Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2008/30
Karar Sayısı : 2009/96
Karar Günü : 25.6.2009
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:
1- Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas
Sayısı: 2007/8)
2- Çelikhan Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı: 2008/30)
İTİRAZLARIN KONUSU: 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî
Kanunu’nun 289. maddesinin Anayasa’nın 2., 5.,
10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Bakılmakta
olan soybağının reddi davalarında, itiraz konusu
kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali için
başvurmuşlardır.
II- İTİRAZLARIN
GEREKÇELERİ
A- 2007/8 esas sayılı itirazın gerekçe bölümü
şöyledir:
“Türk Medeni Kanunun 289. maddesinde
“Koca, davayı, doğumu ve baba
olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel
ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde
açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl
içinde dava açmak zorundadır. Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir
yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar” Hükmü
bulunmaktadır. Söz konusu madde hükmünde iki tür süreden bahsedilmektedir
ve madde başlığından anlaşılacağı üzere bu süreler hak düşürücü sürelerdir.
Birinci süre, kocanın, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı
sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten
başlayan bir yıllık süre, ikinci süre ise her halükarda (hiçbir mazerete
dayanılarak uzayamayacak olan) doğumdan itibaren işleyecek 5 yıllık
süredir. Kanun koyucu birinci süreyi koyarken, çocuğun nesebinin uzun
süreler tartışma konusu olmasını engellemek, babanın bir yıl geçmesine
rağmen kendisinden olmadığını bildiği çocuğun nesebine ses çıkartmayıp
beklemesini eş aleyhine değerlendirme altına almış, sonradan başka
mülahazalarla çocuğun kendinden olmadığını iddia etmesini muteber görmemiştir.
Ancak maddede öngörülen ikinci süre, yani 5 yıllık süre ile,
eşin ister öğrensin ister öğrenmesin dava hakkını doğumdan itibaren
başlayacak olan 5 yıllık süre ile sınırlamıştır. Bu durumda; kötü niyetli
olan anne çocuğun doğumunu 5 yıldan fazla bir süre eşinden gizlemişse, eşin
dava hakkı düştükten sonra nüfusa tescil ettirerek, eş ile çocuk arasında
aslı olmayan bir soy bağını kurabilecektir. Eş 5 yıllık süre geçtiği içinde
soy bağının reddi davası açamayacaktır. Zira TMK.nun 289/son maddesinde 1 yıllık sürenin dava
açmamakta haklı bir nedene dayanması halinde, sebebin kalkmasından itibaren
işleyecek tarzda uzaması mümkünken, 5 yıllık hak düşürücü sürenin uzaması
mümkün değildir. Burada öngörülen 5 yıllık sürenin doğumdan itibaren işlemesi hak
arama hürriyetini engellemektedir. Zira bu 5 yıllık süre doğumdan itibaren
değil de, her halükarda nüfusa tescilden itibaren işlemeye başlasa idi,
herhangi bir sakıncalı durumun meydana geleceğinden bahsedilemeyecekti.
743 Sayılı Eski Türk Kanunu
Medenisi’nin 242. maddesinde “Koca, doğduğuna muttali olduğu günden itibaren
bir ay içinde çocuğu reddedebilir. Red davası,
çocuk ile anası aleyhine ikame olunur” hükmü bulunmakta, maddede geçen 1
aylık sürenin aynı Yasanın 246/1 maddesi gereğince uzayabileceği
düzenlenmiştir. Yani 743 Sayılı Medeni Kanunda 1 aylık sürenin haricinde
ayrıca dava hakkını tamamen düşüren herhangi bir süre öngörülmemiştir.
Eşin, 1 aylık süreyi yanıltılmak suretiyle geçirmesi halinde 1 aylık süre
şartı aranmaksızın, yanıltılmak suretiyle dava açma suresini geçirdiğini
iddia ederek dava açabilecektir.
Anayasa’nın 41. maddesinde “Aile Türk
toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın
ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını
sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü vardır.
Anayasamızın 41. maddesi ile Türk toplumunda ailenin önemi
belirlenmektedir. Aile insanın tabii olarak içinde yaşama, ihtiyacı duyduğu
ilk topluluk türüdür. Bu ihtiyaç bugün de sürmektedir. Toplumsal olgu ve
müesseselerin her biri gibi aile de zaman içinde değişip gelişmiştir.
Günümüzün ailesi “küçük aile” denilen eşler ile evlenmemiş çocuklardan
oluşan aile tipidir. Dolayısıyla eş ile kan bağı olmayan çocuğun aileden
olduğunun, eşin iradesine rağmen varsayılması Anayasa’nın koruduğu bir
sonuç değildir. Eşin TMK.nun
289. maddesinde öngörülen 5 yıllık süre geçtikten sonra bir çocuğunun olduğunu öğrenmesi
toplumumuzda yaygın olarak görülmektedir. Zira devlet, her doğan çocuğu
hemen nüfusa çeşitli nedenlerle geçirememekte, yıllarca nüfusa
kaydolmaksızın yaşayan birçok insan, hukuki bir işlem yapacağı zaman veya
okula yazılacağı zaman gerçek yaşına uygun olmayacak şekilde nüfusa tescil
edilmektedir. Ayrı yaşayan eski erkek eşin, boşanmış olduğu eşin hamile
olduğunu veya doğum yaptığını dahi öğrenemediği vakalar olmaktadır. Zira
boşanan eşlerin, boşandıktan sonra birbirlerini takip etmeleri beklenemez,
aksi halde bu durum özel hayata müdahale halini alacaktır. Boşandığı eşinin
hamile kaldığını veya doğum yaptığını öğrenen eşin, TMK.nun 287. ve 288. maddelerinde öngörülen
karinelerin sürelerinden hayli zaman sonra doğan çocuğun boşanılan eski eşin nüfusuna yazılacağını eşin tahmin
etmesi ve bilmesi de mümkün değildir. Bu durumu ancak, kendi nüfusuna bu
doğan çocuğun tescil ettirilmesinden sonra öğrenmesi mümkündür. Anayasa’nın
36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına
sahiptir” hükmü ile kişilerin dava ve savunma hakları düzenlenmiştir.
Gerçekten de Hukuk Devletinin genel ilkesi herkesin mahkemeler önünde meşru
sınırlar içerisinde şikayet, iddia ve savunma hakkına
sahip olmasını gerektirir. Ayrıca hukukun genel ilkelerinden olan hak arama
hürriyeti gereğince kişinin bu hürriyetinin daha doğmadan yasa gereğince
engellenmesi kabul görmesi mümkün değildir.
TMK.nun 289. maddesinde öngörülen doğumdan itibaren başlayacak olan 5
yıllık süre ile, eşin dava hakkı elinden alınmaktadır. Anayasa ile güvence
altına alınan aile kavramı
zedelenmekte, bu şekilde, eş tarafından istenmediği halde, bir çocuk ile
eski koca arasında nesep bağı kurulmasına sebebiyet vermektedir, eşin dava
hakkı daha doğmadan TMK.nun
289. maddesi gereğince kaybettirilmiş bulunmaktadır.
Mahkememizde görülmekte olan dosyada,
davacı eski eşin iddiası, davalı eski eşinin evlilik esnasında da başka erkeklerle
cinsel ilişkiye girdiği yönündedir. Mahkememizce davacının iddialarının ve
davalının savunmalarının irdelenmesine girilememiştir, zira gerçekte Nurten
Arslan’ın, İbrahim Arslan’ın
kızı olmadığı tartışma götürmez şekilde kanıtlansa bile doğumdan itibaren
işlemeye başlayan 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeni ile soybağının iptali yönünde bir karar verilemeyecektir.
NETİCE: Yukarda izah edilen ve mahkemenizce
resen nazara alınacak nedenlerle; 4721 Sayılı TMK.nun 289. maddesinde öngörülen “her halde
doğumdan başlayarak 5 yıl” tabirinin, Anayasa’nın 36. ve 41. maddelerine
aykırı olduğundan iptaline karar verilmesi arz olunur.”
B-
2008/30 esas sayılı itirazın gerekçe bölümü şöyledir:
“T.C. Anayasanın 2. maddesinde -
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır,
T.C. Anayasasının 5.
maddesinde - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu vurgulanmış,
T.C. Anayasanın l0. maddesinde
ise - Herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit
olduğu belirtilerek, kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip oldukları
Devletin, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu, Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı, Devletin
organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik
ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları belirtilmiştir.
T.C. Anayasanın 13. maddesinde temel
hak ve hürriyetlerin ancak Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasa’nın
sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtilmiş,
T.C. Anayasanın 36. maddesinde -
Herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip oldukları ve hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamayacağı hususu belirlenmiştir.
T.C. Anayasanın 40. maddesinde -Anayasa
ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını
isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 20 Mart 1950’de Roma’da
imzalanarak Eylül 1952’de yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından
18 Mayıs 1954’de onaylanarak yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8. maddesinde
ise; Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin
ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi,
sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş
olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen yasal mevzuat ve
T.C. Anayasasının 90/son maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yürürlüğe
konulan ve bu nedenle yasal mevzuatımız dahilinde
bulunduğu kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ışığında
dava dosyası değerlendirildiğinde;
Dava dosyası nitelik itibariyle soy
bağının reddine ilişkindir. Soy bağının reddi, konu itibariyle, çocuk ile
ana ve babası arasındaki hısımlık ilişkisinin ortadan kaldırılmak
istenmesini irdelediği için aile ve dolayısıyla toplum üzerinde önemli
etkilere sahiptir, zira, hem aile içinde yani ana,
baba ve çocuklar açısından yarattığı sonuçlar hem de aile dışındaki
kişiler, özellikle mirasçılar bakımından taşıdığı önem izahtan varestedir.
Çocuk ile ebeveyni arasındaki hısımlık
ilişkisi, aile hukukunun en önemli ve en hassas konularından birini
oluşturmakta olup, bu nedenle bu ilişkinin ortadan kaldırılmasının sebep ve
sonuçlarıyla en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi erekmektedir.
Soy bağının reddi, yenilik doğurucu bir
dava olan soy bağının reddi davası açılmak suretiyle adi bir karine niteliği
taşıyan babalık karinesinin çürütülmesini ve bu sayede çocuk ile baba
arasındaki soy bağının ortadan kaldırılmasını ifade eder. “Evlilik devam
ederken veya evliliğinin sona ermesinden itibaren üç yüz gün içinde doğan
çocuğun babası kocadır.” şeklindeki babalık karinesi ile buna dayanan soy
bağının, Medeni Kanun’un 286 ve devamı maddelerine göre reddedilmesi
mümkündür. Eski Medeni Kanun döneminde “nesebin reddi” olarak adlandırılan
soy bağının reddine yer verilmesi, kocanın menfaatlerini koruma
düşüncesinin sonucudur.
Kanunkoyucu, soy bağının reddine yer vermek
suretiyle soy bağında istikrarı sağlamak ve çocuğun çıkarlarını güvence
altına almak için benimsemiş olduğu bir karinenin soya sopa bağlılık uğruna
yıkılmasını göze almaktadır. Yani “genetik (biyolojik) kökene bağlılık
ilkesi”, çocuğu ve istikrarı koruma kaygılarından daha ağır basmıştır
Hak Düşürücü Süreler Türk Medeni Kanunu
289 maddesinde düzenlenmiş olup, koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını
veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide
bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan
başlayarak beş yıl içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten
başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır. Gecikme haklı bir
sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte
işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak baba veya çocuk dava
açmaları gerektiğini bilmiyorlarsa veya geç öğrenmişlerse, bu durum
kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği kuralına
aykırıdır. Devlet hak ve adalete uygun hareket etmek zorunda olduğundan, bu
durum adalet ve hukuk
devleti ilkesinin yer aldığı Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 5. maddesinde devletin
temel amaç ve görevlerinden birisinin kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan, siyasal, ekonomik engelleri kaldırmaya çalışmak olduğu
belirtilmektedir.
Davacının davaname
yolu ile C. savcısı olduğu düşünüldüğünde, aradan ne kadar süre geçerse
geçsin, hak düşürücü süreler göz önüne alınmayacak ve davanın görülmesine
mani bir durum olmayacaktır ki, bu husus kanun koyucunun soybağına ilişkin verdiği önemi ortaya koymaktadır. C.
Savcısınca davanın açılması halinde dava açma hakkına bir kısıtlama
getirilmezken, hak sahibi baba ve çocuk tarafından davanın hak düşürücü
sürelere bağlanması, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik kuralına
aykırıdır.
Anayasa’nın 13.
maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da
Anayasa’nın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine
aykırı olamayacağı belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin,
Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8. maddesinde ise;
Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi
hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin
müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı,
dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik
bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz
konusu olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy
bağı kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni
Kanunu 289. maddesi Anayasa’nın 13. maddesine aykırı düşmektedir.
Soybağının reddine ilişkin davanın süre ile
sınırlandırılması Anayasa’nın 36. maddesinde garanti altına alınan hak
arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına aykırıdır. Anayasa’nın 40.
maddesi Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkese
yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanını
vermektedir. Bu madde ile tanınan anayasal koruma, hak düşürücü sürenin
Başlangıcı için Kocanın, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe
kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği
tarih ve her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak şeklindeki
düzenleme ile engellenmiş olmaktadır.
Yukarıda belirtilen
yasal düzenlemeler ışığında mahkememizde görülmekte olan 2007/18 esas
sayılı; Soy bağının reddine ve
yeniden nüfusa tescile ilişkin davada, neseplerinin reddi talep edilen
çocukların doğum tarihleri gözetildiğinde 1996 doğumlu Fatma, 1998 doğumlu
Mehmet’in, (yasa koyucunun TMK 289. maddede doğrudan “doğum tarihine”
yaptığı atıf dikkate alındığında) “doğum” tarihlerinin üzerinden 5 yıldan
fazla bir zaman geçtiği anlaşılmakla, gerçekleşen somut olayda
uygulanma ihtimali bulunan TMK 289. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu
kanaatine varılmakla aşağıdaki şekilde hükmün tesisi yoluna gidilmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi Yukarıda izah edildiği
üzere;
Mahkememize ait
2005/7 esas sayılı, “soy bağının reddine” ve yeniden nüfusa tesciline
ilişkin davada uygulama ihtimali bulunan Türk Medeni Kanunun 289.
maddesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2, 5, 10, 13, 36 ve 40.
maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmakla, anılan Yasanın 289.
maddesinin Anayasaya aykırılık yönünden incelenmek üzere dosyanın suretinin
Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, T.C. Anayasa’nın 152/1. maddesi gereğince
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar ve 5 ayı geçmeyecek süre ile sınırlı
olmak üzere davanın geri bırakılmasına, karar verildi.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa
Kuralı
22.11.2001 günlü, 4721
sayılı Türk Medenî Kanunu’nun itiraz konusu 289. maddesi şöyledir:
“III. Hak
düşürücü süreler
MADDE
289.- Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı
sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten
başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak
zorundadır.
Çocuk, ergin olduğu tarihten
başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.
Gecikme
haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı
tarihte işlemeye başlar.”
B- İlgili Yasa Kuralları
4721
sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 282., 285., 286.,
287. ve 288. maddeleri şöyledir:
“A. Genel olarak soybağının
kurulması
MADDE 282.- Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle
kurulur.
Soybağı ayrıca
evlât edinme yoluyla da kurulur.”
“A. Babalık
karinesi
MADDE 285.- Evlilik devam ederken
veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz
gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.
Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun
kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla
mümkündür.
Kocanın gaipliğine karar verilmesi
hâlinde üçyüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya
son haber tarihinden işlemeye başlar.”
“B. Soybağının
reddi
I. Dava hakkı
MADDE 286.- Koca, soybağının
reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa
karşı açılır.
Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu
dava ana ve kocaya karşı açılır.”
“II. İspat
1. Evlilik içinde ana rahmine düşme
MADDE
287.- Çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba
olmadığını ispat etmek zorundadır.
Evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona
ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde
doğan çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.”
“2. Evlenmeden önce veya ayrı yaşama
sırasında ana rahmine düşme
MADDE
288.- Çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine
düşmüşse, davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmez.
Ancak, gebe kalma döneminde kocanın
karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa,
kocanın babalığına ilişkin karine geçerliliğini korur.”
C- Dayanılan ve İlgili
Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru
kararlarında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine
dayanılmış, 17. maddesi ise ilgili
görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
A- Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 2007/8 esas sayılı dosyanın
31.1.2007 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
B- Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 2008/30 esas sayılı dosyanın
8.4.2008 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, öncelikle uygulanacak
kural sorunu üzerinde durulmuştur.
Anayasa’nın
152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 28. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları
davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını
Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
savının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa
Mahkemesi’ne başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa
Mahkemesi’ne başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin
görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o
davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları,
davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan
kurallardır.
İtiraz konusu 4721 sayılı
TMK.’nın 289. maddesinin birinci fıkrasında
kocanın, ikinci fıkrasında ergin olan çocuğun soybağının
reddi davasını hangi süreler içinde açabileceği düzenlenmiş, üçüncü fıkrada
ise, gecikmenin haklı bir nedene dayanması halinde bir yıllık sürenin haklı
nedenin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlayacağı hüküm altına
alınmıştır. Bakılmakta olan davanın koca tarafından açılan soybağının reddi davası olması karşısında, TMK.’nın 289. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları davada
uygulanacak kurallardır. Ancak, ergin olan çocuk tarafından açılan bir dava
bulunmadığından maddenin ikinci fıkrası davada uygulanacak kural değildir.
Bu
nedenle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289.
maddesinin ikinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin
bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkraya
ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddine, dosyada
eksiklik bulunmadığından, 4721 sayılı TMK.’nın
289. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının esasının incelenmesine,
oybirliği ile karar verilmiştir.
V- BİRLEŞTİRME KARARI
22.11.2001 günlü, 4721
sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş
yıl…” ibaresinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz
başvurusuna ilişkin 2007/8 esas sayılı
davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2008/30 esas sayılı dava ile
birleştirilmesine, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2008/30 esas
sayılı dosya üzerinden yürütülmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
VI- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararları ve ekleri,
işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili Yasa kuralları,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile
diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A- İtiraz Konusu Kuralın Anlam ve Kapsamı
Soybağı
terimi, 743 sayılı önceki Medenî Kanundaki nesep sözcüğünün yerine 4721
sayılı yeni Medenî Kanun tarafından hukuk diline kazandırılan bir terim
olup biri geniş diğeri dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır.
Geniş anlamda soybağı, bir kimse ile onun ecdadı, üstsoyu arasındaki
biyolojik ve doğal bağlantıyı ifade eder. Dar anlamda soybağı
ise, sadece çocuklar ile ana ve babaları arasındaki bağlantıyı, başka bir
deyişle çocuğun ana ve babasına nisbetini ifade
eder ki, Medenî Kanunun aile hukuku kitabında düzenlenmiş olan soybağı da bu dar anlamdaki soybağıdır.
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun soybağının hükümlerini düzenleyen 282. maddesinin
ikinci fıkrasında çocuk ile baba
arasındaki soybağının, ana ile evlilik, tanıma
veya hâkim hükmüyle kurulacağı, 285. maddenin birinci fıkrasında
evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babasının koca olduğu,
286. maddesinde de kocanın soybağının reddi
davasını açarak babalık karinesini çürütebileceği hüküm altına alınmıştır. TMK’nın 287. maddesine göre, çocuk evlilik içinde ana
rahmine düşmüşse davacının, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorunda
olduğu, evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün
geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuğun evlilik içinde ana
rahmine düşmüş sayılacağı, 288. maddeye göre de çocuk, evlenmeden önce veya
ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse, davacının başka bir kanıt
getirmesi gerekmediği, ancak, gebe kalma döneminde kocanın karısı ile
cinsel ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa,
kocanın babalığına ilişkin karinenin geçerliliğini koruyacağı
öngörülmüştür.
TMK.’nın
286. ve 291. maddelerinde, soybağının reddi davasının koca, çocuk, kocanın alt
soyu, anası, babası veya baba olduğunu iddia eden kişi tarafından
açılabileceği belirtilmektedir.
İtiraz konusu kuralın birinci
fıkrasında; kocanın soybağının reddi davasını, doğumu
ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile
cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl,
her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl içinde açmak zorunda olduğu, üçüncü
fıkrasında ise gecikmenin haklı bir sebebe dayanması halinde bir yıllık
sürenin bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren işlemeye başlayacağı
öngörülmektedir.
Soybağının reddi davası için öngörülmüş
olan süreler, yenilik doğurucu hak olduklarından nitelikleri gereği hak
düşürücü sürelerdir.
B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1- 4721 sayılı Yasa’nın 289. Maddesinin Birinci
Fıkrasında Yer Alan “Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya
ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu
öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, ... içinde
açmak zorundadır.” İbaresi İle Aynı Maddenin Üçüncü
Fıkrasının İncelenmesi
Başvuru kararında, itiraz
konusu kurallar ile soybağının reddine ilişkin
davanın süre ile sınırlandırılarak kocanın dava açma hakkının
engellenmesinin hukuk devleti ilkesine ve hak arama özgürlüğüne aykırı
olduğu, Cumhuriyet savcısına herhangi bir süre sınırlaması olmadan soybağının reddi davası açma hakkı tanınırken, koca
tarafından açılacak olan davanın hak düşürücü sürelere bağlanmasının
eşitsizlik oluşturduğu belirtilerek, itiraz konusu kuralların Anayasa’nın 2., 5., 10., 13.,
36., 40. ve 41. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu birinci fıkradaki ibare ile kocaya, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe
kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu
öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl içinde soybağının
reddi davasını açma hakkı tanınmaktadır. Üçüncü fıkrada ise dava açmakta
gecikmenin haklı bir nedene dayanması halinde bir yıllık sürenin bu
nedenin ortadan kalkmasından sonra başlayacağı öngörülmektedir.
Anayasanın
hak arama özgürlüğüne ilişkin 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu
belirtilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımanın ötesinde, diğer temel
hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır.
Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli
yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere
yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu
oluşturur.
Anayasa’nın 40. maddesinde; “Anayasa ile tanınmış
hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...” . “Ailenin Korunması”
başlıklı 41. maddesinde de, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler
arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle
ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile
uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar”
denilmektedir.
Soybağının reddi davası, çocuğun babası ile arasındaki soybağını
ortadan kaldırmaya yönelik olduğundan, yaratacağı sonuçlar göz önüne
alındığında, aile ve toplum hayatı üzerinde önemli etkilere yol açacağı
açıktır. Soybağının reddi davasında öngörülen bir yıllık hak
düşürücü süre, çocuğun nesep durumunun uzun süre askıda kalmaması,
ailenin temelini teşkil eden soybağının süresiz
olarak dava tehdidi altında tutulmaması, böylece soybağında
istikrar ve kamu düzeninin sağlanarak ailenin korunması amacını
gerçekleştirmeye yöneliktir. İtiraz konusu kurallarla dava açma sürelerinin
bir yılla sınırlandırılması Anayasa’nın
41. maddesindeki ailenin ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri
alma yönünde Devlet’e verilen görevin yerine getirilmesi gereğinden
kaynaklanmaktadır. Ayrıca, dava açma hakkının süre ile sınırlandırılması adil
yargılanma açısından ön koşul olan dava açma hakkını ortadan kaldırmamaktadır.
Öte yandan, itiraz konusu kurallar ile kişinin
genetik-biyolojik kökeni kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkı
engellenmediği gibi, bu hakkın kim tarafından, nasıl ve hangi süre içinde
kullanılacağına ilişkin düzenlemeler Anayasa’nın 40. maddesi ile uyum
içindedir.
Açıklanan nedenlerle,
kurallar Anayasa’nın 36., 40. ve 41. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
İtiraz konusu kuralların
Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 13. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
2- Yasa’nın 289. Maddesinin Birinci
Fıkrasında Yer Alan “...her hâlde
doğumdan başlayarak beş yıl...” İbaresinin İncelenmesi
Başvuru kararlarında; itiraz
konusu ibare ile soybağının reddine ilişkin
davanın doğumdan itibaren beş yıllık süre ile sınırlandırılarak kocanın
dava hakkı doğmadan ortadan kaldırılmasının hak arama hürriyetini
engellediği, bu şekilde eş tarafından istenmediği halde çocuk ile koca
arasında soybağı kurulmasına sebebiyet verilerek
Anayasa ile güvence altına alınan aile kavramının zedelendiği belirtilerek,
itiraz konusu ibarenin Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 41. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine
göre Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasa’ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmaya mecbur değildir,
taleple bağlı kalmak kaydıyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık
kararı verebilir. Bu nedenle itiraz konusu ibare Anayasa’nın 17. maddesi
yönünden de incelenmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem
ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasa’nın 5. maddesinde, Devletin
temel amaç ve görevleri belirlenirken, Devlete, kişilerin refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insana maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak görevi verilmiştir.
Madde gerekçesinde; “...Devlet aynı zamanda milletin
huzurunu sağlamak ve fertlerini mutlu kılmak görevi ile de yükümlüdür.
Devlet, ferdin hayat mücadelesini kolaylaştıracak, ferdin, insan
haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Ferdin
hayatında, onun temel hak ve özgürlüklerden olduğu gibi yararlanmasını engelleyen
sebepleri ortadan kaldırmak, sosyal devletin görevidir.” açıklamasına
yer verilmiştir.
Anayasa’nın
“Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı” başlıklı 17. maddesinde, “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir” denilmektedir. Buna göre
kişinin yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı
bağlantıları olan, devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara
karşı her türlü engelin ortadan kaldırılması da devlete görev olarak
verilmiştir. Güçlüler karşısında güçsüzleri koruyacak olan devlet gerçek
eşitliği sağlayacak, toplumsal dengeyi koruyacak ve böylece sosyal
niteliğine ulaşacaktır. Bu itibarla kişilerin yaşayışlarına ilişkin yasal
düzenlemeler “yaşama hakkı ile maddî
ve manevî varlığını koruma hakları”nı önemli ölçüde zedeleyecek
veya ortadan kaldıracak kuralları içermemelidir.
Kişinin genetik-biyolojik kökeni
kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkı en temel haklarından biridir. İtiraz konusu ibare ile bu hak doğumdan itibaren
beş yıllık süre ile sınırlandırılmakta ve bu sürenin haklı neden olmadan geçmesi halinde dava açma hakkı henüz
doğmadan kocanın elinden alınmak suretiyle kendisine ait olmayan çocuğu
sahiplenmek zorunda bırakılmaktadır. Hukuk devleti ilkesi, kocanın
temel hak ve hürriyetlerinden olan genetik-biyolojik kökeni kendisine ait
olmayan çocuğu reddetme hakkının önündeki bu hak ile bağdaşmayan engelleri
kaldırmayı da içerir.
İtiraz konusu ibare, kişinin maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkının
özünü zedeler nitelik taşıdığı gibi, kocanın temel hak ve özgürlüklerini
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz
konusu ibare Anayasa’nın 2., 5. ve 17. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Anayasa’nın 2., 5. ve 17.
maddelerine aykırı görülerek iptal edilen itiraz konusu ibarenin, ayrıca
10., 13., 36., 40. ve 41. maddeleri yönünden incelenmesine gerek
görülmemiştir.
A.
Necmi ÖZLER bu görüşe katılmamıştır.
VII- SONUÇ
22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk
Medenî Kanunu’nun 289. maddesinin;
1- Birinci fıkrasında yer alan “…her
hâlde doğumdan başlayarak beş yıl…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna
ve İPTALİNE, A. Necmi ÖZLER’in
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Birinci fıkrasının kalan kısmı ile
üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
25.6.2009 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
A. Necmi
ÖZLER
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
KARŞIOY YAZISI
Türk Medeni Kanunu’nun 289. maddesinin
üçüncü fıkrasındaki soy bağının reddi davasında haklı bir sebebe dayanılmak
suretiyle dava açılabilmesi olanağının, maddenin gerek birinci gerek ikinci
fıkrasında belirtilen hak düşürücü süreleri kapsadığı maddenin düzenleniş
biçiminden anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
22.12.2004 tarih ve E:2-554, K:742 sayılı kararı ile ilgili Daire
kararlarında da, itiraz konusu maddenin birinci fıkrasındaki bir ve beş
yıllık sürelerin haklı bir nedenle kaçırılmış olması durumunda üçüncü fıkra
uyarınca soy bağının reddi davası açılabileceği kabul edilmektedir.
Haklı sebebin neler olabileceği ise
maddede belirtilmemiş bu konu hakimin takdirine
bırakılmıştır.
Madde bu çerçevede değerlendirildiğinde;
iptaline karar verilen ibarenin, kişinin kendisine ait olmayan çocuğu
reddetme hakkını engellemediği, haklı bir nedenin bulunduğu haller hariç
olmak üzere dava açma süresini belirlediği açıktır. Soy bağının süresiz
olarak dava tehdidi altında tutulması, Anayasa’nın, ailenin ve çocuğun
korunmasını öngören 41. maddesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle, yasakoyucunun soy bağı konusundaki dava açma süresini
beş yıl ile sınırlandırmasında Anayasa’ya aykırılık bulunmadığı sonucuna
vardığım için aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmadım.
Üye
.
Necmi ÖZLER
|