’nın 174 üncü maddesi ile de bağdaşmamaktadır.

Diğer taraftan, bu tür yasalara aykırı eğitim kurumlarının, terörist, bölücü eğitimleri vermek amacıyla açılması da imkan dahilinde olduğu için bu tür eğitim yerleri açmaya ve çalıştırmaya teşvik edercesine yapılan bu düzenlemenin, Devlete Anayasa’nın 5 inci maddesinde verilen görevlerle de bağdaşmayacağı ortadadır.

Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225).

Açıklanan nedenlerle, 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu maddesi ile değiştirilen Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi Anayasa’nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

1) 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkra Anayasa’nın 2, 10 ve 11 inci maddelerine açıkça aykırı olup, kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyerek toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldırdığı için uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararların doğabileceği açıktır.

2) 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu maddesi ile değiştirilen Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi Anayasa’nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü maddelerine aykırı olup, Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin, laik Devlet anlayışına, Türk inkılabının temel ilkelerine, çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına aykırı şekilde yapılmasının önünü açmakta; öğretim birliği ilkesini zedeleyerek ikili eğitim doğrultusundaki gelişmelere zemin hazırlamakta; terörist, bölücü eğitimini kolaylaştırmakta ve nerede ise yaptırımsız bırakmaktadır. Bu nedenlerle, bu hükmün uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararlar doğabilecektir.

V. SONUÇ VE İSTEM

Yukarıda açıklanan gerekçelerle 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun;

1) 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkranın Anayasa’nın 2, 10 ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,

2) 29 uncu maddesi ile değiştirilen Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi Anayasa’nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”

II- YASA METİNLERİ

A- İptali İstenilen Yasa Kuralları

29.6.2005 günlü, 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali istenilen kuralları içeren;

1- 3. maddesiyle eklenen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “2) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye’de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır.”

2- 29. maddesiyle değiştirilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 263. maddesi şöyledir:

“Madde 263.- (1) Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 42. ve 174. maddelerine dayanılmıştır.

III- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Ali GÜZEL ve Serdar ÖZGÜLDÜR’ün katılımlarıyla 18.7.2005 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.

IV- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrası gereğince Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin 5377 sayılı Yasa’yla eklenen (2) numaralı fıkrasının kapsam ve uygulanma koşulları ile ilgili olarak Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğretim Üyeleri Prof. Dr. İzzet ÖZGENÇ ve Prof. Dr. Cumhur ŞAHİN’in, aynı fıkra ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın uygulaması konusunda ise Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü Galip Tuncay TUTAR’ın 4.3.2009 günlü sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- Yasa’nın 13. Maddesinin İncelenmesi

Başvuru kararında, yabancı ülkede işlenmiş olsa da, kimi suçlardan dolayı failin yargılanmasını ve cezalandırılmasını Adalet Bakanının, siyasal ve öznel olarak kullanılabilecek biçimde takdirine bırakan düzenlemenin ayrıcalık niteliğinde olduğu ve eşitsizlik oluşturduğu, Adalet Bakanına tanınan bu yetkinin yaratacağı sonuca göre yurt dışında aynı suçu işleyen iki kişiden biri Adalet Bakanının istemi üzerine Türkiye’de yargılanırken, diğerinin Bakanın istemde bulunmaması halinde yargılamadan kurtulabileceği, bu nitelikteki düzenlemenin hukuk devleti, eşitlik ve Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, fıkrada belirtilen suçların, vatandaş veya yabancı tarafından, yabancı ülkede işlenmesi halinde Türk Kanunları uygulanacaktır.

Maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde belirtilen suçlar bakımından mutlak, diğer suçlar bakımından nisbi bir koruma getirilmiş bulunmaktadır. Buna göre, İkinci Kitap Dördüncü Kısım altındaki;

Üçüncü Bölümde yer alan “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar”,

Dördüncü Bölümde yer alan “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”,

Beşinci Bölümde yer alan “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”,

Altıncı Bölümde yer alan “Milli Savunmaya Karşı Suçlar”,

Yedinci Bölümde yer alan “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk”,

suçlarından dolayı Türkiye’de yargılama yapılabilmesi için Adalet Bakanı’nın talebine gerek bulunmamaktadır. Bu suçlardan dolayı Bakanın talebine gerek olmaksızın resen yargılama yapılabilmesi olanağı bulunmaktadır.

Bakanın talebine bağlı tutulan suçlar ise maddede yer alan;

1.- İkinci Kitap, Birinci Kısım altındaki; “Soykırım” başlıklı Birinci Bölümde ve “Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti” başlıklı İkinci Bölümde yer alan suçlar,

2.- İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Sekizinci Bölümde yer alan “Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar”,

3.- İşkence(m.94,95),

4.- Çevrenin kasten kirletilmesi(m.181),

5.- Uyuşturucu ya da uyarıcı madde üretim ve ticareti(m.188), uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma(m.190),

6.- Parada sahtecilik(m.197), para ve kıymetli damgaları imale yarayan araçların üretimi ve ticareti(m.200), mühürde sahtecilik(m.202),

7.- Fuhuş (m.227),

8.- Rüşvet(m.252),

9.- Deniz, demiryolu ya da havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması, alıkonulması(m.223/2,3) ya da bu araçlara karşı işlenen zarar verme suçları(m.152),

gibi uluslararası işbirliği ve anlaşmalar gereğince kovuşturulmaları bakımından Devletleri ortak tavır almaya zorlayan suçlardır.

Türkiye’nin taraf olduğu ve “aut dedere aut punire” (iade et veya cezalandır) kuralına yer verilen anlaşmalarda, belli suçların Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliğine veya anayasal düzenine karşı ya da Türkiye’nin zararına olarak işlenmiş suç olmamasına, fail ve mağdurlarının Türk vatandaşı olmamasına ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik alanı dışında işlenmiş olmasına rağmen Türkiye’ye yargılama yapma konusunda yükümlülükler yüklenmektedir. Bu sözleşmelerle, çeşitli hukuki mülahazalarla geri verme yoluna gidilmemesi halinde, taraf devletlere yargılama ve cezalandırma yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, Türkiye’nin barış esasına dayalı diplomatik ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecek bir sonuç doğurmaması, Türk milletinin ve bir parçasını oluşturduğu dünya milletler topluluğunun varlığı ve geleceği gözetilerek öngörüldüğü anlaşılmaktadır.

Öte yandan 13. maddenin gerekçesinde de, Adalet Bakanı’na bu yetkinin verilmesinin, sayılan suçlardan bir kısmıyla ilgili olarak “kamu davasının açılmasında zorunluluk kuralı”nın benimsenmesinin kimi durumlarda politik bir sorun yaratabilecek nitelikte olmasına bağlanmıştır. Bu hükümle, birinci fıkranın (b) bendinde sayılanlar dışındaki diğer suçlardan dolayı Türkiye’de yargılama yapılmasının ortaya çıkarabileceği siyasi sorunların önüne geçilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.

Ceza kanunlarının, ceza hukukunun ana ilkeleri ile Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları başta olmak üzere, ülkenin genel durumu, sosyal ve ekonomik hayatın gereksinmeleri gözönüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre düzenlenmesi gerekir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Hukuk devletinde yasakoyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir.

Cezaların, suçların ağırlık derecelerine göre önleme ve ıslah amaçları da gözönünde tutularak adaletli bir ölçü içinde konulması ceza hukukunun esaslarındandır.

Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu ilke, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa’nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaz. Kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.

İptali istenilen kuralla bireyler ve topluluklar arasında eşitlik ilkesine aykırı bir ayırım yapılmamış, milletlerarası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülükler ve ülkenin politik çıkarları nedeniyle kimi suçlar bakımından maddenin uygulanması Adalet Bakanının talebine bağlı tutulmuştur. Adalet Bakanı’na tanınan bu yetki, yargısal değerlendirmeden ziyade Devlet ve toplum yararı açısından bir takdir yetkisinin kullanılmasıdır.

Belirtilen nedenlerle, Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (2) numaralı fıkrasında yer alan kural Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir.

B- Yasa’nın 263. Maddesinin İncelenmesi

Başvuru kararında, maddede yapılan düzenleme ile yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesinin özendirildiği ve çalışmalarını sürdürmelerine olanak sağlandığı, Anayasa ve kanunlarımızın gereği olan laiklik ilkesinin gereğine aykırı olarak yasa dışı eğitim kurumu açılmasının toplumun önem verdiği ağır bir suç oluşturduğu, kanuna aykırı eğitim kurumu açılıp çalıştırılması suçuna verilecek cezanın, cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının temel ilkesine uygun olarak tespit edilmesinin Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edilen “hukuk devleti” olmanın bir gereği olduğu, düzenleme ile sözkonusu kurumlarda öğretmenlik yapanların cezadan, kurumların da kapatılmaktan kurtarıldığı, hapis yerine sadece para cezası verilebilmesinin imkan dahiline sokulması ve kanuna aykırı eğitim kurumu açanlara ve bunları çalıştıranlara verilecek cezanın üst sınırının indirilmesinin ve verilen cezanın ertelenebilmesinin mümkün hale getirilmesinin de bu suç için öngörülen cezayı caydırıcılık sınırının altına düşürdüğü, Anayasa’nın 42. maddesinde Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda ve çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağının açıkça vurgulandığı, kuralın bu esaslara aykırılığı saptanan kurumların kapatılmasını da zorunlu kıldığı, iptali istenen düzenlemenin zaman içinde yasal olmayan eğitim kurumları aracılığı ile Anayasa’nın 24. maddesine aykırı biçimde dinin siyasete alet edilmesine, Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak eğitimin ikileştirilmesine zemin hazırlayacağı, bu tür yasalara aykırı eğitim kurumlarının, terörist, bölücü eğitimleri vermek amacıyla açılmasına da olanak sağlayacağı belirtilerek düzenlemenin Anayasa’nın 2., 5., 11., 42. ve 174. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir.

Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması Devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından yasakoyucu Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak koşuluyla, soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği,  hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir.

Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin temel amaç ve görevleri düzenlenmektedir. Buna göre, Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Anayasa’nın eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevini düzenleyen 42. maddesinde, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı, öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edileceği ve düzenleneceği belirtildikten sonra, eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı hükme bağlanmıştır.

Anayasa’nın 174. maddesinde yer alan kurala göre, Anayasa’nın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden ve maddede gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

Ceza siyasetine uygun olarak, yasakoyucu tarafından takdir yetkisine dayalı olarak iptali istenilen maddede düzenleme yapılmış, suç oluşturan eylem, ceza miktarı ve yaptırımlar yönünden yeni kurallar getirilmiştir.

Dava dilekçesinde, anılan Anayasa kurallarına aykırı olan böyle bir düzenleme ile kapatma yaptırımının ortadan kaldırılması ve bu suç için öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının temel ilkesine uygun olarak belirlenmemesi nedeniyle izinsiz Kuran kurslarının yanısıra beceri kursu, okul, yurt gibi kurumları paravan yapan terörist, irticacı ve bölücü yuvaları da serbest bırakmasının laiklik ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de, eğitimin içerik olarak suç teşkil etmesi hali farklı bir durumdur. Kurumda verilen eğitim sırasında yasadışı, bölücü, yıkıcı eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde, bu eylemler için ceza öngören Türk Ceza Kanununun diğer maddeleri, Terörle Mücadele Kanunu vb. gibi özel kanunlarda belirtilen tedbir ve yaptırımların uygulanacağı kuşkusuzdur.

Öte yandan, 8.2.2007 günlü, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 7. maddesinde de kurum açma izni verilen kurumlarda iki yıl içinde öğretime başlamayan ile amacı dışında kullanıldığı tespit edilen kurumun, kurum açma izinlerinin iptal edileceği, özel öğretim kurumlarının, kurum açma şartlarından herhangi birini kaybetmesi veya izinsiz değişiklik yapması, mevzuatta belirtilen sayıda personel çalıştırılmaması veya mevzuata aykırı personel çalıştırılması, reklam ve ilana ilişkin gerekli şartların yerine getirilmemesi halinde, davranışın ağırlık derecesine göre onbeş günden az olmamak kaydıyla üç aya kadar geçici olarak; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun genel ve özel amaçlarıyla temel ilkelerine uymayan, kurumunu mevzuata uygun kapatmayan, geçici olarak kapatma cezası alan ve aynı fiili tekrar işleyen kurumların ise sürekli olarak kurum açma izni veren makam tarafından kapatılacağı belirtilmiştir.

Bir yasa kuralının yerinde olup olmadığı, yarar ya da zarar getirebileceği konusu Anayasa’ya uygunluk denetimi dışında kalan bir husustur.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 5., 11., 42. ve 174. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

V- YÜRÜLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ

29.6.2005 günlü, 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

1- 3. maddesiyle 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (2) numaralı fıkraya,

2-  29. maddesiyle değiştirilen 5237 sayılı Yasa’nın 263. maddesine,

yönelik iptal istemleri, 5.3.2009 günlü, E. 2005/79, K. 2009/38 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde ve fıkraya ilişkin yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE, 5.3.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

VI- SONUÇ

29.6.2005 günlü, 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

1- 3. maddesiyle 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (2) numaralı fıkranın,

2-  29. maddesiyle değiştirilen 5237 sayılı Yasa’nın 263. maddesinin,

Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 5.3.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

Başkan

Haşim KILIÇ

Başkanvekili

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye

Sacit ADALI

 

 

 

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

Üye

Ahmet AKYALÇIN

Üye

Mehmet ERTEN

 

 

 

Üye

A. Necmi ÖZLER

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Şevket APALAK

 

 

 

Üye

Serruh KALELİ

Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ