14 Ekim 2011 CUMA

Resmî Gazete

Sayı : 28084 (Mükerrer)

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS  NO                : 2010/34

KARAR NO            : 2010/34

KARAR TR             : 05.07.2010

(Ceza Bölümü)

K A R A R

Ö Z E T : Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrası uyarınca, sivil kişi sanık hakkında “ askerlikten kurtulmak için hile yapmak” suçu nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

Davacı        : K.H.

Sanık          : F. A. A.

O L A Y    : Askerlik yükümlüsü olan sivil kişi sanık F. A. A.’ın, askerliğe elverişli olmadığına ilişkin Ankara Etimesgut Hava Hastanesince düzenlenmiş 15.6.2005 tarihli ön raporun, gönderdiği Elazığ Askerlik Şube Başkanlığına 6.7.2005 günü ulaştığı, yapılan yazışmalar sonucu raporun adı geçen hastane tarafından düzenlenmediğinin tespit edildiği, böylece, sanığın askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 81/1-2. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6.3.2007 gün ve E:2007/1002, K:2007/446 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

  ELAZIĞ 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 31.7.2008 gün ve E:2007/168, K:2008/642 sayıyla, yüklenen eylemin asker kişi sanıklarla birlikte işlendiği ileri sürüldüğünden ve diğer sanıklar hakkında askeri yargı yerinde yargılama devam ettiğinden 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 11.3.2010 gün ve E:2010/18 sayıyla, askerlik dönemi gelmiş veya bakaya durumuna düşmüş yükümlüleri tespit ederek haklarında para karşılığında askerlikten kurtulmak için sahte askerliğe elverişsiz raporu düzenlemek amacıyla kurulan örgütün başı olan Etimesgut Askeri Hastanesi Baştabipliği emrinde görevli Hv. Sağ. Bçvş. A. D.’ın, sahte raporları, hazırladığı bilgisayar programı ile düzenlediği, aynı hastanede sağlık kurulunda veri hazırlama görevi olan sivil memur L. Ö.’ın, bu sahte raporlara heyet defterinden numaralar verdiği, askerlik şubelerince yapılan teyit yazılarına sanki raporlar bu hastaneden verilmiş gibi evrak hazırlayarak hastane Başhekimine imzalattığı ve teyitleri doğrulattığı, sivil kişi sanık F. A. A.’a  da  aynı  şekilde  sahte  ön  rapor  düzenledikleri  ileri  sürülerek, bu sanıklar hakkında açılan kamu davası ile adli yargı yerince görevsizlik kararı verilerek kendisine gönderilen davanın birleştirilmesine karar verdikten sonra, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan değişiklik ile 4.2.2010 gün ve 2010/12 esas sayılı Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun kararı uyarınca sivil kişi sanık F. A. A.’ı yargılama görevinin adli  yargı  yerine  ait  olduğu  gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına, işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA’nın, katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli yargı yerince Yasa’nın 19. maddesinde öngörüldüğü biçimde Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ercan ÇOBAN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında tesis edilmiş olan yargı düzeninde adli, idari ve askeri olmak üzere farklı yargı mercileri bulunmakta olup askeri mahkemelerin görev alanı 145. maddede gösterilmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, askeri mahkemelerin asker kişilerin, askeri olan suçları ile asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara bakmakla görevli oldukları, ikinci fıkrasında ise, asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askeri suçları ile kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen askeri mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara da bakmakla görevli oldukları belirtilmiştir.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmiştir.

Aynı Yasa’nın 5530  sayılı  Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen “Barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tabi suçlarında yargılama mercii” başlığı altında yeniden düzenlenen 13. maddesinde, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı belirtilmiş;

“Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde de "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda  yazılı bir suç ise  sanıkların  yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

9.7.2009 gün ve 27283 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” denilmiştir.

Özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde öngörülen asker ve sivil ayrımını etkiler nitelikte olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan yeni düzenleme ile, barış zamanında sivil kişinin tek başına veya iştirak halinde işlemiş olduğu askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabii bir suç nedeniyle soruşturmalarının Cumhuriyet savcılarınca, kovuşturmalarının ise adli yargı mahkemeleri tarafından yapılacağının hüküm altına alındığı gözetildiğinde davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Elazığ 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Elazığ 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 31.7.2008 gün ve E:2007/168, K:2008/642 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/35

KARAR NO            : 2010/35

KARAR TR             : 05.07.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrası uyarınca, sivil kişi sanıklar hakkında “askeri eşya çalmak” suçu nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan     : Hava Savunma Okulu ve Eğitim Merkez Lojistik Destek Komutanlığı

Sanıklar      : 1- H. D.

2- H. A.

O L A Y    : 1.11.2009 günü, sivil kişi sanıklar H. D. ile H. A.’in, sevk ve idarelerindeki 01 GU 840 plakalı araç ile Konya İline gelerek, Hava Savunma Okulu ve Eğitim Merkez Lojistik Destek Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapan arkadaşları Hv. Erler M. T. C. ve C. Ş. ile irtibat kurup, birlikten mazot çalma konusunda anlaştıkları, sözleştikleri saatte buluşarak, asker kişilerin görev yaptıkları birlikten çaldıkları mazotları araçlarına doldururlarken yakalandıkları, böylece, kamu malına karşı hırsızlığa teşebbüs etmek suçunu işledikleri ileri sürülerek, asker kişiler hakkındaki soruşturma evrakı tefrik edilip görevsizlik kararı ile askeri savcılığa gönderildikten sonra, sivil kişi sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/1-a,143,35,37/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12.11.2009 gün ve E:2009/20473, K:2009/11831 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.          

  KONYA 12. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 23.11.2009 gün ve E:2009/223, K:2009/8 sayıyla, yüklenen eylemin, asker kişilerle birlikte işlendiği ileri sürüldüğünden 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131. maddesinde yazılı suçu oluşturacağı ve 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca tüm sanıkları birlikte yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 18.2.2010 gün ve E:2010/224, K:2010/83 sayıyla, 5918 sayılı Yasa’nın 6. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen 2. fıkra uyarınca, sivil kişi sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA’nın, katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ercan ÇOBAN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında tesis edilmiş olan yargı düzeninde adli, idari ve askeri olmak üzere farklı yargı mercileri bulunmakta olup askeri mahkemelerin görev alanı 145. maddede gösterilmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, askeri mahkemelerin asker kişilerin, askeri olan suçları ile asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara bakmakla görevli oldukları, ikinci fıkrasında ise, asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askeri suçları ile kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen askeri mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara da bakmakla görevli oldukları belirtilmiştir.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmiştir.

Aynı Yasa’nın 5530  sayılı  Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen “Barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tabi suçlarında yargılama mercii” başlığı altında yeniden düzenlenen 13. maddesinde, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı belirtilmiş;

“Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde de "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların  yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

9.7.2009 gün ve 27283 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” denilmiştir.

Özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde öngörülen asker ve sivil ayrımını etkiler nitelikte olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan yeni düzenleme ile, barış zamanında sivil kişinin tek başına veya iştirak halinde işlemiş olduğu askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabii bir suç nedeniyle soruşturmalarının Cumhuriyet savcılarınca, kovuşturmalarının ise adli yargı mahkemeleri tarafından yapılacağının hüküm altına alındığı gözetildiğinde davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın  çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 23.11.2009 gün ve E:2009/223, K:2009/8 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2010/36

KARAR NO            : 2010/36

KARAR TR             : 05.07.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sahil Güvenlik Personeli olan asker kişi sanıklar hakkında, idari görevleri sırasında işledikleri ileri sürülen suçlar nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.     

Sanıklar      : 1- G. E.

2- M. Ç.

3- H. İ. Ö.

O L A Y    : TCSG -2 Bot Komutanlığı emrinde görevli sanıklar SG Sey. Kd. Bçvş. G. E.’nin bot komutanı, SG Mot. Kd. Bçvş. M. Ç.’ın başçarkçı ve Mot. Uzm. Çvş. H. İ. Ö.’ın motorcu uzman çavuş olarak 8.7.2007 günü, sahil güvenlik görevi icra etmeleri emri üzerine, bu görev sırasında, Orhaniye-Marmaris bölgesinde Blue Way isimli gezi teknesinde oturdukları, resmi sıfatlarına uygun olmayacak şekilde sohbet ettikleri ve alkollü içki içtikleri, teknik açıdan emniyetli olarak sevk ve idare imkanının olmamasına rağmen sanık G. E.’nin komutasında alkollü olarak sahil güvenlik görevine devam ettikleri, aynı gün yapılan tetkiklerde her üç sanığın da alkollü olduklarının tespit edildiği, Orhaniye/Kızkumu’ndaki su sporları merkezlerinin sportif faaliyet izin belgelerinin olup olmadığının Temmuz 2007 tarihinden önce kontrol edilmesi gerekirken edilmediği, sonradan yapılan kontrol ve denetlemelerde bahse konu merkezlerin izin belgelerinin olmadığının anlaşıldığı, Blue Way isimli gezi teknesinin 4922 sayılı Denizde Can ve Mal Emniyeti Kanununa aykırılık teşkil eden eksikliklerinin zamanında tespit edilmediği, böylece, sanıkların emre itaatsizlikte ısrar, trafik güvenliğini tehlikeye sokmak, görevi ihmal suçlarını işledikleri ileri sürülerek, sanıkların eylemlerine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 87/1, sanık Gökhan Elçi’nin ayrıca eylemine uyan aynı Yasa’nın 144. maddesi atfıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/2 ve 179/3. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Güney Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 11.6.2008 gün ve E: 2008/87, K: 2008/267 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. 

GÜNEY DENİZ SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.6.2008 gün ve  E:2008/757, K:2008/304 sayıyla, sanıklardan Gökhan Elçi hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokmak  suçunun disiplin tecavüzü kapsamında kaldığı açıklanarak evrakın ayrılmasına ve ceza verilmek   hususunun takdiri için Sahil Güvenlik   Marmaris Grup Komutanlığına gönderilmesine, sanıkların yüklenen diğer eylemleri 2692 sayılı Yasa’da belirtilen  idari  görevleri  sırasında  işledikleri  ileri  sürüldüğünden, emre  itaatsizlikte ısrar ve görevi ihmal suçlarının birlikte Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturacağı ve aynı Yasa uyarınca sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Marmaris 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

MARMARİS 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 31.3.2009 gün ve E: 2009/37, K:2009/239 sayıyla, asker kişi sanıkları, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri ileri sürülen ve emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturabileceği anlaşılan eylem nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA’nın, katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ercan ÇOBAN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun “Yargılama” başlığı altında düzenlenen 21. maddesinde, “Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin:

a)Disiplin yolu ile cezalandırılmaları, kendi yetkili amirlerine aittir.

b)İşledikleri disiplin suçlarından dolayı haklarında 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.

c)Askeri suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlarından dolayı haklarında 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununa göre işlem yapılır.

d)Askeri mahaller dışında;

İdari hizmet ve görevlerinden doğan veya bu tür hizmet ve görevi yaparken işledikleri suçlardan dolayı haklarında Memurin Muhakemat-ı Hakkında Kanun ile 15/5/1930 tarih ve 1609 sayılı Bazı Cürümlerden Dolayı Memurlar ve Şerikleri Hakkında Takip ve Muhakeme Usulüne Dair Kanun hükümlerine göre merkez memurlarına uygulanan esaslar uyarınca işlem yapılır.

Adli hizmet ve görevlerine ilişkin suçlarında doğrudan doğruya Cumhuriyet Savcılığınca takibat yapılır. Ancak birlik komutanlarının adli hizmet ve görevlerine ilişkin suçları nedeniyle haklarında hakimlerin görevlerinden dolayı tabi oldukları yargılama usulleri uygulanır.

Ceza ve Yargılama Usulü Kanunu yönünden Sahil Güvenlik Komutanlığının üsleri, yerleşme yerleri, yüzer ve uçar birlikleri askeri mahal; her türlü araç, gereç ve silahları askeri araç ve harp malzemesi sayılır” denilmekte, aynı Kanun’un “Görevler” başlığı altında düzenlenen  4.  maddesinde,  10.6.1946  tarih  ve 4922  sayılı  Denizde  Can  ve Mal Koruma

Hakkında Kanuna aykırı eylemleri önlemek, izlemek, suçluları yakalamak, gerekli işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç vasıtalarını yetkili makamlara teslim etmek Sahil Güvenlik Komutanlığının görevleri arasında sayılmaktadır. 

Sahil Güvenlik Komutanlığının İdari ve Adli Görevlerine İlişkin Tüzük’ün “Liman sınırları dışındaki idari görevler ” başlığı altında düzenlenen 3. maddesinde, “Sahil Güvenlik Komutanlığının liman sınırları dışındaki idari görevleri aşağıda gösterilmiştir.

A- ……..

B- ……..

  C-Türkiye kıyılarında ve karasularında seyreden deniz araçlarının yolculuğa izin, yola elverişlilik ve tonilato belgelerini, taşınan yolcu sayısının yola elverişlilik belgesindeki kayıtlara uygun olup olmadığını, bordalarında yükleme markası bulunup bulunmadığını, yükleme çizgilerinde gösterilen veya yönetmeliğinde öngörülenden çok yük taşıyıp taşımadığını, tehlikeli eşyanın taşınmasına ilişkin kurallara uyulup uyulmadığını, denizde çatışmayı önlemek için bulundurulması gerekli fener ve işaretlerin bulundurulup bulundurulmadığını denetlemek, çatışmalarda ve başka gemilerden imdat işareti alındığında tehlikede bulunanların yardımına gitme zorunluluğuna uyulmasını sağlamak, gerektiğinde bu durumları ilgili makamlara bildirmek” hükmü yer almakta, “Komutanlığın Adli Görevleri ve Çeşitli Hükümler” başlığı altında düzenlenen 4. maddesinde ise, “Sahil Güvenlik Komutanlığının adli görevleri şunlardır:

A- Bu Tüzüğün 2 nci ve 3 üncü maddelerinde belirtilen görev ve hizmetlerin yerine getirilmesi sırasında yasalarda suç sayılan eylemlere rastlanılması halinde bunlarla ilgili olarak, tutanak tutmak, delilleri saptamak, toplamak ve saklamak, sanıkları gözaltına almak, sanıkları ve suç araçlarını yetkili makamlara teslim etmek, suçun denizde başlayıp karada devam etmesi ya da suçluların karaya geçmesi hallerinde, yetkili güvenlik kuvvet olaya el koyuncaya kadar, suç delillerinin kaybolmasını ve suçluların kaçmasını önlemek amacıyla karada da bu yetkileri kullanmak ve durumu en kısa sürede yerel mülkiye amirliğine bildirmek;” denilmektedir.

Yasal düzenlemeler gözetilerek dosyanın incelenmesinden, asker kişi sanıkların suç tarihinde görevlerinin, Türkiye kıyılarında ve karasularında seyreden gemilerin yolculuk için gerekli belgelerinin bulunup bulunmadığının kontrolleri ile denetimlerini yapmak olduğu, bu görevin ise Sahil Güvenlik Personelinin idari görevleri arasında bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, askeri suç olmayan, asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlenmediği de anlaşılan suçlar nedeniyle asker kişi sanıklar hakkında açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Marmaris 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Marmaris 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 31.3.2009 gün ve E:2009/37, K:2009/239 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/37

KARAR NO            : 2010/37

KARAR TR             : 05.07.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanık hakkında “görevli memura mukavemet” suçuna uygun eyleminden dolayı açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı          : K.H. 

Yakınanlar : 1-Ö. K.

                      2-E. E.

Sanık            : F. K.

    

O L A Y    : Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Top. A. Kışla Hz. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Top. Er F. K.’nun, çarşı iznine çıktığı 1.10.2008 günü, arkadaşları ile birlikte Lefkoşe merkezde bulunan bir parkta bira ve viski içerek sarhoş olduğu ve alkolün etkisi ile bağırıp taşkınlık yaptığı sırada, Merkez Komutanlığı’nca sivil olarak askeri inzibat olarak görevlendirilen yakınanlar P. Çvş. E. E. ile P.Er Ö. K.’ın sanığın bulunduğu yere gelerek kendilerini tanıttıkları ve inzibat kartlarını göstererek sanığı uyardıkları ve kimlik bilgilerini istedikleri halde sanığın “size ne diye kimlik kartlarımızı göstereceğiz” diyerek bağırmaya ve taşkınlık yapmaya devam ettiği, bu sırada Komutanlıktan resmi elbiseli diğer inzibatların gelmesi üzerine, sanığın yakınan E. E.’ü itekleyerek düşürdüğü ve kaçmaya çalıştığı sırada yakınan Ö. K.’a çarparak birlikte parkın içindeki eğimli araziden yuvarlandıkları ve üç metre yükseklikteki duvardan aşağıya düştükleri böylece, sanığın üste mukavemet suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 25.11.2008 gün ve E:2008/692, K:2008/478 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 13.5.2009 gün ve E:2009/151, K:2009/195 sayıyla, yakınanların olay sırasında sivil giyimli oldukları, inzibat alametlerinden olan işaretleri, inzibat kolluğunu ve ateşli silahı taşımadıkları, bu nedenle sanık tarafından üstü ya da amiri durumunda bulunduklarının kabul edilmesinin mümkün olmadığı, sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle yüklenen eylemin görevli memura mukavemet suçunu oluşturduğu, bu suçtan sanığı yargılama görevinin ise adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Küçükçekmece 6. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KÜÇÜKÇEKMECE 6. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ : 13.11.2009 gün ve E:2009/1368, K:2009/1659 sayıyla, sanığın, tüm aşamalarda alınan beyanlarında, yakınanların inzibat görevlisi olduklarını bildiğini söylemesi karşısında yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA’nın, katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ercan ÇOBAN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun, "Nöbetçi, karakol, devriyenin tarifi"  başlığı altında düzenlenen 15. maddesinde;

"1-Bu kanunun tatbikatında nöbetçi hazarda ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin, tarassut maksatlariyle silahlı olarak bir yere konulan ve muayyen bir talimatı bulunan tek veya çift askerdir.

 2- Karakol hazarda ve seferde aynı maksatlarla konulan ve bir  amir emrinde bulunan silahlı bir

kısım askerdir.

 3-Devriye hazarda ve seferde aynı maksatlarla muayyen bir mıntakada seyyar olarak vazife yapan bir veya daha ziyade silahlı askerdir." denilmekte, benzer düzenleme İç Hizmet Kanunu'nun 78. maddesinde de yer almaktadır.

Aynı Kanun'un 106. maddesinde "Askeri karakola, nöbetçiye ve devriyeye hakaret eden veya bunları dinlemiyen veya bunlara mukavemette bulunan yahut fiilen taarruz eden bu suçları amire karşı yapmış sayılır ve öylece cezalandırılır."  denilmekte olup, her iki madde birlikte değerlendirildiğinde 15. maddede yazılı olan nöbetçi, karakol ve devriyelerin belli suçlar karşısında amir sayılacakları, daha açık bir anlatımla, maddede yazılı suçları işleyenlerin, bu suçları amire karşı yapmış sayılarak ast gibi cezalandırılacakları belirtilmiştir.

Öte yandan, İç Hizmet Kanunu’nun “Askeri İnzibat Kuvvetlerinin Vazife, Teşkil ve Yetkileri” başlığı altında düzenlenen 91. maddesinde, askeri inzibat kuvveti mensuplarının Silahlı Kuvvetler Kıyafet Kararnamesinde tespit edilen hususi işareti taşıyacakları, 92. maddesinde ise, askeri inzibat erbaş ve erlerinin vazife esnasında diğer erbaş ve erlere karşı karakol sıfatını ve karakolların kanuni salahiyet ve mesuliyetlerini haiz olacakları hükme bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinde, 1.10.2008 günlü Lefkoşe Merkez Komutanlığı Devriye Timleri görevlendirme çizelgesinden yakınanlar Ö. K. ile E. E.’ün sivil olarak görevlendirildikleri, sanığın bu kişileri tanımadığı anlaşılmış ise de, tüm aşamalarda alınan beyanlarında yakınanların yanına geldiklerinde kendilerinin inzibat görevlisi olduklarını söylediklerini ve inzibat kartlarını kendisine gösterdiklerini, ancak ceza almamak için kaçtığını beyan ettiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, sanığın yakınanların sivil kıyafetli olmaları nedeniyle rütbelerini bilmemekle birlikte askeri inzibat olarak görevlendirildiklerini anladığı kendi beyanı ile sabit ise de, yasal düzenlemeler gözetildiğinde, askeri inzibat olarak görevlendirilen kişilerin Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde yazılı korumadan yararlanabilmeleri için karakol sıfatını haiz olmaları, bunun ise silahlı bulunmaları halinde mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden de anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemenin görevinin sona ereceğinin düzenlendiği ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde sayılan koşulları taşımadığı gözetilerek, 353  sayılı  Yasa’nın 17.  maddesi  uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Küçükçekmece 6.  Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Küçükçekmece 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13.11.2009 gün ve E:2009/1368, K:2009/1659 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/38

KARAR NO            : 2010/38

KARAR TR             : 05.07.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanık hakkında “hırsızlık” suçuna uygun eyleminden dolayı açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan     : H. E.

Sanık          : F. Ş.

O L A Y    : Mersin/ Akdeniz Bölge Komutanlığı Üs Savunma Birlikleri Komutanlığı emrinde görevli sanık Dz. Mhf. Er F. Ş.’ün, 1.7.2008 günü, komutanlık nizamiyesinde refakatçi olarak görevli olduğu sırada, birlik içersinde sivil müteahhit yanında çalışan sivil kişi H. E.’ın üzerinde bulunan cep telefonunu nizamiyede cep telefonu alma/iade etme görevlisi Dz. Mhf. Erler S. A. ile U. K.’ye teslim ettiği, telefonun kilitli dolaba konduğu, akşam saatlerinde telefonun çalındığının tespit edildiği, yapılan araştırma sonucu sanığın ailesiyle konuşmak için cep telefonunu bulunduğu yerden aldığı, yerine koymak istediğinde durumun anlaşılması üzerine korkarak itiraf edemediğinin anlaşıldığı, böylece sanığın görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 6. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 13.1.2009 gün ve E:2009/417, K:2009/11 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

6. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.6.2009 gün ve E:2009/1541, K:2009/683 sayıyla, sanığın olay günü refakatçi olarak görevli olduğu, gelenlerin cep telefonunu teslim almak, teslim etmek şeklinde bir görevinin olmadığı, sanığın göreviyle ilgili olmayan bir eylemi gerçekleştirdiği, bunun da hırsızlık suçunu oluşturacağı, yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Mersin 8. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

MERSİN 8. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 17.3.2010  gün  ve E: 2010/103, K:2010/322  sayıyla, olay günü nizamiyede görev yapan sanığın eyleminin 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesinde belirtilen görev kapsamında kaldığı, eylemin görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu ve asker kişiyi askeri suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Hasan DENGİZ, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA’nın, katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Ercan ÇOBAN’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.          

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasına ilişkin dosyanın incelenmesinde, dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden, 3.6.2008 tarihinde Üs Savunma Birlikleri Komutanlığı emrinde Lumbarağzında refakatçi olarak göreve başlayan sanığın olay tarihinde bu görevi sürdürdüğü, görevinin birliği tanımayan sivil ve askeri personele lumbarağazından gidecekleri yere kadar eşlik etmek  ve tekrar dönüşlerini sağlamak olduğu, olay günü de, nizamiyede birlik içersine girecek kişilerin cep telefonlarını teslim almakla görevli asker kişilerin, sivil kişiden teslim aldıkları askeri malzeme niteliği bulunmayan telefonu bulunduğu yerden almak şeklinde gerçekleşen eyleminin “askeri suç” olmadığı sonucuna varılmıştır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı sonucuna varıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Mersin 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın  çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Mersin 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 17.3.2010 gün ve E:2010/103, K:2010/322 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/42

KARAR NO            : 2010/42

KARAR TR             : 04.10.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanık hakkında “güveni kötüye kullanma” suçuna uygun eyleminden dolayı açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan     : Y. B.

Sanık          : M. S. Y. 

O L A Y    : Midyat İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde görevli sanık J.Komd. Er M. S. Y.’nın, 13.10.2007 günü, çarşı iznine çıkarken, aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan Y. B.’dan bir adet Nokia 8800 marka cep telefonu ile Sony marka dijital fotoğraf makinesini kullanıp iade etmek üzere aldığı, daha sonra geri dönmediği ve firari durumuna düştüğü, böylece, güveni kötüye kullanma suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 155/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 19.3.2008 gün ve E:2008/104, K:2008/32 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır.

Midyat Sulh Ceza Mahkemesi, Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2004/3867, 2006/90 sayılı kararında, sanığın telefon etmek için şikayetçiden kısa bir süre için aldığı cep telefonunu iade etmeyerek olay yerinden uzaklaştığının iddia ve kabulü karşısında, zilyedliği tam olarak aktarılmadığından özel tevdi ve teslimden söz edilemeyeceği, bu nedenle sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir denilmesi nedeni ile sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Yasa’nın 141/1. maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunu oluşturacağı, bu suçla ilgili yargılama görevinin asliye ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Midyat Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

MİDYAT ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 5.6.2009 gün ve E:2009/250, K:2009/225 sayıyla sanığa yüklenen eylemin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 132. maddesinde düzenlenen “üstünün, astının veya arkadaşının bir şeyini çalma” suçunu oluşturacağı, bu nedenle yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.8.2009 gün ve E: 2009/1808, K: 2009/1300 sayıyla, sanığa yüklenen eylemin güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı, bu suçun da askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 1.3.2010 gün ve E:2010/9, K:2010/9 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası, Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngö-rüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer”

denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanığa yüklenen eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı gerekçesine yer verilmiş ise de, dosyanın incelenmesinden, görevsizlik kararı veren yargı mercilerince de belirtildiği gibi, olay günü, sanığın çarşı iznine çıkarken kullanıp iade etmek üzere yakınandan aldığı cep telefonu ile fotoğraf makinesini birliğine dönmeyip firar ederek birlikte götürdüğü, anılan eşyaları iade etmediği, böylece “güveni kötüye kullanma” suçunun oluşup oluşmadığının tartışılabileceği, bu suçun ise Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenmediği, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı sonucuna varılmıştır.

Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı sonucuna  varıldığından, 353   sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Midyat Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın  çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Midyat Asliye Ceza Mahkemesi’nin 5.6.2009 gün ve E:2009/250, K:2009/225 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/43

KARAR NO            : 2010/43

KARAR TR             : 04.10.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanığa yüklenen “yaralama” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanık          : R. D.

O L A Y    : Zonguldak 3. J. Eğt. Tug. Komutanlığı emrinde görevli sanık J. Er R.D.’in, 24.2.2005 günü, karargah binası ile aile kantini bitişiğindeki kaloriferhaneden çıkan külleri boşaltırken aynı Komutanlık emrinde görevli J.Er R. D.’e külleri taşımaya yardım etmesini söylemesi üzerine aralarında çıkan tartışma sırasında R. D.’in yüzüne vurduğu ve beş gün iş ve gücünden kalacak şekilde yaraladığı, böylece, kasten yaralama suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 456/4. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 11.4.2005 gün ve E:2005/750, K:2005/188 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 3.2.2006 gün ve E:2006/574, K:2006/9 sayıyla, sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 9 ve 17. maddeleri uyarınca sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Zonguldak 3. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

ZONGULDAK 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 31.5.2010 gün ve E:2010/392, K:2010/256 sayıyla, asker kişi sanığı asker kişiye karşı ve askeri mahalde işlediği 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2. maddesine uygun suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu, sanığın daha sonra terhis olmasının görevli olan mahkemeyi değiştirmeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanığın yüklenen eylemi asker kişiye karşı ve askeri mahalde işlediği ileri sürüldüğünden yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır.

Öte yandan, sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Zonguldak 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın  çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Zonguldak 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 31.5.2010 gün ve E:2010/392, K:2010/256 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/45

KARAR NO            : 2010/45

KARAR TR             : 04.10.2010

(Ceza Bölümü)

 

Ö Z E T      : Asker kişi sanığa yüklenen “ruhsatsız silah taşımak” suçunun askeri suç olmaması, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlendiğinin de ileri sürülmemesi nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanık          : İ. K.

O L A Y    : MEBS Ok. ve Eğt. Mrk.K.6.Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Mu. Er İ. K.’nün, 7.3.2009 günü, AŞTİ tüp geçit girişinde dedektör cihazının çalması üzerine polis merkezine getirilerek yapılan üst aramasında, askerlik hizmetini yaptığı birlik içersinde silahların bulunduğu deponun kapısının kilitli olmadığını görünce, depoya girerek aldığı 2 adet cekvizör marka 7.65 mm çaplı tabanca ile 2 adet boş şarjörün ele geçirildiği, böylece, ruhsatsız silah taşımak ve kamu yararına tahsis edilen eşya hakkında hırsızlık suçlarını işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13/1, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/1.a maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 9.3.2009 gün ve E:2009/11324, K:2009/6928 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.         

   ANKARA 19. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 8.4.2009 gün ve E:2009/371, K:2009/393 sayıyla, asker kişi sanığı, askeri cephaneden silah çaldığı ve bu silahı taşıdığı için yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, sanığın Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1-2 ve 6136 sayılı Yasa’ya aykırılık suçlarından yargılanması için görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 1.12.2009 gün ve       E:2009/1299, K:2009/1299 sayıyla, sanığın askeri eşyayı çalmak suçundan cezalandırılmasına, 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, yüklenen suçun askeri suç olmadığı ve askeri bir suça bağlı bulunmadığı anlaşıldığından yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında “ruhsatsız silah taşımak” suçu açısından Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, sanık hakkında iddianamede kamu yararına tahsis edilen eşya hakkında hırsızlık suçu olarak nitelendirilen eylem nedeniyle açılan kamu davasında, adli yargı yerince, eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 131. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesinden sonra, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce sanığın bu suçtan yargılanarak cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın kesinleştiği, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan görevsizlik kararı verildiği, esasa ilişkin hüküm kurulmadığı anlaşılmıştır.

Böylece, olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasının, 6136 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde düzenlenen suç olduğu, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin de bulunmadığı, bu nedenle eylemin “askeri suç” kapsamında olmadığı kuşkusuzdur.

Öte yandan, 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C. Anayasa’sının 145. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

Açıklanan nedenlerle, sanığa yüklenen “ruhsatsız silah taşımak” suçunun, askeri suç olmadığı, asker kişiye karşı (asker kişiler aleyhine) veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlenen suçlardan bulunmadığı gözetildiğinde, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 8.4.2009 gün ve E:2009/371, K:2009/393 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/46

KARAR NO            : 2010/46

KARAR TR             : 04.10.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Jandarma personeli olan sanık hakkında mülki görevleri sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H. 

Sanık          : A. D.

    

O L A Y    : Bartın İl Merkez Jandarma Komutanlığı emrinde görevli sanık Uzm. J. Çvş. A. D.’ın, 5.12.2008 tarihinde mesai saatleri içerisinde dokuz günlük bayram tatili süresince devriye yazıldığının sözlü olarak kendisine bildirildiği halde, 6.12.2008 günü önleyici hizmet devriye görevine gitmediği, belirtilen tarihlerde Osmaniye iline gittiği ve 11.12.2008 günü görev yerine döndüğü, izinli olmadığı halde görev yerini terk etmek eylemiyle görevinin gereklerine aykırı hareket ederek kamunun zararına neden olduğu, böylece, görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 27.1.2009 gün ve E: 2009/141, K: 2009/51 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

BARTIN ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 8.4.2009 gün ve E: 2009/133, K: 2009/342 sayıyla, sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 87. maddesinde düzenlenen “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu oluşturabileceği, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik  kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Jandarma  Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA GENEL  KOMUTANLIĞI  ASKERİ   MAHKEMESİ:  29.1.2010  gün  ve  E: 2010/231, K:2010/15 sayıyla, sanığa yüklenen eylemin, sanığın önleyici kolluk devriyesi görevini icra ederken meydana geldiği, bu görevin Jandarmanın mülki (idari) görevleri arasında bulunduğu açıklanarak, 2803 sayılı Yasa’nın 15. maddesi uyarınca, Jandarma personelinin askeri görevleri dışında kalan görevleri sırasında işledikleri suçlar nedeniyle yargılanmalarının adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Ersun ÇETİN’in, katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ’nin adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise öğretide ve uygulamada:

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Ancak, sanık Jandarma Personeli olduğuna göre, Jandarmanın hangi nitelikteki görevler ile görevlendirildiğine ilişkin yasal düzenlemenin göz önünde tutulması, suça konu olayın meydana geldiği sırada yerine getirilmekte olan görevin, Yasa'da belirtilen görevlerden hangisine uygun olduğunun incelenmesi, görevli yargı yerinin buna göre belirlenmesi gerekmektedir.

2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev Ve Yetkileri Kanunu’nun 7. maddesinde, Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri:

a)    Mülki görevleri;

Emniyet  ve  asayiş  ile  kamu düzenini  sağlamak,  korumak  ve   kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak,

b)    Adli görevleri;

İşlenmiş suçlarla  ilgili olarak  kanunlarda belirtilen işlemleri  yapmak ve  bunlara  ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek,

c)    Askeri görevleri;

Askeri kanun  ve  nizamların  gereği  görevlerle  Genelkurmay  Başkanlığı'nca  verilen görevleri yapmak,

d)    Diğer görevleri;

  Yukarıda belirtilen görevler  dışında  kalan  ve  diğer  kanun  ve  nizam   hükümlerinin

icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak, şeklinde sayılmıştır.

Jandarma Teşkilatı Görev Ve Yetkileri Yönetmeliğinin, “Mülki Görevlerin Esasları” başlığı altında düzenlenen 45. maddesinde, “Jandarma:

a.Halkın can, ırz ve malını korur.

b.Suç işlenmesini önlemek ve kamu düzenini sağlamak için gerekli önlemleri alır

c.Asayişi ve gerek kamunun, gerekse kişilerin güvenliğini ve konut dokunulmazlığını korur.

d…….

e.Kamunun huzur ve sükununu bozan; kanunlara, nizamlara ve kamu düzenine aykırı bütün eylemlerin işlenmesine; yasa ve nizamlar gereğince engel olur.

………” denildikten sonra “Mülki Görevlerin Yürütülüş Esasları” başlığı altında düzenlenen 46. maddesinde, “Jandarma mülki görevlerini esas olarak;

a……

b.Önleyici kolluk görevini, kendi görev bölgesinde düzenli devriyeler gezdirerek aksaksız yürütmek

c.Hizmet sırasında dikkatli ve uyanık bulunarak herhangi bir suçun işlenip, işlenmediğini araştırmak, Devlete, kamu veya kişilere, mal ve eşyalara yönelik tehlike, sabotaj, kaza vb. durumlarda gecikmeksizin yardım etmek; kanuni gereğini yerine getirmek” şeklinde sayılmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, dosya içinde mevcut önleyici kolluk devriyesi hizmet kağıdına göre, sanığın olay tarihinde, hizmet kağıdında adı yazılı köy bölgelerinde, Bartın Üniversitesi öğrenci çıkış saatlerinde ve organize sanayi bölgesinde bulunan asayiş noktasında önleyici hizmet yapmakla görevlendirildiği, bu görevinin Jandarmanın askerlik görevi ile ilgili olmayıp mülki görevi ile ilgili olduğu anlaşılmıştır.

2803 sayılı Kanun’un 15 ve Yönetmeliğin 186. maddelerine göre jandarma personelinin ancak askeri hizmete ilişkin eylemlerinden dolayı askeri yargıya tabi bulundukları kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, asker kişi sanığın mülki görevleri sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle hakkında açılan kamu davasının adli yargı yerinde görülmesi ve Bartın Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Bartın Asliye Ceza Mahkemesi’nin 8.4.2009 gün ve E:2009/133, K:2009/342 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/47

KARAR NO            : 2010/47

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanıklara yüklenen “gümrük işlemi yaptırmaksızın eşya ithal etmek” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H. 

Sanıklar      : 1- Y. B.

  2- N. D.

    

O L A Y    : Şırnak/Silopi 20. Zrh. Tug. 1. Tank Tb. Görev Kuvvet Komutanlığı emrinde görevli sanıklar Tnk. Bçvş. Y. B. ile Bkm. Üçvş. N. D.’ın, 10.5.2008 günü, Irak’a askeri birlik adına malzeme götüren 257253 ve 257199 plakalı araç şoförlerine 145 adet cep telefonu, 110 adet USB, 91 adet kulaklık, 84 adet batarya sipariş ettikleri, ancak araçlar birliğe geldiklerinde şüphe üzerine nöbetçi amir tarafından yapılan aramada, araçların stepnelerinde gizlenmiş şekilde suça konu eşyaların bulunduğu, böylece sanıkların mesleğin sağladığı kolaylıktan faydalanarak gümrük işlemi yaptırmaksızın eşya ithal etmek suçunu işledikleri ileri sürülerek eylemlerine uyan 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3/1, 4/4,13. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14.5.2008 gün ve E: 2008/641, K: 2008/469 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

SİLOPİ 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 24.6.2008 gün ve E: 2008/461, K: 2008/267 sayıyla, asker kişi sanıkları askeri mahalde işledikleri ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

2. HAVA KUVVETİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 17.12.2009 gün ve  E:2009/1665, K:2009/1498 sayıyla, sanıklara yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemine tabi tutularak “asker kişi” vasfını kaybetmiş olmaları nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 9 ve 17. maddeleri uyarınca sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanıklara yüklenen eylemin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanıkların yüklenen eylemi askeri mahalde işledikleri ileri sürülerek yargılama  görevinin  askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, sanıkların yargılama aşamasında disiplinsizlik sebebiyle resen Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırıldıkları dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği belirtilmiştir.

Somut olayda sanıklara yüklenen eylemin askeri suç olmadığı gibi askeri bir suça da bağlı bulunmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Silopi 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24.6.2008 gün ve E: 2008/461, K: 2008/267 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/48

KARAR NO            : 2010/48

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sağlık Kurulunca suç gününde askerliğe elverişli olmadığına karar verilen sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülme-sinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        :K.H.

Sanık          :B. K.

 

O L A Y    : Tekirdağ 8. Mknz. P. Tug. Top. Tb. 5. Bt. Komutanlığı emrinde görevli sanık Top. Er B. K.’ın,  31.10.2005 günü, askeri kimliğini kaybettiğini söylemesi üzerine, gerekli işlemleri başlatacağını söyleyen Batarya Astsubayı Bçvş. M. D.’ın yanından ayrıldıktan bir süre sonra, batarya astsubay odasına giderek orada bulunan yazıcılara bu konu ile ilgili bir işlem yapılıp yapılmadığını sorduğu, yazıcıların kendisine “batarya astsubayı gerekli işlemleri yapacak” demeleri üzerine, yazıcılar Onb. L. Ç. ile Er H. D.’a hitaben “sizin yapacağınız işi sinkaf ederim” diye bağırarak küfür ettiği, odadan dışarı çıkması istendiğinde tekrar “sizin Allahınızı, kitabınızı yapacağınız işi sinkaf ederim” dediği, bir süre sonra tekrar gelerek aynı sözlerle küfür edip Onb. L. Ç.’ın sol kaşına yumruk ile vurduğu, orada bulunan Bçvş. M.D.’ın araya girerek “ne yapıyorsun” demesi üzerine, “senin de yapacağın işi sinkaf ederim” diyerek sol yanağına yumruk ile vurduğu, araya giren Çvş. O. K. ile Er H. D. sanığı odadan dışarı çıkartırlarken Bçvş. M. D.’a “lan başçavuş buranın bir de dışarısı var seni öldüreceğim, Allah ya sana ya da bana verecek” dediği, böylece, sanığın Onb. L. Ç.’a karşı üste hakaret ve üste fiilen taarruz, Bçvş. M. D.’a karşı üste fiilen taarruz ve üstü tehdit suçlarını işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 91/1. maddesinin “az vahim hal” cümlesinin iki kez uygulanması suretiyle, aynı Kanun’un 82/2. maddesinin birinci cümlesi ve aynı Kanun’un 85/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 5. Kolordu Komutanlığı Askeri  Savcılığı’nın 7.11.2005 gün ve E: 2005/1428, K: 2005/921 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

5. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 11.8.2006 gün ve E:2006/563, K:2006/1089 sayıyla, sanığın suç tarihinde asker kişi olmadığı anlaşıldığından, eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2. maddesinde düzenlenen kasten yaralama, 125/1. maddesinde düzenlenen hakaret ve 106/1. maddesinde düzenlenen tehdit suçlarını oluşturacağı, bu nedenle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Tekirdağ 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

TEKİRDAĞ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.2.2009 gün ve E:2007/297, K:2009/73 sayıyla, suç tarihinde asker olan sanığı, askerlik hizmet ve görevlerini yapan asker kişilere karşı işlendiği ileri sürülen suçlar nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, 5. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 14.2.2006 gün ve As. Sav. 2004/1735 Es. Mah. – 47 is sayılı yazısı ile Çorlu Asker Hastanesine sevk edilen, 20.2.2006 gününe kadar adli gözlem altında tutulan sanık hakkında Çorlu Asker Hastanesi Sağlık Kurulu’nun, “ileri derecede antisosyal kişilik bozukluğu, tek hecme halinde geçirilmiş psikotik bozukluk (madde kullanımına bağlı)” tanısı ile 20.2.2006 gün ve 334 sayılı Raporuyla, savaşta ve barışta askerliğe elverişli olmadığına ve elverişsizlik kararının halen yargılanmakta olduğu suçun tarihi olan 31.10.2005 gününü de kapsadığına dair karar alındığı anlaşılmıştır.    

Bu durumda, Sağlık Kurulu Raporunun kapsam ve hukuki sonuçlarına göre, sanığın suç tarihinde "asker kişi" sıfatı kendiliğinden kalkmış sayılacağından, 353 sayılı Yasa'nın 9. maddesi anlamında "asker kişi" olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”

denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Bu durumda, askerliğe elverişli olmadığı bu nedenle sivil kişi olarak değerlendirileceği anlaşılan sanığın eyleminin Askeri Ceza Kanununda yazılı suçlardan olmadığı gibi 353 sayılı Yasa’da belirtilen eylemler kapsamında da bulunmadığı anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, sivil kişi sanık hakkında, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “hakaret, tehdit, kasten yaralama” suçlarına uygun eylemleri nedeniyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Tekirdağ 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Tekirdağ 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 gün ve E:2007/297, K:2009/73 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/49

KARAR NO            : 2010/49

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sağlık Kurulunca suç gününde askerliğe elverişli olmadığına karar verilen sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülme-sinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        :K.H.        

Yakınan     :M. A.

Sanık          :İ. H. D.

 

O L A Y    : Ağrı 12. Mknz. P. Tug. Tow. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P.Er İ. H. D.’ın,  25.4.2007 günü, Ağrı 2. sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğünde tutuklu bulunduğu sırada, telefonla görüşmek üzere izin istediği, gardiyan olarak görevli P. Er. H. U. nezaretinde görüşmek üzere izin verilmesi üzerine, ankesörlü telefonu açarak bir numara çevirdikten sonra, telefonda “Kemal Abi” diye hitap ettiği şahsa cezaevinde bir takım sorunlar yaşadığını söyleyerek ve cezaevinin müdürü olarak görevli Top. Yb. Mehmet Atak’ı kastederek “Abi, ya gelip beni buradan çıkarın, ya da Yarbay’ı vurun, Yarbay üzerime çok geliyor, zaten birini vurdun, kaçacaksın, aranıyorsun, bir de benim için vur, yat” dediği, böylece, üst’ü tehdit etmek suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2. Maddesi birinci cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 12. Mekanize  Piyade  Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 14.11.2007 gün ve E:2007/488, K:2007/584 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

12. MEKANİZE PİYADE TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.4.2008 gün ve E:2008/493, K:2008/199 sayıyla, sanığın sağlık kurulu raporuna göre suç tarihinde ve halen askerliğe elverişsiz olduğu anlaşıldığından, yüklenen suçun tehdit suçunu oluşturacağı, suç tarihinde asker kişi olmayan sanığı askeri suç olmayan suçu nedeniyle yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Ağrı Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

AĞRI SULH CEZA MAHKEMESİ: 4.3.2010 gün ve E:2009/39, K:2010/180 sayıyla, dosya içinde bulunan Ağrı Askeri Hastanesi ile Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesinden alınan ve birbiriyle çelişen iki adet rapor bulunmasına rağmen iki rapor arasındaki çelişki giderilmeden yasaya aykırı gerekçelerle karar verildiği, sanığın askerliğe elverişli olmadığına ilişkin raporun sadece sanığın askerlik hizmetine ehil olmadığını bildirir rapor olup, sırf askeri suçu işleyemeyeceği şeklinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı açıklanarak yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığınca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin “Gruplandırma” başlığı altında düzenlenen 6. Maddesinde, “Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.      

1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir.

2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir”; “Ek (Hastalık ve arızalar listesi)” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinde,

 “A) 1. Antisosyal kişilik.

       2. Madde kötüye kullanımı ya da geçirilmiş madde bağımlılığı.

       3. Sınır düzeyde entellektüel işlev bozukluğu.

  B) 1. Antisosyal kişilik bozukluğu.

 AÇIKLAMA: Bu fıkraya gireceklerin; asker hastanelerinin sağlık kurullarından antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alması, adli veya askeri mahkemeler tarafından verilmiş en az bir antisosyal eyleminden dolayı ceza almaları, bu cezalarından en az birinin infaz edilmesine rağmen davranış bozukluklarının devam ettiğinin ve askerlik ile uyumlarının bozulduğunun kıt'a anketi ve diğer resmi belgelerle tespiti gerekir” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, sanığın daha önce işlediği ileri sürülen firar suçu nedeniyle cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasının yargılaması sırasında, mahkemece sanığın suç tarihlerinde ve halen askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti istendiğinden, Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesi’nin 29.6.2007 gün ve 781 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile antisosyal kişilik tanısı konulan sanığın suç tarihleri arasında (16.6.2004-17.7.2006) ve halen askerliğe elverişli olduğuna karar verildiği, olumsuz görev uyuşmazlığına konu “üstü tehdit” suçu nedeniyle yapılan yargılama sırasında, mahkemece 29.11.2007 gün ve As Mah: 2007/1299 Y.A. sayılı yazı ile sanığın askerlik görevini yapmakta olduğu birliğinden terhis olup olmadığının sorulması üzerine, Komutanlığın 10.12.2007 gün ve PER: 7200-970-07/2953 sayılı yazısı ile sanığın “askerliğe elverişli değildir” raporu olarak 11.9.2007 günü terhis edildiğinin bildirilmesi ve buna dair evrakların gönderilmesinden sonra, mahkemece 25.2.2008 gün ve As Mah: 2008/493 Y.A. sayılı yazı ile sanığın askerliğe elverişsizlik halinin suç tarihi olan 25.4.2007 gününü kapsayıp kapsamadığı hususunda ek rapor düzenlenerek gönderilmesi istenilmiş, Ağrı Asker Hastanesi Baştabipliği’nce 11.3.2008 gün ve SAĞ.KRL.: 9050-78-08/220 sayılı yazı ile sağlık kurulu’nca sanığın askerliğe elverişsizlik halinin suç tarihi olan (25.4.2007) gününü kapsadığına dair alınan kararın gönderildiği, 11.9.2007 gün ve 297 sayılı sağlık kurulu raporunun incelenmesinde, sanıkta “antisosyal kişilik bozukluğu” teşhis edildiği, durumunun sanığın dava konusu suçtan önce firar, yankesicilik suretiyle hırsızlık, hırsızlık suçlarından hapis cezası alıp cezalarının infaz edildiği, durumunun Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin “antisosyal kişilik tanısı konulan kişilerden adli veya askeri mahkemeler tarafından verilmiş en az bir antisosyal eyleminden dolayı ceza almaları, bu cezalarından en az birinin infaz edilmesine rağmen davranış bozukluklarının devam ettiğinin ve uyumlarının bozulduğunun kıt’a anketi ve diğer resmi belgelerle tespit edilenler hakkında askerliğe elverişsizlik kararı verileceğinin belirtildiği 17. maddesinin B dilimi 1. fıkrasına uyduğu, bu nedenle suç tarihini kapsar şekilde askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.

Somut olayda, suç tarihi olan 25.4.2007 gününde askerliğe elverişli olmadığı hususunda verilen rapor gözetildiğinde, sanığın suç tarihinde askerliğe elverişli olmadığı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda, Sağlık Kurulu Raporunun kapsam ve hukuki sonuçlarına göre, sanığın suç tarihinde "asker kişi" sıfatı kendiliğinden kalkmış sayılacağından, 353 sayılı Yasa'nın 9. maddesi anlamında "asker kişi" olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.              

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”  denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Bu durumda, askerliğe elverişli olmadığı bu nedenle sivil kişi olarak değerlendirileceği anlaşılan sanığın eyleminin Askeri Ceza Kanununda yazılı suçlardan olmadığı gibi 353 sayılı Yasa’da belirtilen eylemler kapsamında da bulunmadığı anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, sivil kişi sanık hakkında, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “tehdit” suçuna uygun eylemi nedeniyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Ağrı Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle  Ağrı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 4.3.2010 gün ve E:2009/39, K:2010/180 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/50

KARAR NO            : 2010/50

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanığa yüklenen “taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Maktül       : C. K.

Sanık          : E. Y.

O L A Y    : Bursa/Gemlik As. Vet. Ok. ve Eğt. Mrk. Loj. Des. İtfaiye Ekip Komutanlığı emrinde görevli sanık İs. Onb. E. Y.’ın, askeri itfaiye aracının şoförü olarak görevli olduğu 19.6.2009 günü, kışla içersinde yangın çıktığının haber alınması üzerine, araç ve itfaiye ekip komutanı E. A.’nun aracın önünde, aracın arka kısmında itfaiye erleri olarak görevli İs. Erler M. B., C. K., K. T. ve İs. Çvş. A. D. olduğu halde yangın bölgesine intikal halindeyken, Devriye Takım Komutanlığı nizamiyesinden geçebilmek için geri manevra yaptığı sırada, arkasında bulunan ağaca çarptığı, bu esnada aracın arkasında ayakta dikilen ve muhtemelen yan tarafa bakmaya çalışan ve kafasını yana doğru eğen maktül C. K.’nın kafasının ağaç ile itfaiye aracının arkasında bulunan demir boru şeklindeki metal tutamak arasında kaldığı ve buraya sıkıştığı, maktülün yere düştüğü, olaydan sonra düzenlenen otopsi raporuna göre maktülün künt beden travmasına bağlı gelişen omur omurilik yaralanması sonucu ölümünün meydana geldiği, böylece sanığın taksirle ölüme sebebiyet vermek suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan  5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Muharebe Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 22.10.2009 gün ve E:2009/586, K:2009/663 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

MUHAREBE HİZMET DESTEK EĞİTİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 22.12.2009 gün ve E:2009/1088, K:2009/774 sayıyla, sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 9 ve 17. maddeleri uyarınca sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Gemlik 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

GEMLİK 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 26.4.2010 gün ve E:2010/120, K:2010/190 sayıyla, asker kişi sanığı, askeri mahalde ve askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlediği ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu, gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanığın yüklenen eylemi askeri mahalde ve askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlediği gerekçesine yer verilmiş ise de, sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır.

Öte yandan, sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Gemlik 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle  Gemlik 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 26.4.2010 gün ve E:2010/120, K:2010/190 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/51

KARAR NO            : 2010/51

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : 5530 sayılı Kanun ile değişik 353 sayılı Kanun’un Ek Geçici 6. maddesi uyarınca davanın ADLİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R AR

Davacı        : K.H. 

Sanık          : İ. Ç.

 

O L A Y    : Amasya 15. P. Eğt. Tug. Askeri Gazino Müdürlüğü emrinde görevli iken 19.3.2005 günü terhis edilen sivil kişi sanık İ. Ç.’in 28.11.2001-20.12.2002 tarihleri arasında bakaya kalmak, 22.12.2002-19.12.2003 ve 22.12.2003-26.12.2003 tarihleri arasında iki ayrı geç iltihak suretiyle bakaya kalmak suçlarını işlediği ileri sürülerek cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucunda, yüklenen eylemler nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmiş, karar sanığa tebliğ edilemediğinden kesinleşmemiştir.

5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, 12.12.2006 gün ve esas hakkında mütalaa konulu yazı ile, 5530 sayılı Kanun ile değişik 353 sayılı Kanun’un 13 ve ek geçici 6. maddeleri uyarınca dosyanın görevli yargı yerine gönderilmesi istenmiştir.

5. PİYADE EĞİTİM TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 29.12.2006 gün ve E:2005/617, Müt. K:2006/199 sayıyla, sanık hakkında açılan kamu davasında, 5530 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 5.10.2006 tarihine kadar verilen kararın sanığa tebliğ edilemediği, bu nedenle kararın kesinleşmediği açıklanarak, 5530 sayılı Kanun’la değişik 353 sayılı Kanun’un Ek geçici 6. maddesindeki düzenleme uyarınca yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Fatih 6. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

FATİH 6. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 25.12.2009 gün ve E: 2007/300, K: 2009/1177 sayıyla, yargılaması bitmiş dosyanın tekrar ele alınarak görevsizlik kararı verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunmadığı, kamu davası açıldığı tarihte görevli olan mahkemenin görevinin devam edeceği açıklanarak, yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Sanığın sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”

denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5.7.2000 gün ve 26219 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5530 sayılı Kanun’un 63. maddesi ile değişik 353 sayılı Kanun’un Ek Geçici 6. maddesi 3. fıkrasında, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, askeri mahkemelerce karar verilmiş ve henüz kesinleşmemiş olan dava dosyalarından görevli yargı yeri değişenler hakkında, askeri savcının yazılı görüşü alınmak suretiyle, mahkemesince duruşma yapılmaksızın görevsizlik kararı verilir. Bu karara karşı, teşkilatında askeri mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askeri kurum amiri, askeri savcı, sanık ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz edebilir. İtirazlar en yakın askeri mahkemede incelenir. Bu dosyalardan temyiz ve itiraz edilmek suretiyle Askeri Yargıtay Başsavcılığında ve Askeri Yargıtay’ da inceleme aşamasında olan dosyalar mahkemesine iade edilir” hükmüne yer verilmiştir.

Askeri yargı yerince sanık hakkında bakaya kalmak ve iki ayrı geç iltihak suretiyle bakaya kalmak suçları nedeniyle açılan kamu davasında, yüklenen eylemler nedeniyle sanığın cezalandırılmasına karar verilmiş ise de, bu karar kesinleşmeden 353 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde 5530 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik ve ek geçici 6. maddesinde kesinleşmeyen kararlar hakkında dosyanın görevli mahkemeye gönderileceği yolundaki düzenleme gözetildiğinde davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Fatih 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna,  bu nedenle  Fatih 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 25.12.2009 gün ve E: 2007/300, K: 2009/1177 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/52

KARAR NO            : 2010/52

KARAR TR             : 01.11.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : 1- Askeri ve adli mahkemelere tabi kişilerin, müştereken suç işlemeleri halinde, eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise tüm sanıkların Adli yargı yerinde yargılanmalarının gerektiği,

                  2- 353 sayılı Yasa kapsamında bulunmayan “görevi yaptırmamak için direnme” suçu nedeniyle sivil kişi sanık hakkında açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                        : K. H. 

Maktül                       : B. B.

Mağdur Sanık            : F. B.

Sanıklar                      : 1- G. A.

  2- R. T.

  3- E. Ö.

  4- M. K.

  5- Y. Ç.

  6- G. G.

 

O L A Y: Hakkari/Yüksekova İlçe Emniyet Müdürlüğünün yapmış olduğu istihbarat çalışmaları sonucu 4.10.2005 günü, hakkında teşekkül halinde uyuşturucu madde imal etmek suçundan 7.5.2004 günü gıyaben tutuklanmasına karar verilen ve yakalama çalışmaları devam eden, maktül B. B.’ın Değerli köyünde bulunduğuna ve mağdur sanık F. B. ile uyuşturucu madde imalat ettiklerine ilişkin haber alınması üzerine, şahsın yakalanmasına yönelik operasyon icra edilmesine karar verilerek, ilçe emniyet müdürlüğünde görevli polis memurları ile yeteri kadar askeri kuvvetle olay yerine gidildiği, emniyet güçlerinin köyün içersinde güvenlik almak amacıyla konuşlandıkları, askeri birliklerin ise köyün kuzeyinde bulunan dere yatağına doğru gittikleri sırada üç kişinin üzerlerine ateş açtıkları, askeri birliklerin “ dur jandarma” ihtarına uyulmaması nedeniyle kaçan şahıslara karşı silahla karşılık verdikleri, bu çatışma  neticesinde kimliği tespit edilemeyen bir şahsın kaçtığı, F. B.’ın yaralandığı ve B. B.’ın ölü olarak ele geçirildiği, Hakkari/Yüksekova 1. Dağ ve Komando Taburu 1. Bölük Komutanlığı emrinde görevli sanıklar P. Tğm-G. A., P. Kd. Üçvş. M. K., P. Çvş. G. G., P. Onb. R. T., P. Onb. Y. Ç. ve P.Er E. Ö.’in olay günü operasyona bizzat  ve  fiilen  iştirak  eden  kişiler  oldukları,  operasyon  sırasında  silahlı  çatışma sonucu maktül B. B.’ın ölümüne, mağdur sanık F. B.’ın yaralanmasına neden oldukları, böylece, kasten öldürme, kasten yaralama suçlarını işledikleri, mağdur sanık F. B.’ın görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81/1, 86/1, 265/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 19.12.2008 gün ve E:2008/494, K:2008/105 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

HAKKARİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 7.4.2009 gün ve E:2008/347, K:2009/146 sayıyla, bölgenin terör bölgesi olduğu, askeri birliğin olay sırasında çevre tepelerden gelecek saldırının bertaraf edilmesi için tedbir aldığı, tepelerden gelen ateş üzerine karşılık verildiğinin iddia edildiği, ateş eden kişilerin ilk etapta kim olduklarının bilinmediği, eylemin terörle mücadele kapsamında gerçekleştirildiği, terörle mücadelede Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün faaliyetlerinin askeri nitelikte olduğu açıklanarak, 353 sayılı Yasa’nın 9. Maddesi uyarınca sanıkları yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA ASAYİŞ KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.2.2010 gün ve E:2010/414, K:2010/306 sayıyla, mağdur sanık F. B. sivil kişi olduğu için, asker kişi sanıklar açısından ise bir kısmının yargılama aşamasında terhis edilmiş olmaları nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca yargılamalarının adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın sanıklardan G. A. tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle bu sanık hariç, diğer sanıklar açısından temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında sanıklardan Gürsel Aygar dışında kalan tüm sanıklar hakkında açılan kamu davası yönünden Yasa’nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Tamer ISIR’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise öğretide ve uygulamada:

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “Askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, sanıklar R. T., Y. Ç., G. G. ve E. Ö.’in yargılama aşamasında terhis edildikleri dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa’nın “Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde  "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların yargılanmaları askeri  mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, sanıklar G. A., M. K., G. G., R. T., Y. Ç. ve E. Ö. hakkında açılan kasten öldürme ve kasten yaralama suçlarına ilişkin olarak, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanıklara yüklenen eylemin askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlendiği gerekçesine yer verilmiş ise de, yüklenen eylemlerin Askeri Ceza Kanununda düzenlenen suçlardan olmayıp, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçlardan olduğu, bu nedenle askeri suç olmadığı, öte yandan sanıklar R. T., Y. Ç., G. G. ve E. Ö.’in yargılama aşamasında terhis edildikleri anlaşılmıştır.

Mağdur sanık Ferzende Budak’a yüklenen görevi yaptırmamak için direnme suçunun da Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği “askeri suç” kapsamında olmadığı, daha açık bir ifadeyle Askeri Ceza Kanunu’nda yazılı suçlardan bulunmadığı açıktır.

Mağdur sanığın sivil kişi olması nedeniyle 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

5530 sayılı  Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Mağdur sivil kişi sanığa yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nda yazılı suçlardan olmadığı gibi 353 sayılı Yasa’da belirtilen eylemler kapsamında da bulunmadığı anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Türk Ceza Kanununda düzenlenen “kasten yaralama, kasten öldürme ve görevi yaptırmamak için direnme” suçları nedeniyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nin 7.4.2009 gün ve E:2008/347, K:2009/146 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/53

KARAR NO            : 2010/53

KARAR TR             : 06.12.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      :1-Asker kişi sanık hakkında “madununa suç yapmak için emir vermek” suçuna uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının ASKERİ YARGI,

2-Asker kişi sanığa yüklenen “suç uydurma” suçunun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- K. İ. Ç.

  2- İ. F.     

 

O L A Y    : Amasya/Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı emrinde görevli sanık Hv.Per.Kd. Bçvş. K. İ. Ç.’ın, 11.1.2008 ve 14.1.2008 tarihlerinde, aynı Komutanlıkta görevli sanık Hv.P.Çvş. İ. F.’ı yanına çağırarak, eline vermiş olduğu telefon numarasına bombalı paket ihbarı yapması talimatını verdiği, sanık İ. F.’ın da talimata uyarak Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı’na iki kez bomba ihbarı yaptığı, böylece, sanıkların suç uydurma suçunu işledikleri ileri sürülerek, eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 271/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Merzifon Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 19.2.2008 gün ve E: 2008/90, K: 2008/90 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

MERZİFON ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 4.3.2008 gün ve E: 2008/41, K:2008/51 sayıyla, asker kişi sanıkları askeri mahalde işledikleri ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, delillerin değerlendirilmesi ve takdiri askeri mahkemeye ait olmak üzere sanıklardan K. İ. Ç.’ın ayrıca Askeri Ceza Kanunu’nun 109/1-2 maddeleri uyarınca da cezalandırılması için görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

2. HAVA KUVVETİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 28.8.2008 gün ve       E:2008/2056, K:2008/885 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin Türk Ceza Kanununda düzenlenen suçu oluşturduğu, sanıklardan İ. F.’ın yargılama aşamasında terhis edildiği, bu nedenle 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 06.12.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı İ.Bahadır ÜSTÜNEL’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise öğretide ve uygulamada:

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “ Madununa suç yapmak için emir verenlerin cezası “ başlığı altında düzenlenen 109. maddesinde,

“1-Rütbe veya makam ve memuriyetinin nüfuz ve salahiyetini suistimal ederek madununa bir suçun yapılmasını teklif eden, amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.

2-Suç yapılır veya yapılmağa teşebbüs edilirse faili asliye muayyen olan ceza, emir veren hakkında artırılarak hükmolunur”;

T.C. Anayasa’sının 145. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, görevsizlik kararı veren askeri yargı yerince, sanıklara yüklenen eylemin Türk Ceza Kanununda düzenlenen suçu oluşturduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, olayın iddianamedeki tavsifi ile dosyadaki delillerden,  olay  sırasında  Başçavuş  olarak  görevli sanık K. İ. Ç.’ın, askerlik hizmetini yapmakta olan sanık İ. F.’ı yanına çağırarak, verdiği telefon numarasına bombalı paket ihbarı yapması için talimat verdiği ve sanık İ. F.’ın da Hava Kuvvetleri Komutanlığı 5. Ana Jet Üs Komutanlığı’na ihbarda bulunduğu, sanık K. İ. Ç.’ın asker kişi olduğu, yüklenen bu eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 109. madde kapsamında; sanık İ. F.’a yüklenen suçun ise Türk Ceza Kanunu’nun 271. maddesinde düzenlenen “suç uydurma” eylemi kapsamında değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.

353 Sayılı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak  suçun  askeri  bir  suç  olmaması  askeri  bir  suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanık İ. F.’a yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, “askeri suç” kapsamında olmadığı ve Askeri Ceza Kanunu’nda yazılı suçlardan bulunmadığı kuşkusuzdur. Dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği anlaşılmıştır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanık İ. F.’a yüklenen eylemin askeri suç olmadığı sonucuna   varıldığından,  353   sayılı   Yasa’nın  17. maddesi uyarınca bu sanığı yargılama görevinin ise adli yargı yerine ait olduğu açıktır.

Açıklanan nedenlerle, sanık K. İ. Ç. hakkında açılan davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin bu sanık hakkında verdiği görevsizlik kararının; sanık İ. F. hakkında açılan davanın ise adli yargı yerinde görülmesi ve Merzifon Asliye Ceza Mahkemesi’nin bu sanık hakkında verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: 1-Sanık K. İ. Ç. hakkında açılan davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin bu sanık hakkında verdiği  28.8.2008 gün ve E:2008/2056, K:2008/885 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,

2-Sanık İ. F. hakkında açılan davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle  Merzifon Asliye Ceza Mahkemesi’nin  bu sanık hakkında verdiği 4.3.2008 gün ve  E:2008/41, K:2008/51 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 06.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/54

KARAR NO            : 2010/54

KARAR TR             : 06.12.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Asker kişi sanıklara yüklenen “kasten yaralama ve sövme” suçlarının askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Yakınan     : M. A.

Mağdur Sanıklar        : 1- V. T.

   2- M. A.

Sanık                         : S. G.

O L A Y    : İzmir/Gaziemir Ulş. Per. Ok. ve Eğt. Mrk. Komutanlığı emrinde görevli mağdur-sanık Ulş. Er V. T.’nun 1.5.2009 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli yakınan Ulş.Er.M. A. ile banyo yapma meselesi yüzünden aralarında çıkan tartışma sırasında, yakınana yumrukla vurduğu, daha sonra banyonun temizlenmesi hususunda aynı Komutanlık emrinde görevli sanık Ulş.Er S. G. ile mağdur sanık Ulş.Er M. A. ile aralarında çıkan tartışma sırasında da, M.’ın paspas sapı ile kendisine vurması ve ana avrat küfür etmesi üzerine S. G. ile birlikte M’ı yaraladıkları, böylece, kasten yaralama ve sövme suçlarını işledikleri ileri sürülerek, sanıklardan S. G.’in eylemine uyan  5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/2., mağdur sanık V. T.’nun eylemine uyan aynı Kanun’un 86/2(iki kez)., mağdur sanık M. A.’nin eylemine uyan aynı Kanun’un 86/2, 125/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 29.12.2009 gün ve E:2009/65560, K:2009/21311 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

İZMİR 16. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.1.2010 gün ve E:2010/181, K:2010/33 sayı ile, sanıklardan V. T. ile S. G.’in halen asker kişi olmaları nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi anlamında askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesinin söz konusu olmadığı, bu nedenle sanıkları yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

HAVA EĞİTİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 9.7.2010 gün ve E: 2010/361, K:2010/344 sayı ile, sanıklar S. G. ile V. T.’nun da yargılama aşamasında terhis edilmiş olmaları, yüklenen eylemin askeri suç olmaması nedeniyle sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 06.12.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı İ.Bahadır ÜSTÜNEL’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

  Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında sanıklar V. T. ile S. G.’in halen asker kişi oldukları gerekçesine yer verilmiş ise de, sanıkların 23.5.2010 günü,mağdur sanık M. A.’nin ise bu tarihten daha önce  terhis edildikleri dosya içinde bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır.

Öte yandan, sanıklara yüklenen eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanununda bu suçlara ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemlerin “askeri suç” kapsamında olmadıkları açıktır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklara yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve İzmir 16. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 16. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 21.1.2010 gün ve E:2010/181, K:2010/33 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 06.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2010/56

KARAR NO            : 2010/56

KARAR TR             : 06.12.2010

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sivil kişi sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

     K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanık          : Ö. F. S.

O L A Y    : Sanık Ö. F. S.’in, Aralık 2008 celp dönemine tabi olduğu, ancak bu celp dönemine katılmayarak bakaya kaldığı, böylece, bakaya suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 63/1-A. Maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 26.2.2009 gün ve E:2009/3901, K:2009/1017 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KONYA 4. SULH CEZA MAHKEMESİ : 18.6.2009 gün ve E: 2009/557, K: 2009/648 sayıyla; Askerlik Şubesi Başkanlığı’nın yazısından sanığın 31.3.2009 tarihinde test ve mülakat merkezine sevkinin yapılmış olduğu anlaşıldığından, asker kişi statüsünde bulunan sanığı, yüklenen sırf askeri suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ : 24.9.2009 gün ve E:2009/538, K: 2009/359 sayıyla, 353 sayılı Yasa’nın 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi uyarınca, sanığa yüklenen eylem nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 1.2.2010 gün ve E:2010/1, K:2010/1 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 06.12.2010 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı İ.Bahadır ÜSTÜNEL’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

1111 sayılı Askerlik Kanununun 3 ve 4’üncü maddelerine göre askerlik çağı yoklama, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrılmış olup,  muvazzaflık devri kıtaya duhul ile başlamaktadır. Anılan kanunun 12’nci maddesinde askere girdikten sonra izin almaksızın savuşanlara firar deneceği belirtilerek, askerlik şubelerinden sevk evrakını aldığı halde askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin yoldan savuşup hiç gitmeyen ya da gecikerek gidenlerin eylemi ‘bakaya’ olarak tanımlanmıştır.

Askeri Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 20.06.1975 tarih ve 1975/6-4 sayılı kararında, Askeri Ceza Kanunu’nun 63’üncü maddesindeki suçların faillerinin suç ve ceza yönünden asker kişi sayılmayacakları ve bu nedenle bu suçların ‘ sırf askeri suç’ niteliğinde olmadığı belirtilmiş olup,  asker kişi sıfatının kıtaya katılmakla başladığı açıklanmıştır.

Bu durumda, idari yönden askerlik hizmet süresi askerlik şubesinden  sevk edildiği gün başlamasına karşın asker kişi sıfatını kıtaya katıldığı gün kazanan sanığın suç tarihinde sivil kişi olması nedeniyle, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.       

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”;

12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C. Anayasa’sının 145. maddesinin ikinci fıkrasında, “Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 18.6.2009 gün ve E: 2009/557, K: 2009/648 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 06.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/1

KARAR NO            : 2011/1

KARAR TR             : 07.02.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sağlık Kurulunca suç gününde askerliğe elverişli olmadığına karar verilen sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülme-sinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.       

Yakınan     : H. D.

Sanık          : O. Y.

 

O L A Y    : Gaziantep 5. Zrh. Tug. 1. Tnk. Tb. 1. Tnk. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Er O. Y.’ın, 4.11.2001 günü, bölük yemekhanesinde eşofman ile oturduğu ve sigara içtiği sırada, aynı Komutanlık emrinde Tb. Nöbetçi subayı olarak görevli yakınan H. D.’ın yemekhaneye girdiğini görmesi üzerine, elinde bulunan sigarayı yere atarak ayağa kalktığı, yakınanın “niçin buradasın ve sigara içiyorsun” demesi üzerine, “bak, ben bir senedir buradayım, benimle senden başka uğraşan yok” şeklinde cevap verdiği, yakınanın kendisiyle düzgün konuşmasını söyleyerek elini havaya kaldırmasıyla yakınanın elini tuttuğu, yakınanın elini bırakmasını istediğinde “Hakan, sen fazla oluyorsun” dediği, bunun üzerine, yakınanın, iki yakasından tutarak ittirmesiyle yanında bulunan sandalyeye oturduğu anda hemen ayağa kalkarak yakınanın üzerine yürüdüğü, yemekhanede görevli diğer Erler tarafından araya girilerek belinden tutulduğu sırada, masanın üzerinde bulunan metal su bardağını yakınana doğru fırlattığı, bardağın isabet etmesi nedeniyle başının kanadığını gören yakınanın yemekhaneden çıkarak çağırdığı ambulansı beklerken, diğer askerler tarafından yemekhaneden çıkarılırken yakınanın yanına yaklaşıp “Hakan, senin babanın ismi Cengiz, Gebze’de oturuyorlar ve kardeşin de Tunceli’de. Telefonla arayacağım, hem kardeşini hem de aileni temizleteceğim” dediği, böylece amiri tehdit etmek ve amire fiilen taarruz etmek suçlarını işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2 (iki kez) ve 91/1. maddesi az vahim hal cümlesinin uygulanmak suretiyle cezalandırılması istemiyle 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 12.12.2001 gün ve E:2001/4257, K: 2001/1407 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi, sanığın suç tarihinde askerliğe elverişli olmadığı anlaşıldığından, eylemlerin tehdit ve yaralama suçlarını oluşturacağı, bu nedenle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 2. Dairesi’nce, eksik soruşturma sebebiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

5. ZIRHLI TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 24.7.2007 gün ve E:2007/1246, K:2007/725 sayıyla, bozma ilamına uyarak dosyadaki eksiklikleri tamamladıktan sonra, daha önce verilen görevsizlik kararında dayanılan gerekçe ile görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Gaziantep 10. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

GAZİANTEP 10. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 30.4.2010 gün ve E:2008/349, K:2010/525 sayıyla, suç tarihinde sanığın asker olması nedeniyle yüklenen eylemlerin üstü tehdit ve üste karşı etkili eylem olarak değerlendirilmesi gerektiği açıklanarak, sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Yavuz SAYALGI, Ersun ÇETİN, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngö-rüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin “Gruplandırma” başlığı altında düzenlenen 6. Maddesinde, “Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.      

1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir.

2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir”; “Ek (Hastalık ve arızalar listesi)” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinde,

“A) 1. Antisosyal kişilik.

2. Madde kötüye kullanımı ya da geçirilmiş madde bağımlılığı.

3. Sınır düzeyde entellektüel işlev bozukluğu.

B)……….

C)……….

D) 1. İleri derecede antisosyal kişilik bozukluğu.

AÇIKLAMA: Bu fıkraya gireceklerin; antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alması, öldürme, öldürmeye teşebbüs, gasp suçlarından en az bir hapis ya da diğer antisosyal eylemlerden dolayı, disiplin mahkemesi dışında kalan mahkemelerce verilmiş en az üç hapis cezası alması ve bu cezaların kesinleştiğinin belgelerle tespit edilmesi gerekir” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, askeri yargı yerince, sanığın suç tarihinde ve halen askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti istendiğinden, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı’nca 11.11.2005 gün ve SAĞ: 9036-1291-05/Psikiyatri Kliniği-10772346 sayılı yazı ile sağlık kurulunca sanığın suç tarihinde ve halen askerliğe elverişli olmadığına dair alınan kararın gönderildiği, 11.11.2005 gün ve 4840 sayılı sağlık kurulu raporunun incelenmesinde, sanıkta “ileri derecede antisosyal kişilik bozukluğu” teşhis edildiği, sanığın dava konusu suçtan önce kasten ablasını öldürmek, öldürmeye teşebbüs suçlarından ağır hapis cezası alıp cezalarının infaz edildiği, hüviyet cüzdanı almak maksadıyla kendi ismini sahte olarak beyan etmek suçundan yargılandığı, durumunun Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin “Ek(Hastalık ve arızalar listesi” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinin D dilimi 1. fıkrasına uyduğu, bu nedenle suç tarihinde ve halen askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği anlaşılmış, böylece sanığın suç tarihi olan 4.11.2001 gününde askerliğe elverişli olmadığı sonucuna varılmıştır.

Sağlık Kurulu Raporunun kapsam ve hukuki sonuçlarına göre, sanığın suç tarihinde "asker kişi" sıfatı kendiliğinden kalkmış sayılacağından, 353 sayılı Yasa'nın 9. maddesi anlamında "asker kişi" olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu durum gözetildiğinde, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir:

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 145. maddesinin ikinci fıkrasında da, “Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Bu durumda, askerliğe elverişli olmadığı bu nedenle sivil kişi olarak değerlendirileceği anlaşılan sanığın eyleminin Askeri Ceza Kanununda yazılı suçlardan olmadığı gibi 353 sayılı Yasa’da belirtilen eylemler kapsamında da bulunmadığı anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, sivil kişi sanık hakkında, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “tehdit ve kasten yaralama” suçlarına uygun eylemleri nedeniyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Gaziantep 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Gaziantep 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 30.4.2010 gün ve E:2008/349, K:2010/525 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/4

KARAR NO            : 2011/4

KARAR TR             : 07.02.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sağlık Kurulunca suç gününde askerliğe elverişli olmadığına karar verilen sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülme-sinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.       

Sanık          : H. B.

 

O L A Y    : Diyarbakır/Hani 3. İç Güv. Tb. 3. İç Güv. P. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Er H. B.’nın, 21.12.2005 günü, kendisini koğuşlar bölgesinde dişlerini fırçalarken gören aynı Komutanlık emrinde görevli P. Onb. B. I. ile tartıştığı, bu sırada birbirlerini ittirdikleri ve sanığın sivilde adam kestiğini onu da silahı ile vuracağını söylediği, nöbet mangası ile doldur boşalt istasyonuna götürüldüğünde, nöbetçi onbaşı olan P. Onb. M. Ç.’ın “tüfek omuza” emri vermesine, yapmaması nedeniyle emrin tekrarlanmasına rağmen emri yerine getirmediği, şikayet edileceği söylenince “git kime istersen söyle istersen beraber gidelim” dediği, silahına yarım dolduruş yapması gerekirken tam dolduruş yapması nedeniyle silahının  elinden  alındığı ve nizamiyede görevli bulunan P. Uzm. Çvş. M. C. tarafından sakinleşmesi için birkaç tokat atılıp nasihat verildikten sonra silahının geri verilerek nöbete gönderilmek istendiğinde, silahını alıp tam dolduruş yaparak M. C. ve eratın üzerine çevirip yaklaşmayın diye bağırması üzerine “dur ne yapıyorsun” diyerek silahı almak için hamle yapan M. C.’a bir el ateş ettiği, tel çitlerden atlayarak kaçtığı ve aynı gün yakalandığı, böylece üstü tehdit etmek, emre itaatsizlikte ısrar, silahla üste fiilen taarruza teşebbüs etmek, silahla üste fiilen taarruz etmek ve mehil içinde yakalanmakla son bulan firar suçlarını işlediği ileri sürülerek, eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2, 87/1, 91/2, 91/3 ve 68. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 27.12.2005 gün ve E:2005/5323, K:2005/1551 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 16.11.2006 gün ve E:2006/1500, K:2006/2193 sayıyla, işlenemez suç niteliğine dönüşen mehil içinde yakalanmakla son bulan firar suçundan sanığın beraetine, suç tarihinden itibaren askerliğe elverişli olmadığı sağlık kurulu raporu ile tespit edildiğinden, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen tehdit, silahla kasten yaralamaya teşebbüs, neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış yaralama suçlarına dönüşen eylemleri ve emre itaatsizlikte ısrar suçu nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, sanık hakkında açılmış diğer tüm davalar hakkında görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Hani Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

HANİ ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 27.9.2010 gün ve E:2010/72, K:2010/39 sayıyla, sanığa yüklenen emre itaatsizlikte ısrar suçu nedeniyle açılan kamu davasının tefrik edilerek, sanığın askerliğe elverişsizdir raporu ile askeri mahkemede yargılamayı gerektiren ilgi kesilmiş ise de, askerler tarafından işlenebilir sırf askeri suç niteliğinde olan eylemle ilgili olarak sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, Hani Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Yavuz SAYALGI, Ersun ÇETİN, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde “emre itaatsizlikte ısrar” suçu yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin “Gruplandırma” başlığı altında düzenlenen 6. Maddesinde, “Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.      

1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir.

2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir”; “Ek (Hastalık ve arızalar listesi)” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinde,

 “A) 1. Antisosyal kişilik.

2. Madde kötüye kullanımı ya da geçirilmiş madde bağımlılığı.

3. Sınır düzeyde entellektüel işlev bozukluğu.

B) 1. Antisosyal kişilik bozukluğu.

AÇIKLAMA: Bu fıkraya gireceklerin; asker hastanelerinin sağlık kurullarından antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alması, adli veya askeri mahkemeler tarafından verilmiş en az bir antisosyal eyleminden dolayı ceza almaları, bu cezalarından en az birinin infaz edilmesine rağmen davranış bozukluklarının devam ettiğinin ve askerlik ile uyumlarının bozulduğunun kıt'a anketi ve diğer resmi belgelerle tespiti gerekir.

2. Zeka yetersizliği

AÇIKLAMA: Bu fıkraya gireceklerin işlevselliğinin bozularak askerliğin gereklerini yapamayacak nitelikte olduklarının, kıt’a anketi ile saptanması gereklidir” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, sanığın suç tarihinde ve halen askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti istendiğinden, Diyarbakır Asker Hastahanesi Baştabipliği’nce 21.3.2006 gün ve Per:9012-536425-230-06/Krnt.Ks(55) sayılı yazı ile sağlık kurulunca sanığın askerliğe elverişli olmadığına dair alınan kararın gönderildiği, 1.3.2006 gün ve 783 sayılı sağlık kurulu raporunun incelenmesinde, sanıkta “zeka yetersizliği” teşhis edildiği, kıta anket  formundan ve işlediği suçlardan dolayı askerliğe adapte olmadığı ve askerlik yapamayacağı kanaatine varıldığı, durumunun Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin Ek (Hastalık ve arızalar listesi) başlığı altında düzenlenen 17. maddesinin B dilimi 2. fıkrasına uyduğu, bu nedenle 21.12.2005 tarihinden itibaren askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.

Sanık hakkında askerlik hizmetini yapmakta olduğu birlik tarafından düzenlenen kıt’a anket formunun incelenmesinde, sanığın İç Güvenlik Bölgesindeki görevlerin özelliklerine göre, ne yapacağı, tepkilerinin ne olacağı bilinmediğinden ayrıca daha önce de kekemeliği nedeniyle operasyon görevine çıkarılmadığından bu birlikte görev yapamayacağının bildirildiği görülmüştür.

Sanık hakkında 21.12.2005 tarihinden itibaren askerliğe elverişli olmadığı hususunda verilen rapor gözetildiğinde, sanığın suç tarihinde askerliğe elverişli olmadığı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda, Sağlık Kurulu Raporunun kapsam ve hukuki sonuçlarına göre, sanığın suç tarihinde "asker kişi" sıfatı kendiliğinden kalkmış sayılacağından, 353 sayılı Yasa'nın 9. maddesi anlamında "asker kişi" olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu durum gözetildiğinde, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir:

5530  sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen 353  sayılı  Yasa’nın  13.  maddesinde, “Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;

5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 145. maddesinin ikinci fıkrasında da,” Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi suçları işlemeleri halinde adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.

Ayrıca, sanığın sivil kişi olması nedeniyle Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen ve sırf askeri suçlardan olan eylem nedeniyle yargılanması da mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, sivil kişi sanık hakkında açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Hani Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Hani Asliye Ceza Mahkemesi’nin 27.9.2010 gün ve E:2010/72, K:2010/39 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/5

KARAR NO            : 2011/5

KARAR TR             : 07.02.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      :  2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14.  maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- H. C.

  2- Z. D.

  3- Ü. B.

 4- H. Ü.

  5- C. Ü.

  6- C. Ü.

O L A Y    : Safranbolu 125. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı Mal Saymanlıkları ile yetkilendirilmiş İhale ve Muayene Komisyonlarınca 2005 ve 2006 yıllarında gerçekleştirilen inşaat malzemeleri alım ihaleleri ve bakım-onarım işleri ihaleleri ile ilgili olarak, Alay mutfak ve müştemilatının 2005 yılında Amasya beji mermer işinde sivil kişi sanıklar H. Ü., C. Ü. ve C. Ü.’ın “müteselsilen iştirak halinde ihaleye fesat karıştırmak”, Alay mutfağı ve zeminlerinin 2006 yılında 205 m² mermer yapılması işinde, aynı sanıkların “müteselsilen iştirak halinde edimin ifasına fesat karıştırmak”, Alayın 1. ve 2. Taburlarının koğuş çatısı ile 2. Taburun yemekhane çatı onarımının ihale işinde, Alay Komutanı ve ihale yetkilisi olarak J.Kur. Alb. H. C., ihale Komisyon Başkanı Yzb. Z. D., İhale Komisyonunda görevli J.Üçvş. Ü. B. ve H. Ü’ın, “müteselsilen iştirak halinde edimin ifasına fesat karıştırmak”, “müteselsilen iştirak halinde resmi belgede sahtecilik”, yatakhane binalarının dış cephe boyama işinde, sivil kişi sanıklar H.Ü. ve C. Ü.’ın, “müteselsilen iştirak halinde edimin ifasına fesat karıştırmak”, kurnalı banyoların duşlu sisteme dönüştürülmesi işinde, J. Kur. Alb. H. C. ile H. Ü., C. Ü. ve C. Ü.’ın “müteselsilen iştirak halinde ihaleye fesat karıştırmak”, temiz su tesisatlarının sıva üstüne alınması işinde, J. Kur. Alb. H. C. ile H. Ü.’ın, “müteselsilen iştirak halinde ihaleye fesat karıştırmak” suçlarını işledikleri  ileri  sürülerek, sanıkların  eylemlerine  uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 37,43,53,204/2,235/1, 235/2-a,235/3,236/1,2. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Karabük Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.7.2008 gün ve E:2008/1037, K:2008/51 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KARABÜK AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 27.1.2009 gün ve E:2008/124, K:2009/5 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemler nedeniyle, bu davada da sanık olan asker kişi sanıklar ile ihale komisyonu görevlileri diğer asker kişiler hakkında ayrıca görevi kötüye kullanmak, şartnameye aykırı mal kabul etmek ve hakikate muhalif rapor tanzim etmek suçlarından askeri savcılıkça askeri yargı yerine dava açıldığı, sanıklara yüklenen eylemlerin bir bütün olup, asker ve sivil kişi sanıkların eylemlerinin hukuki nitelendirmesi ve değerlendirilmesinin ayrı yargı yerlerince yapılmasının yasal düzenlemelere uygun olmayacağı, asker kişileri görevleri gereği işledikleri suçlardan dolayı yargılama görevi askeri mahkemelere ait olduğundan, bunlar ile birlikte iştirak halinde suç işleyen sivil kişi sanıkların da birlikte yargılanmaları gerektiğinden sanıkları yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 29.12.2009 gün ve E:2009/1219, K:2009/1322 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemlerin müştereken işlendiği ve Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçlardan olduğu anlaşıldığından 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın sanıklar H. Ü., C. Ü. ve C. Ü. tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 3. Dairesi’nce, usul ve esas yönlerinden hukuka uygun bulunan hükmün onanmasına karar verilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Yavuz SAYALGI, Ersun ÇETİN, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği görülmektedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvurabileceği kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanıklara yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Karabük Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 07.02.2011 günü  OYBİRLİĞİ  İLE  KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/6

KARAR NO            : 2011/6

KARAR TR             : 07.02.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sivil kişi sanıklar hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı         :K.H. 

Sanıklar       :1-Ç. U.

2-O. D.

3-A. A.

4-R. Ö.

5-A. E.

6-S. D. İ.

7-F. T.

8-S. G.

9-V. K.

10-N. Y.

11-A. B.

12-M. Ö.

13-M. G.

14-R. K.

15-M. A.

16-M. Y.

17-H. İ. A.

18-T. G.

19-V. Ç.

20-B. Ö.

21-E. G.

22-F. M. T.

23-M. B.

24-S. Ö.

25-V. A.

26-Y. K.

27-İ. E. E.

28-S. Ş.

29-F. H.

30-A. T. D.

31-A. A.

32-M. T.

33-A. K. Ç.

34-İ. M. G.

35-G. P.

36-E. K.

37-A. Ü.

38-M. Y.

O L A Y    :Ankara İl Jandarma Komutanlığı tarafından, Ankara İlinde sahtecilikle uğraşan organize suç örgütü kurulduğunun öğrenilmesi üzerine yapılan çalışma sonucunda, 2004-2007  yılları  arasında,  suç  işlemek için kurulan örgütün, üyeleri ve aracıları vasıtasıyla Türkiye’nin değişik bölgelerinde askerlik dönemi gelmiş veya bakaya durumuna düşmüş yükümlülerin tespit edilerek, haklarında askerlikten kurtulmak için sahte askerliğe elverişli değildir raporu düzenlediği, karşılığında para aldığının anlaşılması üzerine, örgütün bireyleri ve faaliyetlerinin, suç delillerinin tespiti amacıyla soruşturma kararı verildiği, soruşturma sonucunda, suç işlemek için kurulan örgütün yöneticisi ve üyesi durumunda bulunan ve asker olan şahıslar nedeniyle Askeri Ceza Kanununda düzenlenen “askerlikten kurtulmak için hile yapmak” suçuna ilişkin kısmın asker olan şahıslarla birlikte işlenmesi nedeniyle 353 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince soruşturma evrakının ayrılmasına ve görevsizlik kararı ile Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderilmesine karar verildikten sonra, Etimesgut Askeri Hastanesi Baştabipliği emrinde görevli sanık Hv. Sağ. Bçvş. A. D.’ın örgütün kurucusu ve yöneticisi konumunda olduğu, örgüt üyesi ve aracıları konumunda bulunan sanıkların getirmiş olduğu yükümlüler ile bizzat başvuran yükümlülerin almış oldukları sevk evrakları üzerine Etimesgut Askeri Hastanesi’nin programına uygun şekilde bulundurdukları bilgisayar programları aracılığı ile Ankara Ulus semtinde bulunan bir otelin kiralamış olduğu odasında sahte raporları düzenleyerek sanıklara verdiği, karşılığında değişik miktarlarda para aldığı, Etimesgut Askeri Hastanesi Baştabipliği Sağlık Kurulunda görevli sanık sivil memur L. Ö.’ın örgütün kurucularından ve yöneticilerinden olduğu, örgüt lideri sanık A. ile ortak olarak çalıştığı ve örgütün hastane aşamasındaki işlemleri takip ettiği, verilen sahte raporlar üzerine şubelerden gelen rapor teyit belgelerini takip ederek, evrak düzenleyip, hastane baştabibine imzalatarak şubelerine gönderip rapor içeriklerinin doğru olduğu kanaatini uyandırdığı, bir kısmını da kendisinin düzenleyerek imzaladığı, Ankara Askerlik Dairesi Başkanlığı emrinde görevli iken 2005 yılında emekli olan sanık Mly. Kd. Bçvş. B. A., Mili Savunma Bakanlığı İç Tedarik Daire Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur M. Ö., Ankara Askerlik Dairesi Yenimahalle Askerlik Şubesi Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur Y. Ş., Genelkurmay Merkez Daire Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur Y. D., Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi emrinde görevli sanık sivil memur M. Ö., sivil kişi sanıklar T. G., M. Ö., İ. B., O. D., T. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., S. E., A. E., G. A., S, Ç,, V. Ç., B. D., S. D. İ.’in askerlik çağı gelmiş, yoklama kaçağı veya bakaya kalmış yükümlüler ile temasa geçerek askerlik şubelerinden Etimesgut Askeri Hastanesi’ne sevk almalarını sağladığı, alınan sevkler uyarınca örgüt aracılığı ile sahte rapor düzenleyerek yükümlülere teslim ettiği veya askerlik şubelerine gönderdikleri, Burdur Askerlik Şube Başkanlığı emrinde görevli iken emekli Per. Kd. Bçvş. K. S.’ün örgüt kurucularından İ. B. ile irtibatının bulunduğu, sahte rapor alınması hususunda aracılık yaptığı, sivil kişi sanıklar H. Ş., M. B., M. Y., N. Y., H. İ. A., V. K., S. K.,  E.  S.,  A.  S.,  M.  A., S. A., S. G., H. A., M. T., H. Ö., M. Ü., A. A., Ç. U., M. Ç., E. A., F. T., E. Ç., E. K., B. Ö., M. Y., V. A., S. Y., K. K. K., A. N. Ö., İ. Ş. P., A. E., A. Ç., H. Ö. S., İ. A., A. A., M. F. B., Filo  M. T., V. K., H. S., M. E. K., A. K. Ç., S. T., İ. S., E. E., M. Ö., R. S., L. A., G. K., E. A., İ. E., S. Ş. G., E. G., B. M. S., M. T., Ş. Ç., S. Ş., M. G., A. O. A., E. K., A. G. Ö., E. M., M. U., S. D., B. H., Ş. B., K. Ö., N. S., Y. K.,  S.  Ö.,  İ. M.  G.,  Y. Ç., M. A. A., M. B., A. T. D., A. Ü., E. A., A. Ç., S. D. D., İ. Y., R. K., M. K., A. Ü., M. A. B., A.   A.,  N.  O., F.  A.,  Ü.  G.,  M.  S.  B., E. Ö., T. D., N. S., E. K., N. C., M. A., C. Ö., N. D., B. S., B. Y., H. S., D. K., A. B., İ. H. K., T. Y., F. H., C. D., S. K., K. D., A. E., İ. Ü., A. T., K. H., V. C., Z. S., M. Y., G. P., E. Y., N. A., L. H., İ. E., M. G., E. G., M. Ş. M., R. B., Ç. Ş., C. B., Y. S., M. A., F. K., O. G., L. S., L. K., M. H. K., K. Ö., N. A., A. Ç., Ş. Ç., E. Y., N. S., M. Y., N. G., L. T., M. A., Ş. K., R. K., U. A., F. S., M. M. Y., Ş. A., Ş. G., B. K., M. G., A. T., H. C., H. P., C. Y., Y. S. A., H. A., B. A.’ın örgüt aracılığı ile sahte resmi evrak düzenlettirdiği ve düzenlenen sahte resmi evrağı şubesine ibraz ederek kullanmak suretiyle sahte resmi evrak düzenlemek ve kullanmak suçunu işledikleri ileri sürülerek, sanıklar A. D. ile L. Ö.’ın eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220/1,53,63,204-1,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1,80,6136 sayılı Yasa’nın 12/4,13/1,15/1-2. maddeleri, sanıklar B. A., T. G., M. Ö., İ. B., O. D., M. Ö., T. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., S. E., K. S., Y. Ş., Y. D., A. E., G. A., S. Ç., V. Ç., B. D., S. D. İ. ve M. Ö.’nın eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220/2,53,63,204/1,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 64/1,342/1. maddeleri, diğer sivil kişi sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1, bazı sanıklar hakkında suç tarihi itibariyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.11.2007 gün ve E: 2007/39968, K: 2007/1812 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

ANKARA 6. AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 6.2.2008 gün ve E: 2008/9, K: 2008/19 sayı ile bir kısım sanıklar hakkında 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet etmek, örgüt kurucusu olmak, örgüte üye olmak suçlarından açılan kamu davasının bu dosyadan tefriki ile ayrı bir esasa kaydının yapılarak yargılamanın bu esas üzerinden yürütülmesine karar verdikten sonra, resmi belgede sahtecilik ve sahte evrakı kullanmak suçları nedeniyle açılan kamu davasında, sanıklardan bir kısmının asker kişi olduğu, sanıklar hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesi yönünden soruşturmanın askeri savcılıkta yürütüldüğünün anlaşıldığı, bu durumda askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun unsuru sayılan sahte evrak düzenlemek, kullanmak  suçlarının  birlikte  değerlendirilmesinin  gerekli  olduğu,  353  sayılı  Yasa’nın  12 ve  13. maddeleri  de  nazara  alınarak  sanıklara  yüklenen  eylemlerin  müştereken  işlenip işlenmediği, evrakta sahtekarlık suçunun askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun unsuru olup olmadığının aynı mahkemede ve sanıklardan bir kısmı asker kişi olduğundan askeri yargı yerinde değerlendirilmesi gerektiği açıklanarak yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın bir kısım sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nce hükmün onanmasına karar verilmiş, bu şekilde kesinleşen karar ve dava dosyası, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 23.7.2008 gün ve E:2008/363, K:2008/222 sayıyla; her ne kadar sahte evrakın kullanılarak askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçu işlendiğinde sahte evrak bu suçun unsuru gibi görünse de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda evrakta sahtecilik suçunun başlı başına bağımsız bir suç olarak düzenlenmiş olması, bu suçtan ayrıca ceza tayininin gerekmesi, delillerinin değerlendirilmesi  sırasında  sahte  evrakın düzenleniş şekline göre Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesinde unsur olarak görülen sahtecilik ile Türk Ceza Kanunu’nun 204. madde-sindeki sahteciliğin nitelik olarak birbirinden farklı olması karşısında, Askeri Mahkemece sahteciliğin Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesi anlamında nitelendirilmesine gerek olmadığı, dolayısıyla bu halde de bağlı suçlardan bahsedilemeyeceği değerlendirilerek isnat edilen sahte resmi evrak düzenlemek ve kullanmak suçunun askeri bir suç olmaması, askeri mahalde işlenmemesi, sivil ve asker kişilerin birlikte işlemiş olduğunun ileri sürülmesi nedeniyle sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar sanıklar, B. A., O. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., K. S., Y. D., A.E., S. Ş., S. D. İ., M. Ö., F. H., A. T. D., F. T., S. G., Ç. U., A. A., V. K., N. Y., A. B., M. T., A. K. Ç., İ. M. G., M. Ö., G. P., M.G., E. K., R. K., A. Ü., M. Y., M. A., M. Y., H. İ. A., L. Ö., T. G., V. Ç., B. Ö., E. G., F. M. T., M. B., S. Ö., V. A. ve Y. K. tarafından temyiz edilmiştir. 

Askeri Yargıtay 4. Dairesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesi ile T.C. Anayasası’nın 145. maddesi uyarınca asker olmayan kişilerin savaş hali haricinde askeri mahkemelerde yargılanamayacakları hüküm altına alındığından, yüklenen eylem nedeniyle sivil kişi sanıkların askeri mahkemede yargılanmalarının mümkün olmadığı, asker kişi sanıkların ise askeri suç niteliğindeki eylemleri nedeniyle askeri yargı yerinde yargılanacaklarının açık olduğu belirtilerek, sivil kişi sanıklar hakkında verilen görevsizlik kararının onanmasına, asker kişi sanıklar B. A., K. S., Y. D., M. Ö. ve L. Ö. hakkında verilen görevsizlik kararının, dosyanın, haklarında askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçundan yürütülen yargılama ile birleştirilerek sonuçlandırılmak üzere bozulmasına karar vermiş, böylece sivil kişi sanıklar açısından verilen görevsizlik kararı kesinleşmiş, dava dosyası, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Yavuz SAYALGI, Ersun ÇETİN, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde sivil kişi sanıklar açısından olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, resmi belgede sahtecilik ve sahte evrakı kullanmak suçlarından yüz seksen bir sanık hakkında açılan kamu davasında, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve bu nedenle askeri yargı yerinde görülmesi gerektiği açıklanarak görevsizlik kararı verildiği, askeri yargı yerince de eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine, kararı temyiz etmeyen sanıklar açısından görevsizlik kararının kesinleşmiş olması nedeniyle Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Mahkememizce, 11.5.2009 gün ve E:2009/16, K:2009/16 sayı ile askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı ve bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile açılan kamu davasında, askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği ve davanın buna göre çözümlenebileceği açıklanarak askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği, görevsizlik kararını temyiz eden kırk üç sanık yönünden dosyanın Askeri Yargıtay’a gönderildiği, kararın sivil kişi sanıklar açısından onanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmiştir.

Aynı Yasa’nın 5530  sayılı  Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen “Barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tabi suçlarında yargılama mercii” başlığı altında yeniden düzenlenen 13. maddesinde, Askeri Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı belirtilmiş;

“Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde de "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda  yazılı bir suç ise  sanıkların  yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı, bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile asker ve sivil kişi sanıklar hakkında suçu müştereken işledikleri ileri sürülerek kamu davası açılmıştır.

Önceki kararımızda askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği gerekçesine yer verilmiş ise de, 353 sayılı Askeri Mahkemeler  Kuruluşu  ve Yargılama  Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile önceki  kararımızdan  sonra  yürürlüğe giren Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrası ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinin ikinci fıkrası gözetilerek yeniden değerlendirme yapılması gerekmiştir.

Şöyleki:

12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik Anayasa’nın 145. Maddesinde, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz”;

9.7.2009 gün ve 27283 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı “Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 6. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde:

Özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde öngörülen asker ve sivil ayrımını etkiler nitelikte olan Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrası ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasındaki düzenlemeler nedeniyle, barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabii bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemeleri durumunda adli yargı yerinde yargılanacakları sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 6.2.2008 gün ve E:2008/9, K:2008/19 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/7

KARAR NO            : 2011/7

KARAR TR             : 07.02.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Sivil kişi sanık hakkında açılan kamu davasının 353 ve 5271 sayılı Yasa’da yapılan değişiklikler nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı         :K.H. 

Sanıklar       :1-M. Ö.

     2-İ. B.

     3-T. D.

     4-S. E.

     5-G. A.

     6-S. Ç.

     7-B. D.

     8-H. Ş.

     9-S. K.

     10-E. S.

     11-A. S.

     12-M. A.

     13-S. A.

     14-H. A.

     15-H. Ö.

     16-M. Ü.

     17-A. A.

     18-M. Ç.

     19-E. A.

     20-E. Ç.

     21-E. K.

     22-S. Y.

     23-K. K. K.

     24-A. N. Ö.

25-İ. Ş. P.

     26-A. E.

     27-A. Ç.

     28-H. Ö. S.

     29-İ. A.

     30-A. A.

     31-M. F. B.

     32-V. K.

     33-H. S.

     34-M. E. K.

     35-S. T.

     36-İ. S.

     37-E. E.

     38-R. S.

     39-L. A.

     40-G. K.

     41-E. A.

     42-İ. E.

     43-S. Ş. G.

     44-B. M. S.

     45-M. T.

     46-Ş. Ç.

     47-M. G.

     48-A. O. A.

     49-A. G. Ö.

     50-E. M.

     51-M. U.

     52-S. D.

     53-B. H.

     54-Ş. B.

     55-K. Ö.

     56-N. S.

     57-Y. Ç.

     58-M. A. A.

     59-M. B.

     60-A. Ü.

     61-E. A.

     62-A. Ç.

     63-S. D. D.

     64-İ. Y.

     65-M. K.

     66-M. A. B.

     67-N. O.

     68-F. A.

     69-Ü. G.

     70-M. S. B.

     71-E. Ö.

     72-T. D.

     73-N. S.

     74-E. K.

     75-N. C.

     76-M. A.

     77-C. Ö.

     78-N. D.

     79-B. S.

     80-B. Y.

     81-H. S.

     82-D. K.

     83-İ. H. K.

     84-T. Y.

     85-C. D.

     86-S. K.

     87-K. D.

     88-A. E.

     89-İ. Ü.

     90-A. T.

     91-K. H.

     92-V. C.

     93-Z. S.

     94-M. Y.

     95-E. Y.

     96-N. A.

     97-L. H.

     98-İ. E.

     99-E. G.

    100-M. Ş. M.

      101-R. B.

     102-Ç. Ş.

      103-C. B.

     104-Y. S.

      105-F. K.

     106-O. G. D.

     107-L. S.

     108-L. K.

     109-M. H. K.

     110-K. Ö.

     111-N. A.

     112-A. Ç.

     113-Ş. Ç.

     114-E. Y.

     115-N. S.

     116-M. Y.

     117-N. G.

     118-L. T.

     119-M. A.

     120-Ş. K.

     121-R. K.

     122-U. A.

     123-F. S.

     124-M. M. Y.

     125-Ş. A.

     126-Ş. G.

     127-B. K.

     128-M. G.

     129-A. T.

     130-H. C.

     131-H. P.

     132-C. Y.

     133-Y. S. A.

     134-H. A.

     135-B. A.

O L A Y    : Ankara İl Jandarma Komutanlığı tarafından, Ankara İlinde sahtecilikle uğraşan organize suç örgütü kurulduğunun öğrenilmesi üzerine yapılan çalışma sonucunda, 2004-2007 yılları arasında, suç işlemek için kurulan örgütün, üyeleri ve aracıları vasıtasıyla Türkiye’nin  değişik  bölgelerinde  askerlik dönemi gelmiş veya bakaya durumuna  düşmüş yükümlülerin tespit edilerek, haklarında askerlikten kurtulmak için sahte askerliğe elverişli değildir  raporu  düzenlediği,  karşılığında para aldığının anlaşılması üzerine, örgütün bireyleri ve faaliyetlerinin, suç delillerinin tespiti amacıyla soruşturma kararı verildiği, soruşturma sonucunda, suç işlemek için kurulan örgütün yöneticisi ve üyesi durumunda bulunan ve asker olan şahıslar nedeniyle Askeri Ceza Kanununda düzenlenen “askerlikten kurtulmak için hile yapmak” suçuna ilişkin kısmın asker olan şahıslarla birlikte işlenmesi nedeniyle 353 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince soruşturma evrakının ayrılmasına ve görevsizlik kararı ile Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderilmesine karar verildikten sonra, Etimesgut Askeri Hastanesi Baştabipliği emrinde görevli sanık Hv. Sağ. Bçvş. A. D.’ın örgütün kurucusu ve yöneticisi konumunda olduğu, örgüt üyesi ve aracıları konumunda bulunan sanıkların getirmiş olduğu yükümlüler ile bizzat başvuran yükümlülerin almış oldukları sevk evrakları üzerine Etimesgut Askeri Hastanesi’nin programına uygun şekilde bulundurdukları bilgisayar programları aracılığı ile Ankara Ulus semtinde bulunan bir otelin kiralamış olduğu odasında sahte raporları düzenleyerek sanıklara verdiği, karşılığında değişik miktarlarda para aldığı, Etimesgut Askeri Hastanesi Baştabipliği Sağlık Kurulunda görevli sanık sivil memur L. Ö.’ın örgütün kurucularından ve yöneticilerinden olduğu, örgüt lideri sanık A. ile ortak olarak çalıştığı ve örgütün hastane aşamasındaki işlemleri takip ettiği, verilen sahte raporlar üzerine şubelerden gelen rapor teyit belgelerini takip ederek, evrak düzenleyip, hastane baştabibine imzalatarak şubelerine gönderip rapor içeriklerinin doğru olduğu kanaatini uyandırdığı, bir kısmını da kendisinin düzenleyerek imzaladığı, Ankara Askerlik Dairesi Başkanlığı emrinde görevli iken 2005 yılında emekli olan sanık Mly. Kd. Bçvş. B. A., Mili Savunma Bakanlığı İç Tedarik Daire Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur M. Ö., Ankara Askerlik Dairesi Yenimahalle Askerlik Şubesi Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur Y. Ş., Genelkurmay Merkez Daire Başkanlığı emrinde görevli sanık sivil memur Y. D., Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi emrinde görevli sanık sivil memur M. Ö., sivil kişi sanıklar T. G., M. Ö., İ. B., O. D., T. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., S. E., A. E., G. A., S. Ç., V. Ç., B. D., S. D. İ.’in askerlik çağı gelmiş, yoklama kaçağı veya bakaya kalmış yükümlüler ile temasa geçerek askerlik şubelerinden Etimesgut Askeri Hastanesi’ne sevk almalarını sağladığı, alınan sevkler uyarınca örgüt aracılığı ile sahte rapor düzenleyerek yükümlülere teslim ettiği veya askerlik şubelerine gönderdikleri, Burdur Askerlik Şube Başkanlığı emrinde görevli iken emekli Per. Kd. Bçvş. K. S.’ün örgüt kurucularından İ. B. ile irtibatının bulunduğu, sahte rapor alınması hususunda aracılık yaptığı, sivil kişi sanıklar H. Ş., M. B., M. Y., N. Y., H. İ. A., V. K., S. K., E. S., A. S., M. A., S. A., S. G., H. A., M. T., H. Ö., M. Ü., A. A., Ç. U., M. Ç., E. A., F. T., E. Ç., E. K., B. Ö., M. Y., V. A., S. Y., K. K. K., A. N. Ö., İ. Ş. P., A. E., A. Ç., H. Ö. S., İ. A., A. A., M. F. B., F. M. T., V. K., H. S., M. E. K., A. K. Ç., S. T., İ. S.,  E. E.,  M. Ö.,  R. S.,  L. A., G. K., E. A., İ. E., S. Ş. G., E. G., B. M. S., M. T., Ş. Ç., S. Ş., M. G., A. O. A., E. K., A. G. Ö., E. M., M. U., S. D., B. H., Ş. B., K. Ö., N. S., Y. K.,  S.  Ö., İ.  M. G.,  Y. Ç.,  M. A.  A.,  M. B., A. T. D., A. Ü., E. A., A. Ç., S. D. D., İ. Y., R. K., M. K., A. Ü., M. A. B., A. A., N. O., F. A., Ü. G., M. S. B., E. Ö., T. D., N. S., E. K., N. C., M. A., C.  Ö.,  N.  D.,  B.   S.,  B.  Y.,  H.  S.,  D. K., A. B., İ. H. K., T. Y., F. H., C. D., S.  K.,  K.  D.,  A.  E.,  İ. Ü., A. T., K. H., V. C., Z. S., M. Y., G. P., E. Y., N. A., L. H., İ. E., M. G., E. G., M. Ş. M., R. B., Ç. Ş., C. B,, Y. S., M. A., F. K., O. G., L. S., L. K., M. H. K., K. Ö., N. A., A. Ç., Ş. Ç., E. Y., N. S., M. Y., N. G., L. T., M. A., Ş. K., R. K., U. A., F. S., M. M. Y., Ş. A., Ş. G., B. K., M. G., A. T., H. C., H. P., C. Y., Y. S. A., H. A., B. A.’ın örgüt aracılığı ile sahte resmi evrak düzenlettirdiği ve düzenlenen sahte resmi evrağı şubesine ibraz ederek kullanmak suretiyle sahte resmi evrak düzenlemek ve kullanmak suçunu işledikleri ileri sürülerek, sanıklar A. D. ile L. Ö.’ın eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220/1,53,63,204-1,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1,80,6136 sayılı Yasa’nın 12/4,13/1,15/1-2. maddeleri, sanıklar B. A., T. G., M. Ö., İ. B., O. D., M. Ö., T. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., S. E., K. S., Y. Ş., Y. D., A. E., G. A., S. Ç., V. Ç., B. D., S. D. İ. ve M. Ö.’nın eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220/2,53,63,204/1,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 64/1,342/1. maddeleri, diğer sivil kişi sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1, bazı sanıklar hakkında suç tarihi itibariyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 8.11.2007 gün ve E:2007/39968, K: 2007/1812 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

ANKARA 6. AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 6.2.2008 gün ve E: 2008/9, K: 2008/19 sayı ile bir kısım sanıklar hakkında 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet etmek, örgüt kurucusu olmak, örgüte üye olmak suçlarından açılan kamu davasının bu dosyadan tefriki ile ayrı bir esasa kaydının yapılarak yargılamanın bu esas üzerinden yürütülmesine karar verdikten sonra, resmi belgede sahtecilik ve sahte evrakı kullanmak suçları nedeniyle açılan kamu davasında, sanıklardan bir kısmının asker kişi olduğu, sanıklar hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesi yönünden soruşturmanın askeri savcılıkta yürütüldüğünün anlaşıldığı, bu durumda askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun unsuru sayılan sahte evrak düzenlemek, kullanmak suçlarının birlikte değerlendirilmesinin gerekli olduğu, 353 sayılı Yasa’nın 12 ve 13. maddeleri de nazara alınarak sanıklara yüklenen eylemlerin müştereken işlenip işlenmediği, evrakta sahtekarlık suçunun askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun unsuru olup olmadığının aynı mahkemede ve sanıklardan bir kısmı asker kişi olduğundan askeri yargı yerinde değerlendirilmesi gerektiği açıklanarak yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın bir kısım sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nce hükmün onanmasına karar verilmiş, bu şekilde kesinleşen karar ve dava dosyası, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 23.7.2008 gün ve E:2008/363, K:2008/222 sayıyla; her ne kadar sahte evrakın kullanılarak askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçu işlendiğinde sahte evrak bu suçun unsuru gibi görünse de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda evrakta sahtecilik suçunun başlı başına bağımsız bir suç olarak düzenlenmiş olması, bu suçtan ayrıca ceza tayininin gerekmesi, delillerinin değerlendirilmesi sırasında sahte evrakın düzenleniş şekline göre Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesinde unsur olarak görülen sahtecilik ile Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesindeki sahteciliğin nitelik olarak birbirinden farklı olması karşısında, Askeri Mahkemece  sahteciliğin Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesi anlamında nitelendirilmesine gerek olmadığı, dolayısıyla bu halde de bağlı suçlardan bahsedilemeyeceği değerlendirilerek isnat edilen sahte resmi evrak düzenlemek ve kullanmak suçunun askeri bir suç olmaması, askeri mahalde işlenmemesi, sivil ve asker kişilerin birlikte işlemiş olduğunun ileri sürülmesi nedeniyle sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar sanıklar, B. A., O. D., A. A., R. Ö., İ. E. E., K. S., Y. D., A. E., S. Ş., S. D. İ., M. Ö., F. H., A. T. D., F. T., S. G., Ç. U., A. A., V. K., N. Y., A. B., M. T., A. K. Ç., İ. M. G., M. Ö., G. P., M. G., E. K., R. K., A. Ü., M. Y., M. A., M. Y., H. İ. A., L. Ö., T. G., V. Ç., B. Ö., E. G., F. M. T., M. B., S. Ö., V. A. ve Y. K. tarafından temyiz edilmiş, kararı temyiz etmeyen diğer sanıklar açısından verilen görevsizlik kararı kesinleşmiş, dava dosyası aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Mahkememizce, 11.5.2009 gün ve E:2009/16, K:2009/16 sayı ile, askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı, bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile açılan kamu davasında, askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği ve davanın buna göre çözümlenebileceği açıklanarak, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.1.2011 gün ve E:2011/18 sayıyla, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. ve T.C. Anayasası’nın 145. madde-sinde yapılan değişiklikler nedeniyle artık sivil kişi sanıkların askeri mahkemede yargılanmalarının mümkün olmadığı, bu nedenle sivil kişi sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle bu sanıklar açısından, görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Yavuz SAYALGI, Ersun ÇETİN, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğurmayacağı, bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının geçmişe de etkili olacağı ve yargılamanın her evresinde göz önünde bulundurulacağı bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Askeri yargı yerince 14.1.2011 gün ve E: 2011/18 sayı ile 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan  veya  incelemekte  olan  bir  yargı  mercii  davada  görevsizlik  kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne göre, görevli mahkemenin tayini hususunda, daha önce Mahkememizce karar verildiği halde,  yeniden başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

Somut olayda, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, 6.2.2008 gün ve E:2008/9, K:2008/19 sayı ile görevsizlik kararı verildikten sonra, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce de 23.7.2008 gün ve E:2008/363, K:2008/222 sayı ile görevsizlik kararı verilmesi üzerine Mahkememizce, gönderilen dava dosyasının incelenmesi sonucunda 11.5.2009 gün ve E:2009/16, K:2009/16 sayı ile askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı ve bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile açılan kamu davasında, askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği ve davanın buna göre çözümlenebileceği açıklanarak askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiş ise de, görev kurallarına ilişkin Anayasa’nın 145 ve Ceza Muhakemesi Kanun’unun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasındaki düzenlemeler karşısında, görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması amacıyla yeniden değerlendirilme yapılması gerektiği anlaşıldığından, askeri yargı yerince yapılan başvurunun kabulü ile görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

 II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, resmi belgede sahtecilik ve sahte evrakı kullanmak suçlarından yüz seksen bir sanık hakkında açılan kamu davasında, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve bu nedenle askeri yargı yerinde görülmesi gerektiği açıklanarak görevsizlik kararı verildiği, askeri yargı yerince de eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine, kararı temyiz etmeyen sanıklar açısından görevsizlik kararının kesinleşmiş olması nedeniyle Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Mahkememizce, 11.5.2009 gün ve E:2009/16, K:2009/16 sayı ile askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı ve bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile açılan kamu davasında, askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği ve davanın buna göre çözümlenebileceği açıklanarak askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği, bu karardan sonra, Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikler nedeniyle askeri yargı yerince Mahkememize görevli yargı yerinin belirlenmesi için başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler  Kanunlarda aksi yazılı  olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmiştir.

Aynı Yasa’nın 5530  sayılı  Yasa’nın 4. maddesi ile değiştirilen “Barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tabi suçlarında yargılama mercii” başlığı altında yeniden düzenlenen 13. maddesinde, Askeri  Ceza Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131. maddelerinde yazılı suçların, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde, bu kişilerin yargılanmalarının adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağı belirtilmiş;

“Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde de "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda  yazılı bir suç ise  sanıkların  yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, askerlikten kurtulmak için hile yapıldığı, bu hilenin resmi evrak düzenlenerek gerçekleştirildiği iddiası ile asker ve sivil kişi sanıklar hakkında müştereken işledikleri ileri sürülerek kamu davası açılmıştır.

Önceki kararımızda askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunun oluşup oluşmadığı tartışmasının iddiaların birlikte değerlendirilmesi ile yapılabileceği gerekçesine yer verilmiş ise de, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde yargılanma koşullarını  belirleyen  maddeleri  ile  önceki  kararımızdan  sonra  yürürlüğe giren Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrası ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinin ikinci fıkrası gözetilerek yeniden değerlendirme yapılması gerekmiştir.

Şöyleki:

12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik Anayasa’nın 145. Maddesinde, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” ;

9.7.2009 gün ve 27283 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı  “Türk  Ceza  Kanunu  ile  Bazı  Kanunlarda  Değişiklik  Yapılmasına  Dair  Kanun”un  6. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” denilmiştir.

Bu düzenlemeler gözetildiğinde:

Özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde öngörülen asker ve sivil ayrımını etkiler nitelikte olan Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrası ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasındaki düzenlemeler nedeniyle, barış  zamanında  sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabii bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemeleri durumunda adli yargı yerinde yargılanacakları sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, askeri yargı yerince yapılan başvurunun kabulü ile davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 6.2.2008 gün ve E:2008/9, K:2008/19 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/9

KARAR NO            : 2011/9

KARAR TR             : 07.03.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : 5275 sayılı Yasa’nın 98. maddesi uyarınca lehe olan hükümlerin uygulanmasına yönelik davanın daha önce hüküm veren ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        :K.H. 

Sanık          :T. K.

 

O L A Y    :İzmir/Gaziemir Hv. Snf. Ok. ve Tek. Eğt. Mrk. Komutanlığı emrinde görevli sanık Hv. Lv. Er T. K.’nin 21.9.2005 günü, kullanmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce, yüklenen suçun sübut bulduğu gerekçesiyle, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, verilen karar 23.3.2006 tarihinde kesinleşmiştir.

Hükmün infazı sırasında, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, hükümlü hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/1,2,3,4,5,6 ve 7. maddelerinde lehe hükümler getirildiğinden aynı Kanun’un 7. maddesi gereğince lehe kanun değerlendirilmesi yapılarak karar verilmesi istenmiştir.

HAVA EĞİTİM KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 25.3.2008 gün ve E:2008/308, K:2008/117 sayıyla; sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı, sanığın terhis edildiği açıklanarak, sanık hakkında lehe kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin değerlendirmenin görevli ve yetkili adli mahkeme tarafından yapılmasının hukuka ve mevzuata uygun olacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Menderes Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

MENDERES SULH CEZA MAHKEMESİ: 8.4.2009 gün ve E:2008/206, K:2009/153 sayıyla; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191. maddesinde yapılan değişikliğin, askeri yargı yerince verilen kararın kesinleştiği tarihten sonra olması ve hükmün kesinleşmesinden sonra infaz ile ilgili kararların 5275 sayılı Kanun’un 98/1. maddesi uyarınca hükmü veren mahkeme tarafından değerlendirileceği, bu nedenle görevli mahkemenin askeri yargı yeri olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Bilgin AK, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ’in, katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözü-münde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın askeri yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Yalçın DİLSİZOĞLU’nun davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, sanık T. K.’nin, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce yapılan yargılaması sonucunda, 5237 sayılı Yasa’nın 191/1,62 ve 51. maddeleri uyarınca sonuçta on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 191. maddenin 2,3,4 ve 5. fıkraları uyarınca tedavi altına aldırılmasına, tedavi süresi sonunda bir yıl süre ile denetim altında serbest bırakılmasına, sanıkla ilgilenmek üzere uzman bir rehber görevlendirilerek denetimli serbestlik süresince üçer aylık süreler halinde rapor düzenlenerek mahkemeye gönderilmesine karar verildiği, kararın 23.3.2006 tarihinde kesinleştiği, Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca 12.3.2008 gün ve 2006/448 İlm. sayılı yazı ile, 5237 sayılı Yasa’nın 191/1,2,3,4,5,6 ve 7. maddelerinde lehe hükümler getirildiğinden lehe kanun değerlendirilmesi yapılarak karar verilmesinin istendiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Yasa’nın 5560 sayılı Yasa’yla değişik 231. maddesinin 5. fıkrasında da, “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder” denilmektedir.

Ceza Hukuku ilkelerine göre,  suçtan sonra yürürlüğe giren fail lehine yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu duruma ilişkin hükümler 5252 sayılı Yasa’nın 9. ve 5275 sayılı Yasa’nın 98 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde:

“(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.

(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.

(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”;

5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un, “ Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama” başlığı altında düzenlenen 98. maddesinde:

“Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.”

hükmü yer almıştır.

Açıklanan genel düzenlemeler dışında ayrıca 5728 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesinde de, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza dairesinde bulunan dosyalar hakkında bu Kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, usule aykırılık bulunmadığı takdirde, dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 7 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karar verilir.

Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkumiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

İşbu Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kesinleşmemiş olmakla beraber hükme bağlanmış olan dosyalarda uzlaşma kapsamının genişlediğinden bahisle bozma kararı verilemez”. denilmektedir.

12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik Anayasa’nın 145. Maddesinde, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” hükmü yer almaktadır.

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “Askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Somut olayda, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı, sanığın terhis edildiği açıklanarak, sanık hakkında lehe kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin değerlendirmenin görevli ve yetkili adli mahkeme tarafından yapılmasının hukuka ve mevzuata uygun olacağı belirtilerek görevin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, lehe kanun hükümlerinin saptanması ve uygulama koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine yönelik yargılama faaliyetinin, belirlenen amaçlarla sınırlı ve kendine özgü bir yargılama niteliğinde olduğu, hüküm aşamasında görevli olan mahkemenin, lehe kanun uygulaması nedeniyle hükmün uyarlanmasına ilişkin tali dava sırasında da görevini sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 25.3.2008 gün ve E:2008/308, K:2008/117 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/11

KARAR NO            : 2011/11

KARAR TR             : 02.05.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      :  2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- E. S.

  2- K. Ö.

O L A Y    : Sivas 5. P. Eğt. Tug. P. Er Eğt. Tb. 4. P. Er Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanıklar P. Er E. S. ile K. Ö.’ın, 21.6.2009 günü, yemekhanenin önünde tartışmaya başladıkları, tartışmanın kavgaya dönüştüğü ve etrafta bulunan kişiler tarafından ayırıldıkları, sanıklardan K.Ö. 18.30 - 20.30 saatleri arasında 8 nolu kulede nöbet tutarken, hazır kıt’ada görevli olmasından yararlanarak silahlıktan silahını ve piyade tüfeği şarjörünü alan E. S.’nın 8 nolu nöbet kulübesine giderek K. Ö.’a “çık dışarı lan, çık ortaya nerdesin” şeklinde bağırdığı, havaya bir el ateş ettiği ve olay yerine gelen ani müdahale mangasına teslim olduğu, K. Ö.’ın ise elindeki silahı almak isteyen ani müdahale mangasında görevli P. Er E. A.’ı kurma kolunu çektiği silahını doğrultarak “yaklaşma seni vururum” şeklinde tehdit ettiği, böylece, sanıklardan E. S.’nın silahla tehdit, K. Ö.’ın görevi yaptırmamak için silahla direnme suçlarını işledikleri ileri sürülerek, eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2-a, 265/1,4. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 15.7.2009 gün ve E: 2009/461, K:2009/323 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

5. PİYADE EĞİTİM TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 30.12.2009 gün ve   E: 2009/643, K:2009/646 sayıyla, sanıklara yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında terhis edilmiş olmaları nedeniyle sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

SİVAS 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 25.1.2011 gün ve E:2010/583, K:2011/73 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nun 106. maddesi karşısında, 82,85 ve 90. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturduğu, eylemlerin askeri mahalde gerçekleştiği açıklanarak, yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU,  Yavuz SAYALGI, Y Sezai KARAA, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 02.05.2011 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Nalan CANBAY’ın, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun  yolu,  süresi,  mercii  yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanıklara yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 02.05.2011 günü  OYBİRLİĞİ  İLE  KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS   NO               : 2011/12

KARAR NO            : 2011/12

KARAR TR             : 02.05.2011

(Ceza Bölümü)

Ö Z E T      : Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçu nedeniyle asker ve sivil kişi sanıklar hakkında açılan kamu davasının Adli yargı yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        :K.H.

Maktül       : M. Z. K.

Katılanlar    : 1- M. K.

  2- H. K.

  3- S. Y. 

Sanıklar      : 1-A. K.

                  2-Ö. İ.

  3-V. A.

 

O L A Y    :Hakkari İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli sanıklar J. Bçvş. A. K. ile J. Bçvş. Ö. İ.’in, 9.11.2005 tarihinden itibaren Yüksekova ve Şemdinli İlçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak amacıyla görevlendirildiği, Şemdinli İlçesi Özipek Pasajında bulunan Umut Kitapevini işleten S. Y.’ın PKK terör örgütünün Şemdinli İlçesi kırsalında faaliyet gösteren örgüt mensupları ile irtibatlı olduğu, örgüt mensuplarına malzeme temin ettiği, yardım ve yataklık yaptığı, eylem yapılacak yerler ile ilgili bilgi verdiği, bölgede bulunan örgüt mensuplarının ailelerine yardımcı olduğu, DEHAP ile ilgili bütün faaliyetlerde ön planda olduğu, olay tarihinden önce kurulan Demokratik Toplum Hareketinin Şemdinli’deki kurucu üyeleri arasında yer aldığı, bazı bombalama olaylarına karıştığı şeklinde hakkında teknik takip ve istihbarat bilgilerinin bulunduğu ve Hakkari İl Jandarma Komutanlığı’nca teknik takibe alındığı, 4.11.2005 tarihinde PKK terör örgütü olan Sabri (K) A. K. ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında, Almanya’dan bir paket gönderileceği ve adres olarak Umut Kitapevinin verildiği, bu paketin terör örgütünün dağ kadrosuna gönderileceğinin değerlendirildiği, S. Y. hakkında istihbari faaliyetler ve çalışma yapmak üzere sanıklar A. K. ile Ö. İ.’in görevlendirildiği ve istihbari çalışmalar yapılarak bu kişinin ev ve işyeri krokilerinin çizildiği, PKK terör örgütünün eski bir üyesi olan 2001 yılında çıkarılan JGY:37-8 Haber Elemanlarının Temini, Kullanımı ile Etkinliklerinin Tespiti ve Kontrolü Yönergesine göre aynı Komutanlık tarafından haber elemanı olarak kullanılan sivil kişi sanık V. A. ile birlikte asker kişi sanıklar A. K. ve Ö. İ.’in 9.11.2005 tarihinde saat 11.00 sıralarında, Şemdinli İlçesine geldikleri kendi beyanlarına göre geliş amaçlarının Almanya’dan gelecek olan paket olduğu, aleyhe delillere göre, gerçek amacın 5.8.2005  tarihinde  terör  örgütü  tarafından  Şemdinli  İlçe Jandarma Komutanlığı Askeri Gazino geçişine bomba konulması ve beş askerin şehit olması olayı ile 1.11.2005 tarihinde Askeri Gazinonun diğer tarafındaki  sokağa park edilen otomobil içindeki bombanın patlaması sonucu bir askerin kör olması ve birçok kişinin yaralanması olayının sorumlusu olarak kabul ettikleri S. Y.’a terör örgütünün kullandığı yöntem ile cevap vermek olduğu, sanıkların  araçlarını  A. Ö. isimli kişinin dükkanının önüne park ettikleri sanıklardan V. A.’in araçtan inerek Özipek pasajına girmesinden sonra Umut Kitapevi isimli  işyerine iki ayrı el bombası atıldığı, bombalarının patlaması üzerine M. Z. K.’ın öldüğü, M. K.’ın yaralandığı, olaydan sonra yapılan soruşturma sonucunda, olayın sanıklar tarafından fikir ve irade birliği içinde  gerçekleştirildiği,  tüm  dosya kapsamına göre kamu görevlileri olan sanıklar A. K. ile Ö. İ.’in Terörle Mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde  yasa  dışılığı  meşru  sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek kamu görevlisi olmayan eski bir PKK üyesi sanık V. A’i de yanlarına alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edip S. Y. isimli şahsa zarar vermek veya bu şahsı öldürmek amacıyla olayı gerçekleştirdikleri açıklanıp;

“Güvenlik kuvvetlerimizin hangi şartlarda silâh ve şiddet kullanacağı yasalarımızda ve yönetmeliklerimizde detayı ile açıklanmıştır. PKK veya her hangi bir terör örgütü ile mücadele hukukî yollarla ve gerektiğinde silâh ve şiddet kullanarak yapılacaktır. Terör örgütleri ile hukukî olmayan bir yöntem ile mücadelede halkın devlete olan güveni zamanla sarsılabilir. Bu şekilde mücadele yöntemini benimseyen bir takım oluşumlar zamanla devlet kademesinde yer bulmakta ve yasaların kendilerine tanımadığı yetki ve görevlerle keyfî bir takım eylem ve işlem gerçekleştirmek suretiyle kamuoyunun devlete karşı olan güvenini ve inancını yitirmesine de neden olabilecektir. Sonuçta devlete karşı güvenini ve inancını yitiren halkın görev ve yetkinin yasadışı olarak kullanılması sonucu meydana gelen ihlalleri fiilî olarak protesto ederek sokaklarda gösteriler yapılacak ve kamu düzeni bu şekilde bozulacaktır. Devleti oluşturan unsurlar halk ve bireydir. Kamu düzeninin bu şekilde bozulması şeklen terörle mücadele eder gibi görünen yasadışı bu oluşumların eylemleri sonucu gerçekleşecektir. Kamu görevlilerinin yasaya aykırı olarak yaptığı şiddet ve silâh (bomba) kullanma eylemi açıkladığımız gibi devletin birliğini sağlamaya yönelik bir eylem olmayıp kamu düzeninin bozulmasına, karmaşaya, güvensizliğe neden olarak devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu bombalama eylemi ile Şemdinli halkını provake eden bölücü örgüt yandaşlarının halkı yönlendirdiği, özellikle Bayrağımıza ve Atatürk Büstü’ne saldırıların da gerçekleştiği, gerek ilçede gerekse ülke genelinde tansiyonu yükseltmeyi amaçlayan terör örgütü ve yandaşlarının pek çok yerde toplumsal çatışma yaratmayı hedefledikleri, devamında güvenlik birimlerini tahrik etmek suretiyle özellikle son dönemde insan hakları ve kişisel özgürlüklerin geliştirilmeye çalışıldığı ve güvenlik güçlerimizin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermek için çaba harcadığı, bu ortamı bozdurmak ve devletimizi bazı uluslar arası platformlarda sıkıntıya sokmak eyleminde oldukları, bu şekilde terör örgütü PKK.ya adeta fırsat ve imkân tanınarak prim verilmiş ve bir takım eylemlerin yapılmasına zemin hazırlanmıştır. Bu bombalama olayına ilgili kurum ve kuruluşların müdahale etmesi ve gereğinin yapılmasına fırsat tanınmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurum ve kuruluşlarını hedef alan, mevzuata göre açıkça suç teşkil eden toplumsal eylemlerin ardı ardına işlendiği, bunları yönlendiren ve büyük ihtimalle terör örgütü PKK.nın uzantısı konumundaki kişilere müdahale edilememesi, bu konudaki zafiyeti gösterir şekilde yerel bazı kişilerle irtibata girilerek yardım istenilmesi, belli bir alanın tamamen boşaltılması ve burayı bombalama olayından sonra göstericilerin işgâl etmesi, söz vermelere ve iyi niyetlere bağlı olarak resmî işlemlerin yapılması gibi bir sürece girilmesi, aslında güvenlik güçlerinin alması gereken bazı tedbirleri vatandaşların veya Belediye Başkanına bağlı olduğu söylenen bazı kişilerin alması ve bunlardan yarar umulması terör örgütünün bölgedeki yeni stratejisine yardımcı olmasına katkıda bulunacak bir anlayıştır. Bu olaylar göstermiştir ki bölgedeki halkın kışkırtılması ve galeyana getirilmesi halinde müdahale etmesi  gereken  devlet  kuruluşları  değil  yöredeki  politikacıların  ve  örgütün milis güçlerinin sözleri ve talimatları etkili olacaktır. Bu açıdan açıkladığımız gerekçelerle  09.11.2005  tarihindeki  patlama

olayı ve sonrasında gelişen toplumsal olaylar sonucu ülkenin kamu düzeni ve istikrarı bozulmuştur. Bu gerekçelerle 09.11.2005 günü Şemdinli’de gerçekleştirilen bomba eylemi devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu bombalama olayı ve akabinde yaşanan olaylar bir arada değerlendirildiğinde terör örgütü PKK.nın halk üzerindeki  etkinliğinin  artmasına,  örgütün  kısa  sürede  olayları protesto etmek için binlerce insanı bir araya toplayabilme gücüne kavuşmuş olması gibi imkânlara zemin hazırlanarak terör örgütünün lehine ve istediği sonuçları elde etmesine yönelik bir ortam meydana getirilmiştir” denilerek, bu eylemden sonra bölgede meydana gelen olaylar sonucu ülkenin kamu düzeni ve istikrarının  bozulduğu,  eylemin  devletin  birliğini bozmaya yönelik bir eylem olduğu, böylece, sanıkların devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemde bulunmak, kasten adam öldürmek, kasten adam öldürmeye teşebbüs etmek ve suç işlemek için anlaşmak suçlarını işledikleri ileri sürülüp, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250 ve devamı maddeleri gereğince yargılamalarının yapılarak eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 302/1,3713 sayılı Kanun’un 5, Türk Ceza Kanunu’nun 302/2. maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 82/1-c,35/1, 316/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 3.3.2006 gün ve E: 2006/32, K: 2006/31 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

Van  3. Ağır Ceza Mahkemesi, 19.6.2006 gün ve E: 2006/45, K:2006/74 sayılı kararı ile, savunmasını Baroca görevlendirilen avukat dışında vekalet vermek suretiyle görevlendirdiği avukatının yapmasını istediği için V. A. hakkında açılan davanın tefrik edilerek 2006/116 sayılı esasa kaydedilerek bu esas üzerinden davaya devamına karar verdikten sonra, sanıklar A. K. ile Ö. İ.’in olay tarihinde suç örgütünün üyesi PKK itirafçısı sanık V. A.’le normal iştirak iradesini aşan örgütsel birliktelikle hukuk dışı, keyfi yollarla terörle mücadele etmek olarak kabul edilen amaçla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesi kapsamında oluşturulan silahlı suç örgütünün üyesi olarak ve amaçları doğrultusunda S. Y.’ı öldürmeye karar verip, bu doğrultuda amaçlarını gerçekleştirmek için el bombası kullanmayı planlayarak olayı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle; sanıklar A. K. ile Ö. İ.’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220/2-3,62/1,37/1. maddesi yollamasıyla 82/1-a-c,35/2,62/1,82/2-3(e),61/2,21/2,62/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına, sanık V. A. hakkında ise, tefrik edilen dosyada yargılamaya devam edilerek aynı maddeler uygulanmak suretiyle cezalandırılmasına karar verilmiş, kararların ayrı ayrı temyiz edilmeleri üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce, sanıklara yüklenen eylemlerin terörle mücadele görevleri kapsamında gerçekleştirildiği belirtilerek bölücü terörle mücadele ile ilgili Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün faaliyetlerinin askeri nitelikte olduğu ve askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümlerin saklı tutulduğu CMK’nun 250/3. maddesi hükmü karşısında 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 54. maddesinin “Vatan aleyhinde bir cürüm yapan askeri şahıslar hakkında Türk Ceza Kanununun 125 nciden 145nci maddeye kadar olan maddeleri hükümleri tatbik olunur” hükümlerinin tatbik edileceği gerekçesiyle 353 sayılı Kanun’un 9 ve 12. maddeleri uyarınca davalara bakma görevinin askeri mahkemeye ait olduğu belirtilerek kararlar bozulmuştur.

VAN 3. AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 14.9.2007 gün ve E:2007/189, K:2007/213 sayı ile öncelikle daha önce ayırma kararı verdiği dava dosyalarının birleştirilmesine karar verdikten sonra, bozma ilamında belirtilen hususları tekrar ederek bölücü terörle mücadele ile ilgili Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün faaliyetlerinin askeri nitelikte olması ve askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümlerin saklı tutan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250/3. maddesi hükmü karşısında Askeri Ceza Kanunu’nun 54. maddesi gereğince sanıkların eylemine uygun  5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesi, 353  sayılı  Kanun’un  9  ve 12. maddeleri gereğince yargılama görevinin Askeri Mahkemeye ait olduğu  gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi hükmün onanmasına karar vermiş, dava dosyası, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

JANDARMA ASAYİŞ KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 22.1.2010 gün ve E:2010/52, K:2010/45 sayı ile, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan değişiklik  nedeniyle  sivil  kişi  sanık  V.  A.’in  askeri mahkemede yargılanamayacağı, sanıkların “Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak” suçunu işlediklerine dair hiçbir delil bulunmadığı, yüklenen  eylemlerin sabit görülmesi durumunda, sivil sanık V. A.’in eyleminin “nitelikli kasten adam öldürmeye teşebbüs”, “nitelikli kasten adam öldürme” suçlarını, asker kişi sanıkların eylemlerinin ise bu suçlara azmettirme veya yardım etme suçlarını oluşturabileceği, bu suçların ise askeri bir görev ve hizmetle bağlantılı olarak gerçekleşmemiş olduğu,  bu nedenle 353 sayılı  Kanun’un  12.  maddesi  uyarınca tüm sanıkların yargılamalarının adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle verdiği görevsizlik kararının temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 3. Dairesi’nce hükmün onanmasına karar verilmiş, dava dosyası, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Mehmet MUTLU, Ramazan ÖZKEPİR, Ahmet DURU, Yavuz SAYALGI, Levent BİLGİ’nin, katılımlarıyla yapılan 02.05.2011 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Askeri Yargıtay Başsavcılığınca görevlendirilen Başsavcı Yardımcısı Nalan CANBAY’ın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler  Kanunlarda aksi yazılı  olmadıkça asker kişilerin

askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmiştir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Aynı Yasa’nın “Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde  "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde  eğer  suç  Askeri  Ceza  Kanununda  yazılı  bir  suç  ise  sanıkların  yargılanmaları askeri  mahkemelere;   eğer  suç  Askeri  Ceza  Kanununda  yazılı  olmayan bir suç ise adliye

mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının askeri mahkemede yapılacağı hükme bağlanmıştır.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun, “Vatan aleyhindeki cürümler” başlığı altında düzenlenen 54. maddesinde “Vatan aleyhinde bir cürüm yapan askeri şahıslar hakkında Türk Ceza Kanunun 125 inciden 145 inci maddeye kadar olan maddeleri hükümleri tatbik olunur”; 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Yollamalar” başlığı altında düzenlenen üçüncü maddesi birinci fıkrasında da “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır” denilmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi” başlığı altında düzenlenen 250. maddesinin (1) nolu fıkrasının (c) bendinde, Türk Ceza Kanununda yer alan, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305,318,319,323,324,325 ve 332 nci  maddeler  hariç) dolayısıyla  açılan  davaların,  Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görüleceği belirtilmiş; (3) nolu fıkrasında ise, birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenlerin sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanacakları, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümlerin saklı olduğu düzenlenmiştir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinde “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” denilerek terörün tanımı yapılmış; “Terör Suçları” başlığı altında düzenlenen 3. maddesinde de “26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312,313,314,315  ve  320  nci  maddeleri  ile  310  uncu  maddesinin  birinci  fıkrasında  yazılı suçlar, terör suçlarıdır”; “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde “Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili davalara, 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerinde bakılır” denilmiştir.

Öte yandan, 5918 sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine eklenen ikinci fıkrasında, barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemeleri durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmalarının Cumhuriyet savcılarınca, kovuşturmalarının adli yargı mahkemelerince yapılacağı belirtilmiştir.

3.3.2006 günlü 2006/32 Esas, 2006/31 Karar sayılı iddianamede; A. K. ve Ö. İ.’in terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde yasadışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarında kamu görevlisi olmayan eski bir PKK üyesi V. A. olduğu halde tam bir dayanışma ve işbirliği içersinde hareket edip S. Y. isimli şahsa zarar vermek veya bu şahsı öldürmek amacıyla suç tarihinde olayı gerçekleştirdikleri, terörle mücadele adı altında hukuk dışı bir yapılanma ve anlaşma ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar  oluşturmanın  devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, eylemin kamu düzeninin bozulmasına, karmaşaya, devletin birliğini bozmaya yönelik olduğu iddia edilip sanıklara isnad olunan suçun kapsamı belirtilerek bu nitelemeye göre sanıklar haklarında Türk Ceza Kanunu’nun 302/1,2,316/1,82/1-c,53,63, 3713 sayılı Yasa’nın 5. maddelerinin uygulanması istenilmiştir.

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma kararından sonra, yeniden düzenlenen ve  12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik Anayasa’nın 145. maddesinde “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz denilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davaların adliye mahkemelerinde görüleceği açıktır.

Olayımızda, iddianamede isnad olunan suçun tavsifi yapılarak sanıklar hakkında uygulanması istenilen Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde, devletin birliğine, güvenliğine karşı işlenen suçlar hakkında yaptırım öngörülmüştür.

Buna göre, iddianamedeki olayın anlatımı, sevk maddeleri ile yukarıda anlatılan yasal ve anayasal düzenlemeler birlikte gözetildiğinde, sanıkların kovuşturmalarının adli yargı yerinde yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 14.9.2007 gün ve E:2007/189, K:2007/213 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.05.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO      : 2009/147

KARAR NO : 2010/137

KARAR TR : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : M. T.'a velayeten, kendi namlarına asaleten N. T. ve T. T.

Vekili                  : Av. H. B.

Davalılar             : 1- Milli Savunma Bakanlığı

2- İçişleri Bakanlığı

3- Maliye Bakanlığı

O L A Y             : Davacılar vekili dava dilekçesinde, N. – T.T.'ın oğlu M.T’ın, Işıklar Askeri Lisesi 2. sınıf öğrencisi olduğu sırada KK Orta Dereceli Askeri Okullar Disiplin Yönergesi gereğince 19 Ocak 2006 tarihinde okuldan çıkarıldığını ve askeri öğrencilikle ilişiğinin kesildiğini, N. – T. T.’ın, oğulları M. adına kayıt - kabul sırasında yüklenme senedi tanzim ettiğini, davacıların oğlunun okulla ilişiğinin kesilmesi sebebiyle Işıklar Askeri Lisesi 2. sınıf öğrenciliğinden ayrılması sonrasında bu senede ve senedin dayanağı Yönetmelik hükümlerine göre hazırlanan çok fahiş miktarda tazminat talebinde bulunulduğunu, bu fahiş talebe ilişkin olarak Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2006/292 Esas sayılı dosyası ile menfi tespit davası açıldığını, öğrencinin okulla ilişiğinin kesilmesi sebebiyle yukarıda da belirtildiği gibi okul tarafından yapılan öğrenim giderleri harcamalarının geri ödenmesinin talep edildiğini, davalı tarafça talep edilen öğrenim giderlerinin karşılığının ise 20.373,65YTL olarak tespit edildiğini ve davacılara talep yazısı gönderildiğini, ancak, davacıdan talep edilen bu miktar, "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrenciler veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmelik" çerçevesinde N. – T. T.’ın yüklenici olarak, dava dışı Ü. S.’in ise, müşterek borçlu müteselsil kefil olarak imzaladığı "Yüklenme Senedi" çerçevesinde talep edildiğinden, birtakım Yargıtay kararlarında bu senedin imzalanmış olması sebebiyle talepte bulunulabileceğine ilişkin düzenlemeler bulunduğunun davalı Milli Savunma Bakanlığı tarafından dosyaya ibraz edildiğini, davacılardan talepte bulunulmasına esas olan yüklenme senedinin, 30.5.1949 tarih ve 5401 sayılı Askeri Öğrencilerden Başarı Gösteremeyenler Hakkında Kanun’un 3. maddesi (daha sonra mülga), 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 17, 18, 20 ve 68. maddeleri, yine 1462 sayılı Harp Okulları Kanunu’nun 5. maddesi (daha sonra mülga) ve son olarak 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu’nun 45. maddesi çerçevesince hazırlandığı "Dayanak" başlıklı 3. maddesinde izah edilen yukarıda anılan Yönetmelikteki düzenlemeye uygun olarak hazırlandığını, "Yüklenme Senedi"nin davacılar tarafından Işıklar Askeri Lisesi’ne kayıt yaptırabilmek için zorunlu olarak imzalandığını, 5401 sayılı Kanun’un Yönetmeliğin temelini oluşturduğunu, anılan Kanunun mülga olduğu dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, zira; davacıdan eğitim gideri olarak yapılan masrafların yasal faizi ile tahsil imkanının kanuni bir düzenleme olarak zaten bulunduğunu, ancak bunun yolunun belirtildiği iş bu Yönetmeliğin, kanuni dayanağından yoksun kalmasının ötesinde kapsamını çok aşmış bir şekilde düzenlendiğini, bu Yönetmeliğe dayanarak davacıdan talep edilen miktarların çok fahiş, dayanaksız, usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrenciler veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmelik" in kül halinde iptali istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 17.12.2008 gün ve E:2008/32, K:2008/1265 sayı ile, davacılar vekili 24.12.2007 tarihinde AYİM'de kayda geçen dava dilekçesinde ve savunmaya karşı cevap dilekçesinde özetle; davacıların oğulları M. T.’ın, lşıklar Askeri Lisesi 2. sınıf öğrencisi olduğu sırada K.K.K. Orta Dereceli Askeri Okullar Disiplin Yönergesi hükümlerine göre 19 Ocak 2006 tarihinde okuldan çıkartıldığını, okula kayıt esnasında kendilerine imzalattırılan yüklenme senedi uyarınca fahiş miktarda tazminat talep edildiğini, bu miktarın fahiş olduğunun tespiti maksadıyla Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde menfi tespit davası açtıklarını, söz konusu yüklenme senedinin istenme nedeni olan Yönetmeliğin dayanağı 5401 sayılı Kanun’un yürürlükten kalktığını, aynı Yönetmeliğin dayanak olarak kabul ettiği 1462 sayılı Harp Okulları Kanunu’nun 5. maddesinin de yürürlükten kalktığını, 926 sayılı Kanun’da yüklenme senedi alınacağına dair bir hüküm bulunmadığını, bu nedenle yasal dayanağı bulunmayan Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrenciler veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin kül halinde iptaline karar verilmesini talep ve dava ettiği, dosyada mevcut bilgi ve belgelerden; davacıların oğlu M. T.'ın Işıklar Askeri Lisesi 2. sınıf öğrencisi iken K.K.K. Orta Dereceli Askeri Okullar Disiplin Yönergesi’nin 9. Bölüm 2/A maddesi gereğince 19.1.2006 tarihinde okuldan çıkarıldığı, davacının okuldan çıkarılması sonrası "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi DüzenIenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrenciler veya KefiIlerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmelik" kapsamında davacıların oğluna yapılan masrafların karşılığı olarak 20.373,65 YTL borcun çıkarıldığı ve bu borcun 1.373,65 YTL’sinin 19.1.2006 tarihinde davacılar tarafından ödendiği, davacı N. T.’ın taksitle ödeme talebinin Bursa Defterdarlığı’nın 8.2.2006 tarihli yazısı ile Maliye Bakanlığı’na ulaştırıldığı, davacıların vekilleri aracılığı ile borcun miktarının tespiti talebi ile 5.10.2006 tarihli yazı ile Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtıkları, Mahkemenin 25.12.2007 gün ve E:2006/292, K:2007/422 sayılı hükmü ile davayı ­reddettiği, bu karardan önce davacılar vekilince 24.12.2007 tarihinde AYİM kaydına giren dava dilekçesiyle, bu işlemin dayanağı olan Yönetmeliğin kül halinde iptali istemiyle iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’na göre, davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığının ilk inceleme sırasında davanın esasına girilmeden incelenecek hususlar arasında sayıldığı, zira; görevin kamu düzeni ile ilgili olup, davanın her safhasında dikkate alınmasının hukuk alanında ihtilafsız kabul edilen bir keyfiyet olduğu, bu nedenle, işin esasına girilmeden davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığı hususunun incelendiği, Anayasa’nın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevleri, üyelerinin seçimi ve özlük hakları, kuruluşu, işleyişi ile yargılama usullerine ilişkin 157. maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz" hükmünün bulunduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerini belirleyen 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 2508 sayılı Kanun’la değişik 20. maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün, aynı Kanunun “İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 21. maddesinde de, 20. maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemden dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde çözümlenip karar bağlanacağı hükmünün yer aldığı, Anayasa’nın ve 1602 sayılı Kanun’un bu hükümleri karşısında, bir davaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde bakılabilmesi için; idari işlemin bir asker kişi göz önünde tutularak tesis edilmesi veya idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş olması, yahut uyuşmazlığın askerlik yükümlülüğünden doğmuş olması ve dava konusu idari işlem ve eylemin askeri hizmete ilişkin bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiği, açıklanan mevzuat çerçevesinde dava konusu işlem incelendiğinde; iptali istenen Yönetmeliğin, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı tarafından yürütüldüğü, özü itibariyle askeri okullardan çıktıklarından/çıkartıldıklarından askeri öğrenci dolayısıyla "asker kişi" sıfatı kalmayan sivil şahısların, yüklenme senedine uygun olarak kendilerine yapılan harcamaların tahsiline yönelik olduğu, bu anlamda "askeri hizmete ilişkin olma" şartının da gerçekleşmediği, anılan Yönetmeliğin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların da adliye mahkemelerinde çözümlendiği göz önünde bulundurulduğunda (U.M.; 12.11.2001/63 E, 2001/74 K), Yönetmeliğin kül halinde tamamının iptali istemli davanın görülmesi ve çözüm yerinin AYİM olmadığı, genel idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Davacılar vekili, bu kez, aynı istemle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ; 23.3.2009 gün ve E:2009/1257, K:2009/1991 sayı ile, davanın; Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksekokullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin iptali istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece Mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranamayacağının belirtildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Yasası’nın değişik 20. maddesinin 1. fıkrasında da aynı hükmün yer aldığı, yukarıda açıklanan Anayasa ve Yasa kurallarına göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişileri ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, dava konusu olayda, davacının çocuğunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı Işıklar Askeri Lisesi’nde öğrenci iken okuldan ayrılması sonucu askeri öğrenciliği döneminde yapılan öğrenim masraflarının tahsil edileceğinin bildirilmesi üzerine, bu bireysel işlem ile işlemin dayanağı olan Yönetmeliğin konuyla ilgili hükümlerinin iptalinin istendiğinin görüldüğü, bu durumda, dava konusu Yönetmeliğin, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde öngörülen asker kişiyi ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin bulunma koşullarını birlikte taşıdığı sonucuna varıldığından, davanın görüm ve çözümünde görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; genel idari ve askeri idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, genel idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Danıştay’ca 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Mahkememize gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça, askeri idari yargı dosyası da ilgili Mahkemesinden getirtilmiş olup, sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, genel idari ve askeri idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada askeri idari yargının, AYİM Savcısı Yasin TEKAKÇA’nın davada genel idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz”; 21. maddesinin birinci fıkrasında ise, “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır” denilmiştir.

Bu düzenlemelere göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin amacı; askeri okullara alınan öğrenciler ile Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler için düzenlenecek olan yüklenme ve kefalet senedi ile bu okullardan başarısızlık, disiplinsizlik ve benzeri diğer sebeplerle ayrılacak öğrencilere Devletçe yapılan harcamaların karşılığı olarak tesbit edilecek tazminatın hesaplanmasında uygulanacak esasları belirlemektir”; “Kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Bu Yönetmelik hükümleri her derecedeki askeri okullarda ve Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler ile bu okullardan ayrılan öğrencileri, bunların kefillerini ve velilerini kapsar” denilmiştir.

Buna göre; bu Yönetmelik hükümlerinin her derecedeki askeri okullarda ve Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler ile bu okullardan ayrılan öğrencileri, bunların kefillerini ve velilerini kapsadığı, davacılardan M. T.’ın askeri öğrencilikle ilişiği kesilmiş olmakla birlikte 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu Yönetmeliğin asker kişiyi ilgilendirdiği; diğer davacıların ise, M. T.’ın anne ve babası olmaları gözetildiğinde, anılan Yönetmeliğin bu kişilere de uygulanacağı kuşkusuzdur.

Dava konusu Yönetmeliğin iptalinin istenilmesi nedeniyle anılan Yönetmeliğin askeri hizmete ilişkin düzenlemeleri içerip içermediğine gelince:

Yönetmelikteki düzenlemeler, özünde asker sayılan askeri öğrencilere yönelik bulunduğundan, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin bir düzenleme niteliği taşıdığı anlaşılmıştır.

Belirtilen durum karşısında, anılan Yönetmeliğin iptaline ilişkin açılan davada, Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünün askeri idari yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nin 17.12.2008 gün ve E:2008/32, K:2008/1265 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2009/181

KARAR NO     : 2010/138

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T : Bireysel işlem yönünden, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ; Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : E. A. – S. A.

Vekilleri              : Av. V. G. D. - Av. F. B.

Davalı                 : Milli Savunma Bakanlığı

O L A Y : Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hava Harp Okulu Komutanlığı’nın 27.8.2008 gün ve PER:1900-14003-08 sayılı yazısında, 4 Ağustos 2008 tarihinde kendilerine ulaşan ilgi dilekçenin detaylı olarak incelendiği, yürürlükteki mevzuat (Hava Harp Okulu Kanunu ve Askeri Okullardan Ayrılacak Öğrencilere Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmelik) ve E. A. ile velisi Ş. A. tarafından imzalanan yüklenme senedi gereğince borcunun olmadığına ilişkin herhangi bir karar almalarının söz konusu olmadığı, personel ve amortisman giderlerinin de mevzuat uyarınca hesaplanmak durumunda olduğu, personel ve amortisman giderlerinin ne şekilde hesaplandığı hususunun da ekteki yazıda açıklandığı belirtilmiştir.

Davacılar vekili dava dilekçesinde, E.A.’ın, Maltepe Askeri Lisesi’nde 2002-2006 yılları arasında öğrenim gördükten sonra Hava Harp Okulu'nda öğrenimine 1.9.2006 tarihinde başladığını ve 29.8.2007 tarihinde okuldan çıkarıldığını, 10 Ocak 2008 tarihli ve PER.:0907-579-08/2008/579 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısı ile, S. A.'a Devletçe yapılan masrafların ödettirilmesine ilişkin bilgi verildiğini, 18 Ocak 2008 tarihli ve MLY.:1000-14-08/25 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, E. A.'a Hazine alacağının faizi ile birlikte tebliğ tarihinden itibaren en geç 10 gün içinde ödenmesi ve ödenmediği takdirde cebren tahsil yoluna gidileceğinin bildirildiğini, E. A.’ın, 30 Ocak 2008 tarihli dilekçesiyle, maddi zorluk içinde olduğundan taksitlendirme ve aynı zamanda personel ve amortisman giderlerinin nasıl tespit edildiği konusunda bilgi verilmesi talebinde bulunduğunu, 18 Şubat 2008 tarihli ve MLY.:1000-43-08/90 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, talep edilen taksitlendirme isteğinin MSB Başhukuk Müşavirliği ve Davalar Daire Başkanlığına görüş alınmak üzere gönderilmiş olduğu bilgisinin verildiğini, aynı yazıda, Hazine alacağının oluşmasında kullanılan personel giderlerinin; Hava Harp Okulu Komutanlığı'nda görev yapan tüm personele ödenen maaşların toplam öğrenci sayısına bölünmesiyle ve amortisman giderlerinin; Hava Harp Okulu Komutanlığı'nda öğrenim görülen dönem içerisinde demirbaşlarda yapılan tamirat ve bakımların toplam öğrenci sayısına bölünmesiyle bulunduğu şeklinde açıklama yapılarak personel ve amortisman giderlerinin nasıl hesaplandığı konusunda bilgi verildiğini, davacılar adına Hava Harp Okulu Komutanlığı'na yaptıkları başvuruyla, davacıların yüklenme ve kefalet senetlerinden dolayı hiçbir borcunun olmadığına ilişkin bir idari karar alınması; bu talebin reddedilmesi halinde ise personel ve amortisman giderlerinin tespitinde kanun ve yönetmeliğe aykırı şekilde hesaplanan tahsil işleminin hukuka aykırı olması nedeniyle bu giderlerin iptal edilerek yeniden hesaplama yapılmasının ve bu talebin reddedilmesi halinde ise Hava Harp Okulu Komutanlığı tarafından E. A.’a doğrudan yapılan personel ve amortisman giderlerinin ayrıştırılarak saptanmasının talep edildiği, 27 Ağustos 2008 tarihli ve PER.:1900-14003-08 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, yürürlükteki mevzuat ve yüklenme senedi gereğince borcun olmadığına ilişkin herhangi bir karar alınmasının mümkün olmadığı ve personel ve amortisman giderlerinin mevzuat uyarınca hesaplandığı belirtilerek taleplerinin reddedildiğini ileri sürerek açıkça hukuka aykırı ve keyfi olarak hesaplanan personel ve amortisman giderlerinin hukuka uygun olarak yeniden hesaplanmasına ilişkin taleplerinin reddine ilişkin Hava Harp Okulu Komutanlığı'nın 27 Ağustos 2008 tarihli ve PER: 1900-14003-08 sayılı işleminin iptal edilmesine ve neticeten personel ve amortisman giderlerinin hukuka uygun olarak yeniden hesaplanmasına; davacılar aleyhine idari işlem yapılmasına sebebiyet veren "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin” 7 ve 10. maddeleri ile Örnek-1 yüklenme senedinde ve Örnek-2'de yer alan gider kalemlerinden başta personel ve amortisman giderleri olmak üzere gider kalemlerinin nasıl hesaplanacağı açık bir şekilde düzenlenmediğinden, ilgili düzenlemelerin iptaline karar verilmesi istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 7.1.2009 gün ve E:2008/1285, K:2009/15 sayı ile, davacılar vekilleri, 19.9.2008 tarihinde AYİM'de kayda geçen dava dilekçesi ile 4.11.2008 tarihinde AYİM'de kayda geçen yenileme dilekçesinin AYİM 2. Dairesi’nce reddi üzerine 19.12.2008 tarihinde AYİM'de kayda geçen ikinci yenileme dilekçesinde özetle; davacılardan E. A.'ın 2002-2006 yılları arasında Maltepe Askeri Lisesi'nde öğrenim gördükten sonra 1.9.2006 tarihinde Hava Harp Okulu’nda öğrenime başladığını ve 29.8.2007 tarihinde okuldan çıkarıldığını, 18.1.2008 tarihli, MLY.:1000-14/25 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, davacı E. A.'a Hazine alacağının faizi ile birlikte tebliğ tarihinden itibaren en geç 10 gün içinde ödenmesi ve ödenmediği takdirde cebren tahsil yoluna gidileceğinin bildirildiğini, davacı E. A.'ın 30.1.2008 tarihli dilekçesiyle, maddi zorluk içinde olduğundan taksitlendirme ve aynı zamanda personel ve amortisman giderlerinin nasıl tespit edildiği konusunda bilgi verilmesi talebinde bulunduğunu, 18.2.2008 tarihli ve MLY.:1000-43-08/90 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, talep edilen taksitlendirme isteğinin MSB Baş Hukuk Müşavirliği ve Davalar Daire Başkanlığına görüş alınmak üzere gönderilmiş olduğu bilgisinin verildiğini, aynı yazıda, Hazine alacağının oluşmasında kullanılan personel giderlerinin, Hava Harp Okulu Komutanlığı'nda görev yapan tüm personele ödenen maaşların toplam öğrenci sayısına bölünmesiyle ve amortisman giderlerinin, Hava Harp Okulu Komutanlığı’nda öğrenim görülen dönem içerisinde demirbaşlarda yapılan tamirat ve bakımların toplam öğrenci sayısına bölünmesiyle bulunduğu şeklinde açıklama yapılarak personel ve amortisman giderlerinin nasıl hesaplandığı konusunda bilgi verildiğini, davacının adına Hava Harp Okulu Komutanlığı'na yaptıkları başvuruyla, davacıların yüklenme ve kefalet senetlerinden dolayı hiçbir borcunun olmadığına ilişkin bir idari karar alınması, bu talebin reddedilmesi halinde ise personel ve amortisman giderlerinin tespitinde, kanun ve yönetmeliğe aykırı şekilde hesaplanması sebebiyle, tahsil işleminin hukuka aykırı olması nedeniyle bu giderlerin iptal edilerek yeniden hesaplama yapılmasını ve bu talebin reddedilmesi halinde ise Hava Harp Okulu Komutanlığı tarafından davacılardan E. A'a doğrudan yapılan personel ve amortisman giderlerinin ayrıştırılarak saptanmasını talep ettiklerini, 27.8.2008 tarihli, PER.:1900-14003-08 sayılı Hava Harp Okulu Komutanlığı yazısında, yürürlükteki mevzuat ve yüklenme senedi gereğince borcun olmadığına ilişkin herhangi bir karar alınmasının mümkün olmadığı ve personel ve amortisman giderlerinin mevzuat uyarınca hesaplandığı belirtilerek taleplerinin hepsinin reddedildiğini, bunun üzerine işbu iptal davasının açılması zorunluluğunun doğduğunu, açıkça hukuka aykırı ve keyfi olarak hesaplanan personel ve amortisman giderlerinin hukuka uygun olarak yeniden hesaplanmasına ilişkin taleplerinin reddine ilişkin Hava Harp Okulu Komutanlığı işleminin iptal edilmesi ve neticeten personel ve amortisman giderlerinin hukuka uygun olarak yeniden hesaplanması gerektiği, ayrıca davacılar aleyhine idari işlem yapılmasına sebebiyet veren "Askeri Okullara AIınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin" 7 ve 10. maddeleri ile Örnek-1 yüklenme senedinde ve Örnek-2'de yer alan gider kalemlerinden başta personel ve amortisman giderleri olmak üzere hesaplanmasının açıkça tespit edilmemesinin Günışığında Yönetim ilkelerine aykırı olduğundan, belirtilen düzenlemelerin evleviyetle iptalinin gerektiğini belirterek, davacılar aleyhine idari işlem yapılmasına sebebiyet veren "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin" 7 ve 10. maddeleri ile Örnek-1 yüklenme senedinde ve Örnek-2'de yer alan gider kalemlerinden başta personel ve amortisman giderleri olmak üzere gider kalemlerinin nasıl hesaplanacağı açık bir şekilde düzenlenmediğinden ilgili düzenlemelerin iptaline, açıkça hukuka aykırı ve keyfi olarak hesaplanan personel ve amortisman giderlerinin yukarıda belirtilen gerekçelerle hukuka uygun olarak yeniden hesaplanmasına ilişkin taleplerinin reddine ilişkin Hava Harp Okulu Komutanlığı'nın 27.8.2008 tarihli ve PER.:1900-14003-08 sayılı işleminin iptal edilmesine ve neticeten personel ve amortisman giderlerinin hukuka uygun olarak yeniden hesaplanmasına ve yürütmenin durdurularak davacılar aleyhine yapılan tazminat takibinin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava ettikleri, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’na göre, davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığının ilk inceleme sırasında davanın esasına girilmeden incelenecek hususlar arasında sayıldığı, zira; görevin kamu düzeni ile ilgili olup, davanın her safhasında dikkate alınmasının hukuk alanında ihtilafsız kabul edilen bir keyfiyet olduğu, bu nedenle, işin esasına girilmeden davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığı hususunun incelendiği, Anayasa’nın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevleri, üyelerinin seçimi ve özlük hakları, kuruIuşu, işleyişi ile yargılama usullerine ilişkin 157. maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmünün bulunduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerini belirleyen 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 2508 sayılı Kanun’la değişik 20. maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu kanun uygulanmasında asker kişiden maksat, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün, aynı Kanunun “İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 21. maddesinde de, 20. maddesinde belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemden dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde çözümlenip karara bağlanacağı hükmünün yer aldığı, Anayasa’nın ve 1602 sayılı Kanun’un bu hükümleri karşısında bir davaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde bakılabilmesi için; idari işlemin bir asker kişi gözönünde tutularak tesis edilmesi veya idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş olması, yahut uyuşmazlığın askerlik yükümlülüğünden doğmuş olması ve dava konusu idari işlem ve eylemin askeri hizmete ilişkin bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiği, açıklanan mevzuat çerçevesinde dava konusu işlemler incelendiğinde; Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin 7, 10. maddeleri ile Örnek-1 yüklenme senedinin ve Örnek-2'de yer alan gider kalemlerinden personel ve amortisman giderlerinin iptali istemi yönünden; iptali istenen Yönetmeliğin, MiIIi Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı tarafından yürütüldüğü, özü itibariyle askeri okullardan çıktıklarından/çıkartıldıklarından askeri öğrenci, dolayısıyla “asker kişi” sıfatı kalmayan sivil şahısların, yüklenme senedine uygun olarak kendilerine yapılan harcamaların tahsiline yönelik olduğu, bu anlamda “askeri hizmete ilişkin olma” şartının da gerçekleşmediği, anılan Yönetmeliğin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların da adliye mahkemelerinde çözümlendiği göz önünde bulundurulduğunda (U.M.,12.11.2001/63 E., 2001/74 K.) Yönetmeliğin anılan maddelerinin iptali istemli davanın görülmesi ve çözüm yerinin AYİM olmadığı, genel idari yargı yerinin görevli olduğu, dava konusu öğrenim giderlerinin yeniden hesaplanması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali yönünden; öğrenim giderlerinin hesaplanması ve tahsili işleminin özel hukuk ilişkisinden doğan bir alacak borç ilişkisi olduğu ve davacılar ile davalı idare tarafından düzenlenen "Yüklenme Senedi" ve "Kefalet Senedi'ne dayandığı, düzenlenen bu Yüklenme ve Kefalet Senedinden çıkacak ihtilaflarda Ankara Mahkemeleri ile İcra Dairelerinin yetkili olduğunun belirtildiği, buna göre davacıların bu talebi yönünden görevli mahkemenin AYİM değil, adliye mahkemeleri olduğu sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Davacılar vekili, bu kez, aynı istemle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ; 16.3.2009 gün ve E:2009/1779, K:2009/1858 sayı ile, davanın; Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksekokullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin 7. ve 10. maddeleri ile Örnek -1 yüklenme senedinde ve Örnek-2 de yer alan gider kalemlerinden personel ve amortisman gideri ile yeniden maliyet hesabı yapılması istemiyle yapılan başvuruların reddine ilişkin Hava Harp Okulu Komutanlığı işlemlerinin iptali istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranamayacağının belirtildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Yasası’nın değişik 20. maddesinin 1. fıkrasında da aynı hükmün yer aldığı, yukarıda açıklanan Anayasa ve Yasa kurallarına göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişileri ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, dava konusu olayda, Hava Harp Okulu’nda öğrenci iken okuldan ayrılan E. A.'ın askeri öğrenciliği döneminde yapılan öğrenim masraflarının tahsil edileceğinin bildirilmesi üzerine adı geçen ve kefili tarafından hesaplama şekline yapılan itirazın reddi nedeniyle, bireysel işlem ile işlemin dayanağı olan Yönetmeliğin konuyla ilgili hükümlerinin iptalinin istendiğinin görüldüğü, bu durumda, dava konusu Yönetmeliğin, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde öngörülen asker kişiyi ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin bulunma koşullarını birlikte taşıdığı sonucuna varıldığından, davanın görüm ve çözümünde görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; genel idari ve askeri idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde Yönetmelik iptali yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, genel idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Danıştay’ca 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Mahkememize gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça, askeri idari yargı dosyası da ilgili Mahkemesinden getirtilmiş olup, sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, genel idari ve askeri idari yargı yerleri arasında Yönetmelik iptali yönünden doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, bireysel işlem yönünden, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği; Yönetmelik iptali yönünden, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın bireysel işlem yönünden, başvurunun reddi gerektiği; Yönetmelik iptali yönünden, davada askeri idari yargının görevli olduğu, AYİM Savcısı Yasin TEKAKÇA’nın bireysel işlem yönünden, başvurunun reddi gerektiği; Yönetmelik iptali yönünden, davada genel idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Hava Harp Okulu Komutanlığı'nın 27 Ağustos 2008 tarihli ve PER: 1900-14003-08 sayılı işleminin ve Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin 7 ve 10. maddeleri ile Örnek-1 yüklenme senedinde ve Örnek-2'de yer alan gider kalemlerinden başta personel ve amortisman giderleri olmak üzere gider kalemleriyle ilgili düzenlemelerin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İptali istenilen bireysel işlem yönünden konu incelendiğinde:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne yer verilmiştir.

Açılan bir davada bir yargı merciinin görevsizlik kararı vermesinden sonra görevli olduğu işaret edilen yargı merciine bu davanın intikali üzerine, bu yargı merciince de görevsizlik kararı verilerek daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğuna işaret edilmesi halinde doğan olumsuz görev uyuşmazlığı nedeniyle tarafları, sebebi ve konusu aynı olan bir davaya bakacak mahkeme bulunmadığından, anılan Yasanın 14. maddesine göre yapılacak başvuru üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli yargı merci belirtilmek suretiyle davanın esasının incelenebilmesi olanaklı hale gelecektir.

Olayda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nce verilen görevsizlik kararında, bireysel işlem yönünden adli yargının görevli olduğuna işaret edildiği halde Yönetmelikle birlikte bireysel işlemin iptali istemiyle genel idari yargı yerinde dava açıldığı, Danıştay Sekizinci Dairesi’nce, davanın görüm ve çözümünde görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği; davacı vekili tarafından, söz konusu kararlar nedeniyle doğduğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.

Oysa, AYİM İkinci Dairesi’nin görevli olduğuna işaret ettiği adli yargı yerine açılmış bir dava ve bu dava sonucunda daha önce görevsizlik kararları veren yargı mercilerinin görevli olduğu yolunda verilmiş bir görevsizlik kararı olmadığına göre, olayda davaya bakacak bir mahkeme kalmadığından söz edilemez. Başka bir ifadeyle, davacının, AYİM İkinci Dairesi’nce verilen görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerinde dava açması gerekirdi.

Bu durumda, askeri idari yargı yeri tarafından, davada üçüncü bir yargı mercii olan adli yargı yerinin görevli olduğuna işaret edilerek görevsizlik kararı verilmiş olması karşısında, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan söz etmek olanaksızdır.

İptali istenilen Yönetmelik yönünden konu incelendiğinde:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz”; 21. maddesinin birinci fıkrasında ise, “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır” denilmiştir.

Bu düzenlemelere göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte ve Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Çeşitli Sebeplerle Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmeliğin “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin amacı; askeri okullara alınan öğrenciler ile Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler için düzenlenecek olan yüklenme ve kefalet senedi ile bu okullardan başarısızlık, disiplinsizlik ve benzeri diğer sebeplerle ayrılacak öğrencilere Devletçe yapılan harcamaların karşılığı olarak tesbit edilecek tazminatın hesaplanmasında uygulanacak esasları belirlemektir”; “Kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Bu Yönetmelik hükümleri her derecedeki askeri okullarda ve Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler ile bu okullardan ayrılan öğrencileri, bunların kefillerini ve velilerini kapsar” denilmiştir.

Buna göre; bu Yönetmelik hükümlerinin her derecedeki askeri okullarda ve Silâhlı Kuvvetler hesabına fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrenciler ile bu okullardan ayrılan öğrencileri, bunların kefillerini ve velilerini kapsadığı, davacılardan Erhan Acar’ın askeri öğrencilikle ilişiği kesilmiş olmakla birlikte 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu Yönetmeliğin asker kişiyi ilgilendirdiği; diğer davacının ise, Erhan Acar’ın kefili olması gözetildiğinde, anılan Yönetmeliğin bu kişiye de uygulanacağı kuşkusuzdur.

Dava konusu Yönetmeliğin iptalinin istenilmesi nedeniyle anılan Yönetmeliğin askeri hizmete ilişkin düzenlemeleri içerip içermediğine gelince:

Yönetmelikteki düzenlemeler, özünde asker sayılan askeri öğrencilere yönelik bulunduğundan, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin bir düzenleme niteliği taşıdığı anlaşılmıştır.

Belirtilen durum karşısında, anılan Yönetmeliğin iptaline ilişkin açılan davada, Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünün askeri idari yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” hükmünü taşımakta olup, yukarıda açıklanan nedenlerle, bireysel işlem yönünden, yöntemine uymayan başvurunun anılan 27. madde uyarınca reddi; Yönetmelik iptali yönünden, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Bireysel işlem yönünden, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE; Yönetmelik iptali yönünden, davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nin 7.1.2009 gün ve E:2008/1285, K:2009/15 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/8

KARAR NO     : 2010/139

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Görev dönüşünde, içinde bulunduğu askeri aracın şarampole yuvarlanması nedeniyle yaralanan askerin, maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözüm­lenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. K.

Vekili                  : Av. A. A.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı

Vekili                  : Av. G. B.

O L A Y             : 11.05.2007 tarihinde Başkale İlçesi, Koç Dağı kırsalında yapılan operasyonel faaliyetin bitimine müteakip Van J.Komd.Özl.Hrk.Tb.K.lığına dönüş için araçla intikale başlanılmış; araçla seyir halinde iken, Van-Gürpınar karayolunun 13. kilometresinde, havanın yağışlı ve zeminin kaygan olmasından dolayı J.Ulş. Er S. K.'nın sevk ve idaresindeki, Van İl J.K.lığına ait 765212 plakalı askeri aracın kontrol ve hakimiyetini kaybetmesi sonrasında kayarak sağ şeritten sol şeride geçmesi ve akabinde yoldan çıkarak sol şarampole yuvarlanması sonucu, araçta bulunan Van J.Komd.Özl.Hrk.Tb.K.lığı emrinde görev yapan Davacı J.Uzm.Çvş M. K. yaralanmıştır.

Davacı vekili, İçişleri Bakanlığının oluşan kaza sebebiyle sorumlu olduğunu, müvekkillinin kaza yapan araçta görevli (yolcu) olarak bulunması nedeniyle hiçbir kusurunun bulunmadığını, müvekkilinin kaza sonucu % 14 sürekli özürlü kalacak şekilde yaralanması sonucu çok üzüldüğünü ve derin ruhsal çöküntü yaşadığını, kaza öncesi hiçbir sağlık problemi olmayan müvekkilinin kaza sonrası eski hayatına dönme ihtimalinin çok zayıfladığını, çalışma gücünü geri kazanamayacağını ileri sürerek, sonuçta; 88.000.00YTL maddi ve 50.000.00 YTL manevi tazminatın, kaza tarihi olan 11.05.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 18. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 11.02.2009 günlü celsesinde E:2008/365 sayı ile, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresinde verilen ancak “Danıştay Başsavcılığına” hitaplı dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri Danıştay Başsavcılığına gönderilmiş, Başsavcılık tarafından talepler arasındaki çelişkinin giderilmesi ve “uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makamın kim olduğu tespit edilerek dosyanın bu makama gönderilmesinin temini için” dosyanın iade edilmesi üzerine; Davalı idare vekilince, sehven Danıştay Başsavcılığına gönderilmek üzere dilekçe verildiği, davalarında görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu belirtilmiş ve dilekçe ve ekleri bu kez AYİM Başsavcılığına gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20’inci ve 21 'inci maddelerine yer verdikten sonra; Anayasanın, Askeri Yüksek idare Mahkemesi başlıklı 157'inci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20'inci ve 21 'inci maddelerine göre, uyuşmazlık konusunun Askeri idari Yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; davacının 1602 sayılı AYiM. Kanununun 20'inci maddesi 2'inci fıkrası gereğince asker kişi sayıldığı, bu nedenle dava konusunun asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız olduğu; diğer koşulun ise davaya konu idari işlemin veya eylemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin veya eylemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin veya eylemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem veya eylem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğu, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler ya da eylemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem ya da eylemler olduğu; tüm bu hususlar nazara alındığında, dava konusu eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığı irdelendiğinde; davacının, Van il Jandarma K.lığına ait askeri araç ile seyir halinde bulunduğu sırada "askeri aracın kaza yapması" sonucu sakatlandığı ve askeri araç şoförünün dikkatsizliği nedeniyle meydana gelen kazada idarenin hizmet kusuru içerisinde bulunduğunun anlaşıldığı; ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 106’ncı, 85'inci ve 86'ıncı maddelerinden bahisle; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, esasen 85'inci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu; belirtilen hükümler çerçevesinde, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu; olayda, askeri bir hizmetin yerine getirilmesi sırasında bu hizmet için tahsis edilen aracın, trafik kazası yapmasına bağlı olarak, araçtaki görevli erin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların tazmin edilmesi istenildiğine göre; zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunduğu; yapılan bu açıklamalara göre; dava konusu olayda Anayasanın 157'inci ve 1602 sayılı AYİM Kanununun 20'inci maddesinde öngörülen idari eylemin "askeri kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görevli olduğunun değerlendirildiği, (Uyuşmazlık Mahkemesinin, benzer konulardaki 24.06.2002 gün ve 2002/36 Esas, 2002/28 Karar numaralı; 03.04.2001 gün ve 2000/20 Esas, 200/47 Karar numaralı kararlarının da bu yönde olduğu) gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve davada Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin, görevli olduğuna dair 11.02.2009 tarih ve E.2008/365 sayılı kararının kaldırılmasına, karar verilmesini istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinde açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zarardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal bulunduğu, nitekim anılan Yasa’da 85. madde dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, Anayasa’nın 125. ve 2577 sayılı İYUK.’nun 2/1-b. maddelerine göre açılan tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, olayda askeri aracının tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan askerin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre görüm ve çözümünde Anayasanın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddeleri hükümlerine göre AYİM’in görevli bulunduğu açık olduğundan, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/365 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Davalı İdare vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı tarafından uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile AYİM Savcısı Murat GÜNDOĞAN’ın davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, operasyonel faaliyetin bitimine müteakip birliğine dönüş sırasında içinde bulunduğu askeri aracın kaza yapması sonucunda yaralanan J.Uzm.Çvş. rütbeli davacının, uğradığı maddi kayıp, üzüntü ve derin ruhsal çöküntüye karşılık 88.000.00 YTL maddi ve 50.000.00 TL manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.”hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde de, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmü yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında, araçta görevli bulunan J.Uzm.Çvş. rütbeli davacının yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile davalı İdare vekilinin GÖREV İTİRAZININ Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce REDDİNE İLİŞKİN 11.02.2009 gün ve E:2008/365 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/10

KARAR NO     : 2010/141

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : GFC General Finans Menkul Değerler A.Ş.

Vekili                  : Av. G. F.

Davalı                 : Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili                  : Av. Ç. E.

O L A Y             : Davacı şirkete; Glenhazel Ltd. adına açılmış olan hesaptan, hakkında borsalar ve teşkilatlanmış diğer piyasalarda işlem yapma yasağı getirilmiş olan M. T. G.'nun Lio Yağ San. ve Tic. A.Ş. hisse senedinde işlem yapmasına imkan tanındığı nedeniyle, Sermaye Piyasası Kurulu Karar Organı’nın 29.11.2007 tarih ve 44/1175 sayılı kararı ile, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca 50.000.-YTL idari para cezası verilmiş ve durum Yatırımcıları Koruma Fonuna ait 13.12.2007 tarih ve F.4/1558-1615 sayılı yazı ile davacıya bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İSTANBUL 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.04.2008 gün ve D.İş No: 2008/7, D.İş Karar No: 2008/40 sayı ile, itiraz eden hakkında Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A maddesi uyarınca, idari para cezalarına dair yönetmelik hükümleri çerçevesinde verilen idari para cezası ile ilgili olarak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi T.C. Anayasa Mahkemesi'nin, 01/03/2006 tarih ve E.2005/108, K.2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği, Kurul tarafından SPK 47/A maddesine dayanılarak tesis edilen idari para cezalarının anılan iptal kararı kapsamında olduğu, Kurul'un verdiği idari yaptırım kararlarına karşı açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari yargı olduğu, Danıştay 13. Dairesi'nin, verdiği 09/03/2007 tarih ve E.2006/4768, K.2007/1194 sayılı ve 26/04/2007 tarih E.2006/4814, K.2007/2483 sayılı kararlarda; "Kabahatler Kanununun cezai karakteri ağır basan ve ceza hukuku alanına giren idari para cezalarına uygulanması, idare hukuku esaslarına göre tesis edilen, kanunun teknik özelliği nedeniyle belli sektörlerdeki faaliyetlerin, denetlenmesi bağlamında üst kurullar tarafından verilen idari para cezalarına uygulanmasının söz konusu olmadığı, bu itibarla 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 47/A maddesi uyarınca Sermaye Piyasası Kurulu tarafından verilen para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır" denilerek, Kurul tarafından verilen idari para cezalarına karşı idari yargıda dava açılması gerektiğine hükmedildiği; Kurul tarafından SPK 47/ A maddesi kapsamında verilen idari para cezalarının, idarenin kamu gücünü kullanarak yaptığı bir idari işlem olduğu, bunlara karşı açılacak davalara bakma yetki ve görevinin idare mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ: 03.11.2009 gün ve E:2009/1455 sayı ile, 1.6.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 3., 16., geçici 2. ve 27. maddelerinden bahisle; anılan hükümler uyarınca, diğer kanunlarda idari yaptırıma ilişkin uyuşmazlıkta görevli yargı yerinin idari yargı olarak belirtilmesi halinde veya idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebi ile birlikte idari yargı merciinde çözümleneceği, aksi halde 5326 sayılı Kanun uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevli bulunacağı; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A hükmünde hükmüne yer verdikten sonra; dosyanın incelenmesinden; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A hükmü uyarınca, davacı şirkete, 50.000,00-TL idari para cezası verilmesine ilişkin 29.11.2007 tarihli işlemin iptali istemiyle İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın, Mahkemenin 10.04.2008 tarih ve E:2008/7, K:2008/40 sayılı kararıyla davaya bakmakla idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedildiği, karara yapılan itirazın da İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 09.05.2008 tarih ve 2008/629 Müt. Sayılı kararıyla reddi üzerine, 05.06.2008 tarihinde Mahkemelerinde davanın açıldığı; bu durumda, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nda bu Kanuna göre verilen idari para cezalarına karşı idare mahkemesine dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunmadığından, Kabahatler Kanunu uyarınca, 2499 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına ilişkin davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanı içinde bulunduğu gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıya, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinde(Ek:15/12/1999 - 4487/26 md.; Değişik: 23/1/2008-5728/373 md.), “Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişilere, gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından onbeşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca beşbin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir.

İdarî para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idarî para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz” hükmü yer almıştır.

Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde,       

“ (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.04.2008 gün ve D.İş No: 2008/7, D.İş Karar No: 2008/40 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/16

KARAR NO     : 2010/142

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. K.

Davalı                 : İzmir Valiliği (Emniyet Müdürlüğü)

O L A Y             : Davacıya, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 48/5 maddesi hükmüne aykırılıktan dolayı 30.01.2008 tarih ve EM-689853 sayılı; Kanunun 78/1. maddesine aykırılıktan dolayı da 07.01.2008 tarih ve EM-726377 sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanakları ile para cezaları verilmiştir.

Davacı, para cezalarının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 08.09.2008 gün ve D.İş: 2008/181, K: 2008/175 sayı ile, itiraz edenin, 13.08.2008 tarihli dilekçesi ile Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünün 07.01.2008 tarih EM - 689853 ve 30.01.2008 EM-726377 sayılı tutanak gereğince idari para cezalarının iptalini mahkemelerinden talep ettiği; başvurunun 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 27/1 maddesi gereğince mahkemelerine yapıldığı; başvurunun ön incelenmesinde, 19.12.2006 tarih ve 5560 sayılı yasa ile değişikliğe uğrayan 5326 sayılı Yasanın 3/a maddesine göre, Kabahatler Yasasının idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirlendiği, itirazcının 07.01.2008 tarih EM - 689853 ve 30.01.2008 EM 726377 no.lu tutanakta idari para cezasının tahakkuk ettirildiği ayrıca da sürücü belgesinin geri alındığı, 5560 sayılı kanunun 34. maddesinde 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 27/8. fıkrasına, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmesi halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebi ile idari yargı merciinde görülür hükmü getirdiğinden, itirazcının hem ehliyetinin geri alınması ve hem de idari para cezasına ilişkin itirazlarının idari yargıda görülmesi gerektiği kanaatine varılarak, 5326 sayılı yasanın 28/1-b maddesi gereği itiraz olunan idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz; İzmir 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 5.12.2008 gün ve 2008/1138 Müt. Sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezalarının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 04.02.2009 gün ve E: 2009/154, K: 2009/140 sayı ile, 19.12.2006 tarih ve 26381 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yayımı tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 31.maddesiyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinde değişiklik yapılarak "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." düzenlemesinin getirildiği; yine 5326 sayılı Kanuna 5560 sayılı Kanunun 34.maddesiyle 27.maddesine eklenen 8.fıkrasında da, "idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür.” hükmünün getirildiği, aynı Kanunun 27. maddesinin 1. fıkrasında, idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 116. maddesinde; " .. uygulanan cezalar için araç sahipleri cezanın tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde yetkili mahkemeye itiraz edebilirler" hükmünün bulunduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin, 2918 sayılı Yasa'nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında gördüğü; 01.06.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nce, sözü edilen Kanun'un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu'nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verildiği; daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 gün ve E:2005/l08, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edildiği ve gerekçeli kararın 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandığı ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verildiği; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edildiği; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi'nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağının belirtildiği; son olarak, 5560 sayılı Kanunla 5326 sayılı Kabahatler Kanununda yukarıda belirtilen değişikliklerin gerçekleştirildiği; 19/12/2006 tarihinde yürürlüğe giren yeni düzenlemeye göre ise, idari para cezasına ilişkin bir kanunda bu cezaya karşı idare mahkemesinde itiraz edilebileceğinin açıkça belirtilmemesi halinde, itirazı görmek ve çözmek konusunda sulh ceza mahkemesinin görevli olacağı sonucuna varıldığı; dava dosyasının incelenmesinden; davacının 2918 sayılı Kanuna aykırı bulunan fiilleri nedeniyle idari para cezaları ile cezalandırılmasına ilişkin işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda adli yargı yerine ait bulunduğu, dolayısıyla da idare mahkemesinin görevsiz olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 30.9.2009 gün ve E:2009/2366, K:2009/3310 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. ve 78/1. maddeleri uyarınca verilen para cezalarının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında (Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almış; aynı Kanun’un 78. maddesinin birinci fıkrasında; belirli sürücülerin ve yolcuların, araçların sürülmesi sırasında koruyucu tertibat kullanmalarının zorunlu olduğu kurala bağlanmış, maddenin son fıkrasında ise; bu madde hükmüne uymayanların para cezası ile cezalandırılacakları hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde        

“(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezalarının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezalarına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 08.09.2008 gün ve D.İş: 2008/181, K: 2008/175 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/18

KARAR NO     : 2010/143

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Z. Ö.

Vekili                  : Av. N. Ş.

Davalılar             : Bursa Valiliği (İl Özel İdaresi)

O L A Y             : Davacı tarafından ruhsat ve işletme izni olmadan kum-çakıl malzemesi alındığı nedeniyle, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesinin 5. fıkrası uyarınca Vali Olurlu 08.06.2007 günlü ve 938 sayılı işlem ile 9.525,00 YTL idari para cezası verilmiş, Bursa Valiliği İl Özel İdaresinin 18.06.2007 günlü ve 976 sayılı yazısı ile durum davacıya bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BURSA / YENİŞEHİR SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.06.2008 gün ve E:2008/181 Müt., K: 2008/181 Müt. sayı ile, davacı vekilinin 09.07.2007 tarihinde yapmış olduğu idari para cezasına itiraz üzerine, davacı Ziyaettin Özkay’a 18.06.2007 tarih ve 976 sayılı tahakkuk ihbarnamesi ile kesilen 9.525,00 YTL idari para cezasının kaldırılması talep edilmekle, yapılan yargılama sonunda Mahkemelerinin 2007/164 Müt. Sayılı kararı ile başvurunun reddine karar verilmiş olduğu, Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/652 Değişik İş nolu kararı ile itirazın görev yönünden kabulüne ve mahkemelerince görevsizlik kararı verilmesi gerekçesi ile mahkemelerinin kararının kaldırılmasına karar verilmiş olduğu, Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı doğrultusunda karar verilmesinin gerekmekte olduğu gerekçesiyle; Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/652 Değişik İş nolu kararı gereğince davalı kurum tarafından tahakkuk ettirilen idari yaptırım kararının iptaline dair başvuruya bakma görevinin Bursa İdare Mahkemesi görevli ve yetkili olduğundan dolayı KK. 27/1-8 maddeleri uyarınca BAŞVURUNUN REDDİNE karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BURSA 2. İDARE MAHKEMESİ: 24.09.2008 gün ve E: 2008/772, K: 2008/1055 sayı ile, 3213 sayılı Maden Kanununun 12/5. ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddelerine yer verdikten sonra; aktarılan tüm bu hususlardan, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmaması halinde, idari yaptırım kararlarına sulh ceza mahkemesi nezdinde itirazda bulunulacağı, ancak, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması ve dava konusu edilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına karşı açılacak davanın da idari yargı merciinde görüleceği, yasa koyucu tarafından getirilen bu düzenleme ile, aynı maddi veya hukuki sebepten doğan ya da biri hakkında verilecek hüküm, diğerini etkileyecek nitelikte olan ve bu nedenle aralarında bağlantı bulunan davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinin önlenmesinin amaçlandığının anlaşıldığı; dava dosyasının incelenmesinden, 3213 Sayılı Maden Kanununun 12. maddesi uyarınca 26.10.2005 günlü Valilik Onayı ile verilen 560.000,00 YTL tutarındaki para cezasına karşı davacı tarafından davalı idare nezdinde yapılan itiraz sonrası para cezasının yanlış hesaplandığının kabulüyle birlikte para cezasının 9.525,00 YTL olarak düzeltilmesine ilişkin dava konusu 08.06.2007 günlü ve 938 sayılı işlemin tesis edildiği ve bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, 5326 sayılı Yasanın 5560 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesinin 1/a bendi uyarınca dava konusu maden para cezasının dayanağı 3213 sayılı Kanun'da söz konusu idari para cezalarına karşı açılacak davalarda İdare Mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin açık bir düzenleme yer almaması ve yine 27. maddesinin 8. fıkrası uyarınca dava konusu işlem ile aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren herhangi bir kararın alınmamış olması karşısında, Mahkemelerince açılan iş bu davanın görüm ve çözümünde Sulh Ceza Mahkemesi'nin görevli bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE, karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar, Danıştay 8.Dairesinin 25.9.2009 gün ve E:2009/985, K:2009/5070 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4/6/1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12. maddesinin, işlemin tesis edildiği anda yürürlükte bulunan beşinci fıkrasında; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir.

3213 sayılı Maden Kanunu’nun 2, 3, 7, 9, 10, 12, 13, 14, 16, 17, 27, 29, 30, 31, 32, 47; ek 7, 8; geçici 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19. maddelerinde 10.6.2010 gün ve 5995 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ise de; Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa/Yenişehir Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.06.2008 gün ve E:2008/181 Müt., K: 2008/181 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/19

KARAR NO     : 2010/144

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 4857 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Alkım Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. N. Ö.

Davalı                 : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

O L A Y             : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün 29.1.2007 gün ve 5427 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77, 78 ve 86. maddelerine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak 105. maddesine göre 6.130 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı şirket temsilcisi, para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BÜYÜKÇEKMECE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 19.03.2007 gün ve E: 2007/246, K:2007/69 sayı ile, 4857 Sayılı İş Kanunun 108/2 maddesinde bu kanuna göre verilen idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde İdare Mahkemesine itiraz edilebileceğinin izah edildiği; Davacının davasını, 5236 Sayılı Kabahatler Kanunun 27. maddesine istinaden ikame ettiği; 5271 Sayılı Yasanın 3. maddesi gereğince Sulh Ceza Mahkemelerinin görevinin, 5235 sayılı yasanın 10. maddesiyle belirlendiği, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 Sayılı yasanın 27. maddesinde de idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulabileceğinin belirtilmiş olduğu, dava konusu olayda, 5326 Sayılı yasanın 1. maddesinde düzenlenen Kabahat karşılığında uygulanan bir idari yaptırım bulunmadığı gibi, 5326 Sayılı Kanun genel bir yasa olup, bu kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatlerde de uygulanacağı hükmünü içeren 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, 06.12.2006 tarihinde kabul edilen 5560 Sayılı kanunun 31. maddesiyle 5326 Sayılı Kabahatler Yasasının 3. maddesinin " İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin ­diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır." şeklinde değiştirildiği, 4857 sayılı İş Kanunun halen yürürlükte bulunduğu; başvuru konusu idari yaptırım kararının, Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Bu kez Davacı vekili, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 8. İDARE MAHKEMESİ: 29.02.2008 gün ve E:2007/1286, K: 2008/442 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde, Kanunların karşılığında idari yaptırım öngördüğü haksızlıklar kabahat olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; idari yaptırım kararlarına karşı diğer Kanunlarda aksine hüküm. bulunmaması halinde bu Kanunun "Kanun yollarına" ilişkin hükümlerinin uygulanacağı ve 16. maddesinde Kabahat karşılığında uygulanacak idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtildikten sonra 27.maddesinin 1. fıkrasında; idari para cezasına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği ve 8. fıkrasında ise idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin hükme bağlanmış olduğu; aktarılan bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda ilgililer hakkında verilen idari para cezaları ve diğer idari yaptırımlara karşı kendi Kanununda idari yargı yoluna başvurulabileceğine dair açık bir hüküm bulunmaması halinde, bu yaptırımlar için ( bu kanunun 27. maddesinin 8. fıkrası hükmü hariç) Sulh Ceza Mahkemesine başvurulması gerektiğinin anlaşılmakta olduğu; bu arada 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair Kanunun yürürlüğe girdiği, kimi kanunlardaki idari para cezalarına, idare mahkemelerine itiraz edileceğine dair kanun yolunun 5728 sayılı bu kanunla yürürlükten kaldırıldığı; bakılan davada, davacıya 4857 sayılı Kanunun 77-78 ve 86. maddeleri uyarınca para cezası verildiğinin görüldüğü, bu ceza için kendi kanununda idari yargı merciilerine itiraz edileceğine dair açık bir hüküm bulunmadığından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün 5326 Sayılı Kanunun 27/1. maddesi gereğince adli yargı merciine ait olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istemle ikinci kez adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BÜYÜKÇEKMECE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.05.2009 gün ve E:2008/1007, K:2009/308 sayı ile; muteriz vekili tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 29.01.2007 tarih ve 5427 sıra nolu idari para cezasına yönelik itirazı üzerine dosyanın mahkemelerine gelmiş olmasıyla birlikte, mahkemelerine ait 2007/246 Esas- 2007/69 Karar nolu dava dosyasında, muterizin Alkım Tekstil Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. Olduğu, karşı tarafın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olduğu, 29.01.2007 tarih ve 5427 sayılı idari para cezasına ilişkin karara itiraz edildiği, itirazın görev yönünden red edildiğinin anlaşıldığı, İstanbul 8. İdare Mahkemesinin 2007/1286 Esas-2008/442 Karar nolu dava dosyası incelendiğinde ise, davacısının Alkım Tekstil San. Ve Tic. Ltd. Şti. olduğu, davalısının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olduğu, 29.01.2007 gün ve 5427 sayılı işlem ile idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali hususunda açılmış davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğunun anlaşıldığı ve mahkemeleri ile İstanbul 8. İdare Mahkemesi arasında olumsuz yönde görev uyuşmazlığı meydana gelmiş olduğunun anlaşılmasıyla, öncelikle davanın esasına girilebilmesi için uyuşmazlığın halli gerektiğinden, yargılamanın bu aşamada durdurularak uyuşmazlığın halli için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine dair hüküm tesisinin uygun görüldüğü; gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; her ne kadar mahkemelerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü tarafından 29.01.2007 tarih ve 5427 sayılı idari para cezasına ilişkin tutanağa itiraz için başvurulmuş ise de; aynı idari yaptırım kararı tutanağına, mahkemelerine ait 2007/246 esas, 2007/69 karar nolu dava dosyasında da itirazda bulunulduğu ve görev yönünden red kararı verildiği; yine aynı idari para cezasına ilişkin tutanağın iptali hususunda İstanbul 8.İdare Mahkemesi’nde 2007/1286 esas ve 2008/442 karar nolu dava dosyasında iptal davası açıldığı ve bu davanın da görev yönünden reddedildiğinin anlaşıldığı; görev hususunda olumsuz uyuşmazlık meydana gelmiş olduğu, bu uyuşmazlık halledilmeden yeniden bu dosyada itirazda bulunulduğu tespit edilmekle, yargılamanın bu aşamada DURMASINA, İstanbul 8.İdare Mahkemesi'nin 2007/1286 esas ve 2008/442 karar nolu dava dosyası ile mahkemelerine ait 2007/246 esas, 2007/69 karar nolu dava dosyasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının halli için dosyanın UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli ve idari yargı yerlerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte, kararların kesinleşmesinden sonra, Davacı vekili tarafından, para cezasına karşı ikinci kez adli yargı yerinde itirazda bulunulması üzerine Mahkemece, 14.05.2009 gün ve E:2008/1007, K:2009/308 sayılı karar ile, taraflardan birisinin talebi olduğuna ilişkin bir dilekçe sunulmadan; İstanbul 8. İdare Mahkemesi'nin E:2007/1286, K:2008/442 sayılı dava dosyası ile Mahkemelerine ait E:2007/246, K:2007/69 sayılı dava dosyaları arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi başvurulmuştur.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve usule ilişkin başka bir noksanlık da bulunmadığı anlaşıldığından, İstanbul 8.İdare Mahkemesi'nin E:2007/1286, K:2008/442 sayılı dava dosyası ile Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi ait E:2007/246, K:2007/69 sayılı dava dosyaları arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4857 sayılı Kanun’a göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; son olarak anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.05.2009 gün ve E:2008/1007, K:2009/308 sayılı başvurusunun kabulü ile aynı Mahkeme’ce verilen 19.03.2007 gün ve E: 2007/246, K:2007/69 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.05.2009 gün ve E:2008/1007, K:2009/308 sayılı BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile aynı Mahkeme’ce daha önce verilen 19.03.2007 gün ve E:2007/246, K:2007/69 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/23

KARAR NO     : 2010/145

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. A.

Davalı                 : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili                  : Av. M.D.K.

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde, Mardin İl Telekom Müdürlüğü emrinde çalışmakta iken Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi nedeniyle 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi gereğince İstanbul Valiliği'ne teknisyen yardımcısı olarak atandığını, Türk Telekom A.Ş.’ye 4.2.2009 tarihli dilekçe ile, Devlet memurlarına yapılan zamlar ile enflasyon farkları, denge tazminatı, 2006 yılının ilk yarısı ücretlerine % 2.32 oranındaki artış ve 40+40 TL ek ödemenin de ilave edilerek maaş tutarının yeniden hesaplanması ve ödeme yapılması isteminde bulunduğunu, ancak isteğinin reddedildiğini, tarafına verilen cevabın hukuka aykırı olduğunu, isteğinin kabul edilmesi gerektiğini, mağduriyetinin söz konusu olduğunu, bu haklarını kanun gereği talep ettiğini, davalı idarenin yasal hakkı olan alacaklarını ödememekte haksız bir tasarrufta bulunduğunu ileri sürerek idarenin red kararının iptaline ve yasal haklarının idare tarafından ödenmesine, 2006 yılının ilk yarısından geçerli olan % 2.32 enflasyon farkı ile 40+40 TL denge tazminatının net maaşına ilave edilerek ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, dava dilekçesinin 22.4.2009 tarihinde tebliği üzerine verilen 25.5.2009 havale tarihli savunma dilekçesinde, davanın adli yargıda görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 11.6.2009 gün ve E:2009/467 sayı ile, davacı A.A. tarafından 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca İstanbul Valiliği'ne atanması üzerine düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin net ücret bölümüne eksik yazılan 80 TL’nin, ilişik kesme tarihine kadar geçen süre içinde Devlet memurlarına yapılan zamlar ve enflasyon farklarının eklenmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Türk Telekomünikasyon A.Ş.’ye karşı açılan davada, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekili tarafından 25.5.2009 günlü dilekçeyle görev itirazında bulunulduğu anlaşılmış olmakla dosyanın bu yönüyle incelendiği, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesinde, iptal davalarını çözümlemenin idare mahkemelerinin görevleri arasında sayıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4577 sayılı Kanun’la yeniden düzenlenen 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde ise, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için kişisel menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının idari dava türleri arasında olduğunun belirtildiği, 406 sayılı Yasa’nın değişik 1. maddesinin 7. fıkrasında, “Türk Telekom, bu kanun ve özel kanun hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz” hükmüne yer verilerek Türk Telekom'a özgü farklı bir statü oluşturulduğu, aynı Yasanın 4673 sayılı Yasa’yla değişik Ek 22. maddesinin işlemin tesis tarihi itibariyle yürürlükte olan şeklinde, personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği, iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların yönetim kurulunca belirleneceğinin hükme bağlandığı, diğer yandan, anılan 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun değişik ek 29. maddesinde, davacının durumunda kurumunda daha önce statü hukuku kapsamında çalışmakta iken iş hukuku kapsamında çalışmaya devam edenlerin 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kamu kurumlarının kadrolarına nakledilmelerinin yöntem ve koşullarının düzenlendiği, dava dosyasının incelenmesinden, davacının statü hukuku kapsamında sözleşmeli personel olarak Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nde görev yapmakta iken İstanbul Valiliği emrine atamasının yapıldığı, 5473 sayılı Yasa uyarınca kendisine ödenmesi gereken ödemelerin yapılmaması üzerine davalı idareye maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi suretiyle 5473 sayılı Yasa kapsamında yapılan ödemelerin kendisine de ödenmesinin sağlanması istemiyle başvurduğu, başvurusunun reddi üzerine de bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, davalı idare her ne kadar özel hukuk tüzel kişisi statüsünde bulunuyor ise de, davacının yönetim hukuku alanında idarelerin tek yanlı işlemleri ile yine statü hukuku kapsamında kamu görevlisi olarak bir başka kuruma naklen atanması sırasında düzenlenen ve davacının hukukunu etkilediği açık olan maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemi ile açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesinde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilinin görev itirazının reddine, uyuşmazlığın görülmesi ve çözümlenmesinde yönetsel yargı yerlerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı tarafından davalı idare aleyhine açılan iptal davasında, davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulması nedeniyle dosyanın Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, davacının, 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi gereğince İstanbul Valiliği’ne atanması sırasında düzenlenen maaş nakil bildiriminin net ücret bölümüne eksik yazılan 80 Liranın ve ilişik kesme tarihine kadar geçen süre içinde Devlet memurlarına yapılan zamlar ile enflasyon farklarının eklenmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle davalı idare aleyhine idari yargı yerinde açtığı iptal davasında, davalı idarenin görev itirazında bulunduğunun görüldüğü, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50'nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı, Anayasa'nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” hükmünün yer aldığı, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır...” hükmünün yer aldığı, bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlık, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığından; davacının aylık nakil bildiriminin net ücret bölümüne eksik yazılan 80 Liranın, ilişik kesme tarihine kadar geçen süre içinde Devlet memurlarına yapılan zamlar ve enflasyon farklarının eklenmesi isteminin reddine ilişkin işlemin, Kurumun yetkili organı tarafından tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: “a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği, dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Öte yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Tebligat ve cevap verme” başlıklı 16. maddesinde, “1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.

5. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/8 md.) Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde görülmekte olan davada, davalı vekilince, dava dilekçesinin 22.4.2009 tarihinde tebliği üzerine 23.4.2009 tarihinde başlayan otuz günlük cevap verme süresi 22.5.2009(Cuma) tarihinde sona erdikten sonra verilen 25.5.2009 havale tarihli savunma dilekçesinde, davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda; davalı vekili tarafından, savunma evresi tamamlandıktan sonra verilen dilekçe ile yapılan görev itirazının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/24

KARAR NO     : 2010/146

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacı tarafından, İl Özel İdare Müdürlüğünden alınan ruhsat üzerine kum ocağı olarak işletilen yerin, daha sonra mera olduğu nedeniyle açılan müdahalenin önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme davası sonucunda; tazminat ödenmesine ilişkin ilamın icraya konulması üzerine Maliye Hazinesine ödendiği ileri sürülen miktarın; mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin veren davalı idareden tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İ. A.

Vekili                  : Av. M. Ç.

Davalı                 : Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü

Vekilleri              : Av. O. B. - Av. H. K. Y.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının kum-çakıl ticaret, taahhüt işleri yaptığını, davalı Afyon İl Özel İdare Müdürlüğü’nün ise, maliki olduğu yada kullanımında bulunan kum ocaklarını kiraya verdiğini, Sincanlı İlçesi sınırlarında bulunan Tokuşlar kum ocaklarının, yıllardır İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından değişik kişilere kiraya verildiğini, davalı tarafın, önceden olduğu gibi, İl Daimi Komisyonu kararı ile kum ocağı olarak işletmek üzere kum ocakları alanında bir bölümü davacıya kiraladığını, davalı tarafça davacıya 5.6.1991 tarihli ve 322/324 sayılı kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verildiğini, davacının Devlet kurumlarının onayları ve işlemleri sonucu kum ocağı işletmeye başladığını ve bir miktar kum aldığını, davacının davalı ile yaptığı akit hükümleri gereğince ödemesi gereken kira ecrimisil bedellerini aksatmadan ödediğini, davacının kira süresinin dolmasından sonra kum ocağı ile bir ilgisinin kalmadığını, kum almadığını, kum ocaklarının bulunduğu Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin, bu alanın köy merası olduğu ve kullanımının köy halkına ait bulunduğu iddiası ile 10.5.1993 tarihinde dava açtığını, davada, bu alanın Tokuşlar Köyü 2460 parselde kayıtlı mera olduğunu ileri sürerek davacının ve bu alandan kum aldıklarını düşündüğü diğer kişilerin müdahalesinin önlenmesini talep ettiğini, açılan bu davanın yargılaması aşamasında, Maliye Hazinesinin, bu alanın mera olduğunu, meraların mülkiyetinin Hazineye ait olduğunu iddia ederek davaya katıldığını, Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucu, Maliye Hazinesinin talebi haklı bulunarak, davacının ve diğer davalıların müdahalesinin önlenmesine karar verildiğini, Maliye Hazinesinin, müdahalenin önlenmesi kararı üzerine, davacının ve diğer şahıslar ve kuruluşlar aleyhine, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 1996/195 E sayılı davası ile, müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzlerinin olduğunun tespitini istediğini, Mahkemenin 2000/164 K sayılı kararı ile bu miktarların tespit edildiğini, tespit davasında belirlenen miktarlarla davacı aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 1999/76 E sayılı dosyasında tazminat ve eski hale getirme davası açıldığını, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 2003/56 E sayılı dosyasında yargılamaya devam olunduğunu ve 2004/138 K sayılı kararla, 368.509.021 Lira tazminata hüküm kurulduğunu, kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2004/9889 E, 2005/1178 K sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini, bu karardaki tazminat ve diğer borçların takip alacaklısı Maliyeye 31.3.2005 tarihinde 1.729,71 YTL, 313,69 YTL ve 335,30 YTL bedelli makbuzlarla toplam 2.378,70 YTL olarak, 31.3.2005 günü davacı tarafından ödendiğini, davalı İl Özel İdaresinin, mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan merayı kendi tasarrufundaymış gibi göstererek ve resmi işlemlerle kum ocağı olarak davacıya kiraladığını, İl Özel İdare Müdürlüğünün Devletin temel kuruluşlarından birisi olup, başında en büyük mülki amir - Vali – bulunduğunu, Devletin yaptığı işlere ve Devleti temsil eden kişilerin, özellikle Valinin işlem ve kararlarına şahısların güvenmesi gerektiğini, İl Özel İdare Müdürlüğünün yıllardır şahıslara kiraya verdiği bu alanın kendisine ait olmadığını, kendisinin bu alanda tasarruf hakkının ve yetkisinin bulunmadığını, bu alanı üçüncü şahıslara kum ocağı olarak kiraya veremeyeceğini bilmesi gerektiğini, davalının haksız eylemi sonucu davacının yukarıda yazılı miktarda tazminat ödemek zorunda kaldığını, olayların gelişimi itibariyle davacıya yükletilebilecek hiçbir sorumluluk ve kusur bulunmadığını, davacı tarafından Maliyeye ödenen bedelin İl Özel İdare Müdürlüğünden rücuan tahsili için dava açılmasının zorunlu olduğunu ileri sürerek 2.378,70 YTL alacağın, ödeme tarihi olan 31.3.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

AFYONKARAHİSAR 1. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 9.11.2006 gün ve E:2006/350, K:2006/1703 sayı ile, davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ; 2.4.2009 gün ve E:2009/924, K:2009/5678 sayı ile, “…Davacı vekili dilekçesinde; davalı özel idarenin yeterli araştırma yapmadan, hukuka aykırı olarak, mera olan yer için davacıyla kira sözleşmesi yapıp, kum ocağı olarak işletilmek üzere ruhsat ve izin verdiğini, açılan davalar sonucu davacının Maliye Hazinesine kum bedeli ve eski hale getirme gideri olarak tazminat ödemek zorunda kaldığını, bunların davacının kusurundan kaynaklanmadığını belirterek ödenen 2.378.70 YTL tazminatın, ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili cevabında, idari yargının görevli olduğunu belirtmiş, ayrıca zamanaşımı ve husumet itirazında bulunmuş ve davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece kusur oluşturduğu iddia edilen eylem ve işlemin idarenin aldığı karar gereğince kum ocağı işletmesi olduğu ve eylemin idari nitelik taşıdığı, davalı idarenin sorumluluğunun kaynağını hizmet kusurunun teşkil ettiği gerekçe gösterilerek, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir.

İdari yargı yerlerinde görülmesi gereken tazminat davaları, ancak kamu hizmetinin işlemesinden dolayı ortaya çıkan zararlardan doğan davalardır. Ayrıca bu konudaki iddialarında idari yargı yerlerinin görev alanına dahil idari ve hukuki bir tasarrufa (idari eylem ve işleme) dayanması gerekir.

Davaya konu olayda; davacı, davalı ile yaptığı sözleşmeye dayanmakta olup, özel hukuk hükümlerine tabi olarak yapılan sözleşmeye dayanarak tazminat talep edilmekle ve idarenin herhangi bir eylem ve işlemi dava konusu olmadığından davaya Adli Yargı yerinde bakılarak, esas hakkında hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince bozulmasına,…” karar vermiştir.

AFYONKARAHİSAR 1. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 21.7.2009 gün ve E:2009/943 sayı ile, usul ve yasaya uygun Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davalının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma istemine ilişkin dilekçesinin davacıya tebliğ edilip edilmediği belirlenememiş olmakla birlikte Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 5.11.2009 tarihli Duruşma Tutanağında yer alan, “Dosyanın onaylı bir suretinin davacı vekilince hazırlanarak...” ibaresi dikkate alındığında, davalının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma istemine ilişkin dilekçesinden davacının haberdar olduğu ve tebliğ işleminin bu şekilde gerçekleştiği sonucuna varıldığı, Maliye Hazinesi tarafından Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, 1.596.426.980 lira tazminata hükmedilmesine ilişkin olarak verilen kararın icraya konulması üzerine davacıların Maliye Hazinesine ödemek zorunda kaldıkları 368.509.021 YTL'nin, mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin veren davalı idareden tazmini istemiyle Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın görev yönünden reddi yolunda verilen kararı bozan Yargıtay 3. Hukuk Dairesi kararına uyulması üzerine, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kurumunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tesbitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, dosyanın incelenmesinden, Sincanlı Kaymakamlığı İdare Kurulu’nun 30.5.1991 günlü kararına istinaden verilen Afyon İl Daimi Komisyonu’nun 5.6.1991 gün ve 322/324 sayılı kararı üzerine davacıya kum ocağı işletme ruhsatı verildiği, Tokuşlar Köyü tüzel kişiliği tarafından kum ocağı olarak işletilen yerin köy merası olduğu iddiasıyla dava açıldığı, bu davaya Maliye Hazinesinin katıldığı, yargılamalar sonucunda davacının müdahalesinin önlenmesine karar verildiği, buna ilişkin kararın Yargıtayca onanması suretiyle kesinleşmesinden sonra, Maliye Hazinesi tarafından, Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tecavüz edilen miktarların tesbit ettirildiği, bunun üzerine davacı aleyhine aynı Mahkemenin 1999/76 Esas sayısında açılan tazminat ve eski hale getirme davasında tazminata hükmolunduğu, buna ilişkin kararın Yargıtay'ca bozulması üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda 368.509.021 lira tazminatın Maliye Hazinesine ödenmesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay'ca onanması üzerine takip alacaklısı Maliye Hazinesine toplam 2.378.70 YTL ödemede bulunulduğu, bakılan davanın da, İl Özel İdaresi Müdürlüğünün kendisine ait olmayan, tasarruf hakkı ve yetkisi bulunmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin vermesi işleminden dolayı Hazineye ödenmek zorunda kalınan tutarın tazmini istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, Afyonkarahisar İl Özel İdaresine karşı açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan genel idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin anılan idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı İbrahim Ağılgat tarafından davalı Afyonkarahisar İl Özel İdaresi aleyhine Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/943 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/24 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacı, Sincanlı İlçesi Tokuşlar Köyü’ndeki kum ocaklarını Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü’nden kiraladığı halde daha sonra Tokuşlar Köyü tüzel kişiliği tarafından söz konusu yerin mera olduğu ileri sürülerek açılan müdahalenin önlenmesi ve tazminat davası sonucunda tazminat ödenmesine ilişkin ilamın icraya konulması üzerine davacının, Maliye Hazinesine ödemek zorunda olduğu toplam 2.378.70 TL'nin mülkiyet ve tasarruf hakkı kendisinde olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin veren davalı idareden tahsili istemiyle Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın, anılan Mahkemece görev yönünden reddine karar verildiği ve söz konusu kararın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından bozulması üzerine davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, dava dosyası incelendiğinde; kum ve çakıl ticareti ve taahhüt işleri ile uğraşan davacının, davalının maliki olduğu kum ocağını kiraladığı, gerekli tüm onay işlemlerini tamamladığı ve bu kapsamda ilgili bütün birimlerden gerekli izinlerin alındığı, Mal Müdürlüğü ve Defterdarlık olmak üzere kum ocağı işletilmesinde sakınca olmadığının bildirildiği, davalı idarece 5.6.1991 tarih ve 322/324 sayılı Kum Ocağı İşletme İzni ve Ruhsatının verildiği, davacı ile davalı arasında yapılan akit hükümleri gereğince ödemesi gereken kira bedellerini ödediği, daha sonra Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin söz konusu yerin köy merası olduğunu ileri sürerek buradan kum aldıkları düşünülen kişilerin müdahalesinin önlenmesine ilişkin davanın Mahkemece kabul edildiği ve temyiz incelemesi sonucunda kararın onandığı ve daha sonra müdahalenin önlenmesi kararına istinaden ne miktarda tecavüzün olduğuna ilişkin tesbit davasında belirlenen miktarda tazminat ve eski hale getirme davası açıldığı ve bu dava sonucunda 368.509.021 TL tazminata hükmedildiği ve bu kararın temyiz incelemesi sonucunda kesinleşmesi sonrasında alacaklı Maliye Hazinesi tarafından icra takibi yapıldığı ve hesaplanan borç miktarı olarak davacının 2.378.70 TL ödemek zorunda kaldığının anlaşıldığı, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun kira sözleşmesinin tarifinin yapıldığı 248. maddesinde, “Adi icar, bir akittir ki mucir onunla, müstecire ücret mukabilinde bir şeyin kullanılmasını terk etmeği iltizam eder” hükmünün yer aldığı, Sincanlı 1. Noterliği’nde düzenlenen 24 Nisan 1995 tarih ve 000962 sayılı kira kontratosunda kiralanan şeyin ne için kullanılacağına ilişkin bölümde “kum ocağı işletmesi olarak” ifadesinin yer aldığının anlaşıldığı, kullanım hakkının belli bir süre için bir bedel karşılığında verilmesine ilişkin hükümlerin incelenmesinde, tarafların iradeleri ile oluşmuş bir kira sözleşmesinin mevcudiyetinin söz konusu olduğu, dolayısıyla uyuşmazlık, davacı ile davalı idare arasında yapılmış olan bir kira sözleşmesinden kaynaklandığından, davalı idarenin tazmin yükümlülüğünün saptanmasına ilişkin davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun reddine karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde görev itirazında bulunulduğu, verilen görevsizlik kararının Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nce bozulması ve Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilmesinden sonra, 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı tarafından Yasada öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü’nden alınan ruhsat üzerine kum ocağı olarak işletilen yerin, daha sonra mera olduğundan bahisle açılan müdahalenin önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme davası sonucunda 368.509.021.-TL tazminat ödenmesine karar verildiği ileri sürülerek Maliye Hazinesine ödenmek zorunda kalınan 2.378,70 YTL’nin; mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin verdiğinden bahisle davalı idareden tazmini istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde, idari dava türleri sayılmış; bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden, davalı tarafın, önceden olduğu gibi, İl Daimi Komisyonu kararı ile kum ocağı olarak işletmek üzere kum ocakları alanında bir bölümü davacıya kiraladığını, davalı tarafça davacıya 5.6.1991 tarihli ve 322/324 sayılı kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verildiğini, davacının Devlet kurumlarının onayları ve işlemleri sonucu kum ocağı işletmeye başladığını ve bir miktar kum aldığını, davacının davalı ile yaptığı akit hükümleri gereğince ödemesi gereken kira ecrimisil bedellerini aksatmadan ödediğini, davacının kira süresinin dolmasından sonra kum ocağı ile bir ilgisinin kalmadığını, kum almadığını, kum ocaklarının bulunduğu Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin, bu alanın köy merası olduğu ve kullanımının köy halkına ait bulunduğu iddiası ile 10.5.1993 tarihinde dava açtığını, davada, bu alanın Tokuşlar Köyü 2460 parselde kayıtlı mera olduğunu ileri sürerek davacının ve bu alandan kum aldıklarını düşündüğü diğer kişilerin müdahalesinin önlenmesini talep ettiğini, açılan bu davanın yargılaması aşamasında, Maliye Hazinesinin, bu alanın mera olduğunu, meraların mülkiyetinin Hazineye ait olduğunu iddia ederek davaya katıldığını, Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucu, Maliye Hazinesinin talebi haklı bulunarak, davacının ve diğer davalıların müdahalesinin önlenmesine karar verildiğini, Maliye Hazinesinin, müdahalenin önlenmesi kararı üzerine, davacı ve diğer şahıslar ve kuruluşlar aleyhine, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 1996/195 E sayılı davası ile, müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzlerinin olduğunun tespitini istediğini, Mahkemenin 2000/164 K sayılı kararı ile bu miktarların tespit edildiğini, tespit davasında belirlenen miktarlarla davacı aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 1999/76 E sayılı dosyasında tazminat ve eski hale getirme davası açıldığını, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 2003/56 E sayılı dosyasında yargılamaya devam olunduğunu ve 2004/138 K sayılı kararla, 368.509.021 Lira tazminata hüküm kurulduğunu, kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2004/9889 E, 2005/1178 K sayılı kararı ile onanarak kesinleştiğini, bu karardaki tazminat ve diğer borçların takip alacaklısı Maliyeye 31.3.2005 tarihinde 1.729,71 YTL, 313,69 YTL ve 335,30 YTL bedelli makbuzlarla toplam 2.378,70 YTL olarak, 31.3.2005 günü davacı tarafından ödendiğini ileri süren davacı vekili tarafından, İl Özel İdaresi Müdürlüğünün kendisine ait olmayan, tasarruf hakkı ve yetkisi bulunmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin vermesi işleminden dolayı ödemek zorunda kalınan tutarın davalı idareden tazmini istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Madenler, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, aranması, işletilmesi, ruhsata bağlanması ayrıntılı idari kurallarla düzenlenmiştir.

Olayda, kum ocağı işletmek üzere davacıya işletme izni ve ruhsatı veren davalı İdarenin bu işlemlerinin idari işlem olduğu kuşkusuzdur.

Buna göre, davalının hukuka aykırı işlemleri ve haksız eylemi sonucu tazminat ödemek zorunda kalındığı ileri sürülerek kamu hizmeti yürüten davalı İdarenin, bu hizmeti yürüttüğü sırada verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesinin (verilen görevsizlik kararının Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nce bozulması ve Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulması suretiyle oluşan) “görevlilik” kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 21.7.2009 gün ve E:2009/943 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/28

KARAR NO     : 2010/147

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Z. L. Ö.

Vekili                  : Av. H. R. A.

Davalı                 : Buca Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. E. K. T.

O L A Y             : Buca Belediyesi’nin 16.02.2006 gün ve 2006/385 sayılı Encümen kararı ile, İzmir ili Buca İlçesi Doğuş Caddesi No: 102 (D blok) adresinde tapunun 7368 ada, 1 parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde ruhsatsız inşaat yapıldığından bahisle, inşaatın 3194 sayılı İmar Kanununun 32. maddesine istinaden yıktırılmasına ve aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca davacıya 3.000-YTL para cezası uygulanmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına ilişkin kararın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 20.08.2008 gün ve E: 2008/827, K: 2008/1585 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 06.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasanın 31. maddesi ile değişik 3. maddesinin (a) bendinde, bu Kanun'un, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, aynı Yasanın 27. maddesinde ise; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin hüküm altına alındığı; 3194 Sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesinde, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği, ayrıca fenni mesule bu cezaların 1/5'inin uygulanacağının kurala bağlanmış olduğu; dosyanın incelenmesinden, İzmir İli Buca İlçesi Doğuş Caddesi No: 102 D blok adresinde tapunun 7368 ada, 1 parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde ruhsatsız inşaat yapıldığından bahisle davacıya 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca 3.000-YTL para cezası verilmesine ilişkin 16.02.2006 tarih ve 2006/385 sayılı Buca Belediye Encümeni işleminin tesis edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, davacıya 3194 sayılı Yasa uyarınca verildiği tartışmasız olan para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün, aynı yasada görev konusunda bir düzenleme bulunmaması karşısında 5326 sayılı Yasanın yukarıda anılan 3. maddesi uyarınca adli yargı yerinin görevine girdiğinin açık olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nce, 22.01.2009 gün ve E: 2008/3780, K: 2009/282 sayı ile, itiraz reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 8. SULH CEZA MAHKEMESİ: 26.10.2009 gün ve D.İş.E:2009/302, D.İş.K:2009/966 sayı ile, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunun 27/8. maddesinde "İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları, bu işlemin iptali talebi ile birlikte idari yargı merciinde görülür" şeklindeki düzenlemeye yer verildiği; olayda itiraza konu Buca Belediye Encümenince, 16/02/2006 tarih ve 2006/385 sayılı karar ile idari para cezası ile birlikte 3194 Sayılı İmar Kanununun 32.maddesi gereğince yıkım kararı da verildiği anlaşılmış olmakla, 5326 Sayılı Kanunun 27/8 maddesi karşısında itirazın idare mahkemesince incelenmesi gerektiği kanaatine varıldığı gerekçesiyle; Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE, yetkili ve görevli mahkemenin İzmir 3.İdare Mahkemesi olduğuna, itiraz ile ilgili olarak İzmir 3. İdare Mahkemesince de görevsizlik kararı verilmiş olduğundan Mahkemeleri ile İzmir 3. İdare Mahkemesi arasında çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi, 9.12.2009 gün ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ise de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın(yıkım) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin 20.08.2008 gün ve E:2008/827, K:2008/1585 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/32

KARAR NO     : 2010/149

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Koski Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. A. B.

Davalı                 : Karataş İnş. Mak. San. ve Tic. A.Ş.

Vekili                  : Av. M. Ü.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı şirket aleyhine Konya 6. İcra Müdürlüğü'nün 2007/2227 E sayılı dosyası ile ilamsız icra takibi yapıldığını, davalının (borçlu) takibin devamını geciktirmek için borca itirazda bulunduğunu, davalı şirket yetkililerinin borca itirazlarının haksız ve hukuki mesnetten yoksun bulunduğunu, borcun mesnedinin, 2464 ve 2560 sayılı Kanun hükümleri ile KOSKİ Tarifeler Yönetmeliği ve KOSKİ Yönetim Kurulu Kararı olduğu, borç karşılığında davalı şirket yetkililerinin takip konusu iki adet çek verdiklerini, bu şekilde borcu ödemeyi kabul ettiklerini, dolayısıyla, davalı tarafça 68.600,00YTL bedelli iki adet çek olarak imza edilen yazılı belgeye dayanılarak sadece çekler süresinde Bankaya ibraz edilmediği için ilamsız takip yolu ile icra takibine geçildiğini, davalının borca itirazının iptaliyle, borca itiraz sebebiyle %40'dan aşağı olmamak üzere tazminata mahkumiyetine karar verilmesi için iş bu davanın açılması mecburiyetinde kalındığını ileri sürerek davalının Konya 6. İcra Müdürlüğü'nün 2007/2227 E sayılı dosyasına yaptığı borca itirazın iptaline, borca itiraz sebebiyle davalının %40'dan aşağı olmamak üzere tazminata mahkumiyetine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 18.10.2007 gün ve E:2007/178, K:2007/411 sayı ile, davacı vekilinin 2.5.2007 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı tarafın taahhüdü altında Konya Selçuk Üniversitesi toplu konut alanında yapılan 528 adet konut ve sosyal donatı inşaatı nedeni ile tahakkuk ettirilen su tesisleri ve kanalizasyon harcamalarına katılma payına ilişkin Konya 6. İcra Müdürlüğü’nün 2007/2227 Esas sayılı dosyası ile başlatılan ilamsız takibe davalı borçlunun itiraz etmesi nedeni ile takibin durduğunu belirterek davalının icra dosyasına yapmış olduğu itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava ettiği, davalı vekilinin iş bölümü itirazında bulunarak esas yönden davanın reddini istediği, Mahkemelerince taraflardan tüm delillerini bildirmelerinin istenildiği, Konya Vergi Mahkemesi’nin 2007/593-1323 Esas-Karar sayılı dosya örneği ile Konya 6. İcra Müdürlüğü’nün 2007/2227 Esas sayılı takip dosyasının getirtilerek incelendiği, davanın, davacı tarafından yapılan su tesisleri ve kanalizasyon harcamalarına katılma payından kaynaklı itirazın iptali istemine ilişkin bulunduğu, davanın, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na ait Konya Selçuk Üniversitesi toplu konut işini üstlenen davacı şirket tarafından, toplu konut alanında bulunan 528 adet konut için davacı tarafından yapılan su ve kanalizasyon bağlantı harcamalarına katılım payının ödenmemesinden kaynaklandığı, uyuşmazlığın 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu kapsamında ve davacı idarenin yapmış olduğu iş ve eylemden dolayı meydana geldiği, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi gereğince idarenin yapmış olduğu idari eylem ve işlemler kapsamında bulunan tam yargı davalarının görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olduğu, incelenen Vergi Mahkemesi kararı gereğince de görevin idari yargıda olduğunun belirlendiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ’nin 18.6.2009 gün ve E:2009/5918, K:2009/8155 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, dava konusu çeklerin konu olduğu icra takibine davalının yapmış olduğu itirazın iptaline, borca itiraz sebebiyle %40’tan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine, dava konusu çek bedelleri olan toplam 68.600,00TL Kurum alacağının davalıdan takip tarihi itibarıyla yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA VERGİ MAHKEMESİ; 5.10.2009 gün ve E:2009/1150, K:2009/1298 sayı ile, 2577 sayılı Kanun’un 2'nci maddesinden söz ederek, idari davanın konusunu, (1) idari işlemler, (2) idari eylemler ve (3) idari sözleşmelerin oluşturduğu, konusu idari işlem veya idari eylem yada idari sözleşme olmayan bir davanın idari dava olarak nitelendirilmesinin ve idari yargıda açılmasının olanaklı olmayıp, bu tip davaların genel kural uyarınca adli yargı mercilerinde açılacağı, davaya konu olayda, davacı tarafından, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'na ait Konya Selçuk Üniversitesi toplu konut işini üstlenen davalı şirketçe yapılan 528 adet konut ve 44 sosyal donatı inşaatına hizmet eden su ve kanalizasyon harcamaları nedeniyle davalı şirket adına 68.600,00TL harcamalara katılım payı tahakkuk ettirildiği, davalı şirketçe, adına tahakkuk ettirilen 68.600,00TL harcamalara katılım payının Mahkemelerinde dava konusu edildiği ve Mahkemelerinin 25.9.2007 günlü, E:2007/593, K:2007/1323 sayılı kararıyla tahakkukun iptaline karar verildiği, öte yandan; davacı tarafından, davalı şirket adına tahakkuk ettirilmiş bulunan 68.600,00TL karşılığında şirketçe davacı lehine keşide edilen çek bedellerinin tahsili amacıyla Konya 6. İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi (E:2007/2227) başlatıldığı, icra takibine borçlu (davalı) tarafından yapılan itirazın iptali istemiyle Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı ve anılan Mahkemece 18.10.2007 günlü, E:2007/178, K:2007/411 sayılı kararla, uyuşmazlığın çözümünün vergi mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, bu kararın da Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 18.6.2009 günlü, E:2009/5918, K:2009/8155 sayılı kararıyla onanarak 15.9.2009 tarihinde kesinleştiği, anılan Mahkemenin görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine, davacı tarafından şirket adına tahakkuk ettirilen 68.600,00TL karşılığında davalı şirketçe davacı lehine keşide edilen çek bedellerinin tahsili amacıyla Konya 6. İcra Müdürlüğü nezdinde başlatılan icra takibine, borçlu (davalı) tarafından yapılan itirazın iptali ve çek bedelleri toplamı olan 68.600,00TL'nin takip tarihi itibariyle işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı, her ne kadar Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 18.10.2007 günlü, E:20071178, K:2007/411 sayılı kararıyla, harcamalara katılım payı tahakkuklarına ilişkin uyuşmazlıkların vergi mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ise de; davaya konu uyuşmazlık davacı adına tahakkuk ettirilen harcamalara katılım payı uyuşmazlığı olmayıp, çek bedellerinin tahsili amacıyla Konya 6. İcra Müdürlüğü nezdinde başlatılan icra takibine, borçlu (davalı) tarafından yapılan itiraz olduğu, icra takiplerine yapılan itirazın iptali istemiyle açılacak davaların ise vergi mahkemesinde değil, adli yargı mercilerinde açılacağı, itirazın özünün Mahkemelerince harcamalara katılım payına ilişkin olarak verilmiş bulunan bir hükme dayandırılmasının, uyuşmazlığı harcamalara katılım payı uyuşmazlığı haline getirmeyeceği, Mahkemelerinin 25.9.2007 günlü, E:2007/593, K:2007/1323 sayılı kararı, itirazın bir gerekçesi olup, itirazın kendisi (özü) olmadığı, bu konuda davaya bakan adli yargı merciinin yapması gerekenin, icra takibine yapılan itirazın haklı olup olmadığını - ki itiraz Mahkemelerinin 25.9.2007 günlü, E:2007/593, K:2007/1323 sayılı kararına dayandırıldığından, böyle bir kararın var olup olmadığını, kesin hüküm veya kesin delil teşkil edip etmeyeceğini ve bu kararın varlığının hukuken takibi mesnetsiz bırakıp bırakmayacağını- tartışmak ve tespit etmek olduğu, öte yandan, davanın, idare tarafından özel hukuk tüzel kişisine karşı açıldığı, idari yargıda ise, idari sözleşmelere ilişkin kimi uyuşmazlıklar haricinde özel hukuk kişilerinin davalı olması mümkün olmadığı gibi, işin doğasına da aykırı olduğu, zira; özel hukuk tüzel kişilerinin idari işlem tesis edemeyecekleri, bu durumda, harcamalara katılım payı karşılığında keşide edilen çek bedelinin tahsili amacıyla Konya 6. İcra Müdürlüğü nezdinde başlatılan icra takibine borçlu tarafından yapılan itirazın iptali ve çek bedellerinin ödenmesine karar verilmesi istemleri, adli yargı mercileri nezdinde açılacak davalarda ileri sürülebilecek istemler olduğundan, bu istemlerle Mahkemelerinde açılan davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin, değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68., ek 68/a. ve ek 68/b. maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahküm edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Bu durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eylemden dolayı hak ve menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri olmayıp, ilâmsız icra takibine vaki itirazın iptali davası olması karşısında, idari yargının görevine giren bir dava bulunduğundan sözetmek olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle, İcra ve İflâs Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.10.2007 gün ve E:2007/178, K:2007/411 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/34

KARAR NO     : 2010/150

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. Ö.

Vekili                  : Av. E. Ö., Av. D. H. Ö., Av. E. İ., Av. H.Ö. A.

Davalı                 : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (İzmir Bölge Müdürlüğü )

O L A Y             : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü’nün 30.05.2006 gün ve 18761 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 4. maddesine muhalefet edilerek, çalışma izni olmayan yabancı uyruklu işçilerin işyerinde bağımlı olarak çalıştırıldığından bahisle, Kanunun 21. maddesine dayanılarak, 21/3. maddesine göre 64.296,00 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, bu para cezasının kaldırılması istemiyle, adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.01.2007 gün ve D.İş:2006/198 ve K:2007/30 sayı ile; 19.12.2006 tarih ve 5560 sayılı yasa ile değişikliğe uğrayan 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 3/a maddesine göre, Kabahatler Yasasının idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirlenmesi ve itiraza konu 4857 sayılı iş yasasının 108/son maddesine göre bu yasa hükümlerine göre verilen idari para cezalarına karşı itirazın açıkça idari yargı mercilerine yapılacağının belirlenmesi karşısında, görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu göz önüne alınarak 5326 sayılı yasanın 28/1-b maddesi gereği itiraz olunan idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle; 5560 sayılı yasa ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 3/a ve 28/1- b maddesi uyarınca görev nedeni ile başvurunun REDDİNE karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu defa aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İzmir 3.İdare Mahkemesi; 08.03.2007 gün ve E:2007/356, K.2007/290 sayı ile davanın görüm ve çözümünün, 4817 sayılı Kanunun 21/6. maddesi gereğince sulh ceza mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar vermiş; kararın, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi; 17.09.2009 tarih ve E:2007/6030, K:2009/8059 sayı ile, davacı tarafından, 4817 sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezasına karşı ilk önce Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın, İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedilmesi üzerine, İzmir 3. idare Mahkemesinde bakılan davanın açıldığı; İdare Mahkemesince de, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi uyarınca, uyuşmazlığı çözmekte Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekirken, davanın görev yönünden reddine karar verildiği bu nedenle, temyize konu İdare Mahkemesi kararının, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanuna aykırı bulunduğu gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 23.12.2009 gün ve E: 2009/1801 sayı ile; yeniden esas kaydına alınan dava dosyası incelenerek ve bozma kararına uyularak işin gereği görüşüldüğü; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19.maddesi hükmüne yer verdikten sonra; davanın, davacıya 4817 sayılı yasa uyarınca para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açıldığı; 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun'un, dava tarihinde yürürlükteki şekliyle, 21/6. maddesinde, "Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık: bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. İdari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödenir. İlgililer cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilir ... " hükmüne yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, davacının çalışma izni olmayan yabancı uyruklu işçileri bağımlı olarak çalıştırmak suretiyle, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun'un 4. maddesine muhalefet edildiği gerekçesiyle, 4817 sayılı Yasanın 21. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı; öte yandan, dava konusu işlemin iptali istemiyle, İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi'nde işlemin tebliğ tarihinden itibaren 10. günde açılan davada, mahkemece 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre hüküm tesis edilerek, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ise de; dava konusu işlemin 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun hükümlerine göre yapıldığı ve söz konusu kanun hükümleri uyarınca verilecek para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edileceğinin açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevinde olduğu; diğer yandan, daha sonra 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 499.maddesi ile 4817 sayılı Kanunun 2l.maddesi değiştirilerek "18 inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde yerine getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için ikiyüzelli Türk Lirası idari para cezası verilir. / Çalışma izni olmaksızın bağımlı çalışan yabancıya beşyüz Türk Lirası idari para cezası verilir. / Çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk Lirası idari para cezası verilir. Bu durumda, işveren veya işveren vekili yabancının ve varsa eş ve çocuklarının konaklama giderlerini, ülkelerine dönmeleri için gerekli masrafları ve gerektiğinde sağlık harcamalarını karşılamak zorundadır. / Birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarda sayılan fiillerin tekrarı halinde idari para cezaları bir kat artırılarak uygulanır. / Bu Kanuna göre verilmiş çalışma izni olmaksızın bağımsız çalışan yabancıya ikibin Türk Lirası idari para cezası verilir ve varsa işyeri veya işyerlerinin Bakanlık bölge müdürlerince kapatılması kararı alınarak, bu kararın uygulanması için durum ilgili valiliğe bildirilir. / Tekrarı halinde, varsa işyeri veya işyerlerinin kapatılmasının yanı sıra idari para cezası bir kat artırılarak uygulanır. / Bu Kanuna göre idari para cezası ile cezalandırılan bağımlı veya bağımsız çalışan yabancılar ile yabancı çalıştıran işverenler İçişleri Bakanlığına bildirilir." şekli verilmiş bulunduğu; yapılan bu değişiklik sonrasında ise 4817 sayılı Kanun uyarınca verilecek idari para cezası işlemlerine karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 19.12.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 5560 sayılı Kanunla değişik 3/a maddesinde "Bu Kanunun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" hükmü, 27. maddenin 1. fıkrasında" İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir " hükmü, 8. fıkrasında ise, " İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." hükmünün yer aldığı; 19/12/2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre idari para cezasına ilişkin bir kanunda bu cezaya karşı idare mahkemesinde itiraz edilebileceğinin açıkça belirtilmemesi halinde, itirazı görmek ve çözmek konusunda sulh ceza mahkemesinin görevli olacağı sonucuna varıldığı; belirtilen hukuksal duruma göre de halihazırda bakılan uyuşmazlığın çözümünde sulh ceza mahkemesi görevli olup idare mahkemesinin görevsiz bulunduğu gerekçesiyle; İzmir 7.Sulh Ceza Mahkemesinin Değişik İş: 2006/198, K:2007/30 sayılı dosyası anılan Mahkemeden getirtilerek iş bu başvuru kararı ile dava dosyalarının 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın Uyuşmazlık Mahkemesi'nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 4. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle, 21. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, yabancıların Türkiye'deki çalışmalarını izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemek olduğu; “İzin alma yükümlülüğü ve izin verme yetkisi” başlıklı 4. maddesinde, Türkiye’nin taraf olduğu ikili ya da çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe, yabancıların Türkiye’de bağımlı veya bağımsız çalışmaya başlamadan önce izin almalarının gerektiği; ülke menfaatlerinin gerekli kıldığı hallerde veya mücbir nedenlere bağlı olarak, çalışmaya başlamadan önce ilgili makama bilgi vermek koşuluyla, çalışma süresi bir ayı geçmemek ve Bakanlık onayı alınmak suretiyle çalışma izninin işe başladıktan sonra da verilebileceği hükme bağlanmış; 21. maddesinde, idari para cezasının hangi hallerde verileceği ve verilecek idari para cezası miktarları belirtildikten sonra, bu Kanunda öngörülen idari para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri, başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 499. maddesiyle, “18 inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde yerine getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni olmaksızın bağımlı çalışan yabancıya beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu durumda, işveren veya işveren vekili yabancının ve varsa eş ve çocuklarının konaklama giderlerini, ülkelerine dönmeleri için gerekli masrafları ve gerektiğinde sağlık harcamalarını karşılamak zorundadır.

Birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarda sayılan fiillerin tekrarı hâlinde idarî para cezaları bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre verilmiş çalışma izni olmaksızın bağımsız çalışan yabancıya ikibin Türk Lirası idarî para cezası verilir ve varsa işyeri veya işyerlerinin Bakanlık bölge müdürlerince kapatılması kararı alınarak, bu kararın uygulanması için durum ilgili valiliğe bildirilir.

Tekrarı hâlinde, varsa işyeri veya işyerlerinin kapatılmasının yanı sıra idarî para cezası bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre idarî para cezası ile cezalandırılan bağımlı veya bağımsız çalışan yabancılar ile yabancı çalıştıran işverenler İçişleri Bakanlığına bildirilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde        

"(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4817 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.01.2007 gün ve D.İş:2006/198 ve K:2007/30 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/35

KARAR NO     : 2010/151

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının satın aldığı taşınmazın tapu kaydının, Maliye Hazinesi tarafından açılan dava sonucu iptal edilmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. K.

Vekili                  : Av. O. K.

Davalı                 : Maliye Hazinesi

Vekili                  : Av. C. A. G.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin Antalya Merkez Kütükçü 9209 ada 1 nolu parseli 10.08.2001 tarihinde satın aldığını, davalı Hazine İdaresinin 05.10.2004 tarihinde bu arsanın tapu kütüğüne Orman Yasasının 2/B maddesi şerhi koyduğunu ve 14.04.2006 tarihinde de tapu iptal davası açtığını; Antalya 3.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2006/178, K:2006/692 sayılı ilamı ile müvekkiline ait olan parselin tapusunun iptal edilerek Maliye Hazinesi adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiğini, bu kararın Yargıtay incelemesinden de geçerek 09.11.2007 tarihinde kesinleştiğini; müvekkilinin bu parseli satın aldığı zaman, tapu kaydında hiçbir şekilde şerh olmaması nedeni ile tamamen tapuya güven ilkesi dahilinde gerçekleştiğini, Mahkeme kararının kesinleştiği 2007 yılına kadar da taşınmazların kendilerine ait olduğu güveni ile hareket ettiğini, bu durumda müvekkilinin, tapu kayıtlarının iptal edilmesinden sonra zarara uğradıklarının kabulünün gerektiğini, bu zarardan davalı Hazinenin 4721 sayılı Yasanın 1007. maddesi uyarınca kusursuz sorumluluğunun bulunduğunu; kusursuz sorumluluğun, tapu siciline bağlı çıkarların ve aynı hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayandığını; çünkü, sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devletin, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt ettiğini, dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemenin, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmanın da aynı kapsamda bulunduğunu, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer konularda aynı gerekçelerle hazinenin sorumlu olduğuna ve vatandaşların zararının hazine tarafından ödenmesine karar vermiş olduğunu ifade ederek, sonuçta; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile, müvekkilinin sahip olduğu parselinin tapusunun iptal edilmesinden dolayı uğramış olduğu 1.000.000.00 YTL zararın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak müvekkiline ödenmesine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ;18.02.2009 gün ve E:2008/348, K:2009/61 sayı ile, dava dilekçesinin özetine yer verdikten sonra, Antalya 3 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/178 Esas ve 2006/692 Karar sayılı dosyasının tetkikinden; davacının Maliye Hazinesi, davalısının Havva Kuzan, dava konusu taşınmazın Kütükçü köyü 9209 ada 1 parsel sayılı taşınmaz olduğu, 25.12.2006 tarihinde davanın kabulü ile davaya konu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tapuya tesciline karar verildiği hükmün 09.11.2007 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı; Davacının, kadastro tespiti sonucunda üçüncü kişiler adına tespit görüp kesinleşen ve tapuya kaydedilen taşınmazları tapu siciline güvenerek satın aldığını, daha sonra hazinenin açtığı dava sonunda tapuların iptal edildiğini belirterek uğradığı maddi zararın tazminini talep ettiği; davacının davasını, tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen ayrık nitelikteki TMK’nun 1007. maddesine dayandırmış olduğu, bu maddeye göre Hazine'nin sorumlu tutulabilmesi için zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmış olmasının gerektiği, oysa dava konusu zarara neden olan hatalı tespitin, kadastro çalışmaları sırasında oluştuğu, taşınmazın nitelik ve zilyetlik koşulu gerçekleşmeden üçüncü kişi adına tespit görmüş bulunduğu; Hazinenin, Devlete ait taşınmazları, kadastro tespiti çalışmalarını takip etmediği, askı ilanı sonrasında itirazlarını yapmayarak hatalı tescilin oluşmasına ve bunun sonucunda sicile güvenerek taşınmazı satın alan davacının yanılmasına neden olduğu; şu durumda, Hazine'nin yasalar uyarınca kendisine verilen bu görevlerini yapmaması sonucu doğan zararın, ihmali nitelikteki idari eylemden doğduğu, bu tür idari eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının, idari yargı yerlerinde görüleceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ’nin 14.9.2009 gün ve E:2009/8210, K:2009/9773 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 3. İDARE MAHKEMESİ; 04.12.2009 gün ve E: 2009/1849 sayı ile, Anayasa'nın 9. maddesinde “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” denildiği, “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinde “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. / Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. / Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. / Yasama ve yürütme organları ve idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükümlerine yer verilmiş bulunduğu; belirtilen Anayasal düzenlemelere göre, "kuvvetler ayrılığı" ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan yargı organının yasama ve yürütmeden ayrı tutulmuş olduğu, bağımsız bir organ olan yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin Anayasa'nın 125. maddesinde öngörülen "idari işlemler" kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal işlemler dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamayacağının açık olduğu; bu anlayışın, Ülkemiz yargı sisteminin dayandığı "yargı ayrılığı" ve "adli ve idari yargı organlarının birbirlerine karşı bağımsızlığı" ilkelerinin de doğal bir sonucu olduğu; bununla birlikte, hukukumuzda, bazı hallerde yargısal işlemlere yardımcı kimi idari faaliyetlerden dolayı Devletin sorumluluğunu öngören istisnai düzenlemelerin de bulunduğu; nitekim, Medeni Kanun’un 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur./ Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. / Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "hükümlerine yer verildiği; anılan yasal düzenlemeden, yargılama sürecine katkıda bulunan işlemler nedeniyle Devletin sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda, bu sorumluluğun denetiminin de aynı yargı düzeni içinde yapılmasının gözetildiğinin anlaşıldığı; olayda, Olayda, davacının Antalya İli, Merkez Kütükçü 9209 ada 1 parsel sayılı taşınmazı tapuya güvenerek 10.08.2001 tarihinde iyi niyetle satın aldığı, fakat sonradan söz konusu taşınmazın hazineye ait olduğu gerekçesiyle tapunun iptali üzerine tapuya güven ilkesi gereğince bakılmakta olan tazminat davasının açıldığının anlaşıldığı; bu duruma göre, Türk Medeni Kanunu'nun uygulanmasına ilişkin olarak kamu görevlilerinin işlemlerinden doğduğu öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada, Medeni Kanun'un 1007. maddesi hükmü ve ayrıca tazminat istemine esas olan işlemin denetimi yapan mahkemenin dahil olduğu adli yargının görevli bulunduğunun kabulünün zorunlu bulunduğu; nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 10.07.2006 gün ve E: 2006/1001, K: 2006/14 sayılı kararının da aynı yönde olduğu, benzer davalarda Yargıtay'ın işin esasına girerek (Örneğin Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin E: 2002/3549, K: 2002/5807 sayılı kararında olduğu gibi) karar verdiğinin de görüldüğü; ancak, uyuşmazlıkla ilgili Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.02.2009 gün ve E:2008/348, K:2009/61 sayılı görevsizlik kararı 14.09.2009 tarihinde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin E:2009/8210, K:2009/9773 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru zorunluluğunun doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının 2001 yılında satın aldığı taşınmazın tapu kaydının, Maliye Hazinesi tarafından açılan dava sonucu iptal edilmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinde, “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.12.2006 gün ve E:2006/178, K:2006/692 sayılı kararıyla, dava konusu taşınmazın 1946 yılında 3116 sayılı yasaya göre yapılan orman tahdidinde orman sınırları içerisinde bırakıldığı ve tahdit işleminin kesinleştiği, 1952 yılında 5653 sayılı yasa uyarınca yapılan maki tefrik çalışmasında ise makilik olarak ayrılan sahada bırakıldığı, bu yerin 1989 yılında 6831 sayılı yasanın 3302 sayılı yasayla değişik 2/B maddesi uyarınca yapılan uygulamada ise hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan sahada kaldığının yapılan yargılama ve toplanan delillerle anlaşılmış olduğu; dava konusu taşınmazın 1946 yılında yapılan orman tahdidinde orman sınırları içinde bırakıldığı ve orman kadastrosunun kesinleşmesiyle birlikte devletin tapulu mülkü konumuna geldiği anlaşıldığına, 1952 yılında yapılan maki tefrik işlemi bir nitelik belirleme işleminden ibaret bulunduğuna ve taşınmaz bu işlemden sonra devletin tapulu özel mülkü haline geldiğine, bu tür yerlerin ve 2/B uygulamasıyla hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan sahaların imar-ihya ve kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi mümkün bulunmadığına, davalı tarafın dayandığı ve makilik yerlerin özel mülke konu olmasını sağlayıcı nitelikte bir tapu kaydı da bulunmadığına, Hazine’nin nitelikleri gereği tapulamaya tabii bulunmayan yerlerle ilgili olarak açacağı davalarda 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması söz konusu olmadığına göre, davanın kabulüne karar vermenin gerekmiş olduğu gerekçesiyle davanın KABULÜ ile; Antalya ili Merkez Kütükçü Köyü 9209 ada 1 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının İPTALİ ile davacı Maliye Hazinesi adına tapu siciline KAYIT ve TESCİLİNE karar verildiği, bu kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 2/10/2007 gün ve E:2007/10422, K:2007/11665 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmesi üzerine, davacı tarafından; uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Buna göre, uyuşmazlığın, taşınmazın tapu kaydının hatalı tescili nedeniyle iptal edilmesinden kaynaklandığı ve açılan davanın bununla ilişkilendirildiği gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünün, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre adli yargının görevine girdiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 3. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2009 gün ve E:2008/348, K:2009/61 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/37

KARAR NO     : 2010/152

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İGDAŞ ( İstanbul Gaz Dağıtım Sanayi ve Ticaret A.Ş)

Vekili                  : Av. A. K.

Davalı                 : Ümraniye Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. M. Y.

O L A Y             : Ümraniye Belediye Encümeni tarafından, 25.10.2005 gün ve 3010 sayı ile, Belediyece konmuş edevatı tahrif ettiği ve yapmış olduğu kazı sonrası kazının üzerini asfaltlamayarak rahatsızlık verdiği nedeniyle Belediye Zabıta Yönetmeliğinin 3/E maddesini ihlal ettiği saptanan davacının, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca 123.88-YTL para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ÜMRANİYE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 09.03.2007 gün ve E: 2006/1934 Müt. sayı ile, itiraz eden Vekilinin şikayet dilekçesinde; 25.10.2005 tarih ve 3010 sayılı İdari Para Cezası'nın haksız olarak düzenlendiğini, idari Para Ceza Tutanağının iptaline karar verilmesini talep ettiği; davalı vekilinin cevap dilekçesinde, itirazın reddine karar verilmesini talep ettiği; tüm dosya kapsamına göre; itiraza konu işlemin kaçak hafriyat nedeniyle verilen idari para cezasına karşı yapılan başvuru olduğu, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 80/d maddesinde, zemin ve yol kanal açma izni verilmesi yapım ve yıkım artığı malzeme ile toprak kazısının taşınması için belediyelerce yer gösterilmesi ve bu yerlerin tesviyesinin "zemin açma izin ve toprak hafriyat harcına tabi olduğu"nun belirtildiği; vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlülüklerde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun uygulanması gerektiğinin belirlendiği ve 5560 sayılı kanun ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3/a maddesine göre de "bu kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır." hükmü gereğince, itiraza konu idari para cezasına ilişkin yargılama yapma görevinin vergi mahkemesinde bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 9.Vergi Mahkemesi; 14.11.2007 gün ve E: 2007/835, K:2007/2492 sayı ile, söz konusu cezanın genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köy idaresine ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler niteliğinde bulunmadığı, cezanın 5393 Sayılı Belediye Kanununun 59/F maddesi ile 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunun 80/D maddesine göre hesaplanmış olmasının da idari para cezasına harç niteliği kazandırmayacağı, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümü Vergi Mahkemesinin değil, idare Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle; 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine, dava dosyasının görevli İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

İSTANBUL 7. İDARE MAHKEMESİ; 25.03.2008 gün ve E:2008/84, K: 2008/558 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3. bendinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve 3 ve 5. maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla incelenerek, aynı Yasa'nın 15. maddesinin 1/a bendinde ise adli yargının görevli olduğu konularda, açılan davanın görev yönünden reddine karar verileceğinin belirtildiği; 1608 Sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte olan 1. maddesinde: "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet idaresinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ve Türk Ceza Kanununun 536, 538, 557, 559 ve 577 nci maddeleriyle 553 üncü maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler." hükümlerinin yer aldığı; 1608 sayılı Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fıkrasında yer verilen "Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.... " hükmü, 08.02.2008 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 578-(g) maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ise de; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 gün ve 26381 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 31. maddesiyle değişik "genel kanun niteliği" başlıklı 3.maddesinde "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarımı karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır." hükmü, aynı yasanın "idari yaptırım türleri" başlıklı 16. maddesinin 1. fıkrasında "Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibarettir" hükmü ile "başvuru yolu" başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında da "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" hükümlerinin öngörüldüğü; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı; dava konusu uyuşmazlıkta, her ne kadar, dava dilekçesinde, davalı idarenin savunma dilekçesinde ve dilekçe eklerinde bulunan, E: 2006/1934 Sayılı Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesi kararında, dava konusu idari para cezasının 3194 Sayılı ve 2464 Sayılı Yasalardan kaynaklandığı belirtilmiş ise de, dava dilekçesinde (dava konusu edilen) tarih ve sayısı belirtilen Belediye Encümen kararına konu idari para cezasının, 1608 Sayılı Yasanın 1. Maddesine dayandırıldığının açıkça yazılmış olduğunun görüldüğü; yukarıda yer verilen 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 5560 sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 3. maddesi uyarınca idari yaptırım kararlarına karşı özel kanununda yargı yoluna ilişkin olarak açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda idari yargı yerlerinin, aksi takdirde adli yargı yerlerinin görevli olacağının kuşkusuz olduğu; dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak, 1608 sayılı Kanunda yer alan ve "açıkça Adli Yargı Yeri'nin görevli olduğuna ilişkin olan 5 maddesi" hükmünün de 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 578-(g) maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olsa da; bahsi geçen 1608 Sayılı Yasada "açıkça idari yargı yerlerinin görevli olduğu yönünde herhangi bir hükme yer verilmemiş olduğu" anlaşıldığından, bakılmakta olan davanın görüm ve çözümünün Adli Yargının görev alanı içerisinde yer aldığı; durum böyle olunca Mahkemelerinin görev alanına girmeyen davanın esasının incelenmesine hukuken imkan bulunmadığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar İstanbul Bölge idare Mahkemesi’nin 8.4.2009 gün ve E:2009/574, K:2009/4839 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının bir örneğinin; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği, Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 03.05.2010 gün ve Müt.no: 2006/1934 sayılı cevap yazısında; dosyanın tomar halinde İstanbul 7. İdare Mahkemesine gönderilmiş olduğunu, kesinleşme şerhinin dosyada mevcut olduğunu bildirdiği; bu nedenle adli yargı kararının da kesinleşmiş olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş; 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; Yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; Yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde,        “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1608 sayılı Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 09.03.2007 gün ve E: 2006/1934 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/41

KARAR NO     : 2010/153

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasına ilişkin olarak düzenlenen Trafik Kazası Tespit Tutanağına yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ares Otomotiv Elk. İnş. Teks. Züc. San. Tic. Ltd. Şti.

Davalı                 : İstanbul Valiliği (Silivri Bölge Trf. Dnt. İst. Amirliği)

O L A Y             : 24.06.2009 tarihinde, Büyükçekmece Mimar Sinan köprüsü güney yolda; davacı şirkete ait 34 VF 9082 plakalı araç ile 34 SNA 43 plakalı aracın çarpışması sonucunda yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiş; olaya ilişkin olarak, Silivri Bölge Trf. Dnt. İst. Amirliği personeli tarafından aynı tarihli Trafik Kazası Tespit Tutanağı düzenlenmiştir.

Davacı; trafik kaza tutanağının gerçeği yansıtmadığını, kazanın yanlış şekilde yorumlanması nedeniyle sürücü ve araç aleyhine tutanak tutulduğunu ileri sürerek, 24.06.2009 tarihli trafik kaza tespit tutanağına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BÜYÜKÇEKMECE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.07.2009 gün ve E:2009/941, K:2009/728 sayı ile, muterizin itiraz dilekçesinde; Şirketlerine ait 34 VF 9082 plaka sayılı aracın 24.06.2009 tarihinde Büyükçekmece Mimarsinan’da maddi hasarlı trafik kazasına karışmış olduğunu, trafik kaza tutanağında kusur, sürücünün ehliyeti olmadığından ve kazayı yanlış yanlı şekilde yorumlamaları nedeniyle sürücü ve araçları aleyhine tutulduğunu, şirketlerinin araç maliki olarak kasko sigortası ve davalı tarafça maddi olarak sorumlu olduğundan dava açma zarureti hasıl olduğunu ifade ederek, hukuka uygun olmayan haksız ve mesnetsiz 24.06.2009 tarihli maddi hasarlı trafik kaza tutanağına ilişkin itiraz ve şikayetlerinin kabulüne karar verilmesini talep ettiği, muterizin dilekçesi ekinde 24.06.2009 tarihli kaza tespit tutanağının fotokopisini sunduğu; 5326 Sayılı Yasanın 3. maddesinde "bu kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde diğer genel hükümleri idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır", 27. maddesinde “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurabilir” hükümlerinin düzenlendiği; muterizin Trafik Kazası Tespit Tutanağına itiraz ettiği, davaya bakmaya idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle, görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, söz konusu tutanağın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 25.11.2009 gün ve E: 2009/1797 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un Yargı Merciilerinin "Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları" başlıklı 19. ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 2. ve 15/1-a maddelerine yer verdikten sonra; 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının “Bu Yasadaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri" başlıklı 112. maddesinde, "Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Yasadaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali cezasını veya işyerlerinin kapatılması Cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır.” hükmünün yer aldığı; Karayolları Trafik Yönetmeliğinin. "Trafik Kazalarına El Konulması" başlıklı 154. maddesinde, "Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır. A) Trafik kazalarına; 1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, 2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek "Kaza Tespit Tutanağı" düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma) el konulur." kuralı ile aynı Yönetmeliğin, "Trafik Kazalarına ilişkin İşlemler" başlıklı 156. maddesinde de, “Trafik Kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır. a) Kaza tespit tutanağının düzenlenmesi; 1) örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. Tutanaklar; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklamak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir." kurallarına yer verildiği; dava dosyasının incelenmesinden, 24.06.2009 günü davacı şirkete ait araçla diğer bir aracın çarpışmasıyla meydana gelen trafik kazasının ardından tutulan aynı tarihli kaza tespit tutanağında davacıya ait aracın sürücüsüne 7 oranında kusur atfedilmesi üzerine davacının trafik kazasına kendi araçlarının sebebiyet vermediği ve tutanağın usulüne uygun olarak düzenlenmediğinden bahisle anılan kaza tespit tutanağının iptalini istediğinin anlaşıldığı; yukarıda yer alan yasal düzenlemeler uyarınca maddi hasarlı kaza tespit tutanağının, kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne esas olacak ve trafik zabıtasınca düzenlenecek bir belge olduğu, kazanın nasıl oluştuğunu ve kaza anındaki durumu tespit etme amacını taşıdığı, dolayısıyla idari işlem niteliğinde bulunmadığı; bu nedenle, tespit belgesi niteliğinde olan trafik kazası tespit tutanağındaki hususların doğru olmadığına ilişkin iddiaların bir tespit davası şeklinde adli yargı mercilerinde ileri sürülmesi gerekmekte olup, işbu kaza tespit tutanağına yönelik davanın çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı Yasanın 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, meydana gelen yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasına ilişkin olarak düzenlenen Trafik Kazası Tespit Tutanağına itiraz edilmesinden ibarettir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Bu Yasadaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri" başlıklı 112. maddesin birinci fıkrasında, "Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Yasadaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali cezasını veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır." hükmü yer almıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa dayanılarak çıkarılmış bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin, "Trafik Kazalarına EI Konulması" başlıklı 154. maddesinde; “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır.

a) Trafik kazalarına;

1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca,

2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek "Kaza Tespit Tutanağı" düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur.

Trafik zabıtasının görev alanı dışında kalan yerler ile el koyamadığı durumlarda, trafik kaza tespit tutanağı, örneğine uygun olarak mahalli zabıta tarafından düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir.(…)” denilmiş; aynı Yönetmeliğin, "Trafik Kazalarına ilişkin işlemler" başlıklı 156. maddesinde de; “Trafik Kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır.

a) Kaza tespit tutanağının düzenlenmesi;

1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir.

Tutanaklar; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklamak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir.

2) Trafik kazası tespit tutanağı düzenlemeye bu Yönetmeliğin 154 üncü maddesinin (a) bendi gereğince trafik zabıtası ve genel zabıtanın görevli personeli yetkilidir.

Tutanaklar en az iki görevli tarafından düzenlenir. Hafif yaralanmalı veya hasarlı kazalarda tek görevli tarafından rapor şeklinde de düzenlenebilir.

Ancak Türk Silahlı Kuvvetlerine ait araçların karıştığı trafik kazalarında bir askeri temsilcinin bulundurulması mecburidir.

3) Tutanak düzenleyenler, taraflar için kusur oranı belirtirler.(…)” hükmüne yer verilmiştir.

Diğer taraftan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Dava, davacı şirkete ait aracın karıştığı yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası üzerine, davalı idare personeli tarafından düzenlenen Trafik Kazası Tespit Tutanağına itiraz edilmesinden ibarettir.

Anılan düzenlemeler ve somut olay birlikte değerlendirildiğinde; dava konusu tutanağın, kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne esas teşkil edecek ve bir belge niteliğinde olduğu, olayın yaralamalı ve maddi hasarlı kaza şeklinde oluştuğu hususlarının, uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümü sırasında gözetileceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, davacı tarafından; yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağına itirazen açılan ve idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmayan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.07.2009 gün ve E:2009/941, K:2009/728 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/46

KARAR NO     : 2010/154

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. K.

Vekili                  : Av. A. D.

Davalı                 : Ankara Valiliği

O L A Y : Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 3.10.2005 gün ve 1 sayılı idari yaptırım karar tutanağı ile, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 21 ve 24. maddeleri uyarınca davacının toplam 1.320,04YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına, kabahatte kullanılan 81 AH 214 plakalı Fiat Dublo marka gri renkli aracın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmiştir.

Bu işlemin dava konusu yapılması üzerine Çamlıdere Sulh Ceza Mahkemesi’nin 6.12.2005 gün ve 2005/52 D.İş E/K sayılı görevsizlik kararı ile Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı görevsizlik kararı arasındaki görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle davacı tarafından yapılan başvuru üzerine UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ; 26.12.2007 gün ve E:2007/351, K:2007/395 sayılı kararı ile, İdare Mahkemesince sadece idari para cezası yönünden karar verilmiş olması nedeniyle idari para cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu belirttikten sonra, “…Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,…” karar vermiştir.

Bunun üzerine ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ; 23.9.2008 gün ve E:2008/222, K:2008/1625 sayı ile, davacı hakkında 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun muhtelif maddelerine göre Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından 3.10.2005 karar tarihli ve 1 karar nolu işlemle verilen 1.320,00YTL'lik idari para cezasının iptalinin istenildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 26.12.2007 gün ve E:2007/351, K:2007/395 sayılı kararıyla, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna, bu nedenle Mahkemelerinin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı "Görevsizlik" kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiş ise de; 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Yasa'nın 578. maddesi ile 4915 sayılı Yasa'nın 30. maddesinin değiştirilmiş olması nedeniyle, görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olması, yargılamanın her safhasında re'sen dikkate alınacak olması karşısında ve kararın verileceği tarih itibariyle yargı makamlarınca uyulması zorunlu nitelikte kurallar olması nedeniyle dava konusu uyuşmazlığın Mahkemelerince görev yönünden irdelenmesinin gerektiği sonucuna varılarak, dava dosyasının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca incelendiği, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun 5728 sayılı Kanun'un 578. maddesi ile değişik 30. maddesinde; "Bu Kanuna göre verilecek idari para cezaları 4856 sayılı Kanunda yer alan İl Çevre ve Orman Müdürü veya yetki verdiği elemanlar ile 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda yer alan orman işletme şefi tarafından verilir" hükmüne yer verildiği, 4915 sayılı Kanun'un ikinci ve üçüncü fıkralarının, 5728 sayılı Kanun’la yürürlükten kaldırıldığı, 5728 sayılı Kanun'un Geçici 2. maddesinin (a) bendinde; "Mahkemenin görevli olmaması halinde, dosya üzerinde yapılacak inceleme sonucunda verilecek görevsizlik kararıyla dosya, görevli mahkemeye gönderilir" hükmünün yer aldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddelerinden söz ederek, buna göre, davacı adına 4915 sayılı Yasa'ya aykırılık nedeniyle muhtelif maddelerine göre 1.320,00YTL idari para cezası tertip edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan dava açılmış ise de; 4915 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılacak davalarda 5326 sayılı Yasa hükümleri uyarınca sulh ceza mahkemelerinin görevli bulunması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli bulunmadığı sonucuna varıldığı, bu nedenlerle, 2577 sayılı Yasa'nın 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine, dosyanın 5728 sayılı Kanun'un Geçici 2. maddesi (a) bendi uyarınca görevli Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Bu karar üzerine dosyanın gönderildiği ÇAMLIDERE SULH CEZA MAHKEMESİ; 8.12.2009 gün ve D.İş:2009/22 sayı ile, itiraz eden itiraz dilekçesinde özetle; Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün 3.10.2005 tarih ve 1 karar no’lu idari yaptırım kararı ile, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun 21/1, 24/1, 24/3 maddeleri gereğince toplam 1.320,40 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, kabahatte kullanılan aracın ise mülkiyetinin kamuya geçirildiğini, avlanma suçunu işlediğine dair hiçbir delil bulunmadığını, tutanakta belirtilen kabahat fiilinin işlenmediğini ileri sürerek hakkında verilen idari para cezasının kaldırılmasını talep ettiği, Mahkemelerinin 6.12.2005 tarih ve 2005/52 Değişik iş sayılı kararı ile, Mahkemelerinin görevsizliğine karar verildiği, itiraz edenin 19.12.2005 havale tarihli dilekçesi ile, Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 3.10.2005 tarih ve 1 karar sayılı idari yaptırım kararı ile hakkında idari para cezası verildiğini, idari para cezasına itiraz ile birlikte Sulh Ceza Mahkemesi tarafından görevsizlik kararı verildiğini, davaya bakmakta Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğunu, bu nedenle usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararına süresi içerisinde itiraz ettiği, itirazı inceleyen Asliye Ceza Mahkemesinin 3.1.2006 tarihli kararı ile, itiraz edenin itirazının reddine karar verdiği, Çamlıdere Asliye Ceza Mahkemesinin red kararı üzerine, itiraz eden başvuru dilekçesi ile Ankara İdare Mahkemesine başvurarak, Çamlıdere Asliye Ceza Mahkemesinin 3.1.2006 tarihli kararı ile idare mahkemelerinin görevli olması nedeni ile itirazının reddolunduğunu, bu nedenle hakkında verilen idari para cezasının hukuka aykırı olduğundan bahisle duruşma isteminin kabul edilerek idari yaptırım kararının iptal edilmesini talep ettiği, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 21.2.2006 tarih ve 2006/184 Esas, 2006/362 Karar sayılı kararı ile, 4447 sayılı Yasa hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezalarına karşı açılacak davalarda sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden davanın reddine karar verildiği, itiraz edenin İdare Mahkemesinin kararına süresinde itirazı üzerine ise, Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin 27.12.2006 tarih ve 2006/6384 Esas, 2005/8985 Karar sayılı kararı ile, 4915 sayılı Kanun uyarınca davacı adına verilen para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesi nezdinde açılan davada Mahkemece verilen kararın kesin olduğu, kanunda itiraz yolu öngörülmediğinden davacının itiraz talebinin incelenmeksizin reddine karar verildiği, itiraz eden tarafından, Ankara Bölge İdare Mahkemesi'nin itirazın reddine dair vermiş olduğu karar üzerine, 11.5.2007 tarihli itiraz dilekçesi ile söz konusu görev uyuşmazlığının çözümü amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurusu üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 26.12.2007 tarih ve 2007/351 Esas, 2007/395 Karar sayılı kararı ile, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi'nin 21.2.2006 gün ve 2006/184 Esas, 2006/362 Karar sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına oybirliği ile karar verildiği, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin ise 23.9.2008 tarih ve 2008/222 Esas, 2008/1625 Karar sayılı kararı ile, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Yasa’nın 578. maddesiyle 4915 sayılı Yasa’nın 30. maddesinin değiştirilmiş olması nedeni ile görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olması ve yargılamanın her safhasında resen dikkate alınacak olması karşısında ve kararın verileceği tarih itibariyle yargı makamlarınca uyulması zorunlu nitelikte kurallar olması nedeniyle dava konusu uyuşmazlığın mahkeme tarafından görev yönünden irdelenmesi gerektiği sonucuna varılarak, 4915 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılacak davalarda 5326 sayılı Yasa hükümleri uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu, davanın görev yönünden reddine karar verilerek, dosyanın görevli olduğu gerekçesi ile Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verildiği, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 19.6.2009 tarih ve 2009/1 Müteferrik sayılı kararı ile 5326 sayılı Kanun’un 28/1-a maddesi gereğince dosyanın kabahat fiilinin işlendiği yer mahkemesi olan Mahkemelerine gönderildiği, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, 5728 sayılı Yasa ile 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun değiştirilmeden önceki halinin 29. maddesinde, idari para cezalarına tebellüğ tarihinden itibaren 7 günlük yasal süre içerisinde idare mahkemelerine itiraz edilebileceğinin, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmadığının ve bu konuda idare mahkemelerince verilen kararların kesin olduğunun belirtildiği, yine 5728 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önce Kara Avcılığı Kanunu'nun 31. maddesinde, bu Kanunda öngörülen suçlara ilişkin davaların acele işlerden sayıldığı ve sulh ceza mahkemesinde görüleceğinin belirtildiği, suç tarihinin 1.10.2005 tarihli tutanağa göre 2005 tarihi olduğu ve daha önceden de adli yargı teşkilatında görevli Sulh Ceza Mahkemesi tarafından görevsizlik kararı verildiği, idari yargı teşkilatında görevli İdare Mahkemesince de görevsizlik kararı verildiği, adli ve idari yargıda çıkan olumsuz görev uyuşmazlıklarına bakmakla görevli mahkemenin Uyuşmazlık Mahkemesi olduğu ve Anayasa madde 158 uyarınca, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin verdiği kararların kesin olduğunun belirtildiği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 8. bendinde de, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında hukuka aykırılık iddialarının bu işlemlerin iptali ile birlikte idari yargı merciinde görüleceği öngörüldüğünden, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun 5728 sayılı Yasa ile değiştirildikten sonraki halinde de açıkça idari para cezaları ile ilgili itirazları incelemeye yetkili olarak sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu belirtilmediğinden, Mahkemelerinin görevsiz olduğu anlaşılmakla; 5271 sayılı CMK madde 3 uyarınca, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 26.12.2007 tarihli ve 2007/351 Esas ve 2007/395 Karar sayılı kararının kesin olduğu gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine, dosyanın resen görevli ve yetkili Ankara İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Sulh Ceza Mahkemesi, görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle dosyayı üst yazıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Çamlıdere Sulh Ceza Mahkemesi’nin 6.12.2005 gün ve 2005/52 D.İş E/K sayılı görevsizlik kararı ile Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı görevsizlik kararı arasındaki görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle davacı tarafından yapılan başvuru üzerine UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ; 26.12.2007 gün ve E:2007/351, K:2007/395 sayılı kararı ile, İdare Mahkemesince sadece idari para cezası yönünden karar verilmiş olması nedeniyle idari para cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu belirttikten sonra “…Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,…” karar vermiştir.

Bunun üzerine, İdare Mahkemesince, davacı hakkında 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun muhtelif maddelerine göre Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından 3.10.2005 karar tarihli ve 1 karar nolu işlemle verilen 1.320,00YTL'lik idari para cezasının iptalinin istenildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 26.12.2007 gün ve E:2007/351, K:2007/395 sayılı kararıyla, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna, bu nedenle Mahkemelerinin 21.2.2006 gün ve E:2006/184, K:2006/362 sayılı "Görevsizlik" kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiş ise de; 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Yasa'nın 578. maddesi ile 4915 sayılı Yasa'nın 30. maddesinin değiştirilmiş olması nedeniyle, görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olması, yargılamanın her safhasında re'sen dikkate alınacak olması karşısında ve kararın verileceği tarih itibariyle yargı makamlarınca uyulması zorunlu nitelikte kurallar olması nedeniyle dava konusu uyuşmazlığın Mahkemelerince görev yönünden irdelenmesinin gerektiği sonucuna varılarak, dava dosyası 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca incelenmiş ve davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Böylece, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, ( davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair geçiş hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Her ne kadar uyuşmazlık konusu idari para cezası ile ilgili olarak daha önce adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığı konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli yargı yerinin tespiti yolunda verilmiş bir karar bulunmakta ise de; İdare Mahkemesi kararında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kararından sonra yürürlüğe giren 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucu görevsiz hale gelindiği gerekçesine yer verildiğinden, bu gerekçe karşısında Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne göre, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Olayda, adli yargı yerince, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra görev uyuşmazlığının çözümü için üst yazıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulduğu anlaşılmıştır.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de; davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Çamlıdere Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, adli ve idari yargı yerleri arasında idari para cezası yönünden oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 21 ve 24. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

1.7.2003 tarih ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 21. maddesinde, yasaklara uymama; 24. maddesinde, avlanma esaslarına uymama ve belgesiz avlanma halinde verilecek cezalar düzenlenmiş; maddelerde 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 507. ve 510. maddeleri ile değişiklik yapılmış; 30. maddesinin ikinci fıkrasında ise, verilen para cezalarının, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre sahiplerine tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, tebellüğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, bu konuda idare mahkemelerince verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 30. maddenin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi ile verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Çamlıdere Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile verdiği 8.12.2009 gün ve D.İş:2009/22 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/51

KARAR NO     : 2010/156

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen         : E. T.

Karşı Taraf                                                : Av. S. B.

O L A Y : I) SAMSUN 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ; 28.2.2006 gün ve E:2004/875, K:2006/144 sayı ile, katılanın Sedat Büyükterzi, sanığın Engin Taşan olduğu; görev nedeni ile hakaret suçundan dolayı açılan davada; sanığın atılı suçtan beraatine karar vermiştir.

2) SAMSUN 3. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ; 20.6.2007 gün ve D.No:2006/415, K:2007/364 sayı ile, katılanın Sedat Büyükterzi, sanıkların Mustafa Necati Hocaoğlu ve Uğur Hocaoğlu olduğu; kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan dolayı açılan davada; sanıkların üzerlerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine karar vermiştir.

3) SAMSUN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 23.10.2007 gün ve E:2006/348, K:2007/446 sayı ile, Sedat Büyükterzi tarafından Engin Taşan’a karşı açılan alacak davasında; davacının 2006/348 sayılı dosyasındaki talebinin kabulü ile 5,000,00 YTL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, faiz isteminin reddine; birleşen Samsun 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/630 Esas sayılı dosyasında davacı talebinin 2,625,40 YTL olarak kabulüne, azil tarihi olan 6.10.2004 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile beraber davalıdan alınarak davacıya verilmesine; ihtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar devamına karar vermiştir.

E. T., Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verdiği 15.2.2010 günlü dilekçesinde, Samsun 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2007 tarih ve 2006/348 Esas, 2007/446 Karar sayılı kesinleşen kararı ile, Samsun 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28.2.2006 tarih ve 2004/875 Esas, 2006/144 Karar sayılı kesinleşen kararı ve Samsun 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.6.2007 tarih ve 2006/415 Esas, 2007/364 Karar sayılı kesinleşmeyen kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunu ileri sürerek giderilmesini istemiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinin birinci fıkrasında(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) ise, 1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Engin Taşan, 15.2.2010 günlü dilekçesi ile, Samsun 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2007 tarih ve 2006/348 Esas, 2007/446 Karar sayılı kesinleşen, Samsun 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28.2.2006 tarih ve 2004/875 Esas, 2006/144 Karar sayılı kesinleşen ve Samsun 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.6.2007 tarih ve 2006/415 Esas, 2007/364 Karar sayılı kesinleşmeyen kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunu ileri sürerek uyuşmazlığın giderilmesini istemiş ise de; sözü edilen kararların tamamının aynı yargı düzeninde(adli yargı) yer alan mahkemelerce verilmiş olması karşısında, 2247 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddelerine göre olayda hüküm uyuşmazlığının gerçekleştiğinden söz etmek mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/56

KARAR NO     : 2010/157

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İş mevzuatına tabi kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeniyle memur olarak ataması yapılan Davacının, maaş nakil ilmühaberinin 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesine uygun düzenlenmemesi sonucunda hak kaybına uğradığını ileri sürerek maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve maddi zararının faizi ile birlikte tazmin edilmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. Ş.

Vekili                  : Av. A. K.

Davalı                 : Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü

O L A Y : Davacı, Selçuklu Telekom Müdürlüğünde iş mevzuatına tabi kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeniyle 16.2.2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü emrine memur olarak atanmıştır.

Davacı vekili, müvekkilinin nakil sırasında bildirilen maaşının eksik hesaplandığı ileri sürerek, yapılan yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvuru üzerine; Konya İl Telekom Müdürlüğü'nün tesis ettiği 17.6.2008 tarih ve 8129 sayılı işlem ile, bu işleme karşı yaptığı itirazın reddine ilişkin aynı Müdürlüğün 2.9.2008 tarih ve 10215 sayılı işleminin iptali ve yeni kurumu olan Konya il Sağlık Müdürlüğünde göreve başladığı 16.2.2007 tarihinden itibaren maaşında yapılan eksik ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 12.09.2008 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 1. İDARE MAHKEMESİ: 11.11.2008 gün ve E:2008/1201, K:2008/1533 sayı ile, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un "İdare Mahkemelerinin Görevleri" başlıklı 5.; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun, "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.maddesinden bahisle; kural olarak idari yargıda ancak devlet ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabildiği, idare aleyhine dava açılmayıp davalı mevkiinde özel hukuk tüzel kişisinin bulunması durumunda, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari davanın bulunduğundan söz edilemeyeceği; 1953 tarihli ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesinin kurulduğu, 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun 10.06.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasayla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetlerin, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğünce, telekomünikasyon hizmetlerin ise "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi" tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırıldığı; 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun, 27.01.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa'nın 1.maddesi ile eklenip 12.05.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile değiştirilmiş 1. maddesinin dokuzuncu fıkrasında; "Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır." hükmünün yer aldığı, 406 sayılı Yasa'nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin ( c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde; Türk Telekomun, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürüteceği belirtildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlesinde; Türk Telekom'daki kamu payının %50'nin altına düşmesi halinde, Türk Telekom'un tüm tekel haklarının 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olacağı hükmüne yer verildiği, 4502 sayılı Yasa'nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin, 233 sayılı KHK.'nin ekindeki "B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)" bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarıldığı; Türk Telekom A.Ş.’nin; 4502 sayılı Yasa'nın, 29.01.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.01.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış olmakla birlikte, 14.11.2005 tarihine kadar hisselerinin tamamı kamuya ait bulunan kendine özgü statüye sahip olan kamu kuruluşu niteliğinde bulunduğu; ancak özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %55'i, Bakanlar Kurulunun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin %55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.' ye satılmış bulunduğundan Türk Telekom A.Ş’nin kamu kuruluşu niteliğinin bu tarih itibariyle son bulduğu; o halde; 14.11.2005 tarihi itibariyle kamu kurumu olmayan tamamen özel hukuk hükümlerine tabi bir şirket olan Türk Telekom A.Ş.'nin anılan tarihten sonra tesis ettiği işlemlerin idari işlem olarak görülmesi mümkün olmadığı gibi, davacının kamu personeli olup olmamasının da söz konusu işleme idari nitelik kazandırmayacağı; dava dosyasının incelenmesinden; Türk Telekom A.Ş.'de iş mevzuatına tabi kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeniyle 16.02.2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü emrine memur olarak atanan davacının, nakil sırasında Konya il Telekom Müdürlüğünce bildirilen maaşının eksik hesaplandığını ileri sürerek yapılan yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvuru üzerine Konya il Telekom Müdürlüğü'nce tesis olunan 17.06.2008 tarih ve 8129 sayılı işlem ile davacının talebinin kısmen karşılandığı, bunun üzerine davacı tarafından, yapılan düzeltmenin yetersiz ve yanlış olduğu ileri sürülerek anılan işleme karşı itirazda bulunulduğu, bu itirazın Konya il Telekom Müdürlüğü'nün 02.09.2008 tarih ve 10215 sayılı işlemi ile reddi üzerine de bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; davacı tarafından, nakil sırasında Konya İl Telekom Müdürlüğünce bildirilen maaşının eksik hesaplandığı ve bildirildiği ileri sürülerek, yapılan yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurular üzerine tesis edilen dava konusu işlemlerin, Türk Telekomdaki kamu hisselerinin %55'inin devrinden sonra tesis edildiği anlaşıldığından, idari işlem olarak görülmesi mümkün olmayan iş bu işlemlerin iptali istemiyle açılan bu davada idari yargı mahkemelerinin değil adli yargı mahkemelerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; temyiz isteminde bulunan Davacı vekilinin istemi, Danıştay 5. Daire’sinin 26.6.2009 gün ve E:2009/1548, K: 2009/4073 sayılı kararı reddedilerek kararın onanması suretiyle, Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle 01.10.2009 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İŞ MAHKEMESİ: 18.01.2010 gün ve E:2009/282 sayı ile, davacı vekilinin, müvekkilinin 16/07/1992 yılından itibaren Türk Telekom A. Ş. Konya il Müdürlüğünde tekniker kadrosunda kapsam dışı işçi statüsünde çalışmakta iken, 2005 yılında askere gittiğini, asker dönüşü ihtiyaç fazlası personel olarak Devlet personel Başkanlığına bildirildiğini, istihdam fazlası personel olarak 16/02/2007 tarihinde ilişiği kesilerek 657 sayılı yasaya tabi memur statüsünde Konya İl Sağlık Müdürlüğünde göreve başladığını, maaş nakil ilmühaberinin eksik hesaplanması nedeni ile maaşının az ödendiğini, İl Sağlık Müdürlüğünde göreve başladığı 16/02/2007 tarihinden geçerli olmak üzere eksik ve yanlış hesaplanan maaştaki ilmühaberinin düzeltilmesi ve aradaki farkın yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesini talep etmiş olduğu; davalı Türk Telekom A.Ş.nin henüz davaya cevap vermediği; davacının, davalı yanında kapsam dışı işçi statüsünde çalışmakta iken 14/11/2005 tarihinde şirketin hisselerinin satışı sonucunda 4046 sayılı kanunun Ek 22.maddesi uyarınca başka kamu kurum ve kuruluşlarında nakil hakkını kullanarak 16/02/2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğünde 657 sayılı yasaya tabi memur olarak çalışmaya başladığı; davacının, maaşındaki ilmühaberinin geldiği kurumca eksik ve yanlış düzenlemesi nedeni ile eksik maaş aldığı iddiasıyla Konya 1. İdare Mahkemesine açtığı davada, Mahkemece Türk Telekomdaki Kamu hisselerinin %55’inin devrinden sonra işlem tesis edildiği, bu nedenle İdari Yargı Mahkemelerinin görevine girmediği nedeni ile görev yönünden davanın reddine karar verildiği, temyizen inceleme sonucu kararın Danıştay 5. Dairesinin ilamı ile onandığı; davacının, dava açtığı sırada 657 sayılı yasaya tabi memur statüsünde çalıştığı, çalıştığı kurum olan Konya İl Sağlık Müdürlüğünce maaşının eksik ödendiğini iddia ettiği ve geçmişe yönelik eksik ödenen aylıkların yasal faizi ile tahsilini talep ettiği, davalı Türk Telekom A.Ş.nin, 14/11/2005 tarihinde özelleşerek kamu hisselerinin azınlığa düştüğü, istihdam fazlası personelin diğer kamu kurumlarına 4046 sayılı Yasa çerçevesinde dağıtıldığı; davalı Türk Telekom A.Ş. tarafından yapılan işlemin idari nitelikte olmadığı doğru ise de, memur statüsünde çalışan davacının aylığını eksik ödeyen kurumun işleminin idari işlem niteliğinde olduğu, maaş nakil ilmühaberini düzenleme görevi davalı şirkete ait ise de, maaş ödemede bulunacak olan dava dışı İl Sağlık Müdürlüğünün bu ilmühaber ile bağlı olmadığı, denetleme görevinin bulunduğu, aksi halde maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlenmesi sonucu il Sağlık Müdürlüğünce davacıya fazla maaş ödenmesi gerektiğinin kabulünün gerektiği; davacının talebinin iki yönlü olduğu, eksik düzenlemenin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve eksik ödenen aylıkların tahsili olduğu; maaş nakil ilmühaberini düzenlemek davalı şirkete ait ise de, eksik ödenen maaşların tahsilinde muhatabın İl Sağlık Müdürlüğü olduğu, bu yönüyle idari işlemin oluştuğu ve davanın İdare Mahkemelerinin görevine girdiği, maaş nakil ilmühaberi denetleyecek, doğru bir şekilde maaş ödemesinde bulunacak kurumun da yine İl Sağlık Müdürlüğü olduğu, burada hasımın, davacı tarafından bu yönüyle de yanlış gösterildiği, yasal hasımın İl Sağlık Müdürlüğü, giderek Sağlık Bakanlığı olmasının gerektiği, İdare Mahkemesinde yasal hasım düzeltilerek davaya devam edilebileceği; belirtilen nedenlerle açılan davanın idari yargı koluna girdiği, mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyalarını Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İş Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Türk Telekom A.Ş.'de iş mevzuatına tabi kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeniyle 16.2.2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü emrine memur olarak atanan davacı tarafından, nakil sırasında bildirilen maaşının eksik hesaplandığı ileri sürülerek yapılan yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvuru üzerine Konya İl Telekom Müdürlüğü'nün tesis ettiği 17.6.2008 tarih ve 8129 sayılı işlem ile, bu işleme karşı yaptığı itirazın reddine ilişkin aynı Müdürlüğün 2.9.2008 tarih ve 10215 sayılı işleminin iptali ve yeni kurumu olan Konya il Sağlık Müdürlüğünde göreve başladığı 16.2.2007 tarihinden itibaren maaşında yapılan eksik ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş.,4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde iş mevzuatına tabi Kapsam Dışı personel statüsünde çalışan, 14.4.2006 tarihinde 406 sayılı Kanun’un Ek 29 ve 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi çerçevesinde başka kuruma nakli için Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve 16.2.2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü emrine memur olarak atanan davacı; nakil sırasında bildirilen maaşının eksik hesaplandığı ileri sürerek yapılan yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvuru üzerine Konya İl Telekom Müdürlüğü'nün tesis ettiği 17.6.2008 tarih ve 8129 sayılı işlem ile, bu işleme karşı yaptığı itirazın reddine ilişkin aynı Müdürlüğün 2.9.2008 tarih ve 10215 sayılı işleminin iptali ve yeni kurumu olan Konya il Sağlık Müdürlüğünde göreve başladığı 16.02.2007 tarihinden geçerli olmak üzere, eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve aradaki farkın yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle dava açmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

İncelenen uyuşmazlıkta, davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Buna göre, davalının hisse devir(14.11.2005) tarihinde iş mevzuatına tabi Kapsam Dışı personel statüsünde çalışan, 406 sayılı Kanun’un Ek 29 ve 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi çerçevesinde 16.2.2007 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü emrine memur olarak atanan davacının, davalı tarafından maaş nakil ilmühaberinin 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesine uygun düzenlenmemesi sonucunda hak kaybına uğradığını ileri sürerek maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve maddi zararının faizi ile birlikte tazmin edilmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İş Mahkemesi’nce 18.01.2010 gün ve E:2009/282 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/62

KARAR NO     : 2010/160

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Mars Sinema Turizm ve Sportif Tesisleri İşl. A.Ş.

Vekili                  : Av. B. T.

Davalı                 : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (Bakırköy Sigorta Müdürlüğü)

O L A Y             : Sigortalı işe giriş bildirgesinin yasal süre içersinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesine göre idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile reddedilmiştir.

Davacı, söz konusu para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 2.11.2006 gün ve E:2005/7091, K:2006/4661 sayı ile, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nce davanın esası hakkında verilen kararın bozulmasına, 506 sayılı Kanunun 5454 sayılı Kanunla değişik 140. maddesinde, idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı hükme bağlandığından, 506 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözüm görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAKIRKÖY 4. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 1.6.2007 gün ve D. İş E: 2006/286, D. İş K: 2007/995 sayı ile, 5655 sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile yapılan düzenleme karşısında davanın görüm ve çözüm görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı vekilinin talebi üzerine dava dosyası, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. maddesi uyarınca ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 05.07.2010 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, aynı Yasa’nın 15. maddesi uyarınca Mahkememize gönderilen dava dosyasında, usule ilişkin işlemlerde bir eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Hakim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

17.7.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun daha sonra değişikliğe uğrayan 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanunun sayılan maddelerinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında asgari ücrete göre belirlenen oranlarda idari para cezası verileceği bent’ler halinde kurala bağlanmıştır. Aynı maddenin 4. fıkrası, 20.5.2007 tarihinde yürürlüğe giren 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilerek, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” şeklinde yeniden düzenlenmiş iken, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 31.05.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” hükmü yer almıştır.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu duruma göre, incelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 1.10.2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 2.11.2006 gün ve E:2005/7091, K:2006/4661 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.07.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/96

KARAR NO     : 2010/169

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ç. G.

Vekili                  : Av. B. K.

Davalı                 : Karayolları Genel Müdürlüğü

O L A Y : Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğü 17. Bölge Müdürlüğü-’nün 16.3.2006 gün ve 0006733 sayılı işlemi ile, 35 AH 4606 plakalı aracın otoyol ve Boğaziçi köprülerinden ücret ödemeden geçiş yaptığının tespit edildiğinden bahisle 5228 sayılı Kanun'un 50. maddesi uyarınca cezalı geçiş ücretinin ödenmesi istenilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SARIYER SULH CEZA MAHKEMESİ; 17.1.2007 gün ve E:2007/140 D.İş, Müt. K:2007/155 sayı ile, İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 16.10.2006 tarih ve 2006/114 D.İş ve 2006/2422 Müt sayılı kararı ile yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Mahkemelerine gönderildiği, itiraz eden Çiğdem Gündemir'e verilen idari para cezasının Karayolları Genel Müdürlüğü 17. Bölge Müdürlüğü tarafından 5228 sayılı Yasa’nın 50. maddesi ile değişik 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 21/1 maddesi uyarınca verildiği, aynı Kanunun 21/5. maddesi uyarınca bu para cezalarına yapılan itirazın tebliği izleyen günden itibaren 7 gün içinde idare mahkemesi nezdinde cezayı veren idare aleyhine dava açılabileceğinin düzenlendiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 8. İDARE MAHKEMESİ; 30.4.2008 gün ve E:2007/1814, K:2008/879 sayı ile, davanın, davacının aracının otoyol ve Boğaziçi köprülerinden ücret ödemeden geçiş yaptığı ileri sürülerek 1.331,00YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 16.3.2006 tarih ve 773 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8.2.2008 tarihine kadar yürürlükte bulunan 21. maddesinde, "Para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir" kuralına yer verildiği, ancak, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 578. maddesiyle 5539 sayılı Kanun'un 21. maddesinin değiştirildiği ve maddenin yeni halinde 5539 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezası kararlarına karşı idare mahkemelerine başvurulabileceği yolunda bir hükme yer verilmediği, bu durumda, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik sonrasında, Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde tüm idari yaptırım kararları açısından uygulanmasının öngörülmesi; 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un, bu Kanun uyarınca verilecek idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemelerinin görevli olduğunu hükme bağlayan 21. maddesinin, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun ile değiştirilmesi; bu bağlamda, 8.2.2008 tarihi itibariyle 5539 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezası kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu bakımından, kanunlarda aksi yönde bir hükmün var olmaması nedeniyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun kanun yoluna ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekeceği hususları birlikte değerlendirildiğinde; 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5728 sayılı Kanun'la yapılan yasal değişiklik sonrasında, 5539 sayılı Kanun gereğince verilen idari para cezası kararına karşı açılan iş bu davanın idari yargı mercilerinin görev alanına girmediği sonucuna ulaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da vurgulandığı üzere, "yeni bir yasayla kabul edilen görev kuralları geçmişe de etkili olacağından" ve "davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceğinden"; 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik sonrasında adli yargı mercilerinin görev alanına giren iş bu davanın Mahkemelerince görüm ve çözümüne olanak bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5539 sayılı Kanun’un 21. maddesine (5228 sayılı Kanun’un 50. maddesi) göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

11.2.1950 tarih ve 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 21. maddesinde(Mülga: 25/2/1952 - 5889/8 md.;Yeniden düzenleme: 16/7/2004-5228/50 md.), “Karayolları Genel Müdürlüğü işletiminde olan erişme kontrollü karayolları için belirlenen geçiş ücretlerini ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahipleri adına Karayolları Genel Müdürlüğünce geçiş ücretinin on katı idarî para cezası kesilir.

Geçiş ücreti ve kesilen idarî para cezası, ilgilisine posta yoluyla tebliğ edilerek tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödenmesi için süre verilir. Süresinde ödenmeyen tutarlar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. İlgilisine tebliğ edilemeyen alacaklar Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerinde ilân asmaya mahsus yerde otuz gün süreyle ilân edilir, ilân süresinin son günü tebligat yapılmış sayılır. Bu madde hükmüne göre tahsil edilen tutarlar bütçe geliri olarak kaydedilir.

Bu madde uyarınca ödenmesi gereken ücret ve para cezaları ödenmeden araçların fenni muayeneleri ile satış ve devirleri yapılamaz.

Bu madde kapsamındaki alacakların PTT İdaresince tahsiline Maliye Bakanlığınca izin verildiği takdirde bu alacaklar hakkında da 5584 sayılı Posta Kanununun mükerrer 66 ncı maddesi hükümleri uygulanır.

Bu maddenin ikinci fıkrasına göre yapılan tebligat üzerine tebliği izleyen günden başlamak üzere yedi gün içinde idare mahkemesi nezdinde cezayı kesen idare aleyhine dava açılabilir. Dava açılması söz konusu alacakların tahsil işlemlerini durdurmaz” hükmüne yer verilmiş iken; 5539 sayılı Kanun’un 21. maddesi, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile değiştirilerek, (Mülga: 25/2/1952 - 5889/8 md.;Yeniden düzenleme: 16/7/2004-5228/50 md.) “(Değişik birinci fıkra: 23/1/2008-5728/126 md.) Karayolları Genel Müdürlüğü işletiminde olan erişme kontrollü karayolları için belirlenen geçiş ücretlerini ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahiplerine Karayolları Genel Müdürlüğünce geçiş ücretinin on katı kadar idarî para cezası verilir.

(Mülga ikinci fıkra: 23/1/2008-5728/578 md.)

Bu madde uyarınca ödenmesi gereken ücret ve para cezaları ödenmeden araçların fenni muayeneleri ile satış ve devirleri yapılamaz.

Bu madde kapsamındaki alacakların PTT İdaresince tahsiline Maliye Bakanlığınca izin verildiği takdirde bu alacaklar hakkında da 5584 sayılı Posta Kanununun mükerrer 66 ncı maddesi hükümleri uygulanır.

(Mülga beşinci fıkra: 23/1/2008-5728/578 md.)” denilmiş; 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5539 sayılı Yasa’da son haliyle, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 21. maddesine göre verilen cezalara itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sarıyer Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.1.2007 gün ve E:2007/140 D.İş, Müt. K:2007/155 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/103

KARAR NO     : 2010/171

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1-E. Y.

                           2-A. G.

                           3-A. R. T.

                           4-N. K.

                           5-O. T. G.

                           6-A. N. K.

                           7-V. B. Ç.

Vekili                  : Av. R. B.

Davalı                 : Kadıköy Kaymakamlığı

O L A Y : Kadıköy Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürlüğü (AB ve Hukuk Birimi)’nin 20.1.2006 gün ve 4 sayılı, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu hakkında verilen idari para cezası kararı ile, 2860 sayılı Kanun’a muhalefet(izinsiz yardım toplama) nedeniyle davacılara idari para cezası verilmiştir.

Davacılar vekili, para cezalarının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 15.3.2006 gün ve E:2006/779, K:2006/465 sayı ile, Vakıflar Yönetim Kurulu başkan ve üyeleri olan davacılara 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet nedeniyle verilen idari para cezasına ilişkin 20.1.2006 tarih ve 4 sayılı Kaymakamlık işleminin iptalinin istenildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, kabahat nedeniyle kendi kanununda idari bir yaptırım öngörülmüş ise bu yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceğinin anlaşıldığı, buna göre idari para cezalarının da idari bir yaptırım türü olarak kabul edilmesi ve bu cezalara karşı yapılacak itirazların Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesince çözümlenmesi gerektiği, olayda, davacıya 2860 sayılı Kanun’a aykırılık nedeniyle idari para cezası verildiği görülmüş olup, kabahat niteliğindeki bu fiil nedeniyle verilen para cezasının Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesi kapsamında bir yaptırım olduğu, bu itibarla söz konusu cezaya yönelik itirazın adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, bu kez, söz konusu idari para cezalarına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KADIKÖY 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 2.4.2007 gün ve E:2006/410, K:2007/366 sayı ile, itiraz edenler tarafından Mahkemelerine verilen 2.5.2006 havale tarihli itiraz dilekçesinde, itiraz edenlerin 2860 sayılı Yardım Toplama Yasası’na aykırı olarak yardım topladıkları gerekçesiyle Kadıköy Kaymakamlığı’nın 3.1.2006 tarih ve 4 nolu kararları ile her bir itiraz edenden 871,64 YTL idari para cezası alınmasına karar verildiğini, kararın iptali için İstanbul İdare Mahkemesine başvurduklarını, ancak, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 15.3.2006 tarih ve 2006/779-­465 sayılı kararları ile itirazın görev yönünden reddedildiğini, itirazı inceleme yerinin adli yargı yeri olarak belirtildiğini, bu nedenle sulh ceza mahkemesine dava açma zorunluluğu doğduğunu, gerekli yargılama yapılarak her bir itiraz eden bakımından verilen idari para cezalarının hukuka aykırılığı nedeni ile kaldırılmasına karar verilmesinin istenildiğini, Mahkemelerine dava açılmasının yasal dayanağını oluşturan 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildiği ve maddenin 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile yeniden düzenlenerek 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe girdiği, yapılan yeni düzenlemeye göre 5326 sayılı Yasa’nın idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirtildiği, itiraza konu idari yaptırım kararının 2860 sayılı Yardım Toplama Yasası ve Yönetmeliği uyarınca verildiği, 2860 sayılı Yasa’nın 4854 sayılı Yasa ile değişik 29. maddesine göre bu Yasa uyarınca verilen idari para cezalarına tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin belirtildiği, bu durum karşısında 19.12.2006 tarihinde yapılan yeni yasal düzenleme ile konuya ilişkin yargılama görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, bu kez, aynı istemle ikinci kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davanın incelenmeksizin reddine ilişkin kararının İstanbul Bölge İdare Mahkemesince bozulması üzerine İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 16.4.2009 gün ve E:2009/547, K:2009/601 sayı ile, İstanbul 1. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce verilen 20.6.2008 tarih, E:2008/963, K:2008/1059 sayılı kararın İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 14.1.2009 tarih, E:2008/14475, K:2009/283 sayılı kararıyla bozulması üzerine bozma kararına uyulduğu, davanın, davacılara 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet ettikleri gerekçesiyle 6.101,48 TL para cezası verilmesine ilişkin 20.1.2006 tarih ve 4 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar açısından bir müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının geçmişe de etkili olacağının bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği, bu durumda, dava konusu idari para cezasının dayanağı olan 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nun bu Kanuna istinaden verilen kabahat niteliğindeki yaptırımlara karşı kanun yolu öngören ve idare mahkemesini görevli kılan 29. maddesinde göreve ilişkin kuralın 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 406. maddesiyle madde metninden çıkartılması neticesinde, mevcut yargılama aşamasında Kabahatler Kanunu kapsamına giren idari para cezası verilmesine dair uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2860 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

23.6.1983 gün ve 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’nun “Cezalar” başlıklı 29. maddesinde, “Bu Kanunun hükümlerine aykırı olarak izinsiz yardım toplayanlar, altıyüzonmilyon lira idarî para cezasıyla cezalandırılırlar. İzin verilen yer dışında yardım toplayanlar ise, dörtyüzotuzbeşmilyon lira idarî para cezasıyla cezalandırılırlar.

(İkinci fıkra Mülga: 29/5/1986 - 3294/10 md.)

Bu Kanunun diğer hükümlerine aykırı davranışta bulunanlara eylemleri ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde yüzyetmişbeşmilyon lira idarî para cezası verilir.

(Ek: 24/4/2003-4854/3 md.) Bu maddede yazılı olan para cezaları o yerin en büyük mülkî amiri tarafından verilir. Verilen kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

(Ek: 24/4/2003-4854/3 md.) Yukarıdaki fıkralara aykırı davranış sonucu izinsiz toplanan mal ve paralara idarece verilen cezalar kesinleşinceye kadar elkonulur. Para cezasının kesinleşmesinden sonra elkonulan mal ve paraların müsaderesine sulh ceza mahkemesince karar verilir” hükmü yer almış iken; bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 407. maddesiyle,Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak izinsiz yardım toplayanlara yediyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. İzin verilen yer dışında yardım toplayanlara beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Bu Kanunun diğer hükümlerine aykırı davranışta bulunanlara, fiilleri suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Bu maddede yazılı olan idarî yaptırımlara karar vermeye mahallî mülkî amir yetkilidir.

Yukarıdaki fıkralara aykırı davranış sonucu izinsiz toplanan mal ve paralara elkonularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’nda yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2.4.2007 gün ve E:2006/410, K:2007/366 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/126

KARAR NO     : 2010/173

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : T. K.

Vekili                  : Av. G. Ö.

Davalılar             : 1- TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. Ü. C.

2- Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekilleri              : Av. N. D. – Av. Ş. K.

3- A. K.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, 1.1.1944 doğum tarihli davacı T. K.’ın; yaş engeli nedeniyle 1950 doğum tarihli kardeşi A. K.'ın kimliğini kullanarak davalı işveren DDY Genel Müdürlüğü işyerinde, SGK Başkanlığı’nın 4/c statülü üyesi olarak 1.12.1975 tarihinde işe başladığını, bu güne kadarda aralıksız çalıştığını, davacının kardeşi A. K.’ın ise; SGK Başkanlığı’ndan 4/a statüsünde gerçek çalışmaları nedeniyle yaşlılık aylığı aldığını, yukarıda belirtilen çalışmaların bu davalıya ait olmadığını, yine davacı T. K.’ın; gerçek kimliği ile davalı SGK’nun 4/a statüsünde en son 1973 yılında kısmen çalıştığını, bu tarihten sonra başkaca bu statüde çalışmadığını, özetle; davalı A. K. adına kayıtlı davalı işverene bağlı ve diğer davalı SGK Başkanlığı’nın 4/c statüsünde 1.12.1975 başlangıç tarihinden bugüne kadar ki ve halende devam etmekte olan çalışmaların davacı T. K.'a aidiyetine, SGK’nun 4/a statüsündeki çalışmaları ile birleştirilmesine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek davalı A. K. adına kayıtlı, diğer davalı işveren DDY Genel Müdürlüğü işyerinde öbür davalı SGK Başkanlığı’nın 4/c statüsünde 1.12.1975 işe başlangıç tarihinden bu güne kadar aralıksız ve halen de devam eden çalışmaların davacı T. K.'a aidiyetine, SGK’nun 4/a statüsündeki çalışmaları ile birleştirilmesine, davalı işverence, diğer davalı A. K. adına tahakkuk edecek ücret ve hakların gerçek sahibi davacı T. K.'a ödenmesi ve ifası yolunda yargılama sonucuna kadar ihtiyati tedbir vaz'ına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 8. İŞ MAHKEMESİ; 5.8.2009 gün ve E:2009/162, K:2009/395 sayı ile, davacı vekilinin Mahkemelerine ibraz etmiş olduğu dava dilekçesinde özetle; 1.1.1944 doğum tarihli davacı T. K.'ın yaş engeli nedeniyle 1950 doğumlu kardeşi A. K.'ın kimliğini kullanarak davalı işveren DDY Genel Müdürlüğü’nde SGK Başkanlığı’nın 4/c statülü üyesi olarak 1.12.1975 tarihinde işe başlayıp bugüne kadar aralıksız çalıştığını, davacının kardeşi A. K.'ın ise 4/a statüsünde gerçek çalışmaları nedeniyle yaşlılık aylığı almakta olup, belirtilen çalışmaların kesinlikle bu davalıya ait olmadığını beyanla davalı A. K. adına kayıtlı diğer davalı işveren DDY Genel Müdürlüğü işyerinde 4/c statüsünde 1.12.1975 işe başlangıç tarihinden bugüne kadar aralıksız ve halen devam eden çalışmaların davacı T. K.'a aidiyetine karar verilmesini talep ve dava ettiği, davalı TCDD vekilinin Mahkemelerine sunduğu cevap dilekçesinde özetle, davacının sözleşmeli memur statüsünde çalışmakta olup, Mahkemenin görev alanına girmediğini, görevsizlik sebebiyle davanın reddine karar verilmesini talep ettiği, davalı SGK vekilinin duruşmadaki beyanında davanın reddine karar verilmesini talep ettiği, davalı A. K.’ın duruşmadaki beyanında açılan davanın doğru olduğunu, açılan davayı kabul ettiğini beyan ettiği, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesine göre, iş mahkemelerinin, İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasındaki iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak ve iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri olduğu, dava dilekçesindeki açıklamalar ile celp edilen işyeri şahsi sicil dosyası kapsamına göre uyuşmazlık konusu dönemdeki çalışmaların 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi sözleşmeli memur statüsünde geçtiği ve 503761800 emekli sicil numarası adı altında sürmekte olduğu, bu konuda taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı, uyuşmazlık konusu dönemdeki çalışmaların statü hukukuna tabi olduğu, davacı; yaş engeli sebebiyle kardeşi A.'ın kimliğini kullanarak davalı işyerinde 1.12.1975 tarihinde 503761800 emekli sicil numarası ile çalışmaya başladığını, bu çalışmanın halen devam ettiğini, ayrıca kendi adına SSK’lı çalışmalarının olup, kardeşi A. adına görünen çalışmaların kendi adına aidiyetinin tespiti ile SSK’lı çalışmalarının birleştirilmesini talep ettiği, davacının SSK'lı çalışmalarının uyuşmazlık konusu çalışmadan önce gerçekleştiği ve bu çalışmaların davacıya ait olduğu yolunda da herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı, yukarıda izah edildiği üzere davacının Emekli Sandığına tabi olarak geçen çalışmalarının kendi adına olduğunun tespitini talep edip, bu çalışmaların 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre sözleşmeli memur statüsünde geçmesi göz önüne alındığında, 506 sayılı Yasa’nın 2, 3, 79 maddeleri gereğince sözleşmeli personelin hizmet akdi ile çalışan İş Kanununa tabi işçi olmadığı (aynı yönde Hukuk Genel Kurulu'nun 1.3.1993 tarih ve 1992/7647 E, 1993/2999 K sayılı kararı) taraflar arasında işçi-işveren ilişkisinin bulunmadığı, uyuşmazlığın 506 sayılı Yasa yada İş Kanunu’ndan kaynaklanmayıp, davanın iş mahkemesinde görülme olasılığının bulunmadığı, görevin kamu düzeninden olduğu ve talep hakkında İzmir İdare Mahkemelerinin yetkili bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ’nin 3.11.2009 gün ve E:2009/13774, K:2009/16740 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, davalı A. K. adına kayıtlı, diğer davalı işveren DDY Genel Müdürlüğü işyerinde diğer davalı SGK Başkanlığı’nın 4/c statüsünde 1.12.1975 işe başlangıç tarihinden bu güne kadar aralıksız ve halen de devam eden çalışmaların davacı T. K.'a aidiyetine, SGK’nun 4/a statüsündeki çalışmaları ile birleştirilmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ; 15.1.2010 gün ve E:2009/1898, K:2010/7 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 2. maddesinin 1. fıkrasında, idari dava türlerinin sayıldığı, 4577 sayılı Yasa’yla yeniden düzenlenen (a) bendinde, "İdari işlemler hakkında yetki, sekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları”nın da bu dava türleri arasında yer aldığı, aynı Kanunun 14. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinde, dilekçeler üzerinde ilk inceleme yapılırken dava konusu işlemin "idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı" yönünden de inceleneceği, 15. maddesinde ise; dava konusu yapılan işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken işlem olmadığının anlaşılması halinde davanın reddedileceği kuralına yer verildiği, bu hükümlerden de anlaşılacağı üzerine ilgililerin iptal davası açabilmeleri için öncelikle ortada idari davaya konu olabilecek idari makamlarca tesis olunmuş bir işlem olması ve böyle bir işlemin kesin ve yürütülür nitelikte bulunması gerektiği, idari davaya konu olabilecek idari işlemlerin, idare tarafından bir kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla kamu gücü kullanılarak, tek yanlı iradeyle tesis edilen kesin ve yürütülmesi zorunlu işlemler olduğu, bir idari işlemin kesin ve yürütülmesi zorunlu sayılabilmesi için ise, idari işlemin gerekli tüm prosedürü tamamlamış olması ve başkaca bir idari makamın onay ve iznine tabi olmaksızın hukuk düzeninde değişiklik yapabilmesi yani idare edilenlerin hukukunu etkileyebilmesi gerektiği, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, davacının 1950 doğumlu kardeşi A. K.'ın kimliğini kullanarak 5021895 işyeri, 503761800 emekli sicil numarası ile Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü’nde 1.12.1975 tarihinde sözleşmeli geçici personel olarak göreve başladığı, halende bu görevi sürdürdüğü, anılan çalışmaların kendisine ait olduğunun tespiti ile en son 1973 yılında kendi kimliği ve 5501004144472 sicil numarası ile Devlet memuru olarak çalıştığı sürelerinde diğer çalışmaları ile birleştirilmesi istemiyle İş Mahkemesinde dava açtığı, İzmir 8. İş Mahkemesi’nce verilen 5.8.2009 tarih ve E:2009/162, K:2009/395 sayılı "görev ret" kararının Yargıtay tarafından onanması üzerine anılan istemle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda değinildiği gibi, idari yargı yerlerinde ancak kişilerin hukuksal durumunu değiştirecek nitelikte kesin ve yürütülmesi zorunlu, icrai nitelikteki idari işlemlerin iptali istemiyle dava açılmasının mümkün olduğu, mevzuatta tespit davası niteliğinde bir dava türüne yer verilmediği, diğer yandan, 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinin 2. fıkrasında, idari yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacakları, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde karar veremeyeceğinin kurala bağlandığı, bakılan davada, davacı tarafından 2577 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca idareye yapılmış bir başvuru ve bu başvuru üzerine idarece veya idarelerce tesis edilmiş herhangi bir işlem bulunmaksızın çalışmalarının kendisine ait olduğu ve birleştirilmesine karar verilmesi istemiyle idarenin yerine geçerek idari işlem niteliğinde karar verilmesi istenilmekte ise de herhangi bir işlemin iptali istenilmeksizin bu istemin idari yargı yerinde incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelemeksizin reddine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” denilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği belirtilmiştir.

Davacı vekili tarafından adli ve idari yargı kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek uyuşmazlığın giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ise de; İdare Mahkemesi’nce, “…Bakılan davada, davacı tarafından 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca idareye yapılmış bir başvuru ve bu başvuru üzerine idarece veya idarelerce tesis edilmiş herhangi bir işlem bulunmaksızın çalışmalarının kendisine ait olduğu ve birleştirilmesine karar verilmesi istemiyle idarenin yerine geçerek idari işlem niteliğinde karar verilmesi istenilmekte ise de herhangi bir işlemin iptali istenilmeksizin bu istemin idari yargı yerinde incelenme olanağı bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın incelemeksizin reddine,…” karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan İzmir 8. İş Mahkemesi’nin kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin kararı görevsizlik değil, davanın incelemeksizin reddine ilişkin karar olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/132

KARAR NO     : 2010/174

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Doğsan Tıbbi Malzeme Sanayi A.Ş.

Vekili                  : Av. M. M.

Davalı                 : Sağlık Bakanlığı

O L A Y : Sağlık Bakanlığı’nın 21.4.2006 günlü piyasa gözetimi ve denetimi tutanağı ile, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanmasına Dair Kanun’un 12-b maddesi uyarınca davacının cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Bu tutanağa istinaden Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce Trabzon Valiliği’ne (İl Sağlık Müdürlüğü) gönderilen 4.5.2007 gün ve 9425 sayılı yazıda, “…İlgide kayıtlı Makam Oluru ile; İliniz Rize Caddesi No:151 Yalıncak/Trabzon adresinde ticari faaliyetlerini sürdüren Doğsan Tıbbi Malzeme San. A.Ş. hakkında, Tıbbi Cihaz Yönetmeliği ve CE Uygunluk İşaretinin Ürüne İliştirilmesine ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik hükümlerine aykırılıktan ötürü 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Çerçeve Kanun ve Ürünlerin Piyasa Gözetimi ve Denetimine Dair Yönetmelik gereği 10.000 YTL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir…” denilmiştir. (Bu yazıda sözü edilen 27.4.2007 gün ve 3739 sayılı Makam Oluru’nda, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un 12. maddesinin birinci fıkrası (b) bendi gereğince 10.000 YTL idari para cezası uygulanması gerektiği belirtilmiştir.)

Davacı vekili, 21.4.2006 günlü piyasa gözetimi ve denetimi tutanağı düzenlenmesi üzerine para cezası verilmesine ilişkin kararın iptaline, şirketin deposunda mevcut 8523 koli katküt ipliğinin piyasaya arzının engellenerek muhafaza altına alınmasına ve yediemin olarak davacı şirkete teslimine ilişkin tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle 5.5.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

TRABZON 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.2.2007 gün ve D. İş:2006/364 sayı ile, başvuran vekili tarafından idari para cezasına itiraz edilmekle birlikte davanın açılma tarihinden sonra yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 34. maddesi ile değiştirilen 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/a maddesinde, "idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" denildiğinden ve itiraza konu 4703 sayılı Kanun’un 13. maddesinde, 4703 sayılı Yasa’da yer alan idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, verilen idari para cezasının yerine getirilmesini durdurmayacağı yolunda hüküm yer aldığından, 5326 sayılı Yasa’nın 3/a maddesi göz önüne alındığında, 4703 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde aksine hüküm bulunduğu ve bu maddede açıkça idare mahkemesinin yetkili kılındığının anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ’nin 5.10.2009 gün ve E:2007/11031, K:2009/10042 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce Trabzon Valiliği’ne(İl Sağlık Müdürlüğü) gönderilen 4.5.2007 gün ve 9425 sayılı yazının iptali istemiyle 16.7.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

TRABZON İDARE MAHKEMESİ; 28.3.2008 gün ve E:2007/1147, K:2008/397 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 496. maddesi ile 4703 sayılı Kanun’un bu Kanun kapsamında verilen idari para cezalarına karşı yapılan itirazlara idare mahkemesinin bakacağına ilişkin görev kuralının düzenlendiği 13. maddesinin değiştirildiği; Kanunun genelinde buna ilişkin herhangi bir itiraz yolunun da öngörülmediği, bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, idari para cezalarına karşı Kabahatler Kanunu dışındaki özel kanunlarda herhangi bir görev kuralının belirtilmemesi ve idari yaptırım kararlarının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların verilmiş olması hali dışında, sulh ceza mahkemesine itiraz edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden; davacı tarafından 4703 sayılı Kanun uyarınca verilen 10.000,00 YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına yönelik davalı idarenin 14.9.2006 gün ve 3696 sayılı işleminin iptali amacıyla Mahkemelerine dava açıldığı anlaşıldığından, yukarıda belirtilen Kanun hükümleri gereğince bu davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ’nin 17.2.2009 gün ve E:2008/8078, K:2009/1891 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine 15. maddede belirtilen hükmün aksine, ilk görevsizlik kararını veren Mahkemece idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında birbirini takip eden işlemlerle istenilen ve özünde aynı olan idari para cezası yönünden doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4703 sayılı Kanun’un 12. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

29.6.2001 gün ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un 12. maddesinde, idari para cezaları düzenlenmiş; 13. maddesinde, bu idarî para cezalarına karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 496. maddesi ile 13. madde, ”Bu Kanunda yer alan idarî para cezaları, yetkili kuruluşlar tarafından verilir” şeklinde değiştirilmiş; 5728 sayılı Kanun, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.2.2007 gün ve D. İş:2006/364 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/143

KARAR NO     : 2010/175

KARAR TR      : 05.07.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. G.

Davalı                 : Çayırlı Kaymakamlığı

O L A Y : Erzincan Valiliği Çayırlı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 6.1.2010 gün ve 5 sayılı para cezası kararı ile, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu’nun 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’la değişik 47. maddesinin b fıkrası uyarınca davacıya 840.-TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ÇAYIRLI SULH CEZA MAHKEMESİ; 22.3.2010 gün ve D.İş:2010/9 sayı ile, itiraz eden dilekçesiyle; olay günü araç sahibi Ş. Ç. ile birlikte hayvan aldıklarını ve menşe şahadetnamesinin araç sahibi Ş. Ç.'da olduğunu, Ş.'in acil işi çıktığından ayrıldıklarını, Çayırlı İlçe Jandarma Komutanlığı’nca yapılan yol kontrolleri sırasında evrakları sorduklarını, evrakların Ş. Ç.'da olduğunu söylemesine rağmen ceza yazdıklarını, şahsına kesilen idari para cezasına itiraz ettiğini ve idari para cezası işleminin kaldırılarak para cezasının iptalini talep ettiğinin görüldüğü, itiraz edenin Mahkemelerinin görevli olduğunu iddia etmesi ve duruşma açılmasını talep etmesi sebebiyle takdiren gün belli edilerek itirazın incelenmesi kanaatinin hasıl olduğu, itiraz eden S. G.’in Mahkemelerindeki beyanında itiraz dilekçesinin içeriğini aynen tekrar ettiği, Çayırlı İlçe Tarım Müdürlüğü'nce kendisine tebliğ edilen 7.1.2010 tarihli idari para cezası kararında sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği bildirildiği için itirazını Mahkemelerine yaptığını, itirazın Mahkemelerinde çözümlenmesini talep ettiği, kararına itiraz edilen idare temsilcisi M. T.’ın Mahkemelerindeki beyanında, İlçe Jandarma Komutanlığının kontrolleri sırasında itiraz eden hakkında menşe şahadetnamesiz naklettiği gerekçesiyle tutanak tutulduğunu, İlçe Tarım Müdürlüğünün bu hususta görevli olduğu için idari para cezası tahakkuk ettirildiğini ve ilgili yerlere bildirildiğini, 7.1.2010 tarihli idari para cezası kararının itiraz edene tebliği için gönderilen yazıda kararın tebliği veya tefhiminden itibaren 15 gün içerisinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceğinin bildirildiğini, ancak, 6.1.2010 tarihli para cezası kararında itiraz mercii olarak bölge idare mahkemesinin gösterildiğini, itirazda bölge idare mahkemesinin görevli olduğunu, Mahkemelerinin görevli olmadığını beyan ettiği, itiraz edene verilen idari para cezası kararının incelenmesinden, menşe şahadetnamesiz hayvan sevki nedeniyle 840.09 TL idari para cezası tahakkuk ettirildiği ve tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin bildirildiği, kararın itiraz edene tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, itiraza konu 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair 4648 sayılı Kanun’un 4. maddesinin "f' fıkrası uyarınca tahakkuk ettirilen idari para cezasına ilişkin itirazların idari yargı mercilerine yapılacağının belirlenmesi, aynı zamanda görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu da gözönüne alınarak 5326 sayılı Yasa’nın 28/1-b maddesi gereğince itiraz olunan idari yaptırım kararının Mahkemelerince incelenebilecek kararlardan olmadığı sonucuna varıldığı, başvuru konusu idari yaptırım kararına itirazın 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu'nun 56. maddesi gereğince idari yargı mercilerince incelenebileceğine dair düzenlemeye göre 5560 sayılı Yasa ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3/a ve 28/1-b maddeleri gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 3.5.2010 gün ve E:2010/517 sayı ile, davacı Selim Güler tarafından 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'na aykırı hareket ettiğinden bahisle kesilen idari para cezasının iptali istemiyle Çayırlı Kaymakamlığı’na karşı açılan davada davacının sunduğu dava dilekçesi ve ekleri ile Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2010/9 sayılı dava dosyasının incelendiği, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'nun 56. maddesinin 2. fıkrasında, "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları o yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir... Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir" hükmü yer almakta iken 8.2.2008 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesi ile 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'nun yukarıda alıntısı yapılan 56. maddesinde değişiklik yapıldığı ve idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırıldığı, bu durumda, 3285 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine dava açılabilmesi mümkün olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda yer alan kurallar çerçevesinde kanun yollarına başvurulması gerektiği, görev kamu düzenine ilişkin olduğundan ve usule ilişkin değişikliklerde derhal uygulanma ilkesi geçerli bulunduğundan, davanın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmayıp, adli yargının (sulh ceza mahkemesi) görevli bulunduğu, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca Sivas İdare Mahkemesi’nde açılan E:2010/517 sayılı dava dosyasının ve Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2010/9 sayılı dava dosyasının görevli yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, dosyanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilmesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 5.7.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesinde, idari para cezası verilecek hususlar düzenlenmiş; 56. maddesinin 4854 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile eklenen 2. fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, bu Kanuna göre verilen idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken; 56. madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara mahallî mülkî amir tarafından karar verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde,  " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemeye göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.3.2010 gün ve D.İş:2010/9 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.7.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2009/211

KARAR NO     : 2010/176

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Birinci keşifte bulunmayıp, projesi gereği zorunlu yapılan ilave dört kalem işin birim fiyatının belirlenmesinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca 2004 yılı için yayımlanan yeni birim fiyat listesinin esas alınması gerektiği nedeniyle davanın reddine ilişkin ADLİ YARGI kararının BENİMSENEREK KABULÜ ile, Bayındırlık Kurulu kararının iptali yönündeki İDARİ YARGI kararının KALDIRILMASI, bu suretle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİ hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen : Öztaş A.Ş-Nuhoğlu A.Ş-Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti.

Adi Ortaklığı

Vekilleri              : Av. A. B. - Av. H. G. N.

Davalılar             : 1) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. Ş. K.

2) Bayındırlık ve İskan Bakanlığı

O L A Y : Florya Akvaryum İnşaatı işi müteahhit Öztaş A.Ş.-Nuhoğlu A.Ş.-Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Ortak Girişimine ihale edilerek İstanbul Belediyesi ile Ortak Girişim arasında 27.2.2003 tarihli sözleşme akdedilmiştir.

Söz konusu işin 1. keşfinde bulunmayıp, ancak projesi gereği yapılması zorunlu olan ve ihale dosyası eki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listelerinde bulunmayan dört kalem imalatın birim fiyatları, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 20. maddesine göre belirlenmiş; bu fiyatların uygulanması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 25.12.2003 tarihinde uygun bulunmuştur.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca, bu imalatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat tarif listesinde yer aldığından bahisle bu imalat kalemlerine ait birim fiyatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarif ve Listesine göre hazırlanması; Ortak Girişim tarafından ise, sözleşme eki durumuna gelen ve Bayındırlık Bakanlığı rayiçlerinden faydalanılarak İdare ile birlikte oluşturulan fiyat analizlerinin esas alınması gerektiği ileri sürülmüştür.

Bunun üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca ödemelerde hangi fiyatın uygulanacağı konusunda görüş sorulması üzerine Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Bayındırlık Kurulu’nun 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararında,

“I-GİRİŞ:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın 5.4.2004 tarih ve 1148-802 sayılı yazılarıyla “Florya Akvaryum İnşaatı”nın 2886 sayılı Devlet İhale Kanununa göre Belediye Encümeninin 21.1.2003 tarih ve 2496-1110 sayılı kararı ile müteahhit Öztaş A.Ş.-Nuhoğlu A.Ş.-Alt ve Üstyapı Ltd. Şti. Ortak Girişimine ihale edildiğini, 2004 yılından önce Bakanlığımız Birim Fiyat Listesinde bulunmayan 4 kalem imalatlarla ilgili yeni fiyat yapıldığı, ancak bu fiyatların 2004 birim fiyat listelerinde yer aldığı sebebiyle ödemelerde hangi fiyatın uygulanacağı hususunda görüş istemidir.

II-KONU :

“Florya Akvaryum İnşaatı”nda 2004 yılından önce Bakanlığımız Birim Fiyat Listesinde yer almayan;

-YFZ.01 Q 20 cm Rotary sistem mini kazık,

-YFZ.02 Q 15-20 cm Ankraj için yatay delik açılması,

-YFZ.03 Ankraj tesis edilmesi,

-YFZ.04 Ankraj plaka yapımı ve yerleştirilmesi,

imalatları için 2002 sözleşme ve 2003 yılı uygulama fiyatlarının oluşturulmasında B.İ.G.Ş.’nin 20 nci maddesi ve 88/13181 sayılı Kararnamenin 5.4 maddesi hükümleri doğrultusunda hazırlanan yeni fiyat analizlerinin kullanıldığı ve ödemelerin buna göre yapıldığı belirtilmektedir.

İdaresince, Bakanlığımızca yayımlanan 2004 yılı birim fiyatlarında yukarıda belirtilen imalatların 16.068, 16.070, 16.071 pozları olarak yer alması sebebiyle, YFZ imalat kalemlerine ait birim fiyatların Bakanlığımızın 2004 yılı birim fiyat tarif ve listesine göre hazırlanmasının 26.3.2004 tarih ve R/2145 sayılı yazı ile müteahhit firmaya bildirildiği ifade edilmiş,

Müteahhit firmanın 30.3.2004 tarih ve 802 sayıda kayıtlı itiraz dilekçesinde; yeni fiyat analizlerinin B.İ.G.Ş.’nin 20 nci ve 88/13181 sayılı Kararnamenin 5.4 maddesine uygun olarak idare ile birlikte düzenlendiği ve sözleşme eki kabul edilerek değiştirilmeyeceğini belirtmiştir.

Bahse konu imalatların 2004 yılı ödemelerinin, 2003 yılında onaylanan fiyat analizlerinin 2004 yılına dönüşümünden oluşacak fiyatlardan mı, yoksa Bakanlığımızca yayımlanan 2004 yılı birim fiyatlarında yer alan pozlardan mı ödeneceği konusunda tereddüt oluştuğu sebebiyle, uygulamaya esas görüşümüz istenilmektedir.

III-İNCELEME

IV-KARAR:

Bakanlığımızca yayımlanan 2004 yılı İnşaat ve Tesisat Birim Fiyat Tarifleri ve analizlerine ait uygun teknik özellikleri ve yapım şartlarını kapsadığı anlaşılan bahse konu;

-YFZ.01 Q 20 cm Rotary sistem mini kazık,

-YFZ.02 Q 15-20 cm Ankraj için yatay delik açılması,

-YFZ.03 Ankraj tesis edilmesi,

-YFZ.04 Ankraj plaka yapımı ve yerleştirilmesi,

dört kalem imalatın yeni birim fiyatlarının;

180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 32 nci maddesinde ifadesini bulan ve yukarıda inceleme bölümünde açıklanan zorunluluklar gereği; Bakanlığımızca yayımlanan 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan 16.068, 16.070 ve 16.071 (ankraj plakası yapımı ve yerleştirilmesi dahil) pozlarına ait fiyat analizleri esas alınarak yapılması gerektiği,…” belirtilmiştir.

Davaların Anlatımına Gelince:

1) Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı(Ortak Girişimi) vekilleri tarafından Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı, davalı idare Bayındırlık Kurulunun fiat uygulamasına ilişkin 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararının iptali istemiyle 3.9.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açılmıştır.

ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ; 27.7.2005 gün ve E:2004/2835, K:2005/1185 sayılı kararında,

“… Dava, davacı şirket ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu uyarınca yapılan Florya Akvaryum inşaatı ihalesi sonrasında imzalanan sözleşme kapsamında yapılan işte, 2004 yılından önce Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer almayan dört kalem imalatın yeni birim fiyatlarının 2004 yılı birim fiyatlar ve analizlerinde yer alan pozlara ait fiyat analizleri esas alınarak belirlenmesi gerektiği yolunda davalı idare Bayındırlık Kurulunun 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı kararının iptali istemi ile açılmıştır.

180 sayılı KHK'nin 30/a maddesinde, inşaat işlerinden doğan ve Yüksek Fen Kurulunda karara bağlanmış olup Bakanlık Makamı tarafından bir defa daha bu Kurulda incelenmesi lüzum görülen veya Yüksek Fen Kurulunda üçte iki çoğunlukla karara bağlanamayan anlaşmazlıkları, Bakanlık son mercii olarak kanun, sözleşme ve şartlaşma hükümlerine göre inceleyip en geç bir ay içinde karar bağlamak, Bayındırlık Kurulunun görevleri arasında sayılmış aynı maddede, Bayındırlık Kurulunun kesinleşen kararlarının bütün yöneticiler, görevliler ve ilgililer için bağlayıcı olduğu hüküm altına alınmıştır.

Öte yandan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genel İdari Şartnamesinin 20. maddesinde “Keşif özetinde veya birim fiyat cetvelinde fiyatı gösterilmemiş olup da yapılması idarece istenen yapım ve hizmet işlerinin yeni birim fiyatları tespit edilirken öncelik sırası ile aşağıdaki analizler kullanılır;

a- Sözleşme ve eklerindeki (birim fiyat cetvellerindeki) birim fiyatların tespitinde kullanılan analizler veya varsa o işe ait teklif analizler;

b- Sözleşme birim fiyatlarının tespitinde kullanılan analizlerle veya varsa o işe ait teklif analizlerle kıyaslanarak bulunacak analizler,

c- Diğer idarelere ait benzer analizler

d- Birim fiyatı tespit edilecek iş kalemleri için o işin yapılması sırasında tutulacak puantajla tespit edilecek malzeme miktarları ile işçi ve makinelerin çalışma saatleri esas alınarak oluşturulacak analizler,

Yeni birim fiyatların tespitinde, yukarıdaki öncelik sırası ile aşağıdaki rayiçler uygulanır:

1- Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca tespit edilip yayımlanan rayiçler veya varsa o işe uygulanır;

2- Diğer idarelerce tespit edilmiş rayiçler;

3- İdarece kabul edilmek şartı ile Ticaret ve / veya Sanayi Odasınca onaylanmış memleket rayiçler;

Bu usullerden hiç biriyle yeni birim fiyat tespiti mümkün olamıyorsa, o iş kalemine ait, Ticaret ve / veya Sanayi Odasınca onaylanmış fatura bedelleri esas alınarak yeni birim fiyat tespit edilebilir.

Yeni birim fiyat, müteahhitle birlikte yukarıda belirtilen usullerden biri ile tespit edilerek bu hususta düzenlenen tutanak idarenin onayına sunulur ve onaydan sonra geçerli olur. Yani birim fiyat tespitinde müteahhitle uyuşulamaz ise anlaşmazlık, idaresi tarafından en çok bir ay içerisinde Bayındırlık Kuruluna intikal ettirilir. Bayındırlık Kurulu tarafından tespit edilen fiyatın iki tarafça kabulü zorunludur.

Birim fiyat uyuşmazlığı hallerinde müteahhit, Bayındırlık Kurulunun kararını beklemeden, idare tarafından tespit edilmiş fiyatın uygulanması şartı ile işe devam etmek zorundadır.

Bu maddede belirlenen usullerle tespit edilen birim fiyatlara, sözleşme veya eklerindeki esaslara göre, varsa ihale indirimi uygulanır.

İdare istediği takdirde, sözleşme ve ekleri kapsamında bulunmayıp ayrıca bir müteahhide yaptırılması mümkün olan işi başkasına yaptırabilir, bundan dolayı müteahhit hiçbir istekte bulunamaz" kuralına yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının Florya Akvaryum inşaatı ihalesini kazanması sonrasında 27.4.2004 tarihinde ihale sözleşmesinin imzalandığı, işin yapımı sırasında ortaya çıkan ancak 2004 yılından önceki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde bulunmadığından taraflar arasında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genel İdari Şartnamesinin 20. maddesi uyarınca fiyatı belirlenen 4 kalem imalatın 2004 yılı Birim Fiyat Listesinde yer alması nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca davalı idareye başvuru yapılarak ödemelerde hangi fiyatın uygulanacağı hususunda görüş istendiği, öncelikle davalı idare Yüksek Fen Kurulunda daha sonra ise Bayındırlık Kurulunda konunun ele alındığı ve Bayındırlık Kurulunun 31.5.2004 tarihli ve 2004/6 sayılı kararı ile öncesinde listede yer almayan 4 kalem imalat ile ilgili ödemeye esas olarak 2004 yılı birim fiyat listesinde yer alan fiyat analizlerinin dikkate alınması gerektiğinin belirtildiği, ilgililer açısından bağlayıcı nitelikte olan sözkonusu kararın iptali istemi ile bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Öncelikle Bayındırlık Kurulu kararlarının her ne kadar görüş niteliğinde olmakla birlikte ilgili idareler için bağlayıcı olması karşısında kesin ve yürütülmesi zorunlu idari işlem niteliğinde olduğunda dolayısıyla dava konusu edilebileceği hususunda duraksama bulunmamaktadır. Öte yandan uyuşmazlığın ihale sözleşmesinin uygulanmasından kaynaklanmadığı ve dava konusu işlemin davalı idarece kamu gücü kullanılarak tek yanlı olarak tesis edildiği dolayısıyla bu işleme karşı açılan davanın idari dava niteliğinde olduğu da açıktır.

Olayda, taraflar arasında ihale sözleşmesi imzalandıktan sonra 1. keşifte bulunmayıp sonrasında işin yapımı sırasında ortaya çıkan ve projesi gereği yapılması zorunlu olan 0.20 cm Rotarj sistem kazık yapılması, 0.15.20 cm çapında Ankraj için yatay delik açılması, Ankraj tesis edilmesi ve Ankraj Plaka yapımı ve yerleştirilmesi olarak toplam 4 kalem imalat ile ilgili Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat listelerinde yer almaması nedeniyle ihale sözleşmesi ve İdari Şartname hükümleri uyarınca Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak fiyat belirlemelerinin yapıldığı ve bu hususun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının 25.12.2003 tarih ve 1830 sayılı işlemi ile uygun bulunarak sözleşme eki hale getirildiği, sonrasında 2004 yılı Birim Fiyat Listesinde anılan 4 kalem imalatın yer almasının, daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri sonucunda belli koşullara bağlanmış olan sözleşme unsurlarını hükümsüz hale getiremeyeceği, bir hukuk devletinde hukuki güvenliğin sonucu olan ahde vefa ilkesinin sözleşme özgürlüğünün korunmasını zorunlu kıldığı, bu özgürlüğün sözleşme yapma serbestisi yanında yapılan bu sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerdiği bu itibarla yeni listede yer alan fiyatların uygulanmasına, hem sözleşmenin daha önce bağıtlanması hem de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genel İdari Şartnamesinin 20. ve Sözleşmenin 11. maddeleri uyarınca işin yapımı sırasında ortaya çıkan imalatla ilgili taraflar arasında karşılıklı irade ile tespit edilen ve onaylanarak sözleşme eki haline gelen fiyat uygulamasının kamu gücü kullanılarak değiştirilmesinin hak ihlali sonucunu doğurması nedenleriyle imkan bulunmadığı açık olup dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Öte yandan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 2004 yılı İnşaat ve Tesisat Fiyat Tarif ve Listesinin 5. maddesinde yer alan “Değiştirilen analizlerle bunlara göre düzenlenen yeni birim fiyatlar yürürlüğe konulduğu yıl başından itibaren geçerli olup geçmiş yıllarda ihale edilmiş işler için sözleşmesine esas birim tarifleri ve analizleri uygulanacaktır.” ibaresi de, öncesinde taraflar arasında belirlenen ve sözleşmenin bir unsuru haline gelen fiyatların uygulanmasına devam olunacağını öngörmektedir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu işlemin iptaline,…” karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ’nin; 7.11.2008 gün ve E:2007/1492, K:2008/7139 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

2) Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Ortak Girişimi (Adi Ortaklığı) vekillerince İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na karşı, davacı şirketlerin oluşturduğu ortak girişim (adi ortaklık) ile davalı arasında Florya Akvaryum İnşaatı ihalesine ilişkin 27.2.2003 tarihli sözleşme imzalandığı, işin sözleşmeye uygun şekilde devamı sırasında keşif özetinde yer almayan, ancak işin gereği yapılması zorunlu olan iksa işlerinde YFZ.01.Q20 cm rotary sistem kazık yapılması, YFZ.02.Q15-20 cm çapında ankraj için yatay delik açılması, YFZ.03 ankraj tesis edilmesi, YFZ.04 ankraj plaka yapılması ve yerleştirilmesi iş kalemlerinin de gerçekleştirildiği, keşif özetinde yer almayan bu kalemlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarif ve Listesinde de yer almadığı, tamamen davalının bilgisi ve isteği doğrultusunda olan bu iş kalemleri için mevzuatın gerektirdiği biçimde fiyat analizleri yapılıp, hazırlanan 19.11.2003 tarihli fiyat tutanağının taraflarca imzalandığı, tutanağın 25.12.2003 tarihinde Başkanlık Makamı adına Genel Sekreterlikçe imzalandığı ve Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesi uyarınca sözleşmenin eki haline geldiği, müvekkili tarafından bu imalatlara başlanılıp, sözleşmeye uygun biçimde yapılan bu işlerle ilgili olarak davalı tarafça hak edişler düzenlenip müvekkiline ödemeler yapıldığı, işin bu şekilde devamı sırasında davalı idarenin 26.3.2004 tarihinde bu iş kalemlerinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer aldığı, bu nedenle 2004 yılında yapılan imalatlarla ilgili olarak hak edişlerin bu birim fiyat tarif ve listesindeki fiyatlara göre tanzim edileceğinin bildirildiği, 2004 yılında müvekkili tarafından gerçekleştirilen bu iş kalemleri için davalı tarafın dayattığı fiyatların taraflarca müştereken ve mevzuat gereği belirlenmiş 2003 yılı imalat fiyatlarının 1/3'ü kadar olduğu, davalının sözleşme ve ekleri ile mevzuata aykırı bu tavrı karşısında, davalıya 30.3.2004 tarihli bir yazı gönderilerek aykırılığa işaret edildiği ve 1.1.2004 tarihinden itibaren yapılan işler için de sözleşmenin ekini oluşturan ve tarafların imza ve onaylarını taşıyan fiyat analizleri çerçevesinde hak ediş tanzimi ile ödemelerin buna göre yapılması gerektiğinin bildirildiği, davalı idarenin bu yönde uygulama yapması gerekirken, hukuka ve yerleşik uygulamaya aykırı olarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yüksek Fen Kurulu Başkanlığından görüş sorduğu, Yüksek Fen Kurulu'nun; 180 sayılı Kanun'un 209 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 15. maddesinin (a) bendinin gerektirdiği mevcudun oy çokluğu ile karar verme olanağı gerçekleşmediğinden, idarenin görüş isteğinin Bayındırlık Kurulu'na iletildiği, Bayındırlık Kurulu'nun da oy çokluğuyla ve hukuka aykırı olarak, sözü edilen dört iş (imalat) kalemi için 2004 yılı birim fiyatlarının uygulanması gerektiği yönünde 31.5.2004 tarihinde karar aldığı, bu birim fiyatlar gündeme gelene kadar müvekkilinin gerçekleştirdiği iş kalemleri için dahi bu birim fiyatların dayatılmak istendiği, Bayındırlık Kurulu Kararı’nda kabul edilen görüşün aksine, taraflar arasında mevcut kuralların tümüne uyularak belirlenmiş bulunan dört adet imalatın fiyatının tarafları bağladığı, bu şekilde belirlenen fiyatların 2003 yılı boyunca uygulandığı ve bu kapsamda ödemeler yapıldığı, BİGŞ 20. maddesine göre fiyat saptandığının da idarenin yazılarında yer aldığı, 20. maddenin Fiyatları Belli Olmayan İşler başlığı ile birim fiyat tespitinde izlenecek yöntemi belirlediği ve bu tespitin müteahhit ile birlikte yapılacağının öngörüldüğü, buna göre birlikte tespit edilip, düzenlenen tutanakla idarenin onayına sunulup onaydan sonra geçerli olan fiyatlar karşısında, bu şekilde belirlenen fiyatların sözleşme kapsamında yer almadığı veya onun eki olmadığı kabul edilerek 2003 yılı sonuna kadar müvekkiline dört iş kalemi için yapılan ödemelerin sebepsiz kaldığı gibi bir sonuca ulaşılmasının da mümkün olmadığı, böylelikle sözleşmenin ekini oluşturan dava konusu dört kalem imalat fiyatının, 2003 yılı fiyatlarına sözleşmenin bağlayıcı 8. maddesi gereğince kararname fiyat farkı da uygulanmak suretiyle belirlenmesi gerektiği, bu durumda, müvekkili yüklenicinin 1.1.2004-22.7.2004 tarihine kadar yaptığı imalatlar için alacağının 4.700.308.354.600TL'ye ulaştığı, buna karşın tartışılması mümkün olmayan 3.196.763.880.411TL'lik bölümün talep konusu yapıldığı, bu meblağın, davacı yüklenicinin, Mart sonu 2004’te yayımlanan yeni Birim Fiyat Tarifesinin yürürlüğe girmesine kadar dava konusu dört kalem iş için 2003 yılında tarafların birlikte ve mevzuata harfiyen uygun biçimde belirledikleri birim fiyatlar çerçevesinde bile hak ettiği bedel olduğu, 2003 yılı birim fiyatlarına göre dahi hak edilmiş olan bu bedelin, davalı idare tarafından vekil eden davacının hak edişlerinden kesildiği ileri sürülerek 3.196.763.880.411.-TL'nin kesinti tarihi olan 1.10.2004 tarihinden itibaren en yüksek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 26.10.2004 tarihinde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin davanın kabulü yolunda verdiği 12.7.2005 gün ve E:2004/224, K:2005/349 sayılı kararı, YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ'nin 6.11.2006 gün ve E:2005/6135, K:2006/6233 sayılı kararı ile bozulmuş; kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 18.4.2007 gün ve E:2007/462, K:2007/2540 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

Bozma kararına uyan İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ; 25.9.2007 gün ve E:2007/383, K:2007/521 sayılı kararında,

“…Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirketlerin oluşturduğu ortak girişim (adi ortaklık) ile davalı arasında Florya Akvaryum İnşaatı ihalesine ilişkin 27.2.2003 tarihli, sözleşme imzalandığını, işin sözleşmeye uygun şekilde devamı sırasında keşif özetinde yer almayan, ancak işin gereği yapılması zorunlu olan iksa işlerinde YFZ.01.Q20 cm rotary sistem kazık yapılması, YFZ.02.Q15-20 cm çapında ankraj için yatay delik açılması, YFZ.03 ankraj tesis edilmesi, YFZ.04 ankraj plaka yapılması ve yerleştirilmesi iş kalemlerinin de gerçekleştirildiğini, keşif özetinde yer almayan bu kalemlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarif ve Listesinde de yer almadığını, tamamen davalının bilgisi ve isteği doğrultusunda olan bu iş kalemleri için, mevzuatın gerektirdiği biçimde fiyat analizleri yapılıp, hazırlanan 19.11.2003 tarihli fiyat tutanağının taraflarca imzalandığını, tutanağın 25.12.2003 tarihinde Başkanlık makamı adına Genel Sekreterlikçe imzalandığını ve Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesi uyarınca sözleşmenin eki haline geldiğini, müvekkili tarafından bu imalatlara başlanılıp, sözleşmeye uygun biçimde yapılan bu işlerle ilgili olarak da davalı tarafça hak edişler düzenlenip müvekkiline ödemeler yapıldığını, işin bu şekilde devamı sırasında davalı idarece 26.3.2004 tarihinde bu iş kalemlerinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer aldığını bu nedenle 2004 yılında yapılan imalatlarla ilgili olarak hak edişlerin bu birim fiyat tarif ve listesindeki fiyatlara göre tanzim edileceğinin bildirildiğini, 2004 yılında müvekkili tarafından gerçekleştirilen bu iş kalemleri için davalı tarafın dayattığı fiyatların taraflarca müştereken ve mevzuat gereği belirlenmiş 2003 yılı imalat fiyatlarının 1/3'ü kadar olduğunu, davalının sözleşme ve ekleri ile mevzuata aykırı bu tavrı karşısında, davalıya 30.3.2004 tarihli bir yazı gönderilerek aykırılığa işaret edildiği ve 1.1.2004 tarihinden itibaren yapılan işler için de sözleşmenin ekini oluşturan ve tarafların imza ve onaylarını taşıyan fiyat analizleri çerçevesinde hak ediş tanzimi ile ödemelerin buna göre yapılması gerektiğinin bildirildiğini, davalı idarenin bu yönde uygulama yapması gerekirken, hukuka ve yerleşik uygulamaya aykırı olarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yüksek Fen Kurulu Başkanlığından görüş sorduğunu, Yüksek Fen Kurulu'nun; 180 sayılı Kanun'un 209 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 15. maddesinin (a) bendinin gerektirdiği mevcudun oy çokluğu ile karar verme olanağı gerçekleşmediğinden, idarenin görüş isteğinin Bayındırlık Kurulu'na iletildiğini, Bayındırlık Kurulu'nun da oy çokluğuyla ve hukuka aykırı olarak, sözü edilen dört iş (imalat) kalemi için 2004 yılı birim fiyatlarının uygulanması gerektiği yönünde 31.5.2004 tarihinde karar aldığını, bu birim fiyatlar gündeme gelene kadar müvekkilinin gerçekleştirdiği iş kalemleri için dahi bu birim fiyatların dayatılmak istendiği Bayındırlık Kurulu Kararı’nda kabul edilen görüşün aksine, taraflar arasında mevcut kuralların tümüne uyularak belirlenmiş bulunan dört adet imalatın fiyatının tarafları bağladığını, bu şekilde belirlenen fiyatların 2003 yılı boyunca uygulandığını ve bu kapsamda ödemeler yapıldığını, BİGŞ 20. maddesine göre fiyat saptandığının da idarenin yazılarında yer aldığını, 20. maddenin Fiyatları Belli Olmayan İşler başlığı ile birim fiyat tespitinde izlenecek yöntemi belirlediğini ve bu tespitin müteahhit ile birlikte yapılacağının öngörüldüğünü, buna göre birlikte tespit edilip, düzenlenen tutanakla idarenin onayına sunulup onaydan sonra geçerli olan fiyatlar karşısında, bu şekilde belirlenen fiyatların sözleşme kapsamında yer almadığı veya onun eki olmadığı kabul edilerek 2003 yılı sonuna kadar müvekkiline dört iş kalemi için yapılan ödemelerin sebepsiz kaldığı gibi bir sonuca ulaşılmasının da mümkün olmadığını, Yargıtay uygulamasında da bu şekilde yapılan fiyat belirlemelerinin sözleşmenin eki olduğunun kabul edildiğini, taraflarla müştereken belirlenmiş bu fiyatların sözleşmenin taraflarını bağlamayacağının söylenmesinin hukuken ve mantıken mümkün olmadığını, 88/13181 sayılı Kararname'nin 5.4. maddesinin ihale sonrası oluşturulan yeni fiyatlar bakımından uygulanmayacağı yönündeki düşüncenin doğru olmayıp, bu hükümde yalnızca ilk keşifteki birim fiyat analizinde sonradan bir değişiklik olmasından söz edilmesinin doğal olup; zira ilk keşifte birim fiyatı belli olmayan iş kalemleri için bir önceki bentte açıklanan belirleme yönteminin uygulanacağını, hükmün sonraki değişiklerle ilgili olduğunu, ilk keşifte birim fiyatı belirlenmemiş iş kalemlerinde, sonradan değişiklik yapılmasının mantıken de mümkün olmadığını, BİGŞ'nin 20. maddesi son paragrafı hükmünün gerekçe gösterilmesinin de hukuka uygun olmadığını, olayda 20. maddenin son paragrafı hükmüne konu bir durumun söz konusu olmayıp, işin taraflarca kararlaştırılan şekilde ve fiyatlar doğrultusunda müvekkilince yerine getirildiğini, Mart 2004 sonunda yayınlanan yeni tarifede, daha önce mevcut olmayan birim fiyatlarına yer verilip, bu yeni tarifenin yayınlanmasına kadar işin devam ettirildiğini, 1.1.2004 tarihinden itibaren, yeni tarife yayımlanana kadar yapılmış iş için, davalı idarenin işi başka birisine yeniden yaptırmasının düşünülemeyeceğini, anılan madde son paragraf hükmünün sözleşme kapsamına girmemiş ve henüz yapımına başlanmamış işler için uygulanabilir olduğunu, 2004 yılı Mart ayı sonunda yayımlanan yeni tarifedeki fiyatların geçmişe etkili olarak uygulanmak istenmesinin hukuka aykırı olup, 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinin buna gerekçe gösterilmesinin de yerinde olmadığını; davalı idarenin uymak zorunda olduğu mevzuatın, sözleşmenin akdedildiği sıradaki mevcut mevzuat olduğunu, fiyat belirlemesinin de mevcut mevzuata uygun şekilde gerçekleştirildiğini, böylece bu dört iş kalemi için fiyat belirlenmesi aşamasında davalı idarenin 180 sayılı KHK'nin 2. ve 32. maddelerine uygun davrandığını, yeni tarifede belirlenen fiyatların geçmişe etkili olarak uygulanmasının sözleşme hukukunda yeri olamayacağını, aksi halde sözleşme kapsamında olmayan ancak sonradan yapılması zorunlu görülen her iş kalemi için birlikte fiyat belirlenmesinden sonra, tarifeye çok düşük fiyatlar konulmak suretiyle yüklenici ile istenildiği gibi oynama fırsatı verilmiş olmakla bunun hukuk devletinde yerinin olamayacağını, öte yandan yeni tarifede, dava konusu dört kalemle ilgili olduğu iddia edilen fiyatların da gerçek verilerle bağdaşmadığını, Bayındırlık Kurulu Kararı'na atfen davalı idare tarafından dayatmaya çalışılan fiyatların fore kazık fiyatları olup, müvekkilinin yaptığı imalatların ise rotary sistem mini kazık olup, TSE standartlarında da her iki kazık ölçülerinin birbirinden farklı olduğunun açıkça belirtildiğini, keza İstanbul Teknik Üniversite'sinin yazısında da mini kazık ve ankraj imalatının, fore kazık sistemine özgü makine ile yapılamayacağının da belirtildiğini, böylelikle sözleşmenin ekini oluşturan dava konusu dört kalem imalat fiyatının 2003 yılı fiyatlarına, sözleşmenin bağlayıcı 8. maddesi gereğince kararname fiyat farkı da uygulanmak suretiyle belirlenmesi gerektiğini, bu durumda müvekkili yüklenicinin 1.1.2004 – 22.7.2004 tarihine kadar yaptığı imalatlar için alacağının 4.700.308.354.600TL'ye ulaştığını, buna karşın tartışılması mümkün olmayan 3.196.763.880.411TL'lik bölümün talep konusu yapıldığını, bu meblağın 2003 yılında taraflarca belirlenen birim fiyatlar çerçevesinde hak edilen miktar olduğunu, bu bedelin müvekkili hak edişlerinden kesildiğini beyanla 3.196.763.880.411 TL'nin kesinti tarihi olan 1.10.2004 tarihinden itibaren en yüksek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; BİGŞ'nin 20. maddesinin yeni birim fiyat oluşturulma yöntem ve koşullarını ayrıntılı olarak düzenlediğini ve gösterilen usullerden hiçbiriyle yeni birim fiyat tespitinin mümkün olmaması halinde o iş kalemine ait ticaret ve/veya Sanayi Odası'nca onaylanmış fatura bedellerinin esas alınacağının öngörüldüğünü, taraflarca yeni birim fiyat tespitinde anlaşmazlığa düşülmesi halinde idare tarafından bir ay içerisinde Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirilip, kurul tarafından tespit edilecek fiyatın taraflarca kabulünün zorunlu olduğunun belirtildiğini, birim fiyat uyuşmazlığı halinde yüklenicinin kurul kararını beklemeksizin, idare tarafından tespit edilen fiyatın uygulanması şartı ile işe devam etme zorunda olduğunu, bu maddede belirtilen usullerle tespit edilen birim fiyatlara sözleşme veya eki esaslar doğrultusunda var ise ihale indirimi uygulanacağını, davacı iddiası aksine karşılıklı mutabakat ile oluşturulan birim fiyatlarının 2003 yılına ait olup, davacı talebinin ise 1.1.2004-1.4.2004 dönemine ilişkin bulunduğunu, sözleşme eklerinin, taraflar arasında imzalanmış 27.3.2003 tarihli 03 numaralı sözleşmenin 2. maddesinde açıkça ifade edilip, yeni birim fiyat tespitinin sözleşmenin eki olacağına dair bir hüküm bulunmadığını, birim fiyatların her yıl için yeniden belirlenip uygulandığını, aksi halde yıllara sari işlerde belirlenen ilk birim fiyat üzerinden ödeme yapılması gibi bir durumun ortaya çıkacağını, bu nedenle iddianın yasal ve maddi dayanağının bulunmadığını, uyuşmazlık konusu işlere ait imalat kalemlerinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca açıklanan birim fiyat listelerinde yayımlanması karşısında 2004 yılında yapılan imalatlarla ilgili olarak hak edişlerin birim fiyat tarif ve listesindeki fiyatlara göre tanzim edileceğinin de davacı yana bildirildiğini, davacının itirazı üzerine BİGŞ 20. maddesi uyarınca konunun Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirildiğini, Kurulun 31.5.2004 tarihli kararı ile fiyatların Bakanlıkça yayımlanan 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan 16.068, 16.070 ve 16.071 pozlarına ait fiyat analizleri esas alınarak yapılmasının gerektiğinin bildirildiğini, idare işleminin BİGŞ 20 . maddesi ile 180 sayılı KHK' 2 . maddesinin (n) bendinde yer alan (bu işlerle ilgili... tip sözleşme, şartname, rayiç ve birim fiyat hazırlamak ve yayımlamak) göreviyle, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yükümlülüğü Başlıklı 32. maddesinde yer alan (Kamu Kurum ve Kuruluşlarının... Belediyelerin, 2. madde (n) bendinde belirtilen... fiyat analizleri ve birim fiyatlarına uymak ve uygulamakla yükümlü olduklarına) dair düzenlemelere uygun hareket edilip, davacı taleplerinin yasal dayanaklarının bulunmadığını, öte yandan davacı tarafça 2004 yılında da uygulanması istenilen 2003 yılı birim fiyatlarının Bakanlık tarafından yayımlanan 2004 Birim Fiyatlarına göre de gerçek rayiçlerin üzerinde ve fahiş olduğunun görüldüğünü, davacının fahiş taleplerinin kabulünün de mümkün olmadığını beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne ilişkin ve oyçokluğu ile verilen 12.7.2005 tarih ve 2004/224 Esas, 2005/349 Karar sayılı ilamımız davalı idarenin temyizi üzerine, Yargıtay 15 Hukuk Dairesi'nin 06/11/2006 gün ve 2005/6135 Esas, 2006/6233 Karar sayılı ilamı ile; (taraflar arasında 27/02/2003 tarihinde imzalanan sözleşmeyle Florya Akvaryum İnşaatının keşif özetinde-lüzumu halinde düzenlenecek ek fiyatlarla-yazılı fiyatlarla yapımı kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin 2. maddesinde eki olarak sayılan özel idari şartnamenin 18, 19 ve 20. maddelerinde keşif özetinde bulunmadığı halde inşaatın devamı sırasında yapılmasına sonradan lüzum hasıl olan imalatın birim fiyatının yeni birim fiyat tarifeleri kitabında yer alması durumunda, tarifenin sözleşmenin eki olmasına bakılmaksızın yeni birim fiyat tarifelerinin ilk keşif fiyatlarına esas olan yıla ait birim fiyat tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı belirtilmiştir. Davacı, 2003 yılı için taraflarca belirlenerek onaylanan YFZ.01, YFZ.02, YFZ.03, YFZ.04 nolu imalatların 2004 yılında da uygulanmasını istemektedir. Davalı ise 2004 yılı Birim Fiyat Tarifeleri kitabında fiyatı bulunduğundan ödemenin tarifeye göre yapılmasının sözleşme eki şartnameler hükümlerine uygun düştüğünü savunmaktadır. Gerçekten Özel Şartnamenin yukarıda sözü edilen 19. maddesince 2004 yılında birim fiyatı yayınlandığından tarifede yer alan bu fiyatın alınması gerekir. Bayındırlık Kurulu'nun bu yönde oluşan 31.5.2004 günlü görüşü, sözleşme ve eki Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesine de uygundur. Hal böyle olunca 2004 yılı Birim Fiyat Tarifelerinde bulunan fiyat yerine hataen 25.3.2004 tarihinde onaylanan yeni birim fiyat tutanağının bağlayıcılığından söz edilemez. Diğer yandan Borçlar Yasası hükümlerince çözümü gereken uyuşmazlıkta İdare Mahkemesi kararının bağlayıcı olamayacağı açıktır. Tüm bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.) gerekçesiyle bozularak, davacı tarafın karar düzeltme istemi de yine Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 18.4.2007 gün ve 2007/462 - 2540 Esas-Karar sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Mahkememizce usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir. Davacı taraf, yapılması zorunlu görülen keşif özetinde yer almayan 4 kalem imalatın birim fiyatının 2003 yılında mevzuata uygun olarak taraflarca tespit edildiğini, 2004 yılı birim fiyat tarifesinin ise Mart ayında yayımlandığını ve önceden birim fiyatı belli olmayıp, yeni tarifede bu konuda yer alan hükümlerin kendisine uygulanamayacağını ve bu gerekçeyle yapılan kesintinin yerinde olmadığını iddia etmektedir. Uyulan Yargıtay bozma ilamında da belirtildiği üzere, taraflar arasında imzalanmış sözleşme ile Florya Akvaryum İnşaatı keşif özetinde (Lüzumu halinde düzenlenecek ek fiyatlarla) yazılı fiyatlarla yapım kararlaştırılmış, sözleşmenin 2. maddesinde sözleşme eki olarak sayılan Özel İdari Şartname'nin 18. 19 ve 20. maddelerinde, keşif özetinde bulunmadığı halde yapılmasına sonradan lüzum görülen imalatın birim fiyatının yeni birim fiyat tarifeleri kitabında yer alması durumunda, tarifenin sözleşmenin eki olmasına bakılmaksızın yeni birim fiyat tarifelerinin ilk keşif fiyatlarına esas olan yıla ait Birim Fiyat Tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı hüküm altına alınmıştır. Sözleşmenin eki olarak sayılan Özel İdari Şartnamenin taraflar açısından sözleşme hukuku ilkeleri kapsamında taraflar için bağlayıcı olacağı açıktır. Bu durumda özel şartnamenin anılan 19. maddesi gereğince 2004 yılında birim fiyat yayımlanmış olmakla, artık bu fiyatın esas alınması taraflarca hükme bağlanan sözleşme gereği olup, taraflarca kararlaştırılan sözleşme ve ekleri hükümlerine uygundur. Taraflar arasında oluşturulan birim fiyatlar 2003 yılına ait olup, 1.1.2004 tarihi ve sonrasındaki döneme ait davacı talepleri yönünden yeni birim fiyat listesinin dikkate alınarak, davalı idare tarafından bu yönde işlem yapılmış olması sözleşmenin anılan hükümlerine de uygun bulunmaktadır. Açıklanan bu nedenlerle ve mahkememizce uyulan aynı yöndeki Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda yerinde görülmeyen davanın reddine ilişkin aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle,

1- Davacı vekillerinin yerinde görülmeyen davasının reddine,…” denilmiş; anılan karar YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ’nin 26.5.2008 gün ve E:2008/79, K:2008/3361 sayılı kararı ile onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 4.2.2009 gün ve E:2008/5744, K:2009/555 sayılı kararıyla reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ’NDEN İSTEK

Öztaş A.Ş.- Nuhoğlu A.Ş.- Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı vekillerince İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı davalı olarak gösterilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verilen 21.7.2009 günlü dilekçede, davacının, Florya Akvaryum inşaatının müteahhidi olduğunu, davacının bu işi 2002 yılında açık ihale suretiyle uhdesine aldığını, davacı ve davalı arasındaki kurulu yazılı taahhüt sözleşmesi gereği tarafların, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından çıkarılan Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nde fiyatlandırılmayan işlerde, karşılıklı mutabakat sonucunda oluşturulan ve böylece de sözleşmenin eki haline gelen fiyat analizi tutanağıyla bu işleri fiyatlandıracakları, davacının davalı aleyhine İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde 2004/224 Esas sayılı davasını açmasının nedeninin, 2004 yılında Bayındırlık Şartnamesi'nde bu fiyatlandırmanın yapılmasıyla, davalının Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın bu hususlarda bağlayıcı kararları olan Bayındırlık Kurulu'na başvurarak, bu birimden aldığı 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı kararını gerekçe göstererek, daha önce yapılmış fiyat analizlerini geçersiz sayması sonucunda, davacının istihkaklarında yaptığı kesinti olduğu, davacının, adli yargıdaki davasını, davalının yaptığı bu hukuka açık aykırı istihkak kesintisi nedeniyle açtığı, davacının kesinti yapılan kısmın yasal faiziyle davalıdan alınmasını bu davasıyla adli yargı merciinden talep ettiği, davacının, davalı idarenin istihkakındaki kesinti yapmasının temel dayanağı ve nedeni olan Bayındırlık Kurulu'nun 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı işlemini, aynı tarihlerde Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin E:2004/2835 sayılı dosyasına iptal davasının konusu yaptığı, böylece; aynı konuda biri adli yargıdan ve diğeri ise idari yargıdan davaları esastan sona erdirecek şekilde verilmiş ve de kesinleşmiş iki farklı karar ortaya çıkmış bulunduğu, iki farklı yargı düzeninde verilen ve kesinleşen söz konusu yargı kararları kapsamında davacının haklarının yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği, olayda adli yargıdan verilen ve kesinleşen hükmün temel dayanağı olan Bayındırlık Kurulu'nun 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı kararının, idari yargıdan verilen kesinleşmiş bir başka yargı kararıyla iptal edildiği, bu iki farklı hüküm nedeniyle; hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunduğu, nitekim, davalı tarafın davacının hakkını yerine getiremeyeceğini açıkça belirttiği ileri sürülerek İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından, 2007/383 Esas, 2007/521 Karar ve 25.9.2007 tarihli olarak davanın esasına dair verilen ve kesinleşen ret kararı ile Ankara 3. İdare Mahkemesi'nce davanın esası hakkında, 2004/2835 Esas, 2005/1185 Karar ve 27.7.2005 tarihli verilen ve kesinleşen iptal kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının idari yargıdan verilen ve kesinleşen kararın temel alınarak giderilmesi ve bu kapsamda İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/383 Esas, 2007/521 Karar ve 25.9.2007 tarihli kararının kaldırılması Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 24. maddesine istinaden talep edilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacı ortaklık ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu uyarınca yapılan Florya Akvaryum İnşaatı ihalesi sonrasında imzalanan sözleşme kapsamında yapılan işte 1. keşif özetinde yer almayan ve 2004 yılından önce Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde bulunmayan dört kalem imalatın yeni birim fiyatlarının 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan pozlara ait fiyat analizleri esas alınarak belirlenmesi gerektiği yolundaki Bayındırlık Kurulu'nun 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nce; taraflar arasında ihale sözleşmesi imzalandıktan sonra 1. keşifte bulunmayıp, sonradan işin yapımı sırasında ortaya çıkan ve projesi gereği yapılması zorunlu olan 4 kalem imalat ile ilgili birim fiyatların, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat listesinde yer almaması nedeniyle ihale sözleşmesi ve İdari Şartname hükümleri uyarınca Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak belirlemesinin yapıldığı, bu hususun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca uygun bulunarak taraflarca imzalanan bir tutanakla sözleşme eki haline getirildiği, sonrasında anılan 4 kalem imalatın 2004 yılı Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer almasının daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri ile belirlenmiş sözleşme unsurlarını hükümsüz hale getiremeyeceği, hukuk devletinin sözleşme özgürlüğünün korunmasını zorunlu kıldığı, bu itibarla, yeni birim fiyat listesinde yer alan fiyatların uygulanmasına, hem sözleşmenin daha önce imzalanması hem de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genel İdari Şartnamesinin 20. ve sözleşmenin 11. maddeleri uyarınca işin yapımı sırasında ortaya çıkan imalatla ilgili taraflar arasında karşılıklı irade ile tespit edilen ve onaylanarak sözleşme eki haline gelen fiyat uygulamasının kamu gücü kullanılarak değiştirilmesinin hak ihlali sonucu doğurması nedeniyle imkan bulunmadığı gerekçesiyle Bayındırlık Kurulu kararının iptaline karar verildiği, kararın Danıştay 13. Dairesi’nin 7.11.2008 tarih ve E:2007/1492, K:2008/7139 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleştiği, Bayındırlık Kurulunun idari yargı yerinde iptal davasına konu edilen kararına bağlı olarak 2004 yılında gerçekleşen imalata ilişkin Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatlarının uygulanması suretiyle hakedişlerin yeniden tanzim edilmesi, bu bakımdan evvelce yapılmış fiyat analizlerine göre düzenlenmiş hakedişlerden kesintilerin yapılması nedeniyle söz konusu kesintilerin davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan tahsili istemiyle İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan alacak davasında ise; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 6.11.2006 günlü ve E:2005/6135, K:2006/6233 sayılı bozma kararına uyularak, taraflar arasında imzalanmış sözleşme ile Florya Akvaryum İnşaatının keşif özetinde yazılı fiyatlarla yapımının kararlaştırıldığı, sözleşme eki olarak sayılan Özel İdari Şartname'nin 18, 19 ve 20. maddelerinde, keşif özetinde bulunmadığı halde yapılmasına sonradan lüzum görülen imalatın birim fiyatının yeni birim fiyat tarifeleri kitabında yer alması durumunda, tarifenin sözleşme eki olmasına bakılmaksızın yeni birim fiyat tarifelerinin ilk keşif fiyatlarına esas olan yıla ait Birim Fiyat Tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı hükmüne yer verildiği, sözleşmenin eki olarak sayılan Özel İdari Şartnamenin taraflar açısından sözleşme hukuku ilkeleri kapsamında bağlayıcı olduğu, bu durumda özel şartnamenin 19. maddesi gereğince 2004 yılında birim fiyat yayınlanmış olmakla, artık bu fiyatın esas alınmasının sözleşme gereği olduğu, taraflar arasında oluşturulan birim fiyatların 2003 yılına ait olduğu, 1.1.2004 tarihi ve sonrasındaki döneme ait yeni birim fiyat listesinin dikkate alınması suretiyle işlem yapılmasının özel idari şartname hükümlerine uygun bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 26.6.2008 tarih ve E:2008/79, K:2008/3361 sayılı kararıyla onandığı, aynı Dairenin kararın düzeltilmesi talebini reddetmesi üzerine kesinleştiği, kesinleşen bu kararlar arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği, idari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için, öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerektiği, 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesine göre hüküm uyuşmazlığının varlığı için; idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasında çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının arandığı, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan idare mahkemesi kararının, davacı adi ortaklık ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında Florya Akvaryum İnşaatı yapımı için imzalanan sözleşme kapsamında bulunmayan sonradan yapımına lüzum görülen ve Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer almayan 4 kalem imalata ilişkin olarak taraflar arasında ihale sonrasında imzalanan tutanak hükümleriyle oluşturulan birim fiyatların 2003 yılında uygulanmasından sonra 2004 yılı Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer alması nedeniyle hangi fiyatın uygulanacağına ilişkin görüş içeren ve taraflar açısından bağlayıcı olan Bayındırlık Kurulu Kararının iptaline ilişkin olduğu, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi kararının ise, Bayındırlık Kurulu'nun idari davaya konu kararına istinaden sözü edilen 4 kalem imalatın 2004 yılı için Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Tarifesi esas alınarak yeniden fiyatlandırılması nedeniyle, evvelce tanzim edilen hakedişlerden yapılan kesintilerin iadesi amacıyla açılan davanın reddine ilişkin olduğu, her iki uyuşmazlığın özünü, 2004 yılı ve sonrasına ilişkin olarak sözü edilen imalatın hangi birim fiyatları (2003 yılında taraflar arasında imzalanıp sözleşme eki haline gelen tutanakla belirlenen birim fiyatlar mı, 2004 yılı için Bayındırlık Bakanlığı’nca belirlenen ve Birim Fiyat Listesinde yer alan fiyatlar mı) ile fiyatlandırılacağı hususunun oluşturduğu, alacak davasına konu hak ediş kesintilerinin Bayındırlık Kurulu kararı uyarınca yapıldığı, her iki davanın konusu arasında sebep-sonuç ilişkisi bulunduğu dikkate alındığında, aynı konu ve sebebe dayalı davacısı aynı olan söz konusu kararlar arasında çelişki olduğu, bu çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunduğu sonucuna varıldığından, olayda 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığı çıktığının kabulünün gerektiği, anılan hüküm uyuşmazlığının ne şekilde çözümleneceğine gelince; Bayındırlık İşleri Şartnamesi'nin 20. maddesinde, keşif özetinde veya birim fiyat cetvelinde fiyatı gösterilmemiş olup da yapılması idarece istenen yapım ve hizmet işlerinin yeni birim fiyatları tespit edilirken hangi analizlerin kullanılacağının kurala bağlandığı, yeni birim fiyatın müteahhitle birlikte maddede belirtilen usullerden biri ile tespit edilerek bu hususta düzenlenen tutanağın idarenin onayına sunulacağı ve onaydan sonra geçerli olacağı, yeni birim fiyat tespitinde müteahhitle uyuşulmaz ise anlaşmazlığın idaresi tarafından en çok bir ay içerisinde Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirileceği, Bayındırlık Kurulu tarafından tespit edilen fiyatın iki tarafça kabulünün zorunlu olduğu hükmüne yer verildiği, öte yandan, Florya Akvaryum İnşaatı yapımı işi ile ilgili olarak taraflar arasında imzalanan sözleşmenin eki olarak sayılan Özel İdari Şartname'nin 19. maddesinde, ilk keşif özeti cetvelinde bulunmadığı halde inşaatın devamı sırasında yapılmasına sonradan lüzum hasıl olan ve idarenin isteği üzerine yapılması cihetine gidilen imalatın birim fiyatları ile yeni birim fiyat tarifeleri kitabında tarifeleri yapılan imalatın birim fiyatları mukavele eki bulunmasa da, Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Genel Müdürlüğü'nün yeni birim fiyat tarifeleri ve ilk keşif fiyatlarına esas olan yıla ait Birim Fiyat Tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı hususunun hüküm altına alındığı, olayda, davacı şirketlerin oluşturduğu ortak girişim (adi ortaklık) ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında Florya Akvaryum İnşaatı ihalesine ilişkin 27.2.2003 tarihli sözleşme imzalandığı, işin devamı sırasında keşif özetinde yer almayan, ancak işin gereği yapılması zorunlu görülen iksa işlerden 4 kalem imalatın, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarife Listesinde yer almadığının görülmesi üzerine mevzuatın öngördüğü usullere uyularak fiyat analizlerinin yapıldığı ve 19.11.2003 tarihli fiyat analiz tutanağının hazırlanarak taraflarca imzalandığı, Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesi uyarınca sözleşmenin eki haline geldiği, söz konusu işlerle ilgili olarak taraflarca kararlaştırılan birim fiyatlar esas alınarak hakedişlerin düzenlendiği ve ödemelerin yapıldığı, ancak 26.3.2004 tarihinde sözü edilen imalat kalemlerinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarife Listesinde yer alması üzerine 2004 yılında yapılan imalatla ilgili hakedişlerin bu birim fiyat tarife listesindeki fiyatlara göre tanzimi yoluna gidildiği, taraflar arasında uygulanması gereken birim fiyat konusunda ortaya çıkan ihtilafın çözümü için konunun Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirildiği, Bayındırlık Kurulu'nca söz konusu imalat kalemleri için 2004 yılı fiyatlarının uygulanması gerektiği yolunda 31.5.2004 tarihli kararın alındığı, davacı tarafça taraflar arasında 2003 yılında yapılan fiyat belirlenmesinin mevzuata uygun olarak gerçekleştirdiği, bu fiyatların tarafları bağladığı gerekçesiyle Bayındırlık Kurulu Kararının iptali istemiyle İdare Mahkemesinde, hakedişlerden yapılan haksız kesintinin iadesi istemine dayalı alacak davasının Asliye Ticaret Mahkemesinde açıldığının anlaşıldığı, görüldüğü gibi, her iki davada verilen kararlarla ortaya çıkan hüküm uyuşmazlığının çözümünde; 2004 yılı imalatlarına ilişkin ödemelerin; 2003 yılında onaylanan fiyat analizlerinin fiyat farkı kararnamesinin uygulanmasıyla 2004 yılına dönüşümünden oluşacak fiyatlardan mı yoksa Bayındırlık ve İskan Başkanlığınca yayınlanan 2004 yılı birim fiyat listesinde yer alan fiyatlardan mı ödeneceği hususunun açığa kavuşturulması gerektiği, 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 32. maddesi hükmüne göre, kamu kurum ve kuruluşlarının, katma bütçeli dairelerin, il özel idareleri ve belediyelerin, 2 nci maddenin (n) bendinde belirtilen tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatlarına uymak ve uygulamak ile yükümlü oldukları, Bakanlıkça yayımlanan birim fiyat ve fiyat analizlerinin tüm kamu kurum ve kuruluşları için bağlayıcı olup, uyma zorunluluğu bulunduğu, dolayısıyla, 1.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere sözü edilen 4 kalem imalat için Bakanlıkça birim fiyat tarifesinin yayınlanması karşısında, bu tarihten sonra yapılacak imalatın söz konusu tarifeye uygun olarak fiyatlandırılması ve ödemelerin bu esasa uygun olarak yapılmasının, Kanun Hükmünde Kararnamenin ve yukarıda açıklanmış olan Özel İdari Şartnamenin amir hükümleri gereği olduğu, her ne kadar 2003 yılı için Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesine uygun olarak fiyat analizleri yapılıp tutanağa bağlanmış ise de; bu analizler sonucu ortaya çıkan fiyatların uygulanabilirliğinin, Bakanlıkça birim fiyat tarifesinin belirlenerek yayımlanmasına kadarki süre ile sınırlı olup, tarifenin yayımlanmasına bağlı olarak cari mali yıl başından itibaren artık söz konusu fiyatların uygulamaya esas alınmasının kamu idareleri bakımından yasal bir zorunluluk olduğu, öte yandan, söz konusu imalatın yeni birim fiyatlarının 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan pozlara ait fiyat analizlerinin esas alınarak belirlenmesi gerektiği görüşünü ihtiva eden 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı Bayındırlık Kurulu Kararı, İdare Mahkemesince iptal edilmiş ve bu karar Danıştay 13. Dairesince onanmış olmakla beraber, 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32. maddesi, Özel İdari Şartname'nin 18, 19 ve 20. maddeleri hükümleri karşısında, bu hükümler doğrultusunda uygulama yoluna gidilmesinin, diğer bir ifadeyle Bayındırlık Kurulu kararı olmaksızın da anılan hükümlere göre uygulama yapılmasının hukuken zorunlu olduğu cihetle Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesi ve Özel İdari Şartnamenin 19. maddesi gereği mevcut uyuşmazlık çerçevesinde esasen Bayındırlık Kurulu kararı alınmasını gerektiren bir durumun da bulunmadığı, böyle olunca idari yargı yerince iptal edilmiş olan Bayındırlık Kurulu kararının ve iptal hükmünün yarattığı hukuki sonucun bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği, bu itibarla, 1.1.2004 tarihi ve sonrası dönem için yeni birim fiyat listesi dikkate alınarak uygulama yapılması gerektiğinden, davanın Asliye Ticaret Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olup, bu kararla çelişen idari yargı kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, kesinleşen Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin 27.7.2005 tarih ve E:2004/2835, K:2005/1185 sayılı Bayındırlık Kurulu Kararının iptaline ilişkin kararının kaldırılması, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25.9.2007 tarih ve E:2007/383, K:2007/521 sayılı kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi ile Ankara 3. İdare Mahkemesi kararları arasında doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle yapılan başvuru üzerine 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince Cumhuriyet Başsavcılıklarının düşüncesinin sorulduğu 2009/211 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 27.7.2005 tarih ve 2004/2835 Esas, 2005/1185 Karar sayılı kararı ile İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25.9.2007 tarih ve 2007/383 Esas, 2007/521 Karar sayılı kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 2004/2835 Esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı tarafından Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı açılan davada Bayındırlık Kurulu'nun 31.5.2004 tarih ve B.09.0.BAK.0.00.00.00/6/6 sayılı kararının iptalinin istendiği, anılan Mahkemece yapılan inceleme sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından ihale edilen Florya Akvaryum İnşaat ihalesini kazanan davacı ortaklık ile Büyükşehir Belediyesi arasında sözleşme imzalandığı ve ihale sözleşmesi imzalandıktan sonra birinci keşifte bulunmayıp sonradan işin yapımı sırasında ortaya çıkan ve projesi gereği yapılması zorunlu olan dört kalem imalat ile ilgili birim fiyatların, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat listesinde yer almaması nedeniyle ihale sözleşmesi ve İdari Şartname hükümleri uyarınca Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak belirlemesinin yapıldığı, bu durumun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 25.12.2003 tarih ve 1830 sayılı işlemi ile uygun bulunarak sözleşme eki haline getirildiği ve daha sonra söz konusu dört kalem imalatın 2004 yılı Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer almasının daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri ile tespit edilmiş sözleşme hükümlerini hükümsüz hale getiremeyeceği, hukuk devleti gereğince sözleşme özgürlüğünün korunmasının zorunlu olduğu, bu nedenle, yeni birim fiyat listesinde yer alan fiyatların uygulanmasına ve ayrıca gerek sözleşmenin daha önce imzalanması gerek Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genel İdari Şartnamesinin 20. ve Sözleşmenin 11. maddeleri gereğince işin yapımı sırasında ortaya çıkan imalatla ilgili taraflar arasında karşılıklı irade ile tespit edildikten sonra onaylanarak sözleşmenin eki haline gelen fiyat uygulamasının kamu gücünün kullanılması suretiyle değiştirilmesinin hak ihlali sonucunu doğuracağı gerekçesiyle sözü edilen Bayındırlık Kurulu kararının iptaline karar verildiği ve temyiz incelemesi sonucunda Danıştay 13. Dairesi’nin 7.11.2008 tarih ve 2007/1492 Esas, 2008/7139 Karar sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleştiği, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/383 sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na karşı alacak davası açıldığı, anılan Mahkemece yapılan inceleme sonrasında Bayındırlık Kurulunun idari yargı yerinde iptal davasına konu kararı gereğince 2004 yılında gerçekleşen imalata ilişkin Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatlarının uygulanması suretiyle hak edişlerin yeniden tanzim edilmesi, evvelce yapılmış fiyat analizlerine göre düzenlenmiş hak edişlerden kesintilerin yapılması nedeniyle söz konusu kesintilerin davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan tahsili istemiyle açılan davada verilen kararın temyizi sonucunda Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 6.11.2006 günlü ve 2005/6135 Esas, 2006/6233 Karar sayılı kararı ile bozulması üzerine bozma kararına uyularak, taraflar arasında imzalanmış sözleşme ile Florya Akvaryum inşaatının keşif özetinde yazılı fiyatlarla yapımının kararlaştırıldığı, sözleşme eki olarak sayılan Özel İdari Şartname'nin 18, 19 ve 20. maddelerinde, keşif özetinde bulunmadığı halde yapılmasına sonradan lüzum görülen imalatın birim fiyatının yeni birim fiyat tarifeleri kitabında yer alması durumunda, tarifenin sözleşme eki olmasına bakılmaksızın yeni birim fiyat tarifelerinin ilk keşif fiyatlarına esas olan yıla ait Birim Fiyat Tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı hükmüne yer verildiği, sözleşmenin eki olarak sayılan Özel İdari Şartnamenin taraflar açısından sözleşme hukuku ilkeleri kapsamında bağlayıcı olduğu, bu durumda özel şartnamenin 19. maddesi gereğince 2004 yılında birim fiyat yayınlanmış olmakla, sözleşme gereği artık bu fiyatın esas alınmasının gerektiği, taraflar arasında oluşturulan birim fiyatların 2003 yılına ait olduğu, 1.1.2004 tarihi ve sonrasındaki döneme ait yeni birim fiyat listesinin dikkate alınması suretiyle işlem yapılmasının özel idari şartname hükümlerine uygun bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine ilişkin verilen kararın, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 26.6.2008 tarih ve 2008/79 Esas, 2008/3361 Karar sayılı kararıyla onandığı ve karar düzeltilmesi talebinin de reddedilmesi üzerine söz konusu kararın kesinleştiği, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 27.7.2005 tarih ve 2004/2835-2005/1185 sayılı kararı ile İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.9.2007 tarih ve 2007/383-2007/521 sayılı kararı arasındaki oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için, öncelikle 2247 sayılı Yasa gereğince hüküm uyuşmazlığının mevcut olup olmadığının tespitinin gerektiği, 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince, yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edildiği, hüküm uyuşmazlığına konu kararlardan İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi kararının, Bayındırlık Kurulu'nun idari yargıda iptali istenilen kararına istinaden sözü edilen dört kalem imalatın 2004 yılı için Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Tarifesi esas alınarak yeniden fiyatlandırılması nedeniyle, önceden tanzim edilen hak edişlerden yapılan kesintilerin iadesi amacıyla açılan davanın reddine ilişkin olduğu; Ankara 3. İdare Mahkemesi kararının ise, Florya Akvaryum İnşaatı yapımı için davacı adi ortaklık ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında imzalanan sözleşmede bulunmayan sonradan yapımına lüzum görülen ve Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer almayan dört kalem imalata ilişkin olarak taraflar arasında ihale sonrasında imzalanan tutanak hükümleriyle oluşturulan birim fiyatların 2003 yılında uygulanmasından sonra 2004 yılı Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyat Listesinde yer alması nedeniyle hangi fiyatın uygulanacağına ilişkin görüş içeren ve taraflar açısından bağlayıcı olan Bayındırlık Kurulu Kararının iptaline ilişkin olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla, adli ve idari yargı kararlarına konu olan her iki uyuşmazlığın konusunun, 2004 yılı ve sonrasına ilişkin olarak sözü edilen imalatın hangi birim fiyat ile fiyatlandırılacağına, diğer bir ifade ile 2003 yılında taraflar arasında imzalanan sözleşme eki haline gelen tutanakla belirlenen birim fiyatların mı yoksa 2004 yılı için Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca belirlenen ve Birim Fiyat Listesinde yer alan fiyatların mı geçerli olacağına ilişkin olduğu, alacak davasına konu olan hakediş kesintilerinin Bayındırlık Kurulu kararı gereğince yapıldığı göz önüne alındığında, her iki davanın konusu arasında sebep-sonuç ilişkisi bulunduğu, davacısı aynı olan, aynı konu ve sebebe dayalı adli ve idari yargı kararı arasında çelişki olduğu ve sözü edilen bu çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunduğu anlaşıldığından, 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının söz konusu olduğunun görüldüğü, taraflar arasında Florya Akvaryum inşaatı yapımı işi ile ilgili olarak imzalanan sözleşmenin eki olarak sayılan Özel İdari Şartname'nin 19. maddesinde, ilk keşif özeti cetvelinde bulunmadığı halde inşaatın devamı sırasında yapılmasına sonradan lüzum hasıl olan ve idarenin isteği üzerine yapılması cihetine gidilen imalatın birim fiyatları ile yeni birim fiyat tarifeleri kitabında tarifeleri yapılan imalatın birim fiyatları mukavele eki bulunmasa da Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Genel Müdürlüğü'nün yeni birim fiyat tarifeleri ve ilk fiyatlarına esas olan yıla ait Birim Fiyat Tarifeleri eki fiyat listesinden alınacağı hususunun yer aldığı; Bayındırlık İşleri Şartnamesi'nin 20. maddesinde de, keşif özetinde veya birim fiyat cetvelinde fiyatı gösterilmemiş olup da yapılması idarece istenen yapım ve hizmet işlerinin yeni birim fiyatları tespit edilirken hangi analizlerin kullanılacağının kurala bağlandığı, yeni birim fiyatın müteahhitle birlikte maddede belirtilen usullerden biri ile tespit edilerek bu hususta düzenlenen tutanağın idarenin onayına sunulacağı ve onaydan sonra geçerli olacağı, yeni birim fiyat tespitinde müteahhitle uyuşulmaz ise anlaşmazlığın, idaresi tarafından en çok bir ay içerisinde Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirileceği ve Bayındırlık Kurulu tarafından tespit edilen fiyatın iki tarafça kabulünün zorunlu olduğu hükmünün yer aldığı, Florya Akvaryum İnşaatı ihalesine ilişkin olarak davacı adi ortaklık ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında 27.2.2003 tarihli sözleşme imzalandığı, işin devamı sırasında keşif özetinde yer almayan, ancak işin gereği yapılması zorunlu görülen işlerden dört kalem imalatın, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarife Listesinde yer almadığının görülmesi üzerine mevzuatın öngördüğü usullere uyularak fiyat analizlerinin yapıldığı ve 19.11.2003 tarihli fiyat analiz tutanağının hazırlanarak taraflarca imzalandığı, Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi'nin 20. maddesi uyarınca sözleşmenin eki haline geldiği, söz konusu işlerle ilgili olarak taraflarca kararlaştırılan birim fiyatlar esas alınarak hak edişlerin düzenlendiği ve ödemelerin yapıldığı, ancak 26.3.2004 tarihinde sözü edilen imalat kalemlerinin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarife Listesinde yer alması üzerine 2004 yılında yapılan imalatla ilgili hak edişlerin bu birim fiyat tarife listesindeki fiyatlara göre tanzimi yoluna gidildiği, taraflar arasında uygulanması gereken birim fiyat konusunda ortaya çıkan ihtilafın çözümü için konunun Bayındırlık Kurulu'na intikal ettirildiği, Bayındırlık Kurulu'nca söz konusu imalat kalemleri için 2004 yılı fiyatlarının uygulanması gerektiği yolunda 31.5.2004 tarihli kararın alındığı, davacı tarafça taraflar arasında 2003 yılında yapılan fiyat belirlenmesinin mevzuata uygun olarak gerçekleştirdiği, bu fiyatların tarafları bağladığı gerekçesiyle İdare Mahkemesinde Bayındırlık Kurulu Kararının iptali istemiyle, Asliye Ticaret Mahkemesinde de hak edişlerden yapılan haksız kesintinin iadesi istemiyle alacak davasının açıldığının tespit edildiği, adli ve idari yargıda verilen kararlarla ortaya çıkan hüküm uyuşmazlığının çözümü için, 2004 yılı imalatlarına ilişkin ödemelerin hangi fiyat üzerinden yapılacağının belirlenmesine, bir başka ifade ile, 2003 yılında onaylanan fiyat analizlerinin fiyat farkı kararnamesinin uygulanmasıyla 2004 yılına dönüşümünden oluşacak fiyatlardan mı ödeneceği yoksa Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca yayınlanan 2004 yılı birim fiyat listesinde yer alan fiyatlardan mı yapılacağının belirlenmesini gerektirdiği, konuya ilişkin 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 32. maddesi hükmü gereğince, kamu kurum ve kuruluşları, katma bütçeli daireler, il özel idareleri ve belediyelerin, 2 nci maddenin (n) bendinde belirtilen tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatlarına uymak ve uygulamak ile yükümlü bulundukları, Bakanlıkça yayımlanan birim fiyat ve fiyat analizlerinin tüm kamu kurum ve kuruluşları için bağlayıcı olduğu, uyma zorunluluğu bulunduğu, her ne kadar söz edilen imalatın yeni birim fiyatlarının 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan pozlara ait fiyat analizleri esas alınarak belirlenmesi gerektiği görüşünü ihtiva eden 31.5.2004 tarihli Bayındırlık Kurulu Kararı İdare Mahkemesince iptal edilmiş ve bu karar Danıştay 13. Dairesi’nce onanmış olmakla birlikte; 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32. maddesi, Özel İdari Şartname'nin 18, 19 ve 20. maddeleri hükümleri karşısında, Bayındırlık Kurulu kararı olmaksızın da anılan hükümlere göre uygulama yapılması yasal bir zorunluluk olduğundan, idari yargı yerince iptal edilmiş olan Bayındırlık Kurulu kararının hukuki etkisinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği, dolayısıyla, 1.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere söz konusu dört kalem imalat için Bakanlıkça birim fiyat tarifesinin yayınlanması karşısında, bu tarihten sonra yapılacak imalatın söz konusu tarifeye uygun olarak fiyatlandırılması ve ödemelerin bu esasa uygun olarak yapılmasının, Kanun Hükmünde Kararnamenin ve sözü edilen Özel İdari Şartnamenin hükümleri gereği olduğu hususu dikkate alındığında; 1.1.2004 tarihi ve sonrası dönem için yeni birim fiyat listesi dikkate alınarak uygulama yapılması gerektiğinden, davanın Asliye Ticaret Mahkemesi’nce karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olduğu için bu karar ile çelişen idari yargı kararının kaldırılmasının icap ettiği gerekçesiyle kesinleşen Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin 27.7.2005 tarih ve 2004/2835 Esas, 2005/1185 Karar sayılı Bayındırlık Kurulu Kararının iptaline ilişkin kararının kaldırılması, İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25.9.2007 tarih ve 2007/383 Esas, 2007/521 Karar sayılı kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

USULE İLİŞKİN İNCELEME :

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir”; 24. maddesinde de, “(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istiyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Bu düzenlemelere göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu, her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı, taraflardan en az birinin (davacı şirket) aynı olduğu, her iki davanın konusu arasında sebep-sonuç ilişkisinin bulunduğu, her iki yargı yerinde görülen davaların konusu ve sebebinin özünde aynı olduğu ve adli ve idari yargı kararları arasında ortaya çıkan çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 5.4.2010 gün ve E:2009/211 sayılı Görüşme ve Ara Kararında,

“KONU : Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin kesinleşen 27.7.2005 gün ve E:2004/2835, K:2005/1185 sayılı kararı ile İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin kesinleşen 25.9.2007 gün ve E:2007/383, K:2007/521 sayılı kararı arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinin öngördüğü biçimde doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle, davacı vekilince yapılan başvurudur.

KARAR : 1- Ankara 3. İdare Mahkemesi ile İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi kararları arasında, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından, HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI BULUNDUĞUNA;

2-            2247 sayılı Yasa’nın 25. maddesi hükümleri uyarınca,

a) İdari Yargılama Usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesi’ne yapılan başvuruya ait dilekçe ve eklerinin, 30 gün içinde yanıt verilmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bildirilmesine, adı geçen İdarelerce verilen yanıtın karşı tarafa tebliği suretiyle dosyanın tekemmülünün sağlanmasına,

b) Konu ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin adı geçen İdarelerden istenilmesine,

c) Usulü işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra Başkanlıkça belirlenecek günde işin esasının görüşülmesine, 5.4.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE karar verildi” denilmiştir.

Bunun üzerine:

Uyuşmazlık Mahkemesi’ne yapılan başvuruya ait dilekçe ve ekleri, 30 gün içinde yanıt verilmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bildirilmiş ve konu ile ilgili tüm bilgi ve belgeler adı geçen İdarelerden istenilmiş ve adı geçen İdarelerce verilen yanıtın karşı tarafa tebliği suretiyle dosyanın tekemmülü sağlandığından,

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında:

Usuli işlemleri tamamlanan dosyada işin esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

İNCELEME VE GEREKÇE : Başvuru dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin dava dosyaları, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un hazırladığı işin esasına ilişkin rapor, dayanılan ve ilgili görülen mevzuat, dosya içindeki sözleşme ve ekleri, davalı İdarelerce verilen cevap dilekçeleri okunup incelendikten; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın yazılı düşünceler doğrultusundaki açıklamaları da dinlendikten sonra, 2247 sayılı Yasa’nın 25. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

ESASA İLİŞKİN İNCELEME :

13.12.1983 tarih ve 180 sayılı “Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin görevleri belirleyen 2. maddesinin ilk fıkrasında, “Bayındırlık ve İskan Bakanlığının görevleri; Milli Savunma Bakanlığının inşaat milli ve Nato alt yapı hizmetleri ile Ulaştırma Bakanlığına bağlı genel müdürlüklere kanunlarla yapım yetkisi verilmiş olan özel ihtisas işleri hariç şunlardır:”; (n) bendinde “Bu işlerle ilgili tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatları hazırlamak ve yayınlamak” olarak belirtilmiştir.

Anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin “Bayındırlık Kurulu” başlıklı 30. maddesinde, “Bayındırlık Kurulu: Müsteşarın başkanlığında, Yüksek Fen Kurulu Başkanı, ana hizmet birimleri ve bağlı kuruluşların genel müdürleri, Hukuk Müşaviri, Yüksek Fen Kurulu Üyeleri ile Bakan tarafından seçilecek üç Bakanlık müşavirinden meydana gelir. Genel Müdürlerin bulunmamaları halinde Genel Müdürler yardımcılarından birini, Kurula katılmak üzere görevlendirirler. Müsteşarın bulunamaması halinde Yüksek Fen Kurulu Başkanı Kurula başkanlık eder.

Bayındırlık Kurulu, aşağıdaki görevleri yapar:

a) İnşaat işlerinden doğan ve Yüksek Fen Kurulunda karara bağlanmış olup, Bakanlık makamı tarafından bir defa daha bu Kurulda incelenmesine lüzum görülen veya Yüksek Fen Kurulunda üçte iki çoğunlukla karara bağlanamayan anlaşmazlıkları, Bakanlık son mercii olarak kanun, sözleşme ve şartlaşma hükümlerine göre inceleyip en geç bir ay içinde karara bağlamak,

b) Yeni Fiyat tayini anlaşmazlıklarını inceleyip kesin fiyatı tesbit etmek,

c) Bakanlıkça havale edilecek Bayındırlık hizmetleri ile ilgili konuları inceleyip istişari nitelikte mütalaalarını bildirmek.

Bu bent gereğince verilen istişari kararlar Bakan onayı ile uygulanır.

Bayındırlık Kurulu, kararlarını oy çokluğu ile alır. Oyların eşitliği halinde başkanın katıldığı taraf çoğunlukta sayılır. Karara karşı görüşte olanlar, görüşlerini yazılı olarak karara eklerler. Çekimser oy kullanılamaz.

Bayındırlık kurulunun kesinleşen kararları bütün yöneticiler, görevliler ve ilgililer için bağlayıcıdır. Ancak kurulun kararlarından doğacak sorumluluk, yalnızca bu kurul kararlarını alanlara aittir”; “Kamu kurum ve kuruluşlarının yükümlülüğü” başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında, “Kamu kurum ve kuruluşları; katma bütçeli daireler, il özel idareleri, belediyeler; 2 nci maddenin (n) bendinde belirtilen tüzük, yönetmelik, tip sözleşme, şartname, rayiç, fiyat analizleri ve birim fiyatlarına uymak ve uygulamakla yükümlüdürler” denilmiştir.

29.8.1984 tarih ve 84/8520 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki olarak; 9.10.1984 tarih, 18540 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi”nin “Fiyatları Belli Olmayan İşler” başlıklı 20. maddesinde, “Keşif özetinde veya birim fiyat cetvelinde fiyatı gösterilmemiş olup da yapılması İdarece istenen yapım ve hizmet işlerinin yeni birim fiyatları tespit edilirken öncelik sırası ile aşağıdaki analizler kullanılır.

a. Sözleşme ve eklerindeki (birim fiyat cetvellerindeki) birim fiyatların tespitinde kullanılan analizler veya varsa o işe ait teklif analizler:

b. Sözleşme birim fiyatlarının tespitinde kullanılan analizlerle veya varsa o işe ait teklif analizlerle kıyaslanarak bulunacak analizler;

c. Diğer İdarelere ait benzer analizler;

d. Birim fiyatı tespit edilecek iş kalemleri için o işin yapılması sırasında tutulacak puantajla tespit edilecek malzeme miktarları ile işçi ve makinelerin çalışma saatleri esas alınarak oluşturulacak analizler;

Yeni birim fiyatların tespitinde, yukarıdaki analizlere öncelik sırası ile aşağıdaki rayiçler uygulanır:

1. Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca tespit edilip yayımlanan rayiçler veya varsa o işe ait teklif rayiçler;

2. Diğer İdarelerce tespit edilmiş rayiçler;

3. İdarece kabul edilmek şartı ile Ticaret ve/veya Sanayi Odasınca onaylanmış memleket rayiçleri;

Bu usullerden hiç biriyle yeni birim fiyat tespiti mümkün olamıyorsa, o iş kalemine ait, Ticaret ve/veya Sanayi odasınca onaylanmış fatura bedelleri esas alınarak yeni birim fiyat tespit edilebilir.

Yeni birim fiyat, müteahhitle birlikte yukarıda belirtilen usullerden biri ile tespit edilerek bu hususta düzenlenen tutanak İdarenin onayına sunulur ve onaydan sonra geçerli olur. Yeni birim fiyat tespitinde müteahhitle uyuşulamaz ise anlaşmazlık, İdaresi tarafından en çok bir ay içerisinde Bayındırlık Kuruluna intikal ettirilir. Bayındırlık Kurulu tarafından tespit edilen fiyatın iki tarafça kabulü zorunludur.

Birim fiyat uyuşmazlığı hallerinde Müteahhit, Bayındırlık Kurulunun kararını beklemeden, İdare tarafından tespit edilmiş fiyatın uygulanması şartı ile işe devam etmek zorundadır.

Bu maddede belirlenen usullerle tespit edilen birim fiyatlara, sözleşme veya eklerindeki esaslara göre varsa ihale indirimi uygulanır.

İdare istediği takdirde, sözleşme ve ekleri kapsamında bulunmayıp ayrıca bir müteahhide yaptırılması mümkün olan işi başkasına yaptırabilir, bundan dolayı Müteahhit hiç bir istekte bulunamaz” denilmiştir.

Öte yandan, Sözleşmenin “Sözleşme Ekleri” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Müteahhit; taahhüdüne ait bütün hususlarda bu sözleşmeye bağlı;

A- İhale şartnamesi,

B- Özel idari şartname,

C- Özel teknik şartnameler,

2002 yılı Yapı İşleri Birim Fiat Tarifeleri ve eki 2002 yılı birim fiat listeleri ve Bayındırlık Bakanlığı İstanbul için tesbit olunan 2002 yılı sabit nakliye birim fiat listesi,

D- …

E- Yapı İşleri Umumi Feni Şartnamesi, Genel Teknik Şartname ve Park Bahçeler Md.lüğü Teknik Şartname şartname arasında tutarsızlık olduğu takdirde, Genel Teknik Şartname hükümleri esas alınacaktır).

F- Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi,

G- Avan proje veya tatbikat projeleri (varsa)

H- Keşif özeti cetvelleri

…” belirtilmiştir.

“Özel İdari Şartname”nin “Diğer Hükümler” başlıklı 18. maddesinde, “Bu dosya konmamış olsa dahi mukavele birim fiatlarına esas alınan yıla imalat ve bilumum tesisat işleri birim fiat tarifeleri ve şartnamesi ile eki fiat listeleri Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi Genel Teknik Şartname işbu dosyanın tabii ekleridir”; 19. maddesinde, “İlk keşif özeti cetvelinde bulunmadığı halde inşaatın devam sırasında yapılmasına sonradan lüzum hasıl olan ve idarenin isteği üzerine yapılması cihetine gidilen imalatın birim fiatları ile yeni birim fiat tarifeleri kitabında tarifleri yapılan imalatın birim fiatları mukavele eki bulunmasa da Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Genel Müdürlüğünün, yeni birim fiat tarifeleri ve ilk keşif fiatlarına esas olan yıla ait Birim Fiat Tarifeleri eki fiat listesi kitaptan alınacaktır”; 20. maddesinde de “İlk keşif özeti cetvelinde bulunmadığı halde inşaatın devamı sırasında da yapılmasına sonradan lüzum hasıl olan ve idarenin isteği üzerine yapılması cihetine gidilen imalatın fiatının birim fiat tarifeleri kitabında bulunmaması halinde birim fiatlar analiz ile tesbit edilir. Yapılacak analizlerde ilk keşif fiatlarına esas alınan yıla ait “İnşaat birim fiatlarına esas işçilik, araç ve gereç rayiç cetveli” kullanılır” denilmiştir.

Olayda, Florya Akvaryum İnşaatı işi müteahhit Öztaş A.Ş.-Nuhoğlu A.Ş.-Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Ortak Girişimine ihale edilerek İstanbul Belediyesi ile Ortak Girişim arasında 27.2.2003 tarihli sözleşme akdedilmiş; söz konusu işin 1. keşfinde bulunmayıp, ancak projesi gereği yapılması zorunlu olan ve ihale dosyası eki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Listelerinde bulunmayan dört kalem imalatın birim fiyatları Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 20. maddesine göre belirlenmiş; bu fiyatların uygulanması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 25.12.2003 tarihinde uygun bulunmuş ve 2003 yılı ödemeleri bu fiyatlar esas alınarak yapılmış; ancak, 2004 yılı ödemelerine ilişkin olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca, bu imalatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat tarif listesinde yer aldığından bahisle bu imalat kalemlerine ait birim fiyatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarif ve Listesine göre hazırlanması; Ortak Girişim tarafından ise, sözleşme eki durumuna gelen ve Bayındırlık Bakanlığı rayiçlerinden faydalanılarak İdare ile birlikte oluşturulan fiyat analizlerinin esas alınması gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca ödemelerde hangi fiyatın uygulanacağı konusunda görüşü sorulan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Bayındırlık Kurulu 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararı ile, Bakanlıklarınca yayımlanan 2004 yılı İnşaat ve Tesisat Birim Fiyat Tarifleri ve analizlerine ait uygun teknik özellikleri ve yapım şartlarını kapsadığı anlaşılan bahse konu dört kalem imalatın yeni birim fiyatlarının; Bakanlıklarınca yayımlanan 2004 yılı birim fiyatları ve analizlerinde yer alan 16.068, 16.070 ve 16.071 (ankraj plakası yapımı ve yerleştirilmesi dahil) pozlarına ait fiyat analizleri esas alınarak yapılması gerektiğine karar verildiği anlaşılmıştır.

Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı(Ortak Girişimi) vekilleri tarafından Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı, davalı idare Bayındırlık Kurulunun 31.5.2004 tarih ve 6 sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davada, İdare Mahkemesince; 4 kalem imalat ile ilgili Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat listelerinde yer almaması nedeniyle ihale sözleşmesi ve İdari Şartname hükümleri uyarınca Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak fiyat belirlemelerinin yapıldığı ve bu hususun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 25.12.2003 tarih ve 1830 sayılı işlemi ile uygun bulunarak sözleşme eki hale getirildiği, sonrasında 2004 yılı Birim Fiyat Listesinde anılan 4 kalem imalatın yer almasının, daha önce düzenlenmiş ve tarafların özgür iradeleri sonucunda belli koşullara bağlanmış olan sözleşme unsurlarını hükümsüz hale getiremeyeceği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir.

Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Ortak Girişimi (Adi Ortaklığı) vekilleri tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na karşı, müvekkili yüklenicinin 1.1.2004-22.7.2004 tarihine kadar yaptığı imalatlar için alacağının 4.700.308.354.600TL'ye ulaştığı, buna karşın tartışılması mümkün olmayan 3.196.763.880.411TL'lik bölümün talep konusu yapıldığı, bu meblağın, davacı yüklenicinin, Mart sonu 2004’te yayımlanan yeni Birim Fiyat Tarifesinin yürürlüğe girmesine kadar dava konusu dört kalem iş için 2003 yılında tarafların birlikte ve mevzuata harfiyen uygun biçimde belirledikleri birim fiyatlar çerçevesinde bile hak ettiği bedel olduğu, 2003 yılı birim fiyatlarına göre dahi hak edilmiş olan bu bedelin, davalı idare tarafından vekil eden davacının hak edişlerinden kesildiği ileri sürülerek 3.196.763.880.411.-TL'nin kesinti tarihi olan 1.10.2004 tarihinden itibaren en yüksek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde açılan davada ise, Asliye Ticaret Mahkemesince, Özel Şartnamenin 19. maddesi gereğince 2004 yılında birim fiyat yayımlanmış olmakla, artık bu fiyatın esas alınmasının taraflarca hükme bağlanan sözleşme gereği olduğu, taraflarca kararlaştırılan sözleşme ve ekleri hükümlerine uygun bulunduğu, taraflar arasında oluşturulan birim fiyatların 2003 yılına ait olduğu, 1.1.2004 tarihi ve sonrasındaki döneme ait davacı talepleri yönünden yeni birim fiyat listesinin dikkate alınarak, davalı idare tarafından bu yönde işlem yapılmış olmasının sözleşmenin anılan hükümlerine de uygun bulunduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

Dosyadaki belgelerden, Florya Akvaryum İnşaatı işinin 1. keşfinde yer almayan ve ihale dosyası eki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı fiyat listelerinde bulunmayan ancak projesi gereği yapılması zorunlu olan dört kalem imalatın birim fiyatlarının, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı analizlerinden yararlanılarak Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 20. maddesine göre belirlendiği; bu fiyatların uygulanması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 25.12.2003 gününde uygun bulunmuş ise de; dört kalem imalatın 2004 yılı için yeni birim fiyatlarının belirlenmesi karşısında, uygun bulunan fiyatların 2003 yılına ait olduğu anlaşılmaktadır.

Kaldı ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 26.3.2004 günlü yazısı ile, davacıdan, bu imalatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat tarif listesinde yer aldığından bahisle bu imalat kalemlerine ait birim fiyatların 2004 yılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Birim Fiyat Tarif ve Listesine göre hazırlanması istenilmiş; daha sonra 29.6.2004 günlü yazı ile, Bayındırlık Kurulu’nun 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararı doğrultusunda Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyatlarının kullanılacağı bildirilmiştir.

Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin yukarıda sözü edilen 32. maddesinin birinci fıkrası ve Florya Akvaryum İnşaatı İşi Sözleşmesinin 2. maddesi ve bu maddeye göre Sözleşme eki sayılan Özel İdari Şartnamenin 18, 19 ve 20. maddelerindeki bağlayıcı düzenlemeler birlikte değerlendirilip gözetildiğinde, 2004 yılına ait birim fiyatların 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren geçerli olan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birim fiyat listesinde belirtilen dört kalem imalata da uygulanacağı, birim fiyat listesindeki fiyatların esas alınacağı ve belirtilen tarihten itibaren yapılacak imalatın söz konusu tarifeye uygun olarak fiyatlandırılması ve ödemelerin bu esasa uygun olarak yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davacı şirket vekillerince İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na karşı, 3.196.763.880.411.-TL'nin kesinti tarihi olan 1.10.2004 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde açılan davada İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’nce, DAVANIN REDDİ yolunda verilen ve kesinleşen, hukuk ve usule uygun olan kararın KABULÜ ile davacı şirket vekillerince Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı, Bayındırlık Kurulunun fiat uygulamasına ilişkin 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davada ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ’nce, anılan kararın İPTALİ yolunda verilen ve kesinleşen kararın KALDIRILMASI suretiyle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE karar verilmesi gerekmiştir.

KARAR:

1) Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Ortak Girişimi (Adi Ortaklığı) vekillerince İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na karşı, 3.196.763.880.411.-TL'nin kesinti tarihi olan 1.10.2004 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde açılan davada uyuşmazlığa konu edilen İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’nin kesinleşen 25.9.2007 gün ve E:2007/383, K:2007/521 sayılı ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca 2004 yılı için yayımlanan yeni birim fiyat listesinin esas alınması gerektiği nedeniyle DAVANIN REDDİ yolundaki kararının BENİMSENEREK KABULÜNE,

2) Davacı Öztaş A.Ş. - Nuhoğlu A.Ş. - Alt ve Üst Yapı Ltd. Şti. Adi Ortaklığı(Ortak Girişimi) vekillerince Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı, Bayındırlık Kurulunun fiat uygulamasına ilişkin 31.5.2004 gün ve 6 sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davada uyuşmazlığa konu edilen ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ’nin kesinleşen 27.7.2005 gün ve E:2004/2835, K:2005/1185 sayılı ve anılan kararın İPTALİNE ilişkin kararının KALDIRILMASINA,

Bu suretle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/1

KARAR NO     : 2010/177

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2908 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- T. D.

                           2- H. Ç.

                           3- A. Ç.

                           4- M. S.

                           5- İ. D.

Davalı                 : Eyüp Kaymakamlığı

O L A Y : Eyüp Kaymakamlığı Dernekler Büro Şefliği’nin 20.9.2004 gün ve 158 sayılı işlemi ile, 2002 yılında yapılması gereken olağan genel kurul toplantısını yapmayan yönetim kurulu üyelerinin, 2908 sayılı Dernekler Kanunu’nun 20. maddesine muhalefet ettiklerinden bahisle 78/2. maddesi gereği, 6 Mayıs 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4854 sayılı Bazı Kanunlardaki Cezaların İdari Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun’un 33. maddesine istinaden 886.650.000.-TL idari para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

Davacılar, para cezasının kaldırılması istemiyle 30.9.2005 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 7.10.2005 gün ve E:2005/2422, K:2005/1333 sayı ile, davanın, davacılar adına ayrı ayrı 886.650.000.-TL idari para cezası kesilmesine ilişkin Eyüp Kaymakamlığı'nın 20.9.2004 gün ve 158 sayılı işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 1.6.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanmasının gerekeceği, bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacılar, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

EYÜP 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.2.2008 gün ve Muh.:2005/208, Müt.:2008/270 sayı ile, itiraz edenler T. D., H. Ç., A. Ç., M. S., İ. D.’ın Eyüp Kaymakamlığı’nın 20.9.2004 tarih ve 158 sayılı kararı ile verilen idari para cezasının iptali için İstanbul İdare Mahkemesine dava açtığı, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin 2005/2422 Esas sayılı dosyası ile, 5326 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca davanın sulh ceza mahkemesinde görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle görev yönünden red kararı verildiği ve Mahkemelerine bu konu ile ilgili itiraz dilekçesi verilerek Eyüp Kaymakamlığı’nın 20.9.2004 tarih ve 158 sayılı kararı ile verilen idari para cezasının iptalinin talep edildiği, Eyüp Kaymakamlığı’nca verilen 20.9.2004 tarih ve 158 sayılı kararın iptali için öncelikle İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne başvuru yapıldığı ve Mahkemece 7.10.2005 tarih ve 2005/2422 Esas, 2005/1333 Karar sayılı karar ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, bunun üzerine Mahkemelerine Encümen kararının iptali için başvuruda bulunulduğu, yargılama sırasında 22.7.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yayım tarihinden altı ay sonra yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı ilamı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmesi ve 2908 sayılı Yasa’nın 20. maddesine muhalefet nedeni ile aynı Yasanın 78/2 maddesi uyarınca 4854 sayılı Yasa gereğince eylemin yaptırımının idari para cezasına dönüştürülmesi ve bu nedenle verilen idari para cezalarına ilişkin itirazı incelemede açıkça sulh ceza mahkemelerinin yetkili olacağı yönünde düzenleme bulunmaması nedeniyle bu Kanun uyarınca verilen idari yaptırım kararlarına yapılacak itirazların yetkili idare mahkemesinde değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle, 2908 sayılı Yasa’nın 20. maddesine muhalefet nedeniyle aynı Yasanın 78/2 maddesi uyarınca verilen idari yaptırım kararının 22.7.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yayım tarihinden 6 ay sonra yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı ilamı ile 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa’ya aykırı olması nedeni ile iptaline karar verilmekle İstanbul İdare Mahkemelerinin yetkili ve görevli olduğu gerekçesiyle 5271 sayılı CMK 3 ve 268 maddeleri gereğince Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacıların istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece idari yargı dosyası ile birlikte Yargıtay’a, Yargıtay tarafından da Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2908 sayılı Kanun’un 20 ve 78/2 maddeleri ile 4854 sayılı Kanun’un 33. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

06/10/1983 tarih ve 2908 sayılı Dernekler Kanunu’nun(Mülga) (23/11/2004 tarih ve 25649 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 04/11/2004 tarih ve 5253 sayılı "Dernekler Kanunu" nun 38. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır) 20. maddesinde, “Genel kurul;

1. Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan:

2. Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine olağanüstü toplanır.

Olağan genel kurul toplantılarının en geç iki yılda bir yapılması zorunludur.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Denetleme kurulunun veya dernek üyelerinin beşte birinin yazılı isteği üzerine yönetim kurulu genel kurulu bir ay içinde toplantıya çağırmazsa, denetleme kurulu veya toplantı isteğinde bulunan üyelerden birinin müracaatı üzerine mahalli sulh hukuk hakimi duruşma yaparak dernek üyeleri arasından üç kişilik bir heyeti, genel kurulu toplantıya çağırmakla görevlendirir” ve 78. maddesinde, “Bu Kanunun 13 üncü maddesinde sözü edilen ilan mecburiyetini yerine getirmeyen dernek yöneticileri, üçyüzkırkyedimilyon lira idari para cezası ile cezalandırılır.

Genel Kurul toplantılarını kanun ve tüzüklerine aykırı olarak yapan dernek yöneticileri, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, altıyüzdoksandörtmilyon lira idari para cezası ile cezalandırılır.

Bu Kanunun 21 inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen bildirimi süresi içinde vermeyenler veya 30 uncu maddeye göre organlara seçilenleri süresi içerisinde idareye bildirmeyenler üçyüzkırkyedimilyon lira idari para cezası ile cezalandırılır.

Mahkemece, kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de karar verilebilir” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 24.4.2003 gün ve 4854 sayılı Bazı Kanunlardaki Cezaların İdari Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun’un 1. maddesiyle, “6.10.1983 tarihli ve 2908 sayılı Dernekler Kanununun; 75 inci maddesinde yer alan "beşbin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasıyla" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezasıyla", 78 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan "beşbin liradan onbin liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezası", aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan "onbin liradan yirmibin liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "altıyüzdoksandörtmilyon lira idarî para cezası", aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan "beşbin liradan onbin liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezası", 83 üncü maddesinde yer alan "beşbin liradan onbin liraya kadar ağır para cezası" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezası", 86 ncı maddesinde yer alan "üçbin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur" ibaresi "üçyüzkırkyedimilyon lira idarî para cezası verilir" şeklinde değiştirilmiş ve 5. maddesi ile, bazı kanunların yanısıra Dernekler Kanunu’nun 87 nci maddesine de, “…Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları o yerin en büyük mülkî amiri tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur” fıkrası eklenmiştir.

4/11/2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 34. maddesinde, diğer kanunlarda, 2908 sayılı Dernekler Kanunu ile ek ve değişikliklerine veya belli maddelerine yapılan atıfların, bu Kanuna veya bu Kanunun aynı konuları düzenleyen madde veya maddelerine yapılmış sayılacağı, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde aynı konuları düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümlerine atıf yapılmış sayılacağı; 38. maddesinde, 6.10.1983 tarihli ve 2908 sayılı Dernekler Kanunu’nun yürürlükten kaldırıldığı belirtilmiştir.

4.11.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33. maddesinin üçüncü fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının mülkî idare amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği; dördüncü fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 33. maddenin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Eyüp 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1.2.2008 gün ve Muh.:2005/208, Müt.:2008/270 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/12

KARAR NO     : 2010/180

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacılara ait taşınmazın imar uygulaması sonucu yolda kalmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : T .A. T. varisleri

                           1-K. T.

                           2-C. T.

                           3-S. T.

                           4-Ü. A.

                           5-G. E.

                           6-H. A. T.

Vekili                  : Av. D. D.

Davalı                 : Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. E.

O L A Y             : İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kaşıker/Kaşıkçı mevkii, 10 pafta, 904 sayılı parsel 2981/3290 sayılı yasaya dayanılarak yapılan ifraz sonucu tescil edilmiş, T. A. T.’e ait tam hissesine karşılık 166.00 m2 olarak uygulamaya girmiş, hissesinden 39.29 m2 (%23.66) düzenleme ortaklık payı kesintisi yapılmış, 126.71 m2 yer alması gerekirken, hissenin tamamının, 1/1000 ölçekli Revizyon Uygulama Planında yolda kalması üzerine bedele dönüştürülerek tapudan terkin edilmiştir.

Davacılar vekili; müvekkili davacıların, mirasbırakanları T. A. T.'den intikal eden söz konusu taşınmazın maliki bulunduğunu, taşınmaz üzerinde müvekkillerinin 5 katlı binasının bulunduğunu; taşınmazın davalı idarece 2981 ve 3290 sayılı Kanunlar çerçevesinde 18.madde uyarınca imar uygulamasına tabi tutularak taşınmazdaki mülkiyet haklarının sona erdirildiğini, bu işlem sonucu müvekkillerinin murisine herhangi bir yer verilmeksizin sahibi bulundukları taşınmaza davalı idarece kamulaştırmasız el atıldığını, mevcut durumu henüz öğrenen müvekkillerinin tapuya müracaat ettiklerinde, ellerinde hiçbir pay kalmadığını öğrendiklerini, bu şekilde üzerinde yapı bulunan taşınmaza davalı idarece kamulaştırmasız el atılması nedeni ile miktara, bedele ve taleplerine ilişkin fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalarak şimdilik 10.000,00- YTL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmek zaruretinin hasıl olduğunu ifade ederek, sonuçta; davacıların maliki olduğu taşınmaza, üzerindeki yapı ile birlikte davalı idarece kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00-YTLnin davalı idareden yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacılara hisseleri oranında ödenmesine karar verilmesi istemiyle, 19.3.2009 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Belediye vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davacı hakkında tesis edilen idari işlemlerle ilgili olarak açılan davaya bakma görevinin idare mahkemelerine ait olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

BAKIRKÖY 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 25.6.2009 günlü celsesinde E:2009/90 sayı ile, davalının görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye vekilince, süresinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; uyuşmazlığın, davacıların Revizyon Uygulama Planında yolda kalan ve 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca bedele dönüştürülen taşınmazının bedelinin tahsili isteminden kaynaklanmakta olduğu, dolayısıyla davanın konusunun, idarece kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde tesis edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin bulunduğu, bunun ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesinin 1/b bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" niteliğini taşıdığı; bu durumda, taşınmazının imar uygulamasında yol'da kalmasından ve tapudan terkin edilmesinden doğduğu ileri sürülen zararın tazminine yönelik davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun 'un 10/c maddesi hükmüne yer verdikten sonra, uyuşmazlığın, davalı idarenin 2981 sayılı Yasa'nın yukarıda zikredilen 10/c maddesinde yer alan düzenlemeye dayanarak davacılara ait taşınmazın tapudan terkin edilmesinden kaynaklandığı; dolayısı ile, uyuşmazlık konusu davada davalı idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işlemin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacının davasını idarenin uygulamasından doğan zararının giderilmesi istemiyle açtığının görüldüğü; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'un 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; açıklanan nedenlerle imar uygulaması sonucunda taşınmazın yolda kalması nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/90 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, belediyece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Danıştay Başsavcısı tarafından uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Davacıların imar uygulaması sonucu yolda kalması nedeniyle tapudan terkin edilen taşınmazının bedelinin, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000.00 YTL’sinin davalı Belediyeden tahsili isteminden ibarettir.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un, 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde “ İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir. Belediye veya valiliklerin talebi halinde bu yetkiler kadastro müdürlüklerince de kullanılır.

Bu gibi arazilerde hisse sahiplerinin malik olduğu hisse üzerindeki temliki tasarruflar ve bunlarla ilgili takyitler 11/6/1945 tarih ve 4753, 19/7/1943 tarih ve 4486 sayılı Kanunlar, 775 sayılı Gecekondu Kanunundaki hükümler dahil, uygulamayı durdurmaz. Bu gibi işlemlerde takyitler hisse sahibine isabet edecek müstakil parsele aynen nakledilir ve yapılan işlem Medeni Kanunun 927 nci maddesine göre hak sahibine bildirilir. Islah imar planı ile düzenlemeye tabi tutulan arsa ve arazilerin yeni sahiplerine verilmesinde valilik veya belediyelerce arsa ve arazilerin durumuna göre düzenleme ortaklık payı alınabilir.

Bu gibi yerlere ait yapılmış olan özel parselasyon planı, ıslah imar planı olabilecek nitelikte olduğu belediye veya valiliklerce uygun görüldüğü takdirde aynen kabul edilerek tescil edilir.

Üzerinde yapılanma bulunan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler valiliğin talebi üzerine, belediye veya özel idareler adına resen tapuya tescil edilir. Islah imar planlarında genel bütçeye dahil dairelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrılan veya ayrılacak olan veya bir kamu hizmeti için lüzumlu görülen arsa veya araziler eski sahibi kamu idarelerine veya o işe tahsil edilmek üzere hazineye aynı şartlarla geri verilir.

Islah imar planı yapılmış ve yapılacak bölgelerde bu Kanun kapsamına giren ve tapu tahsis belgesi verilen hazine arsa ve arazileri, iktisap tarihine bakılmaksızın aynı amaçta kullanılmak üzere ilgili belediyelere devredilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kaşıker mevkii, 10 pafta, 904 parsel sayılı taşınmazın, 2981/3290 sayılı yasaya dayanılarak yapılan ifraz sonucu tescil edildiği, %23.66 oranında düzenleme ortaklık payı alındığı, 1/1000 ölçekli Revizyon Uygulama Planında yolda kalması üzerine bedele dönüştürülerek tapudan terkin edildiği; uyuşmazlığın, davacıların Revizyon Uygulama Planında yolda kalan ve 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca bedele dönüştürülen taşınmazının bedelinin tahsili isteminden kaynaklandığı; olayda davalı idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında da, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Belirtilen duruma göre, davacıların Revizyon Uygulama Planında yolda kalan ve 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca bedele dönüştürülen taşınmazının bedelinin tahsili isteminden kaynaklanmakta olan uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde yer alan " İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.6.2009 gün ve E:2009/90 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677, K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 04.10.2010

                        Üye                                                                             Üye

             Mahmut BİLGEN                                                   Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/13

KARAR NO     : 2010/181

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacılara ait yapıların, İmar Planında toplu konut alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1) A. Ö.

                           2) Ş. Ö.

                           3) B. Ö.

                           4) M. Ö.

                           5) A. P.

                           6) Z. Ö.

                           7) H. Ö.

                           8) F. Ş.

Vekili                  : Av. H. S. - Av. Ö. Ş.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. İ. G.

O L A Y             : Davacıların mülkiyetindeki bina, imarın Altındağ ilçesi, Yenidoğan Mahallesi 6869 ada 5 parseli üzerinde kayıtlı iken, 1/5000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi Nazım İmar Planı ile 1/1000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi II Etap İmar Planı kapsamında kalmış; davacıların murisi H. Ö.'in hissesi 23655 ada 1 parsele şuyulandırılmış, bina ise belediyeye ait 23651 ada 1 sayılı parsel içerisinde kalmıştır.

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin, murisleri H. Ö.'ten veraseten intikal eden taşınmazın maliki olduklarını, taşınmaz üzerinde ayrıca "konut" kullanımlı yapılarının bulunduğunu; bu yapıyla ilgili olarak murisleri tarafından 2981 ve 3290 sayılı İmar Affı Yasalarına göre düzenlenmiş; tespit formu, yeminli özel teknik büro ölçümü, müracaat formu ile değerlendirme formu gibi belgelerin yıllar önce davalı belediyeye verildiğini, söz konusu taşınmaz İMAR PARSELİ iken; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 26.10.2001 tarih ve 560 sayılı kararıyla onanan 1/5000 Ölçekli Eski Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi Nazım İmar Planı ile bu plana göre davalı Altındağ Belediye Meclisinin 27.09.2002 gün ve 350 sayılı kararıyla kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın 03.02.2003 tarih ve 1671-6962 sayılı yazısıyla onaylanan 1/1000 Ölçekli Eski Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi II.Etap İmar Planı kapsamında kalması nedeniyle; bahse konu 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Plan Değişikliğine dayanılarak hazırlanan parselasyon planı sonucu yerinde korunmayıp başka imar ada ve parsellerine şuyulandırıldığını, dolayısıyla müvekkillerin veraseten hissedar (maliki) bulundukları imarın 6869 ada 5 sayılı parseline tekabül eden yerde yeni oluşturulan imarın 23651 ada 1 sayılı parselinde davalı ­belediyenin hisselerinin toplanması nedeniyle, müvekkillerin 247 m2 alana haiz "konut" kullanımlı yapılarına kamulaştırmasız el atılması sonucu yıkıldığını, Belediye ile TOKİ arasında akdedilen sözleşmeye istinaden TOKİ tarafından Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında davalı belediyenin mülkiyetine geçen bahse konu taşınmaz üzerinde konutlar inşa edildiğini; müvekkillerinin veraseten maliki bulundukları imar parselinin, yeni imar planları sonucunda davalı belediye tarafından ele geçirildiğini, imar parseli üzerindeki 247 m2 konut kullanımlı yapının da kamulaştırmasız el atılarak yıkıldığını ama buna karşın herhangi bir şekilde yapı bedeli ödenmediğini; belediye tarafından müvekkillerine "enkaz bedeli" ödenmek istenmiş ise de; emsal Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, somut uyuşmazlıkta "enkaz bedeli" değil "yapı bedeli" ödenmesinin gerektiğini ifade ederek, sonuçta; fazlaya ilişkin her türlü haklarının saklı tutulması kaydıyla; müvekkillerinin veraseten hissedar(maliki) bulundukları Ankara İli, Altındağ İlçesi, Yenidoğan Mahallesinde kaim ve imarın 6869 ada 5 parselinde kayıtlı taşınmaz üzerinde bulunan "konut" kullanımlı yapıya kamulaştırmasız el atılarak yıkılması nedeniyle 10.000,00 TL yapı bedelinin kamu alacağı için öngörülen en yüksek faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, Davacılara ait yıkılan binanın ruhsatsız, kaçak olduğunu; Belediyelerince, kentsel dönüşüm planı kapsamında TOKİ ile anlaşarak, plan değişikliği yapılan parsellere toplu konut yaptırıldığını ve konutların inşaasının bittiğini; konutlar yapılmadan tüm haksahibi olan kişilerle görüşüp anlaşıldığını, inşaatlara başlamadan önce H. Ö.'in murisleri ile de görüşüldüğünü, davacıların 23655 ada 1 parseldeki arsasına ve yıkılan binasının bedeline karşılık olarak yapılan konutlardan 150 m2 ye bir konut olmak üzere konut verileceğinin bildirildiğini, ancak arsa sahibinin murislerinin kendi aralarında anlaşamaması üzerine taraflar ile anlaşma yapılamadığını, davacılara 7.500, TL enkaz bedeli teklif edildiğini, ancak davacılar kendi aralarında anlaşamadığından bu yıkım bedelini de almadıklarını, davacıların Belediyelerine müracaat etmeleri halinde, yıkılan binalarına ve arsasına karşılık olarak yapılan konutlardan daire verileceğine ilişkin 28.03.2007 tarih ve 271 sayılı Belediye Encümen Kararı bulunduğunu; binanın 1940 yılında bitirildiğini, 69 yıllık olduğunu herhangi bir kıymetinin kalmadığını, binanın imar planı değişikliği sonucu Belediyelerine ait olan arsa üzerinde kaldığını, binanın Nisan 2007 ayı içerisinde Belediyeleri tarafından yıkıldığını, yerine TOKİ tarafından modern konutlar yapıldığını; davacı tarafından imar affı müracaatı esnasında 2981 sayılı Yasanın 9. maddesinin (c) bendine göre gerekli harçların yatırılmadığını ve 15. maddeye göre de Yapı Kullanma İzin Belgesinin alınmadığını, İmar Affı Kanununa göre, söz konusu bina ile ilgili işlemler tamamlanmadığı ve bina ruhsata bağlanmadığı için, davacılara ait binanın kaçak yapı konumunda olduğunu, zira davacıların inşa ettiği zeminde davacıya ait belli bir yer bulunmadığından, davacıya ait gecekondunun başkasının arsasına yapılan yapı olarak değerlendirilmesi gerektiğini; davacıların zaten Belediye yıkım ekipleri gelmeden gecekondusunun ve müştemilatının işe yarayan kısımlarını aldığını, kalan kısımları ve molozları Belediyelerinin temizlediğini, bu nedenle Belediyelerinin bedel ödemesinin söz konusu olmadığını; hem 3194 sayılı Kanun hem de 775 sayılı Kanun hükümleri gereği Belediyelerin kaçak yapıları herhangi bir bedel ödemeksizin kaldırma yetkisi ve sorumluluğunun bulunduğunu, bu çerçevede davacıya ait kaçak ve ruhsatsız yapının ve eklentilerinin yıkılması sonucu herhangi bir bedel ödenmesinin yasal olarak mümkün bulunmadığını, davacı tarafından dava öncesi binanın değerinin tespiti için herhangi bir tespit yaptırılmadığını ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 1.10.2009 gün ve E:2009/195 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayılmış olduğu; davacılara ait kaçak yapının Kentsel Dönüşüm Planı kapsamında kalması ve toplu konut yapımına başlanılması nedeniyle yıktırılmasından dolayı bir bedel ödenip ödenmeyeceği noktasından kaynaklanan ve sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak sözü edilen yapının yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan bir uyuşmazlığın çözümüne ilişkin bulunması nedeniyle idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği nedenleriyle, 2247 Sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu uyuşmazlığın, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işlemin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtıklarının görüldüğü; açıklanan nedenlerle, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/195 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacılara ait hisseli parselde bulunan yapılarının, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında imar planı değişikliği ile İmar Planında toplu konut alanında kalması nedeniyle, davalı idarece hisselerine karşılık başka bir imar parselinden karşılanmak üzere yer verilmekle birlikte, kamulaştırma yapmadan ve herhangi bir bedel ödenmeksizin binaların yıktırıldığından bahisle, uğranılan zararın faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Dava dosyanın incelenmesinden, davacıların mülkiyetindeki Altındağ ilçesi, Yenidoğan Mahallesi 6869 ada, 5 parselin, 1/5000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi Nazım İmar Planı ile 1/1000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi II Etap İmar Planı kapsamında kaldığı, bu plana dayalı olarak yapılan parselasyon planı sonucu yerinde korunamaması nedeniyle 23655 ada, 1 sayılı parselle şuyulandırıldığı, binanın ise belediyeye ait 23651 ada 1 sayılı parselde kaldığı, söz konusu bina için daha önce 2981 sayılı Yasa uyarınca başvuru dışındaki harçların yatırılmadığı ve yapı ruhsatının alınmadığı, böylece kaçak yapı niteliği taşıyan binanın, herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan kentsel dönüşüm planı uygulaması nedeniyle yıkıldığı, belediyenin kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ ile anlaşarak anılan parselde toplu konut yaptırdığı, bakılan davanın da, yıkılan bina ile ilgili olarak 10.000.00 Türk Lirasının tazmini istemiyle açıldığı, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.

Belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 01.10.2009 gün ve E:2009/195 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677, K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 04.10.2010

                            Üye                                                                 Üye

                 Mahmut BİLGEN                                      Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/40

KARAR NO     : 2010/185

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. K. H.

Vekili                  : Av. H. Ç., Av. M. K.

Davalı                 : Meram Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. T.

O L A Y             : Davacı vekili, dava dilekçesinde; müvekkilinin, tapunun Konya ili, Meram ilçesi Turgutreis Mah. 16M4 Pafta, 22697 ada, 11 parsel sayılı 3697.30.m2 lik taşınmazın 42/2400 hissesinin maliki olduğunu; davalı idarece, taşınmazın bulunduğu bölgede 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesini uygulaması sonucunda alınan Düzenleme Ortaklık Payı dışında ayrıca resmi kurum payı altında ayrı bir pay daha alınmış bulunduğunu, bu fazla payın dava konusu taşınmaza hisse olarak katıldığını, bu taşınmazın tamamının ise temel eğitim sahası olarak ayrıldığını; bunun sonucu olarak, müvekkilinin hissesi üzerinde tasarruf etmesinin ve kullanmasının da mümkün olmadığını; bu nedenle, taşınmazın bedelinin davalı idarece ödenmesinin gerektiğini, esasen yapılan işlemin, mahiyeti itibariyle bir kamulaştırmasız el atma işlemi olduğunu; anılan bölgede arsa m2 değerinin 400 TL civarında bulunduğunu, davalı idarece bu güne kadar bedel ödemeye yanaşılmadığını ifade ederek; sonuçta, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak şartıyla, söz konusu taşınmazdaki müvekkilinin hissesine kamulaştırmasız el atıldığından, 7.100. TL’nin kanuni faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline, ileride belirlenecek tam bedelin ödenmesi karşılığında tapunun davalı idare adına tesciline, karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Belediye Başkanlığı vekilince, süresinde verilen cevap dilekçesinde; davacıya ait parselin bulunduğu bölgede 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. madde uygulamasının Meram Belediye Encümeni'nin 30.10.1996 tarih ve 1996/1543 sayılı kararı ile kabul edildiğini, 09.07.1997 tarih ve 1997/998 sayılı kararı ile de onandığını; uygulamaya dahil edilen parsellerden DOP ve KOP kesilerek kalan hak edişlerin imar parsellerine tahsisinin yapıldığını; davacının Kamu Ortaklık Payından alınan hak edişinin 22696 ada, 11 nolu parsele tahsis edildiğini, bu parselin, imar planında "ortaokul" sahasına isabet ettiğini, ilgili kurum tarafından ihtiyaç duyulması halinde kamulaştırma yapılabileceğini; davacının, kamu alanındaki hisseyi imar uygulaması tamamlandıktan sonra satın almış olduğunu, 3194 sayılı yasanın 18. madde uygulamasının dava konusu edilmediğini; 3194 sayılı yasanın 18. madde uygulaması nedeniyle oluşan ve dava konusu edilmeyerek kesinleşen işlemden kaynaklanan davada, idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 8.10.2009 gün ve E:2009/278 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazını reddetmiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; uyuşmazlık, imar uygulaması sonucu alınan kamu ortaklığı paylarından oluşturulan 11 nolu parselin imar planında ortaokul alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle, bu parseldeki hissesinin bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasına dayalı kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de, davanın konusunun, idarece 3194 sayılı Kanununun 18. maddesine istinaden kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda kamu ortaklık paylı olarak alınan ve ortaokul alanına tahsil edilen, ancak, ortada henüz Milli Eğitim Bakanlığınca okul yapımına ilişkin herhangi bir girişimin yapılmadığı yerin bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu ve uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/b bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı; bu durumda, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, nedenlerle; 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; uyuşmazlık konusu işlemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklandığı, söz konusu maddenin 1. fıkrasında, imar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve res’en tescil işlemlerini yaptırmaya belediyelerin yetkili olduğu hükmünün yer aldığı; açıklanan nedenlerle, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanunun 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin düşünüldüğü; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/278 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının, Konya İli, Meram İlçesi, Turgutreis Mahallesi, 22696 ada, 11 nolu parseldeki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 7.100.00 TL.nın yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Olayda, davacının hissedarı olduğu taşınmazın bulunduğu bölgede, Meram Belediye Encümeninin 30.10.1996 günlü, 1996/1543 sayılı ve 9.7.1997 günlü, 1997/998 sayılı kararları uyarınca imar uygulaması yapıldığı, uygulama kapsamındaki parsellerden Düzenleme Ortaklık Payı ile Kamu Ortaklık Payı alındığı, alınan kamu ortaklık paylarından 11 nolu parselin oluşturulduğu ve bu parselin imar planında ortaokul alanı olarak ayrıldığı, imar uygulaması tamamlandıktan sonra davacının 11 nolu parselin 61/2400 hissesini 7.9.2004 tarihinde satın aldığı, bakılan davanın da, 11 nolu parseldeki hisseye imar planında ortaokul alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 7.100.00TL’nin yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, 3194 sayılı imar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamaları işlemlerinin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve resen tesis edilen idari işlemler olduğu bu işlemlerden doğan zararın tazmininin istenildiği gözetildiğinde; uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.10.2009 gün ve E:2009/278 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir(Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 04.10.2010

                        Üye                                                                     Üye

             Mahmut BİLGEN                                          Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/43

KARAR NO     : 2010/186

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Hemzemin geçitte trenin çarptığı motosiklette bulunan davacıların yakınının hayatını kaybetmesi nedeniyle uğranılan zararın İdarece tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : H. A. mirasçıları:

                           1- D. A.

                           2- C. G.

                           3- M. K.

                           4- F. K.

                           5- H. A.

                           6- H. G.

Vekili                  : Av. İ. Y.

Davalı                 : TCDD Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. N. Ş.

O L A Y             : Davacılar vekili dava dilekçesinde, müvekkillerinin mirasçısı olan H. A.’ın olay tarihinde arkadaşı A. K.'nin idaresindeki motosiklet ile şehir merkezinden geçmekte olan trenin hemzemin geçidinden geçtiği sırada trenin geçişini bekledikleri, bu trenin geçişini tamamladıktan sonra ve halen kapalı olan bariyerin kenarında bulunan aralıktan karşıdan karşıya geçmek isterken trenin motosiklete sağ taraftan çarpması sonucu her iki kişinin de olay yerinde vefat ettikleri, kazanın şehir merkezinde olduğu, bariyerlerin kenarlarında tren geçişlerinde dahi açık kalan yaya ve küçük araçların geçişine müsait alanların bulunduğunun C. Savcılığının keşif ve tespitlerinden de anlaşıldığı, çarpışmanın mutlak ölümle sonuçlanacağı muhakkak olan hemzeminlerde daha tedbirli olması gerekmekte iken trenin geçişi sırasında yolcu ve küçük araçların geçebileceği açık alanlar bırakılmasının, bu geçişlerin kapatılmamasının, idarenin ciddi olarak ihmal ve kusuru olduğunu ileri sürerek maktulün eşi için 7.500,00 TL ve çocukların her biri için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 32.500,00 TL manevi tazminatın ve maktulün eşi Durdu için ayrıca ve fazlaya ait hakları saklı kalmak üzere 500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihi olan 24.4.2007’den itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, Kuruluş aleyhine açılan tazminat davasının hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle davanın doğru yargı yerinde açılmadığı, davanın idari yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ADANA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 25.6.2009 gün ve E:2009/238 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görülmediğinden reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Arkadaşının kullandığı motorsiklete bariyerli hemzemin geçitte tren çarpması sonucu ölen H. A.'ın eşi ve çocukları tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle T.C.D.D. İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne karşı Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2009/238 sayılı dosyasında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinin (1-b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, bir kamu kuruluşu olduğu, kamu hizmeti olduğu tartışmasız bulunan demiryolu taşımacılığı işini tekel halinde yürüttüğü, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait bulunduğu, uyuşmazlığın, davalı T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı iddia olunan zararın davalı idareden tazmini istemine ilişkin bulunduğu, bu durumda, T.C.D.D İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, anılan Genel Müdürlüğün görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı Durdu Arıkan ve arkadaşları vekili tarafından davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü aleyhine Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/238 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/43 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Şehit Mehmet Özer Caddesi üzerinde bulunan hemzemin geçitte arkadaşının kullandığı motorsikletin tren ile çarpışması sonucunda hayatını kaybeden Hilmi Arıkan'ın eşi ve çocukları tarafından uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu, 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/l-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluşması nedeniyle ortada bir trafik kazası bulunduğu düşüncesinden hareketle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu incelendiğinde; anılan Kanunun 2. maddesinde; Karayolları Trafik Kanunu'nun kapsamının belirlendiği, 3. maddesinde ise; “Demiryolu geçidinin (hemzemin geçit); Karayolu ile demiryolunun aynı seviyede kesiştiği bariyerli ve bariyersiz geçitlerdir, Kamu hizmeti taşıtı: Kamu hizmeti için yük veya yolcu taşıması yapan bütün taşıtlardır, Taşıt: Karayolunda insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan araçlar olduğu” tanımlarının yapıldığı, trenin söz konusu Kanun kapsamına dahil edilmediğinin anlaşıldığı, anılan Kanunun 85, 90 ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanunu'nun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır kuralı uyarınca uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de; anılan Kanunda gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemiş ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmadığı, TCDD Ana Statüsü'ne, Yüksek Planlama Kurulu'nun 27.4.1992 gün ve 92/T.29 sayılı kararı ile eklenen Ek 2. maddede, demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolunun ana yol sayılacağı, trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesislerin kaldırılacağı, demiryolu üzerinde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğünün bulunduğunun belirtildiği, hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmemesinden dolayı idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle TCDD Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunduğundan, Danıştay Başsavcısı'nın başvurusunun kabulü gerektiğinin düşünüldüğü, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 10.3.2003 gün, 2002/93 ve 2003/2 sayılı kararında da; hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği hususunda hüküm kurulduğu, bu nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/238 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, hemzemin geçitte trenin çarptığı motosiklette bulunan davacıların yakınının hayatını kaybetmesi nedeniyle uğranılan zararların karşılığı maddi ve manevi tazminatın davalı idareden tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak ve söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ile ilgili diğer hususları düzenlemektir.” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4. maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden; davacılar vekilince, çarpışmanın mutlak ölümle sonuçlanacağı muhakkak olan hemzeminlerde daha tedbirli olması gerekmekte iken trenin geçişi sırasında yolcu ve küçük araçların geçebileceği açık alanlar bırakmasının, bu geçişlerin kapatılmamasının, idarenin ciddi olarak ihmal ve kusuru olduğu ileri sürüldüğüne göre, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın; zararın hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve idare personelinin dikkatsizlik ve tedbirsizliği sonucu oluşan kişisel kusura değil de, zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin, bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluştuğu nedeniyle ortada bir trafik olayı bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85., 90. ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında çözümlenmesi gerekeceği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasada gerek hemzemin geçidin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemesi ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.

Nitekim TCDD Ana Statüsü’ne, Yüksek Planlama Kurulu’nun 27.4.1992 tarih ve 92/T. 29 sayılı kararıyla ilâve edilen Ek 2. maddede, “ Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolu ana yol sayılır.

Bu kesişmelerde yapılan yeni yolun bağlı olduğu kurum veya kuruluş, alt ve üst geçit yapmak ve diğer emniyet tedbirlerini almakla yükümlüdür.

Demiryolu trafik düzeninin gerektirdiği hallerde sözkonusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesisler kime ait olursa olsun kaldırtılır.

Demiryolu üstünde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü vardır” denilmek suretiyle, demiryolunun farklı bir hukuki statüye tabi bulunduğu açıklanmaktadır.

Belirtilen nedenlerle, hemzemin geçitte trenin motosiklete çarpması sonucunda doğan zararın TCDD İşletmesince tazminine yönelik olarak açılan davanın, idarenin hizmet kusuru esasına göre görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile TCDD İşletmesi vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile TCDD İşletmesi vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE ilişkin Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.6.2009 gün ve E:2009/238 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/47

KARAR NO     : 2010/187

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Euro Yatırım Menkul Değerler A.Ş.

Vekilleri              : Av. M. E. - Av. F. G.

Davalı                 : Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı

O L A Y             : Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı’nın 11.5.2009 gün ve 232 sayılı idari para cezası kararı ile, Euro Yatırım Menkul Kıymetler A.Ş.’nin 5549 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasını ihlal ettiğinin tespit edildiğinden bahisle 5549 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası ile 28. maddesi ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 15/2 ve 22. maddelerine istinaden 10.780.-TL tutarında idari para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ŞİŞLİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.10.2009 gün ve Müt.:2009/220, Müt. K:2009/220 sayı ile, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından verilmiş bulunan idari para cezasına şirket vekili tarafından itiraz edildiği, itiraz dilekçesinin ve itiraza konu işleme ilişkin tüm belgelerin incelendiği, itiraz eden tarafından Mahkemelerine dava açılmış ise de; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 22.12.2008 tarihli, 2008/13 Esas, 2008/355 Karar sayılı kararı nazara alınarak itiraza konu edilen işlem esas alındığında, itiraza ilişkin davada Mahkemelerinin görevli olmadığı, idare mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 4. İDARE MAHKEMESİ; 18.12.2009 gün ve E:2009/1868 sayı ile, davacı Euro Yatırım Menkul Değerler A.Ş. vekili Av. Mehmet Erol tarafından, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un 4. maddesinin birinci fıkrasına muhalefet nedeniyle anılan Kanunun 13. maddesinin birinci fıkrası gereğince 10.780,00 TL tutarında para cezası verilmesine ilişkin Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı'nın 11.5.2009 tarih ve 232 sayılı kararının iptali istemiyle dava açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, “Yükümlüler nezdinde veya bunlar aracılığıyla yapılan veya yapılmaya teşebbüs edilen işlemlere konu malvarlığının yasa dışı yollardan elde edildiğine veya yasa dışı amaçlarla kullanıldığına dair herhangi bir bilgi, şüphe veya şüpheyi gerektirecek bir hususun bulunması halinde bu işlemlerin yükümlüler tarafından Başkanlığa bildirilmesi zorunludur” hükmü, 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da, “Bu Kanunun 3 ve 6 ncı maddeleri ile 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan yükümlülüklerden herhangi birini ihlal eden yükümlülere Başkanlıkça beşbin Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir. Yükümlünün banka, finansman şirketi, faktoring şirketi, ikrazatçı, finansal kiralama şirketi, sigorta ve reasürans şirketi, emeklilik şirketi, sermaye piyasası kurumu veya yetkili müessese olması halinde, idari para cezası iki kat olarak uygulanır” hükmünün yer aldığı, dosyanın incelenmesinden, davanın, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı’nın 11.5.2009 tarih ve 232 sayılı kararı ile verilen idari para cezasının iptali istemiyle açıldığı, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’da, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5549 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı, bu nedenlerle, bu davanın çözümünde Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin davanın görev yönünden reddine hükmedildiği 2009/220 Müteferrik Esasına kayıtlı dava dosyası temin edilerek görevli merciin belirtilmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5549 sayılı Kanun’un 4/1, 13/1 ve 28. maddeleri ile 5326 sayılı Kanun’un 15/2 ve 22. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

11/10/2006 tarih ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında, “Yükümlüler nezdinde veya bunlar aracılığıyla yapılan veya yapılmaya teşebbüs edilen işlemlere konu malvarlığının yasa dışı yollardan elde edildiğine veya yasa dışı amaçlarla kullanıldığına dair herhangi bir bilgi, şüphe veya şüpheyi gerektirecek bir hususun bulunması halinde bu işlemlerin yükümlüler tarafından Başkanlığa bildirilmesi zorunludur”; 13. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun 3 ve 6 ncı maddeleri ile 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan yükümlülüklerden herhangi birini ihlâl eden yükümlülere Başkanlıkça beşbin Yeni Türk Lirası idarî para cezası verilir. Yükümlünün banka, finansman şirketi, faktoring şirketi, ikrazatçı, finansal kiralama şirketi, sigorta ve reasürans şirketi, emeklilik şirketi, sermaye piyasası kurumu veya yetkili müessese olması halinde, idarî para cezası iki kat olarak uygulanır” ve 28. maddesinde, “Bu Kanunun 13 ve 16 ncı maddelerinde yer alan maktu tutarlar her yılın başından geçerli olmak üzere, bir önceki yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Hesaplamalarda on Yeni Türk Lirasına kadar olan tutarlar dikkate alınmaz” hükmü yer almıştır.

30/3/2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 15. maddesinin ikinci fıkrasında, “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idarî yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır” ve 22. maddesinde, (1) Kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye ilgili kanunda açıkça gösterilen idarî kurul, makam veya kamu görevlileri yetkilidir.

(2) Kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amiri bu konuda yetkilidir.

(3) İdarî kurul, makam veya kamu görevlileri, ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşunun görev alanına giren yerlerde işlenen kabahatler dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

(4) 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yer bakımından yetki kuralları kabahatler açısından da geçerlidir” denilmiştir.

Olayda, açılan davanın para cezasının kaldırılmasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 9.10.2009 gün ve Müt.:2009/220, Müt. K:2009/220 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/55

KARAR NO     : 2010/188

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının hissedar olduğu kadastral parsel üzerinde bulunan bina ve eklentilerinin, yapının kaçak olduğu ve imar yolunda kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. Ş.

Vekili                  : Av. C. Ç., Av. F. Ç.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. M. Ö. A.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Ankara, Altındağ İlçesi, Karapürçek Mahallesinde kain 23 parsel sayılı taşınmazda hisse satın almış ve üzerine 2 katlı betonarme bir ev yapmış olduğunu, 1992 Yılında yapılan imar uygulaması sırasında evinin bulunduğu kısmın, F.Çelik Mahallesi 20249 ve 20250 adalar arasındaki imar yolunda kaldığını, evin yeni adresinin Beşikkaya Mahallesi, 422. Sokak (Yeni 1913.Sokak) No:7 olarak belirlendiğini, müvekkiline yeni oluşan F.Çelik Mah. 20249 ada 7 parsel ile 20260 ada 1 parselden hisse verildiğini; davalı belediyenin 2942 Sayılı Kanun hükümleri gereğince kamulaştırma kararı alarak müvekkili pazarlığa çağırması, anlaşılamaması halinde ise kamulaştırma bedelinin tespiti davası açması gerekirken, önce müvekkilinin evinin elektrik kablosunu keserek müvekkili karanlığa mahkum ettiğini, bu konuda verdikleri 4.8.2009 tarih ve 362 sayılı yazı üzerine de 19.8.2009 günü yıkım araçlarıyla gelerek evi yıktığını, davalı idarenin böylece kamulaştırmasız el atma eylemini gerçekleştirerek, evin bulunduğu alanı yola, yani kamu hizmetine tahsis ettiğini; bu eylemi yapan davalının, ev, eklentileri ve ağaçların dava tarihindeki rayiç bedelini müvekkile ödemekle yükümlü bulunduğunu; ev, imar planından önce müvekkilinin tapulu arazisi üzerinde olduğundan ve arsa tahsis edilmediğinden, enkaz bedelinin değil yapı bedelinin ödenmesinin gerektiğini, bu bedelin şimdilik 10.000,00 TL'sini talep ettiklerini; evin, eklentilerinin ve ağaçların niteliklerinin Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2008/731 D.İş sayılı dosyasıyla taraflarınca tespit ettirilmiş olduğunu ifade ederek; sonuçta, fazlaya ilişkin dava hakkımız saklı kalmak kaydı ve şartıyla şimdilik 10.000,00 TL'nin, dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı kurumdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, birinci savunma dilekçesinde, davacının dava konusu gecekondusu ile ilgili imar affı müracatının bulunmadığını, bu nedenle gecekondunun kaçak ve ruhsatsız olduğunu, belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen İmar uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret bulunduğunu; davacının binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanununa göre hiçbir işlem yapılmadığını; yapılan ve iptali talep edilmediği için kesinleşen İmar Planı gereği davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığını, imar yolu üzerinde kalan binasının da yıkıldığını, dava konusu uyuşmazlığın tamamen imar planının uygulanmasından, başka bir ifade ile, kesinleşen imar planındaki imar yollarının açılması eyleminden kaynaklandığını, bir idari eylem nedeniyle hakları muhtel olanlar tarafından açılan davaların idari yargı mercilerinde görülmesinin usul hükümlerinin gereği olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 8.12.2009 günlü celsesinde E: 2009/329 sayı ile, davalı İdare vekilinin göreve ilişkin itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve dava dosyası, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, davacıya ait yapının, imar planında imar yolu üzerinde kalması ve imar uygulamasına başlanılması üzerine kaçak yapı niteliğinden dolayı yıktırılması nedeniyle binanın bedelinin ödenip ödenmeyeceği noktasından kaynaklanan ve sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak sözü edilen yapının yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan bir uyuşmazlığa ilişkin olduğu açık bulunduğundan, bu davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerlerine ait olduğu ve Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesinin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılmasının gerektiği nedenleriyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiş ve görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun 'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtıklarının görüldüğü; imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun 'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/329 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, uyuşmazlığın esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının hissedar olduğu kadastral parsel üzerinde bulunan kaçak bina ve eklentilerinin, imar yolunda kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın, yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının hissedarı olduğu Altındağ ilçesi, Karapürçek Mahallesi, 25 parsel sayılı taşınmazda bulunan binanın, imar Planında yolda kaldığı, bu bina için 2981 sayılı Yasa uyarınca imar affı müracaatının bulunulmadığı, böylece kaçak yapı niteliği taşıyan binanın, imar yolunun açılması sırasında davalı idare tarafından yıkıldığı, davacı tarafından, binanın bedeli olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 Türk Lirasının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davalı idare, davacının dava konusu gecekondusu ile ilgili imar affı müracatının bulunmaması nedeniyle binanın kaçak ve ruhsatsız olduğunu, belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen İmar uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret bulunduğunu; Belediyelerince Kamulaştırma Kanununa göre hiçbir işlem yapılmadığını; kesinleşen İmar Planı gereği davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parselinden karşılandığını, imar yolu üzerinde kalan binasının da yıkıldığını, dava konusu uyuşmazlığın tamamen imar planının uygulanmasından, başka bir ifade ile, kesinleşen imar planındaki imar yollarının açılması eyleminden kaynaklandığını, herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığını iddia etmiştir.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan tespit dosyasında yapı için bedel tespiti yaptırılmış ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasa'nın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Nitekim dava dilekçesi incelendiğinde, davacının davasını idarenin uygulamasından doğan zararın giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde yer alan " İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 8.12.2009 gün ve E:2009/329 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 04.10.2010

                                    Üye                                                     Üye

                         Mahmut BİLGEN                          Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/59

KARAR NO     : 2010/190

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Doğan Müzik Yapım ve Ticaret A.Ş

Vekili                  : Av. Ş. E. İ.

Davalı                 : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

                             Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. G. E.

O L A Y             : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Türkiye İş Kurumu Eminönü Şube Müdürlüğü’nün 28/10/2005 gün ve 6831 sayılı işlemi ile, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 48. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 54. maddesi uyarınca davacı adına 977.40,00YTL idari para cezası verilmiş; yapılan itiraz 23/11/2005 gün ve 7285 sayılı işlem ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 12.04.2006 gün ve E:2005/51 itiraz, K:2005/51 itiraz sayı ile, İtiraz konusu karar ve eklerinin tetkikinden 03.08.2005 tarihinde hizmet akdi feshedilen A. S.'e ait işten ayrılma bildirgesinin kuruma verilmemesi nedeni ile itiraz eden Doğan Müzik Yapım ve Ticaret A.Ş.'ne 4447 sayılı Kanununun 54. maddesi gereğince 977.40 YTL idari para cezası verildiği, bu karara karşı kurum nezdinde yapılan itirazın komisyonca reddedildiği, aynı Kanunun 54/b.2 cümlesi ile "idari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde kuruma ödenir veya aynı süre içinde kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur, kurumca itirazı reddedilen idari yargı yoluna başvurabilirler .... " hükmünün getirildiği, bu hükmün ve bu kanunun yürürlükte olduğu, mahkemelerinin konu ile ilgilendirilmesini öngören 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği, mahkemelerinin bu davaya bakmakta görevsiz olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ: 23.05.2008 gün ve E:2006/2171, K: 2008/920 sayı ile ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım ve idari para cezalarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, 5728 sayılı Kanunun 578. maddesinin (ll) fıkrası ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca verilen idari para cezalarına karşı yetkili İdare Mahkemesinde İtiraz edilebileceğine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırılması karşısında, 4447 sayılı Kanun uyarınca tesis edilen idari para cezalarına karşı 5326 sayılı Kanun uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğinin açık olduğu; buna göre, Davacı tarafından, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanun uyarınca 977,40 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 23.11.2005 tarih ve 7285 sayılı davalı idare işleminin iptal edilmesi istemiyle bakılan dava açılmış ise de, 4447 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen para cezasına karşı açılacak davalarda 5326 sayılı Yasa hükümleri uyarınca Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli bulunması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevi bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın 2577 sayılı Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 11.2.2009 gün ve E:2008/7382, K:2009/1014 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili tarafından aynı istemle bir kez daha adli yargı yerinde itirazda bulunulmuş ise de; davanın açıldığı Ankara 5.Sulh Ceza Mahkemesince; uyuşmazlığın çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere dava dosyası Ankara 2.Sulh Ceza Mahkemesine; anılan Mahkeme tarafından da, iki mahkeme arasında ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla dava dosyaları Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olayda, adli ve idari yargı yerlerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte, kararların kesinleşmesinden sonra, Davacı vekili tarafından, para cezasına karşı ikinci kez adli yargı yerinde itirazda bulunulması üzerine Mahkemece; idare mahkemesine ait dosya da temin edilmek suretiyle görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi başvurulmuştur.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve usule ilişkin başka bir noksanlık da bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4447 sayılı Kanun’un 48. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 54. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

25.8.1999 gün ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun 48. maddesinde, işsizlik sigortasına ilişkin genel hükümlere yer verilmiş; “İdari para cezaları ile idari işlemlere karşı itirazlar” başlığını taşıyan 54. maddesinde, “Kurumca dayanağı belirtilmek suretiyle;

a) İşsizlik sigortasına ilişkin yükümlülükleri nedeniyle sigortalıların ücretlerinden indirim veya kesinti yapan işverenlere her bir sigortalı için 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücret tutarında,

b) 48 inci maddede öngörülen işten ayrılma bildirgesini Kuruma vermeyen işverenlere her bir fiil için ayrı ayrı 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin iki katı tutarında,

İdari para cezası verilir.

(Değişik ikinci fıkra: 25.6.2003 – 4904/ 31 md.) İdarî para cezaları tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler idarî yargı yoluna başvurabilirler. Yargı yoluna başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz.

İşsizlik sigortası uygulamasına ilişkin işlemlere karşı sigortalıların ve işverenlerin yapacakları itirazlardan Sosyal Sigortalar Kurumuna verilen görevlerle ilgili olanlar adı geçen Kuruluşa, diğerleri ise Kuruma yapılır. İtirazların, işlemin tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde yapılması ve 30 gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Yapılan itirazlar daha önce yapılmış bulunan işlemlerin uygulanmasını geciktirmez. İtiraz yoluna başvurulmuş olması ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarını ortadan kaldırmaz” hükmü yer alırken, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 478. maddesiyle bu maddenin birinci fıkra hükmü değiştirilmiş; 578. maddesiyle de ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile aynı Mahkemece daha önce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile aynı Mahkemece daha önce verilen 12.04.2006 gün ve E:2005/51 itiraz, K:2005/51 itiraz sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/76

KARAR NO     : 2010/191

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : N. Y.

Davalı                 : Edirne Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü

O L A Y             : Edirne Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün ../11.2008 gün ve 92 sayılı idari yaptırım karar tutanağı ile, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 14/2, 5/1-2 maddelerine muhalefet ettiğinden bahisle, aynı Kanunun 21 ve 24. maddeleri uyarınca davacıya idari para cezası verilmiş, 25/11/2008 gün ve B.18.4.İCO.4.22.00.04/829-3572 sayılı yazı ile davacıya bildirim yapılmıştır.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ENEZ SULH CEZA MAHKEMESİ: 26.05.2009 gün ve D.İş No: 2008/185 sayı ile, idari para cezalarına karşı yetkili İdare Mahkemesinde dava açılabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ: 19.02.2010 gün ve E: 2010/51 sayı ile, davacı tarafından 4915 sayılı Yasa'ya muhalefet edildiğinden bahisle Edirne İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün işlemi ile davacıya kesilen idari para cezasının iptali istemiyle ilk olarak Enez Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldığı, anılan Mahkemece 26.05.2009 tarih ve Değişik İş No: 2008/185 sayılı karar ile görevsizlik kararı verildiği ve bu kararın da taraflarca itiraz edilmeyerek kesinleştiğinin anlaşıldığı; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun hükümleri uyarınca, idari para cezalarına karşı diğer kanunlarda aksine bir düzenleme bulunmaması halinde Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvurulabileceğinin açık olduğu; Öte yandan, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun 30. maddesindeki; verilen idari para cezalarına karşı İdare Mahkemesi'ne itiraz edilebileceği yolundaki düzenlemenin 5728 sayılı Kanun'un 578. maddesi ile yürürlükten kaldırılması sonucu ortaya çıkan görevli yargı mercii sorununun Kabahatler Kanunu uyarınca çözümleneceği ve bu Kanun'un 3. ve 27. maddeleri uyarınca görevli yargı yerinin Adli Yargı olduğu sonucuna ulaşıldığı; bu durumda, dava konusu işlemin 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca verilen idari para: cezası olduğu ve bu kanunda görevli mahkemenin düzenlendiği 30. maddesinin 5728 sayılı Kanun'un 578. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı gözönüne alındığında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri gereği, uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görev alanına girdiği kanaatine varılmış olduğu, aynı yönde Enez Sulh Ceza Mahkemesince de kesinleşmiş bir görevsizlik kararı verildiğinden görevli yargı merciinin tayini amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması zaruretinin doğduğu; açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19'ncu maddesi uyarınca görevli yargı merciinin tayin ve tespiti için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve dosyanın anılan Mahkeme'ye gönderilmesine ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 21 ve 24. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

1.7.2003 tarih ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 14.maddesinin ikinci fıkrasında avlaklarda, avcılık belgesi ve avlanma izni olmadan avlanılamayacağı; 5. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında tespit edilen av miktarları ve avlanma süreleri dışında avlanılamayacağı hükümlerine yer verilmiş; 21. maddesinde, yasaklara uymama; 24. maddesinde, avlanma esaslarına uymama ve belgesiz avlanma halinde verilecek cezalar düzenlenmiş; maddelerde 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 507. ve 510. maddeleri ile değişiklik yapılmış; 30. maddesinin ikinci fıkrasında ise, verilen para cezalarının, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre sahiplerine tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, tebellüğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, bu konuda idare mahkemelerince verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesi ile, 30. maddenin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Enez Sulh Ceza Mahkemesi’nin 26.05.2009 gün ve D.İş No: 2008/185 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/81

KARAR NO     : 2010/193

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı mevkiinde bulunan özel hukuk tüzel kişisine karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Sivas Kömür Tevzii Tur. Akar. Eğit. Sos. Sağ. Hiz. İma. İth. İhr. Paz. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. S. A.

Davalı                 : Akabe Madencilik San. ve Tic. A.Ş.

Vekili                  : Av. R. M.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; 30.05.2003 tarihinde 35.000 ton Rus İthal Kömürünün alımına karar veren müvekkili şirketin, 02.06.2003 tarihinde ihale komisyonu tespit ederek davalı şirket de dahil olmak üzere dokuz firmaya, ihalenin ivedi olarak pazarlıkla yapılması için davet mektubu gönderdiğini, dört firmanın ihaleye teklif verdiğini; 05.06.2006 tarihinde Ortak Girişim Çalışkan ve Akabe firmalarının, KDV ve nakliye dahil toplam 17.500 ton ithal kömür için, toplam = 2.130.275 Dolar teklif verdiğini;

İhale şartnamesinin 22. maddesinde 35.000 ton olarak çıkılan ihaleye 10.000 tondan az olmamak üzere kısmi teklif verilebileceğinin belirtilmiş olduğunu, ayrıca 17.500 tona ilave olarak aynı fiyattan 1.000 ton da ilave olarak Çalışkan İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti.nin vereceğini; verilen teklifler neticesinde 11.06.2006 tarihinde; Mineral Katı Yakıtlar Tic. A.Ş.’den 35.000 ton kömür alınması firma ile ilk defa çalışıldığı için ön sevkiyat için 1500 ton mal alınarak tahlil ettirme, kömürün özelliklerinin uygun bulunması halinde sözleşme düzenlenmesine; ayrıca müvekkili şirketin ihtiyacı düşünülerek Çalışkan ve Akabe Ortak girişiminden aynı şartname ve sözleşme şartları ile 18.500 ton ek kömür alımına karar verilmiş bulunduğunu;

Kısmi teklif veren Ortak Girişim firmalarına 1-514 sayı 13.06.2003 tarihli mektupla 18.500 ton kömür alımı işine ait ihalenin uhdelerinde kaldığı, en geç, 23.06.2003 tarihine kadar gerekli işlemleri tamamlayarak ihale konusu işe ilişkin sözleşmeyi imzalamaları gerektiğinin bildirildiğini;

Çalışkan firmasının kat'i teminat mektubunu verdiğini, davalı şirketin ise teminat mektubunun faksını geçtiğini, aslını ibraz etmediğini;

Sözleşmeye davet mektubuna rağmen gelinmemesi üzerine 03.07.2003 tarihinde 1-572 sayı ile ortak girişime giren şirketlere yeniden; şartnamenin 50. maddesi gereği sözleşmenin imzalanması gerektiğinin bildirildiğini, bu yazıya Akabe firmasının, 04.07.2003 tarihinde; 8.500 tonun taahhüdünün ayrı ayrı değerlendirilmesi, sözleşme istendiği takdirde doğacak damga vergisinin S.K.T. tarafından karşılanacak şekilde sözleşme tesisine gidilmesi ve imza için yeniden gün belirlenmesi için teklifte bulunduğunu, ortak girişimin diğer firmasının ise, taahhütlerinin birbirinden ayrılması, ayrı sözleşmelerin yapılmasını talep ettiği;

Müvekkili şirket tarafından, 05.07.2003 tarih 1-549 ve 1-548 sayılar ile Çalışkan ile davalı şirkete; 05.06.2003 tarihli teklife bağlı kalmak kaydıyla mal verme taahhütlerinin bulunduğunu, fiyat ve miktarın hisselerine düşen oranı kadar ortak girişimin diğer ortağı olan Çalışkandan bağımsız olarak sözleşme düzenlenmesinin mümkün olduğunu, yapılacak sözleşmenin vergi, resim ve harç buna benzer tüm masraflarının yükleniciye ait olduğu 09.07.2003 tarihine kadar kömür alım sözleşmesi düzenleyerek en kısa sürede mal sevkiyatına başlanması gerektiğinin bildirilmiş olduğunu; 23.07.2003 tarih 1/666 sayı ile, 09.07.2003 tarihine kadar kömür alım sözleşmesinin yapılması ve geçici teminatın kati teminata çevrilmesi için bilgi verildiğini, ortak girişimden kendi hissesine düşen miktar için 25.07.2003 tarihine kadar kömür alım sözleşmesi düzenlemeleri, aksi takdirde vermiş oldukları geçici teminatın şartnamenin 47.2 maddesi hükümlerine işleme konulacağının bildirildiğini; bu gelişmeler neticesinde Çalışkan firması ile taahhüt ettiği kömür için sözleşme yapıldığı ve karşılıklı taahhütlerin yerine getirildiği; ancak Akabe firmasının sözleşme yapmadığını, faksla bildirilen teminat mektubunun paraya çevrilmesinin ilgili bankadan istendiğini, bankanın da nakde çevrilmesi istenen mektubun bankalarına elden teslim edildiğini bildirdiğini;

Akabe firmasının edimlerini yerine getirmemesi sebebiyle öncelikle müvekkili şirketin, 30/10/2003 tarihinden itibaren ithal kömürlerin Aralık ayı sonuna kadar siparişe bağlanması sebebiyle ithal kömür satışlarını durdurduğunu, daha sonra piyasadaki kömür ihtiyacı sebebiyle toplam 10.000 ton kömürün, başka firmalardan depo sahası teslim olmak üzere tonu 164 USD' den alındığını, bu alım ve Akabe şirketinin sözleşme yapıp edimlerini yerine getirmemesi sebebiyle müvekkili şirketin uğradığı zararın yaklaşık olarak 371.875 USD olduğunu; davalı şirket ve Çalışkan firmalarının ayrı ayrı sözleşme yapma ve mal teslim etme teklifleri dahi kabul edilmişken davalı şirketin sözleşme imzalamaması neticesinde müvekkili şirketin gerçek zararını ve yoksun kaldığı kârı talep gereğinin doğduğunu ifade ederek sonuçta; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkili şirketin, meydana gelen gerçek zararı için 35.000 Amerikan Doları ve yoksun kalınan kârı için 5.000 Amerikan Doları olmak üzere toplam 40.000. Amerikan Doları tazminatın sözleşme yapılması için verilen son süreden itibaren işlemek üzere reeskont faiziyle tazminine karar verilmesi istemiyle, 16.8.2006 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 03.06.2008 gün ve E:2006/249, K: 2008/122 sayı ile, toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre taraflar arasında 10.05.2003 tarihinde gerçekleştirilen kömür alım ihalesinin iptaline karar verildiği, ardından 5.6.2003 tarihinde 2. ihalenin gerçekleştirildiği, Kamu İhalesi Kurulu’nun 5.7.2004 tarihli kararıyla 5.6.2003 tarihli ihalenin 4734 Sayılı Kanun kapsamında yapılmamasının mevzuata aykırı olduğunun tespit edildiği, iş bu davada taraflar arasında imzalanmış ihale sözleşmesi bulunmadığı, dava konusu ihtilafın ihale sözleşmesinden önceki döneme ilişkin olduğu ve davacı tarafça sunulan idari şartnamenin 59/1.maddesi de dikkate alındığında uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 1.10.2009 gün ve E:2009/6423, K:2009/8705 sayılı kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 28.12.2009 gün ve E:2009/12926, K:2009/12140 sayılı kararıyla reddedilmiş ve anılan karar kesinleşmiştir.

Davacı Şirket vekili, aynı istekle bu kez, 22.2.2010 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ: 03.03.2010 gün ve E:2010/291 sayı ile; Anayasanın 125., 2576 sayılı Yasanın 5. ve 2577 sayılı Kanunun maddesi hükümlerine yer verdikten sonra; uyuşmazlık konusu olayda, davalı konumunda olan ve zarara neden olan eylemi gerçekleştirdiği iddia olunan şirketin Ticaret Kanununun ilgili hükümlerine göre kurulmuş anonim şirket olması nedeniyle özel hukuk tüzel kişisi olduğu ve idare hukukunun bilinen ve uygulana gelen ilkeleri kapsamında kamu tüzel kişisi (idare) olmadığı açık olup idare ile uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığı; bu durumda, öncelikle davalı durumundaki şirketin özel hukuk tüzel kişisi olması nedeniyle dava konusu zararın kaynaklandığı olayın özel hukuk kapsamında çözülmesi gerekmekte olup, yukarıda yazılan tüm mevzuat göz önüne alındığında görevli Mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu sonucuna varılmış olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca Sivas İdare Mahkemesinde açılan E:2010/291 esas sayılı dava dosyasının ve Sivas 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/249 sayılı dava dosyasının görevli yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilmesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, kömür alım satım işi yapmakta olan davacının; ihaleyle kömür almaya karar verdiği davalı şirketin, sözleşme yapmaması ve kömür tesliminde bulunmaması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Olayda, Davacı konumunda bulunan Sivas Kömür Tevzii Tur. Akar. Eğit. Sos. Sağ. Hiz. İma. İth. İhr. Paz. Ltd. Şti. ’nin yapısı incelendiğinde; Şirketin sermayesinin yarısına 4734 sayılı Kanun kapsamındaki Sivas Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının, diğer yarısına Sivas Hizmet Vakfının sahip olduğu, bu Vakfın da İdareye bağlı tüzel kişilik olduğu; buna karşılık uğranılan zararın tazmini istemiyle dava açılan ve davalı konumunda bulunan Akabe Madencilik San. ve Tic. A.Ş.’nin, Ticaret Kanununun ilgili hükümlerine göre kurulmuş anonim şirket olması nedeniyle özel hukuk tüzel kişisi olduğu ve idare hukuku kapsamında kamu tüzel kişisi (idare) olmadığı anlaşılmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil,sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.”

İdari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Davalının özel hukuk tüzel kişisi olması nedeniyle, idare aleyhine açılmış bir davadan söz edilemeyeceğinden, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunmadığı açıktır.

Buna göre, kömür alım ihalesinde davalı özel şirket tarafından sözleşme yapılmaması ve kömür tesliminde bulunmaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemine ilişkin bulunan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nce yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Sivas 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 03.06.2008 gün ve E:2006/249, K:2008/122 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/116

KARAR NO     : 2010/196

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. A. K.

Vekili                  : Av. Y. E. Ü.

Davalı                 : Kartal Kaymakamlığı İlçe Spor Güvenlik Kurulu

O L A Y             : Kartal Kaymakamlığı İlçe Spor Güvenlik Kurulu’nun 01.10.2009 gün ve 2009/1370 kayıt no.lu 01 sayılı kararı ile, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasına muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrası uyarınca davacının, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve (1.680 TL) idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ: 23.11.2009 gün E: 2009/1979, K: 2009/2006 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca, idari yaptırım kararlarına karşı, açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin bir hüküm bulunmaması durumunda uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görevinde olduğu; 5728 sayılı yasanın 537. maddesinin ile 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'unda yapılan değişiklik ile bu kanuna göre verilen cezalarına karşı kanun yolu kaldırıldığından ve 5149 sayılı kanun uyarınca verilen cezalarda da bu kanunda göreve ilişkin bir hüküm kalmadığından 5326 sayılı kabahatler kanununun göreve ilişkin hükümlerinin uygulanacağı; dosyanın incelenmesinden; davacıya 5149 sayılı Yasanın 18. maddesinin birinci fıkrasını ihlalden dolayı altı ay spor müsabakalarından men ve 1.680,00 TL para cezası verildiği, anılan işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı; bu durumda; 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'un kanun yolunu gösteren 28. maddesinde, 5728 sayılı yasanın 537. maddesinde yapılan değişiklik ile yargı yerine ilişkin bir hüküm kalmamış olması nedeniyle, 5149 sayılı Yasa hükmü uyarınca verilen cezalara ilişkin uyuşmazlıklarda görev hususunun 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca değerlendirilmesinin gerektiği, anılan kanun uyarınca uyuşmazlığın çözümünde sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğunun belirtildiği gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/ 1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KARTAL 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 16.02.2010 gün ve D.İş No: 2010/183 sayı ile, incelenen dosya kapsamı ve İdari Para Cezası tutanağı İstanbul 3. İdare Mahkemesinin görevsizlik kararındaki gerekçeye göre; itiraz eden hakkında Kartal Kaymakamlığı İlçe Spor Güvenlik Kurulunun 2009/1 sayılı 01.10.2009 tarihli kararında Hüseyin Akif Kont hakkında 5149 sayılı yasanın 18/1 maddesine göre 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve 1680 TL idari para cezası verilmesine karar verildiği, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men kararının idari bir yaptırım olduğu; idari yaptırım kararı ile birlikte idari para cezasının da uygulandığı, Sulh Ceza Mahkemelerinin sadece idari para cezalarına yapılan itiraz konusunda görevli olduğu, idari kararlar konusunda karar vermeye görevli olmadığı, idari kararla birlikte idari para cezasının birlikte uygulandığı hallerde idare mahkemelerin görevli olduğu, bu durumda İstanbul 3.İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının yerinde olmadığı gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevsizliğine; davayla ilgili itirazı incelemeye İstanbul İdare Mahkemesinin görevli olduğuna; Mahkemeleri ile İstanbul 3.idare Mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı oluştuğundan dosyanın, uyuşmazlığın giderilmesi konusunda Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından; öte yandan, Sulh Ceza Mahkemesi’nce, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, idari yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5149 sayılı Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasına göre verilen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir” ve 18. maddesinin birinci fıkrasında,Spor müsabakalarının yapıldığı kapalı veya açık alanlara 11 inci maddede sayılan her türlü silâh, kesici ve delici alet, sis veya ses bombasını sokan kişiler, fiil daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, altı aydan bir yıla kadar müsabakaları seyirden men edilir. Yukarıda sayılanlar dışında 11 inci maddede sayılan maddeleri sokan kişilere; dört ay süreyle spor müsabakalarını seyirden men ve bin Türk Lirası, fiilin tekrarı halinde sekiz ay süreyle spor müsabakalarını seyirden men ve ikibinbeşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu maddeleri kullanan kişilere; altı ay süre ile müsabakaları seyirden men ve binbeşyüz Türk Lirası, fiilin tekrarı halinde bir yıl süre ile müsabakaları seyirden men ve üçbin Türk Lirası idarî para cezası verilir” denilmiş; 28. maddesinde ise, Bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında büyükşehir ve il belediye sınırları içinde il spor güvenlik kurulunun, bunun dışındaki yerlerde ilçe spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî para cezalarından tahsil edilen miktarın tamamı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hesabına aktarılır. Bu paralar Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılacak yönetmelik esaslarına göre yüzde ellisi Engelliler Spor Federasyonu ile engelliler kulüp ve faaliyetlerine, yüzde ellisi ise fair play kurallarına uygun hareket eden amatör spor kulüpleri ile okul sporlarının geliştirilmesine ayrılır.

Bu Kanunda belirtilen yasaklara uymayan kişilerin kimlik bilgileri, müsabakanın veya eylemin yapıldığı mahallin emniyet birimlerince fotoğraflı olarak kaydedilir ve bu kayıtlardaki kişiler takibe alınır” hükmü yer almıştır.

Olayda, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da söz konusu idari yaptırımlara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; 16. maddesinde, “(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir.

(2) İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir”; 19. maddesinde, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

Gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden olduğu, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da bu idari yaptırımlara karşı itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun reddi ile ayrıca verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kartal 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile aynı Mahkemece ayrıca verilen 16.02.2010 gün ve D.İş No: 2010/183 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/123

KARAR NO     : 2010/199

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 618 sayılı Limanlar Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M/T Metin Akar Gemisi Donatanına/Kaptanlığına İzafeten

Acentası Catoni Deniz İşleri A.Ş.

Vekilleri              : Av. A. D. Ç. - Av. H. G.

Davalı                 : Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı

O L A Y : 30.1.2007 gün ve 43 sayılı idari yaptırım kararı ile, 618 sayılı Limanlar Kanunu, İskenderun Liman Yönetmeliği’nin 7. maddesi, uygulamalardaki genel hükümler, Çevre Bakanlığı’nın 2006/6 sayılı Genelgesi, 21.10.2006 tarih ve 26326 sayılı Gazetede yayınlanan Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Uygulama Yönetmeliği uyarınca davacı adına 3.652,70 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İSKENDERUN 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 27.3.2007 gün ve D. İş:2007/126 sayı ile, muteriz vekillerinin Mahkemelerine verdikleri 14.2.2007 havale tarihli dilekçe ile, İskenderun Liman Başkanlığı’nca 3.652,70YTL idari para cezası verildiğini, bu cezanın usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kaldırılmasını talep ettiğinin görüldüğü, itiraz edene Türk karasularına giriş için bildirilen tahmini varış zamanını 12 saatten fazla geciktirecek olan gemilerin bu durumlarını Müsteşarlığa bildirme zorunluluğuna uymaması nedeniyle idari para cezası kesildiği, 5312 sayılı Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun’un 5. maddesinin 3. fıkrası ile, gemilerin Türk iç sularına veya iç sular dışındaki bir demir yeri veya liman tesislerine uğramak amacıyla Türk karasularına girmeden 48 saat önce Müsteşarlığa bildirim zorunluluğunun olduğu, bildirimde bulunmayanların Türk karasuları ve iç sulara girmesine izin verilmeyeceği ve girenlerin derhal çıkarılacağı, ayrıca bildirime ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceğinin hüküm altına alındığı, 5312 sayılı Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun’un Uygulama Yönetmeliği’nin 5. maddesinin 1. fıkrasında, demirleme yeri ve 48 saat önce Müsteşarlığa bildirim, yine Yönetmeliğin 5/5 maddesinde, girişi bildirilen tahmini varış zamanında 12 saatten fazla gecikme olan gemilerin bu durumu da Müsteşarlığa bildirilmesinin zorunlu olduğu, Yönetmeliğin 56. maddesinde ise, bu Yönetmelikteki yasaklara aykırı hareket edenlere ve bu Yönetmelik hükümlerini yerine getirmeyerek çevre kirliliğine neden olanlara, 9.8.1983 tarih ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 20. maddesi ile 5312 sayılı Kanun ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre idari yaptırımlar uygulanacağının belirtildiği, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 20. maddesinde, idari nitelikteki cezaların düzenlendiği, yine 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 25/2 maddesinde ise, idari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir hükmünün yer aldığı, 5560 sayılı Kanun ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/a maddesi uyarınca görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Dava konusu işlemin iptaline ilişkin kararın Adana Bölge İdare Mahkemesi’nce görev yönünden bozulması üzerine HATAY İDARE MAHKEMESİ; 16.12.2009 gün ve E:2009/1414, K:2009/1605 sayı ile, Mahkemelerinin 17.4.2009 tarih ve 2007/853 Esas, 2009/540 Karar sayılı kararının Adana Bölge İdare Mahkemesi'nin 7.10.2009 gün ve 2009/4026 Esas, 2009/3899 Karar sayılı kararı ile bozulması üzerine bozma kararına uyularak dava dosyasının yeniden incelendiği, davanın; davacının acentası olduğu geminin Türk karasularına giriş için bildirilen tahmini varış zamanının 12 saatten fazla gecikecek olması durumunu bildirmediği nedeniyle 3.652,70TL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin davalı idarenin 30.1.2007 gün ve 43 sayılı işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden ve işlem tarihinde yürürlükte bulunan 618 sayılı Liman Kanunu’nun 2. ve 11. maddelerinden söz ederek, bahsi geçen para cezaları 2007 yılı için güncelleştirildiğinde anılan cezanın alt limitinin 91,32 TL, üst limitinin ise 3.652,73 TL olduğu, dava dosyasının incelenmesinden, davacının acentalarına bağlı geminin 27.1.2007 tarihinde Rusya/Novorossıysk Limanı’ndan İskenderun Limanı’na geleceğini bildirdiği, ordino talebinde bulunduğu İskenderun Liman Başkanlığı’nca yanaşma ordinosu tanzim edildiği halde söz konusu geminin 30.1.2007 tarihinde saat 18:00'de tesise yanaştığı, ancak bu değişikliğin Liman Başkanlığına yazılı veya sözlü olarak bildirilmemiş olmasından dolayı dava konusu işlem ile davacının 3.652,70 TL para cezası ile cezalandırıldığının anlaşıldığı, anılan para cezası işleminin iptali istemiyle davacı vekillerince İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin Değişik İş No:2007/126 sayılı dosyasında dava açıldığı, açılan davada yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 27.3.2007 günlü kararında, 5312 sayılı Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Acil Durumlarda Müdahale ve Zararların Tazmini Esaslarına Dair Kanun ve bu Kanun uyarınca yürürlüğe konulan Yönetmeliğin 5/1 ve 56'ncı maddesi uyarınca Yönetmelikteki yasaklara aykırı hareket edenlere ve bu Yönetmelik hükümlerini yerine getirmeyerek çevre kirliliğine neden olanlara 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 5312 sayılı Kanun ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre idari yaptırımlar uygulanacağının belirtildiği, 2872 sayılı Yasa'nın 25/2'nci maddesinde, idari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir hükmü yer aldığından 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3/a maddesi çerçevesinde görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu belirtilmek suretiyle görevsizlik kararı verildiği, bahsi geçen kararın verilmesi sonrasında ise davacı vekilleri tarafından Hatay İdare Mahkemesi'nde bakılmakta olan davanın açıldığının görüldüğü, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Yasa'nın 3'üncü maddesi ile 618 sayılı Limanlar Kanunu'nun 11'inci maddesinde değişiklik yapıldığı ve anılan değişiklikle, "işbu kanun ile ikinci maddede mezkur nizamnamelere muhalif hareket edenlere liman başkanı tarafından Beşyüz Türk Lirasından Yirmibin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir" kuralının getirildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3/a maddesi uyarınca; Kabahatler Yasası'nın, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağının ifade edildiği, bu hal uyarınca davacı adına uygulanan idari yaptırım niteliğindeki para cezasının hangi kanun hükümleri esas alınmak suretiyle uygulandığının uyuşmazlığa bakmaya görevli yargı yerinin belirlenmesi açısından önem arz ettiği, dava konusu edilen idari yaptırım kararının (para cezası işlemi) 618 sayılı Limanlar Kanunu, İskenderun Liman Yönetmeliği, uygulamadaki genel hükümler, Çevre Bakanlığı’nın 2006/6 sayılı Genelgesi ve 5312 sayılı Yasa uyarınca yürürlüğe konulan uygulama yönetmeliği dayanak alınmak suretiyle tertip edildiği belirtilmekle birlikte, bakılmakta olan davanın açılması sonrası davalı idare tarafından gönderilen savunma dilekçesinde, davacının mezkur eylemiyle 618 sayılı Yasa, 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 5312 sayılı Kanun ve daha alt düzenleyici işlemlerde yer alan muhtelif hükümlerin ihlal edildiği belirtilerek Liman Başkanlıklarına verilen yetki çerçevesinde 618 sayılı Limanlar Kanunu'nun 11'nci maddesi uyarınca davacı adına para cezası işleminin uygulandığı, anılan maddede cezanın alt ve üst sınırının belirlendiği, üst sınırdan ceza verilmesinin nedeninin izahının yapılarak bu duruma açıklık getirildiğinin anlaşıldığı, 618 sayılı Limanlar Kanunu'nun gerek işlem tarihinde yürürlükte bulunan halinde ve gerekse sonradan yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa'nın 3'üncü maddesiyle yapılan değişik halinde uygulanan para cezasına karşı devam eden maddelerinde itiraza yönelik herhangi bir yargı yerinin belirtilmediğinin görüldüğü, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı, görev kurallarının her zaman etkili olacağının bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu, bu durumda, davacı adına uygulanan para cezası işleminin yukarıda yapılan anlatımlar çerçevesinde 618 sayılı Limanlar Kanunu hükümlerinin ihlali neticesinde anılan Yasanın 11'inci maddesi uyarınca verildiği, bu cezaya karşı da Yasada itiraza yönelik olarak herhangi bir yargı yerinin öngörülmemiş olması hususu dikkate alındığında, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3/a ve 27 nci maddesi hükümleri esas alınarak uyuşmazlığa bakmaya ve çözmeye adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş;                            bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:    Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davalı idarenin İdare Mahkemesine verdiği 1.2.2008 günlü dilekçede de açıkça belirttiği gibi 618 sayılı Kanun’un 11. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

618 sayılı Limanlar Kanunu’nun 11. maddesinde, “İşbu kanun ile ikinci maddede mezkür nizamnamelere muhalif hareketi sabit olanlardan beş liradan iki yüz liraya kadar ceza alınır.

Mükerrirlerden işbu cezalar iki misli olarak alınır. Mücazatı nakdiye kararını ita ve infaza liman reisleri salahiyettardırlar” ve 14. maddesinde, “Vicahen verilen kararlar katidir. Gıyabi kararlar kabili itirazdır. İtiraz müddeti kararın bizzat mahküma veya sefinesi mürettebatından veya ailesi efradından birisine tebliği tarihinden itibaren tatil günleri müstesna olmak üzere üç gündür. İstida ile itiraz vukuunda yeniden tahkıkat yapılarak vicahen karara rabtedilir” hükmü yer almakta iken; 5728 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile 11. madde, “İşbu Kanun ile ikinci maddede mezkür nizamnamelere muhalif hareket edenlere liman başkanı tarafından beşyüz Türk Lirasından yirmibin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir” şeklinde değiştirilmiş; 578. maddesi ile de 14. madde yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

618 sayılı Limanlar Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 618 sayılı Limanlar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 27.3.2007 gün ve D.İş:2007/126 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/214

KARAR NO     : 2010/200

KARAR TR      : 04.10.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : B. D.

Davalı                 : TEMSAN Türkiye Elektromekanik Sanayi Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. M. Z.

O L A Y : TEMSAN Türkiye Elektromekanik Sanayi Genel Müdürlüğü Diyarbakır İşletme Müdürlüğü’nün 21.1.2009 gün ve 2009/1 sayılı disiplin kurulu kararı ile, Batman HES. İşletmesi personellerinden B. D.'in, özlük dosyasında bulunan ve kendisi tarafından yapılmış yazışmalar ve yazılar ve almış olduğu diğer disiplin cezaları ve genel davranışları bir bütün olarak dikkate alındığında; Kurumlarının Kapsam Dışı Personelin Disiplin ve Sicil Yönetmeliğinin 26/a-g maddelerini ihlal ettiği ve dolayısıyla mezkur Yönetmeliğin 13. maddesinin uygulanması gerektiği ve aynı zamanda 27/m maddesini ihlal ettiği ve 27/r maddesi delaletiyle İş Kanununun 25/d-h maddelerine göre değerlendirildiğinden iş sözleşmesinin feshedilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, sözleşmenin feshinin geçersizliğinin tespiti ile davacının işe iadesine karar verilmesi istemiyle 10.4.2009 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İŞ MAHKEMESİ; 23.11.2009 gün ve E:2009/350, K:2009/691 sayı ile, davacı vekilinin dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı şirketteki hukuksuzluklar nedeni ile mücadele ettiğini, bundan dolayı rahatsızlık duyulduğunu, disipline verildiğini, amacının kamu çıkarlarını korumak olduğunu, sözleşmesinin bundan dolayı açık ve kesin bir sebep belirtilmeksizin haksız yere feshedildiğini belirterek, sözleşmenin feshinin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesine karar verilmesini istediği, davalı vekilinin cevap dilekçesinde; davacının mühendis olduğunu, iddiaların doğru olmadığını, iş akdinin disiplin kurulunun kararı ile feshedildiğini, kendisinin sürekli dava açtığını ve reddedildiğini, usulüne uygun olmayacak şekilde suç duyurusunda bulunduğunu, bunları hukuki mücadele olarak mütalaa ettiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini istediği, davanın, işe iade istemine ilişkin bulunduğu, tanıkların dinlendiği, bildirilen yazılı deliller ile işyeri kayıtlarının dosyaya getirtildiği, işyerindeki çalışan sayısı, davacının kıdemi ve davayı açma süresi bakımından usule aykırılık bulunmadığının görüldüğü, davacının, davalı şirketin disiplin kurulunun aldığı kararla, Disiplin Yönetmeliğinin 26/a-g, 13. maddeleri ve İş Kanununun 25/d-h maddeleri uyarınca sözleşmesinin feshedildiği, davacı hakkında soruşturmaya esas iddialar bakımından savunma istenmiş ise de, savunma istendiği tarih ile disiplin kurulunun sözleşmenin feshedilmesine ilişkin karar tarihi arasında uyumsuzluk bulunduğu, dolayısıyla davacıya usulüne uygun savunma süresi verilmediği, zira; disiplin kurulunun 21.1.2009 tarihinde toplandığı, davacının 27.1.2009 tarihinde savunmasının alındığı, 6.2.2009 tarihinde de ek savunmasının alındığı belirtilmiş olmakla, savunma alımının usulsüz olduğu, öte yandan, davacının işyerinde herhangi bir uyumsuzluğunun olmadığı, talimatlara aykırı davrandığı, Kurumu zarara uğrattığı yönünde açık bir delil bulunmadığı, Kurumdaki kamu yararına olmayan işler yönünden yargı mercilerine başvurmasının ya da bildirimde bulunmasının, iş akdinin feshini haklı göstermeyeceği, açılan dava bakımından taraflar arasındaki hizmet ilişkisi nedeniyle iş mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varılmakla davanın kabulüne karar vermek gerektiği, bu gerekçe ile; davanın kabulü ile davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine, davacının yasal süresi içerisinde başvurmasına rağmen işverenin süresi içerisinde davacıyı işe başlatmaması halinde tazminat miktarının, fesih sebebi ve davacının çalışma süresi dikkate alınarak takdiren 4 aylık ücret tutarı olarak belirlenmesine, davacının işe iadesi için işverene yasal süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer haklarının davalıdan alınıp davacıya verilmesi gerektiğinin tespitine karar vermiştir.

Davacı, disiplin kurulu kararının iptali istemiyle 28.4.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 2. İDARE MAHKEMESİ; 12.5.2010 gün ve E:2009/1172 sayı ile, davacı B. D. tarafından iş sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin TEMSAN Diyarbakır İşletme Müdürlüğü Disiplin Kurulu’nun 21.1.2009 tarih ve 2009/1 sayılı kararının iptali istemiyle TEMSAN Genel Müdürlüğü'ne karşı dava açıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. ve 21. maddelerinden söz ederek, dosyanın incelenmesinden, davacının TEMSAN Diyarbakır İşletme Müdürlüğü’nde 399 sayılı KHK’ye tabi kapsam dışı sözleşmeli personel statüsünde başmühendis olarak görev yaptığı, TEMSAN Diyarbakır İşletme Müdürlüğü Disiplin Kurulu’nun 21.1.2009 tarih ve 2009/1 sayılı kararı ile davacının iş sözleşmesinin feshine karar verildiği, davacının, iş sözleşmesinin feshinin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesine karar verilmesi istemiyle Ankara 6. İş Mahkemesi’nin 2009/350 Esasına kayden dava açtığı, Ankara 6. İş Mahkemesi’nin 23.11.2009 tarih ve K:2009/691 sayılı kararıyla, feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verildiği, aynı zamanda davacının iş sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin TEMSAN Diyarbakır İşletme Müdürlüğü Disiplin Kurulu’nun 21.1.2009 tarih ve 2009/1 sayılı kararının iptali istemiyle Mahkemelerinin 2009/1172 Esasına kayden bakılan davayı açtığı, Mahkemelerince 10.8.2009 tarihli görevlilik kararı verildiğinin anlaşıldığı, 399 sayılı Kanun’un “İstihdam Şekilleri” başlıklı 3. maddesinde, "a) Teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetler memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürülür. b) Teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda, Devlet tarafından tahsis edilen kamu sermayesinin karlı, verimli ve ekonominin kurallarına uygun bir şekilde kullanılmasında bulunduğu teşkilat, hiyerarşik kademe ve görev unvanı itibariyle kuruluşunun karlılık ve verimliliğini doğrudan doğruya etkileyebilecek karar alma, alınan kararları uygulatma ve uygulamayı denetleme yetkisi verilmiş asli ve sürekli görevler genel idare esaslarına göre yürütülür. Teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve sürekli görevleri; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro ünvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürülür. Bunlar hakkında bu Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen hükümler dışında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanır. c) (b) bendi dışında kalan sözleşmeli personel, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esasları dışında yürüttükleri hizmetlerinde bu Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen hukuki esaslar çerçevesinde akdedilecek bir sözleşme ile çalıştırılan ve işçi statüsünde olmayan personeldir. (Bunlar bu Kanun Hükmünde Kararnamede sözleşmeli personel olarak geçecektir.) Sözleşmeli personel işin niteliğine göre yılın veya günün belirli sürelerini kapsamak üzere kısmi zamanlı da istihdam edilebilir. d)Memurlar ve sözleşmeli personel toplu iş sözleşmeleri kapsamına alınamaz ve bunlara toplu iş sözleşmeleriyle veya toplu iş sözleşmeleri emsal alınarak hiçbir ayni ve nakdi menfaat sağlanamaz. e) İşçiler bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi değildir." hükmüne yer verildiği, öte yandan, Türkiye Elektromekanik Sanayii A.Ş. (TEMSAN) Genel Müdürlüğü Kapsam Dışı Personelin Disiplin ve Sicil Yönetmeliği’nin 4. maddesinde, "Bu Yönetmelikte geçen: J) Kapsam dışı personel: Hizmet akdi ile çalışan ve Toplu İş Sözleşmesine tabi olmayan personeli ifade eder" hükmü ile aynı Yönetmeliğin "İtiraz" başlıklı 19. maddesinde, “Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itiraz, üst disiplin amirine, yoksa Disiplin Kurullarına yapılabilir. İhtar, ücret kesimi ve işten çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” kuralının getirildiği, Türkiye Elektromekanik Sanayii A.Ş'nin bir kamu kuruluşu olduğu, davacıyı 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak istihdam ettiği, 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak asli ve sürekli bir kamu hizmeti yürüttüğü, "kamu personeli" kapsamındaki personeli ile, konusu kamu hizmeti olan ve düzenleme biçimi ve yürütme yönetimine ilişkin kuralları idare hukuku alanını ilgilendiren ve idareye üstün hak ve yetkiler tanıyan iş akdi yoluyla kurulan hukuki ilişkinin idare hukuku ilişkisi olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olmadığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-c maddesinde genel hizmetlerden dolayı taraflar arasında çıkan hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların idari dava türleri arasında sayıldığı, davacının iş akdine son verilmesinden doğan uyuşmazlık konusu davanın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı, bu nedenlerle; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, dosya incelemesinin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine, kararın dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.10.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde,Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” ve 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.

(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Anılan 19. madde hükmüne göre, bir yargı yerinin re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuruda bulunabilmesi için: tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada daha önce diğer yargı yerlerinden birisi tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş bulunması ve bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen yargı yerinin de davada görevsizlik kararı veren yargı yerinin görevli olduğu kanısına varması gerekmektedir.

Olayda, İş Mahkemesince davanın esası hakkında karar verilmiş olup, ortada daha önce diğer yargı yerlerinden birisi tarafından verilmiş görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.10.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2009/273

KARAR NO     : 2010/201

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen         : Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.

Vekili                                                                       : Av. A. A.

Davalı                                                                       : Maltepe Belediye Başkanlığı

O L A Y             : Kartal İlçe Belediye Meclisi’nin 5.3.1992 gün ve 101 sayılı kararı ile, Kartal-Maltepe 4022-4023 ada, 2 ve 4 parsellerde Kaya-Tur İnşaat Şirketi tarafından yapılacak kültürel ve sportif faaliyetlere yönelik tesislerin halka açık kullanılmak şartı ile Kaya-Tur inşaata 30 yıl süre ile aylık 1.000.000.-TL bedelle Yap-İşlet-Devret modeli ile verilmesine karar verilmiştir.

Bunun üzerine, Kartal Belediye Başkanlığı ile Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. arasında 16.3.1992 tarihinde Yap İşlet Devret Metodu İle Yatırım Sözleşmesi imzalanmıştır.

Maltepe İlçe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile, Maltepe 27 pafta, 4023 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın önünde bulunan kamuya ait olduğu belirtilen ve Kartal Belediyesi Meclisi’nin 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararı ile 30 yıllığına Yap-İşlet-Devret metodu ile Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne kiralanan bahse konu taşınmazın amacı dışında kullanıldığından bahisle Kartal Belediye Meclisi’nce alınan 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararın iptaline karar verilmiştir.

Bu karar, Maltepe İlçesi Belediye Başkanlığı Emlak İstimlak ve Gecekondu Müdürlüğü’nün 19.1.2000 gün ve 99/655-71 sayılı işlemiyle Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne bildirilmiştir.

1) Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. vekili, Maltepe Belediye Başkanlığı’na karşı Maltepe İlçe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı işlemi ile Maltepe İlçesi Belediye Başkanlığı Emlak İstimlak ve Gecekondu Müdürlüğü’nün 19.1.2000 gün ve 99/655-71 sayılı işleminin iptali istemiyle 13.3.2000 günlü dilekçeyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi 27.5.2002 gün ve E:2000/258, K:2002/732 sayılı kararıyla, dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ’nin 11.12.2003 gün ve E:2003/885, K:2003/5485 sayılı kararı ile bozulmuş ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 22.3.2005 gün ve E:2004/2670, K:2005/1319 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bunun üzerine bozma kararına uyan İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 30.11.2005 gün ve E:2005/1693, K:2005/2387 sayı ile, “…Karar veren İstanbul 6. İdare Mahkemesince verilen 27.5.2002 günlü, E:2000/258, K:2002/732 sayılı dava konusu işlemin iptali yönünde verilen kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 11.12.2003 günlü, E:2003/885, K:2003/5485 sayılı kararıyla bozularak dava dosyasının Mahkememize gönderilmesi üzerine bozma kararına uyularak işin gereği görüşüldü:

Dava, Kartal Belediye Meclisinin 5.3.1992 gün ve 101 sayılı kararı ile davacı şirkete yap-işlet-devret modeli uyarınca verilen taşınmazların 16.3.1992 tarih ve 10924 yevmiye nolu Kartal 2. Noterliğinden yapılan yap-işlet-devret sözleşmesi hükümlerine aykırı davranıldığı nedeniyle iptaline ilişkin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı Maltepe Belediye Meclis kararının ve bu kararın bildirilmesine ilişkin 19.1.2000 gün ve 94/655-71 sayılı Maltepe Belediye Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Yasa’nın 3. maddesinde, Yap-İşlet-Devret modelinin ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak ihtiyacı duyulan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılmak üzere geliştirilen özel bir finansman modeli olup, yatırım bedelinin sermaye şirketine veya yabancı şirkete şirketin işletme süresi içersinde ürettiği mal veya hizmetin idare veya hizmetten yararlananlarca satın alınması suretiyle ödenmesini ifade ettiği, Yasanın kapsamının düzenlendiği 2. maddesinde, bu Kanunun, köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma suyu arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, elektrik üretimi, iletim, dağıtım ve ticareti, maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisler çevre kirliliğini önleyici yatırımlar, otoyol, demiryolu yer altı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketlerinin veya yabancı şirketlerin görevlendirilmesine ilişkin usul ve esasları kapsadığı belirtilmiş, 4. maddesinde de, bu Yasanın 2. maddesinde öngörülen yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketi veya yabancı şirketler eli ile gerçekleştirilmesindeki usul ve esasların, bu şirketlerde aranılacak özelliklerin, sözleşmelerin kapsamının, ücretin belirlenmesi ve diğer hususların Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulacağı, ayrıca bu Kanunda öngörülen yatırım ve hizmetleri yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen idarenin, Yüksek Planlama Kuruluna müracaat ederek bu KuruIun izninden sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketle sözleşme imzalayabileceği hükmü düzenlenmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacı şirket ile Kartal Belediye Başkanlığı arasında İstanbul İli, Kartal İlçesi, Maltepe Altayçeşme 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada ve 2 ve 4 nolu parsel taşınmazların kültürel ve sportif amaçlı tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla 30 yıl süre ile 1 milyon bedelle yap-işlet-devret modeli uyarınca davalı şirkete verilmesine ilişkin 16.3.1992 tarihli yatırım sözleşmesi imzalandığı, Kartal Belediye Meclisinin 5.3.1992 gün ve 101 sayılı kararı ile bu taşınmazların yap-işlet-devret modeliyle davacı şirkete verilmesi kararının alındığı, daha sonra Maltepe Belediyesi kurulduktan sonra bu taşınmazların Maltepe ilçe sınırları içinde bulunduğundan Maltepe Belediye Başkanlığınca yapılan incelemelerde ilgili sözleşme şartlarına uyulmadığının tesbit edilerek Belediye Meclisinin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile 5.3.1992 gün ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisi kararının iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda belirtilen 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Yasanın ilgili maddelerinde; bu Yasanın 2. maddesinde sözü edilen büyük çapta yatırım gerektiren iş ve hizmetlerin bulunması ve bunları yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen idarenin Yüksek Planlama Kuruluna müracaat ederek bu Kuruldan izin aldıktan sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketlerle Yasanın 4. maddesinde belirtilen Bakanlar Kurulu Kararına uygun sözleşme imzalayabileceğinin öngörüldüğü, bu halde davacı şirket ile Kartal Belediyesi arasında düzenlenen 16.3.1992 tarihli sözleşmenin ve aynı şekilde 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisince alınan kararın, 3996 sayılı Yasa kapsamında düzenlenen yap-işlet-devret modeline uygun olmadığı açık olduğundan, davalı Maltepe Belediye Başkanlığınca iptal edilmesinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,…” karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ’nin 29.6.2007 gün ve E:2006/4161, K:2007/4144 sayılı kararı ile onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 8.6.2009 gün ve E:2007/8627, K:2009/3894 sayılı kararı ile reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

2) Maltepe Belediye Başkanlığı vekilince Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. davalı olarak gösterilmek suretiyle, müvekkil Maltepe Belediyesi'nin sınırları içerisinde kalan, Kartal 2. Noterliği’nin 10924 yövmiye nolu 16.3.1992 tarihli işletme hakkı metodu ile yatırım sözleşmesi gereğince kiralandığı, sözleşmede belirtilen edimlerin karşılığında kiralanarak sözleşmenin akdedildiği, yap işlet devret metodu ile yapılan sözleşmelerin taraflara edimler yükleyen iki taraflı akitlerden olduğu, sözleşme incelendiğinde davalı şirketin edimlerinin 2. maddede belirtilmiş olmasına rağmen hiç birisini ifa etmediği, davalı şirketin yapmayı taahhüt etmiş olduğu hizmet alanlarının hiç birisini yapmadığı gibi, kamuya açık olması gereken yerleri işyeri otoparkı olarak kullandığı, Belediyenin tüm karar ve uyarılarına karşın sözleşme doğrul­tusunda edimlerinin ifası için davalı tarafından hiç birşey yapılmadığı, işbu nedenlerle davayı açma zorunluluğu doğduğu ileri sürülerek Kartal 2. Noterliği’nin 10924 yövmiye nolu 16.3.1992 tarihli sözleşmeye aykırılığın tesbiti, aktin feshi, kiralananın tahliyesi ile müdahalenin men’i istemiyle 9.6.2000 günlü dilekçeyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

KARTAL 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 11.12.2002 gün ve E:2000/429, K:2002/856 sayı ile, “…İDDİA : Davacı vekili dava dilekçesi ile; davalı şirket ile Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarih ve 10924 yevmiye nolu Kartal Belediye Başkanlığı arasında Yap-İşlet ve Devret metodu ile Maltepe İlçesi, Altayçeşme Mah. 27 pafta, 4020, 4021, 4022 ve 4023 ada, 2 ve 4 parseller üzerinde rekreasyon alanları yapması, yapılacak tesisleri Kaya Tur Turizm Seyahat A.Ş. nin 30 yıl kullandıktan sonra bu yeri devretmesi konusunda anlaşma sağlandığını, ancak davalı tarafın bugüne kadar edimini yerine getirmediğini ileri sürerek davalı şirket ile 16.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmenin feshine, davalı tarafın ilgili taşınmazlara müdahalesinin önlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

SAVUNMA : Davalı vekili savunmalarında; açılan davayı kabul etmediklerini, davacı Belediye Başkanlığına Kartal 2. Noterliğinde 16.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmeye uygun olarak taahhüt edilen 15.000 ton mıcır ile 2 adet Reno otomobili teslim ettiğini, ayrıca sözleşmeye uygun olarak 31.12.2000 tarihine kadar aylık 1.000.000 TL kira bedelini ödediğini, Maltepe Belediye Başkanlığına defalarca tesislerin yapılması için başvuru yapıldığını, ancak davacı tarafın kendilerine yardımcı olmadığını, bu nedenle yapılacak tesislerin projesinin hazırlanmadığını, yapı ruhsatının alınmadığını, bu gecikmeden müvekkili şirketin kusurunun bulunmadığını, sözleşmeye aykırı davranmadıklarını belirterek açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

GEREKÇE : Açılan dava; taraflar arasında Kartal 2. Noterliğinde 16.3.1992 tarihinde yapılan Yap-İşlet ve Devret sözleşmesinin iptali isteminden ibarettir.

Yargılama sırasında; taraflar arasında Kartal 2. Noterliğinde yapılan 16.3.1992 tarihli sözleşme, tapu ve çap kayıtları, sözleşmenin uygulanacağı yere ait imar durumu, Maltepe Belediye Başkanlığının taraflar arasındaki sözleşmeyi iptal ettiğine dair Meclis kararı, taraflar arasındaki sözleşmenin Maltepe Belediye Başkanlığınca iptal edilmesi nedeni ile davalı şirket tarafından İst. 6. İdare Mahk. nin 2000/258 E. na açılan 2002/732 K sayılı kararı delil olarak dosya içine konmuştur.

Deliller toplandıktan sonra mahallinde 3 teknik bilirkişi marifeti ile 23.5.2002 tarihinde keşif yapılmış, bilirkişiler 16.9.2002 tarihli raporlarında; davalı şirketin sözleşmeye uygun olarak 15.000 ton mıcır ile 2 adet reno marka otomobili verdiğini, ayrıca 31.12.2000 tarihine kadar sözleşmeye uygun olarak aylık 1.000.000 TL kira ödemesinde bulunduğunu, taşınmaz üzerine yapılacak tesislerin halen tatbikat projesinin yapılmadığını, yapı ruhsatının alınmadığını, davalı tarafın tesisleri 24 ay içinde bitirmesi gerektiğini, bu sürenin ruhsat tarihinden itibaren başlaması gerektiğini bildirmişlerdir.

Davalı Kaya Turizm Seyahat A.Ş. nin sözleşmeye uygun olarak tesisleri yapmak için taşınmazın bulunduğu Maltepe Belediye Başkanlığına tatbikat projesinin yapılması, ruhsatının alınması için başvurduğu halde Maltepe Belediye Başkanlığının sözleşmeye uygun olarak davranmayarak taraflar arasında 16.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmeyi iptal ettiği, bu nedenle davalı şirket tarafından İstanbul 6. İdare Mahk. sine idari işlemin iptali için dava açıldığı, açılan davanın 27.5.2002 tarih ve 2000/258 E, 2002/732 K sayılı karar ile Maltepe Belediye Başkanlığının işlemini usulsüz bularak açılan davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

Başlangıçta sözleşmenin Kartal Belediyesi ile yapıldığı, ancak daha sonra Maltepe’nin yeni ilçe olması nedeni ile bu nedenle taşınmazın Maltepe hudutlarında olduğundan; Maltepe Belediye Başkanlığının taraf durumuna geldiği görülmüştür.

Her ne kadar davacı vekili tarafından Kartal 2. Noterliğinde 16.3.1992 tarihinde Yap-İşlet-Devret metodu ile sözleşme yapıldığı, davada, şirketin sözleşmeye uygun olarak edimini yerine getirmediği ileri sürülerek sözleşmenin feshi talep edilmişse de; davalı şirket sözleşmede öngörülen 15.000 ton mıcırı, iki adet Reno marka otomobili ve 31.12.2000 tarihine kadar ödenmesi gereken kira bedelini ödediğinden, tesislerin yapılacağı yerde tatbikat projesinin yapılması ve ruhsatın alınması için davacı Belediye Başkanlığına başvuru yapıldığı halde davacı Belediye Başkanlığı bu konuda kendisine düşen edimini yerine getirmediğinden; taşınmaz üze­rine yapılacak tesislerin 24 ay içinde bitirilmesi öngörüIdüğünden bu sürenin ancak ruhsatın alındığı tarihten itibaren başlaması mümkün olduğundan sözleşmenin bazı hükümlerinin yerine gelmemesinde davalı tarafın kusuru bulunmadığından bu nedenle açılan davanın REDDİNE karar verilmesi gerektiğinden aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.

HÜKÜM : Yukarıda izah edildiği üzere;

1- Açılan davanın reddine,…” karar vermiş; bu karar, YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ’nin 6.11.2003 gün ve E:2003/7967, K:2003/13258 sayılı kararıyla onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 16.3.2004 gün ve E:2004/488, K:2004/3527 sayılı kararıyla reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ’NDEN İSTEK :   Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. vekilince Maltepe Belediyesi Başkanlığı davalı olarak gösterilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmek üzere İstanbul 6. İdare Mahkemesi’ne verilen 14.9.2009 günlü dilekçede, müvekkil şirket ile Kartal Belediyesi arasında İstanbul İli, Kartal İlçesi, Maltepe, Altayçeşme, 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada, 2 ve 4 parseller arasındaki tapu kaydında tescil dışı alandaki yeşil sahada halka açık rekreasyon alanları yaratılarak işletilmesi amacıyla Kartal İlçe Belediye Meclisi'nin 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararına istinaden 30 yıllığına Kartal 2. Noterliği'nin 16.3.1992 tarih ve 10924 Yev. sayılı "Yap-İşlet-Devret Metodu ile Yatırım Sözleşmesi" imzalandığı, işbu sözleşme ile müvekkil şirkete düşen yükümlülükleri müvekkil şirketin yerine getirdiği, bilahare, Maltepe Belediyesi’nin kurulduğu ve taşınmaz bu Belediye sınırları içerisinde kalmakla sözleşmenin muhatabının/halefinin Maltepe Belediyesi olduğu, Maltepe Belediyesi Başkanlığı Meclisi’nin 14.10.1999 tarih ve 246 sayılı kararı ile, Kartal Belediyesi'nin 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararının iptali teklifinin kabulü yönünde karar aldığı ve Belediye Encümeninin 2.12.1999 tarih ve 26067 sayılı kararı ile işbu kararın onaylanarak sözleşmenin feshedildiği, sözleşmenin feshi üzerine Maltepe Belediyesi tarafından, müvekkil şirket aleyhine, 12.6.2000 tarihinde, Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2000/429 E sayılı dosyası ile, 16.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmenin feshi ile müdahalenin men-i talepli olarak; müvekkil şirket tarafından ise, Maltepe Belediyesi aleyhine, 13.3.2000 tarihinde, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 2000/258 E sayılı dosyası ile, sözleşmenin feshine yönelik işlemlerin iptali amacıyla dava ikame edildiği, karşılıklı ikame edilen işbu davalardan Maltepe Belediyesi tarafından ikame edilen Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2000/429 E sayılı davasının yapılan yargılaması sonucunda; sözleşmenin feshinin usul ve yasaya aykırı bulunarak davanın reddedildiği, yani, 11.12.2002 tarihinde sözleşmenin geçerliliğine, fesih işlemlerinin geçersizliğine karar verildiği ve bu kararın, temyiz ve kararın düzeltilmesi safhalarından geçerek kesinleştiği, müvekkil şirket tarafından açılan davada ise, bilahare yerel Mahkemenin 30.11.2005 tarihinde bozma doğrultusunda davanın reddine karar verdiği, bu kararın da temyiz ve kararın düzeltilmesi safhalarından geçerek kesinleştiği, bu kararın da kesinleşmesi nedeniyle adli ve idari yargılamada çelişik kararlar oluştuğundan, İYUK ve HUMK uyarınca işbu başvuruda bulunma zorunluluğunun hasıl olduğu, ortada; tarafları, konuları, sebebi aynı olan ve farklı Mahkemelerce verilmiş bulunan ve biri fesih işlemlerini geçersiz, sözleşmeyi geçerli sayan ve diğeri ise fesih işlemlerini geçerli, sözleşmeyi geçersiz sayan iki çelişik karar bulunduğu, kaldı ki; huzurdaki ikinci kararın hiçbir kanuni dayanağının bulunmadığı, zira; Kartal Belediye Meclisi’nin sözleşme kararı aldığı ve sözleşmenin imzalandığı 1992 yılında, İdare Mahkemesinin davanın reddine usul ve yasaya aykırı olarak gerekçe yaptığı 1994 yılında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3996 sayılı Yasa ve hükümlerinin bulunmadığı, bu nedenle, 1992 yılında imzalanan sözleşmede, 1994 yılında Resmi Gazetede yayımlanmış kanun maddelerine uygunluğun aranmasının mantığa ve hayatın olağan akışına ve hukuka uygun bulunmadığı, kaldı ki; ortada taraflarca yükümlülükleri yerine getirilmiş ve özel hukuk hükümlerine göre imzalanmış bir sözleşme bulunduğundan, yerel Mahkemenin re'sen görevsizlikle davayı reddi gerekirken esasa girerek sözleşmenin baştan beri geçersiz olduğu şeklinde aleyhe karar ihdasının da usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek usul ve yasaya aykırı ve aynı zamanda çelişki yaratan İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 2005/1693 E, 2005/2387 K sayılı kararı kaldırılmak ve usul ve yasaya uygun Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2000/429 E, 2002/856 K sayılı, 11.12.2002 tarihli kararına geçerlilik kazandırılarak, kararlar arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi istenilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Maltepe Belediye Başkanlığı tarafından Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.'ne karşı, sözleşmeye aykırılığın tesbiti, sözleşmenin feshi, kiralananın tahliyesi ve müdahalenin meni istemiyle açılan davada; davalı şirketin Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarihinde yap-işlet-devret metodu ile yapılan sözleşmede öngörülen 15.000 ton mıcır ile iki adet Reno marka otomobili verdiği, 31.12.2000 tarihine kadar ödenmesi gereken kira bedelini ödediği, tesislerin yapılacağı yerde tatbikat projesinin yapılması ve ruhsatın alınması için davacı Belediye Başkanlığına başvuru yapıldığı halde davacı Belediye Başkanlığının bu konuda kendisine düşen edimini yerine getirmediği, taşınmaz üzerine yapılacak tesislerin 24 ay içinde bitirilmesinin öngörülmesi nedeniyle bu sürenin ancak ruhsatın alındığı tarihten itibaren başlamasının mümkün olduğu ve sözleşmenin bazı hükümlerinin yerine gelmemesinde davalı tarafın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen ve Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 6.11.2003 günlü, E:2003/7967, K:2003/13258 sayılı kararı ile onandıktan sonra aynı Dairenin karar düzeltme isteğinin reddi yolunda verdiği 16.3.2004 günlü, E:2004/488, K:2004/3527 sayılı kararı üzerine kesinleşen Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.12.2002 günlü, E:2000/429, K:2002/856 sayılı kararı ile Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. tarafından, Maltepe İlçesi, 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 adaya kayıtlı 2 ve 4 nolu taşınmazların kültürel ve sportif tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla davacı şirkete 30 yıl süre ile 1 milyon bedelle yap-işlet-devret modeliyle verilmesine ilişkin Kartal Belediye Meclisi’nin 5.3.1992 gün ve 101 sayılı kararını, davacı şirket ile Kartal Belediyesi arasında imzalanan 16.3.1992 tarihli sözleşmeye aykırı davranıldığı gerekçesiyle iptal eden Maltepe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararının iptali istemiyle Maltepe Belediye Başkanlığı’na karşı açılan davanın, Danıştay bozma kararına uyularak, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde sözü edilen büyük çapta yatırım gerektiren iş ve hizmetlerin bulunması ve bunları yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen idarenin Yüksek Planlama Kuruluna müracaat ederek bu Kuruldan izin alındıktan sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketlerle Yasanın 4. maddesinde belirtilen Bakanlar Kurulu Kararına uygun sözleşme imzalayabileceğinin öngörüldüğü, bu halde davacı şirket ile Kartal Belediyesi arasında düzenlenen 16.3.1992 tarihli sözleşmenin ve aynı şekilde 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisi’nce alınan kararın 3996 sayılı Yasa kapsamında düzenlenen yap-işlet-devret modeline uygun olmadığından davalı Maltepe Belediye Başkanlığı’nca iptal edilmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddi yolunda verilen ve Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 29.6.2007 günlü, E:2006/4161, K:2007/4144 sayılı kararı ile onandıktan ve aynı Dairenin karar düzeltme isteğinin reddi yolunda verilen 6.8.6.2009 günlü, E:2007/8627, K:2009/3894 sayılı kararı üzerine kesinleşen İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 30.11.2005 günlü, E:2005/1693, K:2005/2387 sayılı kararı arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği, 2247 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın verilmiş olması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması gerektiği, olayda, Kaya-Tur Şirketine yer tahsis edilmesine ilişkin önceki Belediye Meclisi kararının dava konusu Meclis kararı ile iptal edilmiş olmasının, tahsisten sonra taraflar arasında yap-işlet-devret modeli esas alınarak yapılmış olan sözleşmenin kendiliğinden feshi sonucunu doğurmayacağı, kaldı ki adli yargıda Belediye Başkanlığı tarafından açılan davada, sözleşmenin feshi talebinde de bulunulduğuna göre, tahsis kararı yönünden dayanağı kalmayan Meclis kararına rağmen sözleşmenin yürürlükte olduğunun Belediye tarafından kabul edildiği, önceki kararı iptal eden Meclis kararında sözleşmenin feshi yolunda bir ibareye yer verilmediği, hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemine konu adli ve idari yargı kararlarında da sözleşmenin feshine dair bir hüküm bulunmadığı, bu durumda, sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılmasının hukuken söz konusu olmadığı bir konumda, idarenin sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesi halinde ilgilinin buna karşı dava açma hakkının doğacağı, sözleşmeye yargı yerlerince atfedilecek niteliğe göre görevli yargı merciinin belirleneceği, böylece taraflar arasındaki edimlerin yerine getirilip getirilmediği, getirilmemiş ise kusurlu tarafın kim olduğu konusundaki uyuşmazlığın bu yolla giderilmesinin mümkün olduğu hususları dikkate alındığında, hüküm uyuşmazlığı bulunduğu iddia edilen kararlar nedeniyle bir hakkın yerine getirilmesine engel bir durumun söz konusu olmadığının görüldüğü, durum böyle olunca, sözü edilen idari ve adli yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen kararlarda tarafların aynı olmasına karşın, davaların aynı konu ve sebebe dayalı olmadığı ve bu kararlar arasında dava konularının farklı olması nedeniyle bir çelişkiden bahsedilemeyeceği gibi yukarıda açıklandığı üzere bir hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale gelmediği görüldüğünden hüküm uyuşmazlığının varlığından söz etmenin mümkün olmadığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığı doğmadığından, istemin reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; İstanbul 6. İdare Mahkemesi ile Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararları arasında doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince yapılan başvuruyla ilgili 2009/273 Esas sayılı dosyanın incelendiği, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 2005/1693 Esas sayılı dava dosyasında davacı Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. tarafından davalı Maltepe Belediye Başkanlığı’na karşı açılan iptal davasında; davacı şirket ile Kartal Belediye Başkanlığı arasında imzalanan sözleşme uyarınca Maltepe İlçesi 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 adaya kayıtlı 2 ve 4 nolu taşınmazların davacıya yap-işlet-devret metoduyla kiralanmasına ilişkin Kartal Belediyesi Meclisi işleminin, taşınmazların plan amacı ve sözleşme şartlarının dışında kullanıldığından bahisle iptaline dair Maltepe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile bu kararın bildirilmesine ilişkin 19.1.2000 gün ve 99/655 sayılı işlemin iptalinin istenildiği; dava konusu işlemin iptali yönünde karar veren İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 27.5.2002 günlü, E:2000/258, K:2002/732 sayılı kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi’nin 11.12.2003 günlü, 2003/885 Esas, 2003/5485 Karar sayılı kararıyla bozulması sonucunda bozma sonrası yapılan yargılamada; 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet­-Devret Modeli çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Yasa'nın 3. maddesinde yap-işlet-­devret modelinin ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak ihtiyacı duyulan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılmak üzere geliştirilen özel bir finansman modeli olduğu, yatırım bedelinin sermaye şirketine veya yabancı şirkete şirketin işletme süresi içersinde ürettiği mal veya hizmetin idare veya hizmetten yararlananlarca satın alınması suretiyle ödenmesini ifade ettiği, Yasanın kapsamının düzenlendiği 2. maddesinde, bu Kanunun, köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma suyu arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, elektrik üretimi, iletim, dağıtım ve ticareti, maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisler çevre kirliliğini önleyici yatırımlar, otoyol, demiryolu, yer altı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin yaptırılması işletilmesi ve devredilmesi konularında yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketlerinin veya yabancı şirketlerin görevlendirilmesine ilişkin usul ve esasları kapsadığının belirtildiği, 4. maddesinde de, bu Yasanın 2. maddesinde öngörülen yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketi veya yabancı şirketler eli ile gerçekleştirilmesindeki usul ve esasların, bu şirketlerde aranılacak özelliklerin, sözleşmelerin kapsamının, ücretin belirlenmesi ve diğer hususların Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulacağı, ayrıca bu Kanunda öngörülen yatırım ve hizmetleri yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen İdarenin, Yüksek Planlama Kurulu’na müracaat ederek bu Kurulun izninden sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketle sözleşme imzalayabileceği hükmünün düzenlendiği, davacı şirket ile Kartal Belediye Başkanlığı arasında İstanbul İli, Kartal İlçesi, Maltepe Altayçeşme 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada ve 2 ve 4 nolu parsel taşınmazların kültürel ve sportif amaçlı tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla 30 yıl süre ile 1 milyon bedelle yap-işlet-devret modeli uyarınca davalı şirkete verilmesine ilişkin 16.3.1992 tarihli yatırım sözleşmesi imzalandığı, Kartal Belediye Meclisi’nin 5.3.1992 gün ve 101 sayılı kararı ile bu taşınmazların yap-işlet-devret modeliyle davacı şirkete verilmesi kararının alındığı, daha sonra Maltepe Belediyesi kurulduktan sonra bu taşınmazların Maltepe İlçe sınırları içinde bulunduğundan Maltepe Belediye Başkanlığı’nca yapılan incelemelerde ilgili sözleşme şartlarına uyulmadığının tespit edilerek Belediye Meclisinin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile 5.3.1992 gün ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisi kararının iptaline karar verildiğinin anlaşıldığı belirtilerek, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Yasa’nın ilgili maddelerinde; bu Yasanın 2. maddesinde sözü edilen büyük çapta yatırım gerektiren iş ve hizmetlerin bulunması ve bunları yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen idarenin Yüksek Planlama Kurulu’na müracaat ederek bu Kuruldan izin aldıktan sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketlerle Yasanın 4. maddesinde belirtilen Bakanlar Kurulu Kararına uygun sözleşme imzalayabileceğinin öngörüldüğü, bu halde davacı şirket ile Kartal Belediyesi arasında düzenlenen 16.3.1992 tarihli sözleşmenin ve aynı şekilde 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisi’nce alınan kararın, 3996 sayılı Yasa kapsamında düzenlenen yap-işlet-devret modeline uygun olmadığı açık olduğundan, davalı Maltepe Belediye Başkanlığı’nca iptal edilmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılarak İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 30.11.2005 tarih ve 2005/1693 Esas, 2005/2387 Karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verdiği ve temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Sekizinci Daire’nin 29.6.2007 gün ve 2006/4161 Esas, 2007/4144 Karar sayılı kararı ile onandığı ve karar düzeltme talebinin reddedilmesi ile de söz konusu kararın kesinleştiği, Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/429 Esas sayılı dava dosyasında davacı Maltepe Belediye Başkanlığı tarafından davalı Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.'ne karşı açılan sözleşmenin feshine ve müdahalenin önlenmesine ilişkin davada; davacı Belediye Başkanlığının, davalı şirket ile Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarih ve 10924 yevmiye nolu Kartal Belediye Başkanlığı arasında yap-işlet-devret metodu ile İstanbul İli, Maltepe İlçesi Altayçeşme 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada ve 2 ve 4 nolu parsel taşınmazların kültürel ve sportif amaçlı tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla 30 yıl süre kullandıktan sonra bu yerin devredilmesi konusunda anlaşma sağlanmasına karşın davalı tarafın edimini yerine getirmediği ileri sürülerek davalı şirket ile 16.03.1992 tarihinde yapılan sözleşmenin feshine, davalı tarafın söz konusu taşınmazlara müdahalesinin önlenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın yapılan yargılaması sonucunda; Maltepe Belediye Başkanlığı’nın sözleşmeye uygun olarak davranmayarak taraflar arasında 16.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmeyi iptal ettiği, başlangıçta sözleşmenin Kartal Belediyesi ile yapıldığı, ancak daha sonra Maltepe'nin yeni ilçe olması nedeni ile bu nedenle taşınmazın Maltepe hudutlarında olduğundan Maltepe Belediye Başkanlığı’nın taraf durumuna geldiği, her ne kadar davacı vekili tarafından Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarihinde yap-işlet-devret metodu ile yapılan sözleşmeye uygun olarak davalı şirketin edimini yerine getirmediği ileri sürülerek sözleşmenin feshi talep edilmiş ise de; davalı şirket sözleşme ile öngörülen 15.000 ton mıcır, iki adet Reno marka otomobili ve 31.12.2000 tarihine kadar sözleşmeye uygun olarak ödenmesi gereken kira bedelini ödediğinden, tesislerin yapılacağı yerde tatbikat projesinin yapılması ve ruhsatın alınması için davacı Belediye Başkanlığına başvuru yapıldığı halde davacı Belediye Başkanlığı bu konuda kendisine düşen edimini yerine getirmediğinden ve taşınmaz üzerine yapılacak tesislerin 24 ay içinde bitirilmesi öngörüldüğünden, bu sürenin de ancak ruhsatın alındığı tarihten itibaren başlaması mümkün olduğundan, sözleşmenin bazı hükümlerinin yerine getirilmemesinde davalı tarafın kusurunun bulunmadığı gerekçesi ile Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.12.2002 tarih ve 2000/429 Esas, 2002/856 Karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verdiği ve yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 6.11.2003 tarih ve 2003/7967-13258 sayılı kararı ile onandığı ve karar düzeltme talebinin reddedilmesi ile de söz konusu kararın kesinleştiği, 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesi gereğince, hüküm uyuşmazlığının varlığı için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, hüküm uyuşmazlığına konu edilen İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nde karara bağlanan davanın konusu, davacı Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. ile Kartal Belediyesi arasında imzalanan sözleşme uyarınca Maltepe İlçesi, 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 adaya kayıtlı, 2 ve 4 nolu taşınmazların davacıya yap-işlet-devret metoduyla kiralanmasına ilişkin Kartal Belediyesi Meclisi işleminin iptaline dair Maltepe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı işlemi ile 19.1.2000 gün ve 99/655 sayılı işleminin iptaline ilişkin bulunduğu, Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde karara bağlanan davanın konusu, davalı şirket ile Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarih ve 10924 yevmiye nolu Kartal Belediye Başkanlığı arasında yap-işlet-devret metodu ile İstanbul İli, Maltepe İlçesi Altayçeşme 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada ve 2 ve 4 nolu parsel taşınmazların kültürel ve sportif amaçlı tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla 30 yıl süre kullandıktan sonra bu yerin devredilmesi konusunda anlaşma sağlanmasına karşın, davalı tarafın edimini yerine getirmediği ileri sürülerek davalı şirket ile 6.3.1992 tarihinde yapılan sözleşmenin feshi ve davalı tarafın söz konusu taşınmazlara müdahalesinin önlenmesi olduğunun görüldüğü, uyuşmazlığın, Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarih ve 10924 yevmiye nolu Kaya-­Tur Turizm ve Seyahat A.Ş. ile Kartal Belediye Başkanlığı arasında yap-işlet-devret metodu ile İstanbul İli, Maltepe İlçesi, Altayçeşme 27 pafta, 4020, 4021, 4022, 4023 ada ve 2 ve 4 nolu parsel taşınmazların kültürel ve sportif amaçlı tesislerin yapımı ve kullanılması amacıyla 30 yıl süre kullandıktan sonra bu yerin devredilmesi konusunda yapılan “sözleşmenin feshine ilişkin işlemin geçerli olup olmadığı” hususundan kaynaklandığı, adli ve idari yargıda açılan davaların taraflarının aynı olduğu, aynı konu ve sebebe dayalı olduğu ve bu kararlar arasında hakkın yerine getirilmesini imkansız kılan bir çelişki söz konusu olduğundan, hüküm uyuşmazlığı oluştuğunun düşünüldüğü, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre çözümlenmesinde adli yargının görevli olması ve davalı şirket sözleşme ile öngörülen 15.000 ton mıcır, iki adet Reno marka otomobili ve 31.12.2000 tarihine kadar ödenmesi gereken kira bedelini ödediğinden, tesislerin yapılacağı yerde tatbikat projesinin yapılması ve ruhsatın alınması için davacı Belediye Başkanlığına başvuru yapıldığı halde davacı Belediye Başkanlığı bu konuda kendisine düşen edimini yerine getirmediğinden ve taşınmaz üzerine yapılacak tesislerin 24 ay içinde bitirilmesi öngörüldüğünden ve bu sürenin ancak ruhsatın alındığı tarihten itibaren başlaması mümkün olduğundan, sözleşmenin bazı hükümlerinin yerine getirilmemesinde davalı tarafın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karara bağlandığı biçimde çözümü isabetli olduğu için bu karar ile çelişen idari yargı kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, kesinleşen İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 30.11.2005 tarih ve 2005/1693 Esas, 2005/2387 Karar sayılı sözleşmenin iptalinde mevzuata aykırılık olmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin kararının kaldırılması, Kartal 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.12.2002 tarih ve 2000/429 Esas, 2002/856 Karar sayılı kararı doğrultusunda karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Ayper GÖKTUNA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın başvurunun kabulü, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” hükmü yer almıştır.

Aynı Kanunun 24. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı; tarafların aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Görülen davaların incelenmesinde:

İdare Mahkemesindeki dava; davacı şirket vekili tarafından Maltepe Belediye Başkanlığı’na karşı, Maltepe 27 pafta, 4023 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın önünde bulunan, kamuya ait olduğu belirtilen ve Kartal Belediyesi Meclisi’nin 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararı ile 30 yıllığına Yap-İşlet-Devret metodu ile Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne kiralanan taşınmazın amacı dışında kullanıldığından bahisle Kartal Belediye Meclisi’nce alınan 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararın iptaline ilişkin Maltepe İlçe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile bu kararın Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne bildirimine ilişkin Maltepe İlçesi Belediye Başkanlığı Emlak İstimlak ve Gecekondu Müdürlüğü’nün 19.1.2000 gün ve 99/655-71 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmış; Mahkemece, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Yasa’nın ilgili maddelerinde; bu Yasanın 2. maddesinde sözü edilen büyük çapta yatırım gerektiren iş ve hizmetlerin bulunması ve bunları yap-işlet-devret modeline göre yaptırmak isteyen idarenin Yüksek Planlama Kurulu’na müracaat ederek bu Kuruldan izin aldıktan sonra sermaye şirketi veya yabancı şirketlerle Yasanın 4. maddesinde belirtilen Bakanlar Kurulu Kararına uygun sözleşme imzalayabileceğinin öngörüldüğü, bu halde davacı şirket ile Kartal Belediyesi arasında düzenlenen 16.3.1992 tarihli sözleşmenin ve aynı şekilde 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı Kartal Belediye Meclisi’nce alınan kararın, 3996 sayılı Yasa kapsamında düzenlenen yap-işlet-devret modeline uygun olmadığı açık olduğundan, davalı Maltepe Belediye Başkanlığı’nca iptal edilmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava ise; Maltepe Belediye Başkanlığı vekili tarafından Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne karşı, sözleşme incelendiğinde davalı şirketin edimlerinin 2. maddede belirtilmiş olmasına rağmen hiç birisini ifa etmediği, davalı şirketin yapmayı taahhüt etmiş olduğu hizmet alanlarının hiç birisini yapmadığı gibi, kamuya açık olması gereken yerleri işyeri otoparkı olarak kullandığı, Belediyenin tüm karar ve uyarılarına karşın sözleşme doğrul­tusunda edimlerinin ifası için davalı tarafından hiç bir şey yapılmadığı ileri sürülerek Kartal 2. Noterliği’nin 10924 yövmiye nolu 16.3.1992 tarihli sözleşmeye aykırılığın tespiti, akdin feshi, kiralananın tahliyesi ile müdahalenin men’i istemiyle açılmış; Mahkemece, her ne kadar davacı vekili tarafından Kartal 2. Noterliği’nde 16.3.1992 tarihinde Yap-İşlet-Devret metodu ile sözleşme yapıldığı, davada, şirketin sözleşmeye uygun olarak edimini yerine getirmediği ileri sürülerek sözleşmenin feshi talep edilmişse de; davalı şirket sözleşmede öngörülen 15.000 ton mıcırı, iki adet Reno marka otomobili ve 31.12.2000 tarihine kadar ödenmesi gereken kira bedelini ödediğinden, tesislerin yapılacağı yerde tatbikat projesinin yapılması ve ruhsatın alınması için davacı Belediye Başkanlığına başvuru yapıldığı halde davacı Belediye Başkanlığı bu konuda kendisine düşen edimini yerine getirmediğinden; taşınmaz üze­rine yapılacak tesislerin 24 ay içinde bitirilmesi öngörüIdüğünden, bu sürenin ancak ruhsatın alındığı tarihten itibaren başlaması mümkün olduğundan, sözleşmenin bazı hükümlerinin yerine gelmemesinde davalı tarafın kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bu duruma göre, İdare Mahkemesinde görülen davanın, Kartal Belediyesi Meclisi’nin 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararı ile 30 yıllığına Yap-İşlet-Devret metodu ile Kaya-Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne kiralanan taşınmazın amacı dışında kullanıldığından bahisle Kartal Belediye Meclisi’nce alınan 5.3.1992 tarih ve 101 sayılı kararın iptaline ilişkin Maltepe İlçe Belediye Meclisi’nin 14.10.1999 gün ve 246 sayılı kararı ile bu kararın Kaya Tur Turizm ve Seyahat A.Ş.’ne bildirimine ilişkin Maltepe İlçesi Belediye Başkanlığı Emlak İstimlak ve Gecekondu Müdürlüğü’nün 19.1.2000 gün ve 99/655-71 sayılı işleminin iptali istemine; Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davanın ise, sözleşme doğrultusunda davalı şirket tarafından edimlerin yerine getirilmediği ileri sürülerek sözleşmeye aykırılığın tespiti, akdin feshi, kiralananın tahliyesi ile müdahalenin men’i istemine ilişkin olduğu gözetildiğinde, İdare Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davalarda maddi olgu, konuları bakımından benzerlik bulunduğundan sözedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi kararları arasında 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden, başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/11

KARAR NO     : 2010/202

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca, davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında yurtiçinde başka bir üniversitede Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının, istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı yapılan borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : F. M.

Davalı                 : İnönü Üniversitesi Rektörlüğü

Vekilleri              : Av. S. Ç. – Av. E. H.

O L A Y             : İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalına ait boş bulunan bir adet Araştırma Görevlisi kadrosu, Lisansüstü eğitim yaptırılmak üzere 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun 35. maddesi uyarınca geçici olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesine tahsis edilmiş ve öğretim üyesi yetiştirme kapsamında anılan Üniversiteye kadrosu ile birlikte gönderilen davacıdan, Ankara Etimesgut Noterliğince düzenlenen 19.04.2004 tarih ve 05928 sayılı taahhüt ve kefalet senedi alınmıştır.

Davacının 09.10.2006 tarihinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanlığına verdiği dilekçe ile ailevi sebeplerden 15.10.2006 tarihi itibariyle görevinden istifa etmek istemesi üzerine; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, 05.12.2006 tarih ve 029925 sayılı yazı ile, davacının istifa talebinde bulunması ve bu isteğinin davalı Üniversite tarafından uygun görülmesi nedeniyle söz konusu kadronun Üniversitesine iadesi, taahhüt ve kefalet senedine göre işlem yapılması gerektiğini bildirilmiştir.

Yapılan ihtarname üzerine davacı, davalı Üniversite Rektörlüğüne vermiş olduğu 05.03.2007 tarihli dilekçe ile, borcunun hesaplanıp 4 yıllık süreye yayılarak taksitlendirilmesini ve bu şekilde ödemek istediğini beyan etmiş; kendisine, Nisan 2004 tarihi ile Ekim 2006 tarihleri arasında ödenen aylık tutarı 26.875,77 YTL. ve bunun %50 fazlası olan 13.437, 89 YTL. ile bu borç için hesaplanan faiz miktarı 7.939,63 YTL. olmak üzere toplam 48.253,29 YTL. borcunun olduğu; hesaplanan bu borç miktarının 01.05.2007- 01.04.2011 tarihleri arasında taksitlendirildiği, bu tarihler arasındaki değişecek faiz oranlarına göre ödemenin bitiminde ayrıca faiz hesaplaması yapılacağı bildirilmiş ve ayrıca Sayıştay Başkanlığından görüş istenmiştir.

Davacı, İnönü Üniversitesinin 25.04.2007 tarihli bilgilendirme yazısına istinaden 04.05.2007 tarihinde ilk taksiti ve devamındaki müteakip taksitleri ödediğini; davalı Üniversitenin 23.11.2007 tarih ve 4519 sayılı yazısı ile taksitlendirme işleminin tüm unsurlarıyla gerçekleştirilmiş olduğunu tarafına 28.11.2007 tarihinde tebliğ ettiğini belirterek; taksitlendirmeye konu borcun dayanağı olan taahhütname ve yüklenme senedinin geçerli olmadığını; taksitlendirme işleminin temelini oluşturan borç tespitinin yanlış yapıldığını; vergi iadeleri dahil her şeyin, maaş içerisinde gösterilerek borçlandırma yapıldığını; faiz hesabında daha ilk maaşı aldığı andan itibaren temerrüde düşmüş gibi faiz işletildiğini; ödenen maaşların %50 fazlasıyla hesaplanarak taksitlendirilmesinin emredici hukuk normlarına aykırı olduğunu iddia ederek sonuçta; hukuki dayanak ve somut gerçeklerden uzak borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekillerince, birinci savunma dilekçesinde, Yükseköğretim Kurulunca çıkarılan 23.05.1997 tarih ve 22997 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bir Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma Görevlileri Hakkında Yönetmeliğin 4 'üncü maddesinde, atama işleminden önce adaylardan, kendilerine kadrosu tahsis edilen Üniversitede, 2547 Sayılı Kanunun 35'inci maddesi şartları içinde Lisansüstü Eğitim, Öğretim süresi (tatiller dahil) kadar mecburi hizmeti yerine getirmek zorunda olduklarına dair bir Taahhüt ve Kefalet Senedi alınacağının belirtildiğini; bu hükme istinaden davacıdan alınan Taahhütnamenin 3. maddesinde' "Üniversitesine dönüp mecburi hizmetimi ifa etmek üzere göreve başladıktan sonra mecburi hizmetim bitmeden istifa ederek ayrılmam çekilmiş sayılmam veya bir ceza nedeniyle memurluktan çıkarılmış olmam halinde bana yapılan ödemelerin tümünü eksik kalan mecburi hizmet süremle orantılı alarak %50 ve yasal faiziyle birlikte nakden ve defaten ya da bana verilen süre içinde eşit taksitlerle ödeyeceğim" taahhüdüne yer verilmiş olduğunu; bu durumda idarenin kişi üzerindeki zorlayıcı ve tek taraflı iradesinden bahsedilemeyeceğini, zira kişinin özgür iradesiyle, zorlayıcı etki olmadan Taahhüt ve Kefalet Senedi imzaladığını; dava konusu işlemde idari işlem olmanın temel şartı olan kamu makamları tarafından tesis edilmiş olma şartının gerçekleşmediğini, davacının imza ettiği taahhüt ve kefalet senedinin, idarelerince tek taraflı ve kamu gücü kullanılarak tesis edilen bir idari işlem olmadığı gibi, Özel Hukuk hükümleri bağlamında Üniversitelerinin taraf olduğu sözleşme de olmadığını, bu nedenle uyuşmazlık konusunun adli yargının görev alanına girdiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuşlardır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ; 02.10.2009 gün ve E: 2008/179 sayı ile, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi hükmüne yer verdikten sonra; dosyanın incelenmesinden, davacının, İnönü Üniversitesi adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta iken, 15.10.2006 tarihinde istifa etmesi nedeniyle İnönü Üniversitesi lehine yüklendiği senede dayalı olarak borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşılmakta olduğu; davacının verdiği taahhütname ve kefalet senedinin, ilgilinin 2547 sayılı Yasanın 35'inci maddesi uyarınca bir başka üniversitede kadrosu nakledilmek suretiyle Araştırma Görevlisi statüsünde görevlendirilmesindeki önemli etkisi dikkate alındığında, davacının bu taahhütname ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlık bulunduğunu söylemeye imkan bulunmadığı; buna göre, davacının imzaladığı taahhütname ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesine yönelik borçlandırma ve taksitlendirmeye ilişkin uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekillerinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35. maddesinden bahisle; olayda, davacının Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde görevlendirilmeden önce Etimesgut Noterliğinde tasdik edilen 19.04.2004 tarih ve 05928 yevmiyeli nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte İnönü Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği, söz konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu; dolayısıyla, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan alacak-borç ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin 1/a fıkrasında,idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu işlemin niteliğinin ortaya konabilmesi açısından, davacının verdiği ve müteselsil kefilleri ile birlikte imzaladığı taahhütname ve kefaletnamenin bir bütün olarak incelenip değerlendirilmesinin zorunlu olduğu; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35. maddesinin 2 nci ve 3 üncü fıkralarından bahisle, bir üniversitede görev yapan öğretim elemanın kadrosunun başka bir üniversiteye nakledilmesindeki amacın, ilgililerin akademik gelişimini sağlamak olduğu, kurumların bu gelişimin maliyetlerini üstlenirken öğretim elemanlarının gelişim sürecinde elde ettikleri bilgi ve tecrübelerinin, hizmet götürdükleri üniversiteye veya üniversite öğrencilerine yansıtılmasını gözetmek ve sağlamak durumunda oldukları dikkate alındığında, idarelerce bu hizmet yansımasını ve kamu yararını gerçekleştirmek için başka bir kurumda görevlendirdiği veya kadrosuyla naklettiği öğretim elemanlarının geri dönüşünü sağlamak üzere önlemler alabileceği, bunun için ilgili yönetmelikte kişilere mecburi hizmet yükümlülüğü veya taahhütname ve kefalet senedi imzalatmak şeklinde yaptırımlar öngören düzenlemeler yapılabileceğinin yargı kararlarıyla kabul edilmiş bulunduğu; nitekim 2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesinde belirtilen kamusal yararın elde edilmesine yönelik olmaları nedeniyle bu hükme dayanılarak çıkartılan Yönetmelikte hukuka aykırılık bulunmadığı, ayrıca, taahhütname ve kefalet senedinin ilgili idarelerce kamu gücüne dayalı, tek taraflı irade ile düzenlendiği ve ilgililerine hizmet gereğinin bir koşulu olarak imzalattırıldığı hususlarının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 15.11.2002 günlü, E:2002/557, K:2002/809 sayılı kararı ile hükme bağlandığının bilinmekte olduğu; bu durumda, 2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesi uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önüne alındığında, davacının taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığı gibi, bu senedin ihtiva ettiği yaptırımların, kamu hukuku düzenlemeleri ve hizmet gereklerine dayandığı gerçeği karşısında, senedin icrası aşamasında ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlığın varlığından söz etmeye olanak bulunmadığından, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekillerinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı yapılan borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 35. maddesinde, “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.

(Ek fıkralar: 17/8/1983 - 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.

Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında başka bir üniversiteye gönderilen davacının, noterde düzenlenen ve kendisi ile kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedi ile, hesabına eğitim gördüğü Üniversiteye karşı, mecburi hizmet ya da parasal karşılığını taahhüt etmek suretiyle yükümlülük altına girdiği, ancak, mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeden görevinden istifa etmesi nedeniyle davalı idarece, söz konusu taahhüt ve kefalet senedi içeriğinde yer alan parasal yaptırımların icrası amacıyla tesis edilen borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davalı idare tarafından taahhüt ve kefalet senedi uyarınca mecburi hizmet karşılığının tahsili amacıyla davacı hakkında düzenlenen işlemin iptali istemiyle açılan davanın, taraflar arasında yüklenme ve kefalet senedinden doğan alacak-borç ilişkisi nedeniyle, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekillerinin görev itirazının reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Malatya İdare Mahkemesi’nin 02.10.2009 gün ve E: 2008/179 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde Üyeler Sıddık YILDIZ ve Ayper GÖKTUNA’nın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı yapılan borçlandırma ve taksitlendirme işleminin iptali isteğiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesi uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye olanak bulunmadığından ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedinde yer alan mali yatırımların uygulanmasına ilişkin işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyız.

                        Üye                                                                     Üye

               Sıddık YILDIZ                                                Ayper GÖKTUNA

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/14

KARAR NO     : 2010/203

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              :Askeri aracın uçuruma yuvarlanması sonucu aracın içinde bulunan J.Erin şehit olması nedeniyle idare aleyhine açılan tazminat davasının, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : Z. B., G. B.

Vekili                  : Av. M. S. A.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı

Vekili                  : Av. Dr. G. K.

O L A Y             : Davacıların oğlu J.Er N. B., Şırnak/Beytüşşebap 5'inci J.Komd.Tb.K.lığı emrinde askerlik hizmetini sürdürürken, Beytüşşebap J.Tak.Komd. A.K.lığı sorumluluk bölgesinde 14.07.1999 tarihinde başlayan Şehit P.Çvş.F.Ö. operasyonunun muhabere irtibatlarını sağlamak maksadıyla Mehet Dağı'na çıkarılacak role cihazlarının emniyetini almak üzere J.Tğm.M.E. komutasındaki timde görevlendirilmiş; 15.07.1999 tarihinde görev bölgesine intikal esnasında içinde bulunduğu Uzm.J.II.Kad.Çvş.E.A.'nın yönetimindeki 799903 plakalı condor aracının yoldan çıkarak 50 - 55 derecelik eğimli, 200-250 m.lik uçurumdan yuvarlanması sonucunda şehit olmuştur.

Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkillerinin olay sebebiyle oğullarının desteğinden yoksun kaldığını ve vefatı nedeniyle derin üzüntü yaşadıklarını, müteveffanın olay anında vasıtada yolcu taşınması sebebiyle kazada herhangi bir müterafik kusurunun bulunmadığını; davalı tarafın, kazayı yapan aracın sahibi olarak 2918 Sayılı KTK' nun araç işletenin hukuki sorumluluğu hükümleri uyarınca müvekkillerinin uğradığı zarardan sorumlu olduğunu ileri sürerek, sonuçta; fazlaya ilişkin talep, takip ve dava haklarının saklı kalması kaydı ile Z. B. için 3.000 YTL maddi tazminat ve G. B. için 4.000 YTL maddi tazminat olmak üzere toplam 7.000YTL (YEDİBİN YTL) maddi tazminatın (davacılar vekilinin 30.4.2009 tarihli dilekçesi ile, maddi tazminatın; anne ve baba için 35.000’er TL olmak üzere toplam 70.000TL olarak ıslah edilmesi talep edilmiştir.) Olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, savunma dilekçesinde, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 15. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 03.11.2009 gün ve E:2008/450 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası örneği AYİM Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacıların oğlu J.Er N. B.'ın ŞIRNAK/Beytüşşebap 5'inci J.Komd.Tb.K.lığı emrinde askerlik hizmetini ifa ettiği esnada yürütülen bir operasyonun muhabere irtibatlarını sağlamak maksadıyla operasyon bölgesine çıkarılacak role cihazlarının emniyetini sağlama görevine giderken, intikal esnasında içinde bulunduğu askeri aracın yoldan çıkarak uçuruma yuvarlanması neticesinde vefat ettiğinin anlaşıldığı; işbu davanın, görev nedeniyle içinde bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen J.Er N. B.'ın anne ve babası tarafından, maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmış olduğu; Anayasanın 125'inci, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun "işleten Ve Araç işleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu" başlıklı 85'inci, "Devlete ve Kamu Kuruluşlarına Ait Araçlar" başlıklı 106'ncı maddelerinden bahisle; belirtilen kanuni düzenlemelerde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, öte yandan 85'inci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun, zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alındığı nazara alındığında; işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun, genel hükümlere tabi olacağının anlaşıldığı; nitekim, anılan Kanunun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde de 85'inci madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiş bulunduğu, bu itibarla; kamu kurumuna ait bir motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi halinde uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde tazminle sorumlu tutulup tutulamayacağının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılmasının gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesinin konu ile ilgili kararlarının da bu yönde olduğu; söz konusu davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğu hususuna gelince; 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20'nci ve 21 'inci maddelerine yer verdikten sonra; bu açıklamalara nazaran; J.Er N. B.'ın "asker kişi" olduğu ve davacıların bu asker kişinin varisi olarak ona tebaan işbu davayı açtıkları, ölüm olayının da askerlik hizmetinin ifası sırasında ve askeri bir göreve giderken içinde bulunduğu askeri aracın yoldan çıkarak uçurumdan yuvarlanması neticesinde meydana gelmiş olduğu göz önüne alındığında; dava konusu olayda Anayasanın 157'nci ve 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununun 20'nci maddesinde öngörülen idari işlemin (veya idari eylemin) "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görevli olduğunun değerlendirildiği gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve Ankara 15'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde isletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesi, değişik birinci fıkrası ve 106 maddesinden bahisle; kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğu; davada, yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğu hususunun incelenmesinden; Anayasa'nın 157. ve 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesi hükümlerinden söz ederek; olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan askerin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli bulunduğu; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesinin 07.07.2008 gün, 2007/518 ve 2008/191 sayılı kararında, görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucu meydana gelen ölümlü kaza nedeniyle idare aleyhine açılan tazminat davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurulmuş olduğu, bu nedenle; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/450 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; davalı İdare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine AYİM Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile AYİM Savcısı Süalp TANYEL’in davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, askeri operasyonunun muhabere irtibatlarını sağlamak maksadıyla Mehet Dağı’na çıkarılacak role cihazlarının emniyetini almak üzere Beytüşşebap İlçe J.K.lığından görevlendirilen Timin kullandığı Condor askeri aracının görev bölgesine intikali esnasında uçuruma yuvarlanması sonucu araç içerisinde bulunanlardan jandarma erin şehit olması nedeniyle, maddi tazminatın faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde de, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmü yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri araçta bulunan jandarma erinin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması gözetilerek, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca yapılan başvurunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile davalı İdare vekilinin GÖREV İTİRAZININ Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce REDDİNE İLİŞKİN 03.11.2009 gün ve E:2008/450 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/15

KARAR NO     : 2010/204

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Türk Telekom ile personeli arasında, özelleştirme tarihinden sonraki işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : E. D.

Davalı                 : Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. A. Ç.

O L A Y : Davacı, 20.4.2009 tarihli dava dilekçesinde; Giresun İl Telekom Müdürlüğünde 399 sayılı KHK hükümlerine göre kadrolu / sözleşmeli statüsünde teknisyen yardımcısı olarak görev yaptığını; K.T.Ü. Giresun M.Y.O.Elektrik Bölümünden 28/07/2004 tarihinde mezun olduğunu;

Davalı Kuruma 11.08.2004 tarihinde yaptığı başvuruyla; Giresun Meslek Yüksek Okulu Elektrik Bölümünü bitirdiğini ve bu nedenle hakkında kurum içi unvan yükselmesi yapılarak tekniker olarak atanmasını talep etmiş olmasına rağmen, bu isteğinin 13.08.2004 tarihli işlemiyle reddedildiğini; bu işlemin iptaline yönelik Ordu İdare Mahkemesinin E:2004/701 sayılı dosyasında açtığı davanın, Mahkemenin 22.04.2005 tarihli ve K:2005/1251 sayılı ilamıyla reddedildiğini; ancak mezkur mahkeme ilamının bozulması için Temyiz yoluna başvurduğunu; başvurusunu inceleyen Danıştay Beşinci Dairesinin 18.09.2007 tarih ve 2007/4760 K.sayılı ilamında; “ ….. 4502 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinde yer verilen” bu kanunun yürürlüğe giriş tarihinde Türk Telekom’da 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışmakta olanlardan isteyenler iş mevzuatına tabi personel statüsüne geçirilir. İş mevzuatına tabi personel statüsüne geçmek istemeyenlerin mevcut statü, sosyal ve özlük haklarıyla istihdamlarına devam olunur” hükmü ile iş mevzuatına geçmek istemeyen 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi kadrolu veya sözleşmeli personelin statüleri, sosyal ve özlük hakları korunmak suretiyle ve görevde yükselmelerine de olanak sağlayacak biçimde düzenlenmiştir. Buna göre davacının başvurusunun 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri ile ilgili mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği halde belirtilen biçimde değerlendirme yapılmaksızın başvurusunun reddinde ve anılan işleme karşı açılan davanın reddi yolunda İdare Mahkemesince verilen kararda hukuka uyarlılık bulunmamaktadır.” denilmek suretiyle temyiz isteminin kabulüne ve Ordu İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verdiğini; Ordu İdare Mahkemesinin, Danıştay Beşinci Dairesinin söz konusu bozma kararına uymak suretiyle, 31/12/2007 tarih, E:2007/1489 ve K:2007/1799 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verdiğini; kararın 15/02/2008 tarihinde davalı idareye tebliğ edilmesine rağmen davalı Kurumun İYUK.'nun 28. maddesi gereğince, Mahkeme kararının uygulanmasına yönelik herhangi bir işlem yapmadığını; Mahkeme kararının idareye tebliğinden yaklaşık bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen kararın gereğini yapmayan davalı kuruma, 22/01/2009 tarihinde yaptığı idari başvuruyla; Mahkeme kararının uygulanarak teknikerlik kadrosuna atamasının yapılmasını, ücret kayıplarının da hesaplanarak tarafına ödenmesini talep ettiğini; ancak davalı İdarenin, 25 Şubat 2009 tarihinde tarafına vermiş olduğu cevabi yazıda " ... bu kapsamda açılan davalar için verilen kararlar çerçevesinde şirketimizce herhangi bir işlem yapılamamaktadır". demek suretiyle talebini reddettiğini; davalı idarenin, ünvan yükselmesiyle ilgili gerekli şartları taşımasına ve Ordu İdare Mahkemesinin ilamına rağmen atanma istemini reddetmesinin ve bu bağlamda yüksek mahkeme kararında da vurgulandığı üzere unvan yükselmesi olanağı yasayla güvence altına alınmışken, tebliğlere atıfta bulunarak teknikerlik kadrosuna yükselmesini engellemesinin açıkça hukuka aykırı olduğunu; davalının kimi personelin ünvanını yükseltirken, bütün şartlarını taşımasına rağmen kendisini teknikerlik kadrosuna boş pozisyon olmadığı gerekçesiyle atamamasının, Anayasanın 10. maddesinde ifadesini bulan kanun önünde eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini; Uyuşmazlık Mahkemesinin 03.04.2006 tarih ve E:2005/94 K:2006/38 sayılı İlamında, Türk Telekom ile Kapsam Dışı Personeli arasında özelleştirme tarihinden önceki uyuşmazlıkların İdari Yargı Yerinde Çözümlenmesi gerektiğinin belirtildiğini, bu bağlamda davalı Türk Telekom ile aralarındaki uyuşmazlığın, özelleştirme tarihinden (14.11.2005) önce doğması nedeniyle, bu davada mahkemenin görevli olduğunu ifade ederek, sonuçta; Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü Giresun İl Telekom Müdürlüğünün teknikerlik kadrosuna atanma isteminin reddine ilişkin 25 Şubat 2009 tarih ve 1153 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekili birinci savunma dilekçesinde, Türk Telekom’un hisse devir işlemlerini tamamlayarak özelleştirildiğini, dolayısıyla kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan mevzuatın uygulanmasına son verildiğini, bu nedenle Şirketleri aleyhine açılan davaların görüm ve çözümünün adli yargının görevine girdiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ORDU İDARE MAHKEMESİ; 17.07.2009 gün ve E: 2009/444 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde, a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların idari dava türleri arasında sayılmış olduğu; görülmekte olan davanın, davacının 11.08.2004 tarihinde tekniker kadrosuna atanma yönündeki başvurusunun reddi üzerine açılan davada Mahkemelerince verilen 31.12.2007 tarih ve E:2007/1489, K: 2007/1799 sayılı kararın uygulanması istemiyle yapılan başvurunun reddine dair 25.02.2009 tarih ve 1153 sayılı işlemin iptali istemine ilişkin olduğu, her ne kadar davalı kurum 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmiş olsa da, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinde idarelerin yargı kararlarını en geç 30 gün içinde uygulaması gerektiği yönündeki hüküm karşısında, söz konusu işlemin dayanağı olan ve Mahkemelerinin 31.12.2007 tarih ve E:2007/1489, K:2007/1799 sayılı kararı ile iptal edilen işlemin özelleştirmeden önce tesis edildiği de dikkate alındığında, bakılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin davanın görüm ve çözümünde görevli bulunduğuna karar vermiştir.

Davalı İdarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dilekçesi ve eklerinin birer örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50'nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğunun tartışmasız bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır.... " hükmünün yer aldığı; her ne kadar Ordu İdare Mahkemesinin 31.12.2007 tarih ve 2007/1489 esas, 2007/1799 sayılı kararı ile iptal edilen işlemin tesis tarihi özelleştirme tarihinden önce ise de, uyuşmazlık konusu davanın bağımsız bir dava olduğu; konusunun, davalı mevkiindeki Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin 25.02.2009 tarih ve 1153 sayılı işleminin iptaline ilişkin bulunduğu; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla, davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıması nedeniyle davacının, Ordu İdare Mahkemesinin 31.12.2007 tarihli kararının uygulanması için davalı kuruma yapılan başvurunun reddine ilişkin Giresun İl Telekom Müdürlüğünün 25.02.2009 tarih ve 1153 sayılı işleminin, davalı şirketin yetkili organı tarafından tesis edilmiş bir işlem olduğu; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sının" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, / b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, / c)(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, dava konusu olan ve iptal edilmesi talep edilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, davacının isteminin özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinde yer verilen "Bu Kanunun yürürlüğe giriş tarihinde Türk Telekom'da 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışmakta olanlardan isteyenler iş mevzuatına tabi personel statüsüne geçirilir. İş mevzuatına tabi personel statüsüne geçmek istemeyenlerin mevcut statü, sosyal ve özlük haklarıyla istihdamlarına devam olunur" hükmü ile iş mevzuatına geçmek istemeyen 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi kadrolu veya sözleşmeli personelin statüleri, sosyal ve özlük hakları korunmak suretiyle ve görevde yükselmelerine de olanak sağlayacak biçimde düzenlenme yapılmış olduğu; dosyanın incelenmesinden, Giresun İl Telekom Müdürlüğünde 399 sayılı KHK'ye tabi teknisyen yardımcısı olarak görev yapan davacının tekniker kadrosuna atanması isteminin reddine ilişkin 11.8.2004 tarihli işlemin iptali istemiyle açtığı davanın Ordu İdare Mahkemesinin 22.4.2005 günlü, E:2005/701, K:2005/1251 sayılı kararı ile reddedildiği, bu kararın temyiz incelemesi sırasında, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı, anılan Mahkeme kararının Danıştay Beşinci Dairesinin 18.9.2007 günlü, E:2005/4533, K:2007/4760 sayılı kararıyla bozulduğu, Ordu İdare Mahkemesinin, 31.12.2007 günlü, E:2007/1489, K:2009/1799 sayılı kararıyla bozma kararına uyularak, dava konusu işlemin iptal edildiği, 15.2.2008 tarihinde davalıya tebliğ edilen bu kararın 2577 sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca gereğinin yerine getirilmediği, söz konusu kararının Danıştay Beşinci Dairesinin 19.12.2008 günlü, E:2008/1736, K:2008/6354 sayılı kararıyla onandığı, davacının, mahkeme kararına uyularak atamasının yapılması ve ücret kayıplarının ödenmesi istemiyle 22.1.2009 tarihinde yaptığı başvurunun 25.2.2009 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satılması sonucunda Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliği sona ermiş ise de, 4502 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinin, iş mevzuatına geçmek istemeyenlerin mevcut statü, sosyal ve özlük haklarıyla istihdamlarına devam olunacağı hükmü gereğince, davacının kamu personeli statüsünün devam ettiği ve bir kamu yasası olan 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olduğu hususları dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen işlemin idari nitelik taşıdığında kuşku bulunmadığı; bu durumda, davacının 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi personel olarak kamu görevlisi statüsünün devam etmesi, 4502 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesi uyarınca görevde yükselmesinin mümkün olması, tekniker kadrosuna atanmamasına ilişkin uyuşmazlığın Hisse Satış Sözleşmesinin 14.11.2005 tarihinden önce doğması ve hakkındaki iptal kararının 2577 sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca uygulanması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin ve bu işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın bağımsız bir uyuşmazlık olmayıp, önceki uyuşmazlığın devamı niteliğinde bulunması karşısında, bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Giresun İl Telekom Müdürlüğünde 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi teknisyen yardımcısı olarak görev yapan davacının, tekniker kadrosuna atanması isteminin reddine ilişkin işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararının uygulanması suretiyle teknikerlik kadrosuna atanması ve ücret kayıplarının ödenmesi istemiyle yaptığı 22.01.2009 tarihli başvurunun reddine ilişkin, 25.02.2009 tarih ve TTŞ.4.28.00.13/150082/1153 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010(Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, Giresun İl Telekom Müdürlüğünde 399 sayılı KHK'ye tabi teknisyen yardımcısı olarak görev yapan davacının, tekniker kadrosuna atanması isteminin reddine ilişkin 11.8.2004 tarihli işlemin iptali istemiyle açtığı davanın Ordu İdare Mahkemesinin 22.4.2005 günlü, E:2004/701, K:2005/1251 sayılı kararı ile reddedildiği, bu kararın temyiz incelemesi sırasında, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı, anılan Mahkeme kararının Danıştay Beşinci Dairesinin 18.9.2007 günlü, E:2005/4533, K:2007/4760 sayılı kararıyla bozulduğu, Ordu İdare Mahkemesinin, 31.12.2007 günlü, E:2007/1489, K:2007/1799 sayılı kararıyla bozma kararına uyularak, dava konusu işlemin iptal edildiği, bu kararın 15.2.2008 tarihinde davalıya tebliğ edildiği, söz konusu kararın Danıştay Beşinci Dairesinin 19.12.2008 günlü, E:2008/1736, K:2008/6354 sayılı kararıyla onandığı, davacının, mahkeme kararına uyularak atamasının yapılması ve ücret kayıplarının ödenmesi istemiyle 22.1.2009 tarihinde yaptığı başvurunun 25.02.2009 tarih ve TTŞ.4.28.00.13/150082/1153 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine, bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” denilerek kuralda idari dava türleri belirtilmiş olup; idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği kuşkusuzdur.

İncelenen uyuşmazlıkta, davalının 14.11.2005 tarihinde özelleştirilerek, özel hukuk tüzel kişisi statüsüne dönüşmesi ve iptali istenilen işlemin tarihi gözetildiğinde, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Buna göre, davacının 399 sayılı KHK hükümlerine göre kadrolu/sözleşmeli personel statüsünde teknisyen yardımcısı olarak çalışırken, davalı Kuruluşun 25.02.2009 tarih ve TTŞ.4.28.00.13/150082/1153 sayılı işleminin iptali istemiyle açtığı davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ordu İdare Mahkemesi’nin 17.07.2009 gün ve E: 2009/444 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/31

KARAR NO     : 2010/206

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Dava konusu taşınmazda davalının 1\7, davacının 6\7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine, tapu kaydına bu şekilde tesciline karar verilmesi istemiyle gerçek kişiye karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. Ç.

Vekili                  : Av. İ. K. K.

Davalı                 : H. Ç.

Vekili                  : Av. Ş. T. Ç.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, Türkeli İlçesi, Oymayaka Köyü'nde heyelan olduğunu ve bu heyelan sonucu hak sahibi olan davacıya Türkeli İlçesi’nden konut verildiğini, Oymayaka Köyü'nde heyelana uğramış olan evin sadece davacıya ait olduğunu, davacının kardeşi olan davalının sonradan yaptığı müracaat ile bu evde kendisini de hak sahibi yaptığını ve buna göre bu ev üzerinde davalının ve davacının 1\2 hisse ile haklarının olduğunu, bunun ise doğru olmadığını, eğer davalıya hak veriliyor ise, bu durumda diğer tüm kardeşlere de hak verilmesi gerektiğini, zaten tarafların diğer kardeşlerinin de feragatname ile davacı lehine feragat ettiklerini ve haklarından davacı lehine vazgeçtiklerini, bu yer üzerinde 7 kişinin hakkının olması gerektiğini ve diğer kardeşler hisselerinden davacı lehine feragat ettikleri için davalının hissesinin 1\7 olması gerektiğini, aslında bu yerin sadece davacıya ait olduğunu, ancak, davalı taraf için kazanılmış hak doğduğundan, hissesinin düşürülmesi gerektiğini, bu sebeple, bu davanın açılması zorunluluğunun doğduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazda davalının 1\7, davacının 6\7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine, tapu kaydına bu şekilde tesciline, mevcut tapu kaydı olması halinde iptaline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

TÜRKELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 17.6.2009 gün ve E:2008/157, K:2009/146 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Türkeli İlçesi, Oymayaka Köyü’nde heyelan olduğunu, bu nedenle müvekkiline Türkeli İlçesi’nden konut verildiğini, Oymayaka Köyü’nde heyelana uğramış olan evin sadece müvekkiline ait bulunduğunu, davalı tarafın daha sonraki müracaatı ile bu ev üzerinde hak sahibi olduğunu, bu ev üzerinde 1/2 hisse ile müvekkili ile davalı hak sahibi görünüyor ise de; davalının hak sahibi olmasının mümkün olmadığını, hak sahibi ise diğer mirasçıların da hak sahibi olacağını, diğer mirasçıların müvekkili lehine feragat ettiğini, bu yer üzerinde 7 kişinin hak sahibi olması gerektiğini, bu durumda da davalının 1/7 oranında hisse sahibi olacağını, aslen bu yerin tamamen müvekkiline ait olduğunu, ancak, davalı tarafından kazanılmış bir hak bulunduğundan, bu hak oranının düşürülmesi gerektiğini ileri sürerek dava konusu taşınmaz üzerinde 1/7 oranında davalının, 6/7 oranında ise müvekkilinin hak sahibi olduğunun tespitine, tapuya bu şekilde tesciline, mevcut tapu kaydının iptaline karar verilmesini talep ettiği, davacı vekilinin duruşmaya katılarak dava dilekçesini aynen tekrar ettiği, açmış oldukları davanın tapu iptal ve tescil davası olduğunu, davalı tarafın iddia ettiği şekilde Samsun İdare Mahkemesi tarafından verilen kararın müvekkili taraf olmadığı için müvekkili açısından ve iş bu dava yönünden kesin hüküm teşkil etmediğini, İdare Mahkemesinin kararında sadece davalının hak sahibi olduğuna karar verildiğini, ancak dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere müvekkilinin diğer kardeşlerinin müvekkili lehine haklarından feragat ettiklerini, dolayısıyla dava dilekçelerinin talep kısmında belirttikleri dava konusu taşınmaz üzerinde davalının 1/7 payının, müvekkilinin ise 6/7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine karar verilmesini talep ettiklerini beyan ettiği, davacı beyanında özetle; dava konusu evi 1974 yılında yaptırdığını, ancak evi babasının üzerine kayıt ettirdiğini, daha sonra nasıl olduysa diğer kardeşlerinin de gelip evde hak sahibi olduklarını iddia ettiklerini beyan ettiği, davalı beyanında özetle; Köydeki evlerinin 1989 yılında heyelan sonucu yıkıldığını, bu nedenle Devlet tarafından babası adına kayıtlı evin yaptırıldığını, daha sonra kardeşleri A. Ç., Z. Ç., B. Ç.’in paylarını kendisine verdiklerine dair feragat yazısı imzaladıklarını, bu yazı doğrultusunda Bayındırlığa müracaat ettiklerini ve evin 1/2 sinin A. Ç.'e, 1/2 sinin de kendisine ait olduğunu beyan ettiği, davalı vekili beyanında özetle; müvekkilinin beyanlarını aynen tekrar ettiğini, açılan davanın tapu iptal ve tescil davası olduğunu, müvekkilinin İdare Mahkemesinde açmış olduğu dava neticesinde İdare Mahkemesinin müvekkilinin lehine karar verdiğini, bu kararında Danıştay denetiminden geçerek onandığını, kararın neticesinde de 2008 yılında idari işlem tesis edilerek müvekkilinin hak sahibi olduğuna karar verildiğini, yapılan idari işlemin ilan edildiğini, bu durumdan davacının da haberdar olduğunu, bu idari işleme karşı iptali maksadı ile herhangi bir dava açılmadığını, davacının iddia ettiği müvekkilinin kardeşlerinin feragat beyanlarının idari işlem tesisinden önce dosya içerisinde mevcut bulunduğunu, bunlarda dikkate alınarak hak sahipliğinin tespit edildiğini, müvekkilinin bu karara istinaden taşınmazı kullandığını, ayrıca dava konusu taşınmazın tapu kaydının bulunmadığını, Bayındırlık Bakanlığı'nın yapmış olduğu afet konutlarını hak sahiplerine teslim ettiğini ve belirlenen sürede ücretin yatırılması halinde ilgili hak sahibine tapu kaydının verildiğini, müvekkilinin dava konusu taşınmaz ile ilgili borçlandığını ve ödemelerini yapmakta olduğunu, henüz bu yerin tapu kaydının bulunmadığını, dolayısıyla tapusu bulunmayan bu taşınmaz hakkında tapu iptal davasının açılamayacağını, bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep ettiği, Samsun İdare Mahkemesi'nin 2004/136 Esas, 2005/281 Karar nolu ilamının incelenmesinden; davacısının H. Ç., davalı tarafın ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı olduğu, Sinop İli Türkeli İlçesi Oymayaka Köyü’nde meydana gelen heyelan afeti sonucunda hak sahibi olan K. Ç.'in sonradan vefat etmesi üzerine, idarece teşekkül ettirilen Ölü Hak Sahipleri İnceleme Komisyonu'nun 16.1.2004 günlü kararında ölenin afetzedeliğine ilişkin hakkından dolayı mirasçı A. Ç.'in hak sahibi kabul edilmesine karşın davacı H. Ç.'in talep ve taahhütname vermediği için hak sahibi kabul edilmemesine ilişkin işlemin iptali konulu dava olduğu, işlemin iptaline karar verildiği, bu kararın da Danıştay Onbirinci Dairesi'nin 2005//2694 Esas, 2006/1697 Karar nolu kararı ile onandığının anlaşıldığı, Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün 23.2.2004 tarih ve B.09A.İLM.4.57.00.10/6/470 sayılı ve haksahipliği yazılarından, K. Ç. mirasçılarından M. K., B. Ç., F. Y., R. Y., Z. D.'ın feragat nedeniyle, A. Ç. ve H. Ç.'in de talep ve feragatın verilmemesi nedeniyle hak sahibi kabul edilmediği, yine Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün 12.6.2006 tarih ve B.09A.İLM.4.57.00.10/220/ 1784 sayılı yazıları ile Samsun İdare Mahkemesi'nin kararı ile, dava konusu konut için H, Ç.'in ve A. Ç.'in müşterek hak sahibi olduğunun Oymayaka Köyü Muhtarlığına bildirildiği, 15 gün süre ile ilan edilmesinin ve ilgili kişilerin Ziraat Bankası Şubesi'ne açık borçlandırma yapmasının ve borç senetlerinin kendilerine gönderilmesinin istendiğinin anlaşıldığı, Türkeli Kaymakamlığı'na yazılan müzekkereye verilen cevapta; dava konusu taşınmazda A. Ç. ile H. Ç.'in hak sahibi olduğunun bildirildiğinin anlaşıldığı, Türkeli Tapu Sicil Müdürlüğü'ne yazılan müzekkereye verilen cevapta; Türkeli İlçesinde yapılan afet konutlarının henüz dağıtımının yapılmadığının, Kazım oğlu H. Ç. adına bir tapu kaydına rastlanmadığının bildirildiği, yapılan yargılama neticesinde toplanan deliller ile birlikte tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde; davacı ve davalının kardeş oldukları, Oymayaka Köyü’nde meydana gelen heyelan sebebi ile heyelandan etkilenen hak sahiplerinin tespit edildiği ve tarafların babaları K. Ç.’in 5.10.1989 tarih ve 7646 sayılı Afet İşleri Genel Müdürlüğü kararı ile hak sahibi olarak belirlendiği, mirasçıların ilk önce davalı H. Ç. adına haklarından feragat ettikleri, daha sonra ise davacı A. Ç. lehine önceki feragatlerinden döndükleri, Ölü Hak Sahipliği Komisyonu’nun 16.1.2004 tarihli kararı ile, davalı H. Ç.'in yasal süresi içerisinde taahhütnamede bulunmadığı gerekçesi ile hak sahibi olarak kabul edilmediği, bu işleme yönelik davalının açmış olduğu iptal davasının Samsun İdare Mahkemesi’nin 2004/736 E, 2005/285 K sayılı ilamı ile kabul edildiği, kararın Danıştay incelemesinden geçerek kesinleştiği, idarece mahkeme kararı doğrultusunda yeniden işlem tesis edilerek Mahalli Hak Sahipliği İnceleme Komisyonu’nun 18.4.2008 tarihli kararı ile davalı H. Ç.’in hak sahibi olarak kabul edildiği, davaya konu taşınmazın henüz ödemeleri devam ettiğinden tapu kaydının bulunmadığı, dolayısı ile dava dilekçesinde belirtildiği şekilde tapu kaydının iptaline imkan bulunmadığı, davacı vekilinin, hak sahipliğinin 1/2 oranında müvekkili ve davalı adına olduğunu, esasında bu hak sahipliğinin 6/7 oranında müvekkili adına 1/7 oranında ise davalı adına olması gerektiğini beyan ettiği, davacının taleplerine dayanak yapılan işlemin Mahalli Hak Sahipliği İnceleme Komisyonu’nun 18.4.2008 tarihli kararı ile davalı H. Ç.’in hak sahibi olarak kabul edilmesi işlemi ve davalının payına yönelik olduğu, açılan davanın adli yargıda görülebilmesi için öncelikle bu idari işlemin iptali gerektiği, çünkü davacının dava dilekçesinde belirttiği muris K. Ç.'in davacı ve davalı dışındaki mirasçılarının paylarından feragat ve bu feragatlerden rücu beyanları dosya kapsamında mevcut olduğundan, bu durumların idari işlem tesis edilirken göz önünde bulundurularak buna göre işlem tesisi gerektiği, davalının pay sahibi kabul edilmesine dair işlemin idari yargının görev alanına girmesi sebebi ile yargı yolu yokluğu sebebi ile davanın reddine karar verilmesinin icap ettiği gerekçesiyle davacının davasının dava konusu taşınmaz hakkında idari işlem tesisi sebebiyle yargı yolu yokluğu sebebiyle reddine, istem halinde karar kesinleştikten sonra dosyanın yetkili ve görevli Samsun İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, dava konusu olan taşınmazda davalının 1\7, davacının 6\7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine, tapu kaydına da bu şekilde tesciline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SAMSUN 2. İDARE MAHKEMESİ; 30.12.2009 gün ve E:2009/1269 sayı ile, davanın, davacının 1/2 hisse ile hakkı olduğu konut niteliğini haiz taşınmazda davalının 1/7, kendisinin 6/7 oranında hak sahibi olduğunun tespiti ile tapu kaydına da bu şekilde tesciline karar verilmesi istemiyle açıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının iş bu davaya konu talebiyle ilgili olarak 6.10.2008 tarihinde Mahkeme kayıtlarına alınan dilekçeyle açtığı dava sonucunda Türkeli Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 17.6.2009 günlü ve E:2008/157, K:2009/146 sayılı kararı ile, uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar verdiği ve bu kararın 11.9.2009 tarihinde kesinleşmesi sonrasında aynı istemle Mahkemeleri nezdinde iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı, uyuşmazlığa konu olayın, davalının gerçek şahıs H. Ç. olarak gösterildiği hususu da birlikte değerlendirildiğinde, taşınmazdaki hisse oranının tespiti ve tapu kaydına tescili isteminden doğduğu anlaşılmış olup, bu haliyle tapu kütüğüne tescil, hisse oranının tespiti gibi mülkiyet hakkından doğan ve özel hukuk hükümlerine tabi olan iş ve işlemlere karşı adli yargı yerinde dava açılması gerektiğinden, iş bu davada idari yargı yerinin görevli olmadığı sonucuna ulaşıldığı, bu nedenlerle, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde görevsizlik kararı veren ve bu görevsizlik kararı kesinleşen adli yargı yerinin görevli olduğu kanısına varıldığından, 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve bu davanın Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, uyuşmazlık konusu taşınmazda davalının 1\7, davacının 6\7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine, tapu kaydına da bu şekilde tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:

a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” denilmiştir.

İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanısıra, davanın idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde gerçek kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eyleminden dolayı hak ve menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri olmayıp, gerçek kişi aleyhine açılan tespit ve tapu tescil davası olması karşısında, idari yargının görevine giren bir dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Buna göre, uyuşmazlık konusu taşınmazda davalının 1\7, davacının 6\7 oranında hak sahibi olduğunun tespitine, tapu kaydına da bu şekilde tesciline karar verilmesi istemiyle gerçek kişi aleyhine açılan davanın, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Samsun 2.

İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Türkeli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.6.2009 gün ve E:2008/157, K:2009/146 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/36

KARAR NO     : 2010/207

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Belediyede İş Kanununa tabi işçi statüsünde şoför olarak görevli bulunan davacının, ikinci bir emre kadar başka bir Belediyede görevlendirilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. P.

Davalı                 : Güneykaya Belediye Başkanlığı – Yıldızeli

Vekili                  : Av. M. Y.

O L A Y             : Davacı, Sivas ili, Yıldızeli İlçesi, Güneykaya Belediyesi'nde İş Kanununa tabi işçi statüsünde ve şoför olarak çalışmakta iken; 10.09.2009 tarih ve 2009/305 sayılı davalı idare işlemiyle, ikinci bir emre kadar Kavak Belediyesi'nde şoför olarak çalışmak üzere görevlendirilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde; Güneykaya Belediyesinde 1999 yılından bu yana şoför olarak çalıştığını, 2009 yılında yapılan seçimler sonucu yeni seçilen İşverenin (Belediye Başkanı), partilisi olmayan işçilerin istifa etmesi yönünde kendilerine baskı uyguladığını, şifahi emirlerle değişik birimlerde görevlendirildiğini, uzun yıllar hizmetinin olması ve geçimi için gerekli olması nedeniyle verilen işleri yaptığını; yasaya ve toplu iş sözleşmesine uygun olmayan görevlendirmeler ile verilen işleri yaptığını görünce bu kez de Kavak Belediye Başkanı ile danışıklı olarak daha fazla sıkıntı yaratmak ve istifaya zorlamak amacı ile Kavak Belediyesinde geçici olarak görevlendirildiğini; geçici olarak görevlendirildiği Belediyenin yetkilisi olan Başkan ile görüştüğünde doğru dürüst yapacağı bir iş verilmediği gibi, nerede kalacağı, nasıl gidip geleceği, harcırahının karşılanıp karşılanmayacağı sorularının yanıtsız kaldığını; ne kadar süre ile çalışacağı sorusuna karşılık olarak da; “ne zaman istifa eder ayrılırsan o zamana kadar görevlisin” gibi sözlerin sarf edildiğini; geçici görevlendirmenin kapsamı incelendiğinde; 1) Bir yerel yönetimin kendi mülki sınırları dışında başka bir yerel yönetim bünyesinde geçici görevlendirmesinin söz konusu olamayacağı, zira; halen iş akti ile çalışmakta olduğu Belediyenin, başka bir Belediyede geçici görevlendirmeme durumunda bir yararının olmadığı, sırf istifaya zorlamak için yapılan bir görevlendirme olduğu; 2) İşverenin başka bir yerde geçici görevlendirme yapabilmesi için, kendi işinin yapılmasının söz konusu olmasının gerektiği, başka bir Kurumun işinin yapılmasının, bir yerel yönetim için gerekli bir görev olmadığını; 3) İşverenin geçici görevlendirmeyi, kendi işyeri sayılacak ve Belediye sınırları içerisinde bulunan bir bölgede yapabileceğini, başka bir işverene ait işyerinde görevlendirme yapmasının mümkün bulunmadığını; 4) Bir Yerel Yönetiminin işyerinden başka bir yerel yönetimin işyerine geçici görevlendirme yapabilmesi için İlçe Kaymakamının veya İl valisinin onayının gerektiğini; amaç ve mevzuat dışı, belirli bir süresi olmayan geçici görevlendirme işleminin iptali için dava açmak zorunda kaldığını ifade ederek, sonuçta; Güneykaya Belediye Başkanlığının 10.09.2009 tarih, 2009/305 sayılı "Kavak Belediyesinde geçici görevlendirmeye ilişkin" davalı Kurum (İşveren) işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

YILDIZELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA); 21/10/2009 gün ve E: 2009/253, K: 2009/253 sayı ile, davacının dava dilekçesinin özetini yaptıktan sonra, davalı vekilinin cevap dilekçesinde; "Davacının Güneykaya Beldesinde iki dönemdir işçi statüsünde çalıştığını, geçici olarak Güneykaya Belediye başkanlığı tarafından Kavak Belediyesine 10/09/2009 tarihinde görevlendirildiğini, davacının aynı gün Kavak Belediyesine giderek işbaşı yaptığını ve çalıştığını ancak sonraki günler bir daha gitmediğini, İş Kanununa göre görevlendirmenin iptali diye bir dava söz konusu olmadığından açılan davanın yersiz olduğunu" belirttiği; dosyanın yapılan incelemesi neticesinde; dava konusunun Güneykaya Belediyesi tarafından verilen geçici görevlendirme işleminin iptali olduğu, geçici görevlendirme işleminin idarenin "idari işlem" niteliğindeki kararlarından sayıldığı, bu nedenle 2577 sayılı yasanın 2. Maddesi uyarınca idari işlemin iptali için açılacak davanın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, aynı istekle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 25.11.2009 gün ve E: 2009/1163 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi hükmüne yer verdikten sonra; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un, 'İdare Mahkemelerinin Görevleri' başlıklı 5. maddesinde ise; 1. "İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay' da çözümlenecek olanlar dışındaki,

a) İptal davalarını,

b )Tam yargı davalarını,

c )Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları,

d) Diğer kanunlarla verilen işleri çözümler.

2. Özel kanunlarda Danıştay'ın görevli olduğu belirtilen ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare mahkemelerinin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümler." kuralına yer verildiği; 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde, işçi sayılan kimselerle işveren ya da vekilleri arasında iş sözleşmesinden ya da İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan her türlü hukuki uyuşmalıkların İş Mahkemelerinin görevine girdiği, hükmüne yer vermiş olduğu; dosya içeriğinden; davacının Sivas ili, Yıldızeli İlçesi, Güneykaya Belediyesi'nde İş Kanununa tabi işçi statüsünde ve şoför kadrosunda çalışmakta iken 10.09.2009 tarih ve 2009/305 sayılı davalı idare işlemiyle geçici olarak Kavak Belediyesi'ne görevlendirildiği, davacının bu görevlendirme işlemine karşı 14.09.2009 tarihinde Yıldızeli Asliye Hukuk Mahkemesi'nde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) açtığı davanın, idari yargının görevli olduğundan bahisle görevsizlik nedeniyle reddi üzerine Mahkemelerinde bakılan bu davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda vurgulandığı üzere, İş Kanunu'ndan kaynaklanan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü ile görevli mahkemenin İş Mahkemeleri olduğu, uyuşmazlığa konu edilen davanın adli yargı yerinde (İş Mahkemelerinde) çözümlenmesi gerekeceği kanaatine varılmış bulunduğu gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevine girmeyen ve ilgili adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilen bu davada, görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:    Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Sivas ili, Yıldızeli İlçesi, Güneykaya Belediyesi'nde İş Kanununa tabi işçi statüsünde, şoför olarak görevli bulunan davacının; ikinci bir emre kadar Kavak Belediyesi'nde şoför olarak çalışmak üzere görevlendirilmesine ilişkin 10.09.2009 tarih ve 2009/305 sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” denilmiş; maddenin işaret ettiği 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesinde birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir.” hükmüne; 2. maddenin ilk fıkrasında, “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.” tanımına yer verilmiş; Yasanın 5. maddesinde; iş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamayacağı belirtilmiş; “Geçici İş İlişkisi”nin tanımı ve koşulları 7.maddede; İş Sözleşmesi, Türleri ve Feshi” hususları ise 8. madde ile başlayan “İkinci Bölüm”de yer almıştır.

Olayda, Güneykaya Belediyesi'nde İş Kanununa tabi işçi statüsünde şoför olarak çalışan davacının; farklı bir siyasi partiden olması nedeniyle işverenin kendisine baskı yaptığını, verilen işin niteliği ve çeşitliliği açısından farklı davrandığını; Yasaya ve Toplu iş sözleşmesine uygun olmayan görevlendirmelerde bulunduğunu; iş akti ile çalışmakta olduğu Belediyenin başka bir Belediye de geçici görevlendirme yapmakta yararının olmadığını; işverenin geçici görevlendirmeyi ancak Belediye sınırları içerisinde bulunan bir bölgede yapabileceğini, başka bir işverene ait işyerinde görevlendirme yapmasının mümkün olmadığını iddia ederek; davalı Belediye’nin, “ikinci bir emre kadar Kavak Belediyesi'nde şoför olarak çalışmak üzere görevlendirilmesine ilişkin 10.09.2009 tarih ve 2009/305 sayılı işleminin iptali istemiyle” dava açtığı anlaşılmıştır.

Buna göre, işçi statüsündeki davacı ile davalı Belediye arasında, Toplu İş Sözleşmesinden kaynaklanan işçi – işveren ilişkisi bulunduğu; davalı Belediye tarafından tesis edilen işlemin, iş akdine ve (İş) Kanuna aykırı olduğu ileri sürülerek iptalinin istenildiği gözetildiğinde; uyuşmazlığın, “işçi ve işveren arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları” kapsamında İş Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nce yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla verdiği) görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Yıldızeli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) verdiği 21.10.2009 gün ve E:2009/253, K:2009/253 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/39

KARAR NO     : 2010/208

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının, Köy Muhtarı tarafından kıyılan nikahının, yine muhtar tarafından tek taraflı olarak iptal edilerek Nüfus Müdürlüğüne bildirilmediğinden bahisle, evlilik kaydının Nüfus Müdürlüğü tarafından tesciline karar verilmesi istemiyle açtığı davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Y. C.

Davalılar             : 1- Sarıçam Nüfus Müdürlüğü

                             2- V. Cc

O L A Y             : Davacı dava dilekçesinde; 06.02.2006 tarihinde M. E. A. ile Mustafalar Köyü'nde Köy Muhtarı V. C. tarafından nikahlarının kıyılarak evlilik cüzdanının kendilerine teslim edildiğini; eşi M. E. A.’ın 31.03.2009 tarihinde vefat ettiğini; yasal işlemleri yapmak üzere resmi kurumlara başvurduğunda, “resmi nikahlarının olmadığını ve adı geçenin eşi olarak görülmediğini” öğrendiğini; yaptığı araştırmalarda, nikahlarını kıyan Mustafalar Köyü muhtarının, nikahlarını nüfus idaresine bildirmediğini ve hatta muhtarlıktaki defterdeki nikah kayıtlarına çarpı koymak suretiyle, kendi kendine iptal ettiğini öğrendiğini; yasal işlemleri yapabilmek ve mağduriyetinin önlenmesi için, 06.02.2006 tarihinde evlendiğinin nüfus idaresine tescil edilmesinin gerektiğini ifade ederek, sonuçta; M. E. A. ile 06.02.2009 tarihinde nikahlarını kıyan Mustafalar Köyü muhtarının haksız şekilde evlilik kayıtlarını tek taraflı olarak iptali nedeniyle, Sarıçam Nüfus Müdürlüğü tarafından tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 2. AİLE MAHKEMESİ: 09.07.2009 gün ve E:2009/486, K:2009/677 sayı ile, davacının duruşmada dava dilekçesini aynen tekrar ettiği; davalı nüfus temsilcisinin duruşmadaki beyanında, davacının davasını kanıtlamasını istediği; davalı V. C.’in duruşmadaki beyanında, açılan davayı kabul etmediğini, bir dönem Adana İli, Sarıçam ilçesi, Mustafalar köyü muhtarlığı yaptığını, halen muhtar olmadığını, davacı ile halen ölü olan M. E. A. isimli şahısların muhtarlığa evlenmek için müracaat ettiklerini, nüfus kayıtlarında eksiklik olduğu için başvuruyu kabul etmediğini, nikah işleminin gerçekleşmediğini bildirmiş olduğu; taraflara ilişkin nüfus kayıtlarının dosyaya celp edilerek incelendiği; davacının, evlilik işleminin tespiti istemi ile işbu davayı açtığı; dava dilekçesinin içeriği dikkate alındığında, davanın idare mahkemesinde görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, M. E. A. ile 06.02.2009 tarihinde nikahlarını kıyan Mustafalar Köyü muhtarının haksız ve hukuka aykırı şekilde evlilik kayıtlarını tek taraflı olarak geçersiz sayması tasarrufunun iptali ve evliliklerinin tescil edilerek Sarıçam Nüfus Müdürlüğü’ne bildirim yapılmasına karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 2. İDARE MAHKEMESİ: 12.11.2009 gün ve E:2009/1490, K:2009/1402 sayı ile, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun "Aile Hukuku" başlıklı 2. Kitabının Birinci Kısmında evlilik hukuku ile ilgili hükümlerin düzenlendiği, söz konusu kısımda yer alan 134. maddede; birbiriyle evlenecek erkek ve kadının, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvuracakları, evlendirme memurunun, belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde ise muhtar olduğu, 137. maddede; evlendirme memurunun, evlenme başvurusunu ve buna eklenmesi gereken belgeleri inceleyeceği, başvuruda bir noksanlık görürse bunu tamamlayacağı veya tamamlattıracağı, başvurunun usulüne uygun olarak yapılmadığı veya evleneceklerden birinin evlenmeye ehil olmadığı ya da evlenmeye yasal bir engel bulunduğu anlaşılırsa, evlenme başvurusunun reddolunarak durumun evleneceklere yazıyla hemen bildirileceği, 138. maddesinde ise; evleneceklerden her birinin evlendirme memurunun ret kararına karşı mahkemeye başvurabileceği ve itirazın, evrak üzerinde incelenip kesin karara bağlanacağı hükümlerine yer verilmiş olduğu; 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1. maddesinde; bu Kanunun amacının, aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemek olduğu, bu Kanunun, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsadığı, "Aile Mahkemelerinin Görevleri" başlıklı 4. maddesinin 1. bendinde ise; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işlerin Aile Mahkemelerinin görevinde olduğu hükmünün yer aldığı; dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, " .. M. E. A. adlı şahısla Sarıçam İlçesi, Mustafalar Köyü Muhtarı V. C. tarafından 06.02.2006 tarihinde kıyılan nikah ile M. E. A. adlı şahısla evlendiği, eşinin 31.03.2009 tarihinde vefat etmesi üzerine resmi işlemler için başvuruda bulunduğu sırada ilgili muhtarın evlilik işlemini nüfus müdürlüğüne bildirmediğinden bahisle evliliklerinin nüfusa tescili istemiyle" açılan dava neticesinde verilen Adana 2. Aile Hukuk Mahkemesinin 09.07.2009 tarih ve E:2009/486, K:2009/677 sayılı kararıyla; dava dilekçesinin içeriği dikkate alındığında davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine, davacının, Mustafalar Köyü Muhtarı V. C. tarafından 06.02.2006 tarihinde kıyılan nikahının, muhtar tarafından iptal edilerek Sarıçam Nüfus Müdürlüğüne bildirimi yapılmadığından bahisle evliliğinin geçersiz sayılmasına ilişkin tasarrufun iptali ile evliliğinin tescil edilerek Sarıçam Nüfus Müdürlüğüne bildirimin yapılması yönünde karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, muhtar tarafından kıyılan nikahın nüfus müdürlüğüne bildirilmemesinden kaynaklanan uyuşmazlığın aile hukukunun bir alt dalı olan evlilik hukuku ile ilgili olduğu, aile hukukundan kaynaklanan iş bu uyuşmazlığın görümünün de Aile Mahkemelerinin görevinde bulunduğunun açık olduğu, bu itibarla; uyuşmazlığın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin (idari yargının) görev alanında bulunmadığı, adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava Davacının, Köy Muhtarı tarafından kıyılan nikahının, daha sonra muhtar tarafından tek taraflı olarak iptal edilerek Nüfus Müdürlüğüne bildirilmediğinden bahisle, evlilik kaydının Sarıçam Nüfus Müdürlüğü tarafından tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un, “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemektir.

Bu Kanun, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar.” hükmüne;

Aile mahkemelerinin görevleri” başlıklı 4. maddesinde; “Aile mahkemeleri, aşağıdaki dava ve işleri görürler:

1. 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 3.12.2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler,

2. 20.5.1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,

3. Kanunlarla verilen diğer görevler.” hükmüne yer verilmiştir.

4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun, “Aile Hukuku” başlıklı “İkinci Kitabının” “Birinci Kısmı”nda “Evlilik Hukuku”na ilişkin hususlar düzenlenmiş; “Evlenme” başlıklı Birinci Bölümünün “Evlenme Başvurusu ve Töreni” üst başlığını taşıyan “Üçüncü Ayrım”ında yer alan 134. maddesinde; birbiriyle evlenecek erkek ve kadının, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvuracakları; evlendirme memurunun, belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde muhtar olduğu; 135. maddesinde; başvurunun, evlenecekler tarafından yazılı veya sözlü olarak yapacağı; 136. maddesinde; erkek ve kadından her birinin, nüfus cüzdanı ve nüfus kayıt örneğini, önceki evliliği sona ermiş ise buna ilişkin belgeyi, küçük veya kısıtlı ise ayrıca yasal temsilcisinin imzası onaylanmış yazılı izin belgesini ve evlenmeye engel hastalığının bulunmadığını gösteren sağlık raporunu evlendirme memurluğuna vermek zorunda olduğu; 137. maddesinde; evlendirme memurunun, evlenme başvurusunu ve buna eklenmesi gereken belgeleri inceleyeceği, başvuruda bir noksanlık görürse bunu tamamlayacağı veya tamamlattıracağı, başvurunun usulüne uygun olarak yapılmadığı veya evleneceklerden birinin evlenmeye ehil olmadığı ya da evlenmeye yasal bir engel bulunduğu anlaşılırsa, evlenme başvurusunun reddolunacağı ve durumun evleneceklere yazıyla hemen bildirileceği; 138.maddesinde; evleneceklerden her birinin evlendirme memurunun ret kararına karşı mahkemeye başvurabileceği, itirazın, evrak üzerinde incelenip kesin karara bağlanacağı, ancak, mutlak butlan sebeplerinden birinin bulunduğuna ilişkin ret kararlarına karşı açılan davaların, basit yargılama usulüyle ve Cumhuriyet savcısının hazır bulunmasıyla görüleceği; 139.maddesinde; evlendirme memurunun, evlenme koşullarının varlığını tespit ederse veya ret kararı mahkemece kaldırılırsa, evleneceklere evlenme gün ve saatini bildireceği veya isterlerse evlenme izni belgesini vereceği, evlenme izni belgesinin, verildiği tarihten başlayarak altı ay içinde evleneceklere herhangi bir evlendirme memuru önünde evlenebilme hakkını sağlayacağı; 140.maddesinde; evlenme koşullarının bulunmadığının anlaşılması veya belgelerin verilmesinden başlayarak altı ayın geçmesi hâlinde, evlendirme memurunun evlenme törenini yapamayacağı; 141.maddesinde; evlenme töreninin, evlendirme dairesinde evlendirme memurunun ve ayırt etme gücüne sahip ergin iki tanığın önünde açık olarak yapılacağı, ancak, törenin evleneceklerin istemi üzerine evlendirme memurunun uygun bulacağı diğer yerlerde de yapılabileceği; 142.maddesinde; evlendirme memurunun, evleneceklerden her birine birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerini soracağı, evlenmenin, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşacağı, memurun, evlenmenin tarafların karşılıklı rızası ile kanuna uygun olarak yapılmış olduğunu açıklayacağı; 143.maddesinde; evlenme töreni biter bitmez evlendirme memurunun eşlere bir aile cüzdanı vereceği, aile cüzdanı gösterilmeden evlenmenin dinî töreninin yapılamayacağı, evlenmenin geçerli olmasının dinî törenin yapılmasına bağlı bulunmadığı; 144.maddesinde; evlenme işleminin, evlenme kütüğünün, evlenmeye ilişkin yazışma ve evlenme ile ilgili diğer konuların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

Öte yandan, 4722 sayılı “Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un “Aile Hukuku” başlığını taşıyan Üçüncü Bölüm’ünde yer alan 9. Maddesinde; evliliğin kurulması ve sona ermesinin, Türk Medeni Kanunu hükümlerine tabi olduğu; Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesinden önce eski hukuka göre kurulmuş olan evliliklerin, Türk Medeni Kanununa göre de geçerliliğini koruyacağı; eski hukuka göre sona ermiş olan evliliklerin, bu Kanuna göre de sona ermiş sayılacağı; eski hukuka göre geçerli olmayan evlenmenin iptalinin, Türk Medeni Kanunu hükümlerine tabi bulunduğu; Türk Medeni Kanununun evliliğin genel hükümlerine ilişkin düzenlemelerinin, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlilikler hakkında da geçerli olduğu ifade edilmiştir.

Dava dosyalarının incelenmesinden; davacının, M. E. A. adlı kişiyle Sarıçam İlçesi, Mustafalar Köyü Muhtarı Veli Ceren tarafından 06.02.2006 tarihinde kıyılan nikah ile evlendiği, eşinin 31.03.2009 tarihinde vefat etmesi üzerine, resmi işlemler için başvuruda bulunduğu sırada ilgili muhtarın evlilik işlemini nüfus müdürlüğüne bildirmediğinden bahisle evliliklerinin nüfusa tescili istemiyle" adli yargı yerinde; Köy Muhtarı tarafından kıyılan nikahının, muhtar tarafından iptal edilerek Sarıçam Nüfus Müdürlüğüne bildirimi yapılmadığından bahisle evliliğinin geçersiz sayılmasına ilişkin tasarrufun iptali ile evliliğinin tescil edilerek Sarıçam Nüfus Müdürlüğüne bildirimin yapılması yönünde karar verilmesi istemiyle de idari yargı yerinde dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda; Köy Muhtarı tarafından kıyılan davacıya ilişkin nikahın, aynı muhtar tarafından iptal edilerek Nüfus Müdürlüğüne bildiriminin yapılmadığı nedeniyle, evlilik kaydının Nüfus Müdürlüğü tarafından tesciline karar verilmesinin istenildiği hususları gözetildiğinde uyuşmazlığın, 4787 sayılı Kanunun, Aile Mahkemelerinin görevlerini düzenleyen 4. maddesinde belirtilen; “4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 3.12.2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler” kapsamında, 4721 sayılı Kanunun “Aile Hukuku” başlıklı “İkinci Kitabının” “Birinci Kısmı”nda yer alan “Evlilik Hukuku”na ilişkin hükümleri çerçevesinde, Aile Mahkemeleri tarafından çözümleneceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, Adana 2. Aile Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 2. Aile Mahkemesi’nce verilen 09.07.2009 gün ve E:2009/486, K:2009/677 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/44

KARAR NO     : 2010/209

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- D. K.

                             2- B. K.

Vekili                  : Av. S. A. K.

Davalı                 : Milli Eğitim Bakanlığı

Vekili                  : Hazine Avukatı H. K.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde, davacıların yakınları olan M. K.’nın, davalı yanında Elazığ Milli Eğitim Müdürlüğü Yücel İlköğretim Okulu’nda sözleşmeli statüde beden eğitimi öğretmeni olarak çalışırken, 11.3.2008 tarihinde Aksaray­-Konya karayolunda meydana gelen trafik kazasında öldüğünü, Antalya İlinde yapılacak spor müsabakalarına katılmak üzere istiap haddi 12+1 kişilik olan resmi plakalı minibüse öğrenci, öğretmen ve yedek şoför olmak üzere toplam 18 kişi bindirilerek aracın istiap haddinin fazlasıyla aşılarak yola çıkıldığını, olayın, davalıya ait minibüs ile özel otonun Aksaray-Konya karayolunun 25. kilometresinde karşılıklı çarpışması sonucu ölümlü trafik kazası meydana geldiğini, kaza sonucu ölümlerin asıl nedeninin araçtaki istiap haddinin aşılarak %50 fazla yolcu taşınması olduğunu, davalının olay sebebiyle sorumlu bulunduğunu, davada, kusur dereceleri ve sorumluluk sebepleri ne olursa olsun, -varsa- mevcut ve muhtemel tüm zincirleme sorumlular yönünden müteselsil mesuliyete dayandıklarını, taleplerinde, her türlü denkleştirme sebeplerinin gözetildiğini, davada, nihai hükme temel olacak kusur durumunun (kusur oranı veya oranları) nazara alındığını, davacı eş ve çocuğun bu olay sebebiyle destekten yoksun kaldıklarını, ayrıca davacıların manevi zarara uğradıklarını, her iki zararın tamamının davalıca tazmini gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacılar için ayrı ayrı şimdilik 1.000’er lira maddi tazminatın, 50.000’er lira manevi tazminatın davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsiline, olay (11.3.2008) tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 18. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 12.10.2009 gün ve E:2009/251 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Başsavcılıklarının 16.11.2009 günlü yazısında, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma istem dilekçesinin bir nüshasının davacılara tebliğ edilip edilmediğinin, süresi içinde cevap verilip verilmediğinin sorulduğu, davalı idarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemli dilekçesine davacılar tarafından verilen cevaba ilişkin dilekçenin ve dilekçenin tebliğine ilişkin alındının istendiği, bu yazıya Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen cevapta; olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma istem dilekçesinin davacılar vekiline 19.10.2009 tarihinde tebliğ edildiği, ancak, takipsiz bırakıldığı için dosyanın işlemden kaldırıldığı belirtilerek istenilen belgelerin gönderilmediği anlaşılmış ise de, tebligat işlemi tamamlanmış dilekçeye yanıt verilip verilmediği hususunun, Başsavcılıklarının uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmasına usul yönünden engel teşkil etmediği kabul edilerek esasa ilişkin incelemeye geçildiği, futbol müsabakasına katılacak öğrencilerden sorumlu olarak görevlendirilen beden eğitimi öğretmeni M. K.'nın, içinde bulunduğu resmi aracın karıştığı trafik kazası sonucunda ölmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/51 Esas sayısında kayıtlı dosyada açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2 nci maddesinde, idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında sayıldığı, dava konusu uyuşmazlığın, kamu kurumuna ait motorlu aracın, eğitim ve öğretimle ilgili kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin ölümü nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemine ilişkin bulunduğu, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan idarenin, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kamu görevlisinin ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esasları çerçevesinde sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre idari yargı yerlerine ait bulunduğu, buna göre, uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Davacılar D. K. ve B. K. vekili tarafından davalı Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/51 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/44 Esas sayılı dosyanın incelendiği, beden eğitimi öğretmeni M. K.'nın futbol müsabakalarına katılacak öğrencilerden sorumlu olarak görevlendirildiği sırada içinde bulunduğu resmi aracın karıştığı trafik kazasında hayatını kaybetmesi sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi için Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan davada, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasının, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” hükmünü ve değişik beşinci fıkrasının, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükmünü taşıdığı; 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verildiği, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılması gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/51 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Öte yandan; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409. maddesinde(Değişik: 26/2/1985 - 3156/18 md.), “Oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

Oturum gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hallerde, gün tespit ettirilmemiş ise, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle birinci fıkra hükmü uygulanır.

Yukarıdaki fıkralar hükmü gereğince dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurması üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, oturum, gün, saat ve yerini bildiren çağırı kağıdı ile birlikte taraflara tebliğ olunur.

Dava dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenilenirse yeniden harç alınır. Bu harç yenileyen tarafından ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, yeni bir dava sayılmaz.

İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar açılmamış sayılır ve mahkemece bu hususta kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.

Birinci ve ikinci fıkralar gereğince işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi halde beşinci fıkra hükmü uygulanır” hükmü yer almıştır.

Olayda, davacılar vekili tarafından açılan davada, görev itirazı reddedilen davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine Danıştay Başsavcısı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış ise de; Başkanlıkça istenilmesi üzerine Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce gönderilen E:2009/251 sayılı dosyanın incelenmesinden, Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce; 13.5.2010 gün ve E:2009/251, K:2010/170 sayı ile, HUMK’nun 409/5 maddesinin, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davaların açılmamış sayılacağı ve mahkemece bu hususta kendiliğinden karar verilerek kaydın kapatılacağı hükmüne amir bulunduğu, dosyanın resen ele alınarak incelenmesinden, iş bu davanın 16.12.2009 tarihinde işlemden kaldırıldığı ve aradan üç ay geçmesine rağmen yenilenmediği anlaşılmakla, HUMK’nun 409/5. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına, esasın bu şekilde kapatılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, davalı idare vekilinin görev itirazını reddeden Mahkemece, daha sonra davanın açılmamış sayılmasına, esasın bu şekilde kapatılmasına karar verilmiş olması nedeniyle görülmekte olan bir dava bulunmadığından, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun bu nedenle reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/45

KARAR NO     : 2010/210

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olan Hazine mülkiyetindeki taşınmazdan başına taş düştüğünü ileri süren davacı tarafından uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : G. K.

Vekilleri              : Av. M. D. – Av. E. K.

Davalı                 : Maliye Hazinesine İzafeten İstanbul Muhakemat Müdürlüğü

Vekili                  : Av. S. Ö.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 22.8.2007 tarihinde Beyoğlu, Tercüman Çıkmazı Sokağı’ndan geçerken aynı Sokakta bulunan 22 numaralı binadan başına taş düşmesi sonucu yaralandığını, olayın sonucunda davacının bayılması üzerine yanında bulunan arkadaşı tarafından hastaneye kaldırıldığını, aynı gün davacının Taksim Polis Merkez Amirliğine başvurarak binanın sahipleri ve sorumlularından şikayetçi olduğunu, söz konusu binanın bakımsız olup, etrafında herhangi bir önleyici ya da koruyucu önlem alınmadığından potansiyel tehlike arz ettiğini, davalı tarafça söz konusu binanın bulunduğu durum itibariyle tehlike arz etmesi üzerine hal ve durumun icap ettirdiği dikkat ve özen gösterilmeyerek (muhafazadaki kusurundan ötürü) BK 58. maddesinde düzenlenen sorumluluğa aykırı davranıldığını ve bunun neticesinde davacının zarar görmesine neden olunduğunu, bu nedenle davalı aleyhine tazminat talebinde bulunma gereğinin doğduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davalının 5.000 YTL manevi tazminat, 1.489 YTL maddi tazminat ve kazanç kaybı olarak 200 YTL olmak üzere toplam 6.689 YTL tazminata mahkum edilmesine, ayrıca talep edilen tazminat miktarına olay tarihinden (22.8.2007) itibaren yasal faiz uygulanmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

BEYOĞLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 12.2.2008 gün ve E:2007/575, K:2008/45 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesini tekrarla, müvekkilinin 22.8.2007 tarihinde sokaktan geçerken kafasına taş düşmesi sonucu yaralandığını, olayın sonucunda müvekkilinin bayılması üzerine yanında bulunan arkadaşı tarafından AIman Hastanesi’ne kaldırıldığını, Hastanede yapılan ilk müdahale sonrasında hayati tehlikesinin bulunması nedeni ile ambulansla İstanbul Vatan Hastanesi’ne sevk edildiğini, burada yapılan muayene neticesinde travmatik şok geçirdiği teşhisi konulduğunu, bir süre gözlem altında tutulduktan sonra taburcu edildiğini, aynı gün Taksim Polis Merkez Amirliğine başvurarak binanın sahipleri ve sorumlularından şikayetçi olduğunu, söz konusu binanın bakımsız olup, etrafında her hangi bir önleyici ya da koruyucu önlem alınmadığından potansiyel tehlike arz ettiğini, davalı tarafça söz konusu binanın bulunduğu durum itibariyle tehlike arz etmesi üzerine hal ve durumun icap ettirdiği dikkat ve özen gösterilmeyerek BK 58. maddesinde düzenlenen sorumluluğa aykırı davranıldığını, olay nedeni ile müvekkilinin 250 YTL ambulans ücreti ile İstanbul Vatan Hastanesi’nde yapılan tedavi masraflarının karşılığı olarak da 1.239 YTL ödemek zorunda kaldığını, ayrıca yaşanan bu olay nedeniyle müvekkilinin iş kabulü yapılmış olmasına rağmen yaşamış olduğu psikolojik travmadan ötürü işe ­başlangıcını yapamayarak kazanç ve kariyer kaybına uğradığını, bu nedenle tüm zararlar ile birlikte kazanç kaybının tazminini de talep ettiklerini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalıdan 5.000 YTL manevi tazminat, 1.489 YTL maddi tazminat ve kazanç kaybı olarak 200 YTL olmak üzere toplam 6.689 YTL tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ettiği, davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle, öncelikle görev itirazında bulunduğunu, hizmet kusuru nedeni ile tazminat talebinin idari yargının görev alanına girdiğini, bu davanın adli yargıda görülemeyeceğinden görev yönünden reddine karar verilmesi, davada husumetin Beyoğlu Belediye Başkanlığı ve İstanbul II. numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na izafeten Kültür Bakanlığı'na yöneltilmesi gerektiğini, binada güvenlik önlemlerinin alınmaması ve onarımının yapılamamasında kusurun Hazineye yükletilemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep ettiği, davacı vekili dava dilekçesi ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davalının 5.000 YTL manevi tazminat, 1.489 YTL maddi tazminat ve kazanç kaybı olarak 200 YTL olmak üzere toplam 6.689 YTL tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiş ise de; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinden söz ederek, 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesi gereği idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının idare mahkemelerinin görevinde olduğu, idarenin hizmet kusuru nedeniyle açılan maddi manevi tazminat talebine ilişkin davada görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ’nin 2.7.2008 gün ve E:2008/8012, K:2008/9126 sayılı kararı ile onanmış ve kararın düzeltilmesi istemi üzerine aynı Dairenin 5.2.2009 gün ve E:2008/12157, K:2009/1689 sayılı kararı ile, HUMK'nun 440/III-3. maddesi uyarınca Yargıtay'ın görevsizlik ve yetkisizliğe ilişkin kararları hakkında karar düzeltme istenemeyeceği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmiştir.

Davacı vekili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine aynı istemle, idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 8. İDARE MAHKEMESİ; 28.2.2008 gün ve E:2008/201, K:2008/328 sayı ile, davanın, davacının 22.8.2007 tarihinde Beyoğlu İlçesi, Tercüman Çıkmazı Sokaktan geçerken aynı Sokakta bulunan 22 numaralı binadan başına taş düşmesi sonucu yaralanması nedeniyle uğradığı 5.000 YTL manevi, 1.689 YTL maddi olmak üzere toplam 6.689 YTL'nin tazmini istemiyle açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, idari dava türleri arasında, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının sayıldığı, Borçlar Kanunu'nun 58. maddesinde; “Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazadaki kusurundan dolayı mesul olur” düzenlemesi ile bina malikinin binanın muhafazasındaki kusurundan dolayı sorumlu tutulacağının hükme bağlandığı, bakılmakta olan davanın, davacının 22.8.2007 tarihinde Beyoğlu İlçesi, Tercüman Çıkmazı Sokaktan geçerken aynı Sokakta bulunan 22 numaralı İstanbul Muhakemat Müdürlüğünün bulunduğu binadan başına taş düşmesi sonucu yaralanması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle açıldığı anlaşılmakta ise de; ortaya çıkan zararın bir idari hizmetin yürütülmesinden ve o idari hizmetten yararlanan sıfatıyla uğranılan bir zarardan kaynaklanmadığı anlaşıldığından, zararın tazmininin ancak bu konuda özel düzenleme bulunan Borçlar Kanunu’nun yukarda anılan maddesi gereği bina malikinin sorumluluğu kapsamında adli yargı yerinde açılacak tazminat davasına konu yapılarak çözümlenmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine Asliye Hukuk Mahkemesince idari yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Beyoğlu, Tercüman Çıkmazı Sokağı’ndan geçerken aynı Sokakta bulunan 22 numaralı binadan başına taş düştüğünü ileri süren davacı tarafından uğranılan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, söz konusu taşınmazın, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olduğu ve Hazine mülkiyetinde bulunduğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 24.5.2006 gün ve 293 sayılı kararı ile, taşınmazın koruma grubunun II olarak belirlenmesine, yapılan incelemede tehlikeli durum gözlendiğinden ilgilisince ve Belediyesince gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasına karar verildiği ve güvenlik önlemlerinin alınması konusunda ilgili idareler arasında yazışmalar yapıldığı anlaşılmıştır.

21/7/1983 gün ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 5. maddesinde, Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının Devlet malı niteliğinde olduğu belirtilmiştir.

Yasal düzenleme ve dosyadaki belgeler birlikte değerlendirildiğinde, taşınmazın idare ve muhafazası ile yükümlü bulunan idarenin, bu görevini yerine getirdiği sırada kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılan davada, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının, idare hukuku ilkelerine göre saptanması gerekeceği açıktır.

Bu durumda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin 28.2.2008 gün ve E:2008/201, K:2008/328 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/49

KARAR NO     : 2010/211

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Işık Elektronik Ev Aletleri İletişim ve Kart Sis. A.Ş.

Vekilleri              : Av. E. D. – Av. A. S.

Davalı                 : Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü

Vekilleri              : Av. F. E. – Av. F. K.

O L A Y : Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü Hasılat Dairesi Başkanlığı’nın 11.12.2007 gün ve 16429 sayılı işlemi ile, davacıya, 1442 adet cihazın bandrolsüz satılması sebebiyle 3093 sayılı Kanun’un 6. maddesi gereği cihazların satış bedeli olan 56.680 YTL para cezası verildiği bildirilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BAKIRKÖY 4. SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.4.2008 gün ve D.İş E:2008/4 sayı ile, davacının Mahkemelerine verdiği itiraz dilekçesi ile, davalı idare tarafından verilen idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, itiraza konu belgelerin celbi için yazılan yazıya cevap verildiği ve istenen belgeler ile birlikte idari makamın cevap dilekçesi verdiğinin görüldüğü, itiraz edenin sunduğu ve celp edilen belgelerden, itiraz edene 3093 sayılı TRT Gelirleri Kanunu’nun 6. maddesi gereğince 56.680 YTL idari para cezası verildiğinin anlaşıldığı, Danıştay 10. Dairesi’nin 8.5.2007 tarih ve 2005/8716 Esas, 2007/2402 Karar sayılı kararında “...3093 sayılı Kanuna dayanılarak verilen para cezalarına karşı açılacak davalara bakmaya idari yargı yerleri görevlidir. Bu durumda 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görevinde olduğu gerekçesi ile davanın görev yönünden reddi yolunda verilen mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir. Bu nedenle kararın bozulmasına…” denildiği, Danıştay 10. Dairesi’nin 8.5.2007 tarih ve 2005/8716 Esas, 2007/2402 Karar sayılı kararı dikkate alınarak görevli yargı yeri artık idari yargı olduğundan, Mahkemelerince söz konusu itirazın görev yönünden reddine karar vermenin icap ettiği, bu durumda, 5560 sayılı Kanun ile değişik 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesi gereğince itiraz konusunda idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 9.6.2009 gün ve E:2008/1428 sayı ile, Işık Elektronik Ev Aletleri İletişim ve Kart Sistemleri A.Ş. vekili Av. Ahmet Sert tarafından, davacı şirket hakkında yapılan inceleme sonucunda 2002-2003 ile 30.6.2004 tarihine kadar olan bandrole tabi cihaz satışlarında toplam 1442 adet cihazın bandrolsüz satışının yapıldığının belirlendiği ileri sürülerek 3093 sayılı TRT Gelirleri Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca 56.680 TL tutarında para cezası verilmesine ilişkin 11.12.2007 tarihli ve 1549/4408 sayılı işlemin iptali istemiyle Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü'ne karşı dava açıldığı, 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanunun amaç ve kapsamı; Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu’na devamlı ve yeterli gelir kaynağı sağlamak amacıyla hazırlanan bu Kanunun; radyo, televizyon, video ve birleşik cihazlardan alınacak ücretler, elektrik enerjisi hasılatından ayrılacak paylar ile çeşitli gelirlerin tahakkuk, tahsilat işlemleri olarak belirlendiği; 6. maddesinde, “Bu Kanunun 1'inci maddesinde belirtilen cihazların bandrolsüz veya etiketsiz satışını yapan imalatçı veya ithalatçıdan bandrolsüz veya etiketsiz sattığı her cihaz için cihazın satış bedeli kadar para cezası Kurum tarafından tahakkuk ve tahsil edilir, bu cihazları bandrolsüz veya etiketsiz satın alan, devralan veya kullananlardan bandrolsüz veya etiketsiz her bir cihaz için cihazın rayiç değerinin yarısı kadar para cezası Kurum tarafından tahakkuk ve tahsil edilir. Tahakkuk edip, tebliğ edilen para cezasını ödemeyenler hakkında Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre işlem yapılır” denildiği, olayda, para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3093 sayılı Türkiye Radyo­ Televizyon Gelirleri Kanunu'nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanunu'nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir. (Danıştay Onuncu Dairesi’nce, bu karara yapılan temyiz istemi incelenmeksizin reddedilmiştir.)

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde belirtilen hükmün aksine, idari yargı dosyasının, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanunu'nun 6. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanunu'nun 6. maddesinde, “Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen cihazların bandrolsüz veya etiketsiz satışını yapan imalatçı veya ithalatçıdan bandrolsüz veya etiketsiz sattığı her cihaz için cihazın satış bedeli kadar para cezası Kurum tarafından tahakkuk ve tahsil edilir, bu cihazları bandrolsüz veya etiketsiz satın alan, devralan veya kullananlardan bandrolsüz veya etiketsiz herbir cihaz için cihazın rayiç değerinin yarısı kadar para cezası Kurum tarafından tahakkuk ve tahsil edilir.

Tahakkuk edip, tebliğ edilen para cezasını ödemeyenler hakkında Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre işlem yapılır” hükmü mevcut iken; 23/1/2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 439. maddesiyle, “Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen cihazların bandrolsüz veya etiketsiz satışını yapan imalatçı veya ithalatçıya Kurum tarafından bandrolsüz veya etiketsiz satılan veya satışa arzedilen her cihaz için cihazın satış bedeli kadar idarî para cezası verilir. Bu cihazları bandrolsüz veya etiketsiz satın alan, devralan veya kullananlara bandrolsüz veya etiketsiz her bir cihaz için cihazın rayiç değerinin yarısı kadar idarî para cezası verilir. (Ek cümleler: 16/6/2009-5904/37 md.) Tahakkuku müteakip tebliğ edilen para cezalarını ödemeyenler hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre işlem yapılır. Bu maddeye göre kesilecek idari para cezalarına karşı, ilgilisine tebliğ tarihinden itibaren, bir ay içerisinde yetkili idare mahkemesinde dava açılabilir” şeklinde değişiklik yapılmış; görevli mahkemeyi gösteren 5904 sayılı Yasa’nın 37. maddesi, Kanunun Resmi Gazetede yayımlandığı 3/7/2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu duruma göre, incelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 3/7/2009 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 3093 sayılı Yasa’nın 6. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 9.6.2009 gün ve E:2008/1428 sayılı BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/52

KARAR NO     : 2010/212

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi uyarınca Kurum alacağının tahsili amacıyla özel hukuk gerçek ve tüzel kişisine karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emekli Sandığı (Devredilen)

Vekilleri              : Av. A. S. – Av. Ö. A.

Davalılar             : 1- H. İ. A.

                             2- Ak Sigorta A.Ş.

Vekili                  : Av. A. F.

O L A Y : Davacı vekili, 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi uyarınca Kurum alacağı 30.000 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte araç sürücüsü H. İ. A., aracın sigortacısı Ak Sigorta A.Ş. ve araç sahibi O. A.’tan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davacı vekili, daha sonra dava dilekçesinde belirttiği tazminat miktarını arttırmak için ıslah dilekçesi vermiştir.

ANKARA 22. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 28.5.2009 gün ve E:2007/298, K:2009/182 sayı ile, davacı adına vekili dava dilekçesinde özetle, Kurum iştirakçisi D. C.’ın Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı merkez teşkilatında şoför olarak görev yapmakta iken 29.07.2005 tarihinde geçirdiği trafik kazasında vefat ettiğini, kazaya, davalı H. İ. A.’nin, sevk ve idaresindeki 06 KH 537 plaka sayılı aracın direksiyon hakimiyetini kaybetmesi nedeniyle sebebiyet verdiğini, davalı H. İ. A. hakkında açılan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2005/260-278 Esas, Karar sayılı ilamında gelişen kazada tamamen kusurlu olduğuna hükmedildiğini, aracın sigortacısı olan davalı Sigortanın poliçe gereği zarardan sorumlu olduğunu, iştirakçi D. C.'ın 26 yıl 10 ay hizmetine karşılık eşine ve çocuklarına dul ve yetim aylığı bağlandığını, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 129. maddesi gereğince Sandığın, iştirakçilerin dul ve yetimlerine sebep olanlar aleyhine açılan davaları Sandığın kovuşturmaya ve bu davalara 3. şahıs olarak girmeye ve dul ve yetimler tarafından dava açılmamış ise bunu doğrudan doğruya açmaya yetkili olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 30.000 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava ettiği, davalı Ak Sigorta A.Ş.’nin vekili marifeti ile davaya verdiği cevaplarında, Kurum sigortalısının vefatına neden olan 06 KB 537 plakalı aracın karayolları zorunlu mali mesuliyet sigortası kapsamında 23.7.2005-23.7.2006 tarihleri arasında şirketlerine sigortalı olduğunu, D. C. mirasçılarının şirkete başvurusu üzerine şirket nezdinde 6261338 sayılı hasar dosyası açıldığını, D. C. mirasçısı H. C.'ın destekten yoksun kalma zararının limitleri dahilinde olan 50.000 TL’nın 11.10.2005 tarihinde havale edildiğini, 21.10.2005 tarihinde de H. C.’ın bu tutarı tahsil ettiğini, bu nedenle, sorumluluklarının bulunmadığını, Kurumca taraflarına husumet yöneltilmesinin yerinde olmadığını bildirdiği, davalı H. İ. A.’nin usulüne uygun davetiyeye rağmen oturumlara katılmadığı, davacı Kurumun 26.2.2008 tarihli dava dilekçesi ile, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi esasına kayıtlanan davada, aynı alacakların araç maliki O. A.’tan da tahsilini talep ettiği, bu dava dosyasının arada bulunan hukuki ve fiili irtibat nedeni ile dava dosyaları ile birleştirildiği, davalı O. A.’ın davanın reddini talep ettiği, esas ve birleşen davanın, 5434 sayılı Yasa'nın 129. maddesi gereğince talep edilen tazminata ilişkin olduğu, davacı Kurum iştirakçisinin sicil dosyasının, ödeme belgelerinin, kazaya ilişkin tutanakların, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2005/260 Esas, 2005/278 Karar sayılı dosyasının dosya içine celp edildiği, dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak talep edilecek tazminat miktarının belirlendiği ve davacının davasını ıslah ettiği, davanın 5431 sayılı Emekli Sandığı Yasası’nın 129. maddesine dayandığı, bu Yasanın 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Sağlık Kanunu’nun 105. maddesine göre yürürlükten kaldırıldığı, 5510 sayılı Yasa’nın 108. maddesine göre 5510 sayılı Yasa hükümlerinin 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği, bu Yasanın yürürlüğü incelenirken Mahkemelerinin davaya bakmakta görevli olup olmayacağının tartışılması gerektiği, Yasa değişikliğinden önce dava açılmakla 5510 sayılı Yasa’nın 101. maddesinin uygulanamayacağı, dolayısıyla, iş mahkemelerinin görevli olmadığının görüldüğü, destek 657 sayılı Yasa’ya tabi olup, açılacak davanın idari yargı yerinde açılması gerektiği, bu nedenle, davaya bakmakta Mahkemelerinin görevli olmadığı, yargı yolu sebebi ile davanın reddinin gerektiği, görevin yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle araç sürücüsü H. İ. A. ve aracın sigortacısı Ak Sigorta A.Ş.’ye karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ; 21.1.2010 gün ve E:2010/53 sayı ile, davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından, 5434 sayılı Yasa’nın 129. maddesi uyarınca Kurum alacağı olan 30.000 TL'nin ödeme tarihinden işleyecek yasal faiziyle tahsil edilmesi istemiyle Ak Sigorta A.Ş.ve H. İ. A. aleyhine dava açıldığı, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun 129. maddesinde, “Vazifeleri içinde veya dışında her hangi sebeple zarar görmüş veya tehlikeye düşmüş ve bundan dolayı adi malul durumuna girmiş iştirakçilerin veya bunlardan ölenlerin, dul ve yetimlerinin; sebep olanlar aleyhine açacakları davaları Sandık dahi kovuşturmaya ve bu davalara üçüncü şahıs olarak girmeye ve dul ve yetimler tarafından dava açılmamış ise bunu doğrudan doğruya açmaya yetkilidir. Dava sonunda para tazminatı da alınırsa bundan kovuşturma için yapılan masraflarla birlikte emekli, adi malullük, dul ve yetim aylıkları bağlanan hallerde bu aylıkların beş yıllığı; (Toptan ödeme) yapılan hallerde de bunların toplamının yarısı Sandıkça alınarak, varsa, geri kalanı ilgililere ödenir. Sebep olanlar iştirakçi ise ve bunlara bu kanuna göre Sandıklarca her hangi adla olursa olsun ödeme yapılacaksa istihkakları dava sonuna kadar hükmolunacak tazminata karşılık olmak üzere ödenmez” hükmünün yer aldığı, dava dosyanın incelenmesinden; davacı Kurumun iştirakçisi olan D. C.'ın, davalı H. İ.A.'nin sevk ve idaresindeki 06 KH 537 plaka sayılı araçla yaya kaldırımına çıkarak yapmış olduğu trafik kazası neticesinde hayatını kaybetmesi nedeniyle eşine ve çocuklarına ödenen, ikramiye, dul ve yetim aylığı nedeniyle oluşan ve Kurum zararının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.000 TL'nin ödeme tarihinden başlayacak yasal faiziyle ödenmesi talebiyle adli yargı merciinde dava açtığı, açılan davada Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görev ret kararı verildiği, bunun üzerine de davacı tarafından söz konusu tutarın ödenmesine karar verilmesi istemiyle işbu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda; Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.5.2009 günlü ve E:2007/298, K:2009/182 sayılı kararıyla, “...Destek 657 sayılı Yasaya tabi olup, açılacak davanın idari yargı yerinde açılması gerektiği, bu nedenle davaya bakmakla Mahkememizin görevli olmadığı yargı yolu sebebiyle davanın reddinin gerektiği" gerekçesiyle idare mahkemesinin görevli olduğu yönünde karar verilmiş ise de; Kurumun iştirakçisi olan D. C.'ın vazifesi dışında görmüş olduğu zarar sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle dul ve yetimlerinin, sebep olanlar aleyhine açacakları dava, zarardan kaynaklı tazminat davası niteliğinde olup, 5434 sayılı Yasa'nın 129. maddesi uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın (Devredilen Emekli Sandığı Kurumu) meydana gelen zararı ödeyerek alacaklının haklarına halef olarak Kurum zararı olan 30.000 TL’nin tazminine ilişkin uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri çerçevesinde adli yargıda çözümlenmesi gerektiği, kaldı ki; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca ancak idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları idari yargı mercileri nezdinde görülmekte olup; olayda olduğu gibi özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerine karşı açılacak her nevi davanın idari yargı mercilerinde değil adli yargı mercilerinde çözümleneceğinin de yasal düzenlemelerle açıkça ortaya konulduğu, bu nedenlerle; adli yargının görev alanına giren davada Mahkemelerinin görevli olmadığına, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında her iki yargı yerinde de davalı olan Halil İbrahim Aktepe ve Ak Sigorta A.Ş. yönünden doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi uyarınca Kurum alacağının ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte araç sürücüsü ve aracın sigortacısı sigorta şirketinden müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:

a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” denilmiştir.

İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanısıra, davanın idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde gerçek kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eyleminden dolayı hak ve menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri olmayıp, özel hukuk gerçek ve tüzel kişisi aleyhine açılan tazminat davası olması karşısında, idari yargının görevine giren bir dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Buna göre, 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi uyarınca Kurum alacağının ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte araç sürücüsü ile aracın sigortacısı sigorta şirketinden müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle özel hukuk gerçek ve tüzel kişisi aleyhine açılan davanın, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.5.2009 gün ve E:2007/298, K:2009/182 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/54

KARAR NO     : 2010/213

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Kuruma olan prim, işsizlik primi ve idari para cezası borcundan dolayı davacının emekli maaşına konulan haczin kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : N. B.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. T. M.

O L A Y: Davacı dava dilekçesinde, halen SGK bünyesine geçmiş olan BAĞKUR kanalı ile yaşlılık aylığına bağlanmış emekli olduğunu, 27.4.2009 tarihinde maaşını aldığı esnada emekli maaşına haciz konulduğunu öğrendiğini, SGK Kayseri İl Müdürlüğü’nün maaşı üzerine konan haczin, Sigorta Kurumu (SSK) tarafından, ticaretle uğraştığı zaman çalıştırdığı işçi prim borçlarından kaynaklandığını ve dosya numarasının da 2005/25718 olduğunu belirttiğini ileri sürerek muvafakati olmadan konulan bu haczin kaldırılması, yapılan haciz kesintilerinin tarafına geri ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 3. İCRA HUKUK MAHKEMESİ; 12.5.2009 gün ve E:2009/462, K:2009/443 sayı ile, davacının dilekçesinde, hakkında SGK tarafından yapılan 2005/25718 nolu haciz dosyasında SGK Bağ-Kur'dan almakta olduğu emekli maaşı üzerine haciz konulduğunu, emekli maaşlarının nafaka borçları dışında haczinin mümkün olmadığını, kamu alacaklarının da bu kapsamda bulunduğunu, bu nedenle Bağ-Kur maaşı üzerine SGK tarafından konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesini istediği, Mahkemelerince yapılan değerlendirmede, takibin 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre SSK Kayseri Müdürlüğünün İcra Servisince yapıldığı, 6183 sayılı Yasa’nın 99. maddesinin 2. cümlesinde, ihalenin feshinin gayrimenkulün bulunduğu yerin icra mahkemesinden şikayet yolu ile istenebilir hükmünü taşıdığı, bu madde dışında icra mahkemelerinin 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılan takip ve haciz işlemlerinden dolayı şikayet konularına bakamayacağı, davacının şikayetinin ise emekli maaşına konulan haczin kaldırılması yönünde haczedilmezlik şikayeti olduğu, 6183 sayılı Yasa’nın 99. maddesinin 2. fıkrasına girmediği, davacının haczedilmezlik şikayetinin de idari yargıda çözümlenmesi gerektiği, Mahkemelerinin görevsiz olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davacının şikayetinin reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 2. İDARE MAHKEMESİ; 29.12.2009 gün ve E:2009/678 sayı ile, davacı N. B. tarafından emekli maaşına haciz konulmasına ilişkin işlemin iptali ve kesilen paranın tarafına iadesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na karşı dava açıldığı, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 34. maddesinin (a) fıkrasında, sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası prim gelirleri, idari para cezaları, gecikme cezaları, gecikme zamları ve katılım paylarının kurumun gelirleri arasında olduğunun belirtildiği, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 88. maddesinde, Kurumun, 6183 sayılı Kanun’un uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanacağı, Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olduğu, 93. maddesinde ise, bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödeneklerinin, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacaklarının, devir ve temlik edilemeyeceği, gelir, aylık ve ödeneklerin; 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemeyeceği, aynı Kanunun 101. maddesinde ise, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmüne yer verildiği, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türlerinin, a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının daha önceden işlettiği ticari işletmesinde çalışanlarının sigorta primlerinin yatırılmadığından bahisle davacıya ödeme emri gönderildiği, davacının borcunu ödememesi üzerine emekli maaşı üzerine haciz konduğu, söz konusu haciz işleminin iptali istemiyle Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin E:2009/462, K:2009/443 sayılı dosyasında dava açıldığı, verilen görevsizlik kararı üzerine aynı istemle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 101. maddesi hükmü uyarınca açıkça idari yargının görevine girdiği belirtilmeyen dava konusu haciz işleminin iptali davasının görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait bulunduğu sonuç ve kanaatine ulaşıldığı, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvurulmuş ise de, idari yargı dosyasının, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Kurum alacaklarının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli aylığına konulan haczin kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Davalı idare vekili, İdare Mahkemesine verdiği savunma dilekçesinde, davacının, Kurumun 1011994.38-1008389.38-1012125.38 sicil sayılı dosyalarda işlem gören işyerlerinin işvereni olduğunu, 1996/4-5-6-7-8 inci dönemler prim, İSP ve 2005/6 ncı dönem prim, İSP ve İPC larının tahsili için davacı aleyhine icra takibi başlatıldığını, ancak ödeme emrinin tebliğine rağmen davacının Kuruma olan borcunu ödemediğini, bunun üzerine Kurumun 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak 25.12.2008 tarihinde emekli aylığına haciz koyduğunu belirtmiştir.

5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Öte yandan, 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesinde, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…”, 93. maddesinde, “Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez. Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir…” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmü yer almıştır.

Olayda, Kurum alacağının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanarak davacının emekli aylığına haciz konulmuştur.

Bu duruma göre, Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasa’nın uygulanmasından doğan ihtilafa ilişkin davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi hükmü karşısında, İş Mahkemeleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile İcra Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kayseri 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 12.5.2009 gün ve E:2009/462, K:2009/443 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/68

KARAR NO     : 2010/215

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilen haciz işleminin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1. M. Ç.,

                             2. Turtaş Sitesi Yönetimi

Vekili                  : Av. Ö. Ş.

Davalı                 : Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. D.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili Turtaş Sitesi Yönetiminin, Ankara İli Çankaya İlçesi, Keklikpınarı Mah. 13274, 13275, 13277, 13278, 13208 Ada üzerinde kurulu 22 adet bloku temsil ettiğini, diğer müvekkili M. Ç.’ın ise Turtaş Sitesi B blok üzerinde, üzerine kayıtlı kat mülkiyeti sahibi olduğunu; Site içerisinde bulunan 13275 Ada 1 nolu Parselde bulunan taşınmazın, Site eski Yönetim Kurulu tarafından 01.12.2002 yılından itibaren İpza Tur. İnş. Rek. Eğit. Pro. Taah. Oto. ve Dış Tic. Lt. Şti. firmasına kiralandığını; adı geçen firmanın bu Parseli 'Dikmen Sosyete Pazarı’ adı ile pazaryeri olarak kullanmak için Çankaya Belediyesi nezdinde yapmış olduğu başvuru sonrasında, gayrimenkul üzerine pazar çatısı ve benzeri nitelikli yapılaşmaya gittiğini, bununla birlikte, söz konusu parsel üzerindeki yapılaşmanın, davalı Belediye tarafından imar mevzuatına aykırı bulunduğunu ve 12.10.2006 tarih C:2006/4913.35 tarihli Encümen Kararı ile yıkılmasına, mal sahibi olarak görülen Ali Balandı ve ortaklarına 35.000,00 TL para cezası uygulanmasına karar verildiğini; Çankaya Belediyesinin, tespit edilen para cezasının tahsili için taraf ayrımına gitmeden Site alanı içerisinde bulunan gayrimenkul sahiplerinin tapu kayıtlarına haciz uyguladığını, haciz işlemi nedeni ile aralarında müvekkili M. Ç.'ın da bulunduğu yüzlerce kat mülkiyeti sahibinin, tapu kayıtlarına haciz uygulandığını gayrimenkulü üzerinde tasarrufta bulunmak için Çankaya Tapu Müdürlüğü'ne gidildiği vakit öğrenildiğini; oysa gerek müvekkili M. Ç., gerekse diğer Turtaş Sitesi kat mülkiyeti sahiplerinin para cezasının muhatabı olmadığını; mülkiyet haklarının idarenin mezkur işlemi ile sınırlandırıldığını, kaldı ki idari para cezası 35.000,00 TL olduğu halde, kiralanan ve değeri en az 3.000.000,00-TL olan 13275 Ada 1 nolu Parsel üzerine haciz uygulanmasına dahi gidilmeden, yüzlerce kişinin kat mülkiyetinde bulunan bağımsız bölümlere haciz uygulandığını; davalı idarenin uyguladığı para cezasının tahsili 6183 sayılı Yasa çerçevesinde yapılmışsa da, Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulunun 30.01.2004 tarih E:2003/274 ve K:2004/10 sayılı kararına göre; görevli yargı mercinin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu; nitekim mezkur kararında benimsenen görüş paralelinde, haciz işleminin unsurlarında hukuka aykırılık iddiası değil, haciz işleminin taşınmazın malikine etkisinin değerlendirilmesi, taşınmaz mülkiyeti ile ilgili olduğu için, Mahkemelerinde iş bu davanın açıldığını; nitekim müvekkili M. Ç.’ın diğer mülkiyet sahipleri gibi idari para cezasının muhatabı değil, davalının haciz işlemi nedeni ile mülkiyet hakkı sınırlanan, etkilenen kişi olduğunu, kısacası Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulu çerçevesinde davaya sebebin, haciz işleminin unsurları değil, haczin taraf olmayan kişilere uygulanması sebebi ile mülkiyet hakkının sınırlanması olduğunu ifade ederek, sonuçta; müvekkili M.Ç.’ın üzerine kayıtlı gayrimenkul ile Turtaş Sitesi Yönetiminin temsil yetkisi içerisinde bulunan Ankara İli Keklikpınarı ilçesi 13274, 13277, 13278, 13208(Haciz Bildirisinde:13280) Ada üzerinde bulunan gayrimenkuller üzerinde davalının 24.12.2008 tarih ve 7047 sayılı işleminin kaldırılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin önlenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, birinci savunma dilekçesinde, idari birer işlem olan Encümen Kararı, Ödeme Emri ve Kamu Haczi işlemlerinin iptali talebinin ancak idari Yargı nezdinde görülebileceğini, adli yargıda işbu davanın dinlenmesine olanak bulunmadığını ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 28.12.2009 günlü celsesinde E:2009/347 sayı ile, davalı İdare vekilinin göreve ilişkin itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve dava dosyasının bir örneği, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanununun 42.maddesinde, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine para cezası verileceği, 6183 sayılı Kanunun 1.maddesinde de, Devletle vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait para cezaları hakkında bu kanun hükümlerinin uygulanacağının hükme bağlandığı; dosyanın incelenmesinden, Turtaş Sitesinin Çankaya, Keklikpınarı, imarın 13274, 13275, 13277, 13278,13280 Adalarında kurulu olduğu, 13275 ada 1 parseldeki boş arsada kiracı firma tarafından inşa edilen ruhsatsız yapılardan dolayı, İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen imar para cezasının kesinleşmesi üzerine düzenlenen ödeme emrine rağmen, ödemede bulunmaması nedeniyle 13275 ada, 1 sayılı parsele 19.10.2006 gün ve 10444 sayılı işlemle, 13274/1, 13278/1, 13277/1, 13280/2 parsellere de dava konusu 24.12.2008 gün ve 7047 sayılı işlemle haciz koyulduğunun anlaşıldığı; imar mevzuatına göre verilen para cezasıyla ilgili 6183 sayılı Yasa uyarınca düzenlenen ödeme emrinden sonra tesis edilen haciz işleminin idari işlem olması karşısında, yargısal denetimin anılan işlemin dayanağı olan yasal düzenlemelere göre yapılmasının gerektiği; bu durumda, imar mevzuatı ve 6183 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde davacıların taşınmaz mallarının tapu kayıtlarına haciz koydurulmasını temin için tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiş ve görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; dosyanın tetkikinden, 13275 ada 1 parselde bulunan taşınmazın kiralandığı firma tarafından parsel üzerinde yapılaşmaya gidildiği ve söz konusu yapılaşmanın davalı idare tarafından imar mevzuatına aykırı bulunması sonucunda Çankaya Belediyesinin 12.10.2006 tarihli Encümen kararı ile yıkılmasına ve idari para cezası verilmesine karar verildiği, İmar Kanunu'nun 42. maddesi gereğince verilen para cezasının kesinleşmesi üzerine düzenlenen ödeme emrine rağmen ödemenin yapılamaması sonucunda 13274, 13277, 13278 ada 1 parseller ve 13208 ada 2 parseller üzerine haciz konulduğunun anlaşıldığı; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesinde: "Ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana 500 000 TL.' dan 25 000 000 liraya kadar para cezası verilir. Ayrıca fenni mesule bu cezaların 1/5'i uygulanır..." hükmünün yer aldığı; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un şümulüne ilişkin 1. maddesinde: "Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur." hükmünün yer aldığı; diğer taraftan, uyuşmazlık konusu haciz işleminin dayanağını oluşturan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un "haciz" başlığını taşıyan 62. maddesinde: "Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur. / (Ek fıkra: 16.07.2004 – 5228 S.K./12.mad) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir. / Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır. / Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur. / Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez. / Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir." hükmünün yer aldığı; dava konusu uyuşmazlığın, imar mevzuatı uyarınca verilen para cezasının tahsili amacıyla uygulanan haciz işleminden kaynaklanmakta olduğu, kamu alacağının tahsili için idarece kamu gücüne dayalı, resen ve tek taraflı olarak tesis edilen 6183 sayılı Yasa kapsamındaki işlemler "idari işlem" niteliği taşıdığından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesi kapsamında davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerinde yapılmasının gerektiği, bu nedenle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/347 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, uyuşmazlığın esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, İmar mevzuatına göre Encümen Kararı ile verilen para cezasıyla ilgili olarak 6183 sayılı Yasa uyarınca düzenlenen ödeme emrinden sonra tesis edilen haciz işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un, “Kanunun şümulü” başlığını taşıyan 1. maddesinin ilk fıkrasında; " Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur. " denilmiş; “Amme Alacağının Cebren Tahsili” hakkındaki İkinci Kısmın Birinci Bö­lümü’nde yer alan 54-76. maddelerinde cebren tahsil ve takip esasları genel olarak düzenlenmiş olup, “Haciz” başlığını taşıyan 62. maddesinde, “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.

(Ek fıkra: 16/7/2004-5228/12 md.) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir.

Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır.

Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur.

Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez.

Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir”; ve 88. maddesinin birinci fıkrasında da, Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır” hükmü yer almıştır.

Olayda, Çankaya, Keklikpınarı, imarın 13274, 13275, 13277, 13278,13280 Adalar üzerinde kurulu bulunan 22 adet bloku temsil eden Turtaş Sitesi Yönetimi tarafından Site içerisinde bulunan 13275 ada 1 parseldeki boş arsanın, 01.12.2002 yılından itibaren İpza Tur. İnş. Rek. Eğit. Pro. Taah. Oto. ve Dış Tic. Lt. Şti. firmasına kiraya verildiği; bu parseldeki taşınmazda kiracı firma tarafından inşa edilen ruhsatsız yapılardan dolayı, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen imar para cezasının kesinleşmesi üzerine düzenlenen ödeme emrine rağmen ödemede bulunmaması nedeniyle, 13275 ada, 1 sayılı parsele 19.10.2006 gün ve 10444 sayılı işlemle, 13274/1, 13278/1, 13277/1, 13280/2 parsellere de dava konusu 24.12.2008 gün ve 7047 sayılı işlemle haciz koyulduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davalı İdarece, 6183 sayılı Yasa’ya göre kamu alacağının(İmar mevzuatına göre verilen para cezası) tahsili amacıyla kamu gücüne da­yalı, resen ve tek yanlı olarak tesis edilen haciz işlemi, idari bir işlem niteli­ğini taşımakta olup, haciz işleminin kaldırılması istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesi kapsamında görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.12.2009 gün ve E:2009/347 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/71

KARAR NO     : 2010/216

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Sürücü belgesine haksız yere el konulduğundan bahisle, uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : O. S.

Vekili                  : Av. R. A.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı

Vekili                  : Av. R. A.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 03.01.2006 günü, sevk ve idaresinde bulunan 31 F 2371 plakalı araç ile Siverek- Diyarbakır karayolunda seyir halinde iken, Siverek Trafik Müdürlüğüne bağlı Trafik Polisleri tarafından durdurulduğunu, ehliyetine el konulduğunu, ehliyetsiz araç kullanmak suçundan 600,00YTL idari para cezası kesildiğini; 05.01.2006 günü Diyarbakır C.Başsavcılığına ve Diyarbakır Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne Ehliyetinin iadesi için başvurmasına rağmen müspet sonuç alamadığını; bunun üzerine 06.01.2006 tarihinde Diyarbakır Valiliği Emniyet Müdürlüğüne başvurduğunu ancak talebinin yine reddedildiğini, bu kararın gerekçesine göre; müvekkilinin iptale konu E sınıfı sürücü belgesini 28.04.1989 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden almış olduğunu, ancak müvekkilinin Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.10.1986 tarihli bir ilamı ile mahkûm edildiğinden dolayı, o tarihte yürürlükte bulunan Karayolları Trafik Kanununun 41. maddesinin öngördüğü şartları haiz olmadığının gözden kaçırılmış bulunduğunu; böylece aynı kararın devamına göre müvekkilinin 42545 sicil no.lu sürücü belgesinin Karayolları Trafik Kanununun 119/a maddesi uyarınca geçerliliği haiz bulunmadığı tespit edilerek alıkonulmuş olduğunu; müvekkilinin, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinden 28.04.1995 gün 1995/71 müt. sayılı müteferrik karar ile Memnu Haklarının İadesini almış bulunduğundan dolayı yeniden sürücü belgesi alması için günümüzde geçerli bulunan mevzuat çerçevesinde müracaat edeceğini ve sınavı başarıyla geçmesi halinde diğer gerekli şartları da taşıması halinde yeni bir sürücü belgesi almaya hak kazanabileceğini; başvuruları sonuçsuz kalan müvekkilinin 09.02.2006 tarihinde idarenin işleminin iptali için Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine dava açtığını; dilekçedeki eksiklikler nedeniyle davanın reddedilerek eksiklerin gidermesi için 30 günlük süre tanındığını; bunun ardından açılan davanın Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde 2006/980 Esas no ile kaydedildiğini ancak iş bu davanın görevsizlik nedeniyle reddedilmiş olduğunu; bunun üzerine Trafik Mahkemesi sıfatıyla Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesinde 22.08.2006 tarihinde açılan davanın, 27.09.2006 tarihinde karara bağlandığını ve 2006/2619 Değ.İş. no.lu iş bu karar ile sürücü belgesinin müvekkiline iadesine karar verildiğini; müvekkilinin, sürücü belgesinin alıkonulduğu 03.01.2006 tarihine kadar SUNTAŞ Şti. adlı şirket bünyesinde uluslar arası tır şoförü olarak çalışmış olduğunu ancak, sürücü belgesinin alıkonulması ile birlikte mevcut işinde çalışmayı sürdürme olanağının ortadan kalktığını, Şirket tarafından işine son verildiğini ve kendisi ile bakmakla yükümlü olduğu ailesinin geçimini sağlayamayacak hale geldiğini; müvekkilinin, Diyarbakır 2.İdare Mahkemesinde açtığı 2006/662 E., 2006/980 E. Ve Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinde açtığı 2006/2619 Değ-İş No.lu davaların takibi için taraflarına 1.750,00-YTL vekalet ücreti, Diyarbakır 2.İdare Mahkemesine açtığı iki davada toplam 96,73­ YTL harç ve dava masrafı ödediğini; bu davaların devamı boyunca gerek işinden çıkarılmış olması gerekse bundan kaynaklı ekonomik sıkıntılar nedeniyle çok büyük miktarda elem ve üzüntü duyduğunu, manevi ısdırap çektiğini, sürücü belgesinin haksız alıkonulması işlemi sonucunda alıştığı yaşam standardının çok altında bir hayata maruz bırakıldığını ve bu durumun aile yaşantısına da sirayet ettiğini, idarenin haksız işlemi nedeniyle maddi-manevi zarara uğrayan müvekkilinin zararının tazmininin gerektiğini ileri sürerek, sonuçta; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 6.850,00- YTL maddi ve 10.000,00-YTL manevi zararlarının, dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 23.11.2006 günü adli yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 01.03.2007 gün ve E:2006/583, K:2007/85 sayı ile, davacı vekilinin dava dilekçesi ile duruşmadaki beyanlarını özetledikten sonra; tazminat isteminin idarenin haksız işlemine dayandığı, davanın niteliği itibarı ile idare mahkemesinin görev alanına girdiğinin iddia edildiği, davanın görev alanından reddinin savunmuş olduğu, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/b md. uyarınca idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davalarının idare mahkemesinin görev alanına girdiği; iş bu davanın idarenin haksız işlemine dayalı tazminat istemine dayandığı gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle 29.3.2007 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 1. İDARE MAHKEMESİ; 01.03.2010 gün ve E: 2007/317 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 'Genel Kanun Niteliği' başlıklı 3. maddesinde, bu Kanunun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde; diğer genel hükümlerinin ise, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı hükmü; 'Başvuru Yolu' başlıklı 27.maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmünün yer aldığı, sonuç itibariyle; ehliyetin geri alınmasına ilişkin işleme karşı açılan dava Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesinin 27.09.2006 tarih 2006-2619 sayılı kararıyla sonuçlandırıldığına göre, bu işlem sebebiyle uğranılan zararın tazminine yönelik işbu davanın da işlemi iptal eden adli yargı merciince incelenmesinin gerektiği; açıklanan nedenlerle adli yargının görev alanına giren davada, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle adli yargı yerince verilmiş ve kesinleşmiş görev ret kararı bulunduğundan, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre: İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının ehliyetine haksız yere el konulduğundan bahisle, uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, ”Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; Kanunun Beşinci kısmında Sürücü Belgeleri ve Sürücüler başlığı altındaki 36. maddede, motorlu araçların sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesinin yasak olduğu, 38. ve 39. maddelerde sürücü belgesi sınıfları ve belgelere ait esasların belirlendiği, İçişleri Bakanlığınca, trafik güvenliği nedeniyle gerekli görüldüğünde değiştirilmesinin zorunlu olduğu, zorunluluğa uymayan sürücülerin araç kullanmaktan men edileceği, bunun usul ve esaslarının Bakanlıkça çıkarılacak Yönetmelikte belirleneceği öngörülmüş; davacının sürücü belgesini aldığı 1989 tarihinde yürürlükte bulunan “Sürücü Adaylarında Aranacak Şartlar” başlıklı 41. maddenin (e) bendinde;

 Sürücü belgesi alacaklarda aşağıdaki şartlar aranır.

(…)
e) Hükümlü olmama şartları:
Sürücü belgesi alacak olanların afla ortadan kaldırılmış olsa bile;

1. Türk Ceza Kanununun; 403, 404, 414, 415, 416/1-2, 418/1, 435, 436 ve (50, 51/2, 461/son veya 462 nci maddelerinden biri ile beraber uygulanmadığı hallerde) 448-450 nci, veya ayrıca, 491, 492, 493, 495-499, 503, 504, 505, 506, 508, 509 ve 510 uncu maddelerindeki suçlardan hüküm giymemiş olmaları,

2. Aynı Kanunun 416/3, 429, 430, 431, 432 ve (50, 51/2, 461/son veya 462 nci maddeleri ile beraber uygulanmış) 448-450, 500, 512, 572/2 nci maddelerinde yazılı suçlardan birden fazla hüküm giymemiş olmaları,

(…)

Zorunludur.” hükmüne yer verilmiştir.

[Aynı bendin yeni hali ise şöyledir: (Değişik bent: 17/10/1996 - 4199/18 md.) Hükümlü olmama şartları:

Türk Ceza Kanununun 403, 404 üncü maddeleri ile 572/2-3 maddelerinden ikiden fazla ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanunun 28 ve 29 uncu maddeleri, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin 3 üncü ve takip eden fıkralarındaki suçlardan hüküm giymemiş olmaları,]

Anılan Yasanın 42. maddesinde sınavlar ve belgelerin verilme esasları; 45.maddesinde, sağlık şartlarında sonradan meydana gelen değişiklikler ile sahte olan, hile ile alınan veya şartlarına uygun olmadan verilen sürücü belgelerinin geri alınacağı belirtilmiştir.

Yasanın Adli kovuşturma ve Cezaların Uygulaması başlıklı Dokuzuncu Kısımda düzenlenen 112. maddenin ilk paragrafında da; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bu kanundaki hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan yine, davacının sürücü belgesini aldığı tarihte yürürlükte bulunan “İşlenen Suçlar Nedeniyle Sürücü Belgelerinin Geri Alınması ve Yerine Getirilmesi” başlığını taşıyan 119. Maddesinin birinci fıkrasında; Sürücü belgeleri, belge alındıktan sonra bu Kanunun 41 inci maddesinin (e) bendinin bir numaralı alt bendindeki suçlardan biri ile mahkumiyet veya iki numaralı alt bendinde yazılı suçlardan birinden mükerrer olarak veya birden fazlasıyla aynı anda veya değişik tarihlerde mahkumiyet halinde süresiz geri alınır.” denilmiştir.

[Aynı maddenin yeni hali ise şöyledir: “(Değişik fıkra: 17.10.1996 - 4199/38 md.) Sürücü belgeleri, belge alındıktan sonra bu Kanunun 41 inci maddesinin (e) bendinde yazılı suçlardan biri ile mahkumiyet halinde süresiz geri alınır.

Diğer cürümlerden mahkumiyeti halinde, mahkemece ceza süresini geçmemek üzere geçici olarak sürücü belgelerinin geri alınmasına da karar verilebilir.

Geçici olarak sürücü belgesinin geri alınması hürriyeti bağlayıcı ceza hükümlerinin infazından sonra yerine getirilir.”]

Bu düzenlemelere göre; sürücü belgesi alma koşullarından olan, 41.maddedeki suçlardan mahkûmiyet halinde, idarece ilgiliye sürücü belgesi verilmeyeceği; 45. madde uyarınca, koşullara uyulmadan verildiği tespit edilen belgenin idarece geri alınacağı; 112. maddede belirtilen “sulh ceza mahkemesi”nin yetkili kılındığı davaların, Yasada öngörülen ve ehliyetin süresiz geri alınmasını gerektiren ceza davalarına ilişkin bulunduğu; 119. maddede ehliyetin süresiz geri alınmasının, 41. maddenin (e) bendinde belirtilen ve Türk Ceza Kanununda yer alan suçlardan mahkûmiyet halinde söz konusu olduğu; cürümlerden mahkumiyet halinde ise, mahkemece ceza süresini geçmemek üzere sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasına karar verilebileceği açıktır.

İncelenen olayda, 28.04.1989 tarihli E sınıfı sürücü belgesi sahibi olan davacının, Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.10.1986 gün ve E:1984/822, K:1986/630 sayılı kararıyla, 765 sayılı (Mülga) Türk Ceza Kanununun 491/2-son maddesi gereğince cezalandırıldığı, Mahkeme kararında sürücü belgesine ilişkin hüküm bulunmadığı, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince 28.04.1995 gün 1995/71 müt. Sayı ile davacının memnu haklarının iadesine karar verildiği; davalı idarece, 30.10.1986 tarihli Mahkeme kararı ile mahkûm edildiğinden dolayı davacının ilgili tarihte yürürlükte bulunan Karayolları Trafik Kanununun 41. maddesinin öngördüğü şartları taşımadığının anlaşıldığı ve 42545 sicil no.lu sürücü belgesinin, 2918 sayılı Kanunun 119/a maddesi uyarınca geçerliliğinin bulunmadığının tespit edildiğinden bahisle belge kayıtlarına daimi iptal şerhi istenildiği, trafik kontrolünde yapılan bilgisayar sorgulaması sonucu 3.1.2006 tarihinde belgeye el konulduğu; idarece, davacının yeniden sürücü belgesi alması için, günümüzde geçerli bulunan mevzuat çerçevesinde müracaat etmesi ve sınavı başarıyla geçmesi halinde diğer gerekli şartları da taşıması halinde yeni bir sürücü belgesi almaya hak kazanabileceğinin ifade edildiği; el koyma işlemine karşı Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesine yapılan itiraz üzerine anılan Mahkemenin 27.09.2006 tarih 2006-2619 değişik iş sayılı kararıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 28/8-b maddesi gereğince hukuka aykırı olması nedeniyle idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verildiği, bu karar üzerine, davacı vekili tarafından; idarece müvekkilinin ehliyetine haksız yere el konulması nedeniyle çalıştığı şirketteki işinden çıkarıldığı, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu ailesinin geçimini sağlayamadığı, açtığı davalarda yargılama gideri ve vekalet ücreti ödemek zorunda kaldığı belirtilerek, idarenin haksız işlemi nedeniyle uğranılan 6.850,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi zararın tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Belirtilen duruma göre, idarenin, görev alanına ilişkin düzenleme yetkisi kapsamında, kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olarak tesis ettiği idari işlem sonucunda uğranıldığı iddia edilen zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Diyarbakır 1.İdare Mahkemesi’nce 01.03.2010 gün ve E:2007/317 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/89

KARAR NO     : 2010/218

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Jandarma Erin adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle yakınlarınca uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözüm­lenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- R. B.

                             2- Ş. B.

                             3- E. B.

                             4- M. B.

                             5- H. B.

Vekili                  : Av. A. M.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı (Jandarma Genel Komutanlığı)

Vekili                  : Hazine Avukatı C. Y.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde, Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda görevli J. Er F. B.’un 31.7.2008 tarihinde adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybettiğini, görev esnasında meydana gelen ölüm nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nca merhum F. B.'un vazife malulü sayılmasına karar verildiğini, ayrıca Komutanlığınca şehadetname düzenlendiğini, müteveffa J. Er F. B.’un kaza yapan araçta yolcu konumunda bulunduğunu, olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığını ileri sürerek baba R. ve anne Ş. için 35.000’er, E., M. ve H. için 25.000’er TL olmak üzere toplam 145.000 TL manevi tazminata; davacılar M., E. ve H. için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000’er TL olmak üzere toplam 30.000 TL destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesine, hükmedilecek tazminatlara kaza tarihinden itibaren faiz işletilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın askeri idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 11.11.2009 gün ve E:2009/290 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacılar vekili tarafından İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat istemli davanın görüldüğü Ankara 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde davalı vekili (Hazine Avukatı) tarafından davaya cevap dilekçesi ile görev yönünden itirazda bulunularak davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğunun ileri sürüldüğü, anılan Mahkeme tarafından 11.11.2009 tarihli oturumda söz konusu görev itirazının reddine karar verildiği, bu karara karşı davalı İçişleri Bakanlığı vekili tarafından 16.11.2009 tarihli dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulduğu ve Ankara 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından ilgili evrak örneklerinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma hakkında düşünce bildirilmesi amacıyla (önce sehven Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesi ve bu Makam tarafından da dosyanın iadesi üzerine) Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, davanın, davacılardan R. B. ile Ş. B.’un evladı ve diğer davacıların kardeşi olan F. B.’un İstanbul Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda J. Er olarak askerlik hizmetini yaptığı sırada 31.07.2008 tarihinde görev amacıyla içinde bulunduğu askeri aracın devrilerek kaza yapması sonucu vefat etmesine bağlı olarak davacılar tarafından talep edilen maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun düzenlendiği, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği, ancak, dava konusunu oluşturan zararın davalı idareye ait aracın trafik kazası yapması sonucu meydana gelmiş olması nedeniyle görevli yargı yeri açısından Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin irdelenmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, "İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu" başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85'inci maddesinin değişik birinci fıkrasının, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" ve değişik beşinci fıkrasının, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükümlerini taşıdığı; aynı kısmın "Özel Durumlar" başlıklı üçüncü bölümünün Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106’ncı maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, 2918 sayılı Kanun’un 85'inci maddesinden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, -kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın- "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106'ncı madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının da 85'inci maddede tarif edilen işleten gibi hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85'inci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal bulunduğu, nitekim Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85'inci madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı(Bkz.:Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 20.11.2000 tarih ve E.:2000/20, K.:2000/47 sayılı kararı), Anayasa'nın 157'nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1972 günlü ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20'nci maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın 20'nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması", eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikte idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamanın olanaklı olduğu, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, olayda, davalı idareye ait aracın tahsis edildiği görevin veya hizmetin yürütülmesi sırasında araçta yolcu olarak bulunan davacılar yakının, meydana gelen trafik kazası sonucu ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idare tarafından tazmin edilmesi istenildiği anlaşılmakla, zararın askeri bir görevin, hizmetin yürütülmesi sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada, idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği ve dolayısıyla AYİM'in görevli olduğu, bu nedenlerle; 2247 sayılı Kanun’un 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna karar verilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı Ş. B. ve arkadaşları vekili tarafından davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/290 Esas sayılı tazminat davasında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/89 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacıların yakını olan F. B.'un, İstanbul Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda J. Er olarak askerlik hizmetini yaptığı sırada 31.7.2008 tarihinde görev nedeniyle içinde bulunduğu askeri aracın devrilmesi sonucu vefat etmesi sonucunda; davacılar vekili tarafından maddi ve manevi tazminatın idare tarafından ödenmesine karar verilmesi için Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasının, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" ve değişik beşinci fıkrasının, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükümlerini taşıdığı; 106. maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, davada, yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğu hususuna gelince: Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği; 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması"nın, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlanın olanaklı olduğu, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, olayda, askeri aracının tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan askerin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli bulunduğu, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 7.7.2008 gün ve E:2007/518, K:2008/191 sayılı kararında görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucu meydana gelen ölümlü kaza nedeniyle idare aleyhine açılan tazminat davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurulduğu, bu nedenle; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/290 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile AYİM Savcısı Süalp TANYEL’in davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda görevli J. Erin 31.7.2008 tarihinde adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle yakınları tarafından maddi ve manevi tazminatın faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde de, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmü yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri araçta bulunan jandarma erinin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’e ait olduğundan, AYİM Başsavcısı’nın başvurusunun kabulüyle, Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısı’nca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.11.2009 gün ve E:2009/290 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/101

KARAR NO     : 2010/220

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı tarafından Birlik Tüzüğünün 47. maddesi uyarınca çıkarılan Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği’ne aykırı olarak arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. Ç.

Vekili                  : Av. N. B.

Davalı                 : Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı

Vekili                  : Köseoğlu Eröz Kurtuluş Av.Ort.

O L A Y : Aydın İli Söke Sulama Birliği Başkanlığı’nın 26.11.2008 gün ve 2008-110 sayılı Birlik Encümen kararı ile, 6.8.2008 tarihinde Birlik görevlilerince tutulan tutanakta H. Ç.’ın arazilerine üçüncü suyu izinsiz olarak aldığının tespit edildiğinden bahisle 4.6.2008 tarihli Meclis kararı ve buna istinaden aynı tarihli Encümen kararı gereğince 5.600 YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SÖKE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.2.2009 gün ve D. İş:2008/374, D.İş K:2008/374 sayı ile, başvuru sahibi Halit Çam vekili Av. Nilgün Bütün'ün başvuru talebinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince idari yaptırım kararının hukuka uygun olmaması nedeniyle kabulü ile; başvuru sahibi hakkında Söke Sulama Birliği Başkanlığı tarafından düzenlenen 26.11.2008 tarih ve 2008/110 sayılı 5.600 TL tutarındaki idari para cezasına ilişkin Birlik Encümen Kararının hukuka aykırı olması nedeniyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince iptaline karar vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ; 2.3.2009 gün ve D. İş:2009/160 sayı ile, Anayasa'nın "Mahalli idareler" başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, "Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir..." kuralına yer verildiği; mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 133. maddesinde, "Belde ve köyler, vilayet idarei hususiyeleri kendilerine kanunlarla verilen mecburi veya ihtiyari vazifelerin bir veya bir kaçını müşterek tesisat ve idare ile ifa için birlik tesis edebilirler" hükmünün yer aldığı ve aynı Yasanın 138. maddesinde ise, "Birlikler hükmi şahsiyeti haiz amme müesseseleridir. Vazifelerini ifa ettikleri mahalli idarelerin bu vezaifi ifa hususunda haiz oldukları hukuk ve salahiyeti haizdirler... " denildiği; işlemin tesisinden sonra yürürlüğe giren 26.5.2005 tarih ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu'nun 3. maddesinde; Mahalli idare birliğinin, "Birden fazla mahalli idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi" şeklinde tanımlandığı; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağının ifade edildiği; 5. maddesinde de, Tüzüğün kabul edilmesi koşullarının ve tüzükte yer alacak hususların belirlendiği, Söke Ovası Sulama Birliği’nin, anılan yasal düzenlemelere göre kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olduğu, itiraz konusu olayda Birlik Tüzüğünün 47. maddesi, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin f fıkrası, 4.6.2008 tarihli Birlik meclisi ve Birlik encümeni kararlarına istinaden Halit Çam adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirdiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddelerinden söz ederek, başvuruya konu izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesi işleminin kanundan kaynaklanmayıp, Birlik tüzük ve yönetmeliği ile Birlik meclis ve encümen kararlarına istinaden tesis edildiği, Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddeleri karşısında, söz konusu izinsiz su alma eyleminin kabahat, tesis edilen işlemin de idari yaptırım niteliğinde olmadığı, bununla birlikte, söz konusu işlemin, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olan Söke Ovası Sulama Birliği tarafından kamu gücüne dayanılarak resen ve tek yanlı olarak tesis edilmesi, keza Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğünün 35. maddesinde, birlik gelirlerinin tahsilatında belediyelerde uygulanan formlar, makbuzlar ve usulün uygulanacağının, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 3. maddesinin C bendinin 1 fıkrası uyarınca birlik alacaklarının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edileceğinin belirtilmiş olması karşısında, bir idari işlem niteliğinde olduğu, bu nedenle, Söke Ovası Sulama Birliğince Halit Çam adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesinden doğan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümü gerekmekle bu hususta idari yargı yerlerinin görevli bulunduğunun anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.11.2004 tarih ve 2004/47-71 E,K ve 5.2.2007 tarih ve 2006/214 Esas, 2007/8 Karar sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, tüm bu nedenlerle itiraz eden Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı vekilinin itirazının bu yönüyle haklı görülerek Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/374 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Halit Çam’ın iptalini talep ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle itirazın kabulü ile, Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/374 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Halit Çam’ın itiraz ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 15.4.2009 gün ve E:2009/324, K:2009/927 sayı ile, görevsizlik kararı vermiş; bu kararın, AYDIN BÖLGE İDARE MAHKEMESİ’nin 28.10.2009 gün ve E:2009/1201, K:2009/1277 sayılı kararı ile, davayı görev yönünden reddetmeden önce 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. madde hükmü uyarınca dosyanın ara kararı ile Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesinin icap ettiği gerekçesiyle bozulması üzerine bozma kararına uyan AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 12.2.2010 gün ve E:2009/1803 sayı ile, davacı H. Ç. vekili Av. N. B. tarafından, davacıya izinsiz olarak su kullandığından bahisle 5.600 TL idari para cezası verilmesine ilişkin 26.11.2008 tarih ve 2008/110 sayılı Söke Ovası Sulama Birliği Encümeni kararının iptali istemiyle Söke Ovası Sulama Birliği'ne karşı dava açıldığı, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki Kanun'un 8. maddesinde, Bölge İdare Mahkemelerinin yargı çevrelerindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hakim tarafından verilen kararları itiraz üzerine inceleyeceği ve kesin olarak hükme bağlayacağının düzenlendiği, dava dosyasının incelenmesinden; davacıya ait S2-Y5 D12'sinde bulunan 316 parselde 17,8 dönüm ve 753 parselde 51 dönümlük arazinin III. suyunun izinsiz olarak yapıldığının 6.8.2008 tarih ve 2165 sayılı tutanak ile yapılan tespite dayanılarak Söke Ovası Sulama Birliği Encümeni’nin 26.11.2008 tarih ve 2008/11 sayılı kararı ile, davacıya, 5.600 TL idari para cezası verildiği, bu Encümen kararının iptali istemiyle Söke Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, 10.2.2009 tarih ve 2008/374 D. İş nolu karar ile, davanın kabulüne ve Encümen kararının iptaline karar verildiği, davalı idare tarafından yapılan itiraz üzerine Söke Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2.3.2009 tarih ve 2009/160 D.İş nolu kararı ile Sulh Ceza Mahkemesi kararının kaldırılarak kesinleşmesi üzerine davacı tarafından uyuşmazlık konusu idari para cezası verilmesine ilişkin Encümen kararının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; Mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği'nin "Ceza Hükümleri" başlıklı 5. maddesinin (f) bendinde; "Sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 TL'den 2.000 TL'ye kadar para cezası kesileceği" hükmüne, (g) bendinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik Encümeninin yetkili olduğu" hükmüne yer verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, dava konusu uyuşmazlığın tesis edildiği tarih itibariyle dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak olan Mahalli İdareler Birliği Kanunu, Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü ve Yönetmeliğinde idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hükmün bulunmadığı, bu durumda, olayda görevli yargı merciinin toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolunu ve idari yaptırım karalarının yerine getirilmesine ilişkin esasları düzenleyen bir Kanun olan Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca belirlenmesi gerektiği, anılan Kanunun 3. maddesinde de, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının açık olarak düzenlendiği ve idari para cezası, mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılacağı düzenlemesine yer verildiği, bu durumda; idari para cezası verilmesine ilişkin Encümen kararına ilişkin uyuşmazlığa uygulanacak ilgili mevzuatta idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması nedeniyle, kabahatler hakkında uygulanacak genel kanun olan Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağına ilişkin hükmü dikkate alındığında, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmadığı, sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelenmesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, idari yargı dosya örneği ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davalı Birlik tarafından, Birlik Tüzüğünün 47. ve Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin (f) bendine aykırı olarak, arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, “Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir…” kuralına yer verilmiştir.

11/06/2005 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/5/2005 tarih ve 5355 sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, Kanunun amacının; mahallî idare birliklerinin hukukî statüsünü, kuruluşunu, organlarını, yönetimini, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usûl ve esaslarını düzenlemek olduğu açıklanmış, 3. maddesinde; Mahallî idare birliği, “Birden fazla mahallî idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi” şeklinde tanımlanmış; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağı; 5. maddesinde, Tüzüğün kabul edilmesi, onaylanması, kesinleşmesi ile Birlik tüzüğünde bulunması zorunlu hususların neler olduğu belirtilmiş; 13. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde; “Kanunlarda öngörülen cezaları vermek” Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında sayılmış; maddenin son fıkrasında; Birlik encümeninin toplantıları, kararları ile çalışma esas ve usûlleri hakkında bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, Belediye Kanununun belediye encümenine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir.

Dava konusu işlemin dayanakları olarak gösterilen; “Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü”nün 1. maddesinde, Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip olduğu; 25. maddesinin birinci fıkrasının 7. bendinde, kanunlar, ilgili diğer mevzuat ve Birlik Meclisi kararlarıyla öngörülen cezaları uygulamanın, Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında olduğu; 47. maddesinde ise, bu tüzüğün uygulanmasına ilişkin esasların yönetmeliklerle düzenleneceği belirtilmiş; Tüzüğün, sulama suyu ücretlerini zamanında ödemeyen mükellefler hakkında alacak takibinin Borçlar Kanunu ve İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağına ilişkin 35. maddesine karşılık; Birlik Tüzüğüne istinaden hazırlanan “Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği”nin “Tahsilat İşlemleri” başlıklı 3-C maddesindeki farklı bentlerde; süresinde ödenmeyen sulama suyu ücretlerindeki gecikme faizlerinde, diğer alacakların tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı açıklanmış; Yönetmeliğin, “Ceza Hükümleri” başlığını taşıyan 5. maddesinin (f) bendinde; sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 YTL’den 2.000 YTL’ye kadar para cezası verileceği belirtilmiş; 6. maddesinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik encümeninin yetkili olduğu hükmü yer almıştır.

Anılan düzenlemelerde, davalı Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip yerel yönetim birimi olduğu kuşkusuzdur. Birlik Tüzüğünde, Birlik gelirlerinin takip ve tahsil usulünün Borçlar ile İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağı; Yönetmelikte ise, alacakların tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağının öngörülmesine karşılık; mevzuat hükümlerinde, para cezasına itiraz konusunda kanun yoluna ilişkin bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, dava konusu işlemin dayanağı olarak gösterilen mevzuatta idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran Söke Ağır Ceza Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ’nin 2.3.2009 gün ve D. İş:2009/160 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/120

KARAR NO     : 2010/222

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : AKS Televizyon Rekl. ve Film. San. ve Tic. A.Ş.

Vekilleri              : Av. D. K., Av. A. K., Av. B. T.

Davalı                 : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (Tük. ve Rek. Korunması Gn. Müd.lüğü)

O L A Y             : Davacı Şirkete ait Show TV logosuyla yayın yapan televizyon kanalında yayımlanan, “Aklımı seveyim aklımı” başlıklı reklamda, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanunla değişik 16. maddesine aykırılık olduğu nedeniyle, Reklâm Kurulunca, 12.04.2005 tarih ve 115 sayılı karar ile davacı Şirkete, anılan Yasa’nın 17. ve 25/8. maddeleri uyarınca idari para ve durdurma cezaları verilmiş; Bakanlık Makamının 29.04.2005 tarih ve 97 sayılı onayıyla uygun bulunan ve 24.05.2005 tarih ve 12471 sayılı yazı ile tebliğ edilen bu işlem sonrasında, davacı şirket vekili; yayın ilkelerine ve 4077 sayılı yasaya aykırı reklam yayınladığı gerekçesi ile 44,975 YTL para cezası verilmesine ilişkin 12.05.2005 tarih ve 115 sayılı işlem ile bu işlemin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca onaylanmasına ilişkin 29.04.2005 tarih ve 97 sayılı işlemin iptali istemiyle 12.8.2005 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ: 28.11.2005 gün ve E: 2005/1669, K: 2005/1849 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1. maddesinde, Bu Kanunda; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; a) kabahatlere ilişkin genel ilkeler, b) kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları, c) kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, d) idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu, e) idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmış olup, 2. maddesinde, "Kabahat" deyiminden; Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılacağı, 3. maddesinde, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 116. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; anılan Kanun'un "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir" hükmü; Geçici 2. maddesinde, "bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz" hükmü; Geçici 3. maddesinde ise, “daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27. madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabilir" hükmünün yer almış bulunduğu; anılan Kanun'a 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle eklenen Ek 1. maddesinde, "4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklıdır" hükmü ile Vergi Usul Kanunu'nda vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin dışındaki diğer kanunlarda öngörülen tüm idari para cezaları hakkında, bu Kanun'un genel hükümleri kısmında başvuru yolunun düzenlendiği 27. maddesinin uygulanacağının anlaşılmakta olduğu; dosyanın incelenmesinden, davacı şirkete yayın ilkelerine ve 4077 sayılı Yasaya aykırı reklam yayınladığından bahisle 44.975 YTL idari para cezası verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta olup, söz konusu fiilin kabahat tanımı içinde yer aldığı, anılan Kanunun 3. maddesinde bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı ve Kanun'un genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde de idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının açıkça belirtildiği dikkate alındığında dava konusu uyuşmazlığın çözümünün, adli yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanun'un 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden davanın reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı şirket vekili, aynı istemle 10.3.2006 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 12. SULH CEZA MAHKEMESİ: 13.03.2006 gün ve Müt: 2006/315 sayı ile; bilindiği gibi Kabahatler Kanunu 1.Kısımda yer alan Genel Hükümler başlığı altında 4 bölümden meydana gelen yasanın 3.maddesindeki, bu kanunun Genel Hükümlerinin diğer Kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır, amir hükmü karşısında, Kabahatler Kanununun Genel Hükümleri başlığı altında 4. Bölümde yer alan 27. maddesindeki idari yaptırım kararına karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir, hükmünün Kabahatler Yasasının Genel Hükümleri içinde yer aldığının yasadan belli olduğu; Anayasa Mahkemesinin 01/03/2006 tarihinde aldığı kararla Kabahatler Yasasının 3.maddesini iptal ederek yasama organına yasal düzenleme yapması konusunda süre verdiği haricen öğrenildikten sonra yapılan değerlendirmede; Kabahatler Kanununun Genel Hükümleri başlığı altında yer alan 3. maddede, bu kanunun Genel Hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır, hükmünün de iptal edildiği gerçeği karşısında, özel yasalardan idari yaptırım kararına karşı idare mahkemesini görevli kılan yasa hükümlerinin herhangi bir yasaca iptal edilmemesi halinde halen yürürlükte oldukları ve dolayısıyla özel yasalardaki idari yaptırım kararına karşı başvuru yolunun İdare Mahkemesinin gösterilmesi nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin de Kabahatler Yasasının 3.maddesini iptal etmesi karşısında yeniden yapılan değerlendirme sonucunda; Mahkemelerin görevlerinin CMK 3.md'nce yasayla belirleneceği, Kabahatler Yasasının genel bir yasa olduğu, 3.md'nde bu yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağını öngörmüşse de, 3.md'nin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi karşısında kural olarak yasaların uygulanmasında özel yasaların öncelikli olduğu ilke olduğundan ve 4822 Sayılı Yasanın uygulanmasından dolayı verilen idari para cezalarına karşı aynı yasaya göre tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir olarak itiraz merciini açıkça göstermesi karşısında, tahakkuk ettirilen idari para cezasının idarenin kamu gücünü kullanarak yaptığı bir işlem olduğu ve bu işlemlere karşı idari yargı denetiminin dışında tutulmasının Anayasa Mahkemesince sakıncalı bulunduğuna dair sayısız kararların bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz Ankara 10.Ağır Ceza Mahkemesinin 22.3.2010 gün ve D.İş.No:2010/456 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, aynı Yasanın 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 25. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 477. maddesiyle 26. maddesi değiştirilerek, “25 inci maddenin birinci, dördüncü, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu fıkralarındaki idarî yaptırımlara Bakanlık tarafından, diğer fıkralarındaki idarî para cezalarına mahallî mülkî amir tarafından karar verilir.

Bu yaptırımlara ilişkin kararlar, kararı veren makam tarafından yedi gün içerisinde ilgilinin mensup olduğu meslek kuruluşuna bildirilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulur. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz” denilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde,

" (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077 sayılı Yasa’nın 16. ve 25. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasanın 26. maddesine göre idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 3. İdare Mahkemesi’nce verilen 28.11.2005 gün ve E:2005/1669, K:2005/1849 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/124

KARAR NO     : 2010/223

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezası kararına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. V. H.

Vekilleri              : Av. A. Ş. - Av. T. Ç.

Davalı                 : İstanbul Valiliği

O L A Y : Davacıya 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’a muhalefet ettiğinden bahisle İstanbul Valiliği İl Spor Güvenlik Kurulu'nun 25.3.2009 tarih ve 2008/2009-64 sayılı kararı ile 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve 1650 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, cezaya karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 7.9.2009 gün ve D.İş:2009/819, K:2009/1784 sayı ile, İstanbul Valiliği İl Spor Güvenlik Kurulu'nun 25.3.2009 tarih ve 2008/2009-64 sayılı kararına süresi içinde itiraz edildiğinden, itiraz dilekçesi ve ekli dosyadaki belgelerin incelendiği, itiraz edene idari para cezası yanında spor müsabakalarını seyirden men cezası verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için bir meslek veya sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat ve ehliyetin geri alınması, araçların trafikten ve seyirden alıkonulması gibi yaptırımlara ilişkin ilgili kanunlarda değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır hükmü karşısında verilen spor müsabakalarını seyirden men cezasının idari ceza niteliği taşıması nedeniyle ki bu gibi yaptırımlar cümlesinden de anlaşıldığından, bu tür yaptırımların uygulanması durumunda eylemlere uygulanan yaptırımlara yönelik idari yargıya müracaat edilmesinin gerektiği, madde metni gerekçesi ve tüm dosya kapsamı ve aynı Yasanın 27/8 maddesi gereğince aynı kişi ile ilgili idari yargının görev alanına giren karar var ise hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebi ile birlikte idari yaptırıma karşı da idari yargı merciine başvurulması gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle kesin olarak görevsizlik kararı vermiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 28.12.2009 gün ve E:2009/2145, K:2009/2314 sayı ile, davanın, 5149 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen 6 ay seyirden men ve 1.650 TL tutarındaki idari yaptırıma ilişkin 25.3.2009 günlü, 2008/2009-64 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif maddelerinden söz ederek, idari yaptırımın; idari para cezası, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve diğer kanunlarda yer alan idari tedbirlerin olduğu, bu idari yaptırım kararlarına karşı özel kanunlarında aksine hüküm bulunmaması halinde sulh ceza mahkemeleri nezdinde başvuruda bulunulabileceği, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; bu işlemlerin iptalleri talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin hükme bağlandığı, dava dosyasının incelenmesinden; davacıya 5149 sayılı Kanun uyarınca dava konusu 6 ay seyirden men ve 1.650 TL idari para cezasının verildiği, 5149 sayılı Kanun’un 28. maddesinin 2. fıkrasındaki, "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. İdari para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur" hükmünün, 8.2.2008 yürürlük tarihli 5728 sayılı Kanun’un 537. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığının anlaşıldığı, bu durumda, dava konusu idari yaptırım kararına yapılan itirazların görüm ve çözümüne ilişkin özel bir düzenleme bulunmadığından, dava konusu idari yaptırım Kabahatler Kanunu kapsamında olduğundan, görüm ve çözümünün 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yukarıda yer alan hükümleri uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5149 sayılı Kanun’a göre verilen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir” denilmiş; 28. maddesinde ise, bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında spor güvenlik kurulunun re'sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verileceği, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 537. maddesiyle,Bu Kanuna aykırı eylemlerde bulunanlar hakkında büyükşehir ve il belediye sınırları içinde il spor güvenlik kurulunun, bunun dışındaki yerlerde ilçe spor güvenlik kurulunun re’sen veya kendisine gelen şikâyet ve ihbarlar üzerine yapacağı inceleme sonucunda mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından ilgili hakkında bu Kanundaki idarî para cezaları veya tedbirlerin uygulanmasına karar verilir.

Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî para cezalarından tahsil edilen miktarın tamamı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hesabına aktarılır. Bu paralar Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılacak yönetmelik esaslarına göre yüzde ellisi Engelliler Spor Federasyonu ile engelliler kulüp ve faaliyetlerine, yüzde ellisi ise fair play kurallarına uygun hareket eden amatör spor kulüpleri ile okul sporlarının geliştirilmesine ayrılır.

Bu Kanunda belirtilen yasaklara uymayan kişilerin kimlik bilgileri, müsabakanın veya eylemin yapıldığı mahallin emniyet birimlerince fotoğraflı olarak kaydedilir ve bu kayıtlardaki kişiler takibe alınır” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da söz konusu idari yaptırımlara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; 16. maddesinde, “(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir.

(2) İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir”; 19. maddesinde, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

Gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden olduğu, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da bu idari yaptırımlara karşı itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 7.9.2009 gün ve D.İş:2009/819, K:2009/1784 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/131

KARAR NO     : 2010/225

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali ve davalının %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ankara Anonim Türk Sigorta Şirketi

Vekili                  : Av. S. Ö.

Davalı                 : İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. N. K.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, 19.6.2007 tarihinde davacı şirket nezdinde kasko sigortası bulunan 35 DJB 88 plakalı aracın, davalı Kurumun sorumluluğunda bulunan Evka-1 1202/9 sokaktaki logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığını, hasarın ihbarına rağmen davalının verdiği hasarı kabul etmediğini, Şehit Coşkun Erçin Karakol Amirliği tarafından kaza ve hasarın tutanak altına alındığını, araçta oluşan hasarın tespit edildiğini, borçlunun ödenmeyen borcu sebebiyle aleyhinde İzmir 18. İcra Müdürlüğü'nün 2008/5314 E sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, ancak, borçlunun işbu takibe itiraz ettiğini, söz konusu itirazın iptali için Mahkemeye başvurma mecburiyetinin doğduğunu ileri sürerek yapılan itirazın İcra ve İflas Kanunu gereğince kaldırılmasına, borçlu aleyhine %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 2.4.2009 gün ve E:2009/71, K:2009/119 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesi ile, 19.6.2007 tarihinde müvekkil şirket nezdinde kasko sigortası bulunan 35 DJB 88 plakalı aracın, davalı Kurumun sorumluluğunda bulunan Evka-1 1202/9 sokaktaki logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığını, hasarın davalıya ihbarına rağmen davalının verdiği hasarı kabul etmediğini, borçlunun ödenmeyen borcu nedeniyle İzmir 18. İcra Müdürlüğü’nün 2008/5314 takip sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, ancak, takibin borçlunun itirazı üzerine durduğunu belirterek tüm bu nedenlerle, icra takibinin devamı ile % 40 inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini istediği, davalı vekilinin savunmasında, davanın, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan davalardan olduğunu, bu nedenle görevli mahkemenin idare mahkemeleri olduğunu, ayrıca davalı idarenin olayın olduğu yerde herhangi bir çalışmasının bulunmadığını, kendilerine bu hususta bir şikayet dahi ulaşmadığını belirterek davanın reddini talep ettiği, dosya kapsamı incelendiğinde; davanın, idarenin kusurlu hizmetinden kaynaklandığı görüldüğünden, bu tür davaların idare mahkemesinde görülmesi gerektiği, davacı iddiasında belirtildiği üzere, davacının aracının logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığından bahisle tazminat davası olup, çarpmanın logar kapağının hatalı yapımından kaynaklandığı ileri sürüldüğünden, olayın davalının hizmet kusuruna ilişkin bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ; 17.3.2010 gün ve E:2010/175, K:2010/329 sayı ile, davanın, davacı şirket nezdinde kasko sigortası bulunan 35 DJB 88 plakalı aracın, davalı Kurumun sorumluluğunda bulunan Evka-1 1202 Sokaktaki logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığını, hasarın ihbarına rağmen davalının verdiği hasarı kabul etmediğini, borçlunun ödenmeyen borcu nedeniyle İzmir 18. İcra Müdürlüğü’nün 2008/5314 takip sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, ancak, takibin borçlunun itirazı üzerine durdurduğunu belirterek, yapılan itirazın İcra İflas Kanunu gereğince iptali ve %40 inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açıldığı, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 3410 sayılı Kanun’un 1. maddesi ve 4577 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değişik 5. maddesinin 1. fıkrasında, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki; iptal davalarını, tam yargı davalarını ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümleyeceğinin hükme bağlandığı, diğer taraftan, 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinin değişik 1. fıkrasında idari dava türleri sayılmakta olup, (a) bendinde, iptal davalarının, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlandığı, ilgililerin idare mahkemesinde iptal davası açabilmeleri için öncelikle ortada idari davaya konu olabilecek bir idari makam veya merci tarafından kamu hukuku alanında tesis edilen ve yürütülmesi zorunlu bir hukuki tasarrufun bulunması gerektiği, öte yandan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun "İtirazın İptali" başlıklı değişik 67. maddesinde, "Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır" hükmünün yer aldığı, olayda, davacı vekili tarafından, davacı şirket nezdinde kasko sigortası bulunan 35 DJB 88 plakalı aracın davalı Kurumun sorumluluğunda bulunan Evka-1 1202 Sokaktaki logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığını, hasarın davalıya ihbarına rağmen davalının verdiği hasarı kabul etmediğini, borçlunun ödenmeyen borcu nedeniyle İzmir 18. İcra Müdürlüğü’nün 2008/5314 takip sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, ancak, takibin borçlunun itirazı üzerine durdurduğunu belirterek, yapılan itirazın İcra İflas Kanunu gereğince kaldırılması ve % 40 inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 17.2.2009 tarihinde İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açıldığı, İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2.4.2009 tarih ve E:2009/71, K:2009/119 sayılı kararıyla, davanın dava yolu bakımından reddine, dosyanın talep edilmesi halinde görevli İzmir İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, davacı vekilinin anılan dosyanın İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmesi yönündeki 26.11.2009 tarihli talebi üzerine, İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce dosyanın 2577 sayılı Yasa’nın 9. maddesindeki usule aykırı olarak İzmir İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderildiği ve dosyanın İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin E:2009/1892 sayılı esasına kaydedildiği, Mahkemelerinin 7.1.2010 tarih ve E:2009/1892, K:2010/5 sayılı kararıyla, "Bu durumda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 9 uncu maddesine göre adli ve askeri yargı yerlerinde açılan davaların görev yönünden reddi üzerine, 2577 sayılı Yasanın 3 üncü maddesine uygun biçimde dava dilekçesi düzenlenip, idari yargıda dava açılması mümkündür. Ancak olayda Asliye Hukuk Mahkemesinin, vermiş olduğu kararla davacıyı yönlendirmiş olması nedeniyle, İdare Mahkemesince, davacı avukatı tarafından, dava dosyasının idari yargı yerine gönderilmesi istemiyle verilen dilekçe esas alınıp, dilekçe ret kararı verilerek, davacıya 2577 sayılı Yasanın 3 üncü maddesine göre dava dilekçesi hazırlama olanağı tanınması hakkaniyete uygun olacaktır. Zira yargı kararı doğrultusunda hareket eden davacının verdiği dilekçenin hiç dikkate alınmaması hak arama özgürlüğünü ağır biçimde zedeleyecektir" gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanun’un 3. maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin aynı Kanunun değişik 15. maddesinin 1/d bendi uyarınca, kararın bildirim tarihinden itibaren otuz gün içinde belirlenen noksanlar tamamlanarak yeniden dava açılmak üzere reddine karar verilmesi üzerine, dava dilekçesinin yenilerek bakılan bu davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, söz konusu bu dava, idari yargı yerlerinde 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesi ve 2576 sayılı Yasa’nın 6. maddesi kapsamına giren idari davalardan biri olmayıp, davacı şirket tarafından İzsu Genel Müdürlüğü aleyhine İcra İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılmış bulunan itirazın iptali ile %40 inkar tazminatına hükmedilmesi istemine ilişkin olduğundan, bu davaya bakma görevinin adli yargı yerlerine ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali ve davalının %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin, değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68., ek 68/a. ve ek 68/b. maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahküm edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Bu durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eylemden dolayı hak ve menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri olmayıp, ilâmsız icra takibine vaki itirazın iptali davası olması karşısında, idari yargının görevine giren bir dava bulunduğundan sözetmek olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle, İcra ve İflâs Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2.4.2009 gün ve E:2009/71, K:2009/119 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/139

KARAR NO     : 2010/226

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Turkish Yatırım A.Ş.

Vekilleri              : Av. G. Y. – Av. Y. Ş.

Davalı                 : Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili                  : Av. G. A.

O L A Y : Sermaye Piyasası Kurulu Karar Organı’nın 28.11.2008 gün ve 31/1214 sayılı kararı ile, SPK’nun 47/A maddesi uyarınca 2007 yılında uygulanan en yüksek idari para cezası meblağı olan 59.182 YTL tutarında idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuş ve ödenen para cezasının iadesini istemiştir.

ŞİŞLİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 30.10.2009 gün ve Müt.:2009/19, Müt. K:2009/19 sayı ile, 28.11.2008 gün ve 31/1214 sayılı idari para cezasına itiraz edildiğini, itiraz edilen ceza tutanağı içeriği incelendiğinde; Sermaye Piyasası Kurulu'nun Seri:V, No:46 Aracılık Faaliyetleri ve Aracı Kuruluşlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ'in, "Faaliyetler süresince uyulması gereken ilkeler" başlıklı 11. maddesinde yer alan kuruluşların "faaliyetlerin yürütülmesi sırasında işin gerektirdiği mesleki dikkat ve özeni göstermeleri, bu doğrultuda gerekli önlemleri almaları gerekir" hükmüne aykırı olarak aracı kurum nezdinde Suzan Akman hesabındaki işlemlere ilişkin gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği ve bu hesaba Kurulun 25.8.2005 ve 34/1066 sayılı kararı ile işlem yasağı getirilmiş olan Ali Akman tarafından emir verilmesinin önlenemediği tespit edilmiştir gerekçesine istinaden "piyasa işleyişini ve güvenini doğrudan olumsuz yönde etkileyen manipülatif işlemlerin işleyişini ve güvenini doğrudan olumsuz yönde etkileyen manipülatif işlemlerin gerçekleştirildiği hususu da dikkate alınarak" bu durum ağırlaştırıcı bir unsur kabul edilerek Sermaye Piyasası Kurulu'nun 47/A maddesi uyarınca en üst sınır olan 59.182.-YTL tutarında idari para cezası verildiğinin ve Yatırımcıları Koruma Fonu tarafından muterize 30.12.2008 tarihinde tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 2008/13 Esas, 2008/355 Karar sayılı ilamı ile; Yatırımcıları Koruma Fonu tarafından düzenlenen idari para cezası bildirim tutanağının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından, itiraz dilekçesi ve itiraza konu işleme ilişkin tüm belgelerin incelendiği, itiraz eden tarafından Mahkemelerine dava açılmış ise de; Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 22.12.2008 tarih ve 2008/13 Esas, 2008/355 Karar sayılı kararında belirttiği üzere, Sermaye Piyasası Kurulu’nca verilen idari para cezasının bildirimi, ödeme zamanı, yöntemi ve kesinleşmesinden sonra ödenmemesi halinde 6183 sayılı Kanun’a göre işlem yapılacağına ilişkin Yatırımcıları Koruma Fonu tarafından düzenlenen idari para cezası bildirim tutanağının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği; bu yönden sulh ceza mahkemesinin görevli olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 14. İDARE MAHKEMESİ; 19.3.2010 gün ve E:2010/314, K:2010/346 sayı ile, davanın; Seri V, No:46 sayılı Aracılık Faaliyetleri ve Aracı Kuruluşlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ'in 11’inci maddesine aykırı davranıldığından bahisle 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 47/A maddesi uyarınca davacı şirkete 59.182 TL idari para cezası verilmesine dair Sermaye Piyasası Kurulu'nun 28/11/2008 gün ve 31/1214 sayılı kararının iptali ile ihtirazi kayıtla ödenen para cezası tutarının yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari para cezaları" başlıklı 47/A maddesinde, "Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişiler hakkında gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından 2 milyar liradan 10 milyar liraya kadar para cezası verilir" düzenlemesinin bulunduğu, fakat bu idari yaptırım kararına karşı yapılacak yargısal başvuru konusunda görevli yargı merciinin idare mahkemeleri ya da idari yargı yerleri olduğuna ilişkin bir hüküm bulunmadığı, Sermaye Piyasası Kurulu'nun bu düzenlemeye istinaden tesis edeceği idari para cezalarına dair kararlarına karşı idari yargı yerlerinin görevli olduğu yönünde başka kanunlarda da herhangi bir düzenleme yapılmadığı, 5326 sayılı Kanun ile 2499 sayılı Kanun'un bu hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; 2499 sayılı Kanun'un 47/A maddesinin, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü fiilin kabahat deyimine girdiği, bu kabahat fiili karşılığında öngörülen idari para cezalarının idari yaptırımın türlerinden biri olduğu, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 2499 sayılı Kanun'a göre verilen idari yaptırım kararlarına karşı açıkça idari yargı yerlerine başvurulabileceği yönünde bir düzenleme bulunmadığından, 5326 sayılı Kanun'un 27/(1) hükmü gereğince bu konuda görevli yargı yerinin sulh ceza mahkemesi olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinde(Ek:15/12/1999 - 4487/26 md.; Değişik: 23/1/2008-5728/373 md.), “Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişilere, gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından onbeşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca beşbin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir.

İdarî para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idarî para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz” hükmü yer almıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, idarî para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 30.10.2009 gün ve Müt.:2009/19, Müt. K:2009/19 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/145

KARAR NO     : 2010/227

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Gerçek kişiler aleyhine açılan davalara idari yargı yerlerinde bakılamayacağı gibi, idari dava niteliğini taşımayan ve İcra ve İflâs Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasına bakma görevinin ADLİ YARGI YERİNE ait olduğu hk.

K A R A R

Davacı                : Yukarı Harran Sulama Birliği Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. B.

Davalı                 : A. Y.

O L A Y             : Yukarı Harran Sulama Birliği Başkanlığı tarafından, tahakkuk ettirilen sulama suyu borcunu ödemediği nedeniyle çiftçi aleyhine, Şanlıurfa 1. İcra Müdürlüğünün E:2007/2456 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatılmış; ancak, borçlunun itirazı üzerine bu takip durmuştur.

Davacı Birlik vekili, itirazın iptali ve %40’tan az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ŞANLIURFA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 09.10.2008 gün ve E:2008/50, K:2008/592 sayı ile; dava dilekçesi, cevap dilekçesi, Şanlıurfa 1.İcra Müdürlüğünün takip dosyası ve dosya içine celp edilen tüm delil ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; Davacının, davalının kendi sulama birliği sahasında kalan arazilerinin ve kiralamış olduğu arazilerde yapmış olduğu tarım sonrası sulama borcundan kaynaklanan alacaklarının ödenmemesi nedeniyle yapılan takibe, davalının yapmış olduğu itirazın iptalini talep ettiği; davaya konu alacağın Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanuna tabi olup, özel hukuk hükümlerine tabi olmadığından HUMK’un 7.maddesi gereğince Mahkemelerinin görevsizliğine; davacının görevli Vergi Mahkemelerinde kararın kesinleştiği tarihten itibaren 30 gün içerisinde dava açmakta muhtariyetine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı Birlik vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Gaziantep Vergi Mahkemesi; 12.05.2009 gün ve E: 2009/750, K: 2009/768 sayı ile, uyuşmazlık konusu istemin; 2576 sayılı Kanun'un 6.maddesinde, vergi mahkemelerinin görevleri arasında sayılan vergi, resim, harç ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelerine ilişkin bulunmaması nedeniyle, davanın görüm ve çözümünde vergi mahkemesinin değil, idare mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca davanın görev yönünden reddine, dosyanın görevli ve yetkili Gaziantep Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

Gaziantep 2.İdare Mahkemesi; 30.09.2009 gün ve E: 2009/940, K: 2009/855 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili olan Şanlıurfa İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

ŞANLIURFA İDARE MAHKEMESİ: 09.03.2010 gün ve E: 2009/2051, K:2010/377 sayı ile; mevzuat hükümleri ile dava konusu itirazın, yapılan takibatın hukuki niteliğinin ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun konuya ilişkin hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; 2004 sayılı Kanunun “İlamsız takip” başlıklı 3. Babı'nda yer alan 42 ila 49. maddelerinde takip usulleri düzenlenmiş; 58. maddesinde, takip talebi üzerine icra dairesince ödeme emri gönderileceği; 62 ila 65. maddelerinde, ödeme emrine ve dolayısıyla takibe yapılacak itirazın süresi, şekli, itiraz sebepleri ve alacaklıya verilecek nüsha ile borçlunun kusuru olmaksızın bir mani sebebi ile müddeti içerisinde takibe itiraz edememiş ise paraya çevirme muameleleri bitinceye kadar takibe itiraz edebileceği; 66. maddesinde, müddeti içerisinde yapılan itirazın takibi durduracağı ve itirazın müddetinde yapılmaması halinde alacaklının talebi üzerine icra memurunun takip muamelelerine alacağın tamamı için devam edeceği belirtilmiş olup; anılan Kanun'un 1. ve 67. maddelerindeki düzenlemelere göre, adli icrada takip hukukuna özgü iptal davasının asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiğinin hüküm altına alınmış bulunduğu; bu bağlamda; her ne kadar davacı sulama birliğinin sulama alacağını adli icra marifetiyle takip etmesi 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 7. maddesine aykırılık teşkil etmekte ise de; bir kamu alacağı olan sulama birliği alacağının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip edilmeyerek, bir özel hukuk alacağı gibi adli icraya başvurulması hususu kamu alacağının mahiyetini değiştirmemekle birlikte, görülmekte olan davanın; takibatın kamu icra hukuku hükümlerine göre değil de özel icra hukuku hükümlerine göre yapılması, davacının takibata yapmış olduğu itirazın idari davaya konu edilecek bir idari işlem niteliğinde olmaması, alacağın mahiyeti ne olursa olsun 2004 sayılı Kanun mucibince adli icradaki itirazın iptali davalarında asliye hukuk mahkemesinin görevli olması nedenleriyle ve (idari sözleşmelerden kaynaklı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklar haricindeki) idari davalarda davanın idare aleyhine açılması gerektiğinden ve görülen davanın da bu nitelikte bir dava olmaması sebebiyle görülmekte olan itirazın iptali ve %40'tan az olmamak üzere İcra inkar tazminatına hükmedilmesi istemli davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı teşkilatı içerisinde yer alan asliye hukuk mahkemesi olduğu sonuç ve kanaatine varılmış olduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin 3/a bendi ve 15. maddesinin 1/a bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:    Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, itirazın iptali ve %40’tan az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında “Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir…” kuralına yer verilmiş; 11/06/2005 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/5/2005 tarih ve 5355 sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, Kanunun amacının; mahallî idare

birliklerinin hukukî statüsünü, kuruluşunu, organlarını, yönetimini, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usûl ve esaslarını düzenlemek olduğu açıklanmış, 3. maddesinde; Mahallî idare birliği, “Birden fazla mahallî idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi” şeklinde tanımlanmış; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağı belirtilmiştir.

Davacı Yukarı Harran Sulama Birliği de anılan yasal düzenlemelere göre kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimidir.

İncelenen uyuşmazlıkta; kamu tüzel kişiliğine sahip, alacaklı konumundaki davacı tarafından, kamu alacağı niteliğindeki bu alacağın kendi memurları eliyle ve 6183 sayılı Yasa’da öngörülen usule göre cebren tahsil edilmesi yerine, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde idari dava türleri arasında sayılan iptal ve tam yargı davalarında, davalı daima idare olduğundan; bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için diğer dava koşullarının yanı sıra ve öncelikle davanın idare aleyhine açılmış olması gerektiğinden, gerçek kişiler aleyhine açılan davalara idari yargı yerlerinde bakılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Öte yandan, ilamsız icra takibinin itiraz nedeniyle durması üzerine açılan takip hukukuna özgü itirazın iptali davasına ilişkin olarak, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesinde; (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır”; Birinci maddesinin birinci fıkrasında da, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup; maddeler birlikte değerlendirildiğinde “mahkeme”den kastedilenin, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Bu durum karşısında, olayda 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesi kapsamında idari yargı yetkisine giren bir dava açılmayıp, Sulama Birliği tarafından gerçek kişi aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali ve %40’tan az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılan davaya bakma görevi, adli yargı yerlerine ait bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.10.2008 gün ve E:2008/50, K:2008/592 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/152

KARAR NO     : 2010/230

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. D.

Vekili                  : Av. V. G. D.

Davalı                 : Niğde Valiliği

O L A Y             : Niğde Trafik Tescil ve Denetleme Şube Müdürlüğü’nün 01.10.2007 gün ve A-888012 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu idari para cezası tutanağı ile, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi gereğince para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AKSARAY İDARE MAHKEMESİ: 28.03.2008 gün, E: 2008/58, K: 2008/672 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun, "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. maddesinde "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." Hükmüne, aynı Kanun'un, "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbes gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir." hükmünün yer aldığı; öte yandan 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu'nun, "Para Cezalarına İtiraz ve Suçlarda Tekerrür" başlıklı 30. maddesi, "Para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Bu Kanunda belirtilen suçların işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikte üç defa suç işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği suçların cezalarının toplamının on katı para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi taşımalarda ticari araç kullanım belgesi, yurt dışı taşımalarda da uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır." hükmünün 08.02.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, 520. maddesi ile, "Bu Kanunda belirtilen idari para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idari para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır." şeklinde değiştirildiği; dava dosyasının incelenmesinden, Davacının yetki belgesi bulunmadan taşıma yaptığından bahisle Niğde ili Trafik Tescil ve Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından 4925 sayılı Kanun'un 26. maddesinin A-1 bendi uyarınca 5.000.- YTL idari para cezasıyla cezalandırılması üzerine söz konusu para cezasının iptali istemiyle görülmekte olan iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda yer alan hükümlerin birlikte incelenmesi sonucunda, özel kanunlarda açıkça belirtilmediği sürece idari para cezalarının görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu, bir başka deyişle özel kanunda idari para cezalarına karşı görevli mahkemelerin idari yargı olduğunun belirtilmesi durumda bu davaların idari yargı merciince incelenebileceği; idare mahkemelerince görev hususunun yargılamanın her safhasında dikkate alınması gerektiği ve görev konusunun kamu düzeninden olması nedeniyle davanın açıldığı tarihte idare mahkemesinin görevine giren bir konunun daha sonraki mevzuat değişikliği ile adli yargının görevine verilmesi durumunda idare mahkemelerince davanın görev yönünden ret edilmesi gerektiğinin açık olduğu; öte yandan 4925 sayılı Kanun'un ilk halinde yer alan idari para cezalarına karşı idare mahkemelerine başvurulabileceğine ilişkin hükmün, 5728 sayılı Kanun'un 520. maddesi ile değiştirildiği ve 4925 sayılı Kanun kapsamında yer alan idari para cezalarına karşı idari yargı merciine başvurulabileceğine ilişkin hükmün 4925 sayılı Kanun'un 30. maddesinden çıkarıldığı ve bu haliyle 4925 sayılı Kanun kapsamında verilen para cezalarına genel Kanun niteliğinde olan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun ilgili hükümlerinin uygulanmasının gerektiği; bu durumda 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca kesilen para cezalarının görüm ve çözüm yerinin 5326 sayılı Kanun'un 3. ve 27. maddeleri uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

NİĞDE SULH CEZA MAHKEMESİ:28.05.2008 gün ve 2008/486 Müt. sayı ile; özel kanunlarda açıkça belirtilmediği sürece idari para cezalarının görüm ve çözüm yerinin idari yargı olduğu, bir başka deyişle özel kanunlarda idari para cezalarına karşı görevli mahkemeleri adli yargı olduğunun belirtilmesi durumunda bu davaların adli yargı merciince incelenebileceği, adli mahkemelerce görev hususunun yargılamanın her safhasında dikkate alınacağının kanun gereği olduğu; 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunun ilk halinde yer alan idari para cezalarına karşı idare mahkemelerine başvurulabileceğine ilişkin hükmün, 5728 sayılı yasanın 520. maddesi ile değiştirilmiş ise de, aynı yasanın 519. maddesi ile 4925 sayılı yasanın 27. maddesinin " bu kanunda yazılı idari yaptırımlara mahalli mülki amir karar vermeye yetkilidir" şeklinde değiştirildiği; idarenin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğu gibi idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı da idare mahkemesine başvurulması gerektiği, kanunda açıkça adli yargının (Sulh Ceza Mahkemesinin) görevli olduğunun belirtilmemesi halinde özel kanunlara ilişkin işlemlere karşı adli yargıya müracaat edilemeyeceği ve ayrıca 5326 sayılı yasada hangi eylem ve işlemlerin Sulh Ceza Mahkemesinin yetki ve görev alanına girdiği açıkça belirtildiğinden, bu yasada belirtilmeyen eylem ve işlemlerin Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girmediği, görevin kamu düzenine ilişkin olması nedeni ile itiraz edenin itirazına konu işleme karşı idare mahkemesinde dava açılmasının icap ettiği gerekçesiyle; Mahkemelerinin Görevsizliğine, Aksaray İdare Mahkemesinin Yetkili ve Görevli Olduğuna, Niğde Sulh Ceza Mahkemesi ve Aksaray İdare Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne göre, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşılmıştır.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Niğde Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından; ayrıca adı geçen Mahkemece idari yargının görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderilmiş ise de; Başkanlıkça, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı örneği de ilgili Mahkemesinden getirtilmiş olup, adli ve idari yargı yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinde, idari para cezaları düzenlenmiş; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, bu madde, önce 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle, “Bu Kanunda belirtilen idarî para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idarî para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır” şeklinde değiştirilmiş; daha sonra 25.6.2009 gün ve 5917 sayılı Kanun’un 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5917 sayılı Kanun hükümleri 10.7.2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda bu haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında kabul edilen başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Niğde Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında kabul edilen BAŞVURUSUNUN REDDİNE, ayrıca aynı Mahkeme’nin 28.05.2008 gün ve 2008/486 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/153

KARAR NO     : 2010/231

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4857 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İstanbul Mimarlık Rest. İnş.Taah. San. Tic. Ltd.Şti.

Davalı                 : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı(Kocaeli Bölge Müdürlüğü)

O L A Y             : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Kocaeli Bölge Müdürlüğü’nün 29.12.2008 gün ve 16937 sayılı işlemi ile; faaliyete başlayan iş yerini 1 ay içinde bölge müdürlüğüne bildirmeyerek, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 98. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

GEBZE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.11.2009 gün ve D.İş No: 2009/459 sayı ile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kocaeli Bölge Müdürlüğünün B.13.O.ÇGM 1.41.077607.125.09-16937 sayı ve 29.12.2008 tarihli Kararının ve yaptırım niteliğindeki para cezasının iptalinin talep edilmiş olduğu, idari işlemin iptalinde İdare Mahkemesinin görevli olduğu, Adli Yargının görev alanı dışında kaldığının anlaşıldığı; 5326 Sayılı yasanın 27. maddesi gereğince itiraz konusunun İdari yargının görev alanına girdiği nedeniyle görevsizlik kararı vermiş; yapılan itiraz Gebze Ağır Ceza Mahkemesinin 11.12.2009 gün ve Değ.İş:2009/667 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı Şirket, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KOCAELİ 2. İDARE MAHKEMESİ: 01.04.2010 gün ve E: 2009/2438 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. ve 27. maddesinden bahisle; Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı başvurulacak kanun yollarına ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine bir hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi halinde ise uygulanmayacağının anlaşıldığı; 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında verilecek para cezalarına karşı 7 gün içinde yetkili İdare Mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin 108. maddesinin 2. fıkrasının, 08/02/2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 578/öö maddesi uyarınca yürürlükten kalktığı ve İş Kanunu'nda idari para cezalarına karşı başvurulacak kanun yollarına ilişkin bir madde hükmünün kalmadığı; uyuşmazlığa konu olayda; 21/10/2008 tarihinde faaliyete geçtiği halde işyerini 1 ay içinde Bölge Müdürlüğüne bildirmediği gerekçesiyle İş Kanunu hükümlerine göre davacı şirkete verilen 23.000,00TL idari para cezasının kaldırılması talebiyle Gebze 2. Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın uyuşmazlığın idari işlemden kaynaklandığı ve İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görev yönünden reddedildiği, bunun üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; davacıya işyerini 1 ay içinde Bölge Müdürlüğüne bildirmediği gerekçesiyle İş Kanunu hükümlerine göre verilen para cezasına ilişkin davanın, İş Kanununda görevli mahkemenin düzenlenmediği ve bu nedenle dava konusu para cezasının genel kanun niteliğinde olan Kabahatler Kanunu kapsamında yer aldığı anlaşıldığından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, açıklanan nedenlerle; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İsleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, Mahkemece yapılacak inceleme sonucuna göre davanın incelenmesinin bekletilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4857 sayılı Kanun’un 3, 98 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 3. maddesinde, işyerini bildirmeye ilişkin düzenlemeye yer verilmiş; 98. maddesinde, işyerini bildirme yükümlülüğüne aykırılık halinde verilecek idari para cezaları belirtilmiş; “İdari para cezalarının uygulanmasına ilişkin hususlar” başlığını taşıyan 108. maddesinde ise, “(Değişik: 15/5/2008-5763/10 md.) Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” denilmiş, madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda; diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde         " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli 2. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Gebze 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.11.2009 gün ve D.İş No:2009/459 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/213

KARAR NO     : 2010/235

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İpekyol Teks. San.Tic. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. T. Ö.

Davalı                 : Erenköy Gümrük Müdürlüğü

O L A Y : 1) Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü-’nün 2005/100 sayılı Gümrük Komisyon Kararı ile, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca 3.8.2005 tarihli, 114924 sayılı Gümrük Çıkış Beyannamesi muhteviyatı eşya D 1 - 2158 sayılı Dahilde İşleme Belgesinin kapatılmasında kullanılacak şekilde 5407 54 00 90 19 olarak beyan edilmesine karşın bu tür bir eşya olmamasından kaynaklandığı anlaşıldığından, imalatçı firmaya 47.647 YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

2) Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü’nün 2005/101 sayılı Gümrük Komisyon Kararı ile, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca 3.8.2005 tarihli, 114925 sayılı Gümrük Çıkış Beyannamesi muhteviyatı eşya D 1 - 2158 sayılı Dahilde İşleme Belgesinin kapatılmasında kullanılacak şekilde 5407 54 00 90 19 olarak beyan edilmesine karşın bu tür bir eşya olmamasından kaynaklandığı anlaşıldığından, imalatçı firmaya 31.123 YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, Gümrük Komisyonu’nun 2005/100 sayılı kararı ile verilen para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KADIKÖY 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 25.12.2006 gün ve E:2006/341, K:2006/570 sayı ile, itiraz eden vekilinin, müvekkiline idari para cezası verilmesine ilişkin idari yaptırım kararının kaldırılmasını talep ettiği, dosya içeriğine göre itiraz edilen idari yaptırıma konu idari para cezasının 4458 sayılı Gümrük Kanunu uyarınca verildiği, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi ile tüm kabahat oluşturan eylemler bakımından anılan Kanunun uygulanacağı hüküm altına alınmış iken, bu maddenin Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 tarih ve 2005/108, 2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği, 19.12.2006 günü yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile 5326 sayılı Kanun'un 3. maddesinde yapılan değişiklik sonucu artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanabileceği, 4458 sayılı Gümrük Kanunu gereği ilgili kurum/birim tarafından verilen idari yaptırım kararlarına karşı itirazın idari yargı mercilerine yapılacağının açıkça Kanunda belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, Gümrük Komisyonu’nun 2005/101 sayılı kararı ile verilen para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararının DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ’nin 17.9.2009 gün ve E:2007/7381, K:2009/8058 sayılı kararı ile, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi uyarınca, görevli mahkemenin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulması gerekirken, davanın görev yönünden reddine karar verilmesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle bozulması üzerine İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 16.4.2010 gün ve E:2010/613, K:2010/604 sayı ile, İpekyol Teks. San.Tic. Ltd. Şti. vekili Av. Turgut Özkan tarafından davacı şirkete, 4926 sayılı Kaçakçılık Kanunu uyarınca 31.123 TL para cezası verilmesine ilişkin İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü nezdinde oluşturulan Gümrük Komisyonu’nun 13.3.2006 tarih ve 2005/101 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada, Mahkemelerinin 22.3.2007 tarih ve E:2007/516, K:2007/807 sayılı görev ret kararının Danıştay Onuncu Dairesi’nin E:2007/7381, K:2009/8058 sayılı kararı ile bozulması üzerine bozma kararına uyularak dava dosyasının incelendiği, 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun, Kaçakçılık Fiilleri başlığını taşıyan 3-ı/1. maddesinde, “İhraç eşyasının yapılan beyan ve eki belgelere göre miktarı veya cinsinde yüzde ondan fazla farklılık çıkması” fiilini işlemenin kaçakçılık olduğunun belirtildiği, Genel Ceza Hükümleri başlığını taşıyan 4-ı/1. maddesinde ise, 3-ı/1. maddesinde belirtilen fiillerin işlenmesi halinde miktarı veya cinsi farklı çıkan eşyanın beyan edilen FOB kıymetinin üçte biri oranında para cezası verileceğinin hükme bağlandığı, aynı Kanunun 27/2. maddesinde, “Gümrük komisyonlarınca verilen kararlara tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemelerine itiraz olunabileceği” hükmünün yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden; davacı şirkete 4926 sayılı Kaçakçılık Kanunu uyarınca İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü nezdinde oluşturulan Gümrük Komisyonu’nun 13.3.2006 tarih ve 2005/101 sayılı işlemi ile 31.123 TL para cezası verildiği, bu para cezasının iptali istemiyle açılan davada, Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.12.2006 tarih ve E:2006/341, K:2006/570 sayılı kararı ile davanın görevsizlik nedeniyle reddine karar verildiği, bunun üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, fiilin işlendiği ve dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan ve yukarıda açıklanan mevzuat gereği Gümrük Komisyonlarınca verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemelerine itiraz olunabileceğinin belirtildiği, davacı şirkete, 4926 sayılı Kaçakçılık Kanunu uyarınca İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü nezdinde oluşturulan Gümrük Komisyonu’nun 13.3.2006 tarih ve 2005/101 sayılı işlemi ile verilen 31.123 TL para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümü yukarıda aktarılan yasa kuralları uyarınca adli yargı yerlerine ait olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi uyarınca görevli merciin belirlenmesi için dava dosyasının ve idari yazışmayla temin edilen Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2006/341 sayılı dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde,Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” ve 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.

(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nde, Gümrük Komisyonunun 2005/100 sayılı kararı ile verilen para cezasına karşı itirazda bulunulduğu; İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nde ise, Gümrük Komisyonunun 2005/101 sayılı kararı ile verilen para cezasının kaldırılması istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesi ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi kararlarının aynı konuya ilişkin olduğundan söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/245

KARAR NO     : 2010/237

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. K. Ç.

Davalı                 : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. B. B.

O L A Y             : Davacı kurum vekili; davalı idareye, 137 işçiyi Kurumlarına bildirim yapmadan işe aldığının tespit edildiği gerekçesiyle, idari para cezası verilmiş olduğunu; Davalı idarenin, idari para cezasına karşı yasal itirazını yapmadığını, bu nedenle idari para cezasının kesinleştiğini; kesinleşen 5.480.00 TL idari para cezasının, Ankara İcra Müdürlüğünün 2005/10025 esas sayılı dosyası ile takibe konulmuş olduğunu, takibe karşı davalı kurumum itiraz etmiş bulunduğunu belirterek; itirazın kaldırılmasına, % 40 icra-inkar tazminatının hüküm altına alınmasına karar verilmesi istemiyle 23.03.2006 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 25. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 11.06.2008 gün E:2008/162, K:2008/165 sayı ile; davanın itirazın iptali davası olduğunu, davacı vekilinin, duruşmaya gelerek dilekçesini tekrarladığını, davalı idarenin çalıştırdığı mevsimlik işçilerle ilgili müvekkili idareye bildirimde bulunmadığını ve ödemesi gereken tescil ücretini ödemediğini, bunun tahsili amacıyla yapılan takibin de haksız olduğunu belirterek, itirazın iptalini ve %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava ettiğini; duruşmada hazır bulunan davalı idare vekilinin de, cevap dilekçesini yineleyerek, uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğunu, bu nedenle idari para cezası olan alacak iddiasının adli yargıda ilamsız icraya konu edilemeyeceğini, esastan da davanın ve takibin yersiz ve haksız olduğunu belirterek, reddini savunduğunu; davacı tarafın, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü, davalı tarafın da TCDD Genel Müdürlüğü olduğunu, her iki idarenin kamu kurumu niteliğinde olduğu nazara alınarak, kamu kurumu niteliğindeki bu taraflar arasındaki davanın 3533 S.Y doğrultusunda hakem sıfatıyla görülmesi gereken davalardan olduğundan, dava dilekçesinin görev yönünden reddine, talep halinde dosyanın Hakem sıfatıyla görülmesi için Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine dair Mahkemelerinden verilen 30.05.2006 tarih ve 2006/138 E., 2006/183 K. sayılı ilamın temyizen gönderildiği Yargıtay 4.Hukuk Dairesi Başkanlığının 08/11/2007 tarih ve 2006/14346 Esas, 2007/13868 K. sayılı ilamı ile, " ..... davacının isteği idari bir işleme dayanmaktadır, idari makamların kamu hukuku kuralları içinde gerçekleştirdikleri eylemlere karşı adli yargı yerinde dava açılamaz. Bu nitelikteki davaların 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2.maddesine göre idari yargı yerinde açılması gerekir. Mahkemelerin görevi hususu kamu düzenine ilişkin bulunduğundan taraflarca ileri sürülmese dahi mahkemece resen gözetilmelidir. Bu nedenle dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmelidir. Mahkemece bu yön üzerinde durulmadan görevsizlik kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir" denilerek Mahkemeleri hükmünün bozulmasına karar verildiğini, Mahkemelerince de usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verildiğini, mevcut dosya kapsamı, toplanan deliller, Yüksek Yargıtay bozma ilamı ve tüm dosya münderecatından; açılan davanın mahiyeti itibariyle idare mahkemesinin görev alanına girdiğinden Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine,Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 12.10.2009 gün ve E:2009/8041, K:2009/11062 sayılı kararıyla temyiz istemi reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, idari para cezasının davacı kurum tarafından verilmiş olduğunu, bu işleme karşı davalı kurumun Sulh Ceza Mahkemesine itiraz etmesi gerekirken süresinde itiraz etmeyerek icra takibine konu olan alacağın, davalı kurum yönünden kesinleştiğini; kesinleşen idari para cezasının, davacı kurum tarafından yazılı olarak bir çok defa istenmiş olduğunu ancak davalı kurum tarafından ödeme yapılmaması sebebiyle icra takibi yoluyla tahsiline gidilmiş bulunduğunu, bu olayda, adli yargının görevli olduğu inancın taşıdıklarını ancak, yargılama sonucunda, idari yargı yolunun zorunlu bulunması sebebiyle idare mahkemesinde dava açmak zorunluluğunun doğduğunu ifade ederek, sonuçta; dava konusu 5.480.00 TL alacağın davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ: 06.01.2010 gün E: 2009/1655, K: 2010/11 sayı ile; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1/a bendinde iptal davalarının, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptaller için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlandığı; aynı Yasanın "Dilekçeler üzerinde ilk inceleme" başlıklı 14. maddesinde; dava dilekçelerinin, Danıştay'da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi; idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından fıkranın bentlerinde yazılı yönlerden sırası ile inceleneceği açıklandıktan sonra (d) bendinde, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı konusu bu incelemede dikkate alınması gereken yönler arasında sayılmış, 15. maddenin ilk fıkrasının (b) bendinde ise, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmaması halinde davanın reddine karar verileceğinin hükme bağlanmış olduğu; öte yandan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 1.maddesinde; Devlete, il özel idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli; gecikme zammı, faiz gibi fer'i kamu alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve kamu hizmetlerinin uygulamasından doğan diğer alacakları ile bunların takip masrafları hakkında bu Yasa hükümlerinin uygulanacağı, "Takibata salahiyetli tahsil dairesi" başlıklı 5.maddesinde ise; takibatın, alacaklı kamu idaresinin mahalli tahsil dairesince yapılacağı; borçlu ve mallarının başka yerlerde bulunması durumunda, tahsil dairesinin, borçlunun veya mallarının bulunduğu mahalde yapılacak takipleri, o yerdeki aynı türden kamu idaresinin tahsil dairesine niyabeten yaptıracağı, 55. maddede, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir "Ödeme emri" ile tebliğ olunacağı, 58. maddesinde ise, usulüne uygun olarak düzenlenip, ilgilisine tebliğ olunan ödeme emrine karşı; "borcun olmadığı", "kısmen ödendiği" veya "zamanaşımına uğradığı" hususlarıyla sınırlı olarak itiraz edilebileceğinin kurala bağlandığı; dava dosyasının incelenmesinden, Türkiye İş Kurumu tarafından, davalı idare aleyhine 137 işçiyi İş Kurumuna bildirim yapmadan işe aldığının tespit edildiğinden bahisle tesis edilen ve kesinleşen 5.480,00 TL idari para cezasının davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda belirtilen Yasa hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yükümlülerin kamu idarelerine olan borçlarını (6183 sayılı Kanunun 1. maddesinde belirtilen para cezaları da dahil olmak üzere) ödememeleri halinde takibatın alacaklı kamu idaresinin mahalli tahsil dairesince (6183 sayılı Kanunu tatbik etmekle vazifeli daire) yapılması gereğinin ortaya çıktığı; bu durumda, idare mahkemelerinin görev alanının; "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptaller için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar" olarak belirlenmiş olduğu, davalı idarece usulüne uygun bir ihbarname ile tahakkuk ve tebliğ edilen alacağın ödenmemesi üzerine, takibatın alacaklı kamu idaresinin (Türkiye iş Kurumu Genel Müdürlüğünün) mahalli tahsil dairesince yapılması ve bu takip ve tahsilatın alacaklı kamu idaresinin mahalli tahsil dairesinden istenilmesinin gerekmekte olduğu, söz konusu istemin idari davaya konu olacak nitelikte istemlerden olmadığı sonucuna varılmakla, uyuşmazlığın esasının incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-b. maddesi uyarınca İNCELENMEKSİZİN REDDİNE, karar vermiş, yapılan itiraz Ankara Bölge idare Mahkemesin 12.5.2010 gün ve E:2010/3172, K:2010/3855 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 01.11.2010 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” denilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği belirtilmiştir.

Davacı vekili tarafından adli ve idari yargı kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek uyuşmazlığın giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ise de; adli yargı yerinde davanın, kesinleştiği belirtilen idari para cezasının, İcra Müdürlüğü vasıtasıyla takibe konulması ve takibe davalının itiraz etmesi üzerine; itirazın kaldırılması, % 40 icra-inkar tazminatının hüküm altına alınması istemiyle; idari yargı yerinde ise, dava konusu 5.480.00 TL alacağın davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açıldığı; İdare Mahkemesi’nce, söz konusu istemin idari davaya konu olacak nitelikteki istemlerden olmadığı, uyuşmazlığın esasının incelenme olanağının bulunmadığı belirtilerek; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-b. maddesi uyarınca incelenmeksizin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen davaların konuları aynı olmadığı gibi; Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin kararının görevsizlik kararı niteliğinde olmayıp, davanın incelemeksizin reddine ilişkin olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 01.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/270

KARAR NO     : 2010/239

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen         : Ö. M, Y.

Davalı                                                                      : A. İ. S.

Vekili                                                                       : Av. L. F. S.

O L A Y : 1- Ö. M. Y. tarafından İlknur Soner’e karşı açılan davada, GELİBOLU SULH HUKUK MAHKEMESİ; 23.1.2001 gün ve E:2000/490, K:2001/41 sayı ile, davacının Mahkemelerine verdiği dilekçesi ile, Gelibolu Noterliği’nin 10244, 1035 ve 1743 yevmiye nolu vasiyetnamelerde vasiyetçi A. B. Y.’a ait vasiyetnamelerin açılmasını talep ve dava ettiği, müteveffa A. B. Y.’a ait nüfus aile kaydının celp edildiği, tespit edilen mirasçılarının davacı Ö. M. Y. ve davalı A. İ. Y. (S.) olduğu, davalı A. İ. S. vekilinin vasiyetnamenin açılmasına dair talebin reddini istediği, dosyada mevcut 20.8.1989 tarihli ve 10244 yevmiye numarasını taşıyan ve Gelibolu Noterliği’nce 14.11.2000 tarihinde tasdik edilmiş bulunan “vasiyetnamedir” başlıklı belge ve buna ekli 26.7.1972 tarihli, 3.2.2000 tasdik tarihli ve 1035 yevmiye nolu ve yine 18.7.1984 tarihli, 25.2.2000 tarihinde 1743 yevmiye numarası ile tasdik edilen “sözleşme” başlıklarını taşıyan belgelerin davacı ve davalı vekiline okunduğu, her iki tarafa vasiyetnamenin bir örneğinin huzurda tebliğ edildiği, tüm dosya kapsamından, Mahkemelerince de vasiyetnamenin açılmasına karar verildiği, bu nedenle, Gelibolu Noterliği’nin 20.8.1989 tarihli ve 10244 yevmiye nolu ve Gelibolu Noterliği’nce 14.11.2000 tarihinde tasdik edilmiş bulunan “vasiyetnamedir” başlıklı belge ve buna ekli 26.7.1972 tarihli, 3.2.2000 tasdik tarihli ve 1035 yevmiye nolu ve yine 18.7.1984 tarihli, 25.2.2000 tarihinde 1743 yevmiye numarası ile tasdik edilen “sözleşme” başlıklarını taşıyan Ayşe Behice Yaşatan’a ait vasiyetnamenin açılmasına karar vermiştir.

2- Davacı-karşı davalılar Ayşe İlknur Soner ve L. F. S. tarafından davalı-karşı davacı Ö. M. Y.’a karşı açılan davada, GELİBOLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 7.6.2004 gün ve E:2003/338, K:2004/191 sayı ile, davacı-karşı davalıların Mahkemelerine vermiş olduğu 31.12.2001 tarihli dava dilekçesinde, muris A. B. Y.tarafından davalı lehine düzenlenmiş 20.8.1989 tarihli vasiyetnamenin kanunun aradığı şartları taşımadığı ileri sürülerek söz konusu vasiyetnamenin iptaline karar verilmesini talep ve dava ettikleri, davalı-karşı davacı vekilinin de Mahkemelerine vermiş olduğu 5.12.2001 tarihli dava dilekçesinde, murisi olan A. B. Y. tarafından 20.8.1989 tarihli vasiyetname düzenlendiğini, vasiyetnameye göre müvekkiline ait bir kısım taşınmazların M. Y.'a verildiğini ileri sürerek söz konusu vasiyetname gereğince vasiyetnamede belirtilen taşınmazların müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava ettiği, Mahkemelerinde ayrı ayrı açılan dava dosyalarının Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2002/6693­-7493 E, K sayılı bozma ilamı doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği gerekçesi ile yerel Mahkeme kararının bozulduğu, Mahkemelerince Yargıtay bozma ilamına uyularak her iki dava dosyası birleştirilerek yargılamaya Mahkemelerinin 2003/338 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam olunduğu, davacı-karşı davalılar tarafından Mahkemelerinde açılan vasiyetnamenin iptali davası sonucunda Mahkemelerince, davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verildiği, iş bu kararın davacılar tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2003/3337-6305 E, K sayılı ilamı ile, vasiyetnamenin 23.1.2001 tarihinde açıldığını ve vasiyetnamenin iptali davasının da 31.12.2001 tarihinde açılmakla kanunun öngördüğü bir yıllık süre geçmediğinden bahisle yerel mahkeme kararını bozduğu, Mahkemelerince de bozma ilamına uyularak karar verildiği, taraflar arasındaki ihtilaf ve Mahkemelerince çözümlenmesi gereken sorunun, tarafların müşterek murisi olan B. Y.'ın davalı lehine düzenlemiş olduğu 20.8.1989 tarihli vasiyetnamenin geçerli olup olmadığı hususuna münhasır bulunduğu, MK’nun 479 ve 480. (eski) maddeleri gereğince resmi vasiyetnamenin mutlak suretle resmi memur huzurunda düzenlenmesi gerektiği, olayda, davalı tarafın dayandığı 20.8.1989 tarihli vasiyetnamenin resmi memur huzurunda düzenlenmediği, haricen düzenlenen vasiyetnamenin daktilo ile kaleme alınarak ilgililer tarafından imzalandığı, dolayısıyla MK’nun 479-480 maddesi anlamında düzenlenmiş resmi vasiyetnamenin söz konusu olmadığı, vasiyetnamenin vasiyetçi tarafından el yazısı ile de düzenlenmediği, bu bağlamda da vasiyetnamenin geçerli olmadığı, sonuç itibariyle MK’nun aradığı şartlarda düzenlenmiş vasiyetnamenin bulunmadığı, kanunun aradığı geçerlilik koşullarını taşımayan vasiyetnamenin de geçerli olarak kabulünün mümkün olmadığı hususunun tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davalı-karşı davacının, lehine düzenlenmiş 20.8.1989 tarihli vasiyetnameye istinaden vasiyetnamede belirtilen taşınmazların adına tescilini talep ettiği ve fakat düzenlenen vasiyetname kanunun öngördüğü geçerlilik koşullarını taşımadığından, geçersiz vasiyetnameye istinaden taşınmaz tescilinin mümkün olmaması nedeniyle davasının reddine; davacı-karşı davalıların talebinin ise, dava konusu vasiyetname geçerli olmadığından ve söz konusu vasiyetnameye istinaden işlem yapılamayacağından, iptaline karar vermek gerektiği kanaat ve sonucuna varıldığı gerekçesiyle sabit görülen davacı-karşı davalılar A. İ. ve L. F. S.’in davasının kabulüne, tarafların müşterek murisi A. B. Y. tarafından düzenlenmiş 20.8.1989 tarihli yazılı vasiyetnamenin iptaline, sabit görülmeyen davalı-karşı davacı Ö. M. Y.’ın davasının reddine karar vermiştir.

Davacı tarafından Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verilen 19.7.2010 günlü dilekçede, Gelibolu Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.1.2000 gün ve E:2000/490, K:2001/41 sayılı, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen kararı ile Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.6.2004 gün ve E:2003/338, K:2004/191 sayılı, Yargıtay incelenmesinden geçerek kesinleşen kararı nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin imkansız hale geldiği ileri sürülerek karar uyuşmazlığının giderilmesi istenilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde (Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Ömer Mehmet Yaşatan, 19.7.2010 günlü dilekçesi ile, Gelibolu Sulh Hukuk Mahkemesi ile Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesi kararlarından doğan hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istemiş ise de; sözü edilen kararların aynı yargı düzeninde(adli yargı) yer alan mahkemelerce verilmiş olması karşısında, 2247 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddelerine göre olayda hüküm uyuşmazlığının gerçekleştiğinden söz etmek mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden, başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/273

KARAR NO     : 2010/241

KARAR TR      : 01.11.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı tarafından Birlik Tüzüğünün 47. maddesi uyarınca çıkarılan Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği’ne aykırı olarak arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : R. K.

Vekili                  : Av. N. B.

Davalı                 : Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı

Vekili                  : Köseoğlu Eröz Kurtuluş Av.Ort.

O L A Y : Aydın İli Söke Sulama Birliği Başkanlığı’nın 26.11.2008 gün ve 2008-102 sayılı Birlik Encümen kararı ile, R. K.'ın dört ayrı tutanakla arazilerine izinsiz su aldığının tespit edildiğinden bahisle 4.6.2008 tarihli Meclis kararı ve buna istinaden aynı tarihli Encümen kararı gereğince toplam 9.350 YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SÖKE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.2.2009 gün ve D.İş:2008/372, D.İş K:2008/372 sayı ile, başvuru sahibi R K. vekili Av. N. B.'ün başvuru talebinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince idari yaptırım kararının hukuka uygun olmaması nedeniyle taleplerinin kabulü ile; başvuru sahibi hakkında Söke Sulama Birliği Başkanlığı tarafından düzenlenen 26.11.2008 tarih ve 2008/102 sayılı 9.350 TL tutarındaki idari para cezasına ilişkin Birlik Encümen kararının hukuka aykırı olması nedeniyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince iptaline karar vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ; 2.3.2009 gün ve D.İş:2009/163 sayı ile, Anayasa'nın "Mahalli İdareler" başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, "Mahalli İdarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir..." kuralına yer verildiği; mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 133. maddesinde, "Belde ve köyler, vilayet idarei hususiyeleri kendilerine kanunlarla verilen mecburi veya ihtiyari vazifelerin bir veya bir kaçını müşterek tesisat ve idare ile ifa için birlik tesis edebilirler" hükmünün yer aldığı ve aynı Yasanın 138. maddesinde ise, "Birlikler hükmi şahsiyeti haiz amme müesseseleridir. Vazifelerini ifa ettikleri mahalli idarelerin bu vezaifi ifa hususunda haiz oldukları hukuk ve salahiyeti haizdirler..." denildiği; işlemin tesisinden sonra yürürlüğe giren 26.5.2005 tarih ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu'nun 3. maddesinde; Mahalli idare birliğinin, "Birden fazla mahalli idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi" şeklinde tanımlandığı; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağının ifade edildiği; 5. maddesinde de, Tüzüğün kabul edilmesi koşulları ve tüzükte yer alacak hususların belirlendiği, Söke Ovası Sulama Birliği’nin, anılan yasal düzenlemelere göre kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olduğu, itiraz konusu olayda Birlik Tüzüğünün 47. maddesi, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin f fıkrası, 4.6.2008 tarihli Birlik meclisi ve Birlik encümeni kararlarına istinaden Reşit Kocabaş adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirdiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddelerinden söz ederek, başvuruya konu izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesi işleminin kanundan kaynaklanmayıp, Birlik tüzük ve yönetmeliği ile Birlik meclis ve encümen kararlarına istinaden tesis edildiği, Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddeleri karşısında, söz konusu izinsiz su alma eyleminin kabahat, tesis edilen işlemin de idari yaptırım niteliğinde olmadığı, bununla birlikte, söz konusu işlemin, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olan Söke Ovası Sulama Birliği tarafından kamu gücüne dayanılarak resen ve tek yanlı olarak tesis edilmesi, keza Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğünün 35. maddesinde birlik gelirlerinin tahsilatında belediyelerde uygulanan formlar, makbuzlar ve usulün uygulanacağının, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 3. maddesinin C bendinin I fıkrası uyarınca birlik alacaklarının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edileceğinin belirtilmiş olması karşısında, bir idari işlem niteliğinde olduğu, bu nedenle Söke Ovası Sulama Birliği’nce Reşit Kocabaş adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesinden doğan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümü gerekmekle bu hususta idari yargı yerlerinin görevli bulunduğunun anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.11.2004 tarih ve 2004/47-71 E, K ve 5.2.2007 tarih ve 2006/214 Esas, 2007/8 Karar sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, tüm bu nedenlerle itiraz eden Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı vekilinin itirazının bu yönüyle haklı görülerek Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/372 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Reşit Kocabaş'ın iptalini talep ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle itirazın kabulü ile, Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/372 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Reşit Kocabaş'ın itiraz ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 15.4.2009 gün ve E:2009/325, K:2009/924 sayı ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği'nin "Ceza Hükümleri" başlıklı 5. maddesinin (f) bendinde; "Sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 TL'den 2.000 TL'ye kadar para cezası kesileceği" hükmüne, (g) bendinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik Encümeninin yetkili olduğu hükmüne yer verildiği, dava dosyasının incelenmesinden; davacıya ait S2-Y6-1 tersiyeri 3904 parselde kayıtlı 35,4 dönüm, 3423 parselde kayıtlı 20,5 dönüm, S2-Y6-1 tersiyeri 4819 parselde kayıtlı 5,8 dönüm ve 4814 parselde kayıtlı 5,3 dönüm, S2-Y4 azmak mevkii 3357 parselde kayıtlı 15 dönüm, S2-Y4 azmak mevkiinde 101 parselde kayıtlı 17,7 dönümlük arazilerin lll. suyunun izinsiz olarak yapıldığının sırasıyla 7.8.2008 tarih ve 2184, 2183 sayılı, 6.8.2008 tarih ve 2182, 2181 sayılı tutanaklar ile yapılan tespitlere dayanılarak Söke Ovası Sulama Birliği Encümeni’nin 26.11.2008 tarih ve 2008/102 sayılı kararı ile davacıya 9.350 TL idari para cezası verildiği, bu Encümen kararının iptali istemiyle Söke Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, 10.2.2009 tarih ve 2008/372 D.İş nolu karar ile, davanın kabulüne ve Encümen kararının iptaline karar verildiği, davalı idare tarafından yapılan itiraz üzerine Söke Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2.3.2009 tarih ve 2009/163 D.İş nolu kararı ile, Sulh Ceza Mahkemesi kararının, Encümen kararının iptali istemiyle açılan davanın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle kaldırılması üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda anılan Yasa hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; idari yaptırım kararlarına karşı, ilgili mevzuatında yargı yoluna ilişkin açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda idare mahkemesinde (Mahkemelerinde), açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması durumunda ise, Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca adli yargının görevli olduğunun anlaşıldığı, dava konusu uyuşmazlığın tesis edildiği tarih itibariyle dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak olan Mahalli İdareler Birliği Kanunu, Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü ve Yönetmeliğinde idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığı, bu durumda, olayda görevli yargı merciinin toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolunu ve idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasları düzenleyen bir Kanun olan Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca belirlenmesi gerektiği, anılan Kanunun 3. maddesinde de, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının açık olarak düzenlendiği ve idari para cezası, mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılacağı düzenlemesine yer verildiği, bu durumda; idari para cezası verilmesine ilişkin Encümen kararına ilişkin dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili mevzuatta idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması nedeniyle dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğundan davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ’nin; 9.6.2010 gün ve E:2010/2949, K:2010/3374 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Ayper GÖKTUNA, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davalı Birlik tarafından, Birlik Tüzüğünün 47. ve Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin (f) bendine aykırı olarak, arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, “Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir…” kuralına yer verilmiştir.

11/06/2005 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/5/2005 tarih ve 5355 sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, Kanunun amacının; mahallî idare birliklerinin hukukî statüsünü, kuruluşunu, organlarını, yönetimini, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usûl ve esaslarını düzenlemek olduğu açıklanmış, 3. maddesinde; Mahallî idare birliği, “Birden fazla mahallî idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi” şeklinde tanımlanmış; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağı; 5. maddesinde, Tüzüğün kabul edilmesi, onaylanması, kesinleşmesi ile Birlik tüzüğünde bulunması zorunlu hususların neler olduğu belirtilmiş; 13. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde; “Kanunlarda öngörülen cezaları vermek” Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında sayılmış; maddenin son fıkrasında; Birlik encümeninin toplantıları, kararları ile çalışma esas ve usûlleri hakkında bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, Belediye Kanununun belediye encümenine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir.

Dava konusu işlemin dayanakları olarak gösterilen; “Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü”nün 1. maddesinde, Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip olduğu; 25. maddesinin birinci fıkrasının 7. bendinde, kanunlar, ilgili diğer mevzuat ve Birlik Meclisi kararlarıyla öngörülen cezaları uygulamanın, Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında olduğu; 47. maddesinde ise, bu tüzüğün uygulanmasına ilişkin esasların yönetmeliklerle düzenleneceği belirtilmiş; Tüzüğün, sulama suyu ücretlerini zamanında ödemeyen mükellefler hakkında alacak takibinin Borçlar Kanunu ve İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağına ilişkin 35. maddesine karşılık; Birlik Tüzüğüne istinaden hazırlanan “Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği”nin “Tahsilat İşlemleri” başlıklı 3-C maddesindeki farklı bentlerde; süresinde ödenmeyen sulama suyu ücretlerindeki gecikme faizlerinde, diğer alacakların tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı açıklanmış; Yönetmeliğin, “Ceza Hükümleri” başlığını taşıyan 5. maddesinin (f) bendinde; sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 YTL’den 2.000 YTL’ye kadar para cezası verileceği belirtilmiş; 6. maddesinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik encümeninin yetkili olduğu hükmü yer almıştır.

Anılan düzenlemelerde, davalı Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip yerel yönetim birimi olduğu kuşkusuzdur. Birlik Tüzüğünde, Birlik gelirlerinin takip ve tahsil usulünün Borçlar ile İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağı; Yönetmelikte ise, alacakların tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağının öngörülmesine karşılık; mevzuat hükümlerinde, para cezasına itiraz konusunda kanun yoluna ilişkin bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, dava konusu işlemin dayanağı olarak gösterilen mevzuatta idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran Söke Ağır Ceza Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ’nin 2.3.2009 gün ve D.İş:2009/163 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/150

KARAR NO     : 2010/251

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              :3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre tesis edilen imar para cezasına ilişkin işlemden doğan ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce idare mahkemesinde açılan davanın, anılan Yasa maddesindeki görev kuralının Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiş ve öngörülen sürede yeni düzenleme yapılmamış olması nedeniyle hukukun genel ilkelerine göre, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S.S. Mercan Koy Konut Yapı Koop.

Vekili                  : Av. H. E.

Davalı                 : İzmir Valiliği

O L A Y             : İzmir İli, Karaburun İlçesi, Küçükbahçe Köyü, Karareis mevkii, tapuda 146 ada, 2 parsel ­numarası ile kayıtlı taşınmaz üzerinde davacı Kooperatif tarafından, 3194 sayılı İmar Kanunu'na aykırı olarak, ruhsatı alınmadan inşaat yapıldığı gerekçesiyle; İzmir Valiliği Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü teknik elemanlarınca 03.08.2004 tarihinde 1430 sahife nolu Yapı Tatil Zaptı düzenlenmiş; söz konusu yapı için 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42.maddesi ve Valilik Makamı'nın 06.10.2004 tarih ve 11973 sayılı Olur'ları ile mal sahibi davacıya para cezası verilmiş, verilen bu ceza 13.10.2004 tarih ve 12252 sayılı tebligat yazısı ekinde tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 20.12.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 30.05.2007 gün ve E: 2004/1739, K: 2007/834 sayı ile; 31.3.2005 günlü, 25772 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun mülga 3.maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer Kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı kurala bağlanmış, geçici 3.maddesinde; bu Kanun hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmayacağı hükmünün getirilmiş olduğu; 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 31.maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 3.maddesi değiştirilerek; bu Kanun'un; a- idari yaptırım kararlarına karşı Kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde; b- diğer genel hükümlerinin, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı yolunda düzenleme getirilmiş, anılan Kanunun 16.maddesinin birinci fıkrasında ise, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, hüküm altına alınmış, aynı Kanunu'nun 27.maddesine eklenen sekizinci fıkrada, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında ayın kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin kurala bağlanmış bulunduğu; öte yandan; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının geçmişe de etkili olacağının bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu; buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasa ile görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği, ancak yeni yasadaki görev kurallarının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceğinin açık olduğu; (Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 07.03.2005 gün ve E.2004/128, K.2005/12, 21.11.2005 gün ve E.2005/76, K.2005/102 sayılı kararları da bu yöndedir.) 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle İdare Mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen İdari Yaptırım Kararları hakkında uygulanmayacağını kurala bağlayan geçici 2.maddesinin; anılan Kanunun 3.maddesinde değişiklik yapan 5560 sayılı kanunda yeni görev kuralının değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükmü olmaması sebebiyle, 5560 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 19.12.2005 tarihinden itibaren uygulanma olanağının kalmadığı; yukarıda belirtilen hususlar ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununa 5560 sayılı Kanunla eklenen sekizinci fıkra hükmü somut olayla birlikte değerlendirildiğinde, ancak yıkım kararı ile birlikte para cezası verilmesi durumunda para cezasının iptali istemiyle açılacak davalarda görevli yargı yerinin idare mahkemesi olduğu, sadece para cezası verilmesi durumunda görevli yargı yerinin adli yargı yeri olacağı sonucuna varılmış olduğu; bu durumda, 3194 sayılı Yasanın 42.maddesi uyarınca verilen para cezasının görüm ve çözümünün Kabahatler Kanunu hükümleri gereğince sulh ceza mahkemesine ait bulunduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesi; 11.12.2007 gün, 2007/220 D.İş. sayı ile itirazın kabulüne karar vermiş; bu karara davalı idare vekili tarafından itirazda bulunulmuştur.

İZMİR 2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ;14.01.2008 gün ve Müt. No :2007/25 sayı ile, itiraz konusu idari para cezasına ilişkin bulunmakta ise de; aynı yer hakkında aynı zamanda devam eden inşaat nedeniyle yapı tatil zaptı düzenlenmiş bulunduğu; 3194 Sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesinin göreve ilişkin 5. fıkrasının Anayasa Mahkemesi'nin 15.05.1997 tarih, 1996/72 Esas, 1997/51 Karar sayısı ile iptal edildiği, iptal edilen madde hükmün "bu cezalara karşı, cezanın tebliğinden itibaren (7) gün içinde Sulh Ceza Mahkemesi'ne itiraz edilebilir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak sonuçlandırılır. İtiraz üzerine verilen karar kesindir." hükmünü taşımakta olduğunu, göreve ilişkin bu hükmün iptali üzerine Sulh Ceza Mahkemeleri'nin görevinin sona ermiş bulunduğunu, nitekim Uyuşmazlık Mahkemesinin 04.06.2007 tarih, 2007/27 Esas, 2007/84 Karar sayılı kararı ile "bu durumda Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı kanunla değişik 3. maddesi ve aynı kanunu 27. maddesine 5560 sayılı kanunla eklenen 8. fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı imar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır." denilmek suretiyle konuya açıklık getirilmiş bulunulduğu, Anayasa Mahkemesi'nin 05.04.2007 tarih, 2007/35 Esas, 2007/36 Sayılı kararı ile de konunun incelendiği ve aynen "bu çerçevede imar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesi işlemi, imar mevzuatına aykırı bir yapılanmanın tespiti, önlenmesi veya giderilmesine yönelik idari bir işlemin devamı niteliğinde olduğundan, Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 8 numaralı fıkrası uyarınca, idari yaptırım kararının yanı sıra idari yargının görev alanına giren başka bir kararın da verilmiş olduğunu ve buna bağlı olarak söz konusu para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargının görevli olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu durumda imar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görevine girmemektedir." denilmek suretiyle Sulh Ceza Mahkemelerinin bu itirazlara bakmakla yetkili ve görevli olmadığının yasal düzenlemelere dayanılarak netleştirilmiş olduğu; İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarının, bir yapının ruhsatsız veya ruhsata aykırı veya imar mevzuatına aykırı yapıldığının tespit edilmesi anlamını taşıdığı, uygulamada söz konusu aykırılığın tespiti, devam eden inşaatlarda yapı tatil zaptı, tamamlanmış olan yapılarda ise yapı tespit zaptı düzenlenmesiyle gerçekleşmekte ve bu suretle idari işlem kimliğine bürünmekte olduğu, söz konusu işlemlerin, yerleşik yargı kararlarında idari davaya konu oluşturabilecek nitelikte, idari işlemler olarak kabul edildiği, 5326 sayılı kanunun 27. maddesinin 8. fıkrasında "idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında, aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları, bu işlemin iptali talebi ile birlikte idari yargı merciinde görülür." hükmünü taşıdığı, yapı tatil zaptının bir idari işlem olduğu, 5236 sayılı kanunun 5560 sayılı kanunla değişik 3. maddesi hükmü de birlikte değerlendirildiğinde, itiraza bakıp kabul eden İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin yetkili ve görevli olmadığı açıkça ortaya çıktığından, itirazın görev noktasından kabulüne ve ilgili kararın bu nedenle kaldırılmasına karar verilmesi cihetine gidilmiş bulunulduğu gerekçesiyle; İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 11.12.2007 tarih, 2007/220 D.iş sayılı kararının görev noktasından KALDIRILMASINA, itiraza bakmaya yetkili ve görevli mahkemenin İzmir İdare Mahkemesi OLDUĞUNA kesin olarak karar vermiştir.

Davacı vekilince, olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla, İdari yargı dava dosyası da temin edilerek, dosyaların Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi talep edilmiş; ancak İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yalnızca adli yargı dosyası Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 06.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi ile İzmir 3. İdare Mahkemesi arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. madde­sine göre imar para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemin­den ibarettir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Ceza hükümleri” başlıklı 42. mad­desinin be­şinci fıkrasında yer alan “Bu cezalara karşı cezanın tebliğinden itibaren yedi gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir.” yolundaki birinci tümce, Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 gün ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kara­rıyla iptal edil­miş ve iptal nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu yararını bozucu nite­likte görüldüğünden, iptal hük­münün, kararın Resmi Ga­zete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; bu karar, 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı Resmi Gazete’de yayımlan­mıştır.

Anayasanın “Anayasa Mahkemesinin kararları” başlıklı 153. mad­desinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında, “Kanun, kanun hükmünde karar­name veya Tür­kiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararla­rının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştı­rabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.

İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu doldu­racak kanun tasarı veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.” hükümlerine yer verilmiş; aynı maddenin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi ka­rarları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, ger­çek ve tüzelkişileri bağlar.” hükmü yer al­mıştır.

Anılan hükümlere göre sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararının hukuki sonuçları incelendiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi­nin beşinci fıkrasında yer alan “Bu cezalara karşı cezanın tebliğinden itiba­ren yedi gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir.” yolundaki bi­rinci tümceye iliş­kin iptal hükmünün, karar 1.2.2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmış oldu­ğuna göre, Anayasa Mahkemesi’nce belirlenen altı aylık sürenin sona erdiği 1.8.2001 gününde yürürlüğe gireceği ve bu süre içinde iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak şekilde yasama organınca (işlemin tesis edildiği ve idari ve adli yargı yerlerinde davaların görüldüğü aşamalarda) herhangi bir düzenleme yapılmadığı anlaşıl­makta olup, bu du­rumda görev kuralı yürürlükten kalktığından görevli yargı yerinin hukukun genel ilkelerine göre saptanacağında kuşkuya yer bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen iptal kararında da, “... Kural ola­rak, idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren ko­nularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda idari yargı­nın görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlen­dirilmesi ko­nusunda yasa koyu­cunun mutlak bir takdir hakkının bulundu­ğunu söylemek olanaklı değildir. İdari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuş­mazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bu­lunması halinde yasa ko­yucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. Ancak itiraz konusu kuralda olduğu gibi bir idari işlemin bir bölümü­nün idari yar­gının, diğer bir bölümün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmamaktadır. Zira bu işlemler, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olup, çıkacak uyuşmazlıkların çözü­münde de idari yargının yetkili olacağı kuş­kusuzdur...” denilmiştir (Anayasa Mahkemesi Ka­rarlar Dergisi S.37.C.1, Sayfa 148) .

Bu durum karşısında, idare hukukunun bir müeyyidesi olan imar para ce­za­sından doğan uyuşmazlıkların 1.8.2001 tarihinden itibaren görüm ve çözü­münde, idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir.

Her ne kadar, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi, 9.12.2009 gün ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ise de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konu­sunda ta­raflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir ya­sayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürür­lüğe girmesin­den sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hüküm­lerinin varlığı ha­linde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği; dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapı­lan bir ka­nun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gel­miş ise, mahkemenin, artık görevsizlik kararı vermeyerek (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) da­vaya bakmaya devam edeceği kuşkusuzdur.

İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen imar para cezasına ilişkin Yasa’daki görev hükmünün 1.8.2001 tarihinde yürürlükten kalktığı, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesinde, 9.12.2009 gün ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile yapılan değişiklik ile de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, kural ola­rak, idare hukukunun müeyyidesi olan idari para cezalarından do­ğan uyuşmaz­lıklarda idari yargı yerlerinin görevli olduğu; görev kuralı­nın ise geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, imar para cezasına ilişkin işle­min iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olacağı açıktır.

Öte yandan; 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun Geçici 2. maddesinde, “Bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz.” Kuralının bulunduğu ve İdare Mahkemesinde davanın 20.12.2004 tarihinde açıldığı gözetildiğinde, bakılan uyuşmazlıkta, bu Yasa hükümlerinin uygulanmayacağı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3. İdare Mahkemesi’nce verilen 30.05.2007 gün ve E: 2004/1739, K: 2007/834 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 06.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/177

KARAR NO     : 2010/254

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

ÖZ E T               : 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : B. E.

Davalı                 : Çayırlı Kaymakamlığı

O L A Y             : Erzincan Valiliği Çayırlı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 6.1.2010 gün ve 7 sayılı para cezası kararı ile, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu’nun 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’la değişik 47. maddesinin b fıkrası uyarınca davacıya 840.-TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ÇAYIRLI SULH CEZA MAHKEMESİ; 22.3.2010 gün ve D.İş:2010/8 sayı ile, itiraz edenin dilekçesiyle; olay günü araç sahibi İ. M. ile birlikte hayvan aldıklarını ve sonrasında Çayırlı Belediye Başkanlığına gelerek aynı günü 05/01/2010 tarihinde Menşe Şehadetnamesi aldığını, kendisinin araç sahibi İ. M. hayvanları ikamet adresi olan Aşağı çamurdereye götürmesini söylediğini ve araç sevkiyatı yapılan araçta olmadığını, ayrı bir vasıta ile evine gittiğini Menşe Şehadetnamesinin kendisi üzerinde olduğunu, araç sahibi İ. M. bulunmadığını, Jandarmanın yaptığı yol kontrol sırasında, menşe şehadetnamesinin bulunmaması ve izin belgesi olmadığını var sayarak hakkında tutanak tutularak ceza yazıldığını, şahsına kesilen İdari Para Cezasına itiraz ettiğini ve idari para cezası işleminin kaldırılarak para cezasının iptalini talep ettiğinin görüldüğü; itiraz edenin mahkemelerinin görevli olduğunu iddia etmesi ve duruşma açılmasını talep etmesi sebebiyle takdiren gün belli edilerek itirazın incelenmesi kanaatinin hasıl olduğu; itiraz eden B. E.’ün Mahkemelerindeki beyanında; itiraz dilekçesinin içeriğini aynen tekrar ettiğini, Çayırlı İlçe Tarım Müdürlüğü'nün kendisine tebliğ edilen 07.01.2010 tarihli idari para cezası kararının tebliği için gönderilen yazıda Sulh Ceza Mahkemesi'ne itiraz edilebileceği bildirildiği için, itirazını mahkemelerine yaptığını, itirazın mahkemelerince çözümlenmesini talep etmiş olduğu; kararına itiraz edilen idare temsilcisi M. T.’ın beyanında; İlçe Jandarma Komutanlığı kontrolleri sırasında itiraz eden hakkında menşe-i şahadetname naklettiği gerekçesiyle tutanak tutulduğunu, İlçe tarım Müdürlüğü'nün bu hususta görevli olduğu için idari para cezası tahakkuk ettirildiğini ve ilgili yerlere bildirildiğini, 07.01.2010 tarihli idari para cezası kararının itiraz edene tebliği için gönderilen yazıda kararın tebliği veya tefhiminden itibaren 15 gün içerisinde yetkili Sulh Ceza Mahkemesi'ne itiraz edilebileceğinin bildirildiğini ancak 06.01.2010 tarihli para cezası kararında itiraz mercii olarak Bölge İdare Mahkemesinin gösterildiğini, İtirazın Bölge İdare Mahkemesinin görevli olduğunu, mahkemelerinin görevli olmadığını beyan etmiş bulunduğu; itiraz edene verilen idari para cezası kararının incelenmesinde; Menşei şahadetnamesiz hayvan sevki nedeniyle 840.00 TL idari para cezası tahakkuk ettirildiği ve tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebileceğinin bildirildiği, kararın İtiraz edene tebliğ edildiğinin anlaşıldığı; itiraza konu 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair 4648 sayılı Kanunun 4.maddesinin "f" fıkrası uyarınca tahakkuk ettirilen idari para cezasına ilişkin itirazların idari yargı mercilerine yapılacağının belirlenmesi, aynı zamanda görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu da göz önüne alınarak, 5326 sayılı yasanın 28/1-b maddesi gereğince itiraz olunan idari yaptırım kararının mahkemelerince incelenebilecek kararlardan olmadığı sonucuna varıldığı; başvuru konusu idari yaptırım kararına İtirazın 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu'nun 56. maddesi gereğince İdari yargı mercilerince incelenebileceğine dair düzenlemeye göre 5560 sayılı Yasa ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3/a ve 28/1-b maddeleri gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 12.5.2010 gün ve E:2010/544 sayı ile, davacı B. E. tarafından 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'na aykırı hareket ettiğinden bahisle kesilen idari para cezasının iptali istemiyle Çayırlı Kaymakamlığı’na karşı açılan davada davacının sunduğu dava dilekçesi ve ekleri ile Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2010/8 sayılı dava dosyasının incelendiği, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'nun 56. maddesinin 2. fıkrasında, "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları o yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir... Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir" hükmü yer almakta iken 8.2.2008 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesi ile 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu'nun yukarıda alıntısı yapılan 56. maddesinde değişiklik yapıldığı ve idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırıldığı, bu durumda, 3285 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine dava açılabilmesi mümkün olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda yer alan kurallar çerçevesinde kanun yollarına başvurulması gerektiği, görev kamu düzenine ilişkin olduğundan ve usule ilişkin değişikliklerde derhal uygulanma ilkesi geçerli bulunduğundan, davanın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmayıp, adli yargının (sulh ceza mahkemesi) görevli bulunduğu, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca Sivas İdare Mahkemesi’nde açılan E:2010/544 sayılı dava dosyasının ve Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2010/8 sayılı dava dosyasının görevli yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, dosyanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilmesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 06.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre: Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun 47. maddesinde, idari para cezası verilecek hususlar düzenlenmiş; 56. maddesinin 4854 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile eklenen 2. fıkrasında, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, itirazın, zaruret görülmeyen hâllerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılacağı, bu Kanuna göre verilen idarî para cezalarının 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunacağı öngörülmüşken; 56. madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 456. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara mahallî mülkî amir tarafından karar verilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda son haliyle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde,  " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemeye göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Çayırlı Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 22.3.2010 gün ve D.İş:2010/8 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 06.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/186

KARAR NO     : 2010/256

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3417 sayılı Yasa'yı yürürlükten kaldıran 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun kapsamında; tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle Hazine Müsteşarlığı’na karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : H. G.

Vekili                  : Av. A. Ş.

Davalılar             : 1) Hazine Müsteşarlığı

Vekili                  : Av. Y. T.

                             2) Merzifon Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. K. U.

                             3) Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. B. Y.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının Merzifon Belediyesi’nde işçi olarak çalışmakta iken 14.11.2003 tarihinde emekli olduğunu, davalı idarenin 3417 sayılı Yasa gereğince çalışanların aylıklarından yapması gereken tasarruf kesintisi ile kendi ödemesi gereken kurum katkı payını yatırmadığını, bu sebeple, davacının emekli olduğunda tasarruf teşvik kesintisi ve nemasını alamadığını, bu ödemelerin yapılması için dilekçe ile Merzifon BeIediye Başkanlığı’na başvurulmuşsa da talebinin reddedildiğini, davacının çalıştığı süreler içinde ödenmeyen ikramiyeleri için talepte bulunulduysa da isteminin karşılanmadığını ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile tasarruf teşvik kesintisi, kurum katkı payı ve nemaları toplamı olarak 1.500 YTL’nin ve ikramiye alacakları toplamı 1.447 YTL’nin yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle Merzifon Belediye Başkanlığı’na karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davacı vekili, daha sonra Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve Hazine Müsteşarlığı’nın davaya katılması için dilekçe vermiştir.

Davacı vekili, bilirkişi raporu üzerine ana para ve nema tutarı konusunda ıslah dilekçesi vermiştir.

Davalı Hazine Müsteşarlığı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

MERZİFON ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 8.4.2010 gün ve E:2007/487 sayı ile, davalı Hazine Müsteşarlığının görev itirazının, 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince işçi ile işveren arasında hizmet ilişkisinden doğan uyuşmazlığın çözüm yeri iş mahkemesi olduğundan reddine karar vermiştir.

Davalı Hazine Müsteşarlığı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Emekli olan davacının, kendisine ödenmesi gereken tasarruf kesintileri ile nemalarının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle, işçi olarak çalıştığı dönemde 3417 sayılı Yasa uyarınca yapılan tasarruf kesintileri ve Devlet katkılarını “Tasarrufu Teşvik Hesabı”na yatırmakla yükümlü bulunan ancak yasal yükümlülüğünü yerine getirmeyen davalı Merzifon Belediye Başkanlığı aleyhine, Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/487 Esas sayısında kayıtlı dosyasında açtığı davada, dahili davalı Hazine Müsteşarlığı vekilince davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 24.4.2003 tarih ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun'un 1. maddesinde, bu Kanunun, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacını taşıdığının ifade edildiği, 7. maddesinde, "3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır" denildiği, 8. maddesinin ikinci fıkrasında, “3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar" hükmünün yer aldığı, 10. maddesi ile de, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı, anılan 4853 sayılı Kanun’a 26.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Kanun’la eklenen Ek 1. maddede, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24.4.2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31.12.2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" denildiği, mülga 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un "Kapsam" başlıklı 2. maddesi, "Bu Kanun hükümleri çerçevesinde; a) Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre almakta olan kamu görevlileri ile kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanların, aylık ve ücretlerinden "tasarruf kesintisi" yapılır. Bu tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkısı sağlanır. 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa tabi olarak çalışanlar gelirlerinin, bu Kanun hükümlerine göre belirlenecek kısmını tasarruf olarak her ay ilgili banka şubesine yatırırlar" hükmünü, 4. maddesinin birinci fıkrası, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar. T.C. Ziraat Bankasında personel adına açtıracakları “Tasarrufu Teşvik Hesabı'na yatırırlar" hükmünü ihtiva ettiği, 6. maddesinde ise, emeklilik veya ölüm halinde biriken tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarının Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkılarının, ilgililere veya kanuni mirasçılarına neması ile birlikte ödeneceğini kurala bağlayan mülga 3417 sayılı Yasa ile, kapsama dahil tüm kamu çalışanlarının aylık ve ücretlerinden kurumlarınca yapılacak tasarruf kesintileri ile sağlanacak Devlet katkısının, ilgili kurum tarafından T.C. Ziraat Bankası’nda açılacak "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırılacağı, bu şekilde tahsil olunan paraların, T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (20.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Yasa’ya göre: Hazine Müsteşarlığı) adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"nda toplanacağı, bu hesabın izlenmesinden T.C. Ziraat Bankası’nın, bu hesaptaki paraların nemalandırılmasından ise Hazine Müsteşarlığı’nın sorumlu tutulacağının öngörüldüğü, çalışanların serbest irade ve insiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmeleri ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenleyen ve bu nedenle de kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan mülga 3417 sayılı Yasa'nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilmemesi halinde, Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesi için, kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından, ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerince yapılacağı, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 12.2.1996 günlü, E:1995/96, K:1996/43 sayılı ve 8.5.1998 günlü, E:1998/8, K:1998/10 sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı Hamdi Gül vekili tarafından davalı Hazine Müsteşarlığı ve Merzifon Belediye Başkanlığı aleyhine Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2007/487 Esas sayılı davada, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/186 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davalı Belediye Başkanlığında işçi olarak çalıştıktan sonra emekli olan davacının, çalıştığı dönemde 3417 sayılı Yasa gereğince yapılmış olan tasarruf kesintileri ile Devlet katkılarını tasarrufu teşvik hesabına yatırmakla yükümlü olduğu halde bu yükümlülüğünü yerine getirmeyen davalı Belediye Başkanlığı aleyhine kendisine ödenmesi gereken tasarruf kesintileri ile nemalarının yasal faizi ile birlikte tahsiline hükmedilmesi talebiyle Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada dahili davalı Hazine Müsteşarlığı tarafından görev itirazında bulunulması nedeniyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, konuya ilişkin mevzuat incelendiğinde: 4853 sayılı "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun"un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Yasa'nın 4. maddesinde, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında personeli adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. İşverenler işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında işçileri adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. 1479 sayılı Kanuna tabi olarak çalışanlar 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. Yapılan katkı ve kesintiler, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işlenir. (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; iptal: Anayasa Mahkemesi'nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) Bu şekilde tahsil edilen paralar tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"na yatırılır" hükmü; aynı Yasanın 7. maddesinde, "İşverenlerin, ücretlerden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını 4 üncü maddede belirtilen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırmamaları halinde, yatırılması gereken miktarlar resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak alınacak gecikme zammı ile birlikte ilgili banka hesabına yatırılır. Tasarruf tutarlarını süresi içinde ve tam olarak ödemeyen Bağ-Kur sigortalılarının ödemeleri gereken tutarlar 1479 sayılı Kanunun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri çerçevesinde Bağ-Kur tarafından tahsil olunarak ilgili banka hesabına yatırılır" hükmünün yer aldığı, 4853 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde, Kanunun amacının, 09/03/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi olduğunun belirtildiği; 7. maddesinde, 3417 sayılı Kanun'un mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağının bildirildiği ve süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı paylarına ilişkin 8. maddesinin 2. fıkrasında ise, 3417 sayılı Kanun'un mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumların, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumlu olduklarının hükme bağlandığının görüldüğü, 4853 sayılı Yasa'nın 29.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Yasa ile eklenen EK 1. maddesinde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" hükmünün yer aldığının görüldüğü, dolayısıyla, anılan yasal düzenlemeler gereğince çalışanların serbest irade ve inisiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmelerinin söz konusu olması ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenlediği için kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan 3417 sayılı Yasa’nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilme­mesi halinde; Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesini teminen kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının yargısal denetiminin idari yargı yerince yapılması gerektiği, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 17.3.1996 tarih ve 22583 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 12.2.1996 günlü, E.1995/96, K.1996/43 sayılı kararının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/487 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 6.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Belediyede işçi olarak çalışırken emekli olan davacı tarafından tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemaların faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 09/03/1988 gün ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılmasını, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunmasını, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasını temin etmek ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılmasını sağlamak suretiyle çalışanların tasarruf yapmalarını teşvik etmek olduğu belirtilmiş; 4. maddesinde, kurumların bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda personeli adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, işverenlerin işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda işçileri adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, 1479 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışanların 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracaklar Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, yapılan katkı ve kesintilerin, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevasının Yüksek Planlama Kurulu’nca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işleneceği, (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı Kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) bu şekilde tahsil edilen paraların tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı adına açılacak Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına yatırılacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,Bu Kanunun amacı, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir”, “Kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Bu Kanun, 3417 sayılı Kanun hükümleri uyarınca T.C. Ziraat Bankasında adlarına Tasarrufu Teşvik Hesabı açılan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kendilerine 3417 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci ve iptal edilen üçüncü fıkraları gereği ödeme yapılmamış hak sahiplerini kapsar”, “Ödeme” başlığını taşıyan 6. maddesinde, “Hak sahiplerine, anapara tutarları 2003 yılı Nisan ayında defaten ödenir.

5 inci madde uyarınca değerlendirilen tutar Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarında olmak üzere 2004 yılında dört taksit, 2005 yılında dört taksit ve Mart ve Haziran aylarında olmak üzere 2006 yılında iki taksit olarak toplam on taksitte ödenir.

Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, ödeme tarihlerini bir ay önce veya bir ay sonra olarak belirlemeye yetkilidir.

Emeklilik veya ölüm halinde taksitlendirme devam etmez ve ilgililere veya kanunî mirasçılarına kalan tutar defaten ödenir.

Bu Kanun hükümleri gereğince hak sahiplerine yapılacak ödemeler ve bu ödemeler nedeniyle düzenlenecek belgeler hiçbir vergi ve kesintiye tâbi tutulamaz”, “Süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı payları” başlığını taşıyan 8. maddesinde, “3417 sayılı Kanun hükümlerine göre, ücretlerden yapmaları gereken tasarruf kesintileri ile katkı paylarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan işverenlerden; yatırılması gereken miktarlar ile gecikme zammı, resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılır.

3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar”, “Düzenleme” başlığını taşıyan 9. maddesinde, “Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, bu Kanunun uygulanması ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmaya yetkilidir”, “Yürürlükten kaldırılan hükümlerbaşlığını taşıyan 10. maddesinde, “9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır” ve Ek 1. maddede(26/12/2006-5568/4 md.) ise,Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer.

Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkan tasarruf sahiplerinin sistemden çıktıkları tarihte tasarruf teşvik hesaplarında kalan Devlet veya işveren katkısı tutarları, ödenen nema tutarları mahsup edilmek kaydıyla ilk kesinti tarihinden; şahıs kesintisine tekabül eden ödenmeyen nema tutarları ise sistemden çıkış tarihinden 30 Nisan 2003 tarihine kadar olan dönem için 3417 sayılı Kanunun nemalandırmaya ilişkin 5 inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre ve bu tarihten sonraki dönem için ise 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanunun 5 inci maddesinde belirlenen esaslar çerçevesinde Şubat 2007 sonu itibariyle değerlemeye tâbi tutularak tasarruf sahiplerine başvuru halinde defaten ödenir. Söz konusu ödemelerin hak sahibi bazında belirlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınır.

3417 sayılı Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkarak her ne suretle olursa olsun, işbu düzenleme tarihinden önce mülkiyet hakkı kapsamında talebi karşılanmış hak sahipleri lehine bir fark oluşması halinde, söz konusu tutar 2007 yılı Aralık ayı sonuna kadar defaten ödenir.

İkinci ve üçüncü fıkra düzenlemesi ile konuları kalmayacağından kapsama giren tasarruf sahipleri tarafından yargı mercilerine açılmış davalar ile icra takipleri hakkında bu madde hükümleri uygulanmak suretiyle dava ve takipler sonuçlandırılır. Bu kapsamda, yargı organlarınca idare aleyhine hüküm altına alınabilecek yargılama giderleri de ilgililerinin talep etmesi halinde haklılık oranında nispî şekilde ödenerek davaların ve ihtilafların sonuçlandırılması sağlanır” hükümleri yer almıştır.

3417 sayılı Yasa’da, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılması, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunması, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasının sağlanması ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılması suretiyle tasarruf yapmalarının teşvik edilmesine ilişkin hususlar düzenlenmiş; anılan Yasayı yürürlükten kaldıran ve çalışanların tasarruflarını teşvik hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirleyen 4853 sayılı Yasa ile de, yapılacak ödemeler konusunda Hazine Müsteşarlığı’na görev ve sorumluluk verilmiştir.

Bu durumda, kesintilerin ilgililerin iradeleri dışında, idarenin kamu gücü kullanılarak yapıldığı, konunun kamu hukuku alanına ilişkin olduğu gözetildiğinde; tasarruf kesintisi, kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle, anılan idareye karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 8.4.2010 gün ve E:2007/487 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 6.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/198

KARAR NO     : 2010/268

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3417 sayılı Yasa'yı yürürlükten kaldıran 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun kapsamında; tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle Hazine Müsteşarlığı’na karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. A.

Vekilleri              : Av. M. P. – Av. U. A.

Davalı                 : Hazine Müsteşarlığı

Vekili                  : Av. Y. T.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 1980 yılında Kayadüzü Belediye Başkanlığı bünyesinde işçi olarak çalışmaya başladığını, davacının 2003 yılında işyerinden emekli olduğunu, davacının çalıştığı dönem içinde 3417 sayılı Yasa hükümleri uyarınca maaşından kesinti yapıldığını, ancak, yapılan kesintiler ve ilgili Yasanın 3. maddesine göre ilave edilmesi gereken işveren paylarının Yasanın 4. maddesinde belirtilen hesaba yatırılmadığını, davacının konuya ilişkin olarak çalıştığı Kuruma başvuruda bulunduğunu, ancak, bugüne kadar herhangi bir ödeme yapılmadığını, davacının maaşından yapılan kesintilerin, işveren payının ve nemaların Müsteşarlık bütçesinden Ziraat Bankası'na aktarılmaması üzerine alacaklarının Hazine Müsteşarlığı'ndan tahsili için dava açma zorunluluğunun doğduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; tasarruf teşvik fon hesabına yatırılmaması nedeniyle davacının uğradığı zarar olarak toplam 1.000 TL maaş kesintisi, işveren payı ve nemanın davalı taraftan dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

MERZİFON ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA); 8.4.2010 gün ve E:2010/128 sayı ile, davalı Hazine Müsteşarlığının görev itirazının, 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince işçi ile işveren arasında hizmet ilişkisinden doğan uyuşmazlığın çözüm yeri iş mahkemesi olduğundan reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Emekli olan davacının, Kayadüzü Belediyesinde işçi olarak çalıştığı döneme ilişkin olarak kendisine ödenmesi gereken tasarruf kesintileri ile nemalarının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle Hazine Müsteşarlığı aleyhine Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/128 Esas sayısında kayıtlı dosyasında açtığı davada, davalı vekilince davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, 24.4.2003 tarih ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun'un 1. maddesinde, bu Kanunun, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacını taşıdığının ifade edildiği, 7. maddesinde, "3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır" denildiği, 8. maddesinin ikinci fıkrasında, “3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar" hükmünün yer aldığı, 10. maddesi ile de, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı, anılan 4853 sayılı Kanun’a 26.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Kanun’la eklenen Ek 1. maddede, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24.4.2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31.12.2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" denildiği, mülga 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un "Kapsam" başlıklı 2. maddesi, "Bu Kanun hükümleri çerçevesinde; a) Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre almakta olan kamu görevlileri ile kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanların, aylık ve ücretlerinden "tasarruf kesintisi" yapılır.             Bu tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkısı sağlanır. 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa tabi olarak çalışanlar gelirlerinin, bu Kanun hükümlerine göre belirlenecek kısmını tasarruf olarak her ay ilgili banka şubesine yatırırlar" hükmünü, 4. maddesinin birinci fıkrası, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar. T.C. Ziraat Bankasında personel adına açtıracakları “Tasarrufu Teşvik Hesabı'na yatırırlar" hükmünü ihtiva ettiği, 6. maddesinde ise, emeklilik veya ölüm halinde biriken tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarının Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkılarının, ilgililere veya kanuni mirasçılarına neması ile birlikte ödeneceğini kurala bağlayan mülga 3417 sayılı Yasa ile, kapsama dahil tüm kamu çalışanlarının aylık ve ücretlerinden kurumlarınca yapılacak tasarruf kesintileri ile sağlanacak Devlet katkısının, ilgili kurum tarafından T.C. Ziraat Bankası’nda açılacak "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırılacağı, bu şekilde tahsil olunan paraların, T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (20.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Yasa’ya göre: Hazine Müsteşarlığı) adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"nda toplanacağı, bu hesabın izlenmesinden T.C. Ziraat Bankası’nın, bu hesaptaki paraların nemalandırılmasından ise Hazine Müsteşarlığı’nın sorumlu tutulacağının öngörüldüğü, çalışanların serbest irade ve insiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmeleri ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenleyen ve bu nedenle de kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan mülga 3417 sayılı Yasa'nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilmemesi halinde, Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesi için, kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından, ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerince yapılacağı, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 12.2.1996 günlü, E:1995/96, K:1996/43 sayılı ve 8.5.1998 günlü, E:1998/8, K:1998/10 sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı Sadık Azgun vekili tarafından davalı Hazine Müsteşarlığı aleyhine Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2010/128 Esas sayılı davada, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/198 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Kayadüzü Belediye Başkanlığı’nda işçi olarak çalıştıktan sonra emekli olan davacının, çalıştığı döneme ilişkin olarak kendisine ödenmesi gereken tasarruf kesintileri ile nemalarının yasal faizi ile birlikte tahsiline hükmedilmesi talebiyle Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, konuya ilişkin mevzuat incelendiğinde: 4853 sayılı "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun"un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Yasa'nın 4. maddesinde, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında personeli adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. İşverenler işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında işçileri adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. 1479 sayılı Kanuna tabi olarak çalışanlar 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. Yapılan katkı ve kesintiler, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işlenir. (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; iptal: Anayasa Mahkemesi'nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) Bu şekilde tahsil edilen paralar tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"na yatırılır" hükmü; aynı Yasanın 7. maddesinde, "İşverenlerin, ücretlerden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını 4 üncü maddede belirtilen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırmamaları halinde, yatırılması gereken miktarlar resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak alınacak gecikme zammı ile birlikte ilgili banka hesabına yatırılır. Tasarruf tutarlarını süresi içinde ve tam olarak ödemeyen Bağ-Kur sigortalılarının ödemeleri gereken tutarlar 1479 sayılı Kanunun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri çerçevesinde Bağ-Kur tarafından tahsil olunarak ilgili banka hesabına yatırılır" hükmünün yer aldığı, 4853 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde, Kanunun amacının, 09/03/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi olduğunun belirtildiği; 7. maddesinde, 3417 sayılı Kanun'un mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağının bildirildiği ve süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı paylarına ilişkin 8. maddesinin 2. fıkrasında ise, 3417 sayılı Kanun'un mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumların, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumlu olduklarının hükme bağlandığının görüldüğü, 4853 sayılı Yasa'nın 29.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Yasa ile eklenen EK 1. maddesinde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" hükmünün yer aldığının görüldüğü, dolayısıyla, anılan yasal düzenlemeler gereğince çalışanların serbest irade ve inisiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmelerinin söz konusu olması ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenlediği için kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan 3417 sayılı Yasa’nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilme­mesi halinde; Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesini teminen kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının yargısal denetiminin idari yargı yerince yapılması gerektiği, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 17.3.1996 tarih ve 22583 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 12.2.1996 günlü, E.1995/96, K.1996/43 sayılı kararının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/128 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 6.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Belediyede işçi olarak çalışırken emekli olan davacı tarafından tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemaların faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 09/03/1988 gün ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılmasını, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunmasını, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasını temin etmek ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılmasını sağlamak suretiyle çalışanların tasarruf yapmalarını teşvik etmek olduğu belirtilmiş; 4. maddesinde, kurumların bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda personeli adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, işverenlerin işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda işçileri adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, 1479 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışanların 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracaklar Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, yapılan katkı ve kesintilerin, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevasının Yüksek Planlama Kurulu’nca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işleneceği, (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı Kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) bu şekilde tahsil edilen paraların tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı adına açılacak Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına yatırılacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,Bu Kanunun amacı, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir”, “Kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Bu Kanun, 3417 sayılı Kanun hükümleri uyarınca T.C. Ziraat Bankasında adlarına Tasarrufu Teşvik Hesabı açılan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kendilerine 3417 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci ve iptal edilen üçüncü fıkraları gereği ödeme yapılmamış hak sahiplerini kapsar”, “Ödeme” başlığını taşıyan 6. maddesinde, “Hak sahiplerine, anapara tutarları 2003 yılı Nisan ayında defaten ödenir.

5 inci madde uyarınca değerlendirilen tutar Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarında olmak üzere 2004 yılında dört taksit, 2005 yılında dört taksit ve Mart ve Haziran aylarında olmak üzere 2006 yılında iki taksit olarak toplam on taksitte ödenir.

Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, ödeme tarihlerini bir ay önce veya bir ay sonra olarak belirlemeye yetkilidir.

Emeklilik veya ölüm halinde taksitlendirme devam etmez ve ilgililere veya kanunî mirasçılarına kalan tutar defaten ödenir.

Bu Kanun hükümleri gereğince hak sahiplerine yapılacak ödemeler ve bu ödemeler nedeniyle düzenlenecek belgeler hiçbir vergi ve kesintiye tâbi tutulamaz”, “Süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı payları” başlığını taşıyan 8. maddesinde, “3417 sayılı Kanun hükümlerine göre, ücretlerden yapmaları gereken tasarruf kesintileri ile katkı paylarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan işverenlerden; yatırılması gereken miktarlar ile gecikme zammı, resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılır.

3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar”, “Düzenleme” başlığını taşıyan 9. maddesinde, “Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, bu Kanunun uygulanması ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmaya yetkilidir”, “Yürürlükten kaldırılan hükümlerbaşlığını taşıyan 10. maddesinde, “9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır” ve Ek 1. maddede(26/12/2006-5568/4 md.) ise,Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer.

Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkan tasarruf sahiplerinin sistemden çıktıkları tarihte tasarruf teşvik hesaplarında kalan Devlet veya işveren katkısı tutarları, ödenen nema tutarları mahsup edilmek kaydıyla ilk kesinti tarihinden; şahıs kesintisine tekabül eden ödenmeyen nema tutarları ise sistemden çıkış tarihinden 30 Nisan 2003 tarihine kadar olan dönem için 3417 sayılı Kanunun nemalandırmaya ilişkin 5 inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre ve bu tarihten sonraki dönem için ise 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanunun 5 inci maddesinde belirlenen esaslar çerçevesinde Şubat 2007 sonu itibariyle değerlemeye tâbi tutularak tasarruf sahiplerine başvuru halinde defaten ödenir. Söz konusu ödemelerin hak sahibi bazında belirlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınır.

3417 sayılı Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkarak her ne suretle olursa olsun, işbu düzenleme tarihinden önce mülkiyet hakkı kapsamında talebi karşılanmış hak sahipleri lehine bir fark oluşması halinde, söz konusu tutar 2007 yılı Aralık ayı sonuna kadar defaten ödenir.

İkinci ve üçüncü fıkra düzenlemesi ile konuları kalmayacağından kapsama giren tasarruf sahipleri tarafından yargı mercilerine açılmış davalar ile icra takipleri hakkında bu madde hükümleri uygulanmak suretiyle dava ve takipler sonuçlandırılır. Bu kapsamda, yargı organlarınca idare aleyhine hüküm altına alınabilecek yargılama giderleri de ilgililerinin talep etmesi halinde haklılık oranında nispî şekilde ödenerek davaların ve ihtilafların sonuçlandırılması sağlanır” hükümleri yer almıştır.

3417 sayılı Yasa’da, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılması, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunması, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasının sağlanması ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılması suretiyle tasarruf yapmalarının teşvik edilmesine ilişkin hususlar düzenlenmiş; anılan Yasayı yürürlükten kaldıran ve çalışanların tasarruflarını teşvik hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirleyen 4853 sayılı Yasa ile de, yapılacak ödemeler konusunda Hazine Müsteşarlığı’na görev ve sorumluluk verilmiştir.

Bu durumda, kesintilerin ilgililerin iradeleri dışında, idarenin kamu gücü kullanılarak yapıldığı, konunun kamu hukuku alanına ilişkin olduğu gözetildiğinde; tasarruf kesintisi, kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle, anılan idareye karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla) kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 8.4.2010 gün ve E:2010/128 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 6.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/219

KARAR NO     : 2010/277

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, özelleştirme tarihinden sonra tesis edilen işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : C. E.

Davalı                 : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili                  : Av. A. T.

O L A Y : Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nde kapsamdışı personel olarak çalışan davacı, 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi uyarınca 23.2.2006 tarihinde Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilerek 16.5.2006 tarihinde Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne atanmıştır.

Davacının 2.2.2010 tarihli dilekçesi üzerine Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nce 15.2.2010 tarih ve 956 sayılı yazı ile verilen cevapta, dilekçe ile talep edilen aylık 40 TL ek zammın 17.5.2006 tarih ve 26171 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2006/T-17 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararının 9. maddesinde yer aldığı belirtilerek, kapsam dışı statüye tabi olduğundan 1.1.2006 tarihinden itibaren Devlet Personel Başkanlığı’na bildirildiği 23.2.2006 tarihine kadar geçen süreye ait ek ödemenin yapılmadığı, ayrıca Maliye Bakanlığı’nın 8.5.2006 tarih ve 8021 sayılı yazısındaki mütalaasına göre 40 TL tutarındaki ödemeler nakle tabi personelin (sözleşmeli statüde çalışanlar dahil) Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim ücretinin tespitinde dikkate alınmayacaktır denildiğinden Kurumuna bildirilen ücretine 40 TL ek zammın eklenmediği belirtilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde, Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nde kapsamdışı (nakle tabi) teknisyen olarak çalışırken Kurumun özelleştirilmesi sonucu Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne atandığını, 1.1.2006 tarihinden itibaren Bakanlar Kurulunun 2006/10971 sayılı Kararına ve Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı’nın 2006/3 sayılı Tebliğine göre Devlet memurlarına 2006 yılının ilk altı ayından itibaren ve daha sonra uygulanacak ek ödemenin maaş nakil ilmühaberine yansıtılması gerektiğini ileri sürerek 2.2.2010 tarihli başvurusu üzerine davalı tarafından tesis edilen 15.2.2010 tarih ve 956 sayılı işlemin iptali ile 1.1.2006 tarihinden itibaren 40 TL ek ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve sonraki dönemlere ait maaşına ilave edilerek yeni maaş nakil ilmühaberinin çalıştığı Kuruma gönderilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

AFYONKARAHİSAR İDARE MAHKEMESİ; 30.4.2010 gün ve E:2010/157 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, "İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar" olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı, 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde, Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personelin, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılacakları, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük haklarının Türk Telekom tarafından karşılanacağı, bu süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanların tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenlerin ise talep tarihinden itibaren en geç doksan gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirileceği ve bunların aylıksız izinlerinin bu tarih itibariyle sona ereceğinin belirtildiği; maddenin 5457 sayılı Yasa’yla değiştirilen cümlesinde, bu maddenin birinci cümlesinde sayılanlardan aylıksız iznin bitiminden sonra Türk Telekom'un tabi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenlerin, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere, sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihindeki 3. fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilecekleri, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak, Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının hükme bağlandığı, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı Kararı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, bunun sonucunda Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiği, ancak Kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslar arası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı, Kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu maddede öngörülen süreler içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun kabulü gerektiği, somut uyuşmazlıkta davacının kapsam dışı teknisyen olarak Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nde sözleşmeli statüde çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29. maddenin birinci fıkrası uyarınca hisse devrinin yapıldığı 14.11.2005 tarihinden sonraki 180 gün içinde (23.2.2006 tarihinde) Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 16.5.2006 tarihinde Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü'nde göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü gözönünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği, bu nedenlerle; davalı vekilinin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50'nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına ilişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı, Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır... " hükmünün yer aldığı, bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı şirket arasındaki uyuşmazlık, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığından; davacının Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne atanması üzerine, Yüksek Planlama Kurulu’nun kararları uyarınca belirlenen ek ödeme tutarının maaş nakil ilmühaberine konulmak suretiyle nakil maaşının yeniden hesaplanarak Kurumuna bildirilmesi ve 1.1.2006 tarihinden yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içerisinde tahakkuk eden zam ve tazminatları ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 16.5.2006 tarihinden itibaren ödenmesi gerekirken Kurumun yaptığı eksik bildirim nedeniyle ödenmeyen ücretlerinin yasal faizi ile birlikte tazmini talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 15.2.2010 gün ve 956 sayılı Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü işleminin davalı şirketin yetkili organı tarafından tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar" idari dava türleri olarak sayıldığı; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği, dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2'nci maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesinde, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz" hükmünün yer aldığı, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı Kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiği, ancak, Kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı, Kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda, Ek 29'uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun kabulü gerektiği, öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve İdareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemeler ile aynı nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekom’da kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulü gerektiği, somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’nde sözleşmeli statüde çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 16.5.2006 tarihinde ilişiğini keserek Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü emrinde göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği, nitekim, Danıştay Beşinci Dairesi’nin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13'üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 6.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nde kapsamdışı personel olarak çalışırken 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi uyarınca 23.2.2006 tarihinde Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilerek 16.5.2006 tarihinde Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne atanan davacı tarafından, Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nce tesis edilen 15.2.2010 tarih ve 956 sayılı işlemin iptali ile 1.1.2006 tarihinden itibaren 40 TL ek ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve sonraki dönemlere ait maaşına ilave edilerek yeni maaş nakil ilmühaberinin çalıştığı Kuruma gönderilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010(Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde kapsamdışı personel olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve 16.5.2006 tarihinde Afyonkarahisar Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne atanan davacı tarafından, 2.2.2010 tarihli dilekçesi üzerine Afyonkarahisar İl Telekom Müdürlüğü’nce 15.2.2010 tarih ve 956 sayılı yazı ile verilen cevapta, dilekçe ile talep edilen aylık 40 TL ek zammın 17.5.2006 tarih ve 26171 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2006/T-17 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararının 9. maddesinde yer aldığı belirtilerek, kapsam dışı statüye tabi olduğundan 1.1.2006 tarihinden itibaren Devlet Personel Başkanlığı’na bildirildiği 23.2.2006 tarihine kadar geçen süreye ait ek ödemenin yapılmadığı, ayrıca Maliye Bakanlığı’nın 8.5.2006 tarih ve 8021 sayılı yazısındaki mütalaasına göre 40 TL tutarındaki ödemeler nakle tabi personelin (sözleşmeli statüde çalışanlar dahil) Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim ücretinin tespitinde dikkate alınmayacaktır denildiğinden Kurumuna bildirilen ücretine 40 TL ek zammın eklenmediğinin belirtilmesi üzerine davalı tarafından tesis edilen 15.2.2010 tarih ve 956 sayılı işlemin iptali ile 1.1.2006 tarihinden itibaren 40 TL ek ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve sonraki dönemlere ait maaşına ilave edilerek yeni maaş nakil ilmühaberinin çalıştığı Kuruma gönderilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nin 30.4.2010 gün ve E:2010/157 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 6.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/287

KARAR NO     : 2010/317

KARAR TR      : 06.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : HEAŞ Hamitabat Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş.

Vekili                  : Av. S. Ç.

Davalı                 : Lüleburgaz Kaymakamlığı

O L A Y : Lüleburgaz Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün 22.9.2008 günlü idari yaptırım kararı ile, 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nun 15. maddesine muhalefet nedeniyle davacı adına 250 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

LÜLEBURGAZ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.8.2010 gün ve D.İş E:2008/211 sayı ile, itirazcı Heaş Hamitabat Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş. vekili tarafından Lüleburgaz Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz eden vekili dilekçesi ile, Lüleburgaz Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından müvekkili kuruma 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu gereğince İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün 22.9.2008 tarihli idari yaptırım kararı ile 250 TL idari para cezası verildiğini, söz konusu cezanın aynı Kanunun 15. maddesinin ihlali gerekçesi ile kesildiğini, 1774 sayılı Yasa’nın 2, 3 ve 4. maddeleri gereğince konaklayan şahısların kimlik bilgilerinin belli süre içerisinde Emniyet birimlerine bildiriminin zorunlu hale geldiğini, müvekkili firmanın bu iş sebebi ile herhangi bir kusuru veya ihmali bulunmadığını ileri sürerek 22.9.2008 tarihli idari para cezasının iptaline karar verilmesi talep ve dava ettiği, itiraz edenin dilekçesi, dilekçe ekinde ibraz olunan evraklar ve Lüleburgaz Kaymakamlığı Emniyet Müdürlüğü'nden gelen onaylı evrak örnekleri ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nun 15. maddesinde, 2, 3 ve 4. maddelerdeki yükümlülüklerden birine aykırı hareket edenlerin 250 TL idari para cezası ile cezalandırılacağı; aynı Kanunun 18. maddesinin, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 365. maddesi ile değişik halinde, bu Kanunda belirtilen idari para cezalarının mahalli mülki amir tarafından verileceği, söz konusu maddenin değişiklik öncesi halinde ise, "15, 16, 17. maddelerde belirtilen para cezalarının o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu kararlara tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği"nin belirtildiği, söz konusu değişiklik sonrası bu hususta sulh ceza mahkemelerinin görevli kılınmadığı, bu sebeple genel yargılama görevinin idari yargı mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 3/1-a bendi uyarınca görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ; 7.10.2010 gün ve E:2010/1062 sayı ile, davacı Heaş Hamitabat Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. vekili Av. Sadi Çamdere tarafından, davacı işletmeye 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu'na muhalefet ettiğinden bahisle para cezası kesilmesine dair 22.9.2008 tarihli işlemin iptali istemiyle Lüleburgaz Kaymakamlığı'na karşı dava açıldığı, 5326 sayılı Kanun’un 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, dosyadaki mevcut bilgi ve belgenin incelenmesinden; davacı şirket nezdinde yapılan denetim sonucu işletmeye ait sosyal tesislerde konaklayan kişilere ait kimlik bildiriminin yetkili mercilere süresinde yapılmadığından bahisle Kaymakamlık tarafından 22.9.2008 tarihli işlemle davacı şirketin 250 TL tutarında idari para cezasıyla tecziye edildiği, söz konusu kararın 23.9.2008 tarihinde tebliği üzerine Lüleburgaz Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde 2008/211 D.İş Esasına kayıtlı dava ile itiraz edildiği, Lüleburgaz Sulh Ceza Mahkemesi'nin 16.08.2010 tarihli kararıyla, 5326 sayılı Kanun’un 5561 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değişik 3. maddesi gereği davaya bakmanın idari yargının görev ve yetkisi içinde bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği ve bu kararın 13.9.2010 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine Mahkemeleri nezdinde mezkur idari para cezasının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda yer alan mevzuatın değerlendirilmesinden, 5326 sayılı Kanun’un 3. madde başlığında da görüleceği üzere Kabahatler Kanunu'nun genel bir kanun niteliği taşıdığı, görevli yargı merciinin tayinine dair cezaya müstenit ilgili Kanunda hükme yer verilmemesi halinde 5326 sayılı Kanun’un tatbik edileceğinin benimsendiği, 5326 sayılı Kanun’un 3. maddesinin atıf yaptığı kanun yollarına dair 27. maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine dair idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde sulh ceza mahkemesine başvuru yolunun düzenlendiği, ancak, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının da bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin anlaşıldığı, olayda ise, dava konusu edilen idari para cezasının dayanağının 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nun 15. maddesi olduğu, 1774 sayılı Kanun’da yasaklanan fiiller ve bunlara verilecek idari para cezalarının tahdidi olarak sayılmasına karşın idari para cezasına dair her hangi bir başvuru yolunun açıkça düzenlenmediği, dava konusu edilen işlemin sadece idari para cezası işlemini kapsadığı, işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren başkaca bir işlemin bulunmadığı ve işlemin 5326 sayılı Kanun’un 27. maddesinin 8. bendi kapsamında olmadığı, bu durumda, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 1. bendi uyarınca sulh ceza mahkemesinin görev alanına girdiği, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı merciinin tayin ve tespiti için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 6.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvurulmuş ise de; idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyasının gönderilmediği, ancak, dosya içinde Sulh Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş karar örneğinin bulunduğu ve usule ilişkin başkaca bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 1774 sayılı Kanun’a göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

26/6/1973 tarih ve 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nun 2. maddesinde, “Otel, motel, han, pansiyon, bekar odaları, kamp, kamping, tatil köyü ve benzeri her türlü, özel veya resmi konaklama yerleri ile özel sağlık müesseseleri, dinlenme ve huzur evleri, dini ve hayır kurumlarının sosyal tesislerinin sorumlu işleticileri, bu yerlerde ücretli veya ücretsiz, gündüz veya gece, yatacak yer gösterdikleri yerli veya yabancı herkesin kimlik ve geliş- ayrılış kayıtlarını, örneğine ve usulüne uygun şekilde günü gününe tutmak, genel kolluk örgütlerinin her an incelemelerine hazır bulundurmak, Devlet İstatistik Enstitüsüne, talebi halinde vermek zorundadırlar”, 3. maddesinde,İkinci maddede sayılan tesislerin sorumlu işleticilerinin kimlikleri, tesis açılmadan evvel müessesenin sahibi veya kanuni temsilcisi tarafından örneğine uygun şekilde, en yakın kolluk örgütüne bildirilir.

Sorumlu işleticinin değişmesi halinde keyfiyetin 24 saat içinde ve yukarıdaki fıkrada gösterilen şekilde bildirilmesi zorunludur.

İşleticiler, kendilerine bu konuda verilen görev ve yükümlülükleri, kendi sorumlulukları altında yöneticilerine devredebilirler.

Bu durumda işletici ve yönetici müştereken sorumlu olurlar.

Kamu kuruluşlarına ait tesislerin amir ve müdürleri işletici gibi sorumludurlar” , 4. maddesinde,İkinci maddedeki tesislerin sorumlu işleticileri, müesseselerinde sürekli veya geçici olarak çalıştırdıkları kimseleri ve bunların ayrılışlarını, örneğine uygun kimlik bildirme belgesi doldurarak, 24 saat içinde bağlı oldukları en yakın kolluk örgütüne bildirirler.

Kolluk örgütüne bildirilerek çalıştırılanlara, sorumlu işletici tarafından doldurulup onaylanan, örneğine uygun bir kimlik kartı verilir.

Kolluk görevlilerince her istenildiğinde bu kimlik kartının gösterilmesi zorunludur” ve 15. maddesinde(Değişik: 23/1/2008-5728/363 md.), “2, 3 ve 4 üncü maddelerdeki yükümlülüklerden her birine aykırı hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir” denilmiştir.

1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Lüleburgaz 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 16.8.2010 gün ve D.İş E:2008/211 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 6.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/53

KARAR NO     : 2010/326

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Kuruma olan prim, işsizlik primi ve idari para cezası borcundan dolayı davacının emekli maaşına konulan haczin kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : N. B.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. T. M.

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde, halen SGK bünyesine geçmiş olan BAĞKUR kanalı ile yaşlılık aylığına bağlanmış emekli olduğunu, 27.4.2009 tarihinde maaşını aldığı esnada emekli maaşına haciz konulduğunu öğrendiğini, SGK Kayseri İl Müdürlüğü’nün maaşı üzerine konan haczin, Sigorta Kurumu (SSK) tarafından, ticaretle uğraştığı zaman çalıştırdığı işçi prim borçlarından kaynaklandığını ve dosya numarasının da 2005/25718 olduğunu belirttiğini ileri sürerek muvafakati olmadan konulan bu haczin kaldırılması, yapılan haciz kesintilerinin tarafına geri ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 3. İCRA HUKUK MAHKEMESİ; 12.5.2009 gün ve E:2009/462, K:2009/443 sayı ile, davacının dilekçesinde, hakkında SGK tarafından yapılan 2005/25718 nolu haciz dosyasında SGK Bağ-Kur'dan almakta olduğu emekli maaşı üzerine haciz konulduğunu, emekli maaşlarının nafaka borçları dışında haczinin mümkün olmadığını, kamu alacaklarının da bu kapsamda bulunduğunu, bu nedenle Bağ-Kur maaşı üzerine SGK tarafından konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesini istediği, Mahkemelerince yapılan değerlendirmede, takibin 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre SSK Kayseri Müdürlüğünün İcra Servisince yapıldığı, 6183 sayılı Yasa’nın 99. maddesinin 2. cümlesinde, ihalenin feshinin gayrimenkulün bulunduğu yerin icra mahkemesinden şikayet yolu ile istenebilir hükmünü taşıdığı, bu madde dışında icra mahkemelerinin 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılan takip ve haciz işlemlerinden dolayı şikayet konularına bakamayacağı, davacının şikayetinin ise emekli maaşına konulan haczin kaldırılması yönünde haczedilmezlik şikayeti olduğu, 6183 sayılı Yasa’nın 99. maddesinin 2. fıkrasına girmediği, davacının haczedilmezlik şikayetinin de idari yargıda çözümlenmesi gerektiği, Mahkemelerinin görevsiz olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davacının şikayetinin reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 2. İDARE MAHKEMESİ; 29.12.2009 gün ve E:2009/678 sayı ile, davacı N. B. tarafından emekli maaşına haciz konulmasına ilişkin işlemin iptali ve kesilen paranın tarafına iadesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na karşı dava açıldığı, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 34. maddesinin (a) fıkrasında, sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası prim gelirleri, idari para cezaları, gecikme cezaları, gecikme zamları ve katılım paylarının kurumun gelirleri arasında olduğunun belirtildiği, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 88. maddesinde, Kurumun, 6183 sayılı Kanun’un uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanacağı, Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olduğu, 93. maddesinde ise, bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödeneklerinin, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacaklarının, devir ve temlik edilemeyeceği, gelir, aylık ve ödeneklerin; 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemeyeceği, aynı Kanunun 101. maddesinde ise, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmüne yer verildiği, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türlerinin, a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının daha önceden işlettiği ticari işletmesinde çalışanlarının sigorta primlerinin yatırılmadığından bahisle davacıya ödeme emri gönderildiği, davacının borcunu ödememesi üzerine emekli maaşı üzerine haciz konduğu, söz konusu haciz işleminin iptali istemiyle Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin E:2009/462, K:2009/443 sayılı dosyasında dava açıldığı, verilen görevsizlik kararı üzerine aynı istemle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 101. maddesi hükmü uyarınca açıkça idari yargının görevine girdiği belirtilmeyen dava konusu haciz işleminin iptali davasının görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait bulunduğu sonuç ve kanaatine ulaşıldığı, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvurulmuş ise de, idari yargı dosyasının, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Kurum alacaklarının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli aylığına konulan haczin kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Davalı idare vekili, İdare Mahkemesine verdiği savunma dilekçesinde, davacının, Kurumun 1011994.38-1008389.38-1012125.38 sicil sayılı dosyalarda işlem gören işyerlerinin işvereni olduğunu, 1996/4-5-6-7-8 inci dönemler prim, İSP ve 2005/6 ncı dönem prim, İSP ve İPC larının tahsili için davacı aleyhine icra takibi başlatıldığını, ancak ödeme emrinin tebliğine rağmen davacının Kuruma olan borcunu ödemediğini, bunun üzerine Kurumun 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesinin 1. fıkrasına dayanarak 25.12.2008 tarihinde emekli aylığına haciz koyduğunu belirtmiştir.

5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Öte yandan, 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesinde, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…”, 93. maddesinde, “Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez. Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir…” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmü yer almıştır.

Olayda, Kurum alacağının tahsili için 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanarak davacının emekli aylığına haciz konulmuştur.

Bu duruma göre, Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasa’nın uygulanmasından doğan ihtilafa ilişkin davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi hükmü karşısında, İş Mahkemeleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile İcra Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kayseri 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 12.5.2009 gün ve E:2009/462, K:2009/443 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/99

KARAR NO     : 2010/327

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Diyarbakır Garnizonu Kurdoğlu Lojmanları Şahinkaya Apartmanı’nın sıcak su kalorifer kazanının patlaması sonucu yıkılması üzerine oğlu vefat eden, eşyaları tahrip olan davacının (asker eşi) maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. Z. Ü.

Vekili                  : Av. K. B.

Davalı                 : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili                  : Av. B. D.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, 11 Aralık 2006 tarihinde Diyarbakır Garnizonu Kurdoğlu Lojmanları Şahinkaya Apartmanı’nın sıcak su kalorifer kazanının patlaması sonucu yıkıldığını, söz konusu olay sebebiyle müvekkilinin oğlu olan M. B. Ü.’ın vefat ettiğini, yine aynı olay sebebiyle müvekkilinin eşi ve çocuğu ile birlikte oturduğu konutun tamamen çöktüğünü ve konutta bulunan ve ½ mülkiyeti müvekkiline ait olan eşyaların tamamının tahrip olduğunu, yapımı, işletilmesi, bakımı ve onarımı davalı idarenin ilgili birimlerince yürütülen lojmanların hatalı inşaatında, yetersiz bakımında, yetersiz güvenlik kontrolünde ve gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmamasında davalının kusura dayanan sorumluluğunun bulunduğunu, Şahinkaya Apartmanı’nın uygun vasıfta imal edilmemesinin, kapıcı dairelerinin başka lojman bloklarında bulunmasının, yıkılan Şahinkaya Apartmanı ve grubu ile hiç ilgisi olmayan bir kazanın yanlış projelendirme sonucu Şahinkaya Apartmanı’nın altına yerleştirilmesinin, bu nedenle kazanın fiziki kontrolünün yeterince yapılamamasının ve ayrıca Lojman Bakım ve Onarım Müfrezesinin lağvedilmesinin, bunun sonucu olarak da kalorifer kazanlarının bakım onarım faaliyetlerinin gereği gibi yürütülememesinin davalı idarenin kusurlarını teşkil ettiğini, imal, bakım ve işletilmesinde idarenin kusuru sonucu patlayan sıcak su kalorifer kazanı ve yıkılan lojman sebebiyle müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, müteveffa M. B. Ü.'ın ölümünde ve mülkiyetinin yarısı müvekkiline ait ev eşyalarının tamamen tahrip olması sonucunda müvekkilinin uğradığı maddi ve manevi zararların oluşumunda, davalı idarenin ağır kusurunun yanı sıra, istihdam edenin sorumluğu ve bina sahibinin objektif sorumluluğu gibi kusursuz sorumluluk hallerinin de bulunduğu düşünüldüğünden; oluşan maddi ve manevi zararların haksız fiil (kusur) ve objektif sorumluluk sebepleri gereğince davalı idarece karşılanması gerektiğini ileri sürerek müvekkili A. Z. Ü. lehine 25.000 YTL’nin müteveffa M. B. Ü.'ın farazi desteğinden mahrum kalınmasından ve 50.000 YTL’nin ev eşyalarının zayiinden kaynaklanan toplam 75.000 YTL maddi tazminat ve 50.000 YTL manevi tazminat olmak üzere toplam 125.000 YTL tazminata hükmedilmesine, tazminatlara olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 7.7.2009 gün ve E:2008/427 sayı ile, davanın konusu haksız fiilden kaynaklanan maddi-manevi tazminat davası olup, davalıya istihdam edenin sorumluluğu nedeniyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmakla, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Diyarbakır Garnizonu Lojmanları olarak kullanılan Şahinkaya Apartmanı'nın kalorifer kazanının patlaması nedeniyle yıkılması sonucu ölen Mustafa Buğra Ünsal'ın annesi tarafından maddi ve manevi tazminata hükmolunması istemiyle Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/427 Esas sayısında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında sayıldığı, kamu konutlarının, işletilmesi, bakımı ve onarımı ile ilgili faaliyetlerin, adına tahsis yapılan kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen bir kamu hizmeti olduğu, bakılan davanın, uğranıldığı ileri sürülen zararların kamu konutlarının bakım, onarımı ve kontrolünün idarece gereği gibi yerine getirilmemesinden, yanlış projelendirmeden ve gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmamasından doğduğu iddiasıyla açıldığının anlaşıldığı, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan idarenin, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bir kişinin ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esasları çerçevesinde sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tesbitinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre idari yargı yerlerine ait bulunduğu, buna göre, uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacılar Aynur Zekiye Uysal vekili tarafından davalı Milli Savunma Bakanlığı aleyhine Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2008/427 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/99 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacının oğlu Mustafa Buğra Ünsal'ın, Diyarbakır Garnizonu Kurdoğlu Lojmanları Şahinkaya Apartmanı'nın kalorifer kazanının patlaması nedeniyle yıkılması sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi için Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan davada, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu talebin, kamu konutlarının tahsis edildiği kamu kurumları tarafından işletilmesi, bakımı ve onarımı ile ilgili faaliyetleri içerisine alan kamu hizmetinin ifası sırasında idare tarafından gerekli denetim ve gözetim yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği veya güvenlik tedbirlerinin alınıp alınmadığının belirlenmesine ilişkin bulunduğu, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait konutların işletilmesi sırasında bir kişinin yaşamını kaybetmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı bir kamu kurumu niteliğindeki davalı idarenin kazanın meydana gelmesinde bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ve olayda meydana gelen zararın hizmet kusuru esaslarına göre tazmininin gerekip gerekmediğinin belirlenmesi söz konusu olacağından, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesi gereğince açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği, bu nedenle; Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/427 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Diyarbakır Garnizonu Kurdoğlu Lojmanları Şahinkaya Apartmanı’nın sıcak su kalorifer kazanının patlaması sonucu yıkılması üzerine oğlu vefat eden, eşyaları tahrip olan davacının(asker eşi) uğradığı maddi ve manevi zararların idarece tazmini istemiyle açılmıştır.

Kamu konutlarının tahsis biçimi, oturma süresi, kira, bakım, onarım ve yönetimine ilişkin temel ilkeler, 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu ile belirlenmiş; bu Kanunun 11. maddesine göre Bakanlar Kurulu’nun 84/8345 sayılı Kararı ile çıkarılan Kamu Konutları Yönetmeliği’nde ise, anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar düzenlenmiştir.

Olayda, uğranılan zararların tazmini istemine ilişkin davanın, zararın kamu konutlarının bakım ve onarımının idarece gereği gibi yerine getirilmemesinden doğduğu iddiasıyla açıldığı, zarara uğradığını iddia eden kişinin asker olmadığı anlaşılmaktadır.

Buna göre, kamu hizmetine özgülenmiş olan kamu konutlarının işletilmesi, bakımı ve onarımını yapmakla yükümlü bulunan idarenin, bu görevini yerine getirdiği sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunulmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı görevlidir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.7.2009 gün ve E:2008/427 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/156

KARAR NO     : 2010/328

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3417 sayılı Yasa'yı yürürlükten kaldıran 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun kapsamında; tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : C. T.

Vekilleri              : Av. H. K. – Av. M. T.

Davalılar             : 1) Hazine Müsteşarlığı

Vekili                  : Av. Y. T.

2) Merzifon Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. K. U.

O L A Y             :Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin Merzifon Belediyesi’nde işçi olarak göreve başladığını ve emekli olarak işten ayrıldığını, davalı işveren tarafından müvekkiline ait tasarruf kesintilerinin Ziraat Bankası’na yatırılmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 500 YTL tasarrufu teşvik kesintisi, neması, işveren ve Devlet katkısının işten ayrılış tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsili istemiyle Merzifon Belediye Başkanlığı’na karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla); 9.4.2009 gün ve E:2008/381, K:2009/277 sayı ile, açılan davanın husumet yönünden reddine karar vermiş; bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi; 7.7.2009 gün ve E:2009/22064, K:2009/20279 sayı ile, “…Davacı işçi davalı belediye hakkında açtığı bu davada, işyerinde çalıştığı dönemde 3417 sayılı Yasa uyarınca tasarruf kesintisi ile işveren katkı payı ödemesinin yapılmadığını ileri sürerek, tasarruf teşvik ve nema alacağı isteklerinde bulunmuştur.

Davalı işveren hazine müsteşarlığının sorumlu olduğunu savunmuştur.

Mahkemece, davanın husumet yokluğu sebebiyle reddine karar verilmiştir.

Tasarruf teşvik kesintisi ve katkı payı ödemeleri, 18.3.1988 tarihinde yürürlüğe giren 3417 sayılı Yasa ile öngörülmüş, anılan Yasanın 6. maddesine göre anılan ödemelerin ilgili adına açılacak banka hesabına yatırılmaması durumunda, Sosyal Sigortalar Kurumunun tahsil görevinin olduğu açıklanmıştır.

3417 sayılı Yasa 24.4.2003 tarih ve 4853 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılmış ve sözü edilen Yasanın 7. maddesinde, "3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır" şeklinde kurala yer verilmiştir. 4853 sayılı Yasanın 8. maddesinde ise, tasarruf teşvik kesintileri ile katkı paylarını süresinde işverence yatırılmaması halinde, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından primlerin tahsiline ilişkin hükümler çerçevesinde tahsil edileceği açıklamıştır.

Öte yandan, 4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" şeklinde kurala yer verilmiş olmakla tasarruf teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluk Hazine Müsteşarlığına ait olmalıdır.

Açıklanan hukuksal gerekçelere göre davalı yönünden husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi isabetli ise de; husumet değişikliğinin yasadan kaynaklanması, Dairenin son uygulamaları ve usul ekonomisi açısından davacının öncelikle davasını Hazine Müsteşarlığına yöneltmesi için davacıya süre verilmeli, sonucuna göre yargılamaya devam edilerek işin esası bakımından hüküm kurulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten bozulmasına,…” karar vermiştir.

Davacı vekili, Mahkemece Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilmesi üzerine, dava dilekçesinin Hazine Müsteşarlığı’na tebliğini istemiştir.

Davalı Hazine Müsteşarlığı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

MERZİFON ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA); 15.4.2010 gün ve E:2009/313 sayı ile, davalı Hazine Müsteşarlığının görev itirazının, 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince işçi ile işveren arasında hizmet ilişkisinden doğan uyuşmazlığın çözüm yeri iş mahkemesi olduğundan reddine karar vermiştir.

Davalı Hazine Müsteşarlığı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 24.4.2003 tarih ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun'un 1. maddesinde, bu Kanunun, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacını taşıdığının ifade edildiği, 7. maddesinde, "3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır" denildiği, 8. maddesinin ikinci fıkrasında, “3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar" hükmünün yer aldığı, 10. maddesi ile de, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı, anılan 4853 sayılı Kanun’a 26.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Kanun’la eklenen Ek 1. maddede, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24.4.2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31.12.2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" denildiği, mülga 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un "Kapsam" başlıklı 2. maddesi, "Bu Kanun hükümleri çerçevesinde; a) Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre almakta olan kamu görevlileri ile kanunla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanların, Aylık ve ücretlerinden "tasarruf kesintisi" yapılır. Bu tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkısı sağlanır. 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa tabi olarak çalışanlar gelirlerinin, bu Kanun hükümlerine göre belirlenecek kısmını tasarruf olarak her ay ilgili banka şubesine yatırırlar" hükmünü, 4. maddesinin birinci fıkrası, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar. T.C. Ziraat Bankasında personel adına açtıracakları “Tasarrufu Teşvik Hesabı'na yatırırlar" hükmünü ihtiva ettiği, 6. maddesinde ise, emeklilik veya ölüm halinde biriken tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarının Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkılarının, ilgililere veya kanuni mirasçılarına neması ile birlikte ödeneceğini kurala bağlayan mülga 3417 sayılı Yasa ile, kapsama dahil tüm kamu çalışanlarının aylık ve ücretlerinden kurumlarınca yapılacak tasarruf kesintileri ile sağlanacak Devlet katkısının, ilgili kurum tarafından T.C. Ziraat Bankası’nda açılacak "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırılacağı, bu şekilde tahsil olunan paraların, T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (20.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Yasa’ya göre: Hazine Müsteşarlığı) adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"nda toplanacağı, bu hesabın izlenmesinden T.C. Ziraat Bankası’nın, bu hesaptaki paraların nemalandırılmasından ise Hazine Müsteşarlığı’nın sorumlu tutulacağının öngörüldüğü, çalışanların serbest irade ve insiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmeleri ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenleyen ve bu nedenle de kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan mülga 3417 sayılı Yasa'nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilmemesi halinde, Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesi için, kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından, ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerince yapılacağı, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 12.2.1996 günlü, E:1995/96, K:1996/43 sayılı ve 8.5.1998 günlü, E:1998/8, K:1998/10 sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; konuya ilişkin mevzuat incelendiğinde: 4853 sayılı "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun"un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Yasa'nın 4. maddesinde, "Kurumlar bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında personeli adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. İşverenler işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankasında işçileri adına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. 1479 sayılı Kanuna tabi olarak çalışanlar 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracakları "Tasarrufu Teşvik Hesabı"na yatırırlar. Yapılan katkı ve kesintiler, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işlenir. (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; iptal: Anayasa Mahkemesi'nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) Bu şekilde tahsil edilen paralar tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı adına açılacak "Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı"na yatırılır" hükmü; aynı Yasanın 7. maddesinde, "İşverenlerin, ücretlerden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını 4 üncü maddede belirtilen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırmamaları halinde, yatırılması gereken miktarlar resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak alınacak gecikme zammı ile birlikte ilgili banka hesabına yatırılır. Tasarruf tutarlarını süresi içinde ve tam olarak ödemeyen Bağ-Kur sigortalılarının ödemeleri gereken tutarlar 1479 sayılı Kanunun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri çerçevesinde Bağ-Kur tarafından tahsil olunarak ilgili banka hesabına yatırılır" hükmünün yer aldığı, 4853 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde, Kanunun amacının, 09/03/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesi olduğunun belirtildiği; 7. maddesinde, 3417 sayılı Kanun'un mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağının bildirildiği ve süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı paylarına ilişkin 8. maddesinin 2. fıkrasında ise, 3417 sayılı Kanun 'un mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumların, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumlu olduklarının hükme bağlandığının görüldüğü, 4853 sayılı Yasa'ya 29.12.2006 tarih ve 5568 sayılı Yasa ile eklenen EK 1. maddesinde, "Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer" hükmünün yer aldığının görüldüğü, dolayısıyla, anılan yasal düzenlemeler gereğince çalışanların serbest irade ve inisiyatifi olmaksızın tasarrufa teşvik edilmelerinin söz konusu olması ve bu tasarruflarının kamusal usul ve esaslarla değerlendirilmesi suretiyle bir kamu hizmetini düzenlediği için kamu hukuku alanına ilişkin olduğu kuşkusuz bulunan 3417 sayılı Yasa’nın, yükümlü tuttuğu kamu kurum ve kuruluşlarınca, 4. maddedeki bu yükümlülüğün zamanında veya hiç yerine getirilme­mesi halinde; Yasa ile bağlı yetki olarak düzenlenen yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi şeklindeki olumsuz idari tasarruf nedeniyle doğan zararların giderilmesini teminen kapsama dahil tüm kamu çalışanları tarafından ilgili idareye karşı açılacak tam yargı davalarının yargısal denetiminin idari yargı yerince yapılması gerektiği, nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 17.3.1996 tarih ve 22583 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 12.2.1996 günlü, E.1995/96, K.1996/43 sayılı kararının da bu doğrultuda olduğu, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/313 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Belediyede işçi olarak çalışırken emekli olan davacının, tasarruf kesintisi, Kurum katkısı ve nemalarının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 09/03/1988 gün ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılmasını, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunmasını, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasını temin etmek ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılmasını sağlamak suretiyle çalışanların tasarruf yapmalarını teşvik etmek olduğu belirtilmiş; 4. maddesinde, kurumların bu Kanun hükümleri çerçevesinde çalışanların aylık ve ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintisi ile sağlanacak Devlet katkılarını aylık ve ücret ödemesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda personeli adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, işverenlerin işçilerinin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek, ücret ödenmesinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası’nda işçileri adına açtıracakları Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, 1479 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışanların 3 üncü madde hükümlerine göre tespit edilecek aylık tasarruf tutarlarını, ait oldukları ayın sonuna kadar, belirlenecek ilgili banka şubelerinde kendi adlarına açtıracaklar Tasarrufu Teşvik Hesabına yatıracakları, yapılan katkı ve kesintilerin, ilgili bankaya yatırılmasını müteakip, muhtevasının Yüksek Planlama Kurulu’nca tespit edilip her hak sahibine verilecek bir hesap cüzdanına işleneceği, (Değişik fıkra: 30/05/1994 - KHK-533/3 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 21/07/1994 tarih ve E.1994/66, K.1994/63-2 sayılı Kararı ile.; Yeniden düzenlenen fıkra: 24/11/1994 - 4046/32 md.) bu şekilde tahsil edilen paraların tahsilatın yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı adına açılacak Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına yatırılacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

24/4/2003 gün ve 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,Bu Kanunun amacı, 9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca açılmış bulunan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir”, “Kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “Bu Kanun, 3417 sayılı Kanun hükümleri uyarınca T.C. Ziraat Bankasında adlarına Tasarrufu Teşvik Hesabı açılan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kendilerine 3417 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci ve iptal edilen üçüncü fıkraları gereği ödeme yapılmamış hak sahiplerini kapsar”, “Ödeme” başlığını taşıyan 6. maddesinde, “Hak sahiplerine, anapara tutarları 2003 yılı Nisan ayında defaten ödenir.

5 inci madde uyarınca değerlendirilen tutar Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarında olmak üzere 2004 yılında dört taksit, 2005 yılında dört taksit ve Mart ve Haziran aylarında olmak üzere 2006 yılında iki taksit olarak toplam on taksitte ödenir.

Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, ödeme tarihlerini bir ay önce veya bir ay sonra olarak belirlemeye yetkilidir.

Emeklilik veya ölüm halinde taksitlendirme devam etmez ve ilgililere veya kanunî mirasçılarına kalan tutar defaten ödenir.

Bu Kanun hükümleri gereğince hak sahiplerine yapılacak ödemeler ve bu ödemeler nedeniyle düzenlenecek belgeler hiçbir vergi ve kesintiye tâbi tutulamaz”, “Süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı payları” başlığını taşıyan 8. maddesinde, “3417 sayılı Kanun hükümlerine göre, ücretlerden yapmaları gereken tasarruf kesintileri ile katkı paylarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan işverenlerden; yatırılması gereken miktarlar ile gecikme zammı, resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılır.

3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumludurlar”, “Düzenleme” başlığını taşıyan 9. maddesinde, “Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, bu Kanunun uygulanması ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmaya yetkilidir”, “Yürürlükten kaldırılan hükümlerbaşlığını taşıyan 10. maddesinde, “9.3.1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır” ve Ek 1. maddede(26/12/2006-5568/4 md.) ise, “Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usûl ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer.

Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkan tasarruf sahiplerinin sistemden çıktıkları tarihte tasarruf teşvik hesaplarında kalan Devlet veya işveren katkısı tutarları, ödenen nema tutarları mahsup edilmek kaydıyla ilk kesinti tarihinden; şahıs kesintisine tekabül eden ödenmeyen nema tutarları ise sistemden çıkış tarihinden 30 Nisan 2003 tarihine kadar olan dönem için 3417 sayılı Kanunun nemalandırmaya ilişkin 5 inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre ve bu tarihten sonraki dönem için ise 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanunun 5 inci maddesinde belirlenen esaslar çerçevesinde Şubat 2007 sonu itibariyle değerlemeye tâbi tutularak tasarruf sahiplerine başvuru halinde defaten ödenir. Söz konusu ödemelerin hak sahibi bazında belirlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınır.

3417 sayılı Kanunun ödemeleri düzenleyen 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası uyarınca sistemden çıkarak her ne suretle olursa olsun, işbu düzenleme tarihinden önce mülkiyet hakkı kapsamında talebi karşılanmış hak sahipleri lehine bir fark oluşması halinde, söz konusu tutar 2007 yılı Aralık ayı sonuna kadar defaten ödenir.

İkinci ve üçüncü fıkra düzenlemesi ile konuları kalmayacağından kapsama giren tasarruf sahipleri tarafından yargı mercilerine açılmış davalar ile icra takipleri hakkında bu madde hükümleri uygulanmak suretiyle dava ve takipler sonuçlandırılır. Bu kapsamda, yargı organlarınca idare aleyhine hüküm altına alınabilecek yargılama giderleri de ilgililerinin talep etmesi halinde haklılık oranında nispî şekilde ödenerek davaların ve ihtilafların sonuçlandırılması sağlanır” hükümleri yer almıştır.

3417 sayılı Yasada, çalışanların aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılması, tasarruflara Devlet veya ilgili işverenlerin katkıda bulunması, bağımsız çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasının sağlanması ve bu tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılması suretiyle tasarruf yapmalarının teşvik edilmesine ilişkin hususlar düzenlenmiş; anılan Yasa'yı yürürlükten kaldıran ve çalışanların tasarruflarını teşvik hesabında biriken paraların tasfiyesi ve bu hesaptan hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirleyen 4853 sayılı Yasa ile de, yapılacak ödemeler konusunda Hazine Müsteşarlığı’na görev ve sorumluluk verilmiştir.

Bu durumda, kesintilerin ilgililerin iradeleri dışında, idarenin kamu gücü kullanılarak yapıldığı, konunun kamu hukuku alanına ilişkin olduğu gözetildiğinde; tasarruf kesintisi, kurum katkısı ve nemaların tahsili istemiyle, anılan İdareye karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla) kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Hazine Müsteşarlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Merzifon Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla verdiği) 15.4.2010 gün ve E:2009/313 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/178

KARAR NO     : 2010/346

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı tarafından Birlik Tüzüğünün 47. maddesi uyarınca çıkarılan Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği’ne aykırı olarak arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : R. B.

Vekili                  : Av. N. B.

Davalı                 : Aydın İli Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı

Vekili                  : Köseoğlu Eröz Kurtuluş Avukatlık Ortaklığı

O L A Y             : Aydın İli Söke Sulama Birliği Başkanlığı’nın 26.11.2008 gün ve 2008-112 sayılı Encümen Kararı ile, 7.8.2008 tarihinde birlik görevlilerince tutulan tutanakta R. B.’in arazilerine üçüncü suyu izinsiz olarak aldığının tespit edildiğinden bahisle 4.6.2008 tarihli Meclis kararı ve buna istinaden aynı tarihli Encümen kararı gereğince 4.250,00YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

SÖKE 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.2.2009 gün ve D.İş:2008/373, D.İş K:2008/373 sayı ile, başvuru sahibi R. B. vekili Av. N. B.'ün başvuru talebinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince idari yaptırım kararının hukuka uygun olmaması nedeniyle kabulü ile; başvuru sahibi hakkında Söke Sulama Birliği Başkanlığı tarafından düzenlenen 26.11.2008 tarih ve 2008/112 sayılı 4.250,00TL tutarındaki idari para cezasına ilişkin Birlik Encümen Kararının hukuka aykırı olması nedeniyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/8-b maddesi gereğince iptaline karar vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ; 2.3.2009 gün ve D. İş:2009/159 sayı ile, Anayasa'nın "Mahalli idareler" başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, "Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir..." kuralına yer verildiği; mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 133. maddesinde, "Belde ve köyler, vilayet idarei hususiyeleri kendilerine kanunlarla verilen mecburi veya ihtiyari vazifelerin bir veya bir kaçını müşterek tesisat ve idare ile ifa için birlik tesis edebilirler" hükmünün yer aldığı ve aynı Yasanın 138. maddesinde ise, "Birlikler hükmi şahsiyeti haiz amme müesseseleridir. Vazifelerini ifa ettikleri mahalli idarelerin bu vezaifi ifa hususunda haiz oldukları hukuk ve salahiyeti haizdirler... " denildiği; işlemin tesisinden sonra yürürlüğe giren 26.5.2005 tarih ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu'nun 3. maddesinde; Mahalli idare birliğinin, "Birden fazla mahalli idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi" şeklinde tanımlandığı; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağının ifade edildiği; 5. maddesinde de, Tüzüğün kabul edilmesi koşullarının ve tüzükte yer alacak hususların belirlendiği, Söke Ovası Sulama Birliği’nin anılan yasal düzenlemelere göre kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olduğu, itiraz konusu olayda Birlik Tüzüğünün 47. maddesi, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin f fıkrası, 4.6.2008 tarihli birlik meclisi ve birlik encümeni kararlarına istinaden Rıdvan Bilgin adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirdiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddelerinden söz ederek, başvuruya konu izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesi işleminin kanundan kaynaklanmayıp, birlik tüzük ve yönetmeliği ile birlik meclis ve encümen kararlarına istinaden tesis edildiği, Kabahatler Kanunu’nun 2. ve 4. maddeleri karşısında söz konusu izinsiz su alma eyleminin kabahat, tesis edilen işlemin de idari yaptırım niteliğinde olmadığı, bununla birlikte söz konusu işlemin, kamu tüzel kişiliğine sahip bir yerel yönetim birimi olan Söke Ovası Sulama Birliği tarafından kamu gücüne dayanarak resen ve tek yanlı olarak tesis edilmesi, keza Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğünün 35. maddesinde, birlik gelirlerinin tahsilatında belediyelerde uygulanan formlar, makbuzlar ve usulün uygulanacağının, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 3. maddesinin C bendinin 1 fıkrası uyarınca birlik alacaklarının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edileceğinin belirtilmiş olması karşısında, bir idari işlem niteliğinde olduğu, bu nedenle, Söke Ovası Sulama Birliğince Rıdvan Bilgin adına izinsiz su alma cezası tahakkuk ettirilmesinden doğan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümü gerekmekle bu hususta idari yargı yerlerinin görevli bulunduğunun anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.11.2004 tarih ve 2004/47-71 E,K ve 5.2.2007 tarih ve 2006/214 Esas, 2007/8 Karar sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğu, tüm bu nedenlerle itiraz eden Söke Ovası Sulama Birliği Başkanlığı vekilinin itirazının bu yönüyle haklı görülerek Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/373 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Rıdvan Bilgin’in iptalini talep ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle itirazın kabulü ile, Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.2.2009 tarih ve 2008/373 D.İş sayılı kararının kaldırılmasına, başvuru sahibi Rıdvan Bilgin’in itiraz ettiği idari yaptırım kararı sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28/1-b maddesi gereğince başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 15.4.2009 gün ve E:2009/350, K:2009/929 sayı ile, görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz üzerine AYDIN BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 21.12.2009 gün ve E:2009/1404, K:2009/1549 sayı ile, dava dosyasının incelenmesinden, dava konusu cezanın tebliği üzerine davacının yetkili Sulh Ceza Mahkemesine başvurduğu, sulh ceza mahkemesince davacı lehine karar verildiği, ancak itiraz üzerine Söke Ağır Ceza Mahkemesince idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle bu kararın kaldırıldığı, davacının bu sefer Aydın 1. İdare Mahkemesinde dava açtığı, itiraz konusu kararla idare mahkemesince de görev ret kararı verildiğinin anlaşıldığı; konuya ilişkin yasa hükümlerinin değerlendirilmesinden, yargı kolları arasında davanın görev yönünden reddine karar verilirse, ikinci mahkeme de, kendisine görev ret ile dosyayı gönderen mahkemenin görevli olduğu düşüncesi ile görevsiz olduğunu düşünmekte ise, görev ret kararı vermeyip görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyayı uyuşmazlık mahkemesine göndermesi gerektiği sonucuna varılmakta olduğu; öte yandan 2247 sayılı yasanın 14.maddesinde olumsuz görev uyuşmazlığının düzenlenmiş olduğu, bu maddeye göre karar verebilmek için üç yargı kolundan en az ikisinin kendisini görevsiz görmelerinin gerektiği, 19.md.deki düzenlemede ise; ikinci mahkemenin özellikle 1.mahkemeyi görevli görerek kendisini görevsiz görmesinin gerekmekte olduğu, bu sebeple 14 ve 19.maddeler uyarınca, mahkemenin kendisini görevsiz görmesi halinde ister esastan karar vermek isterse uyuşmazlık mahkemesine konuyu götürmek gibi bir seçimlik hakkının bulunmadığı; nitekim bakılan davada ilk dava açılan sulh ceza mahkemesince davaya bakıldığı, ancak Ağır Ceza Mahkemesinin İdari yargının görevli olduğu gerekçesiyle kararı bozduğu, idare mahkemesinin de sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu düşüncesiyle kendisini görevsiz görmekte olduğu; bu sebeple yasanın 19.maddesinin uygulanmasının gerektiği (Danıştay 10. Dairesinin 8.5.2002 gün ve E:2001/1262 K:2002/1426 sayılı kararı da bu doğrultudadır.) nedenleriyle; itirazın kabulüne itiraz konusu Aydın 1.İdare Mahkemesinin 15.04.2009 gün ve E:2009/350 K:2009/929 sayılı kararının bozulmasına, bozma gerekçesi doğrultusunda karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine iadesine karar vermiş; bunun üzerine bozma kararına uyan AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 8.4.2010 gün ve E:2010/328 sayı ile, davacı Rıdvan Bilgin vekili Av. Nilgün Bütün tarafından, davacıya izinsiz olarak su kullandığından bahisle 4.250,00 TL idari para cezası verilmesine ilişkin 26.11.2008 tarih ve 2008/112 sayılı Söke Ovası Sulama Birliği Encümeni kararının iptali istemiyle Söke Ovası Sulama Birliği'ne karşı dava açıldığı, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki Kanun'un 8. maddesinde, Bölge İdare Mahkemelerinin yargı çevrelerindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hakim tarafından verilen kararları itiraz üzerine inceleyeceği ve kesin olarak hükme bağlayacağının düzenlendiği, dava dosyasının incelenmesinden; davacıya ait S2- Y4 azmak mevkii 758 parselde kayıtlı 25 dönüm ve 760 parselde kayıtlı 25 dönüm olmak üzere toplam 50 dönümlük arazinin III. suyunun izinsiz olarak yapıldığının 07.08.2008 tarih ve 2179 sayılı tutanak ile tespit edilmesi üzerine Söke Ovası Sulama Birliği Encümeninin 26.11.2008 tarih ve 2008/112 sayılı kararı ile davacıya 4.250,00 TL idari para cezası verildiği, bu encümen kararının iptali istemiyle Söke Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davada 10.02.2009 tarih ve 2008/373 D. İş nolu kararı ile davanın kabulüne ve encümen kararının iptaline karar verildiği, davalı idare tarafından yapılan itiraz üzerine Söke Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.03.2009 tarih ve 2009/159 D.İş nolu kararı ile Sulh Ceza Mahkemesi kararının kaldırılarak kesinleşmesi üzerine davacı tarafından uyuşmazlık konusu idari para cezası verilmesine ilişkin encümen kararının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; Mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü, Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği'nin "Ceza Hükümleri" başlıklı 5. maddesinin (f) bendinde; "Sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 TL'den 2.000 TL'ye kadar para cezası kesileceği" hükmüne, (g) bendinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik Encümeninin yetkili olduğu" hükmüne yer verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, dava konusu uyuşmazlığın tesis edildiği tarih itibariyle dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak olan Mahalli İdareler Birliği Kanunu, Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü ve Yönetmeliğinde idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hükmün bulunmadığı, bu durumda, olayda görevli yargı merciinin toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolunu ve idari yaptırım karalarının yerine getirilmesine ilişkin esasları düzenleyen bir Kanun olan Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca belirlenmesi gerektiği, anılan Kanunun 3. maddesinde de, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının açık olarak düzenlendiği ve idari para cezası, mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılacağı düzenlemesine yer verildiği, bu durumda; idari para cezası verilmesine ilişkin Encümen kararına ilişkin uyuşmazlığa uygulanacak ilgili mevzuatta idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması nedeniyle, kabahatler hakkında uygulanacak genel kanun olan Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağına ilişkin hükmü dikkate alındığında, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmadığı, sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelenmesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, idari yargı dosyanın onaylı örneği ile birlikte adli yargı dosyasının da örneği gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davalı Birlik tarafından, Birlik Tüzüğünün 47. ve Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliğinin 5. maddesinin (f) bendine aykırı olarak, arazisini izinsiz olarak suladığından bahisle Birlik Encümeni kararıyla davacıya verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesinin son fıkrasında, “Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir…” kuralına yer verilmiştir.

11/06/2005 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/5/2005 tarih ve 5355 sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, Kanunun amacının; mahallî idare birliklerinin hukukî statüsünü, kuruluşunu, organlarını, yönetimini, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usûl ve esaslarını düzenlemek olduğu açıklanmış, 3. maddesinde; Mahallî idare birliği, “Birden fazla mahallî idarenin, yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisi” şeklinde tanımlanmış; 4. maddesinde, Birliğin, birlik tüzüğünün kesinleşmesinden sonra Bakanlar Kurulunun izni ile kurulacağı ve tüzel kişilik kazanacağı; 5. maddesinde, Tüzüğün kabul edilmesi, onaylanması, kesinleşmesi ile Birlik tüzüğünde bulunması zorunlu hususların neler olduğu belirtilmiş; 13. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde; “Kanunlarda öngörülen cezaları vermek” Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında sayılmış; maddenin son fıkrasında; Birlik encümeninin toplantıları, kararları ile çalışma esas ve usûlleri hakkında bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, Belediye Kanununun belediye encümenine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir.

Dava konusu işlemin dayanakları olarak gösterilen; “Söke Ovası Sulama Birliği Tüzüğü”nün 1. maddesinde, Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip olduğu; 25. maddesinin birinci fıkrasının 7. bendinde, kanunlar, ilgili diğer mevzuat ve Birlik Meclisi kararlarıyla öngörülen cezaları uygulamanın, Birlik encümeninin görev ve yetkileri arasında olduğu; 47. maddesinde ise, bu tüzüğün uygulanmasına ilişkin esasların yönetmeliklerle düzenleneceği belirtilmiş; Tüzüğün, sulama suyu ücretlerini zamanında ödemeyen mükellefler hakkında alacak takibinin Borçlar Kanunu ve İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağına ilişkin 35. maddesine karşılık; Birlik Tüzüğüne istinaden hazırlanan “Söke Ovası Sulayıcı Grupları ve Sulayıcılar Yönetmeliği”nin “Tahsilat İşlemleri” başlıklı 3-C maddesindeki farklı bentlerde; süresinde ödenmeyen sulama suyu ücretlerindeki gecikme faizlerinde, diğer alacakların tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı açıklanmış; Yönetmeliğin, “Ceza Hükümleri” başlığını taşıyan 5. maddesinin (f) bendinde; sıra harici ve kaçak su kullananlar ile kullandıranlara 100 YTL’den 2.000 YTL’ye kadar para cezası verileceği belirtilmiş; 6. maddesinde ise; 5. maddedeki para cezalarını 20 katına kadar arttırmaya, Birlik encümeninin yetkili olduğu hükmü yer almıştır.

Anılan düzenlemelerde, davalı Birliğin, kamu tüzel kişiliğine sahip yerel yönetim birimi olduğu kuşkusuzdur. Birlik Tüzüğünde, Birlik gelirlerinin takip ve tahsil usulünün Borçlar ile İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılacağı; Yönetmelikte ise, alacakların tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağının öngörülmesine karşılık; mevzuat hükümlerinde, para cezasına itiraz konusunda kanun yoluna ilişkin bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, dava konusu işlemin dayanağı olarak gösterilen mevzuatta idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran Söke Ağır Ceza Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce işin esası yönünden verilen kararı, Mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle kaldıran SÖKE AĞIR CEZA MAHKEMESİ’nin 2.3.2009 gün ve D. İş:2009/159 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/185

KARAR NO     : 2010/348

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Uyuşmazlık Mahkemesi’nce daha önce karara bağlanan konu ile ilgili olarak aynı dilekçe ile ikinci kez yapılan başvuru nedeniyle KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞI hk.

K A R A R

Davacı                : V. G.

Vekili                  : Av. Ç. O.

Davalı                 : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (Pendik Sigorta Müdürlüğü)

O L A Y             : Aylık sigorta primleri bildirgelerinin yasal süre içersinde Kuruma verilmemesi nedeniyle davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79 ve 140. maddeleri uyarınca 5.8.2003 gün ve 65785 sayılı işlem ile 2.448,00 YTL idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz komisyon kararı ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle 20.11.2003 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 11.10.2006 gün ve E:2006/3466, K:2006/4123 sayı ile, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce, dava konusu işlemin iptaline dair verilen kararın bozulmasına, 506 sayılı Kanunun 5454 sayılı Kanunla değişik 140. maddesinde, idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı hükme bağlandığından, 506 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözüm görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle 14.9.2007 günü adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

PENDİK 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 11.10.2007 gün ve Değ. İş E: 2007/566, Değ. İş K: 2007/162 sayı ile, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiği, 5655 sayılı Kanunun 2. maddesi ile 506 Sayılı Yasa’nın 140. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle bu madde uyarınca verilen para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların görüm ve çözüm görevinin İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Bu karar üzerine davacı vekili 31.12.2007 günü ikinci kez idari yargı yerinde dava açmış, Mahkemece daha önce görevsizlik kararı verildiği gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş, davacı vekilinin talebi üzerine dava dosyası, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. maddesi uyarınca ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında; Hakim-Raportör G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davada karar verilmesine yer olmadığı yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın karar verilmesine yer olmadığı yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinden, Pendik Sigorta Müdürlüğünce tesis edilen 5.8.2003 gün ve 65785 sayılı işlemin iptali istemiyle İstanbul 6. İdare Mahkemesine açılan davada görevsizlik kararı verilmesi üzerine, davacının aynı istemle itirazda bulunduğu Pendik 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce de görevsizlik kararı verildiği, davacının görevsizlik kararı veren İstanbul 6. İdare Mahkemesine aynı istemle 31.12.2007 tarihinde ikinci kez dava açması üzerine, Mahkemece adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararlarının kesinleştiği belirtilerek, dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep etmesi gerekirken aynı istemin tekrar idari yargı yerinde dava konusu edildiği gerekçesiyle 26.2.2008 gün ve E:2008/265, K:2008/349 sayı ile davanın incelenmeksizin reddine karar verildiği, davacı vekilinin 3.2.2009 günlü dilekçesiyle dosyanın görevli yargı yerinin belirlenmesi amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesini istemesi üzerine, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Mahkememizce, 28.12.2009 gün ve E:2009/80, K:2009/326 sayı ile davada idari yargının görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen 11.10.2006 gün ve E:2006/3466, K:2006/4123 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği;

İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce, yeni bir başvuru olmaksızın davacı vekilinin 3.2.2009 günlü dilekçesini esas alarak 26.2.2010 gün ve E:2008/265, K:2008/349 sayılı dava dosyasının 18.5.2010 günlü yazı ile Mahkememize ikinci kez gönderildiği anlaşılmıştır.

Mahkememizce aynı konu hakkında görevli mahkemeyi belirten karar verildiği halde, yeni bir başvuru olmaksızın aynı konu hakkında aynı dilekçe ile ikinci kez dosyanın Mahkememize gönderildiği anlaşıldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

SONUÇ             : Mahkememizce aynı konu hakkında karar verildiğinden, aynı başvuru ve konu hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/292

KARAR NO     : 2010/361

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. E.

Vekilleri              : Av. A. B. - Av. M. Ç.

Davalılar             : 1- Yatırımcıları Koruma Fonu

Vekili                  : Av. A. T. T.

2- Sermaye Piyasası Kurulu

Vekili                  : Av. Ç. E.

O L A Y : Sermaye Piyasası Kurulu Karar Organı’nın 21.7.2006 gün ve 32/903 sayılı kararı ile, Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca 10.980 YTL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiş ve bu husus Yatırımcıları Koruma Fonu’nun 26.7.2006 gün ve 977-6945 sayılı işlemiyle davacıya tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.12.2006 gün ve 2006/1173 Müt. sayı ile, Yatırımcıları Koruma Fonu’nun 26.7.2006 tarih ve F.4/977-6945 sayılı tutanağı ile itiraz edene verilen 10.980 YTL tutarındaki idari para cezasının iptalinin istenildiği, itiraz eden vekilinin 16.8.2006 havale tarihli dilekçesi ile, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 21.7.2006 tarih ve 32/903 sayılı kararı ile, Seri:VIII, No:39 sayılı Kurul Tebliğinin 10. maddesi gereği idari para cezası tahakkuk ettirilerek itiraz edene tebliğ edildiği, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından tahakkuk ettirilen idari para cezasının idarenin kamu gücünü kullanarak aldığı bir işlem olduğu, bu bakımdan, idari para cezası niteliği taşıyan para cezalarının idari yargı denetimi dışında tutulmasının idarenin yargısal denetiminin etkin ve doğal anlamda gerçekleşmemesi sonucunu doğuracağı, Anayasa'da adli ve idari yargı ayrımına gidildiği ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleri ile Danıştay’ın yetkili kılındığı, kural olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargının, özel hukuk alanına giren konularda adli yargının görevli olacağı, kamu gücünün kullanılması ile ilgili bir idari işlemin uygulanmasında çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde idari yargının yetkili olacağı, Sermaye Piyasası Kurulu’nun da kamu gücünü kullanarak uyuşmazlık konusunda idari para cezası tahakkuk ettirdiği, bu nedenle uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerekeceği, 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın 3. maddesinin, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesi ile değiştirildiği, bu nedenlerle davaya bakmakla idare mahkemesinin yetkili ve görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 13.3.2008 gün ve E:2007/288, K:2008/441 sayı ile, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun "İdari Para Cezaları" başlıklı dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 47/A maddesinden söz ederek, dava dosyasının incelenmesinden; Favori Dinlenme Yerleri A.Ş. yönetim kurulu üyesi olan davacıya Seri VIII No:39 sayılı Kurul Tebliğinin 10. maddesi uyarınca 10.980 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin 21.7.2006 tarih ve 32/903 sayılı Sermaye Piyasası Kurulu kararının iptali isteğiyle bakılan dava açılmış ise de; 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nda bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, incelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı, nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 26.12.2007 günlü, E:2007/111, K:2007/366 sayılı kararının da bu yönde olduğu, öte yandan, dava konusu işlemin tesisinden sonra 2499 sayılı Kanun’un 47/A maddesi, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 373. maddesi ile değiştirilmiş ise de; bu hükümde de göreve ilişkin herhangi bir düzenleme getirilmediği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE’sinin; 22.1.2010 gün ve E:2008/10256, K:2010/537 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, ikinci kez, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 12. SULH CEZA MAHKEMESİ; 28.6.2010 gün ve D. İş:2010/460 sayı ile, itiraz eden Ayhan Erel vekilinin 5.4.2010 tarihli dilekçesiyle, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 21.7.2006 tarih ve 32/903 sayılı kararına dayanılarak, Yatırımcıları Koruma Fonu’nun 26.7.2006 tarih ve F.4/977-6945 sayılı tutanağıyla tebliğ edilen 10.980 TL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasını talep ettiği, itiraza konu olayın, Favori Dinlenme Yerleri A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi olan Ayhan Erel'e SPK Karar Organı’nın 21.7.2006 tarihli ve 32/903 sayılı kararıyla Seri VIII No.39 sayılı Kurul Tebliğinin 10. maddesi uyarınca 10.980 TL idari para cezası verilmesi olduğu, itiraz eden vekilinin 16.8.2006 tarihli dilekçesinde, söz konusu idari para cezasının iptalini talep ettiği, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 29.12.2006 tarihli, 1173 müteferrik sayılı kararıyla Mahkemelerinin görevsizliğine, itiraz edenin idare mahkemesine dava açmakta muhtariyetine karar verdiğinin anlaşıldığı, bu karar üzerine itiraz eden vekilinin, aynı talebini 19.2.2007 tarihli dilekçesiyle idari yargı merciine ilettiği, bu talep sonucunda Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 2007/288-2008/441 E, K sayılı, 13.3.2008 tarihli kararıyla, idari yaptırım kararına yönelik itirazı inceleme görevinin adli yargı mercii olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verdiği, temyiz talebi sonucunda Danıştay 13. Dairesi’nin 22.1.2010 tarihli, 2008/10256-2010/537 E, K sayılı ilamıyla mahkeme kararının onandığının anlaşıldığı, burada idari ve adli yargı mercileri arasında doğan olumsuz bir görev uyuşmazlığı bulunduğu, farklı yargı mercileri arasında doğan görev uyuşmazlığının, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce çözümlenmesi, görevli yargı merciinin bu şekilde belirlenmesi gerektiği, bu nedenle, itiraz eden vekilinin 5.4.2010 tarihli talebi konusunda Mahkemelerince karar verilmesine yer olmadığına, kararın kesinleşmesini müteakip dava dosyasının Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilerek, bu Mahkemece Mahkemelerine ait 2006/1173 Müteferrik sayılı dava dosyası ile tüm dosyaların Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilerek, farklı yargı mercilerinde oluşan görev uyuşmazlığının çözümünün istenilmesine karar vermiştir.

Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi, Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı ve yazısı üzerine görev uyuşmazlığının giderilmesi için üst yazıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne göre, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce, Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi kararı uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulduğu anlaşılmıştır.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve adı geçen Mahkemece üç Mahkemenin dosyası da gönderilmiş olup, usule ilişkin başkaca bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/A maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun “İdari Para Cezaları” başlıklı 47/A maddesinde(Ek:15/12/1999 - 4487/26 md.; Değişik: 23/1/2008-5728/373 md.), “Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket ettiği tespit edilen gerçek kişiler ve tüzel kişilere, gerekçesi belirtilmek suretiyle Kurul tarafından onbeşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/C maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Yönetim Kurulunca beşbin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

Kanunun 40/D maddesinin beşinci fıkrasındaki yükümlülüğe uymayan üyelere, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği Yönetim Kurulunca bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Birlik, verdiği cezaları ilgiliye tebliğ eder ve tahsil ve gelir kaydı için Yatırımcıları Koruma Fonuna bildirir.

İdarî para cezalarının verilmesini gerektiren fiillerin tekrarı halinde, verilen para cezası iki katı, ikinci ve müteakip tekrarlarda üç katı artırılarak uygulanır. Bu cezaların verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde idarî para cezası verilmesini gerektiren aynı fiil işlenmediği takdirde önceki cezalar tekrarda esas alınmaz” hükmü yer almıştır.

2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, idarî para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezalarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 29.12.2006 gün ve 2006/1173 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/316

KARAR NO     : 2010/365

KARAR TR      : 20.12.2010

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Kapsam içi personel statüsünde görev yapan davacının kurumu zarara uğrattığından bahisle, yapılan sağlık harcamalarının yasal faizi ile birlikte iadesine yönelik olarak, özelleştirilen Kuruluş tarafından tesis edilen işlemin iptali ile Davalı Kuruma borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. T.

Vekili                  : Av. M. S.

Davalı                 : Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. C. E. B.

O L A Y             : Davacı, davalı Kuruluşta 1977 yılında memur olarak göreve başlamış, isteği üzerine 1.1.1987 tarihinde 233 sayılı KHK’nin 43. maddesine göre sözleşmeli statüye geçmiş, sosyal güvenlik yönünden Emekli Sandığı ile ilgisini devam ettirmiş; 15.10.2000 tarihinden itibaren iş mevzuatına tabi kapsam içi personel statüsünde çalışmaya başlamış; son olarak Adana Yüreğir Telekom Müdürlüğünde Memur(Kapsam İçi) olarak görev yaparken, 3.4.2008 tarihinde(dava açıldıktan sonra) iş sözleşmesi feshedilmiştir.

Davacının görevde olduğu sırada, Adana İl Telekom Müdürlüğü tarafından düzenlenip kendisine tebliğ edilen 1.3.2007 gün ve 6068 sayılı yazıda aynen; “…Babanız İ. A. T.'ın Bağ-Kurlu (175692261-2-511104 nolu) olması ve anneniz M.T.’ın da babanız üzerinden Bağ-Kur sağlık hizmetlerinden faydalanması gerekirken, anne ve babanızı kendi üzerinizde göstererek 2.035,03 YTL'lik ilaç, 39.515,36 YTL‘Iik Hastane ve 3.330,51 YTL’lik Tıbbi malzeme olmak üzere toplam 44.880.90 YTL’lik sağlık harcamasının şirketimizce ödendiği tespit edilmiştir. Konu 2004 yılında 4.Bölge Müdürlüğümüzce soruşturulmuş ve yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen soruşturma raporuna istinaden alınan disiplin Kurulu Kararının '"Yönetimsel Yönden" başlıklı bölümünde belirtildiği gibi 44.880,90 YTL Bağ- Kur İl Müdürlüğünden (d) yazımızla (ödeme belgeleri de ekinde gönderilerek ) ödenmiş ancak, Bağ-Kur İl Müdürlüğü ilgi (e) yazılarıyla "Sağlık hizmeti kendilerince verilmediği için ödeme yapamayacaklarını” belirtmiştir.

Tüm çabalarımıza rağmen Bağ-Kur tarafından İl Telekom Müdürlüğümüze ödenmeyen bu 44.880,36 YTL'nin Şirketimize gerçeğe aykırı beyan vermeniz veya haksız yere mevzuata uygun olmayan şekilde anneniz ve babanızın sağlık giderlerini Şirketimize ödettirdiğiniz için sağlık harcamalarının ödendiği tarihten itibaren yasal faizi ile birlikte en geç 31.03.2007 tarihine kadar ödemeniz gerekmektedir. Aksi halde söz konusu alacakla ilgili olarak hakkınızda alacak davası açılacak ve Şirketimizin uğramış olduğu zarar yasal yollardan tahsil edilecektir.

Bilgilerinizi rica ederiz.” denilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin 1977 tarihinden itibaren davalı kurumun personeli olduğunu, 4857 Sayılı İş Kanununa bağlı olarak çalıştığını, bekar olduğunu, anne ve babasının rahatsızlanması nedeni ile sağlık harcamalarının davacının bünyesinde çalıştığı davalı kurum tarafından karşılandığını, ortada herhangi bir kötü niyet olmadığını, anne ve babasının muhtaç durumda olduğu için davacı tarafından yardım gördüklerini, sağlık harcamalarının Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı tarafından karşılanmasının neticeye tesir etmeyeceğini, 5502 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde SSK'nın her türlü alacaklarının SGK’ya devredildiğini, bu durumda her türlü sağlık yardımında yapılan alacağın diğer sandıktan istenemeyeceğini, ödenmesi gereken meblağın SGK’ya devredilmekle borcun sakıt olduğunu belirterek sonuçta; yapılan sağlık harcamalarının toplamı 44.880,36 TL’nin iadesi işleminin iptali ile müvekkilinin borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle 30.4.2007 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Adana 2. İş Mahkemesi; 16.7.2009 gün ve E: 2007/31, K:2009/508 sayı ile, davacının davasının kabulü ile yapılan sağlık harcamalarının iade işleminin iptali ile davalı kuruma borçlu olmadığının tespitine, dosyaları ile birleştirilen Adana 4.İş Mahkemesinin E:2007/1667, K:2008/244 sayılı dava dosyasının reddine karar vermiş; bu kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi: 29.03.2010 gün ve E:2009/38351, K: 2010/8244 sayı ile; davacının, davalı işyerinde 657 sayılı Yasaya tabi memur ve 399 sayılı K.H.K. tabi sözleşmeli olarak çalıştıktan sonra 09.10.2000 tarihinde kapsam dışı olarak iş mevzuatına geçmiş bulunduğu; davalı işverenin Bağ-Kurlu olan baba ve annesini kendi üzerinden bakmakla yükümlü göstermesi nedeniyle ödediği sağlık yardımı tutarı olan 44.880.90 TL den borçlu olmadığının tespitini talep ettiği; ödenen sağlık yardımlarının 6.4.1985-15.9.2003 dönemine ait olduğu, davalı işverenin 14.11.2005 tarihinde özelleşmiş bulunduğu, dava konusu alacağın, davacının memur, sözleşmeli ve kapsam dışı olarak çalıştığı özelleşme öncesi döneme ait olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin 1.3.1996 gün ve 1995/1, 1996/1 sayılı ilke kararı nedeniyle idari yargının görevli bulunduğu, asıl dava yönünden, anılan nedenle görevsizlik kararı verilmesi gerektiği; karşı davanın ise idarenin işçiye karşı dava açması söz konusu olamayacağından tefrik edilmesi ve idari yargı sonucu bekletici mesele yapılmasının gerektiği, yazılı şekilde hüküm kurulmasının hatalı olduğu gerekçesiyle; temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA karar vermiştir.

ADANA 2. İŞ MAHKEMESİ: 27.05.2010 gün ve E:2010/409, K: 2010/362 sayı ile; davacı vekilinin, mahkemelerine verdiği dava dilekçesinde, müvekkili S. T.'ın 1987 tarihinden itibaren davalı kurumun personeli olduğunu, bekar olduğunu, 4857 Sayılı kanuna tabii olarak çalıştığını, anne ve babasının rahatsızlanması nedeni ile sağlık harcamalarının davacının bünyesinde çalıştığı davalı kurum tarafından karşılandığını, ortada herhangi bir kötü niyet olmadığını, anne ve babasının muhtaç durumda olduğu için davacı tarafından yardım gördüklerini, sağlık harcamalarının Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı tarafından karşılanmasının neticeye tesir etmeyeceğini, 5502 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde SSK'nın her türlü alacaklarının SGK ya devredildiğini, bu durumda her türlü sağlık yardımında yapılan alacağın diğer sandıktan istenemeyeceğini, ödenmesi gereken meblağın SGK’ya devredilmekle borcun sakıt olduğunu belirterek, yapılan sağlık harcamalarının toplam 44.880,36 TL’nin iadesi işleminin iptali ile müvekkilinin borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiş olduğu; Adana 4. İş Mahkemesinin 2007/1667 Esas 2008/244 Karar sayılı dosyasının incelemesinden; davacısının Türk Telekom A.Ş. Vekili Av. C. E. B. tarafından davalı S. T. aleyhine 44.880,90 TL lik Alacak davası açıldığı, mahkemenin 08/04/2008 tarih ve 2008/244 Karar ile mahkemelerinin bu dosyası ile birleştirilmesine karar verildiğinin anlaşıldığı; davalı vekilinin mahkemelerine verdiği cevap dilekçesinde; müvekkili şirketin sağlık hizmetlerini kendi satış gelirinden finanse ettiğini, bütçesinin özerk olduğunu, Türk Telekom'un yönetim kuruluna göre faaliyet gösteren bir A.Ş. olduğunu, her alanda giderleri olduğunu, davacının anne ve babasının Bağ-Kur sağlık hizmetlerinden yararlanması gereken ve yararlanması şartlarını taşıyan kişiler olması nedeni ile davacının anne ve babasına bakmakla görevli olduğunu beyan ederek sağlık karnesi alıp sağlık hizmetlerinden faydalanmasının yasaya aykırı olduğunu ve şirketi zarara uğrattığını belirterek davacının davasının reddine karar verilmesini talep etmiş olduğu; davanın, yapılan sağlık harcamalarının iadesi işleminin iptali ile davacının davalı kuruma borçlu bulunmadığının tespiti istemine ilişkin bulunduğu; taraflarca ibraz olunan tüm belgelerin delil olarak dosyaya konulduğu, davacının iş yerinde mevcut şahsi dosyasının, davalı iş yerine ve SGK’ya yazılan müzekkere cevaplarının celp edilerek dosyaları arasına alındığı; Mahkemelerinde verilen kararın Yargıtay 9 . Hukuk Dairesinin 29/03/2010 tarihli ilamı ile “… Ödenen sağlık yardımları 06/04/1985-15/09/2003 dönemine aittir. Davalı işveren 14/11/2005 tarihinde özelleşmiştir. Dava konusu alacak davacının memur, sözleşmeli ve kapsam dışı olarak çalıştığı özelleşme öncesi döneme aittir. / Uyuşmazlık Mahkemenin 01/03/1996 gün ve 1995/1, 1996/1 sayılı ilke kararı nedeniyle idari Yargı görevlidir. Asıl dava yönünden anılan nedenle görevsizlik kararı verilmelidir. Karşı dava ise idarenin işçiye karşı dava açması söz konusu olamayacağından tefrik edilmeli ve idari yargı sonucu bekletici mesele yapılmalıdır. Yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır.” şeklinde bozulduğu, mahkemelerince usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verildiği; uyulan bozma ilamı uyarınca Türk Telekom A.Ş. Yönünden açılan davanın tefrikine , ayrı bir esasa kaydına; davacı S. T. tarafından açılan dava yönünden mahkemelerinin görevsizliğine, uyulan bozma ilamı ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararı uyarınca dosyanın karar kesinleştiğinde ve süresinde talep halinde görevli ve yetkili Adana Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin gerektiği ve aşağıdaki hükmün tesisinin uygun bulunduğu gerekçesiyle; uyulan bozma ilamı uyarınca Türk Telekom A.Ş. Yönünden açılan davanın tefrikine, ayrı bir esasa kaydına; davacı S. T. tarafından açılan dava yönünden mahkemelerinin görevsizliğine, uyulan bozma ilamı ve uyuşmazlık mahkemesi kararı uyarınca dosyanın karar kesinleştiğinde ve süresinde talep halinde görevli ve yetkili Adana Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ: 01.10.2010 gün ve E: 2010/1193 sayı ile; davalı idare personeli olan davacının Bağ-Kur'lu olan anne ve babasını kendi üzerinde göstererek sağlık yardımının kurumca karşılanmasına ve böylece kurumun zarara uğramasına sebebiyet verdiğinden bahisle anne ve babası için yapılan sağlık harcamalarının yasal faizi ile birlikte iadesine yönelik olarak tesis edilen 01/03/2007 tarih ve 06068 sayılı işlemin iptali istemiyle Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü'ne karşı açılan davada işin gereğinin görüşüldüğü; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, / b )idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, / c)(Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar"ın idari dava türleri olarak sayılmış olduğu; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; öte yandan, 27.01.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa'nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, "Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi teşebbüslerinin kuruluş, teşkilat ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 02.04.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır." denilmiş; anılan fıkra hükmü 12.05.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve "Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom'a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamu da kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 02.04.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.07.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır." hükmünü almış bulunduğu; 406 sayılı Yasa'nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde "Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütülür" denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.05.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede "Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı % 50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom'un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur." denilmiş; 4502 sayılı Yasa'nın Geçici maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin, 233 sayılı KHK.'nin ekindeki "B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)" bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmış olduğu; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 03.07.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.01.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır (...)" hükmüne yer verildiği; bu bağlamda, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulunun 25.07.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar" uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD bedelle) Ojer Telekomünikasyon AŞ’ne satılmış olduğunun görülmesi karşısında; idari yargı denetiminin Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştirildiği 14.11.2005 tarihinden önce tesis edilen işlemlerden doğan uyuşmazlıklarla sınırlı olacağı, bu tarihten sonra tesis edilen işlemlerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanına gireceği sonucuna ulaşılmış olduğu; olayda ise, dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle davalı idarede iş sözleşmesine göre çalışmakta olan davacının Bağ-Kur'lu olan anne ve babasını kendi üzerinde göstererek sağlık yardımının kurumca karşılanmasına ve böylece kurumun zarara uğramasına sebebiyet verdiğinden bahisle anne ve babası için yapılan sağlık harcamalarının yasal faizi ile birlikte iadesine yönelik olarak tesis edilen 01/03/2007 tarih ve 06068 sayılı işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu duruma göre, dava konusu işlemin Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştirildiği 14.11.2005 tarihinden sonra tesis edildiğinin görülmesi ve özel hukuk tüzel kişilerinin idari yargıda davalı konumunda bulunmasının da olanaksız olması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde olduğu sonucuna ulaşıldığı; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun, yargı yerlerinin Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurmaları başlıklı 19. maddesinde; “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne yer verilmek suretiyle, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden, doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağının tanındığı; bu durumda, Mahkemelerinin uyuşmazlığa bakmakla görevli olmaması ve görevli yargı yerinin adli yargı mahkemeleri olması ve davanın da Adana 2. İş Mahkemesinin 27.05.2010 gün ve E:2010/409, K:2010/362 sayılı görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde açılması nedeniyle, hangi Mahkemenin görevli olduğunun belirlenmesi için yukarıda belirtilen 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, gerekçeli kararlarıyla birlikte dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve uyuşmazlığın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Gürbüz GÜMÜŞAY ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 20.12.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince, idari yargı dosya ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Türk Telekom Adana İl Müdürlüğünde iş mevzuatına tabi kapsam içi personel statüsünde görev yapan davacının; Bağ-Kur'lu olan anne ve babasını kendi üzerinde göstererek sağlık yardımının kurumca karşılanmasına ve böylece kurumun zarara uğramasına sebebiyet verdiğinden bahisle, yapılan sağlık harcamalarının yasal faizi ile birlikte iadesine yönelik olarak tesis edilen 01.03.2007 tarih ve 06068 sayılı işlemin iptali ile davalı kuruma 44.880,36. YTL borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır” ; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK. ‘nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki, anılan İlke Kararı, iş kanununa tabi “kapsam içi personel” statüsünde çalışan davacı ile davalı arasındaki anlaşmazlığı kapsamamaktadır.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010(Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da çalışan kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmış; buna karşılık Davacı ise, davalı Türk Telekom’da 1475 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi hizmet akdine dayalı olarak ve toplu iş sözleşmelerinden yararlanarak çalışmış olması nedeniyle “işçi” ya da bir başka adlandırmaya göre (toplu iş sözleşmesinin kapsamına girmesi nedeniyle) “kapsam içi personel” statüsünü taşımış bir kişidir

Bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla, Kurum arasındaki hukuki ilişki, İş Kanunu’na tabi hizmet sözleşmesine dayalı olarak kurulmuş bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığından, dava konusu işlemin, Kurumun yetkili organı tarafından tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil,sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik:18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.” İdari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, davanın idare aleyhine açılmadığı, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin bulunduğu, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava olduğundan söz edilemeyeceği açıktır.

Belirtilen tüm bu hususlara göre, kapsam içi personel statüsünde görev yapan davacının; kurumu zarara uğrattığından bahisle, yapılan sağlık harcamalarının yasal faizi ile birlikte iadesine yönelik olarak, özelleştirilen kuruluş tarafından tesis edilen işlemin iptali ile davalı kuruma karşı borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 1. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Adana 2. İş Mahkemesi’nin 27.05.2010 gün ve E:2010/409, K: 2010/362 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 20.12.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/25

KARAR NO     : 2011/1

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Başka bir kişi hakkında verilen Asliye Ceza Mahkemesi kararının infazı sırasında iki kez gözaltına alınan ve adli para cezasını ödemek zorunda kalan davacıların yakınının ölümü üzerine manevi tazminatın ve adli para cezasının faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- S. K. - Kendi adına asaleten ve çocukları

                             2- Y. C. K.,

                             3- Ş. N. K.,

                             4- İ. K.’ya velayeten

Davalılar             : 1- Gaziantep ve İçel (Mersin) Cumhuriyet Başsavcılıklarına izafeten

                             Adalet Bakanlığı (Adli ve İdari Yargıda Açılan Davalarda)

                             2- Maliye Hazinesine izafeten Hazine Avukatlığı(İdari Yargıda Adli Para Cezasının İadesi İstemiyle Açılan Davada)

                             3- Gaziantep ve İçel (Mersin) Emniyet Müdürlüklerine izafeten İçişleri Bakanlığı (Adli Yargıda ve İdari Yargıda Manevi Tazminat İstemiyle Açılan Davada)

Vekili                  : Av. M. Y.

O L A Y             : 1) Davacı vekili, dilekçe ret kararı üzerine yenilediği dava dilekçesinde, İçel Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Gaziantep İnfaz Cumhuriyet Savcılığı'nı ve burasının da ilgili Emniyet birimlerini yönlendirmesi sonucu davacılar murisinin, Mersin (İçel) 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin E:2003/1002, K:2003/866 sayılı dosyasında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçunu işlediği ve bu nedenle yakalama kararı olduğundan bahisle 20 Temmuz 2006 günü gece geç saatlerde Emniyet nezaretine (gözaltına) alındığını, oysa görevli Savcılık ve Emniyet Birimlerinin aradığı sanık M. K. ile davacıların murisi M. K.’nın birbirlerinden farklı şahıslar olduğunu, murisin doğum tarihinin 24.3.1979 ve Tuğlu Köyü, 103/02 Cilt, Aile Sıra No:40 ve Sıra No:13'te kayıtlı olmasına karşın; gerçek sanık M. K.'nın Yığınlı Köyü, 113/01 Cilt, Aile Sıra No:6 ve Sıra No:34'te kayıtlı olduğunu, bu durumun gerek her iki İlin Cumhuriyet Savcılıklarının gerekse Emniyet Birimlerinin hatalarının ağır kusurlu olduğunu ortaya koyduğunu, ailesinin gerçek sanık M. K.'nın mahkum olduğu 3.756 YTL para cezasını denkleştirebildiği 21 Temmuz günü akşam saatlerine kadar gözaltında (nezarette) geçiren murisin, ancak bu para cezasını ödedikten sonra salıverildiğini, murisin, 6 Ocak 2007 günü ikinci kez gözaltına alındığını, bu defaki gözaltı sebebinin mahkeme masrafının ödenmemiş olması ise de, ertesi gün (bir gece nezarette kaldıktan sonra) bir yanlışlık olduğu söylenerek serbest bırakıldığını ve daha sonra geçirdiği bir inme sonucu 16 Mart 2007 günü vefat ettiğini ileri sürerek davalı idarelerin görevlerini ağır kusurlu ve hatalı ifalarına bağlı olarak hukuka aykırı idari işleme konu para cezasının tahsiline dair idari işlemin iptali ile, muristen hukuka aykırı olarak tahsil edilen 3.756,085 YTL para cezasının, tahsil tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte müvekkillere iadesine karar verilmesi istemiyle Gaziantep ve İçel (Mersin) Cumhuriyet Başsavcılıklarına izafeten Adalet Bakanlığı ile Maliye Hazinesine izafeten Hazine Avukatlığı’na karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 2. İDARE MAHKEMESİ; 10.9.2007 gün ve E:2007/1082, K:2007/775 sayı ile, Anayasa'nın Başlangıç Bölümünde, “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu”nun belirtildiği, Anayasa'nın 9. maddesinde, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” denildiği, “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinde, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüş yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ve idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümlerine yer verildiği, belirtilen Anayasal düzenlemeye göre, “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan yargı organının yasama ve yürütmeden ayrı tutulduğu, bağımsız bir organ olan yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin Anayasa'nın 125. maddesinde öngörülen “idari işlemler” kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal işlemler olduğundan idari yargı yoluna başvurulamayacağı, bu anlayışın, Ülkemiz yargı sisteminin dayandığı “yargı ayrılığı” ve “adli ve idari yargı organlarının birbirine karşı bağımsızlığı” ilkelerinin de doğal bir sonucu olduğu, öte yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde de düzenlendiği biçimde idari yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı bulunduğu, dava konusu olayda, Mersin 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2003/1002, K:2003/866 sayılı dosyasında, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet edildiği gerekçesiyle 3.756,083 YTL adli para cezasına hükmedildiği, anılan adli para cezasının tahsili için yakalama kararı bulunduğu, davacıların eş ve babaları bulunan M. K.'nın isim benzerliğinden dolayı 20 Temmuz 2006 tarihinde yakalanarak nezarete alındığı, anılan adli para cezasının ödenmesi üzerine serbest bırakıldığı, 6.1.2007 tarihinde muhakeme masraflarının ödenmediği gerekçesiyle ikinci kez gözaltına alındığı, ertesi gün yanlışlık olduğu söylenerek serbest bırakıldığı, kendisinden haksız yere tahsil edildiği gerekçesiyle 3.756,085 YTL'nin iadesi istemiyle 24.1.2004 tarihli dilekçeyle Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuruya herhangi bir cevap verilmediği, M. K.'nın 12.3.2007 tarihinde ölmesi nedeniyle eşi ve çocuklarının anılan para cezasının davalı idarelerden tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; adli eylem ve işlemlerden zarar görüldüğü ileri sürülerek açılan iptal veya tazminat davasında tazminat istemine esas olan eylem ve işlemleri yapan mercilerin dahil olduğu adli yargının görevli olduğunun kabulü zorunlu bulunduğundan, Mahkemelerinin görevli bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

2) Davacı vekili, dilekçe ret kararı üzerine yenilediği dava dilekçesi ile, görevi suistimal suretiyle haksız yere iki kez gözaltına alınan ve kendine ait olmayan adli para cezasını ödemek durumunda bırakıldığı etken sebebiyle inme neticesi hayatını kaybeden destek sağlayıcıları eş ve babaları M. K.’nın ölümü nedeniyle 50.000 YTL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte kusurlu idarelerden müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılara ödenmesine karar verilmesi istemiyle Gaziantep ve İçel (Mersin) Cumhuriyet Başsavcılıklarına izafeten Adalet Bakanlığı ile Gaziantep ve İçel (Mersin) Emniyet Müdürlüklerine izafeten İçişleri Bakanlığı’na karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 2. İDARE MAHKEMESİ; 7.9.2007 gün ve E:2007/1081, K:2007/774 sayı ile, Anayasa'nın Başlangıç Bölümünde, “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu”nun belirtildiği, Anayasa'nın 9. maddesinde, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” denildiği; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinde, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüş yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ve idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümlerine yer verildiği, belirtilen Anayasal düzenlemeye göre, “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan yargı organının yasama ve yürütmeden ayrı tutulduğu, bağımsız bir organ olan yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin Anayasa'nın 125. maddesinde öngörülen “idari işlemler” kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal işlemler olduğundan idari yargı yoluna başvurulamayacağı, bu anlayışın, Ülkemiz yargı sisteminin dayandığı “yargı ayrılığı” ve “adli ve idari yargı organlarının birbirine karşı bağımsızlığı” ilkelerinin de doğal bir sonucu olduğu, öte yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde de düzenlendiği biçimde idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı bulunduğu, dava konusu olayda, Mersin 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2003/1002; K:2003/866 sayılı dosyasında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet edildiği gerekçesiyle 3.756,083 YTL adli para cezasına hükmedildiği, anılan adli para cezasının tahsili için yakalama kararı bulunduğu, davacıların eş ve babaları bulunan M. K.'nın isim benzerliğinden dolayı 20 Temmuz 2006 tarihinde yakalanarak nezarete alındığı, anılan adli para cezasının ödenmesi üzerine serbest bırakıldığı, 6.1.2007 tarihinde muhakeme masraflarının ödenmediği gerekçesiyle ikinci kez gözaltına alındığı, ertesi gün yanlışlık olduğu söylenerek serbest bırakıldığı, kendisinden haksız yere tahsil edildiği gerekçesiyle 3.756,085 YTL'nin iadesi istemiyle 24.1.2004 tarihli dilekçeyle Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuruya herhangi bir cevap verilmediği, M. K.'nın 12.3.2007 tarihinde ölmesi üzerine eşi ve çocuklarının destekten yoksun kaldıkları ve ölüm olayından dolayı duydukları üzüntü nedeniyle 50.000 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; adli eylem ve işlemlerden zarar görüldüğü ileri sürülerek açılan iptal veya tazminat davasında tazminat istemine esas olan eylem ve işlemleri yapan mercilerin dahil olduğu adli yargının görevli olduğunun kabulü zorunlu bulunduğundan, Mahkemelerinin görevli bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

3) Davacı vekili, görevi suistimal suretiyle haksız yere iki kez gözaltına alınan ve kendine ait olmayan adli para cezasını ödemek durumunda bırakıldığı etken sebebiyle inme neticesi hayatını kaybeden destek sağlayıcıları eş ve babaları M. K.’nın ölümü nedeniyle 50.000 TL manevi tazminatın ve ağır kusurlu tahsil edilen 3.756.083 TL adli para cezasının dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte kusurlu idarelerden müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılara ödenmesine karar verilmesi istemiyle Gaziantep ve İçel (Mersin) Cumhuriyet Başsavcılıklarına izafeten Adalet Bakanlığı ile Gaziantep ve İçel (Mersin) Emniyet Müdürlüklerine izafeten İçişleri Bakanlığı’na karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 9.3.2009 gün ve E:2007/481, K:2009/133 sayı ile, davacının Mahkemelerine verdiği 31.10.2007 tarihli dava dilekçesiyle; eşi M. K.'nın 24.3.1979 tarihine kadar babasına ait olan pide fırınını kardeşleri ile birlikte işlettiğini ve ailesinin geçimini temin ettiğini, Mersin 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2003/1002 Esas sayılı dosyasından dolayı yakalama kararı olduğundan bahisle 20.7.2006 tarihinde gece geç saatlerde Emniyet nezaretine götürüldüğünü, sonradan yapılan araştırmada eşinin bir başka M. ile karıştırılarak götürüldüğünü, ancak nezaretten 3.756.085 TL para cezasını denkleştirerek salıverildiğini, yakalama sırasında ve sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde onurunun kırıldığını ve hakarete uğradığını, tartaklandığını, yatırmış olduğu paranın iadesi yoluna gittiğinde de sindirilmek için ikinci kez gözaltına alındığını, eşinin bu olaylar üzerine rahatsız olduğunu, inme indiğini ve bu olaylar nedeniyle üzüntüsünün ölümüne neden olduğunu belirterek 50.000,00 TL manevi tazminat ve muris eşi M. K.'dan tahsil edilen 3.756,08 TL adli para cezasının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istediği, davalılar vekilinin, davanın reddine karar verilmesini istediği, tüm deliller ve dosya birlikte değerlendirildiğinde; dava konusunun davalıların yaptıkları hatalı (kusurlu) davranışlarından dolayı davacıların uğradıkları zarara dayandığı, bu durumda davalılar aleyhine açılan davanın idari yargıda açılması gerektiği ve Mahkemelerinin görevsiz olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :   Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacıların istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece idari yargı dosyaları ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıların yakını ile aynı ismi taşıyan başka bir kişi hakkında verilen hükmün infazı sırasında yanlışlıkla iki kez gözaltına alınarak ağır para cezasını ödemek zorunda kalması nedeniyle inme neticesi hayatını kaybettiği ileri sürülen M. K.’nın ölümü nedeniyle 50.000 TL manevi tazminatın ve tahsil edilen 3.756.083 TL adli para cezasının dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalı idarelerden müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılara ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın “Genel Esaslar” başlıklı Birinci Kısmında, Egemenliğin, kayıtsız şartsız Milletin olduğu, Türk Milletinin, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, Yasama, Yürütme ve Yargı organları eliyle kullanacağı öngörülmüştür.

Anayasa’nın Başlangıç Bölümünde, “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” belirtilmiştir.

Anayasa’nın 9. maddesinde, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” denilmiş; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinde, “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümlerine yer verilmiştir.

Belirtilen Anayasal düzenlemelere göre, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan yargı organı, yasama ve yürütmeden ayrı tutulmuş olup, bağımsız bir organ olan yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin Anayasa’nın 125. maddesinde öngörülen “idari işlemler” kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal işlemler dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamayacağı açıktır.

Bu anlayış, Ülkemiz yargı sisteminin dayandığı “yargı ayrılığı” ve “adli ve idari yargı organlarının birbirlerine karşı bağımsızlığı” ilkelerinin de doğal bir sonucudur.

Dosyanın incelenmesinden, 8.8.1979 doğumlu M. K. hakkında verilen Mersin 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 18.11.2003 gün ve E:2003/1002, K:2003/866 sayılı kararı üzerine İçel Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Gaziantep İnfaz Cumhuriyet Savcılığı'nı ve Gaziantep İnfaz Cumhuriyet Savcılığı'nın da ilgili Emniyet birimlerini yönlendirmesi sonucu davacıların yakını olan 24.3.1979 doğumlu M. K.’nın, iki kez gözaltına alınarak ağır para cezasını ödemek zorunda kalması nedeniyle inme neticesi hayatını kaybettiği ileri sürülerek 50.000 TL manevi tazminatın ve tahsil edilen 3.756.083 TL adli para cezasının dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalı idarelerden müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılara ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Belirtilen duruma göre, olayda, 8.8.1979 doğumlu M. K. hakkında verilen Mersin 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 18.11.2003 gün ve E:2003/1002, K:2003/866 sayılı kararı nedeniyle davacıların yakını olan 24.3.1979 doğumlu M. K.’nın, iki kez gözaltına alınarak ağır para cezasını ödemek zorunda kaldığı, bu durumun, İçel Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Gaziantep İnfaz Cumhuriyet Savcılığı'nı ve burasının da ilgili Emniyet birimlerini yönlendirmesinden kaynaklandığı ileri sürüldüğüne göre, 50.000 TL manevi tazminatın ve tahsil edilen 3.756.083 TL adli para cezasının dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalı idarelerden müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılara ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada, infaza konu kararı veren mahkemenin dahil olduğu adli yargının görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 9.3.2009 gün ve E:2007/481, K:2009/133 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/27

KARAR NO     : 2011/2

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesinin iptaline ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- M. K.

                             2- A. K.

Vekili                  : Av. Murat Öncü

Davalı                 : Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu

Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü

O L A Y             : Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün davacılara gönderdiği 10.9.2008 gün ve 6881 sayılı yazı ile, 8.1.2002 tarihinde Müdürlüklerine evlat edinmek için başvuruda bulundukları, bunun üzerine 20.2.2008 tarihinde Geçici Bakım Sözleşmesi imzalanarak davacıların yanına çocuk yerleştirildiği, yapılan incelemeler neticesinde çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirmediklerinin anlaşıldığı, Evlat Edinme Yönergesinin 25. maddesine göre dosyanın bir daha açılmamak üzere iptal edildiği, bir örneği davacılarda bulunan Geçici Bakım Sözleşmesini acil olarak Müdürlüklerine getirmelerinin gerektiği bildirilmiştir.

Davacıların bu işleme itirazı ve 20.2.2008 tarihli sözleşmenin yenilenmesi talebi üzerine Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün davacılara gönderdiği 24.2.2009 gün ve 1677 sayılı yazıda, 8.1.2002 tarihinde evlat edinmek amacıyla Müdürlüklerine başvuruda bulundukları, 6.3.2002 tarihli Sosyal İnceleme Raporunda evlat edinmeye uygun oldukları kanaatine varıldığı, 20.2.2008 tarihli Valilik Onayı ile P.-U. A. kardeşlerin Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesi ile yanlarına yerleştirildiği, gerek Müdürlüklerine yapılan şikayet gerekse de davacılarla ve çocukla yapılan görüşmeler neticesinde çocuklara karşı gerekli özen ve yükümlülükleri yerine getirmediklerinin anlaşıldığı, Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesinin 4.9.2008 tarih ve 6714 sayılı Valilik Oluru ile iptal edildiği belirtilmiştir.

Davacı vekili, davalı idarenin 1677 sayılı, 24.2.2009 tarihli işleminin iptali ile, U. ve P. A. kardeşlerin evlat edinmesi ön koşulu olan 20.2.2008 tarihli Geçici Bakım Sözleşmesinin iptaline ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KOCAELİ 2. İDARE MAHKEMESİ; 14.4.2009 gün ve E:2009/435, K:2009/206 sayı ile, davanın; davacıların davalı Kurum ile imzaladıkları evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesinin iptal edilmesi üzerine yeniden geçici bakım sözleşmesi imzalanması yönündeki 11.02.2009 tarihli başvurularının reddine ilişkin 24.2.2009 tarih ve 1677 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir” hükmünün, aynı Kanunun “Mahkemelerin Görevi” başlıklı 26. maddesinin 3. fıkrasında, “Mahkemeler ve çocuk hakimi, bu Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan tedbirleri almakla görevlidir” kuralının yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden; davacıların davalı idareye bağlı Gazanfer Bilge Çocuk Yuvası Müdürlüğü'ne 2002 yılında evlat edinmek üzere talepte bulundukları, taleplerinin değerlendirilmesi sonucunda 2008 yılında P. ve U. A. kardeşleri evlat edinebilmeleri için işlemlerin başlangıcı olarak davalı idare ile geçici bakım sözleşmesi imzaladıkları, 2008 yılı içerisinde yapılan bir şikayet ve çocuklarla yapılan görüşmeler neticesinde çocuklara karşı gerekli özen ve yükümlülükleri yerine getirmediklerinden bahisle evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesinin iptaline karar verildiği, bunun üzerine davacıların 11.2.2009 tarihinde idareye başvurarak yeniden geçici bakım sözleşmesi imzalanmasını talep ettikleri, söz konusu başvurunun 24.2.2009 tarih ve 1677 sayılı işlem ile reddi üzerine bakılmakta olan iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda aktarılan Kanun hükmü uyarınca davacıların bakıma ve korunmaya muhtaç iki çocuğu evlat edinmek amacıyla yeniden geçici bakım sözleşmesi imzalanması yönündeki başvurularının reddine ilişkin işleme karşı açtıkları dava, Çocuk Mahkemelerinde görülecek davalar arasında yer aldığından, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girmediği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, davalı idarenin 1677 sayılı, 24.2.2009 tarihli işleminin iptali ile, U.ve P. A. kardeşlerin evlat edinmesi ön koşulu olan 20.2.2008 tarihli Geçici Bakım Sözleşmesinin iptaline ilişkin işlemin iptaline, davacılar ve davalı idare tarafından 20.2.2008 tarihinde imzalanan bakım sözleşmesinin devamına ve çocukların davacıların yanına yerleştirilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KOCAELİ ÇOCUK MAHKEMESİ; 25.11.2009 gün ve D. İş:2009/92 sayı ile, incelenen dosyada A.-M. K. çiftinin 2008 yılında evlat edinmek için Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'na yaptıkları başvuru kabul edilerek P.-U. E. kardeşlerin evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesi ile söz konusu ailenin yanına yerleştirildiği, daha sonra yapılan bir şikayet sonucu çiftin çocuklara karşı özen ve yükümlülüklerini yerine getirmedikleri gerekçesi ile evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesinin Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından iptal edildiği, iptal üzerine aile vekili tarafından Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’ne söz konusu iptal işlemine ilişkin dava açıldığı, Kocaeli 2. İdare Mahkemesi tarafından davanın Çocuk Mahkemelerinde görülen davalar arasında olduğu gerekçesi ile görev yönünden reddedildiği, akabinde davacı vekili tarafından Mahkemelerine dava açıldığının anlaşıldığı, talep konusunun Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu kararının iptaline ilişkin olup, Mahkemelerince verilmiş bulunan tedbir, velayet, vesayet, nafaka, kişisel ilişki kurulmasına dair görevlerden olmadığı, olayda hakkında tedbir kararı verilmiş bulunan çocuğun bu aşamadan sonraki Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu ile evlat edinmek isteyen aile arasındaki sözleşmenin iptalinin söz konusu olduğu, nitekim; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda idari yargının görev ve yetkileri ile ilgili olarak söz konusu Kanunun 2/a maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, yine 2/b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari yargının görev alanında olduğu hükümlerinin düzenlendiği, bu itibarla; yukarıda bahsedilen olayda 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 5. maddesinde düzenlenen tedbirlere ilişkin bir talep söz konusu olmayıp, Evlat Edinme Yönergesi kapsamında evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesinin, aileden kaynaklanan nedenlerle ilgili Kurum tarafından iptal edilmesi, dolayısı ile idari bir işlemin iptali söz konusu olup; incelenen tüm dosya kapsamına göre, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 2, 7, 8, 26. maddeleri gereğince Mahkemelerinin görevsizliğine, idari yargının görevli olduğuna, olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler” hükmüne göre, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte görev uyuşmazlığının çözümü için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek,Kocaeli Çocuk Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, adı geçen Mahkemece idari yargının görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderilmiş ise de; Başkanlıkça, idari yargı dosyası da ilgili Mahkemesinden getirtilmiş olup, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 305. maddesinde, “Bir küçüğün evlât edinilmesi, evlât edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması koşuluna bağlıdır.

Evlât edinmenin her hâlde küçüğün yararına bulunması ve evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir” ve 315. maddesinde, “Evlât edinme kararı, evlât edinenin oturma yeri; birlikte evlât edinmede eşlerden birinin oturma yeri mahkemesince verilir. Mahkeme kararıyla birlikte evlâtlık ilişkisi kurulmuş olur.

Evlât edinme başvurusundan sonra evlât edinenin ölümü veya ayırt etme gücünü kaybetmesi, diğer koşullar bundan etkilenmediği takdirde evlât edinmeye engel olmaz.

Başvurudan sonra küçük ergin olursa, koşulları daha önceden yerine getirilmiş olmak kaydıyla küçüklerin evlât edinilmesine ilişkin hükümler uygulanır” hükmü yer almıştır.

24/5/1983 gün ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetlere ve bu hizmetleri yürütmek üzere kurulan teşkilatın kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklar ile faaliyet ve gelirlerine ait esas ve usulleri düzenlemektir” ve 22. maddesinde, Korunmaya muhtaç çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine göre Kurumca kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve bir meslek sahibi edilmeleri hususundaki gerekli tedbir kararı yetkili ve görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli belgeler Kurumca düzenlenir ve ilgili mahkemeye gönderilir.

Haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre kurulmuş kuruluşlarda veya aile yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım altına alınır” denilmiştir.

Öte yandan, Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Evlat Edindirme Yönergesi’nin 1. maddesinde,Bu Yönergenin amacı; 24.05.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun 3'üncü maddesinin (b) bendinde belirtilen korunmaya muhtaç çocuk statüsünde olup, kuruluşlara alınmış veya alınmak üzere sırada bekleyen veli veya vasisi tarafından evlat edindirilmesi için rıza verilen ya da Medeni Kanun'un 311. ve 312. maddeleri gereği çocukların uygun kişilere evlat edindirilme hizmetinin uygulama esaslarını, Genel Müdürlük ile evlat edinenin yetki ve sorumluluklarını belirlemek, hizmetin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamaktır”, 2. maddesinde, “Bu Yönerge Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı kuruluşlarda bakılan yada bakım için sıraya alınan, korunmaya muhtaç çocuklardan Medeni Kanun hükümlerine göre evlat edindirilebilecek özelliklerdeki çocukların evlat edinebilecek koşulları taşıyan kişi ve ailelere evlat edindirme işlem ve esaslarını kapsar”, 3. maddesinde, “Bu Yönerge 24.05.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun 22'inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır”, 14. maddesinde, “Evlat edinme başvuruları aşağıdaki nedenlerle iptal edilebilir;

a)Evlat edinmek isteyenlerin durumları evlat edinmeye uygun bulunmadığı takdirde sosyal hizmet uzmanının yapacağı bir görüşme ile müracaatçıya açıklanır. Sonuç gerekçeli bir yazı ile müracaatçıya bildirilir. Başvuranın yazının tebliğinden itibaren 15 gün içinde itiraz hakkı vardır. İtiraz edilen veya incelemeyi yapan sosyal hizmet uzmanı tereddüt ettiği dosyaları İl Müdürü ya da vekilinin başkanlığında sosyal hizmet uzmanlarından oluşan bir komisyonda görüşülmesini isteyebilir. Komisyon tarafından en geç bir ay içinde karar verilir. Bu tür dosyalar hakkında komisyon kararı esas alınır.

b)Yurt dışında ikamet eden ailelerin dosyalarının Uluslararası Sosyal Hizmetler Teşkilatı aşamasında aileden kaynaklanan nedenlerle tamamlanamaması halinde bir daha işleme konulamamak üzere iptal edilir.

c)Aileden kaynaklanan nedenlerle herhangi bir aşamada iptal edilen dosyalar bir daha işleme konulmaz. Ancak sosyal hizmet uzmanı ve ailenin ortak kararı ile askıya alınan ve iptal edilen dosyalar bu gruba dahil değildir.

d)Evlat edinmesi uygun görülen müracaatçılar, kendilerine gösterilen çocuğu evlat edinmeye karar verip, bir süre misafir ederek baktıktan sonra ciddi sağlık nedeni dışında çocuğu geri vermek isterlerse, başvuruları bir daha kendilerine çocuk verilmemek üzere iptal edilir” ve 25. maddesinde, “Evlat edinmek üzere yanlarına çocuk yerleştirilen müracaatçılar aşağıda belirlenen şekilde izlenir;

a) Evlat edinmesi uygun görülen müracaatçılara hukuki işlemleri tamamlanmadan önce misafir olarak çocuk yerleştirilir. Bu çocuklar için 'Evlat Edindirme Geçici Bakım Sözleşmesi' düzenlenerek bir yıl süreyle Valilik Onayı alınır. Bu sürede çocuğa ilişkin gerekli işlemler tamamlanamadığı takdirde bir defaya mahsus olmak üzere yine Valilik Onayı ile altı aya kadar ikinci kez süre uzatımına gidilebilir. Çocuğun ailede misafir olarak kaldığı süre içinde görevli sosyal hizmet uzmanı aile ziyaretleri yaparak, ailenin çocuğa yaklaşımını denetlemenin yanı sıra danışmanlık hizmeti de verir. Bu süre sonuna kadar herhangi bir yasal engel olmadığı halde evlat edinmek üzere dava açmayanlardan ve yerleştirilen çocuğa karşı sorumluluklarını yerine getirmediği yapılan izlemeler sonucu tespit edilenlerden çocuk Valilik Onayı ile geri alınır. Bu gibi ailelerin dosyaları madde 14-c gereği iptal edilir.

b) Yurt dışında ikamet eden ve yanlarına çocuk yerleştirilen ailelerin bir yıllık izleme süresi içinde Uluslararası Sosyal Hizmetler Teşkilatı kanalıyla üçer aylık dönemler halinde periyodik takipleri yapılır” düzenlemesine yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, korunma altına alınan U. A. ve P. A. adındaki kardeşlerin evlat edindirilmek üzere M.-A. K. ailesi ile Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü arasında 20.2.2008 tarihinde Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesi imzalandığı ve bu Sözleşmenin Vali adına Vali Yardımcısı tarafından uygun bulunduğu, Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün davacılara gönderdiği 10.9.2008 gün ve 6881 sayılı yazı ile, 8.1.2002 tarihinde Müdürlüklerine evlat edinmek için başvuruda bulundukları, bunun üzerine 20.2.2008 tarihinde Geçici Bakım Sözleşmesi imzalanarak davacıların yanına çocuk yerleştirildiği, yapılan incelemeler neticesinde çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirmedikleri anlaşıldığından, Evlat Edinme Yönergesinin 25. maddesine göre dosyanın bir daha açılmamak üzere iptal edildiğinin, bir örneği davacılarda bulunan Geçici Bakım Sözleşmesini acil olarak Müdürlüklerine getirmeleri gerektiğinin bildirildiği, davacıların bu işleme itirazı üzerine Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kocaeli İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nün davacılara gönderdiği 24.2.2009 gün ve 1677 sayılı yazı ile, 8.1.2002 tarihinde evlat edinmek amacıyla Müdürlüklerine başvuruda bulundukları, 6.3.2002 tarihli Sosyal İnceleme Raporunda evlat edinmeye uygun oldukları kanaatine varıldığı, 20.2.2008 tarihli Valilik Onayı ile Pelin-Ufuk Akyün kardeşlerin Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesi ile yanlarına yerleştirildiği, gerek Müdürlüklerine yapılan şikayet gerekse de davacılarla ve çocukla yapılan görüşmeler neticesinde çocuklara karşı gerekli özen ve yükümlülükleri yerine getirmedikleri anlaşıldığından, Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesinin 4.9.2008 tarih ve 6714 sayılı Valilik Oluru ile iptal edildiğinin bildirildiği, davanın da davalı idarenin 1677 sayılı, 24.2.2009 tarihli işleminin iptali ile, U. ve P. A. kardeşlerin evlat edinmesi ön koşulu olan 20.2.2008 tarihli Geçici Bakım Sözleşmesinin iptaline ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, “Evlat edinme”ye ilişkin düzenlemeler Medeni Kanun’da yer almış ise de; olayımızda, “Evlat Edindirme Yönergesi”nin yukarıda sözü edilen 25. maddesi uyarınca Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesi ile çocukların Valilik Onayı alınarak davacıların yanına yerleştirildiği, daha sonra davacıların çocuklara karşı gerekli özen ve yükümlülükleri yerine getirmediklerinden bahisle Evlat Edinme Öncesi Geçici Bakım Sözleşmesinin yine Valilik Oluru ile iptal edildiği anlaşıldığından, evlat edinme öncesi düzenlenen bu işlemin idari nitelikte olduğu, idari işleme karşı açılan davanın da, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-a maddesindeki “İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları” kapsamında, idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli olduğundan, Çocuk Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli Çocuk Mahkemesi’nin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’nin 14.4.2009 gün ve E:2009/435, K:2009/206 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/33

KARAR NO     : 2011/4

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı bankada Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışan davacının iş akdinin feshine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                 : C. B.

Vekili                   : Av. E. E.

Davalı                 : T. Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili                   : Av. Ş. K.

O L A Y : Halkbank Yönetim Kurulu’nun 26.7.2005 gün ve 20/08 sayılı kararı ile, Genel Müdür Yardımcısı C. B.’ın iş akdinin feshedilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, davalının iş akdinin feshedildiğine ilişkin beyanının geçersizliğine, davacının, 4857 sayılı Yasa’nın 21. maddesi uyarınca 1 ay içinde işe başlatılmasına, sözleşmenin feshinden kaynaklanan (kıdem-ihbar-kötüniyet tazminatı ve diğer) her tür hakkının saklı tutularak işsiz geçen süre ve işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminatın belirlenmesine karar verilmesi istemiyle 12.8.2005 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 16. İŞ MAHKEMESİ; 1.12.2005 gün ve E:2005/1126, K:2005/1262 sayı ile, davanın kabulüne karar vermiş; bu kararın, YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ’nin; 6.2.2006 gün ve E:2006/1056, K:2006/2415 sayılı kararı ile görev yönünden bozulması üzerine bozma kararına uyan ANKARA 16. İŞ MAHKEMESİ; 19.4.2006 gün ve E:2006/235, K:2006/299 sayı ile, davacı vekilinin verdiği dava dilekçesinde özetle, davacının 22.10.2001 tarihinde belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştığını, yeniden yapılanma gerekçesi ile sözleşmesinin 23.5.2003 tarihinde feshedildiğini, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nde 2003/1319 Esas sayılı dosyasında dava açıldığını, işlemin iptaline karar verildiğini, temyiz edildiğini, ancak henüz sonuçlanmadığını, ancak Bankanın hiçbir gerekçe göstermeden müvekkilin sözleşmesini feshettiğini, davalının yaptığı işlemin 1475 sayılı Yasa’ya aykırı olduğunu, 4857 sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre davacının bir ay içinde işe başlatılması için davayı açtıklarını belirterek, davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiği, davalı vekilinin verdiği cevap dilekçesinde özetle; davanın reddine karar verilmesini talep ettiği, yapılan yargılama sonunda Mahkemelerince verilen davanın kabulüne dair kararın davalı vekili tarafından temyiz edildiği, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2006/1056 Esas, 2006/2415 Karar sayılı ilamı ile özet olarak, “Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 22.1.1996 tarih, 1995/1 Esas, 1996/1 Karar sayılı ilke kararı uyarınca özelleştirme kapsamında bulunan Kamu İktisadi Teşebbüslerinde kapsamdışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yeri idari yargı olduğundan Mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek hüküm kurulması hatalıdır” denilerek Mahkemeleri kararının bozulduğu, dosyanın Mahkemelerinde yeni esas aldığı, uyulan Yargıtay bozma ilamı gereğince görevsizlik kararı vermenin icap ettiği gerekçesiyle davanın idari yargının görevine girmesi nedeniyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, Halkbank Yönetim Kurulu’nun 26.7.2005 gün ve 20/08 sayılı kararının iptali istemiyle 27.9.2005 tarihinde de idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 23.2.2006 gün ve E:2005/1939, K:2006/230 sayı ile, davanın, Halk Bankası Krediler Kanunu takipten sorumlu genel müdür yardımcısı iken davalı idarece 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi uyarınca İstanbul Defterdarlığı emrine atanan ve buna karşı açtığı dava sonucu görevine iade edilmesi üzerine davalı idarece kendisine uygun bir görev bulunmadığı gerekçesiyle iş akdi feshedilen davacının iş akdinin feshine dair 26.7.2005 gün ve 20 sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açıldığı, 31.7.2004 tarih ve 25539 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5230 sayılı Kanun’un 7/c maddesi ile 4603 sayılı Kanun’un 3. maddesine eklenen 5. fıkrada; “Bankalarda 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışanlarla Bankalar arasında çıkacak ihtilaflarda iş mahkemeleri görevlidir” hükmünün yer aldığı, dosyanın incelenmesinden, davacının davalı Banka ile özel hukuk hükümlerine istinaden çalışmak hususunda sözleşme akdederek işçi statüsüne geçtiği, davalı idarece kendisine uygun bir görev bulunmadığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, davalı idare ile özel hukuk sözleşmesi imzalayarak işçi statüsüne geçtiği açık olan davacı ile davalı idare arasında çıkan uyuşmazlıklarda yukarıdaki mevzuat hükmü uyarınca iş mahkemelerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY BEŞİNCİ DAİRESİ’nin 15.12.2006 gün ve E:2006/4192, K:2006/6427 sayılı kararıyla onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 24.11.2009 gün ve E:2007/3806, K:2009/6908 sayılı kararıyla reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :   Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davalı Bankada Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının, iş akdinin feshine ilişkin Yönetim Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

15.11.2000 gün ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, “1. Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir.

2. Bankalar, anonim şirket statüsündedirler. Bu Kanunda yer alan hükümler dışında 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabidirler…”; 2. maddesinin üçüncü fıkrasında, “3. Bankaların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut personeli hakkında aylık, özlük ve emeklilikleri yönünden tabi oldukları mevzuatın uygulanmasına devam olunur. Bunlardan uygun görülenler istekleri halinde, emeklilik statüleri devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılabilir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile ilgileri devam eden personelin özel hukuk hükümlerine göre çalışacakları süreler kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir ve emeklilik işlemlerinde söz konusu Kanunun ek 48 inci maddesinin (b) fıkrası ile ek 68 inci maddesi hükümleri uygulanır. Bu kadro ve pozisyonlar emeklilik, istifa, ölüm ve sair nedenlerle boşaldıkları takdirde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. (Değişik beşinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılacak personelin sayısı, unvanı, ücret ve sair mali hakları bankaların genel kurullarınca tespit olunur. (Değişik altıncı cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Genel kurullar, bu yetkilerini yönetim kurullarına devredebilir. (Ek yedinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Personel istihdamına ilişkin diğer hususlarda yönetim kurulları yetkilidir”; 3. maddesinin beşinci fıkrasında, “5. (Ek: 16/7/2004-5230/7 md.) Bankalarda 4857 sayılı İş Kanununa tâbi olarak çalışanlarla bankalar arasında çıkacak ihtilaflarda iş mahkemeleri görevlidir”; geçici 1. maddesinin birinci fıkrasında, “1. Bankaların ana sözleşmeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ilk genel kurullarının onayı ile yürürlüğe girer. Mevcut yönetim kurulu üyelerinin görevleri genel kurullarca yenileri seçilinceye kadar devam eder. Bankaların tüm diğer personeli bu Kanunla bulundukları kadro ve pozisyonlara atanmış sayılır”; geçici 1. maddesinin üçüncü fıkrasında “3. (Değişik : 30/1/2002 - 4743/6 md.) Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel çalıştırılamaz…” ve 4. maddesinde, “Bu Kanun, bankalar hakkında sermayelerindeki kamu payı % 50`nin altına düşünceye kadar uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 1475 sayılı İş Kanunu, 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi ile, -14. madde hariç- yürürlükten kaldırılmış; 4857 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde, “Diğer mevzuatta 1475 sayılı İş Kanununa yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır” hükmüne yer verilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 9. maddesinde, “Taraflar iş sözleşmesini, Kanun hükümleriyle getirilen sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla, ihtiyaçlarına uygun türde düzenleyebilirler.

İş sözleşmeleri belirli veya belirsiz süreli yapılır. Bu sözleşmeler çalışma biçimleri bakımından tam süreli veya kısmî süreli yahut deneme süreli ya da diğer türde oluşturulabilir” denilmiştir.

Davacının T. Halk Bankası A.Ş. ile 1.11.2001 tarihinden geçerli olmak üzere imzaladığı belirsiz süreli hizmet sözleşmesinin 4. maddesinde, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 16 ncı ve 17 nci maddelerinde belirtilen hususların ortaya çıkması halinde hizmet sözleşmesinin ihbar önellerine uyulmaksızın derhal feshedileceği, ayrıca, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 16 ncı ve 17 nci maddelerinde belirtilen hükümlerin dışında banka mevzuatında yer alan disiplin hükümlerinin saklı olduğu, bu tür fesih hallerinde, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 13. maddesi hükümlerine uyulmasının zorunlu bulunduğu, ancak, tarafların ihbar önellerini/ihbar tazminatını personelin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile Banka’da geçmiş hizmetlerinin toplamı üzerinden kullandırmayı/ödemeyi kabul ve taahhüt ettikleri; 8. maddesinde, bu sözleşmenin uygulamasından doğacak her türlü uyuşmazlık halinde Ankara Mahkeme ve İcra Müdürlüklerinin yetkili olduğu; 9. maddesinde, sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde 1475 sayılı İş Kanunu, Bankalara ilişkin mevzuat ve düzenlemeler, 4603 sayılı Kanun, Ana Sözleşme, Banka’nın yönetmelik, genelge, genel mektup, sirküler, talimatları gibi iç mevzuat hükümlerinin uygulanacağı hususları düzenlenmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Halkbank Yönetim Kurulu’nun 23.5.2003 gün ve 19/15 sayılı kararı ile, Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan C. B.’ın, 4743 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (c) fıkrası hükmüne göre, özel hukuk hükümlerine göre yapılmış olan iş akdinin 31.5.2003 tarihi itibariyle feshedilmesi ve kamu hukukuna tabi kılınarak başka kurumlara naklinin sağlanması amacıyla 1. derece imza yetkisinin kaldırılarak Genel Müdürlük emrine müşavir olarak atandığı, bu işlemin iptaline ilişkin Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 22.4.2004 gün ve E:2003/1319, K:2004/837 sayılı kararının Danıştay Beşinci Dairesi’nin 1.7.2005 gün ve E:2004/4530, K:2005/3322 sayılı kararı ile bozulması üzerine Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 13.10.2005 gün ve E:2005/2078, K:2005/1598 sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin iptal kararı üzerine davacı görevine başlatılmış ise de; Halkbank Yönetim Kurulu’nun 26.7.2005 gün ve 20/08 sayılı kararı ile, davacının iş akdinin feshedilmesine karar verildiği, bu fesih işleminin iptali istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, 4603 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen 3. maddesinin beşinci fıkrasındaki, “Bankalarda 4857 sayılı İş Kanununa tâbi olarak çalışanlarla bankalar arasında çıkacak ihtilaflarda iş mahkemeleri görevlidir” hükmü karşısında, Halk Bankası ile yapılan belirsiz süreli hizmet sözleşmesi kapsamında İş Kanunu’na tâbi olarak çalıştığı anlaşılan, davacı tarafından, iş akdinin feshedilmesi üzerine Bankaya karşı açılan davanın görüm ve çözümünde iş mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 16. İş Mahkemesi’nin 19.4.2006 gün ve E:2006/235, K:2006/299 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/69

KARAR NO     : 2011/5

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : TMSF tarafından satışı yapılan şirketten alacaklı olduğunu iddia eden davacı şirketin; TMSF Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığınca düzenlenen sıra cetvelinin iptali istemiyle açtığı davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk

K A R A R

Davacı                : Poyraz Karlıbel Fındık Entegre San. Tic. A.Ş.

Vekili                  : Av. M. H., Av. H. K., Av. S. D.

Davalı                 : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)

Vekili                  : Av. H. A. Ö.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; mali bünyesindeki olumsuzlukların giderilmesini teminen 4389 sayılı Bankalar Kanunun 14/2 maddesi uyarınca, alınması istenen tedbirleri almayan, kaynaklarını bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu sermaye grubuna aktaran ... ve faaliyetlerini sürdürmesi mevduat sahiplerinin haklarını ve mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşüren Bayındırbank A.Ş.'nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin, aynı maddenin 3 ve 4 numaralı fıkralarına istinaden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından karar verildiğini, kararın 10.07.2001 tarih, 24458 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığını;

Ardından borçlarının tasfiyesi çerçevesinde yaptığı anlaşmaya göre TMSF'ye olan yükümlülüklerini yerine getirmeyen Bayındır Grubunun faal şirketlerinden olan Sagra Gıda Üretim Pazarlama A.Ş.'nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 5411 sayılı Bankacılık Kanunun geçici 11. maddesi ile 4389 sayılı Bankalar Kanunun 15-7/ a maddesi ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 134. maddesine istinaden TMSF tarafından devir alındığını; Fon'un 27 Nisan 2007 tarihli kararı ile Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü Satış Komisyonu Başkanlığının oluşturulduğunu ve Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü İhale Şartnamesinin düzenlendiğini; bu şartname uyarınca Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü'nün muhammen bedelinin 39.000.000 (otuz dokuz milyon) ABD Doları olarak belirlendiğini; satışa ilişkin ihalenin 25.09.2007 tarihinde gerçekleştirildiğini, ihaleyi en yüksek teklif veren Sanset Gıda Tur. San. ve Tic. A.Ş.’nin 77.050.000 ABD Doları vererek kazandığını; ihalenin, Fon Kurulunun 27.09.2007 tarih ve 2007/488 sayılı kararı onaylandığını;

Müvekkili şirketin, Sagra Gıda Üretim Paz. San. ve Tic. A.Ş. ve iştiraklerinden alacaklı olduğunu, bu alacakların ödenmesi amacıyla TMSF'ye müracaat edildiğini;

Satışın onaylanmasına ilişkin Fon Kurulu kararının mevzuata aykırılıklar içerdiğinden bahisle iptali için açtıkları davanın, Danıştay 13. Dairesinin 2007/14258 E. Sayılı dosyası ile derdest olduğunu; yine İstanbul 1. İdare Mahkemesi Başkanlığı’nın 2007/1880 E. Sayılı dosyası ile 25.09.2007 tarihli ihalenin feshinin talep ve dava edildiğini, bu davanın halen derdest bulunduğunu; her iki davanın, iptali istenilen sıra cetvelinin düzenlenmesi şekline etki edeceğini; çünkü, davalardan birinin veya her ikisinin kabul ile sonuçlanması durumunda ihale ile ilgili sürecin yeniden başlayacağını; Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğüne ilişkin menkul ve gayrimenkul malların değerinin yeniden tespit edileceğini, ortaya yeni bir ihale bedeli çıkacağını ve sıra cetvelinin düzenlenmesine de etki edeceğini; bu nedenle davaların sonucunun beklenmesi gerekirken, davalı tarafından sıra cetvelinin tanzimi yoluna gidilmesinin usulsüz olduğunu;

Sıra cetveli düzenlenirken, 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 134/8. fıkrasında belirlenen usul ve esaslara uyulmadığını; maddenin "Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir." şeklinde olduğunu;

Bu çerçevede sıra cetvelinde birinci sırada yer alması gereken alacakların, satış tarihine kadar tahakkuk etmesi şartıyla …… mal ve hizmet alımından doğan borçların alacaklıları olduğunu, müvekkili şirketin, Sagra Gıda San. Paz. ve Tic. A.Ş.'den olan alacağının da mal ve hizmet karşılığı olan alacaklar olduğunu, bu nedenle iptali istenilen sıra cetvelinde müvekkilinin alacağına yer verilmemesinin usulsüz olduğunu; zira müvekkili şirket tarafından, Şirkete 2001 yılında el konulmasından sonra da Sagra A.Ş.'ye mal ve hizmet verilmeye devam edildiğini, bu çerçevede Sagra A. Ş.’nin, müvekkili şirketin kendisine vermiş olduğu mal ve hizmetler karşılığında ayakta kalabildiğini ve faaliyetlerini sürdürebildiğini, ancak davalı tarafından bu mal ve hizmetlerin karşılığının ödenmediğini; 5411 sayılı Kanunun 134. maddesi kapsamına Lotus Reklamcılık, Merkez Reklam, gibi alacaklılar alınmışken, TMSF'nin, Sagra'yı bu fiyata satmasına yardımcı olan, mal ve hizmet sunan müvekkili şirkete yer vermemesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, çünkü sıra cetveli kapsamına alınan alacaklı diğer firmaların vermiş olduğu mal ve hizmetten, müvekkili şirketin verdiklerinin daha gerekli ve daha fazla hayati öneme haiz bulunduğunu;

İptali istenilen sıra cetvelinden, grup borçları ile Sagra Gıda Üretim Paz. A.Ş.'nin borçları ayrımının yapılamadığını; yani mevcut borcun ne kadarının grup şirketlerine ne kadarının Sagra Gıda Üretim Paz. A.Ş.'ye ait bulunduğunun tespit edilemediğini; nitekim söz konusu sıranın, farklı mal varlığına haiz şirketlerin alacakları arasında bir eşitsizlik doğmasına neden olduğunu ve dağıtımın adil olmamasına sebebiyet verdiğini; kaldı ki mevcut borcun bir oranlaması yapıldığında Sagra Gıda Üretim Paz. A.Ş.'ye ait borcun çok az; grup şirketlerin borçlarının ise çok fazla olduğunun görüleceğini; markalara ne kadar değer takdir edildiğinin belli olmadığını; bu hususun da adil bir dağıtımın yapılmasına engel teşkil ettiğini, zira bu haliyle; markalar üzerinde haczi veya değerine göre hak sahibi olması muhtemel olan alacaklıların alacaklarını öncelikli olarak almasının önüne geçildiğini, örneğin gayrimenkul üzerinde ipotek tesis etmiş olan alacaklı ipotek bedeli kadar alacağını alabiliyor iken, marka üzerinde rehni bulunan alacaklıların markaya ayrı bir değer takdir edilmemesi nedeniyle alacaklarını alamadıklarını; sıra cetvelinin belirlenmesinde izlenen usulün TMSF'nin daha önceki uygulamalarına da aykırı olduğunu; bu çerçevede Telsim Varlıkları Ticari ve İktisadi Bütünlüğe ilişkin sıra cetvelinde öncelikli sıraya 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 134. maddesi kapsamında geçmiş dönem borçlarının tahsiline yer verilmiş iken iptali istenilen sıra cetvelinde ise bu şekilde bir yol izlenilmemesinin hukuken kabul edilemeyeceğini ifade ederek, sonuç itibariyle; Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 14.08.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan sıra cetvelinin iptaline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ŞİŞLİ 1. İCRA MAHKEMESİ (HUKUK); 06.11.2008 gün ve E:2008/1134, K:2008/1279 sayı ile, davacı vekilinin mahkemelerine vermiş bulunduğu dilekçe ile özetle; Temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin Bankalar Kanununun 14/3 ve 4 nolu fıkralarına istinaden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine dair Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Tarafından karar verilmiş bulunan Bayındırbank A.Ş.nin TMSF ye olan yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle, Bayındır grubunun faal şirketlerinden olan Sagra Gıda Üretim Paz. San. A.Ş nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun Geçici 11.Maddesi ile 4839 Sayılı Bankalar Kanununun 15-7/a maddesi ve Bankacılık Kanununun 134. maddesine istinaden 6.6.2007 tarihinde TMSF tarafından devir alınıp, ardından Sagra Ticari ve iktisadi Bütünlüğü Satış Komisyonu Başkanlığının oluşturularak ticari ve iktisadi bütünlüğünün 25.9.2007 tarihinde Sanset Gıda Turizm San. ve Tic. A.Ş.’ne ihale suretiyle satıldığını, müvekkili şirketin de iktisadi ve ticari bütünlüğü satılan Sagra Gıda Üretim Paz.ve San. A.Ş den alacaklı olup, bu çerçevede TMSF tarafından düzenlenen sıra cetvelinde öncelikli sıraya 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 134. maddesi kapsamında geçmiş dönem borçlarının tahsiline yer verilmeyip, sıra cetvelinde bu suretle evvelki uygulama ile çelişecek şekilde karar oluşturmasının hatalı olduğunu, müvekkiline pay isabet ettirilmediğini belirterek Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 14.8.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini istemiş olduğu; davalı TMSF vekilinin ise dosyasına 7.10.2008 havale tarihli cevap layihasında belirtmiş olduğu nedenlerle usul, görev, yetki ve esas bakımından davanın reddine karar verilmesini istemiş bulunduğu; şikayet konusu edilen sıra cetvelinin, alacaklı TMSF tarafından borçlu Sagra Gıda Üretim Paz. ve San. A.Ş ve iştirakleri hakkında 6183 Sayılı A.A.T.U.H.K.’nun kapsamında yapılan icra takibi ile ilgili olduğu; sıra cetvelinin, 6183 sayılı yasanın, 4389 Sayılı Yasanın 15/7-a ve 5472 Sayılı Yasa ile Değişik 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun 134 ve Geçici 24. madde hükümlerine göre TMSF Sagra Ticari ve iktisadi Bütünlüğü Satış Komisyonu tarafından düzenlenmiş bir sıra cetveli olduğu; diğer bir deyişle, şikayet konusu edilen sıra cetvelinin, İİK.nu hükümleri doğrultusunda Adli Yargı düzenindeki İcra Dairelerince düzenlenmiş bir sıra cetveli olmadığını; 6183 Sayılı A.A.T.U.H.K.nunda sıra cetveline şikayet davalarının icra mahkemelerinde görüleceğine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı; yargıda görev hususu kamu düzeni ile ilgili olup, görev hususunda kıyas yolu ile İİK.nun hükümlerinin uygulanmasının da mümkün bulunmadığı; bu durumda 6183 Sayılı A.A.T.U.H.K.nu hükümlerine muhalefetin İDARİ TASARRUF niteliğinde olması nedeniyle, sıra cetveline yönelik şikayetin incelenme yerinin de Adli Yargı olmayıp, İDARİ YARGI olduğu gerekçesiyle; yanlış yargı yoluna müracaat nedeniyle DAVA DİLEKÇESİNİN GÖREV NOKTASINDAN REDDİNE karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar, Yargıtay 19.Hukuk Dairesi Başkanlığının 26.3.2009 gün ve E:2009/822, K:2009/2337 sayılı kararıyla onanmış ve karar düzeltme yoluna gidilmediğinden kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 8. İDARE MAHKEMESİ; 09.06.2009 gün ve E: 2009/749, K: 2009/1068 sayı ile davanın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca satışı yapılan Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.den alacaklı olan davacı tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığınca düzenlenen sıra cetvelinin iptali istemiyle açıldığı; 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14. maddesinin 3. bendinde; davanın görev ve yetki idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve 3. ve 5. maddelere uygun olup olmadıkları yönünden sırasıyla inceleneceği, aynı yasanın 15.maddesinin 1/a bendinde ise; adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların görev yönünden reddine karar verileceğinin belirtildiği; İcra iflas Kanununun 142. maddesinde; “Cetvel suretinin tebliğinden yedi gün içinde her alacaklı takibin icra edildiği mahal mahkemesinde alakadar aleyhine dava etmek suretiyle cetvel münderecatına itiraz edebilir. Dava basit muhakeme usulüyle görülür. İtiraz alacağın esas ve miktarına taallük etmeyip yalnız sıraya dairse şikayet yoluyla icra mahkemesine arzolunur.” hükmüne yer verildiği; dava dosyasının incelenmesinden, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca satışı yapılan Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.den alacaklı olan davacı tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığınca düzenlenen sıra cetvelinin iptalinin istendiği, söz konusu sıra cetvelinin ise 5441 sayılı Yasanın 134.maddesi uyarınca 6183 Sayılı Kanun ve İcra iflas Kanununun 206.maddesi esas alınarak düzenlendiğinin anlaşıldığı; bakılan davada, yukarıda yer verilen mevzuat hükmü uyarınca sıra cetveline karşı yapılacak itirazların icra mahkemelerinde çözüleceği açık olup, işbu davanın görüm ve çözümünde mahkemelerinin görevli olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 Sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünde reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca satışı yapılan Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.den alacaklı olan davacı şirket tarafından, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığınca düzenlenen sıra cetvelinin iptali istemiyle açılmıştır.

5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun “Fonun alacaklarının tahsiline ilişkin diğer yetkiler” başlıklı 134. maddesinde;

“Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi hâlinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın, Fon bankalarının;

a) Yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin,

b) Hâkim ortağı olan tüzel kişilerin,

c) Gerçek ve tüzel kişi hâkim ortaklarının hâkim ortak olduğu şirketlerin,

d) Yukarıda sayılan kişiler adına hareket eden veya onlar hesabına kendi adına para, mal veya hak edinen şirketlerin ortaklarının,

Bu maddede belirtilen şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir.

Doğrudan ya da dolaylı olarak Fonun yönetim ve denetimini devraldığı bankaların veya şirketlerin ve/veya bu madde uyarınca yönetimini ve denetimini devir aldığı şirketlerin ve Fon iştiraklerinin ortak sayısının, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve özel kanunlarda belirtilen zorunlu ortak sayısının altına düşmesi hâlinde tüzel kişiliklerine halel gelmez.

Fonun yönetim ve denetimine sahip olduğu şirketlerin ve/veya bu fıkra uyarınca yönetimini ve denetimini devir aldığı şirketlerin, Fon tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu üyeleri ve müdürleri ile Fonun atadığı bu yöneticiler tarafından şirketi temsil ve ilzam ile yetkili kılınan genel müdür, genel müdür yardımcısı ve müdür gibi şirket çalışanları veya Fon, bu fıkrada sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya bu şirketlerdeki lisans, ruhsat, 13.4.1994 tarihli ve 3984 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi hükmü kapsamında geçici frekans ve kanal kullanımı ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan hakları dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıklarının ve/veya bu hisselerle orantılı aktiflerinin satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ve bu işlemler ile ilgili kararlar almaya 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 324 üncü maddesi ile bağlı kalmaksızın yetkilidirler.

Bu şirket ve iştiraklerin yüzde kırkdokuzundan fazlası ile bunlara ait her türlü mal, hak ve varlıklar, gayrimenkullerle ilgili özel kanunlarındaki kısıtlamalar saklı kalmak kaydıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilere satılabilir.

Fon alacaklarının tahsilini teminen, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadî değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması hâlinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usûl ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticarî ve iktisadî bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir satış komisyonu oluşturur ve başkanını belirler. Satış komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, satış komisyonu tarafından, uzman gerçek veya tüzel kişilerin kıymet takdiri raporu dikkate alınarak, daha önce bütünlüğü oluşturan varlıkların ayrı ayrı kıymet takdirlerinin yapılmış olması ile bağlı olmaksızın düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzlar üzerinde birden fazla kişinin aynî veya şahsî hakkının bulunması veya bunların mülkiyetinin birden fazla kişiye ait olması durumunda, bu mal, hak ve/veya varlıkların değeri ayrı ayrı tespit edilir. Bu madde hükümleri uyarınca yapılacak satış sürecinde, satış ilânının Resmî Gazetede yayımlanması ilgililere yapılacak tebliğ hükmündedir. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usûllerinden biri veya ikisi birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli görmesi hâlinde, ihalelere pazarlık usûlü ile devam edilebilir. Bu usûllerden hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir. İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli satış komisyonu tarafından düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklılar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların malîklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez.

Yukarıdaki hüküm çerçevesinde telekomünikasyon, enerji, ulaşım, radyo, yazılı ve görsel medya ve diğer sektörlerdeki, yönetim ve denetimi veya hisseleri Fon tarafından devir alınan şirketlere tanınmış imtiyaz sözleşmesi, lisans, ruhsat, işletme izni, ön izin, yayın izni, 3984 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi hükmü kapsamında geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri izinlerin yeni alıcıları adına devri ve tescili işlemleri, Fonun bildirimi üzerine ilgili kurum, kuruluş ve üst kurullarca, gerekli bilgi ve belgelerin tamamlanmasını müteakip başkaca bir işleme gerek kalmaksızın en fazla bir ay içinde tamamlanır.

Bu hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usûller Fon tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir.

(Değişik sekizinci fıkra: 8/3/2006-5472/1 md.) Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir. Bu hükme göre yapılan dağıtım sonrasında bakiye borç kalması; lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından işletilmesi için gerekli olan ve kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullarca yapılması gereken devrin tescil ve nakli işlemine engel teşkil etmez.

(Ek fıkra: 8/3/2006-5472/1 md.) Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin % 50'sinden fazlasını temsil eden hisselere Fonun, Fon Bankasının veya Fon iştiraklerinin sahip olduğu şirketler, yönetim kurulları tarafından alacaklılarına ve borçlularına Fonun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılacak ilânı müteakiben düzenlenen bilançoları esas alınarak Fon Kurulu kararı ile İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın tasfiye olunur. Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur. Tasfiye kararı aleyhine ilgililer tarafından açılacak davalar Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Fon Kurulu tarafından tasfiyesine karar verilen şirketlerin iflas ve ihyası istenemez. Yapılan ilân neticesinde kayıt altına alınan alacaklar Fon tarafından bu Kanun, 6183 sayılı Kanun ve İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesine uygun olarak düzenlenecek sıra cetveli ile tasfiye kararı verilen şirketin alacaklılarına dağıtılır. Bu madde hükümlerine uygun olarak tasfiye olunan şirketlerin hâkim ortakları ve yöneticileri ile üçüncü şahıslar aleyhine açılan şahsi sorumluluk, iflas ve alacak davaları kanunî halef; ceza davaları kanunî müdahil sıfatıyla Fon tarafından devam ettirilir. Bu davalar sonucunda herhangi bir tahsilat yapılması halinde başkaca bir işleme gerek kalmaksızın tahsil edilen meblağ düzenlenmiş sıra cetveline uygun olarak dağıtılır. Dağıtım sonrasında alacağını tamamen alamamış olan alacaklılara talepleri halinde şirketin tasfiye edildiğine ve dağıtılacak tasfiye bakiyesi bulunmadığına dair bir belge verilir. Bu belge İcra ve İflas Kanununun 105 inci maddesi hüküm ve sonuçlarını doğurur. Alacaklılara sıra cetveline uygun olarak yapılacak dağıtım sonrası tasfiye bakiyesi kalması halinde bu bakiye şirket hissedarlarına hisseleri oranında ödenir. Tasfiyenin usûl ve esasları Fon Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

Bu Kanunun 71 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi hükmü uyarınca faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankalar ile tasfiyeye tâbi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankaların, bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen gerçek ve tüzel kişiler ile gerçek kişilerin kan ve kayın hısımlarının edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacakların banka kaynağı kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilir. Bu gerçek kişiler ile tüzel kişiler tarafından edinilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında bu madde hükümlerini uygulamaya Fon yetkilidir. Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik, sınırlı aynî hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis edilen aynî ve şahsi her türlü hak Fona karşı hüküm ifade etmez. Bu hukuki işlemlere taraf olan, küllî ve cüz'i halefleri dâhil tüm şahısların, yukarıda belirtilen işlemlerin gerçekleşmesinden sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.

Yukarıda belirtilen işlemlere taraf olan üçüncü kişiler bankanın faaliyet izninin kaldırılması veya yönetim ve denetiminin Fona devrinden sonraki işlemler nedeniyle, bu maddenin birinci fıkrasında sayılan kişiler ise bankanın faaliyet izninin kaldırılması veya yönetim ve denetiminin Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler nedeniyle iyiniyet iddiasında bulunamazlar. Bankanın faaliyet izninin kaldırılması veya yönetim ve denetiminin Fona devrinden önce satış, kira, devir ve temlik gibi işlemler ile aynî ve şahsi hak tesisine ilişkin işlemlere taraf olan üçüncü kişiler iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorundadırlar.

Bu maddenin birinci fıkrasında sayılan gerçek ve tüzel kişilerin yönetim ve/veya denetimindeki şirketlerde ve/veya işletmelerinde iş akdine bağlı ve/veya bağlı olmaksızın geçici veya sürekli olarak istihdam edilen şahısların kurucusu, ortağı, yöneticisi veya denetçisi olduğu şirketlerin; bir iş akdine bağlı olmaksızın, yukarıda sayılan şahısların vekâleten ve/veya ticarî mümessil ve/veya ticarî vekil sıfatıyla ve/veya vekâletsiz iş görme hükümleri gibi herhangi bir hukukî ilişkiye dayanarak geçici ve/veya sürekli olarak temsil eden şahıslar ile temsil ettikleri gerçek ve/veya tüzel kişilerin; bu fıkrada belirtilen şahıslar dışındaki ve/veya bunlar tarafından kurulan şirketlere bankacılık mevzuatına ve/veya teamüllerine uyulmadan ve/veya teminatsız ve/veya yetersiz teminat ile kredi kullandırılan ve/veya genellikle faaliyet yeri olarak aynı adresi kullanan ve/veya yapılan sözleşmelere cayma hakkı ve/veya borcun nakli gibi hükümler koymak suretiyle kullandıkları kredileri ve/veya banka kaynaklarını bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ve/veya dolaylı olarak tek başına ve/veya birlikte elinde bulunduran gerçek ve tüzel kişilere ve/veya bunların ve/veya bankanın iştiraklerine ve/veya doğrudan veyahut dolaylı bağı bulunan şahıs ve şirketlere yukarıdaki fıkralarda sayılan gerçek veya tüzel kişilere aktarılmasını sağlayan gerçek veya tüzel kişilerin kullanmış oldukları krediler ve/veya banka kaynakları bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ve/veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklar tarafından kullanılmış banka kaynağı sayılır ve bu şahıslar ile edindikleri ve/veya üçüncü kişilere edindirdikleri para, her türlü mal, alacak ve haklar hakkında bu madde hükümleri uygulanır.

Bu Kanunun 71 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi hükmü uyarınca faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankanın hâkim ortakları, yönetim kurulu üyeleri, denetim kurulu üyeleri, genel müdür, genel müdür yardımcıları ve bunların eş ve çocukları ile evlatlıklarının, bunların diğer kan ve kayın hısımlarının ve imzaya yetkili banka mensuplarının kendi aralarında veya üçüncü kişilerle yaptıkları taşınır ve taşınmaz rehni, ipotek, üst hakkı, intifa hakkı ve oturma hakkı gibi her türlü sınırlı aynî hak tesisine ilişkin sözleşmeler mahsus siciline veya defterine kayıt ya da şerh edilmiş olsun veya olmasın her türlü şahsi haklar ve/veya zilyetliğin devrine dair sözleşmeler dâhil her türlü tasarrufları ile kara, hava ve deniz taşıtları gibi taşınır ve yalı, villa, ada, site, tüm eklentileri ile çiftlik gibi taşınmazlarla ilgili adi ve hasılat kira sözleşmeleri, taşınır veya taşınmaz mal, finansal kiralama sözleşmeleri, uydu ve kablolu yayın kanalı kullanma hakkı, televizyon kanalı ile gazetelerin yayım hakkı, marka ve lisansı devir ve kullanma hakkı veren sözleşmeleri, idare ve hizmet vekâleti ile Avrupa Birliği standartları üzerinde prim ödemek suretiyle yapılan hayat, bireysel emeklilik, ihtiyarlık ve sağlık sigorta sözleşmeleri ve limitli veya limitsiz kredi kartı ile ATM kartı sözleşmeleri ile münferit veya karşılıklı verilen banka teminat mektupları, kabul kredileri ve avaller ile her türlü hisse devir sözleşmeleri Fon Kurulunun kararıyla geçersiz sayılır. Bu sözleşmelerin geçersizliğinden dolayı karşı tarafça açılacak tazminat davalarında sözleşmede muvazaa bulunmadığını ve sözleşmeyle ödenen bedelin muvazaalı olmayan rayiç bedel olduğunu ispat yükü davacıya aittir.

Borçlunun, haline münasip konut kiralamasına ilişkin sözleşme yukarıdaki fıkra kapsamı dışındadır.

Fon, bu maddede sayılan alacaklara ilişkin para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyatî haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına mahsuben devralmaya yetkilidir.

Bu alacaklara zararın ve/veya alacağın doğmasına sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen oranda gecikme faizi uygulanabilir.

Fon tarafından bu madde hükümlerine istinaden tesis edilen işlemlere karşı idarî yargı mercilerinde açılan davalarda mahkemelerce yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için teminat şartı aranmaz.

Fon tarafından bu madde hükümlerine istinaden yapılacak işlemlerde 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanmaz. Bu işlemler her türlü vergi, resim ve harçtan istisna tutulur. Bu madde ile Fona tanınan yetkiler Fon tarafından başkaca bir işleme gerek olmaksızın Fon Kurulunun karar alması ile tekemmül eder. Yapılan işlemlerden tescile tâbi olanlar Fonun talebi üzerine tescil ve gerektiğinde ilân olunur.” ;

5411 sayılı Kanunun 134 üncü maddesinin beşinci ve yedinci fıkralarına dayanılarak hazırlanmış bulunan “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik”in “Sıra cetveli” başlıklı 26. maddesinde;

“ (1) Ticari ve iktisadi bütünlüğün ihale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli, ihale bedelinin alıcı tarafından ödenmesinden sonra Satış Komisyonu tarafından 5411 sayılı Kanuna uygun olarak düzenlenir. Ancak 5411 sayılı Kanunda öncelikli paya sahip olduğu belirtilen alacaklılara önceden ödeme yapılabilir.

(2) İhale bedelinden satış masrafları çıkarıldıktan sonra; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Kurul tarafından ihale bedelinden ödenmesine karar verilmesi halinde bu Yönetmeliğin 25 inci maddesi kapsamındaki geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir.

(3) 5411 sayılı Kanunun geçici 24 üncü maddesi kapsamındaki satışlarda sıra cetvelinin düzenlenmesinde anılan madde hükmü de dikkate alınır.

(4) Sıra cetvelinin bir sureti Satış Komisyonu tarafından masrafını veren ilgililere tebliğe çıkarılır ve Resmî Gazete’de yayımlanır.

(5) Sıra cetveline itiraz süresi 15 gündür. İtiraz süresi, ilan tarihinden itibaren başlar, tebliğ masrafı veren ilgililer hakkında ise itiraz süresi tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar.

(6) Satış Komisyonu, hak sahiplerine ödeme yapılana kadar nakit ihale bedelini uygun göreceği şekilde nemalandırır.” denilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) 09/07/2001 tarih ve 383 sayılı kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilen Bayındırbank A.Ş.nin hakim ortakları olan Bayındır Grubuna dahil firmalarla diğer alacaklı 13 kuruluş arasında Bayındır Grubu firmalarının alacaklı kuruluşlara olan borçlarının yeniden yapılandırılması amacıyla 25/10/2002 tarihinde Finansal Yeniden Yapılandırma Sözleşmesi (FYYS), 27/03/2003 ile 12/01/2005 tarihlerinde de Finansal Yeniden Yapılandırma Ek Sözleşmelerinin (FYYES) imzalandığı; Bayındır grubunun içinde bulunduğu finansal kriz nedeniyle faaliyetlerini sağlıklı olarak yürütemeyen Sagra fabrikasının satışının, T.Halk Bankası A.Ş.nin 28/12/2006 tarihinde Sagra Gıda Üretim Paz. A.Ş. ve Birleşim Gıda Paz. A.Ş. firmaları hakkında 23.028.736.-USD'lık ihtiyati haciz uygulaması nedeniyle rızai yoldan yapılmasının imkansız hale geldiği; konunun çözümü amacıyla Alacaklı Bankalar Konsorsiyumu üyelerinin de mutabakatı ile Sagra Gıda Üretim Paz.A.Ş.nin; Ticari İktisadi Bütünlük halinde satışı amacıyla Fon Kurulunun 13/04/2007 tarih ve 2007/165 sayılı kararı ile “… Bayındır Grubuna dahil şirketlerden Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş. hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına ..“ karar verilmiş olduğu, şirket hakkında toplam 22.199.443.-YTL borç tutarı üzerinden yasal takip işlemlerine başlandığı, bu kapsamda borçlunun gayrimenkul ve menkul malları ile markalarının haczedildiği; Fon Kurulunun 27/04/2007 tarih ve 2007/183 sayılı kararı ile “… Kurumumuz amme borçlusu Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.'nin 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerleri ve bu varlıkların mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmeler ile bu sözleşmelerden doğan ancak başlı başına iktisadi değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm mal, hak ve varlıkların bir araya getirilerek Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün oluşturulmasına ve oluşturulan ticari ve iktisadi bütünlüğün satışına ...”; 31/05/2007 tarih ve 2007/230 sayılı kararı ile, “... 5411 sayılı Bankacılık Kanununun geçici 11. maddesi yollaması ile 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15-7/a maddesi ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 134. maddesine istinaden Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.'nin temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından devir alınmasına ...” karar verilmiş olduğu; bu aşamada Sagra Ticari Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün muhammen bedelinin belirlenmesine esas olmak üzere, kıymet takdir raporunun hazırlanması konusunda Garanti Yatırım Menkul Kıymetler A.Ş.’nin uzman bilirkişi olarak görevlendirildiği, bu şirketin düzenlediği değerleme raporunda Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü kapsamında bulunan varlıkların (gayrimenkul, menkul, marka) ayrı ayrı değer tespitleri yapıldığı gibi ayrıca Ticari ve İktisadi Bütünlük değerinin de belirtildiği; Fon Kurulunun 28/06/2007 tarih ve 2007/282 sayılı kararı ile, “… 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 134 üncü maddesi ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik kapsamında Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satışına esas olmak üzere muhammen bedelinin 39.000.000 ABD Doları olarak belirlenmesine ve Satış Komisyonu tarafından hazırlanan satış şartnamesinin onaylanmasına …” karar verildiği, hazırlanan satış ilanının 16/07/2007 tarih ve 26584 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığı; ihalenin 25/09/2007 tarihinde gerçekleştirildiği, ihalede en yüksek teklifin 77.050.000.- ABD Doları bedeli ile Sanset Turizm ve Tanıtım A.Ş. tarafından verildiği, ihalenin Fon Kurulu’nun 27/09/2007 tarih ve 2007/488 sayılı kararı ile onaylandığı; ihale alıcısının ünvanlarını Sanset Gıda Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş olarak değiştirdiği, ihale bedelinin 16/10/2007 tarihinde ödendiği, aynı gün alıcı ile devir ve teslim anlaşması imzalanarak Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün alıcıya devredildiği; bu aşamadan sonra ihale bedelinin alacaklılar arasında paylaştırılmasını teminen hazırlanan sıra cetvelinin, 14/08/2008 tarih ve 26967 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığı; davacı Şirket tarafından, Fon kurulunun Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü'nün satışına ilişkin ihalenin onaylanmasına ilişkin kararı ile yapılan ihalenin iptali istemiyle Danıştay ve İstanbul İdare Mahkemelerinde dava açıldığı; davaların derdest olduğu; bakılan davanın ise, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca satışı yapılan Sagra Gıda Üretim Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.den alacaklı olduğu iddiasıyla, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Ticari ve İktisadi Bütünlük Satış Komisyonu Başkanlığınca düzenlenen sıra cetvelinin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, satış bedelinin paylaştırılması hakkındaki, 14/08/2008 tarih ve 26967 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan sıra cetvelinin, 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre başlatılan takibe ilişkin, kamu tüzel kişiliğini haiz Fon tarafından düzenlenmiş bir idarî işlem olduğu gözetildiğinde; anılan işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nce verilen 09.06.2009 gün ve E:2009/749, K:2009/1068 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/73

KARAR NO     : 2011/6

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Bayiliği iptal edilen davacı şirketin; davalı idare ile imzalanan Bayilik Sözleşmesinin aynen ifasına devam ettirilmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Son Nokta Telekomünikasyon Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. B. A.

Davalı : Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne izafeten

Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü / Başkanlığı

Vekili                  : Av. M. A.

O L A Y             : Davacı ile Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü/Başkanlığı arasında 29.06.2006 tarihinde Bayilik sözleşmesi imzalanmış ve 124016 no.lu Bayilik Ruhsatı verilmiştir.

Davalı İdare tarafından tesis edilen 13.09.2006 Olur tarihli, 10/6305 sayılı işlemde aynen; “14.08.2002 tarih ve 24846 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin 13.Maddesinde, bayilerin iptal ettikleri biletleri Teşkilatın belirleyeceği usule uygun olarak bildirilecek mercilere teslim edecekleri; 37.Maddesinde, bayinin bu Yönetmelik hükümleriyle Teşkilat tarafından yürürlüğe konulacak diğer yönetmelik, genelge ve emirlere uymak zorunda oldukları; 22.Maddesinde, bayilerin bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketlerinin tespit edilmesi halinde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği, hükme bağlanmıştır.

Teşkilat Müdürlüğümüz ile tüm bayiler arasında imzalanan Bayilik Sözleşmesinin "Genel Şartlar" başlıklı 2. maddesinin (a) bendinde, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği ile buna ait tebliğ ve talimatların sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu ve bayilerin sözkonusu yönetmelik hükümlerine uymakla yükümlü oldukları, bayinin Teşkilatın re'sen vereceği talimatlara uymayı peşinen kabul ettiği; “Cezai Hükümler” başlıklı 8.Maddesinin (b) bendinde, bayinin Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması, bayinin haklı ve hukuken geçerli herhangi bir sebep olmaksızın kupon iptal etmesi hallerinde bayiliğin iptal edileceği, hükme bağlanmıştır.

Anılan Yönetmelik ve Sözleşme hükümlerine rağmen; sistem kayıtlarımızın incelenmesi neticesinde 124016 no'lu bayi Son Nokta Telekom Ltd. Şti.'nin 13.08.2006 tarihinde çok sayıda ve yüksek miktarlarda kupon iptali yaptığı tespit edilmiş, akabinde 15.08.2006 tarihli yazımız ile kupon iptallerine ait çıktılar ile iptal bilet asıllarının Teşkilatımıza gönderilmesi istenmiş ise de işyerinde hırsızlık yapıldığını ve iptal kuponların çalındığını belirtir İskenderun Yenişehir Polis Merkezi Amirliğince düzenlenmiş 21.08.2006 tarihli ifade tutanağı cevap olarak gönderilmiştir. Bunun üzerine 28.08.2006 tarihli yazımız ile bayinin 13.08.2006 tarihinde yapmış olduğu tüm kupon iptallerinin gerekçelerini yazılı olarak bildirilmesi istenmiştir.

Bayinin 07.09.2006 tarihinde göndermiş olduğu cevabi yazısındaki iptal gerekçelerinin incelenmesi neticesinde, gerekçelerin haklı ve hukuki herhangi bir dayanağının bulunmadığı anlaşılmıştır.

Yukarıda belirtilen fiili ve hukuki durum nedeniyle ve anılan Yönetmelik ve Sözleşme hükümleri gereğince; Makamınızca da uygun görüldüğü takdirde, Son Nokta Telekom Ltd. Şti. ünvanlı 124016 no'lu bayiliğin iptal edilmesini Olurlarınıza arz ederim.” denilmiş; durum aynı tarih 10/6324 sayılı yazı ile davacı Şirkete bildirilmiştir.

Davacı vekili; sözleşmenin feshini gerektirecek hiçbir kusurlu eylemde bulunulmadığını; davalı idarenin, sözleşme ihlali olarak gösterdiği eylemin müeyyidesinin yine sözleşmede açıkça belirtildiğini; buna karşılık, daha ağır bir yaptırım uygulanarak sözleşmenin tek taraflı olarak feshedilmesinin hakkaniyette aykırılık oluşturduğunu ifade ederek, sonuç itibariyle; davalı idare ile müvekkili firma arasında imzalanan 29.06.2006 tarihli Bayilik Sözleşmesinin, davalı idare tarafından haksız olarak tek taraflı feshedilmiş olması sebebiyle, sözleşmenin aynen ifasına devam ettirilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İskenderun 1.Asliye Hukuk Mahkemesi; 15.11.2007 gün ve E:2006/338, K:2007/1296 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2.maddesinin c bendi gereğince, tesis edilen işlemin idari bir işlem olduğu, bu işlemin iptali ve bayilik faaliyetinin devam etmesine ilişkin davanın idari yargıda görülmesi gerektiğinden bahisle, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş; bu kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 16.12.2008 gün ve E:2008/8324, K:2008/14835 sayı ile; “… Taraflar arasında düzenlenmiş bulunan sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle davalı tarafından gönderilen 13.9.2006 tarihli yazıyla davacının bayiliğinin iptaline karar verilmiş; davacı da haksız fesih işlemi nedeniyle eldeki davayı açmıştır. Uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmış bulunduğundan ve uyuşmazlığın çözümü özel hukuk hükümlerinin uygulanmasını gerektirdiğinden, uyuşmazlığın çözümü adli yargı yerine ait bulunmaktadır. İdari bir tasarrufa karşılık açılmış bir dava söz konusu değildir. Bu nedenle görev nedeniyle davanın reddedilmiş olması usule ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuş; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4.5.2009 gün ve E:2009/3317, K:2009/6094 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

İSKENDERUN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 8.10.2009 günlü 1. celsesinde, E:2009/213 sayı ile; Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, aynı gün içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dosya, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; idare tarafından feshedilen 29.6.2006 tarihli bayilik sözleşmesinin aynen ifasına karar verilmesi istemiyle İskenderun 1.Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve davanın görev yönünden reddine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 13.Hukuk Dairesince bozulduğu, bozma kararına uyularak davalı idarenin görev itirazının reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istendiği anlaşılmış olmakla gereğinin düşünüldüğü; 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2. maddesinde, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün futbol ve diğer spor müsabakalarına dayalı olarak sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarını düzenleme hak ve yetkisini, kendisine bağlı, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı eliyle kullanacağı ve yürüteceği, Teşkilat Başkanlığının söz konusu yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebileceği hükmüne yer verilmiş olduğu; Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin 15. maddesinde, Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Teşkilat arasında bayilik sözleşmesi düzenleneceği, bayilik sözleşmesinin, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedileceği, 22. maddesinde, Bayilerin; bu yönetmeliğin 38 ve 39 uncu maddelerinde sayılmayan fakat bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketleri tespit edildiği takdirde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği, 38/e maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilatla olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın ve faaliyetlerde bulunulması, verilen talimat ve kurallara riayet edilmemesi, uyumlu çalışmanın bozulması hallerinde bayilik ruhsatının, Teşkilat tarafından tek tarafı olarak ve herhangi bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği hükmüne yer verildiği; öte yandan, davacının Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile, yapmış olduğu Bayilik Sözleşmesinde de anılan düzenlemeye koşut hükümlerin yer aldığı; uyuşmazlık konusu sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde; İdarenin, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak, konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabileceği, idare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmelerin "idari sözleşme" olarak adlandırıldıkları; 2577 sayılı Yasa'nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere "genel hizmetlerden birinin yürütülmesi" amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanılarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulundukları; anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hakkın bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin yasayla tekel olarak kamu idaresine verilmiş bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğunun açık bulunduğu; olayda, davacının 13.8.2006 tarihinde iptal ettiği kuponları ve buna ilişkin çıktıları verilen süre içinde Spor Toto Teşkilat Müdürlüğüne göndermemesi nedeniyle, Yönetmelik ve bayilik sözleşmesi hükümleri uyarınca bayilik ruhsatının iptal edildiğinin anlaşıldığı; bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanması dolayısıyla bayilik ruhsatının iptali nedeniyle bayilik sözleşmesinin kendiliğinden feshedilmiş sayılmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı; ayrıca, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının, ilgililerin bayilik ruhsatını, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin anılan hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisinin bulunması ve davacının bayilik ruhsatının da anılan yönetmelik ve sözleşme hükümlerine dayanılarak iptal edilmesi karşısında, idari bir sözleşme olan bayilik sözleşmesi hükümlerinin uygulanmasının yanı sıra, idari bir düzenleme olan Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlığın bulunduğu hususunun da açık olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasında 29.06.2006 tarihinde "bayilik sözleşmesi" imzalandığı, anılan Başkanlığın 13.09.2006 tarih ve 10/6305 sayılı oluru ile iptal edilen kuponların muhafaza edilmemesi nedeniyle Yönetmelik ve bayilik sözleşmesi hükümlerine istinaden söz konusu sözleşmenin idarece feshedilmesi üzerine feshedilen sözleşmenin aynen ifasına karar verilmesi için İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı; davanın, davalı idare ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin idarece feshedilmesi üzerine sözleşmenin aynen ifasına karar verilmesi talebiyle açıldığı; 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 1. maddesi uyarınca, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Başbakanlığa bağlı ve tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu, anılan Kanun'un 4. maddesine göre, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olduğu, söz konusu Kanun'un 2. maddesinin (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakalarına dayalı müşterek ve sabit ihtimalli bahislerin düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevi Genel Müdürlüğe ait olduğu; Genel Müdürlüğün bu yetkisini "7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 2. maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullandığı; Başkanlığın ise kendisine ait olan bu faaliyetini sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği spor toto bayileri aracılığı ile yürüttüğü; 14.8.2002 tarih ve 24842 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolda Müşterek Bahisler Uygulama Yönetmeliği hükümleri ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığınca futbol müsabakaları üzerine düzenlenecek müşterek bahis oyunlarının uygulama şekli ile usul ve esaslarının belirlendiği; anılan Yönetmeliği'nin 22. maddesinde, bayilerin bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketlerinin tespit edilmesi halinde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği; 37. maddesinde, bayiinin bu yönetmelik hükümleriyle Teşkilat tarafından yürürlüğe konulacak diğer yönetmelik, genelge ve emirlere uymak zorunda olduğu; "Ruhsatın İptali" başlıklı 38. maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması, hallerinde Teşkilat tarafından tek taraflı olarak herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceğinin hükme bağlanmış olduğu; öte yandan, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı ile davacı arasında imzalanan 29.06.2006 tarih ve 124016 no’lu Bayilik Sözleşmenin 2. maddesinin (a) bendinde, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği ile buna ait tebliğ ve talimatların sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu ve bayiinin söz konusu hükümlere uymakla yükümlü bulunduğu; (i) bendinde, bayiinin iptal biletlerini 18 ay süresince saklamak ve istendiğinde Teşkilata veya Başbayiye teslim etmek zorunda olduğu; "Cezai Hükümler" başlıklı 8. maddesinin (b) bendinde, bayiinin haklı ve hukuken geçerli herhangi bir sebebi olmaksızın kupon iptal etmesi halinde bayiliğin iptal edileceği ve yine aynı bentte bu sözleşmenin maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının Teşkilat tarafından ayrıca herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin iptal edileceğinin hükme bağlanmış bulunduğu; 320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 29. maddesinde, Yönetim Kurulu veya Genel Müdürlüğün, kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri tüzük, yönetmelik, Yönetim Kurulu Kararları, tebliğ, genelge ve diğer emirle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu hükmüne yer verilmiş olduğu, 320 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak çıkarılan Sayısal Oyunlar Yönetmeliği'nin 27. maddesinde, bayiinin, bu Yönetmelik hükümleri ile idare tarafından yürürlüğe konulacak diğer mevzuat, sözleşme, karar, genelge ve talimatlara uymak zorunda olduğu; bayiliğin sona ermesi başlıklı 32, maddesinin (k) bendinde ise, idarenin izni olmaksızın, işyerinde idareye ait olmayan oyunlar oynatması halinde bayilik ruhsatının, idare tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceğinin hükme bağlandığı; uyuşmazlık konusu bayilik sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde; bir özel hukuk sözleşmesi olduğunun görüldüğü; bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacının taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede yer almasının zorunlu bulunduğu; uyuşmazlık konusu olayda, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü sistem kayıtlarının incelenmesi neticesinde 13.08.2006 tarihinde çok sayıda ve yüksek miktarlarda kupon iptali yapıldığının tespit edilmesi üzerine taraflar arasında imzalanan 29.06.2006 tarihli ile 124016 no’lu bayilik sözleşmesi hükümlerine istinaden bayiliğin feshedilmesi üzerine davacı tarafından davanın ''feshedilen sözleşmenin aynen ifasına karar verilmesi" istemiyle açıldığı, dolayısıyla idari bir tasarrufa karşı açılan bir dava olmadığının anlaşıldığı; davalı idarenin davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin, bir özel hukuk sözleşmesi niteliği taşıdığı, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir işlem olduğu göz önüne alındığında, sözleşme ile kurulan ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğinden, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde bulunduğu; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun reddine karar verilmesinin gerektiği yolunda, yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde görev itirazında bulunulduğu ve Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilmesi üzerine 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcılığı tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü tarafından 124016 no.lu bayiliğinin iptal edilmesi üzerine, davacı şirketin; davalı idare ile imzalanan 29.06.2006 tarihli Bayilik Sözleşmesinin, aynen ifasına devam ettirilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı ve tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumudur. Aynı Kanunun 4. maddesine göre, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı, Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olup, tüzelkişiliği bulunmamaktadır. Söz konusu Kanunun 2. maddesinin (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarının düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevi Genel Müdürlüğe ait olup; Genel Müdürlük bu yetkisini, 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullanmakta; Başkanlık ise kendisine ait olan bu faaliyetini, sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği bayileri aracılığı ile yürütmektedir.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 14.8.2002 tarih ve 24846 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği (Mülga) hükümleri ile Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’nca, futbol müsabakaları üzerine düzenlenecek müşterek bahis oyunlarının uygulama şekli ile usul ve esasları belirlenmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 13.maddesinde, bayilerin iptal ettikleri biletleri Teşkilatın belirleyeceği usule uygun olarak, bildirilecek mercilere teslim edecekleri; 22. maddesinde, Yönetmeliğin 38 ve 39 uncu maddelerinde sayılmayan fakat bayilerin bayilik ruhsatının iptalini gerektiren fiil ve hareketlerinin tespit edilmesi halinde, Teşkilatın takdir hakkını kullanarak iptal kararı verebileceği; 37. maddesinde, bayinin bu Yönetmelik hükümleriyle Teşkilat tarafından yürürlüğe konulacak diğer yönetmelik, genelge ve emirlere uymak zorunda olduğu; "Ruhsatın İptali" başlıklı 38. maddesinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması, verilen talimat ve kurallara riayet etmemesi, uyumlu çalışmayı bozması halinde bayilik ruhsatının, Teşkilat tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bildirim süresine uyulmaksızın iptal edileceği hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile davacı şirket arasında 29.06.2006 tarihinde Bayilik Sözleşmesi imzalanmış ve 124016 no.lu Bayilik Ruhsatı verilmiştir.

Söz konusu Sözleşmenin 2. maddesinin (a) bendinde, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tüzüğü, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği, bunlara ait tebliğler ve talimatların, sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu, bunların bayilere ait hükümlerine, bayinin aynen uymakla yükümlü bulunduğu; (d) bendinde, bayiliğin her türlü adli, idari, cezai ve mali sorumluluğunun bizzat bayiye ait olduğu; (i) bendinde, bayiinin iptal biletlerini 18 ay süresince saklamak ve istendiğinde Teşkilata veya Başbayiye teslim etmek zorunda olduğu; "Cezai Hükümler" başlıklı 8. Maddesinin (b) bendinde, sözleşme maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının herhangi bir gerekçe gösterilmeden Teşkilatça tek taraflı olarak feshedileceği; b-4 bendinde, Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunması hallerinin de iptal sebepleri arasında sayıldığı; (d) bendinde, bayilik ruhsatının iptali halinde sözleşmenin kendiliğinden feshedileceği, hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusu sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde;

İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir. İdare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler “idari sözleşme” olarak adlandırılırlar. İdarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa’nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hak bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, yasayla tekel olarak kamu idaresine verilmiş bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır.

Olayda, davacının 13.8.2006 tarihinde iptal ettiği kuponları ve buna ilişkin çıktıları verilen süre içinde Spor Toto Teşkilat Müdürlüğüne göndermemesi nedeniyle, Yönetmelik ve bayilik sözleşmesi hükümleri uyarınca bayilik ruhsatının iptal edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinin feshedilmesi ile bayilik ruhsatının iptali karşısında; anılan sözleşmesinin devam ettirilmesine karar verilmesi isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının, ilgililerin bayilik ruhsatını, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin anılan hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisinin bulunması ve davacının bayilik ruhsatının da anılan yönetmelik ve sözleşme hükümlerine dayanılarak iptal edilmesi nedeniyle, idari bir sözleşme olan bayilik sözleşmesi hükümlerinin uygulanmasının yanı sıra, idari bir düzenleme olan Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlığın bulunduğu da açıktır.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı idare vekilinin görev itirazının, (Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin bozma ilamına uymak suretiyle) İskenderun 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 8.10.2009 gün ve E:2009/213 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde Üye Mahmut BİLGEN’in KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin 8-b maddesine istinaden bayiliğin iptali nedeniyle; davalı idare ile imzalanan 29.06.2006 tarihli Bayilik Sözleşmesinin, aynen ifasına devam ettirilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Davacı ile davalı arasındaki sözleşme özel hukuk sözleşmesi olup, benzer uyuşmazlıkların da ( Davacı eczacı ile Davalı Bağ-kur Genel Müdürlüğü, T.C Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik Başkanlığı, SSK. Genel Müdürlüğü arasındaki ilaç satımı sözleşmesinin kurum tarafından feshedilmesinden kaynaklanan davalar) adli yargı yerinde görüleceğine ilişkin Yargıtay kararlarının bulunduğu (Y13HD.nin 17.04.2007, 2007/77,5389; 4.12.2007, 2007/9876-14633;10.12.2007, 2007/12566-14962 vb; YHGK. ‘nun 28.9.2005 , 2005/ 13-535 2005/528 kararları ) gözetildiğinde, uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı yeri olması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılamamaktayım. 07.02.2011

                                                                        Üye

                                                             Mahmut BİLGEN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/74

KARAR NO     : 2011/7

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Askerlik görevini yaparken, nöbetçilerin nöbet hazırlığı yaptıkları sırada bir erin silahının ateş alması sonucu yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelen davacının; 5434 sayılı Yasanın 45. maddesi uyarınca bağlanan vazife malullüğü aylığının 2330 sayılı Yasaya göre yükseltilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı İdare işleminin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. A. A.

Vekili                  : Av. H. Ö.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. Y.

O L A Y             : Silvan İlçe Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı koğuşunda 10.02.1996 günü 18.00-21.00 saatleri arası nöbetçilerinin nöbete çıkmak için hazırlık yaptıkları sırada, bir erin koğuşun içinde silahını tam dolduruşa getirip oynamaya devam ederken, silahın ateş alması sonucu çıkan mermi önce, koğuşta bulunan Er A.B’nin sağ koluna, daha sonra davacı Er M. A. A.'nun karın bölgesine isabet etmiş; yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelen davacı hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca 5434 sayılı Kanun'un vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiş; Sağlık Kurulunca da, düzenlenen sağlık raporuna dayanılarak; davacının, Raporundaki sakatlıklardan malul olduğu, derecesinin (3) Üç ve maluliyetinin sürekli olduğu şeklinde karar verilmesi üzerine davacıya, 02/03/1998 tarih ve 26197 sayılı işlemle 11/04/1997 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanunun 45 inci maddesine göre 3 üncü derece Türk Silahlı Kuvvetleri Vazife Malullüğü aylığı bağlanmıştır.

Davacı vekili müvekkilinin, 12.05.2009 tarihinde davalı idareye müracaat ederek hakkında 2330 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasını talep ettiğini, talebinin reddedildiğini belirterek; sonuçta, davalı İdarenin 22.05.2009 tarih ve B.13.2.SGK.0.10.02.00.01.1 0/74.481.114 sayılı işleminin iptali ile malul ve askerliğe elverişli olmayan müvekkili hakkında 2330 ve 5434 sayılı Kanunların uygulanması, bağlanan vazife malullüğü aylıklarının yükseltilmesi ve yükseltmeden doğan aylık farklarının idareye başvurduğu tarihten itibaren yasal faiziyle birlikte ödetilmesi istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı idarece, birinci savunma dilekçesinde, davanın çözümünde idare mahkemesinin görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ, ÜÇÜNCÜ DAİRE BAŞKANLIĞI; Gensek No: 2009/1808, E:2009/745 sayı ile; davacı vekilinin 27.05.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde kayda giren dava dilekçesinde özetle; davacının nöbet hizmetine gidecek J. Onb. M. A.'in koğuşta tüfek ve teçhizatını alması ve piyade tüfeğini emirsiz olarak doldurarak emniyeti açık olan tüfeğin tetiğine dokunması üzerine silahın bir el ateş alması sonucu karnından yaralanması sonrası askerliğe elverişsiz hale geldiğini, 5434 sayılı Kanun’un 56 ncı maddesine göre vazife malullüğü aylığının yükseltilmesine karar verilmesi yönündeki taleplerinin reddedildiğini, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline ve aylık farklarının başvuru tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava ettiği; dava dosyası ile tahsis dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Silvan İlçe Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı koğuşunda 10.02.1996 günü 18.00-21.00 saatleri arası nöbetçilerinin nöbete çıkmak için hazırlık yaptıkları sırada, bir erin koğuşun içinde silahını tam dolduruşa getirip silah ile oynamaya devam ederken ateş alması sonucu çıkan merminin koğuşta bulunan Er A. B.'nin sağ koluna sonra aynı merminin Er M. A. A.'nun karın bölgesine isabet etmesi sonucu askerliğe elverişsiz hale geldiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca 5434 sayılı Kanun'un vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına karar verildiği, Sağlık Kurulunca da ilgili adına 'Eskişehir 600 Yataklı Hava Hastanesince düzenlenen 11/04/1997 tarih ve 366 sayılı raporun 19/02/1998 tarihinde incelenerek 499 sayı ile; "1) Raporundaki sakatlıklardan maluldür. 2) 1053 ile derecesi (3) Üçtür. 3) Maluliyeti Süreklidir." şeklinde karar verilmesi üzerine, 02/03/1998 tarih ve 26197 sayılı işlemle 11/04/1997 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanunun 45 inci maddesine göre 3 üncü derece Türk Silahlı Kuvvetleri Vazife Malullüğü aylığı bağlandığı, 2330 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması hususunda 12.05.2009 tarihinde kayda giren dilekçedeki talebin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 22.05.2009 tarihli yazısıyla reddedildiğinin anlaşıldığı; davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından görev itirazının yapılmış olması, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bu davaya bakmaya görevli olmadığının belirtilmesi nedeniyle öncelikle görev itirazı konusunda bir karar verilmesinin gerektiği; Anayasanın 157 nci maddesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile askeri kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 1602 sayılı Kanunun 25 Aralık 1981 günlü 2568 sayılı Kanunla değişik 20 nci maddesinde de aynı hükme yer verildiği, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu bulunduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun değişik 20 nci maddesinde; bu kanunun uygulanmasında; TSK'nde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların askeri kişi olduklarının hüküm altına alındığı, vazife malulü er statüsünde bulunan davacının asker kişi olduğunda bir tereddüt bulunmadığı; davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine girip girmediğini saptamada asıl sorunun işlem veya eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığının açıklığa kavuşturulması olduğu; 2330 sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun Amaç başlıklı 1 nci maddesinde "Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.", Kapsam başlıklı 2 nci maddesinde; "Bu kanun; a) İç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen: 1. (Değişik:2658-7.6.1990) Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini, 2. Silahlı Kuvvetler mensuplarını, 3. Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarını, 4. Çarşı, Mahalle ve Kır Bekçilerini, 5. (Değişik: 3658-7.6.1990) Orman memurları ve personeli ile Gümrük Muhafaza memurlarını, b) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlere ve kaçakçılığa ilişkin olayların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürüten adli ve askeri hakimleri, Cumhuriyet savcı ve yardımcılarıyla askeri savcı ve yardımcılarını; c) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlerin önlenmesi esnasında güvenlik kuvvetleriyle birlikte olay mahallinde bizzat görev yapan mülki idare amirlerini; d) Ceza ve tutukevlerinin iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevli bulunan personeli; e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri; (Ek Bentler: 3658-7.6.1990) f) İç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş şahısları; g) Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik olarak yapılan saldırılara maruz kalan kamu görevlilerini; h) Yukarıdaki bentlerde sayılanların yaptıkları görevler veya yardımlar sebebiyle saldırıya maruz kalan eş, füru, ana, baba ve kardeşlerini; kapsar" hükümlerine, Aylık Bağlanması başlıklı 4 üncü maddesinde;" Bu Kanun Kapsamına Girenlerden; a) Sakatlanarak bağlı oldukları sosyal güvenlik mevzuatına göre emekliye sevk edilenlere görev malullüğü aylığı bağlanır. b) Emekli aylığı almakta iken sakatlananların almakta oldukları aylıkları görev malullüğü aylığına dönüştürülür. c) Ölenlerin kendilerine bağlanması gereken görev malullüğü aylığı, dul ve yetimlerine intikal ettirilir. Bu madde gereğince ilgili sosyal güvenlik kurumlarınca kendi mevzuatlarına göre bağlanan aylıklar, (5434 sayılı Kanunun 18/01/1979 gün ve 2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesinden yararlananlar hariç) %25 artırılarak ödenir. d) Herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat kalmaları halinde, öğrenim durumlarına göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 36 ncı maddesi hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve kademeleri üzerinden (Öğrenimi bulunmayanların ilkokul mezunu gibi) kendilerine, ölümlerinde dul ve yetimlerine 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca görev malullüğü aylığı %25 artırılarak bağlanır. Bu madde hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca artırılarak bağlanacak aylıklar; hiçbir suretle aynı derece, kademe ve ek göstergedeki emsaline 5434 sayılı Kanunun 2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesi (e) fıkrasının son bendi gereğince bağlanması gereken miktarlardan fazla olamaz." hükmüne yer verilmiş bulunduğu; açıklanan mevzuat hükümlerine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinde iç güvenlik, asayişin korunması ve kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen erbaş ve erlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre görev malullüğü aylığının %25 artırılarak bağlanmasının gerektiği; davacının asker kişi sıfatının bulunması, dava konusu işlemin özlük hakları ile ilgili olması, askeri hizmetin karşılığında doğan özlük haklarından kaynaklanan idari uyuşmazlıkların “hukuki sebebinin” ilgili kişinin yaptığı “askeri hizmet” olması nedeniyle davanın Askeri Yüksek İdari Mahkemesinin görev alanı içinde olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiştir.

Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCILIĞI; Silvan ilçe Merkez Jandarma Karakol Komutanlığında nöbetçilerin nöbet hazırlığı yaptıkları sırada bir erin silahının ateş alması sonucu yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelen davacının 5434 sayılı Yasanın 45. maddesi uyarınca bağlanan vazife malullüğü aylığının 2330 sayılı Yasaya göre yükseltilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 22.5.2009 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve aylık farklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Askeri Yüksek idare Mahkemesinin Gensek No:2009/1808, Üçüncü Daire Esas No:2009/745 sayısında kayıtlı olarak açılan davada, davanın görüm ve çözümünün genel idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği anlaşılmış olmakla gereğinin düşünüldüğü; Anayasanın 157 nci maddesine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." Hükmünün yer aldığı; anılan kurala göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu bulunduğu; olayda, nöbet hazırlıkları yapılırken başka bir er'e ait tüfeğin ateş alması sonucu yaralanan ve askerliğe elverişsiz hale gelen davacı tarafından 5434 sayılı Yasa uyarınca bağlanan vazife malullüğü aylığının 2330 sayılı Yasaya göre yükseltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davada, işlemin yargısal denetiminde anılan 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca vazife malullüğü aylığının artırılıp artırılmayacağı noktasında hukuki bir değerlendirme yapılacağından, dava konusu işlemde 1602 sayılı Yasanın 20/1. maddesinde yer alan, asker kişiyi ilgilendirme ve askeri hizmete İlişkin olma koşullarının bulunup bulunmadığı hususunun, uyuşmazlığın çözümünde belirleyici bir nitelik arz etmediğinin açık olduğu; bu durumda, 1602 sayılı Yasanın 20/1 maddesinde sayılı koşulların yer almadığı işleme karşı açılan davanın görüm ve çözümünün, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesi hükmü gereğince genel idari yargı yerinin görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, AYİM Başsavcılığından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacı vekili tarafından, müvekkilinin vazife malullüğü aylığının 2330 sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna göre yükseltilmemesi işleminin iptali istemiyle davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açıldığı, davalı idare vekilince davada idare mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle görev itirazında bulunulduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3'üncü D.nin 24.12.2009 gün ve Gensek No:2009/1808, Esas No:2009/745 sayılı kararı ile davaya bakma görevinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesine ait olduğu belirtilerek görevlilik kararı verildiği, kararın 11.01.2010 tarihinde davalı idareye tebliğini müteakip 15.01.2010 havale tarihli dilekçe ile genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulduğu, dosyanın intikal ettirildiği Danıştay Başsavcılığı tarafından davaya bakma görevinin genel idari yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması üzerine, uyuşmazlığın çözümü için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiğinin anlaşıldığı; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci maddesinde, Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görevlerinin sayıldığı, anılan maddeye göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi; Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapmakla görevli olduğu, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı maddenin 2'nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün yer aldığı; 1602 sayılı Kanunun 21'inci maddesinin ilk fıkrasının da; "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır," hükmünü taşıdığı; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157'nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 ve 21'inci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin olma" şeklinde iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; davacının 1602 sayılı Kanunun 20/2'nci maddesi gereğince asker kişi sayıldığı, bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız bulunduğu; diğer koşulun ise davaya konu idari işlemin veya eylemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin veya eylemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin veya eylemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem veya eylem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesinin gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler ya da eylemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem ya da eylemler olduğu; 2330 sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Sağlanması Hakkında Kanunun "Amaç" başlıklı 1'inci maddesinin; "Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir." hükmünü taşımakta olduğu, anılan Kanun kapsamında bir görevliye tazminat ödenebilmesi için, yaralanmalarının Kanunda sayılan görevlerden birini icra ederken ya da bu görevlerinden dolayı sonradan meydana gelmiş olmasının gerektiği; keza aynı Kanunun "Kapsam" başlıklı 2'nci maddesi de; "Bu kanun; / a) İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen: / 1. Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini, / 2. Silahlı Kuvvetler mensuplarını, / 3. Milli istihbarat Teşkilatı mensuplarını, / 4. Çarşı, mahalle ve kır bekçilerini, / 5. Orman memurları ve personeli ile Gümrük Muhafaza memurlarını, / b) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlere ve kaçakçılığa ilişkin olayların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürüten adli ve askeri hakimleri, Cumhuriyet savcı ve yardımcılarıyla askeri savcı ve yardımcılarını; / c) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlerin önlenmesi esnasında güvenlik kuvvetleriyle birlikte olay mahallinde bizzat görev yapan mülki idare amirlerini; / d) Ceza ve tutukevlerinin iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevli bulunan personeli; / e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri; / j) İç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş şahısları; / g) Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik olarak yapılan saldırılara maruz kalan kamu görevlilerini; / h) Yukarıdaki bentlerde sayılanların yaptıkları görevler veya yardımlar sebebiyle saldırıya maruz kalan eş, füru, ana, baba ve kardeşlerini; / kapsar." hükmünü içermekte olduğu; yine aynı Kanunun "Aylık bağlanması" başlıklı 4'üncü maddesi ise; "Bu Kanun kapsamına girenlerden; / a) Sakatlanarak bağlı oldukları sosyal güvenlik mevzuatına göre emekliye sevk edilenlere görev malullüğü aylığı bağlanır. / b) Emekli aylığı almakta iken sakatlananların almakta oldukları aylıkları görev malullüğü aylığına dönüştürülür. / c) Ölenlerin kendilerine bağlanması gereken görev malullüğü aylığı, dul ve yetimlerine intikal ettirilir. / Bu madde gereğince ilgili sosyal güvenlik kurumlarınca kendi mevzuatlarına göre bağlanan aylıklar, (5434 sayılı Kanunun 18/1/1979 gün ve 2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesinden yararlananlar hariç) % 25 artırılarak ödenir. / d) Herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat kalmaları halinde, öğrenim durumlarına göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 36 ncı maddesi hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve kademeleri üzerinden (Öğrenimi bulunmayanların ilkokul mezunu gibi) kendilerine, ölümlerinde dul ve yetimlerine 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca görev malullüğü aylığı % 25 artırılarak bağlanır. / Bu madde hükümlerine göre T. C. Emekli Sandığınca artırılarak bağlanacak aylıklar; hiçbir suretle aynı derece, kademe ve ek göstergedeki emsaline 5434 sayılı Kanunun 2177 sayılı Kanunla değişik 64 ncü maddesi (e) fıkrasının son bendi gereğince bağlanması gereken miktarlardan fazla olamaz." düzenlemesini içermekte olduğu; tüm bu hususlara nazaran dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığı irdelendiğinde; davacının ve diğer bir kısım asker arkadaşlarının Silvan İlçe Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı koğuşunda 10.02.1996 günü nöbete çıkmak için hazırlık yaptıkları sırada, bir erin koğuşun içinde silahını tam dolduruşa getirip silah ile oynamaya başladığı, bu sırada silahın ateş alması sonucu çıkan merminin koğuşta bulunan Er A. B.'nin sağ koluna isabet ettiği, oradan da aynı merminin Er M. A. A.'nun karın bölgesine isabet etmesi sonucu her ikisinin de yaralandıkları, olayın görev sıradanda ve görevden kaynaklanan nedenlerle meydana geldiği kabul edilerek Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca davacı hakkında 5434 sayılı Kanunun vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına karar verildiği ve kendisine 5434 sayılı Kanunun 45'inci maddesine göre 3'ncü derece Türk Silahlı Kuvvetleri Vazife Malullüğü aylığı bağlandığı, 2330 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması hususundaki başvurusunun ise davalı idare tarafından reddedildiği, buna göre davacıyı doğrudan ilgilendiren işlemin, askeri hizmete ilişkin işlemlerin devamı mahiyetinde ve özlük hakları ile ilgili olduğu, bu özlük haklarının ise davacının yürüttüğü askerlik hizmetinden kaynaklandığı, bu sebeple uyuşmazlığın çözüm yerinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğunun değerlendirildiği; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün, 2330 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin uyuşmazlıkların çözümü noktasında tesis ettiği 17.11.2003 tarih ve 2003/99 E. - 2003/92 K. sayılı kararı ile 23.12.2002 tarih ve 2002/83 E. - 2002/87 K. sayılı kararında da benzer bir yorum yapılarak, olayın 2330 sayılı Kanun kapsamında bir görevin ifası sırasında ya da bu görev nedeniyle meydana gelip gelmediği incelenirken ve bu işlemin yargısal denetimi sırasında, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması karşısında, olayda idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulunun da gerçekleştiği kabul edilmiş ve davanın görüm ve çözüm yerinin askeri idari yargı yeri olduğunun belirlenmiş bulunduğu; esasen, olayın yalnızca "5434 sayılı Kanun uyarınca bağlanmış olan vazife malullüğü aylığının arttırılması" olarak ele alınıp, görev uyuşmazlığı sorununa yalnızca bu yönden bakılırsa, genel idari yargı yerlerinin görevli olduğu sonucuna ulaşmasının da doğal olduğu; zira, bağlanmış bulunan vazife malullüğü aylığının arttırılması konusunun "askeri hizmete ilişkin" olmadığının açık olduğu, ancak, dava konusu olayın sadece "davacının vazife malullüğü aylığının arttırılması”ndan ibaret bulunmadığı, çözüme muhtaç uyuşmazlığın; "davacının 2330 sayılı Kanun kapsamında olup olmadığının" belirlenmesi noktasında düğümlendiği, bu hususun belirlenmesi için ise, davacının icra ettiği askeri görevin ve görev yerinin özelliklerine, bu görev sırasında askeri kuralların uygulanıp uygulanmadığına, kişinin bu kurallara uyup uymadığına, yine kişinin askeri yetenek ve yeterliliklerine, kısacası askeri kural ve gereklere göre değerlendirme yapılacağı, hal böyle olunca, davacının 2330 sayılı Kanun kapsamında olup olmadığının belirlenmesinin, doğrudan askeri hizmete ilişkin bulunduğu gerekçesiyle; uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümü görevinin Askeri idari yargı yerine ait olduğu değerlendirildiğinden, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğuna karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada genel idari yargının, A.Y.İ.M. Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, askerlik görevini yaparken, nöbetçilerin nöbet hazırlığı yaptıkları sırada bir erin silahının ateş alması sonucu yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelen davacının; 5434 sayılı Yasanın 45. maddesi uyarınca bağlanan vazife malullüğü aylığının 2330 sayılı Yasaya göre yükseltilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı İdare işleminin iptali ve aylık farklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi isteminden ibarettir.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir

2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerini düzenleme amacı taşımakta; içgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen Silahlı Kuvvetler mensuplarını kapsamına almakta olup, bu Kanun kapsamına girenlerden ölenlerin kanuni mirasçılarına veya malül olanlara: 3. maddede tespit edilen miktarlarda nakdi tazminat ödenmesini öngörmektedir.

Aynı Kanunun "Aylık bağlanması" başlıklı 4'üncü maddesinde ise; " Bu Kanun kapsamına girenlerden;

a) Sakatlanarak bağlı oldukları sosyal güvenlik mevzuatına göre emekliye sevk edilenlere görev malullüğü aylığı bağlanır.

b) Emekli aylığı almakta iken sakatlananların almakta oldukları aylıkları görev malullüğü aylığına dönüştürülür.

c) Ölenlerin kendilerine bağlanması gereken görev malullüğü aylığı, dul ve yetimlerine intikal ettirilir.

Bu madde gereğince ilgili sosyal güvenlik kurumlarınca kendi mevzuatlarına göre bağlanan aylıklar, (5434 sayılı Kanunun 18/1/1979 gün ve 2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesinden yararlananlar hariç) % 25 artırılarak ödenir.

d) Herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat kamaları halinde, öğrenim durumlarına göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 36 ncı maddesi hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve kademeleri üzerinden (Öğrenimi bulunmayanların ilkokul mezunu gibi) kendilerine, ölümlerinde dul ve yetimlerine 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca görev malullüğü aylığı % 25 artırılarak bağlanır.

Bu madde hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca artırılarak bağlanacak aylıklar; hiçbir suretle aynı derece, kademe ve ek göstergedeki emsaline 5434 sayılı Kanunun 2177 sayılı Kanunla değişik 64 ncü maddesi (e) fıkrasının son bendi gereğince bağlanması gereken miktarlardan fazla olamaz." düzenlemesine yer verilmiştir.

Olayda davacı vekili tarafından; iç güvenlik ve asayişin korunması kapsamında yapılmakta olan hazırlıklar ile bu olayların önlenmesine yönelik her türlü faaliyetler neticesi meydana gelen ölüm, yaralanma ve sakatlanmaların 2330 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği; gidilecek nöbete hazırlık yapılırken meydana gelen silah kazası sonucu yaralanmanın bu kapsamda bulunduğu, Jandarma olan müvekkilinin görevinin de emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlamak olduğu, bu görevle hem karakoldaki er ve erbaşların can güvenliğinin hem de jandarmanın elindeki bilgi ve belgelerin korunmasının amaçlandığı ifade edilerek, davalı idarenin; mezkur yaralanma olayının 2330 Sayılı kanun kapsamında değerlendirilmemesine dair işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, davacının yaralanması olayının; 2330 sayılı Yasa kapsamında bir görevin ifası sırasında ya da bu görev nedeniyle meydana gelip gelmediği incelenirken veya olayda olduğu gibi, istemin reddine ilişkin işlemin yargısal denetimi sırasında, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması karşısında, olayda idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulu da gerçekleştiğinden, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve devamı maddelerine göre yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve devamı maddelerine göre yapılan BAŞVURUSUNUN REDDİNE 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/79

KARAR NO     : 2011/8

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının Uzman Çavuş olarak çalıştığı dönemde, çeşitli operasyonlara katılması sonrasında sağ kulağından kan gelmeye başlaması, konulan teşhise müteakiben hakkında TSK'da görev yapamaz kararı verilmesi nedeniyle, 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olarak değerlendirilerek kendisine aylık bağlanması yolundaki başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali, özlük ve parasal haklarının ödenmesi istemiyle açılan davanın, ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ’nde çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. K.

Vekili                  : Av. F. O.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. V. B.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde 2002 tarihinde Piyade Uzman Çavuş olarak göreve başlayan müvekkilinin, sağ kulağından kan gelmeye başlaması nedeniyle, bu durumun 12.08.2008 tarihli tutanakla tespit edildiğini, rahatsızlığı sebebiyle 28.08.2008 tarihinde Diyarbakır Askeri Hastanesi, Sağlık Kurulunun 28.8.2008 tarihli ve daha sonra Ankara Mevki Hastanesi Sağlık Kurulunun 28.11.2008 tarihli raporları ile "Sağ Kulakta Total İşitme Kaybı" tanısı yapıldığını ve TSK Personeli Sağlık Muayene Yönergesinin 19/B-F3 maddesi uyarınca "TSK'de Uzman Erbaş olarak görev yapamaz" kararı verildiğini; bu durumun, müvekkilinin Şırnak J. Kom. Hrk. Tb. K.'lığı 2. Özel Harekât BI. K.'lığı emrinde 10.08.2007 tarihinden itibaren "makineli tüfek nişancısı" olarak Ağustos ve Aralık-2007; Mart ve Nisan-2008 tarihlerinde icra edilen özel birlik operasyonlarında görev yapmış olmasından kaynaklandığını ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bulunduğunu; davacının sağlık durumu nedeniyle hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanarak aylık bağlanması için yaptıkları başvurunun 07.04.2009 günlü Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işlemiyle reddedildiğini belirterek, sonuçta; müvekkilinin, 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olarak değerlendirilmesi taleplerinin reddi işleminin iptaline, yoksun kalınan maaş farkları ve diğer özlük haklarının hak ediş tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle, genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Kurum vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada askeri idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 8. İDARE MAHKEMESİ; 08.10.2009 gün ve E: 2009/794 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; "İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu; idarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun "Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevleri'' başlıklı: 20. maddesinde "(Değişik: 25/12/1981 – 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." Hükmünün, aynı kanunun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" başlıklı: 21. maddesinde; " - (Değişik: 25/12/1981 – 2568/1 md.) 20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır….." hükmünün yer aldığı;                        5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 77. Maddesi ile harp malulleri ve 2330,2453,2566,2629,926,3713 sayılı Yasalar kapsamındaki görevler nedeniyle malul olanlara veya bunların ölümleri halinde de dul ve yetimlerine bağlanan aylıkların, kendisine aylık bağlananlar ile malullerin emsalleri esas alınarak yükseltilmesine olanak tanınmış ve aylıkların hesaplanmasında, emsali unvan ve rütbenin derece ve kademesinin gösterge ve ek göstergesi ile bu yasanın Ek 70. Maddesine göre emekli aylığına yansıtılan tutarın esas alınacağına işaret edildiğinden davalı idarece işlem tesis edilirken bu işlemin yargısal denetimi sırasında askeri kural ve gerekleri yönünden bir değerlendirme yapılması gerekmemekte olup, 3713 sayılı kanuna göre aylık bağlanıp bağlanmamasına ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğundan söz etmenin mümkün bulunmadığı; dosyanın incelenmesinden, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Piyade Uzman Çavuş olarak çalışan davacının sağ kulağındaki işitme kaybı, sol kulağında ise kısmen işitme kaybından dolayı vazife malullüğünden emekli edilmek istemiyle davalı idareye başvurduğu ve bu talebinin reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşılmış olduğu, yukarda belirtilen kanun hükümleri doğrultusunda dava konusu uyuşmazlıkta 3713 sayılı kanun maddelerinin uygulanmasının gerekmekte olduğu, iş bu davada 1602 sayılı AYİM Kanununda aranan "asker kişileri ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin olma" şartlarının birlikte bulunmadığı anlaşıldığından, davanın genel görevli mahkeme olan İdare mahkemesinde görülmesinin gerektiği; bu nedenlerle, görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dava dosyası Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacının, Şırnak J.Komd. Tb.K. lığında görev yaptığı sırada çeşitli operasyonlara katılması sonrasında sağ kulağından kan gelmeye başlaması üzerine, bu durumun 12.08.2008 tarihli tutanakla tespit edildiği, rahatsızlığı sebebiyle 28.08.2008 tarihinde Diyarbakır Askeri Hastanesi, 28.11.2008 tarihinde Mevki Asker Hastanesi tarafından "Sağ kulakta total işitme kaybı" teşhisi konulduğu ve müteakiben hakkında TSK'da görev yapamaz kararı verildiği; davacının bu olay nedeniyle 3713 sayılı Kanun gereğince aylık bağlanması talebiyle vekili aracılığıyla idareye müracaat ettiği, davalı idarenin 07.04.2009 tarihli cevabi yazısı ile bu talebin reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemi ile vekili aracılığıyla Ankara 8'inci İdare Mahkemesine iptal davası açtığı, davalı idarenin davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin görev itirazı üzerine Ankara 8'inci İdare Mahkemesinin 08.10.2009 tarih ve 2009/794 sayılı kararı ile görevlilik kararı verildiği ve iş bu görevlilik kararına davalı idarece itiraz edilmesi üzerine Ankara 8'inci İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi Kanununun 12'nci maddesi uyarınca dava dosyasının AYİM. Başsavcılığına gönderildiğinin anlaşıldığı; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'inci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesince "Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2'inci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan Subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı; 1602 sayılı Kanunun 21 'inci maddesinin ilk fıkrasına göre, "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denildiği; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157'nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci ve 21'inci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; "Asker kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanunun 20'nci maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana­babası, çocukları vs.) olması halinde de söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edildiği, bu açıklamalara nazaran; davacının "asker kişi" olduğu konusunda tereddüt bulunmadığı; diğer koşulun ise davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği; eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edileceği; daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem olduğu; dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının, uzman çavuş olarak görev yapmakta iken icra edilen operasyonlar sonucu sağ kulağında total işitme kaybı meydana gelmesi nedeniyle görev sebebiyle yaralandığını iddia ettiği ve davalı idare ile davacı arasında bu konuda ihtilaf bulunduğunun görüldüğü, bu ihtilafın çözümü için açılan davada, davalı idare tarafından tesis edilen işlemin hukuka uygunluğunun denetimini yapacak yargılama makamının, "idari işlem veya eylemin yöneldiği asker kişinin, 3713 sayılı yasa kapsamında bir görev ifa edip etmediğini; yaralanması ve sakat kalmasının bu görev sırasında meydana gelen olaylardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı" sorunlarını değerlendirilmesi ve çözmesi gerektiğinin anlaşıldığı; dava konusu ihtilaf çerçevesinde, 3713 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanması talebinin reddi işleminin hukuka uygunluğu denetlenirken; maluliyetin 3713 sayılı kanun kapsamında bir görevin ifası sırasında ya da bu görev nedeniyle meydana gelip gelmediğinin incelenmesi gerektiğinin açık olduğu, bu kapsamda olmak üzere, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, icra ettiği askeri görevler kapsamındaki tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerinin; askeri hizmetten kaynaklanan durumların, askeri görevlerin icra ediliş biçimlerinin, askeri kural ve gereklerin göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması nedeniyle, somut olayda "idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulunun da gerçekleştiğinin anlaşılmış bulunduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11.12.2006 gün ve 2006/246 E. 2006/236 K. sayılı kararında benzer bir davada aynı karara varıldığının görüldüğü; açıklanan nedenlerle, dava konusu olayda Anayasanın 157 nci ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci maddesinde öngörülen idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli bulunduğunun değerlendirildiği; bu nedenlerle Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 08.10.2009 tarih ve 2009/794 sayılı görevlilik kararının kaldırılmasının gerektiği gerekçesiyle, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereği görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uzman Çavuş olan davacının, sağ kulağından kan gelmesi nedeniyle yapılan tetkikler neticesinde, Diyarbakır Askeri Hastanesi Sağlık Kurulunun 28.8.2008 tarihli ve daha sonra Ankara Mevki Hastanesi Sağlık Kurulunun 28.11.2008 tarihli raporları ile "Sağ Kulakta Total İşitme Kaybı" tanısı yapılması ve TSK Personeli Sağlık Muayene Yönergesinin 19/B-F3 maddesi uyarınca "TSK'de Uzman Erbaş olarak görev yapamaz" kararı verilmesi üzerine, Şırnak J. Kom. Hrk. Tb. K.'lığı 2. Özel Harekât BI. K.'lığı emrinde 10.08.2007 tarihinden itibaren "makineli tüfek nişancısı" olarak Ağustos ve Aralık-2007; Mart ve Nisan-2008 tarihlerinde icra edilen özel birlik operasyonlarında görev yapmış olmasından kaynaklandığını ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bulunduğunu ileri sürdüğü sağlık durumu nedeniyle hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanarak aylık bağlanması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 07.04.2009 günlü Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve yoksun kaldığı aylık farkları ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 8. İdare Mahkemesinin 2009/794 sayılı esasında açtığı davada, davalı idarenin görev itirazının reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği; Anayasanın 157 nci maddesine göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." hükmünün yer aldığı; anılan kurala göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu bulunduğu; olayda, hakkında Ankara Mevki Hastanesi Sağlık Kurulunun 28.11.2008 tarihli raporu ile "Sağ Kulakta Total İşitme Kaybı" tanısı nedeniyle TSK Personeli Sağlık Muayene Yönergesinin 19/B-F3 maddesi uyarınca "TSK'de Uzman Erbaş olarak görev yapamaz" kararı verilmesi üzerine davacının, sağlık sorununun "makineli tüfek nişancısı" olarak Ağustos ve Aralık-2007 ; Mart ve Nisan-2008 tarihlerinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında icra edilen özel birlik operasyonlarında görev yapmış olmasından kaynaklandığını ileri sürerek, hakkında vazife malullüğü hükümlerine göre aylık bağlanması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 07.04.2009 günlü Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve yoksun kaldığı aylık farkları ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açtığı davada, kulağından kan gelmesi ve işitme kaybının askeri hizmete ilişkin bir eylemden kaynaklandığı yolunda sağlık kurumlarınca yapılmış bir tespit bulunmadığı; ayrıca, 5434 sayılı Yasa'nın maluliyet aylığı hükümlerinin uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemin tesis edilmesi aşamasında askeri hizmete ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı gibi, yargısal denetimi aşamasında da askeri kural ve gerekler yönünden değil tamamen hukuki durum açısından bir denetim yapılmasının gerekmekte olduğu; bu durumda, olayda, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmediği dikkate alındığında, davanın görüm ve çözümünün genel idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığı; bu nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10 uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada genel idari yargının, A.Y.İ.M. Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Uzman Çavuş olarak çalıştığı dönemde, çeşitli operasyonlara katılması sonrasında sağ kulağından kan gelmeye başlayan, konulan teşhise müteakiben hakkında TSK'da görev yapamaz kararı verilen davacının; bu olay nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olarak değerlendirilip aylık bağlanması talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali, yoksun kalınan maaş farkları ve diğer özlük haklarının hak ediş tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler gözönünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Davacı vekili tarafından, P.Uzm. Çvş. olarak görev yapan müvekkilinin görevini yaparken kulağından kan gelmesi nedeniyle düzenlenen tutanak, yapılan tetkikler, Sağlık Kurulu raporları ile belirlenen işitme kaybı teşhisi ve "TSK'de Uzman Erbaş olarak görev yapamaz" kararı ile oluşan sürecin; müvekkilinin Şırnak J. Kom. Hrk. Tb. K.'lığı 2. Özel Harekât BI. K.'lığı emrinde 2007-2008 yıllarında icra edilen özel birlik operasyonlarında "makineli tüfek nişancısı" olarak görev yapmasından kaynaklandığı ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bulunduğu, bu kapsamda vazife malulü olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürüldüğüne göre; davacının hastalığının askerlik görevinin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmediğinin saptanmasında, tıbbi bulgu ve değerlendirmelerin yanı sıra askerlik hizmetinin amacı ve askeri görev yerlerinin özellikleri göz önüne alınarak ilgilinin askeri yeterlik ve yetenekleri ile askeri geçmişinin değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Bu durumda, dava konusu işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulü gerekir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 08.10.2009 gün ve E:2009/794 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/88

KARAR NO     : 2011/9

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Jandarma Erin adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle yakınlarınca uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözüm­lenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1- R. B.

                            2- Ş. B.

                            3- E. B.

                            4- M. B.

                            5- H. B.

Vekili                  : Av. A. M.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı (Jandarma Genel Komutanlığı)

Vekili                  : Hazine Avukatı C. Y.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde, Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda görevli J. Er F. B.’un 31.7.2008 tarihinde adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybettiğini, görev esnasında meydana gelen ölüm nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nca merhum F. B.'un vazife malulü sayılmasına karar verildiğini, ayrıca Komutanlığınca şehadetname düzenlendiğini, müteveffa J. Er F. B.’un kaza yapan araçta yolcu konumunda bulunduğunu, olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığını ileri sürerek baba R. ve anne Ş. için 35.000’er, E., M. ve H. için 25.000’er TL olmak üzere toplam 145.000 TL manevi tazminata; davacılar M., E. ve H. için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000’er TL olmak üzere toplam 30.000 TL destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesine, hükmedilecek tazminatlara kaza tarihinden itibaren faiz işletilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın askeri idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 11.11.2009 gün ve E:2009/290 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacılar vekili tarafından İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat istemli davanın görüldüğü Ankara 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde davalı vekili (Hazine Avukatı) tarafından davaya cevap dilekçesi ile görev yönünden itirazda bulunularak davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğunun ileri sürüldüğü, anılan Mahkeme tarafından 11.11.2009 tarihli oturumda söz konusu görev itirazının reddine karar verildiği, bu karara karşı davalı İçişleri Bakanlığı vekili tarafından 16.11.2009 tarihli dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulduğu ve Ankara 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından ilgili evrak örneklerinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma hakkında düşünce bildirilmesi amacıyla (önce sehven Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesi ve bu Makam tarafından da dosyanın iadesi üzerine) Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, davanın, davacılardan R. B. ile Ş. B.’un evladı ve diğer davacıların kardeşi olan F. B.’un İstanbul Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda J. Er olarak askerlik hizmetini yaptığı sırada 31.07.2008 tarihinde görev amacıyla içinde bulunduğu askeri aracın devrilerek kaza yapması sonucu vefat etmesine bağlı olarak davacılar tarafından talep edilen maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun düzenlendiği, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği, ancak, dava konusunu oluşturan zararın davalı idareye ait aracın trafik kazası yapması sonucu meydana gelmiş olması nedeniyle görevli yargı yeri açısından Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin irdelenmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, "İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu" başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85'inci maddesinin değişik birinci fıkrasının, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" ve değişik beşinci fıkrasının, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükümlerini taşıdığı; aynı kısmın "Özel Durumlar" başlıklı üçüncü bölümünün Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106’ncı maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, 2918 sayılı Kanun’un 85'inci maddesinden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, -kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın- "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106'ncı madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının da 85'inci maddede tarif edilen işleten gibi hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85'inci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal bulunduğu, nitekim Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85'inci madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı(Bkz.:Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 20.11.2000 tarih ve E.:2000/20, K.:2000/47 sayılı kararı), Anayasa'nın 157'nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1972 günlü ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20'nci maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın 20'nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması", eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikte idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamanın olanaklı olduğu, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, olayda, davalı idareye ait aracın tahsis edildiği görevin veya hizmetin yürütülmesi sırasında araçta yolcu olarak bulunan davacılar yakının, meydana gelen trafik kazası sonucu ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idare tarafından tazmin edilmesi istenildiği anlaşılmakla, zararın askeri bir görevin, hizmetin yürütülmesi sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada, idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği ve dolayısıyla AYİM'in görevli olduğu, bu nedenlerle; 2247 sayılı Kanun’un 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna karar verilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı Ş. B. ve arkadaşları vekili tarafından davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/290 Esas sayılı tazminat davasında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/89 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davacıların yakını olan F. B.'un, İstanbul Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda J. Er olarak askerlik hizmetini yaptığı sırada 31.7.2008 tarihinde görev nedeniyle içinde bulunduğu askeri aracın devrilmesi sonucu vefat etmesi sonucunda; davacılar vekili tarafından maddi ve manevi tazminatın idare tarafından ödenmesine karar verilmesi için Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasının, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" ve değişik beşinci fıkrasının, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükümlerini taşıdığı; 106. maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, davada, yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğu hususuna gelince: Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği; 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması"nın, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlanın olanaklı olduğu, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, olayda, askeri aracının tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan askerin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli bulunduğu, nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 7.7.2008 gün ve E:2007/518, K:2008/191 sayılı kararında görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucu meydana gelen ölümlü kaza nedeniyle idare aleyhine açılan tazminat davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenmesi yolunda hüküm kurulduğu, bu nedenle; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/290 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 1.11.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile AYİM Savcısı Süalp TANYEL’in davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Silivri Cezaevi Jandarma Koruma Tabur Komutanlığı’nda görevli J. Erin 31.7.2008 tarihinde adliyelere yemek aracı olarak görevlendirilen askeri aracın devrilmesi sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle yakınları tarafından maddi ve manevi tazminatın faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır.

Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır.

Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir.

Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince:

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde de, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmü yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, askeri araçta bulunan jandarma erinin ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’e ait olduğundan, AYİM Başsavcısı’nın başvurusunun kabulüyle, Asliye Hukuk Mahkemesinin davalı idare vekilinin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısı’nca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile davalı idare vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.11.2009 gün ve E:2009/290 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 1.11.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/93

KARAR NO     : 2011/10

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 17. maddesine göre Belediye hissesinin Kıymet Takdir Komisyonu’nca belirlenen bedel üzerinden davacıya satışının yapılmasına karar verilmesi üzerine, bedelin düşülerek, düşürülen bu bedel üzerinden satış bedelinin tespit edilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : O. B.

Vekili                  : Av. M. K.

Davalı                 : Kalecik Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. G. D.

O L A Y             : Kalecik Belediyesi’nin 22.6.2009 gün ve 2009/12 sayılı Encümen kararında, Encümence yapılan görüşmede; İlçeleri Cırık Mahallesi, 1433 ada, 325 m2 yüzölçümlü, 4 numaralı parselin 274 m2 sinin O. B.'ye, 51 m2 sinin ise Kalecik Belediyesine ait olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi gereğince bu bölgede imar uygulaması neticesinde 12.6.2009 tarihinde tapu tescil işlemlerinin tamamlandığı, bu işlemler sonucu Kalecik Tapu Sicil Müdürlüğü’nde 12.6.2009 gün ve1666 yevmiye ile imar parseli olarak 325 m2 nin tescil oIduğu, tescil edilen imar parselinin tek hissedarı bulunan Orhan Benli'nin 51 m2 hisseyi 15.6.2009 tarihinde dilekçeyle satın alma talebinde bulunduğu, Kalecik Belediye Başkanlığı Kıymet Takdir Komisyonu’nun dosyada mevcut 16.6.2009 gün ve 2009/KTK/01 sayılı kararı ile hisselerinin m2 sinin 1.523.08 TL olarak belirlendiği, bahsi geçen taşınmazdaki hissenin satışının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 17. maddesinin 3. fıkrasına uyduğu, hisseli taşınmazın parselde tek hissedarı bulunan hissedarına satılması uygun olacağından, bu nedenle Cırık Mahallesi, imarın 1433 ada, 4 parseldeki 51 m2 Belediyeleri hissesinin, Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen m2 sinin 1.523.08 TL'den toplam 77.677.08 TL bedelle Satılmış oğlu 1963 Kalecik doğumlu O. B.'ye satışının yapılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, takdir edilen bedelin m2 sinin 200 TL den toplam 10.200 TL ye düşürülmesine ve düşürülen bu bedel üzerinden satış bedelinin tespit edilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KALECİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 30.7.2009 gün ve E:2009/109, K:2009/141 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalı Kalecik Belediye Başkanlığı’nın Kalecik İlçesi, Şenyurt (Cırık) Mahallesi, 56 ada, 1, 2 ve 4 nolu parsellerin bulunduğu ada üzerinde 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesine göre yapılan arsa düzenlemesinin, Ankara Büyükşehir Belediyesi Encümeni’nin 22.1.2009 tarih ve 71 sayılı kararı ile onandığını ve kesinleşmesini müteakip Kalecik Tapu Sicil Müdürlüğü’nde 12.6.2009 tarihinde 1433 ada, 4 nolu parsel olarak 274 m2 sinin müvekkili O. B.'ye, 51 m2 sinin davalı Kalecik Belediyesi’ne ait olmak üzere 325 m2 olarak tescil edildiğini, taşınmazın büyük hissedarı olan müvekkili O. B.'nin 15.6.2009 tarihinde verdiği dilekçe ile davalı Belediyeye ait 51 m2 lik kısmın kendisine satışını talep ettiğini, davalı Belediye Başkanlığının usul ve yasaya aykırı şekilde teşkil edilip takdir ettirdiği m2 birim fiyatının 1.523,08 TL olduğunu, bu bedelin çok fahiş olduğunu, Takdir Komisyonu kararında Belediyenin seçilmiş Encümen üyelerinin ihtirazi kayıtlarının mevcut bulunduğunu belirterek müvekkilinin ileride dava konusu bedeli takdir eden Encümen kararından zarar görmemesi için dava sonuna kadar işlemin durdurulması için tensiple birlikte ihtiyati tedbir konulmasına Mahkemeye sunacakları emsaller ve mahalinde yapılacak keşif ve bilirkişi beyanlarına göre davalı Belediyeye ait 4 nolu parseldeki 51 m2 arsa hissesinin m2 sinin 1.523,08 TL den m2 bedelinin 200,00 TL ye indirilerek davalı Belediyenin müvekkiline satışına karar verdiği 51 m2 arsa hissesinin gerçek değerinin tespit ve tesciline karar verilmesini talep ve dava ettiği, davalı vekilinin Mahkemelerine verdiği 30.7.2009 tarihli cevap dilekçesi ile; dava konusu değer tesbitinin, Belediye Kanunu’nun verdiği yetkiye dayanılarak kurulan Komisyon tarafından yapıldığını, Belediye Encümeni tarafından uygun bulunarak kabul edildiğini, Kıymet Takdir Komisyonlarının kararları tek başına uygulama yeterliliği sağlamadığından, bu kararlar aleyhine dava açılması olasılığı bulunmadığını, davanın bu nedenle husumet ve görevsizlik yönüyle reddinin gerektiğini, davanın Belediye Encümen kararına karşı açıldığı kabul edilirse bu durumda da Belediye Encümeni idari bir birim, kararı da idari bir karar olduğundan davanın idari yargıda açılmasının gerektiğini, imar planı uygulaması nedeniyle arsada Belediye yararına bir pay oluştuğunu, imar uygulaması ile ilgili uyuşmazlıklarda çözüm yerinin idari yargı olduğunu, bu nedenle öncelikle görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini, esas açısından dava konusu işleme konu taşınmazın toplam yüzölçümünün 325 m2 olup, bunun 51 m2 sinin müvekkili Belediyeye ait olduğunu, taşınmazın ilçe merkezinde anayola cepheli, 6 kat inşaat izinli ve ticari amaçların gerçekleştirilmesine uygun bir konumda olduğunu, davalı tarafından bu arsa üzerine kurulması planlanan ve projelendirilip ruhsatı alınan yapının 106 şar m2 lik altı adedi katlarda, 190 ar m2 lik iki adedi dubleks toplam sekiz daire bir adet depolu, asma katlı 650 m2 lik dükkan olarak öngörüldüğünü, projeye göre binanın tamamen kaloriferli olduğunu bildirerek davanın öncelikle görevsizlik nedeni ile reddine, olmazsa davanın esas yönünden reddine karar verilmesini talep ettiği, dava konusu taşınmazın tapu kaydı celbedilip incelendiğinde, dava konusu Kalecik İlçesi, Cırık Mahallesinde kain 1433 ada, 4 parsel sayılı taşınmazın 51/325 hissesinin Kalecik Belediye Başkanlığı adına, kalan hissenin davacı O. B. adına tapuda kayıtlı olduğunun anlaşıldığı, davacının iddiası, davalının beyanı, dosyaya celbedilen tapu kaydı, dava konusu taşınmazla ilgili Kalecik Belediye Başkanlığı’nın davacı O. B.'nin çalışma izni talebine ilişkin vermiş olduğu cevabi yazı, Kalecik Belediye Başkanlığı’nın 22.6.2009 tarih ve 2009/12 karar nolu Encümen kararı, inşaatın mühürlendiğine dair Kalecik Belediye Başkanlığı’nın 2009/FEN-04 nolu tutanağı, dosyada mevcut diğer bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; dava konusu değer tespitinin imar planı ve uygulaması yapılması nedeniyle arsada Belediye yararına bir pay oluştuğu, imar uygulaması ile ilgili uyuşmazlıklarda çözüm yerinin idari yargı olduğu kanaatine varılmakla Mahkemelerinin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar kesinleştikten sonra dosyanın görevli ve yetkili İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ’nin; 7.12.2009 gün ve E:2009/13933, K:2009/13796 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesince dosyanın gönderildiği ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ; 10.2.2010 gün ve E:2010/169 sayı ile, davacı Orhan Benli vekili Av. M. K. tarafından, Kalecik Belediye Encümeni’nin 22.6.2009 tarih ve 2009/12 sayılı kararı ile Şenyurt (Cırık) Mahallesi, 1433 ada, 4 parselde kain 51 m2 Belediye hissesinin Kıymet Takdir Komisyonunca yapılan değerleme sonucunda m2'sinin 1.523,08 TL, toplamının ise 77.677,08 TL bedelle satışına ilişkin kararda belirlenen fiyatların m2'sinin 200,00 TL, toplamının ise 10.200,00 TL bedele indirilmesi istemiyle Kalecik Belediyesi’ne karşı dava açıldığı, 5393 sayılı Kanun’un 18. maddesinin e bendinde, "Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması halinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı ayni hak tesisine karar vermek" hükmüne, 34. maddesinin g bendinde ise, "Taşınmaz mal satımına, trampasına ve tahsisine ilişkin meclis kararlarını uygulamak; süresi üç yılı geçmemek üzere kiralanmasına karar vermek" hükmüne yer verildiği, diğer yandan, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 17. maddesinin 3. fıkrasında ise, "Ayrıca belediye veya valilikler ile şüyulu olan müstakil inşaat yapmaya müsait bulunan imar parsellerinde, belediye veya valilikler hisselerini parselin diğer hissedarlarına bedel takdiri suretiyle satmaya, ilgililer satın almaktan imtina ederse, şüyuun izalesi suretiyle sattırmaya yetkilidir" hükmünün yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacının, Şenyurt (Cırık) Mahallesi, 1433 ada, 325 m2 yüzölçümlü 4 parsele davalı Kalecik Belediyesi ile birlikte hissedar olduğu, davacının 15.6.2009 tarihli dilekçe ile Belediye hissesini satın almak üzere başvuruda bulunduğu, talebin yukarıda anılan 3194 sayılı Kanun’un 17/3 maddesine uygun görüldüğü, Belediye Kıymet Takdir Komisyonunun 16.6.2009 tarih ve 2009/KTK/01 sayılı kararı ile söz konusu taşınmazın m2'si için 1.523,08 TL bedel belirlendiği, Kalecik Belediyesi Encümeni tarafından da bu değer esas alınmak suretiyle 22.6.2009 tarih ve 2009/12 sayılı karar ile 51 m2 Belediye hissesinin toplam 77.677,08 TL bedelle davacıya satılmasına karar verildiği, davacı tarafından Kıymet Takdir Komisyonu tarafından belirlenen değerlerin gerçeği yansıtmadığı, emsal satışlar ve resmi değerlerle uyuşmadığı, gerçek değerlerin m2 için 200,00 TL, toplamda ise 10.200,00 TL olması gerektiği ileri sürülerek keşif ve bilirkişi icrasıyla anılan taşınmazın değerinin m2 için 200,00 TL, toplamda ise 10.200,00 TL olarak indirilerek gerçek değerinin tespitine ve adına tapuya tescil edilmesine karar verilmesi istemiyle davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda; Kalecik Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, 30.7.2009 günlü ve E:2009/109, K:2009/141 sayılı kararla, "...dava konusu değer tespitinin imar planı ve uygulaması yapılması nedeniyle arsada Belediye yararına bir pay oluştuğu, imar uygulaması ile ilgili uyuşmazlıklarda çözüm yeri idari yargı olduğu kanaatine varılmakla..." gerekçesiyle idare mahkemesinin görevli olduğu yönünde karar verilmiş ise de; söz konusu uyuşmazlığın İmar Kanunu’ndan doğmadığı, diğer bir deyişle, davacı ile davalı arasında 3194 sayılı Kanun’un 17/3. maddesinin uygulanması yönünden uyuşmazlık bulunmamakta olup, uyuşmazlığın kaynağı söz konusu madde gereği satışına izin verilen taşınmaz için Belediye Kıymet Takdir Komisyonunun 16.6.2009 tarih ve 2009/KTK/01 sayılı kararı ile belirlenen bedelin yüksek olduğuna ilişkin bulunduğu, idare hukuku kuralları içerisinde kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlem, eylem ve sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklara bakma görevinin idari yargıya ait bulunduğu, 5393 sayılı Kanun’un 18. maddesinin e bendindeki yetkiye istinaden Belediyelerin taşınmazlarını satışa çıkarabilecekleri, bu satışların; İmar Kanunu uyarınca yapılacak satışlar, İmar Affı Kanunu uyarınca yapılacak satışlar, kamu kurumları arasındaki satışlar ve serbest arsa satışları olduğu, taşınmazların satışı sırasında taşınmaza biçilen satış bedeli yüksek bulunduğu takdirde bedelin azaltılmasının, mülkün bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tenkis davasında istenebileceği, bu durumda, bedelin azaltılması iddiasını inceleme ve görüp-çözme görevinin bütünüyle adli yargı mercilerine ait bulunduğu, bedelin Encümen tarafından tayin ve takdirinin konunun niteliğini ve uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli mahkemeyi değiştirmediği, bu nedenlerle, adli yargının görev alanına giren davada Mahkemelerinin görevli olmadığına, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvurulduğu anlaşılmış olup, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Encümence hisseli taşınmazdaki 51 m2 Belediyeleri hissesinin, Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen bedelle davacıya satışının yapılmasına karar verilmesi üzerine takdir edilen bedelin düşürülmesine ve düşürülen bu bedel üzerinden satış bedelinin tespit edilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 17. maddesinde, “Belediye veya valilik, kendi malı olan veya imar planlarının tatbiki sonucu kamulaştırmadan artan parçalarla, istikameti değiştirilen veya kapanan yol ve meydanlarda hasıl olan sahalardan müstakil inşaata elverişli olmayan parçaları, bitişiğindeki arsa veya bina sahibine bedel takdiri suretiyle satmak, gayrimenkul sahiplerinin yola giden yerlerden dolayı tahakkuk eden istihkaklarını bedel takdiri suretiyle değiştirmek ve komşu gayrimenkul sahibi takdir edilen bedelle satın almaktan imtina ederse, şüyulandırıp satmak suretiyle imar planına uygunluğunu temin eder.

Bunlardan müstakil inşaata elverişli olanları, kamu yararı için, belediye veya valilikçe yeri alınan şahısların muvafakatları halinde istihkaklarına karşılık olarak bedel takdiri ve icabında denklik temini suretiyle değiştirmeye belediye ve valilik yetkilidir.

Ayrıca belediye veya valilikler ile şüyulu olan müstakil inşaat yapmaya müsait bulunan imar parsellerinde, belediye veya valilikler, hisselerini parselin diğer hissedarlarına bedel takdiri suretiyle satmaya, ilgililer satın almaktan imtina ederse, şüyuun izalesi suretiyle sattırmaya yetkilidir.

Bu maddeye göre bedel takdirleri ve bu bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılır” denilmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Dava hakkı” başlığını taşıyan 14. maddesinde(Değişik: 24/4/2001 - 4650/7 md.) ise, “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir…” hükmü yer almıştır.

Olayda, Encümence hisseli taşınmazdaki 51 m2 Belediyeleri hissesinin, Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen bedelle davacıya satışının yapılmasına karar verilmesi üzerine takdir edilen bedelin düşürülmesine ve düşürülen bu bedel üzerinden satış bedelinin tespit edilmesine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

Belirtilen durum karşısında, açılan davanın, davacıya satışına karar verilen 51 m2 belediye hissesine karşılık belirlenen bedelin azaltılması istemine ilişkin olduğu gözetildiğinde, ihtilafın görüm ve çözümünün, 2942 sayılı Yasa'nın 14. maddesi kapsamına göre adli yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Kalecik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.7.2009 gün ve E:2009/109, K:2009/141 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/97

KARAR NO     : 2011/11

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Bağ-Kur’da şef olarak görev yaparken emekli olan davacının, 4956 sayılı Yasa uyarınca 8.8.2001 ila 20.5.2003 tarihleri arasındaki süre için ek ödeme yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile ek ödemenin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : K. A.

Vekilleri              : Av. N. Ş. - Av. B. Y.

Davalı                 : Bağ-Kur Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. G. Ç.

O L A Y : Davacı vekilinin dilekçesi üzerine BAĞ-KUR Isparta İl Müdürlüğü’nce davacıya gönderilen 21.10.2003 gün ve 67477 sayılı yazıda, “…İlgide kayıtlı dilekçe ile adınıza 4956 sayılı Kanunun 6. maddesiyle değişik 1479 sayılı Kanunun 7. maddesine istinaden ek ödeme yapılması gerektiği belirtilerek ek ödeme talep ettiğiniz anlaşılmıştır.

Söz konusu dilekçeniz Genel Müdürlüğümüze gönderilmiş, gelen 6.10.2003 tarih, 86393 sayılı cevabi yazının içeriği aşağıda belirtilmiştir.

4956 sayılı Kanunun konuyla ilgili olan 7. maddesinin yürürlük tarihi 8.8.2001 olarak 2.8.2003 tarih ve 25187 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ise de; daha sonra bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair 4969 sayılı Kanunla yürürlük tarihi 15.8.2003 olarak değiştirilmiştir. Fiilen görev yapan personelimize bu tarihten itibaren ek ödemede bulunulmaya başlanılmıştır.

Bu itibarla, İl Müdürlüğümüzde görev yapmakta iken 20.5.2003 tarihinde emekli olmanız ile lehinize tekemmül etmiş müktesep hak bulunmamaktadır…” denilmiştir.

Davacı vekili, davalı idarenin 21.10.2003 gün ve 67477 sayılı işleminin iptali ile 4956 sayılı Yasa uyarınca 8.8.2001 ile davacının emekli olduğu 20.5.2003 tarihleri arasındaki 21 aylık süre için en yüksek Devlet memurunun aldığı maaşın %15’i tutarında ek ödemenin ödenmesine, ayrıca yasal faizin hüküm altına alınmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ISPARTA İŞ DAVALARINI GÖRMEYE YETKİLİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 10.3.2004 gün ve E:2003/307, K:2004/79 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin davalı Kurumdan 20.5.2003 tarihinde emekli olduğunu, 2.8.2003 günlü Resmi Gazetede ilan edilerek yürürlüğe giren 4956 sayılı Yasa’nın 6. maddesi ile 1479 sayılı Yasa’nın 7. maddesinin tamamen değişikliğe uğrayarak 5 fıkra halinde yeniden düzenlendiğini, 7. maddenin 3. fıkrasında, yönetim giderleri için ayrılan tutarın %15 ine kadar olan kısmından ve ... elde edilecek gelirlerden Kurumun merkez ve taşra teşkilatında fiilen görev yapan personele görev unvanı, çalışma verimi, hizmetlerin rasyonelliğini sağlayacak ilkeler göz önünde bulundurularak Yönetim Kurulunca öngörülen ve Bakanlıkça onaylanan oran ve miktarda ek ödenek verileceğinin, bu ek ödeneğin en yüksek Devlet memuru aylığının % 15 kadar olacağının, yine aynı Kanunun 57. maddesinin a fıkrası ile, 1479 sayılı Yasa’nın 7. maddesinin 2. fıkrasının Kanunun yayımı tarihinde, b fıkrası ile, diğer hükümlerin 8.8.2001 tarihinden itibaren geçerli olacağının öngörüldüğünden bahsederek müvekkilinin 8.8.2001 tarihinden emekli olduğu 20.5.2003 tarihine kadar geçen 21 aylık süre için bu ek ödemenin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, davalı Kurum vekili cevap dilekçesini ve yargılama sırasındaki anlatımlarını tekrar ederek, 1479 sayılı Kanun’un 4956 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile değişik 7/1 maddesinde, Kurum personeli hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerinin uygulanacağının belirlendiğini, yine 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, Devlet memurlarının idare ile olan uyuşmazlıklarının idari yargının görev alanına girdiğini, 4956 sayılı Kanun’un ve bu Kanunun bazı maddelerini değiştiren 4969 sayılı Kanun’un 2003 yılı Ağustos ayı içinde yürürlüğe girdiğini, idarenin işlemlerine karşı mahkemelere yapılacak başvuru süresinin 2 ayla sınırlı olduğunu, bu hali ile davacının zamanaşımı süresini geçirdiğini, ayrıca 4969 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile yürürlük tarihinin 15.08.2003 olarak değiştirildiğini, Kurum personeline de bu tarihten itibaren ödemede bulunulduğunu, dolayısıyla davacının emeklilik tarihi olan 20.5.2003 tarihi itibariyle lehine tekemmül etmiş bir müktesep hakkının bulunmadığını bildirerek davacının davasının reddine karar verilmesini istediği, davanın, davacı tarafından davalı Kurum aleyhine açılan ek ödenek tahsiline ilişkin alacak davası olduğu, bu davada tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına ve Kurum kayıtlarına dayanıldığı, davacının, davalı Kurumda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu statüsünde çalıştığı ve 20.5.2003 tarihinde emekli olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunmadığı, uyuşmazlık konusunun, davacının Kurum personeline ödenen % 15 ek ödeneği hak edip etmediği hususundan kaynaklandığı, bu hali ile uyuşmazlığın davacı ile davalı idare arasında olduğu, davacının çalışma statüsü göz önünde bulundurulduğunda, uyuşmazlığın hallinin idari yargının görev alanına girdiği anlaşılmakla, yargı yolu yanlışlığı nedeniyle davacının davasının reddine karar verilmesi gerektiği, bu durumda, davacının statüsü gereği idarenin işlemine karşı açmış olduğu davada idare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 8. İDARE MAHKEMESİ; 16.2.2006 gün ve E:2004/3393, K:2006/144 sayı ile, davanın, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu'nun 7. maddesi uyarınca ödenmesi talep edilen ek ödeneğin ödenmemesiyle ilgili 21.10.2003 gün ve 67447 sayılı işlemin iptali ve 8.8.2001 tarihinden 20.5.2003 tarihine kadarki süre için ek ödenek verilmesi talebiyle açıldığı, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri" başlıklı 70. maddesinin 1. fıkrasında, "Bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür" hükmünün yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacının, davalı Kurumdan 20.5.2003 tarihinde emekli olduğu, 4956 sayılı Yasa’nın 6. maddesiyle değiştirilen 1479 sayılı Yasa’nın 7. maddesine göre, Kurum personeline ödenen ek ödenek talep ettiği ve bu isteğinin reddi üzerine dava açtığının anlaşıldığı, 1479 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın, yukarıya alınan Yasa hükmü uyarınca adli yargı mercilerince çözümlenmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :   Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Bağ-Kur Isparta İl Müdürlüğü’nde şef kadrosunda görev yaparken 20.5.2003 tarihinde emekli olan davacı tarafından, 4956 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değişik 1479 sayılı Kanun’un 7. maddesine istinaden ek ödeme yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile 4956 sayılı Yasa uyarınca 8.8.2001 ile emekli olduğu 20.5.2003 tarihleri arasındaki 21 aylık süre için en yüksek Devlet memurunun aldığı maaşın %15’i tutarında ek ödemenin ödenmesine, ayrıca yasal faizin hüküm altına alınmasına karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

24.7.2003 tarihli ve 4956 sayılı Kanun’un 6. maddesinde, “1479 sayılı Kanunun 7 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Personel statüsü

Madde 7. — Kurum personeli hakkında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri ile 10.2.1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve 8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Yönetim Kurulu Başkan ve üyeleri ile Kurumun diğer çalışanları sorumlulukları bakımından 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanmasında Devlet memuru sayılır ve haklarında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.

Yönetim giderlerinden karşılanmak üzere her yıl Kurum merkez ve taşra teşkilatında kadrolu olarak fiilen çalışan personele asgarî ücretten az olmamak kaydıyla kendi aylıkları tutarında (gösterge ve ek gösterge dahil) iki ikramiye verilir.

Kurumun yönetim giderleri için ayrılan tutarın %15'ine kadar olan kısmından ve Kurumca hazırlanan kitap, standart form, sağlık karnesi ile benzerlerinin satışından elde edilecek gelirlerden Kurumun merkez ve taşra teşkilatında fiilen görev yapan (Bakanlık merkez teşkilatında sadece Bakan onayıyla görevlendirilenler dahil) personele görev unvanı, çalışma verimi, hizmetlerin rasyonelliğini sağlayacak ilkeler göz önünde bulundurularak Yönetim Kurulunca uygun görülen ve Bakanlıkça onaylanan oran ve miktarda ek ödeme verilir. Ek ödemelerin aylık tutarı 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda tanımlanan en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) brüt tutarının %150'sini geçemez. Ek ödemelerde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun aylıklara ilişkin hükümleri uygulanır ve damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaz. Ek ödemenin dağıtım usul ve esasları Kurum Yönetim Kurulunca belirlenir.

Kurum, taşra teşkilatındaki icra, takip ve dava işleri için genel hükümlere göre vekâlet akdi ile lüzum görülecek sayıda avukat çalıştırabilir.

Kurum leh ve aleyhine açılan davalar ile icra takiplerinden tahsil edilen vekâlet ücretlerinden, hukuk müşavirlerine, kadrolu avukatlara ve hukuk servislerinde fiilen görev yapan personele 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 146 ncı maddesi gereğince ödeme yapılır. Vekâlet ücretinin ödeme esas ve usulleri yönetmelikle düzenlenir” ve 57. maddesinde, “Bu Kanunun;

a) 1 inci maddesi ile değiştirilen 1479 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 6 ncı maddesi ile değiştirilen 1479 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası, 19, 25, 27, 28, 29, 30, 31, 32 nci maddeleri, 33 üncü maddesi ile değiştirilen 1479 sayılı Kanunun 79 uncu maddesinin ikinci, dördüncü ve beşinci fıkraları, 34 üncü maddesi, 36 ncı maddesi ile değiştirilen 1479 sayılı Kanunun ek 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, 39 uncu maddesi ile değiştirilen 1479 sayılı Kanunun ek 15 inci maddesinin (a) bendi, 43, 44, 45, 46 ncı maddeleri, 47 nci maddesi ile 1479 sayılı Kanuna eklenen geçici 13, 18, 19, 21, 22, 23 ve 24 üncü maddeleri, 48, 49 uncu maddeleri, 51 inci maddesi ile değiştirilen 2926 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrası, 52, 53, 54, 56 ncı maddeleri, 55 inci maddesi ile 2926 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu maddesi, geçici 1, 2 ve 3 üncü maddeleri yayımı tarihinde,

b) Diğer hükümleri 8.8.2001 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

Yürürlüğe girer” denilmiştir.

31.7.2003 tarihli ve 4969 sayılı Kanun’un 14. maddesinde ise, “2.9.1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanâtkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun, 24.7.2003 tarihli ve 4956 sayılı Kanunla değişik 7 nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi 4956 sayılı Kanunun yayımı tarihinden, aynı maddeye eklenen üçüncü fıkrası 15.8.2003 tarihinden, 4956 sayılı Kanunun 47 nci maddesi ile yeniden düzenlenen geçici 14 üncü maddesi 4956 sayılı Kanunun yayımı tarihinden, aynı madde ile eklenen geçici 21 ve 22 nci maddeleri 1.1.2005 tarihinden itibaren uygulanır” hükmü yer almıştır.

Öte yandan; 2/9/1971 gün ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun 70. maddesinde(Mülga: 31/5/2006-5510/106 md.), “Bu Kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Bağ-Kur Isparta İl Müdürlüğü’nde şef kadrosunda görev yaparken 20.5.2003 tarihinde emekli olan davacı tarafından, 4956 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değişik 1479 sayılı Kanun’un 7. maddesine(Mülga: 16/5/2006-5502/43 md.) istinaden ek ödeme yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile 4956 sayılı Yasa uyarınca 8.8.2001 ile emekli olduğu 20.5.2003 tarihleri arasındaki 21 aylık süre için en yüksek Devlet memurunun aldığı aylığın %15’i tutarında ek ödemenin yasal faizi ile birlikte ödenmesine, karar verilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinde, “1. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:

a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar…” denilmiştir.

Bu durumda, kamu kurumu niteliğindeki davalı idare ile bu Kurumda çalışan personeli arasında ek ödemeden kaynaklanan davanın, idare hukuku ilke ve kurallarına göre görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.2.2006 gün ve E:2004/3393, K:2006/144 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/100

KARAR NO     : 2011/12

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalının kiraladığı araçta yolcu olarak bulunan posta dağıtıcısının vefatı nedeniyle yakınları tarafından maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            :1- Y. Y.

                            2- Y. Y.

                            3- E. Y.

                            4- A. Y.

                            5- H. U.

Vekili                  : Av. S. A. K.

Davalı                 : PTT Genel Müdürlüğü

Vekilleri              : Av. N. Ç. - Av. S. B.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıların yakını olan A.Y.’nın, 16.1.2008 tarihinde, Ankara, Elmadağ-Bala karayolunda Süleymanlı Köyüne 1 km mesafede Yılgın Burul mevkiinde meydana gelen trafik kazasında vefat ettiğini, olayın, davalı Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü tarafından kiralanan araçta yolcu olarak bulunurken karşı yönden gelen araç ile çift taraflı ölümlü-yaralanmalı trafik kazası sonucu meydana geldiğini, davalının olay sebebiyle sorumlu olduğunu, davada, kusur dereceleri ve sorumluluk sebepleri ne olursa olsun -varsa- mevcut ve muhtemel tüm zincirleme sorumlular yönünden müteselsil mesuliyete dayandıklarını (BK 51, 142; KTK 85/1), taleplerinde her türlü denkleştirme sebeplerinin gözetildiğini, davada nihai hükme temel olacak kusur durumunun (kusur oranı veya oranları) nazara alındığını, davacı eş ve çocukların bu olay sebebiyle destekten yoksun kaldıklarını, ayrıca tüm davacıların manevi zarara uğradıklarını, her iki zararın tamamının davalıca (BK 46) tazmini gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla eş Y. ve çocuk Y. için ayrı ayrı -şimdilik- 1.000’er YTL maddi tazminatın, eş ve çocuklar için ayrı ayrı 50.000’er YTL manevi tazminatın davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsiline, olay (16.1.2008) tarihinden itibaren yasal faizin yürütülmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 17.11.2009 gün ve E:2008/419 sayı ile, davalı vekilinin yargı yoluna ilişkin itirazı yerinde görülmediğinden reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; PTT Genel Müdürlüğü, Ankara PTT Başmüdürlüğü’nün taşıma hizmetlerini yapan yüklenici R.D.P. Tur Turizm Taşımacılık Temizlik Yemek Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi tarafından kiralanan aracın başka bir araçla çarpışması ile meydana gelen trafik kazası sonucu posta dağıtıcısı A. Y.'nın ölmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/419 Esas sayısında açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği anlaşılmış olmakla gereğinin düşünüldüğü, Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2 nci maddesinde, idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında sayıldığı, dava konusu uyuşmazlığın, yüklenici firmanın kiraladığı motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin ölümü nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemine ilişkin bulunduğu, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan idarenin, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kamu görevlisinin ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esasları çerçevesinde sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre idari yargı yerlerine ait bulunduğu, buna göre, uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacılar Y. Y. ve arkadaşları vekili tarafından davalı PTT Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2008/419 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/100 Esas sayılı dosyanın incelendiği, davalı idarede posta dağıtıcısı olarak çalışan davacılar yakını A. Y.'nın, 16.1.2008 tarihinde davalı idarenin taşıma hizmetlerini yerine getiren yüklenici R.D.P. Tur Turizm Taşımacılık Temizlik Yemek Sanayi ve Ticaret Şirketi tarafından kiralanan aracın içinde bulunduğu sırada karşı yönden gelen araçla çarpışması ile meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybetmesi sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi için Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasının, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" hükmünü ve değişik beşinci fıkrasının, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükmünü taşıdığı; 106 maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın ‘tehlike esası’na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılması gerektiği, bu nedenle; Danıştay Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/419 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, posta dağıtıcısı olan ve davalı tarafından kiralanan araçta yolcu olarak bulunan davacıların yakınının, trafik kazası sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle yakınları tarafından maddi ve manevi tazminatın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Öte yandan; “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlığını taşıyan 110. maddesinde(Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.), “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir” ve Geçici 21. maddesinde(Ek: 11/1/2011-6099/15 md.) ise, “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 6099 sayılı Kanun hükümleri 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu durumda, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinde 6099 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının, adli yargıda görüleceği, zarar görenin kamu görevlisi olmasının, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemeyeceğinin açıkça belirtilmiş olması karşısında, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nca yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/105

KARAR NO     : 2011/13

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. E.

Vekili                  : Av. T. Y.

Davalı                 : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili                  : Av. R. K.

O L A Y : Davacı vekili, Maltepe Askeri Lisesi’nde eğitim görmekte iken 2008 yılında okuldan ilişiği kesilen davacının oğlu adına düzenlenen 10.8.2004 tarihli yüklenme senedinde “atış, personel, amortisman" kalemlerinin hukuka aykırı bir şekilde gider hesaplamasına dahil edildiğini ileri sürerek, söz konusu yüklenme senedinin iptal edilerek yeniden düzenlenmesi isteğiyle yapılan 31.3.2009 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİ; 6.11.2009 gün ve E:2009/627, K:2009/1343 sayı ile, davanın, davacı tarafından, Maltepe Askeri Lisesi’nde eğitim görmekte iken 2008 yılında okuldan ilişiği kesilen oğlu adına düzenlenen 10.8.2004 tarihli yüklenme senedinde “atış, personel, amortisman" kalemlerinin hukuka aykırı bir şekilde gider hesaplamasına dahil edildiği ileri sürülerek, söz konusu yüklenme senedinin iptal edilerek yeniden düzenlenmesi isteğiyle yapılan 31.3.2009 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinde de paralel hükümlerin yer aldığı ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapacağı, bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksadın; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar olduğunun hükme bağlandığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacı tarafından, Maltepe Askeri Lisesi’nde eğitim görmekte iken 2008 yılında okuldan ilişiği kesilen oğlunun askeri öğrenciliği döneminde yapılan öğrenim masraflarının davacı adına borçlu sıfatıyla tahakkuk ettirilmesi üzerine, davacı tarafından, Ankara 30. Noterliği’nde düzenlenen 10.8.2004 tarihli yüklenme senedinde, "atış, personel, amortisman" kalemlerinin hukuka aykırı bir şekilde gider hesaplamasına dahil edildiği ileri sürülerek, söz konusu yüklenme senedinin iptal edilerek yeniden düzenlenmesi isteğiyle yapılan 31.3.2009 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminin iptali isteğiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, yukarıda açıklanan Anayasa ve Yasa kurallarına göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin, "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından gider kalemleri düzeltilerek yeniden düzenlenmesi istenilen “yüklenme senedinin" askeri hizmete ilişkin olması ve şu an sona ermiş olsa bile davacının oğlunun askeri öğrenci sıfatından kaynaklanması nedeniyle asker kişiyi ilgilendirmesi karşısında; uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli Mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 16.12.2009 gün ve E:2009/1335, K:2009/1329 sayı ile, davacı vekilinin, 11.12.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde kayda geçen dava dilekçesinde; davacının velayeti altında bulunan oğlu M. O. E.'un askeri öğrenci olarak Maltepe Askeri Lisesi Komutanlığı’nda 11.8.2004 tarihinde kaydını yaptırdığını, eğitimini Kara Harp Okulu Komutanlığı’nda sürdürürken 2008 yılı intibak kampından kendi isteği ile askeri öğrencilikten ayrıldığını, okula başlamadan önce Ankara ... Noterliği tarafından 10 Ağustos 2004 tarihli ve 18243 yevmiye numaralı yüklenme senedi düzenlendiğini, anılan yüklenme senedinde işlem tarihinde yürürlükte bulunan "Askeri Okullara Alınan Öğrenciler ile Silahlı Kuvvetler Hesabına Fakülte veya Yüksek Okullarda Okuyan Öğrenciler İçin Yüklenme Senedi Düzenlenmesine ve Bu Okullardan Ayrılacak Öğrencilere veya Kefillerine Ödettirilecek Tazminata Dair Yönetmelik" hükümlerinde belirtilen formata aykırı olarak "atış, personel ve amortisman" giderlerinin de dahil edildiğini, bu nedenle askeri öğrenci maliyet çizelgesindeki tazminat miktarının yüksek çıktığını, bu şekildeki hesaplamanın hukuka aykırı olduğunu belirterek, Ankara ... Noterliği tarafından düzenlenen 10.8.2004 tarihli ve 18243 yevmiye numaralı yüklenme senedine dayanarak tazminat istenilmesi nedeniyle, anılan Yönetmeliğin formatına ve hukuka uygun yeni bir işlem tesis edilmesi için Milli Savunma Bakanlığı’na yapılan idari başvuruya zımnen red cevabı verilmesi suretiyle tesis edilen olumsuz işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava ettiği, dava dosyasının, AYİM Genel Sekreterliği’nin 15 Aralık 2009 tarih ve Gensek:2009/4118/İd.Ks. sayılı yazısı ile dava konusunun AYİM'in görevine girmediğinden bahisle bu hususta bir karar verilmek üzere AYİM İkinci Dairesi’ne gönderildiği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’na göre, davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığının ilk inceleme sırasında davanın esasına girilmeden incelenecek hususlar arasında sayıldığı, zira; görevin kamu düzeni ile ilgili olup, davanın her safhasında dikkate alınmasının, hukuk alanında ihtilafsız kabul edilen bir keyfiyet olduğu, bu nedenle işin esasına girilmeden davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığı hususunun incelendiği, Anayasa’nın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevleri, üyelerinin seçimi ve özlük hakları, kuruluşu, işleyişi ile yargılama usullerine ilişkin 157 nci maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimi yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz" hükmü bulunduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerini belirleyen 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 2508 sayılı Kanun’la değişik 20 nci maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmü, aynı Kanunun “İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 21 nci maddesinde de, 20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemden dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde çözümlenip karar bağlanacağı hükmünün yer aldığı, Anayasa’nın ve 1602 sayılı Kanun’un bu hükümleri karşısında bir davaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde bakılabilmesi için; 1. İdari işlemin bir asker kişi göz önünde tutularak tesis edilmesi veya idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş olması, yahut uyuşmazlığın askerlik yükümlülüğünden doğmuş olması, 2. Dava konusu idari işlem ve eylemin askeri hizmete ilişkin bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiği, açıklanan mevzuat çerçevesinde davacının durumu incelendiğinde, iptali istenen yüklenme senedinin davacının askeri öğrencilik döneminde uyması gereken kuralları ve bu kurallara uyulmaması sebebiyle okuldan çıkarılması halinde davacıdan alınacak öğrenim giderlerini düzenleyen bir sözleşme olması sebebiyle davacının asker kişi sıfatının bulunduğu, ancak, yüklenme senedinin, davalı idarenin kamu gücüne dayanarak re'sen ve tek yanlı olarak tesis ettiği bir işlem olmayıp, davalı idare ile davacı arasında imzalanan Borçlar Kanunu hükümlerine göre düzenlenen, özel hukuka tabi bir borç-alacak ilişkisi kapsamında tanzim edilen sözleşme niteliğinde olduğu, bu nedenle davanın çözümünün Mahkemelerinin görevi dışında kaldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 12.11.2001 tarihli ve 2001/63 Esas, 2001/74 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı yeri olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, aynı Dairenin 3.3.2010 gün ve E:2010/251, K:2010/268 sayılı kararıyla kararın düzeltilmesi isteminin reddine karar verilmek suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA ile AYİM Savcısı Hakan Ali TURGUT’un başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne yer verilmiştir.

Açılan bir davada bir yargı merciinin görevsizlik kararı vermesinden sonra görevli olduğu işaret edilen yargı merciine bu davanın intikali üzerine, bu yargı merciince de görevsizlik kararı verilerek daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğuna işaret edilmesi halinde doğan olumsuz görev uyuşmazlığı nedeniyle tarafları, sebebi ve konusu aynı olan bir davaya bakacak mahkeme bulunmadığından, anılan Yasanın 14. maddesine göre yapılacak başvuru üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli yargı merci belirtilmek suretiyle davanın esasının incelenebilmesi olanaklı hale gelecektir.

Olayda, Ankara 16. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararında Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna işaret edilmesi üzerine kendine intikal eden davada AYİM İkinci Dairesi, davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle verdiği görevsizlik kararında üçüncü bir yargı merciine işaret etmiş olup; davacı vekili tarafından, söz konusu kararlar nedeniyle doğduğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi istenilmiştir.

Oysa, AYİM İkinci Dairesi’nin görevli olduğuna işaret ettiği adli yargı yerine açılmış bir dava ve bu dava sonucunda daha önce görevsizlik kararları veren yargı mercilerinin görevli olduğu yolunda verilmiş bir görevsizlik kararı olmadığına göre, olayda davaya bakacak bir mahkeme kalmadığından söz edilemez. Başka bir ifadeyle, davacının, AYİM İkinci Dairesi’nce verilen görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerinde dava açması gerekirdi.

Bu durumda, genel idari yargı yerince işaret edilen askeri idari yargı yeri tarafından, davada üçüncü bir yargı mercii olan adli yargı yerinin görevli olduğuna işaret edilerek görevsizlik kararı verilmiş olması karşısında, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan söz etmek olanaksızdır.

2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder” hükmünü taşımakta olup, yukarıda açıklanan nedenlerle, yöntemine uymayan başvurunun anılan 27. madde uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/110

KARAR NO     : 2011/14

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Köy merasında, Mera Komisyon Başkanlığının belirlediğinden fazla hayvan otlatması nedeniyle, Mera Kanunu’nun 26.maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle davacıya verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk

K A R A R

Davacı                : H. Z.

Davalı                 : Köprüköy Kaymakamlığı

O L A Y             : İlçe Jandarma Komutanlığınca Savatlı Köyünde icra edilen Önleyici Hizmet devriyesinde; davacının köy merasında, Mera Komisyon Başkanlığının tahsis etmiş olduğu 4 büyükbaş hayvandan başka 53 adet fazla hayvan otlattığının tespit edilmesi üzerine; Köprüköy Kaymakamlığı (İlçe Tarım Müdürlüğü) tarafından, Mera Kanunu’nun 26.maddesini ihlal ettiğinden bahisle davacı adına 1.605,90 YTL idari para cezası uygulanmasına ilişkin 14.8.2008 tarih ve 577 sayılı işlem tesis edilerek davacıya bildirilmiştir.

Davacı, para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ERZURUM 1. İDARE MAHKEMESİ: 17.09.2008 gün ve E:2008/1599, K:2008/909 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı ve 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunun 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması" halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır" hükmü ile Aynı Kanun'un "Başvuru Yolu" baslıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında da idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ ve tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmünün yer aldığı; diğer taraftan 4342 sayılı Mera Kanunu'nun 26.maddesinin 2'nci fıkrasında da "Mera, yaylak ve kışlaklardan komisyonca tespit edilecek otlatma haklarına göre yararlanacak hak sahipleri bölgenin ekonomik durumu, otlatma kapasitesi ve otlatma süresi dikkate alınarak, komisyonca her yıl tespit edilecek belli bir ücreti ödemekle yükümlüdürler. Bu alanlarda otlatma hakkının üstünde hayvan otlatılamaz, otlatma haklarından fazla hayvan otlatanlardan bu ücret, fazla her hayvan sayısı için üç katı olarak tahsil edilir. Muhtarlık veya belediyeler tarafından bu amaçla yapılacak tahsilat, o yerin mera alanlarının ıslah ve geliştirilmesi amacı ile köy sandığına veya belediye bütçesinde ayrı bir hesaba gelir kaydedilir ve amacı dışında kullanılamaz. Komisyonca tespit edilen ücret ve para cezalarının takip ve tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır." hükmüne yer verilmiş, ancak anılan kanunda verilecek para cezalarına karşı yapılacak itirazlara ilişkin herhangi bir hükme yer verilmemiş olduğu; bu durumda idarelerce verilen idari para cezası kararlarına karşı hangi yargı merciinde dava açılması gerektiği konusunda genel kanun niteliğinde olan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3-a maddesinin yaptığı atıfta aynı Kanunun 27. maddesinin 1. fıkrasına göre hareket edilerek görevli mahkemenin Sulh Ceza Mahkemesi olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

PASİNLER SULH CEZA MAHKEMESİ: 31.12.2009 gün ve D.İş No: 2008/298, D.İş Karar No: 2008/298 sayı ile; 4342 sayılı Mera Kanununun 26. maddesi uyarınca mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanan otlatma hakkı sınırları içerisinde hayvan otlatan çiftçi aileleri ile otlatma hakkından fazla hayvan otlatan çiftçi ailelerinden alınan ücretin niteliği itibariyle idari para cezası olmadığı, meraların bakım ve ıslah çalışmalarına ait giderlere katılım olduğu, o yerin mera alanlarının ıslahı ve geliştirilmesi amacı dışında kullanılamayacağı, 4342 sayılı Mera Kanununun 27. maddesinde de aynı kanunun 26. maddesinde öngörülen hususlara riayet etmeyen ve yükümlülüklerini yerine getirmeyenler hakkında yapılacak işlemlerin anlatıldığı fakat bunlar arasında idari para cezasının öngörülmediği, itiraz eden hakkında 4342 sayılı Mera Kanununun 26. maddesine istinaden yapılan itiraz konusu işlemin idari yaptırım kararı olmadığı, bilakis idari bir işlem olduğu, dolayısıyla itiraz edenin itiraz dilekçesi ile idari yaptırım kararına itiraz etmediği bilakis idarenin yaptığı idari işlemin hukuka aykırılığını ileri sürüp iptalini talep ettiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. Maddesine göre idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının idari dava türlerinden olduğu, dolayısıyla ortada yapılmış bir idari yaptırım kararına itiraz söz konusu olmayıp iptal davasının diğer bir değişle idari davanın konusunu oluşturacak bir talebin söz konusu olduğu, böyle bir talebe bakmak görevinin mahkemelerine ait olmadığı, bu talep hakkında yargılama yapmak ve karar vermek görevinin idari yargı mahkemelerine ait olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacının başvurusu üzerine Sulh Ceza Mahkemesi’nce, görevli yargı yerinin belirlenmesi amacıyla dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava köy merasında, Mera Komisyon Başkanlığının belirlediğinden fazla hayvan otlatması nedeniyle, Mera Kanunu’nun 26.maddesini ihlal ettiğinden bahisle, davacıya verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.

25/2/1998 tarih, 4342 sayılı Mera Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1.maddesinde,

“Bu Kanunun amacı; daha önce çeşitli kanunlarla tahsis edilmiş veya kadimden beri kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tespiti, tahdidi ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılmasını, belirlenecek kurallara uygun bir şekilde kullandırılmasını, bakım ve ıslahının yapılarak verimliliklerinin artırılmasını ve sürdürülmesini, kullanımlarının sürekli olarak denetlenmesini, korunmasını ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesini sağlamaktır.” ;

“Komisyon ve Teknik Ekipler” başlıklı 6. maddesinde,

“Mera, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yapılır. Bu amaçla valinin görevlendireceği bir vali yardımcısı başkanlığında; Bakanlık il müdürü, Bakanlık il müdürlüğünden konu uzmanı bir ziraat mühendisi, Köy Hizmetleri il müdürlüğünden bir ziraat mühendisi, defterdarlıktan veya bulunamaması halinde vali tarafından görevlendirilecek bir hukukçu, Milli Emlak Müdürlüğünden bir temsilci, Kadastro Müdürlüğünden bir teknik eleman, Ziraat Odası Başkanlığından bir temsilci olmak üzere sekiz kişiden oluşan bir komisyon kurulur. Ayrıca orman içi, orman kenarı ve orman üst sınırında bulunan mera, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi çalışmalarında, ilgili orman teşkilatından bir orman mühendisi, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu uyarınca reform bölgesi ilan edilen alanlarda bulunan mera, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi çalışmalarında Tarım Reformu Teşkilatından bir ziraat mühendisi bu komisyonlarda üye olarak görevlendirilir.

Komisyonlar valilik onayı ile oluşturulur. Vali yardımcısının bulunmadığı durumlarda komisyona Bakanlık il müdürü veya görevlendireceği konu uzmanı bir ziraat mühendisi başkanlık eder.

Mera, yaylak ve kışlak varlığı ile hayvancılık potansiyeli dikkate alınarak ihtiyaç duyulan il merkezi ve ilçelerde komisyona bağlı olarak çalışacak ve tespit, ölçme, harita yapma ve yer gösterme çalışmalarını yapmak üzere "Teknik Ekipler" oluşturulur.

(Değişik dördüncü fıkra: 27/5/2004-5178/1 md.) Bu ekipler; Bakanlık il veya ilçe müdürlüğünden bir ziraat mühendisi, Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünden bir ziraat mühendisi veya teknik eleman, Kadastro Müdürlüğünden bir teknik eleman, Millî Emlak Müdürlüğünden bir temsilci, orman içi, orman kenarı ve orman üst sınırı meraları ile ilgili olarak bir orman mühendisi, 22.11.1984 tarihli ve 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanununun uygulama alanlarında Tarım Reformu Teşkilatından bir ziraat mühendisi ile meradan yararlanan köy ise köyün muhtarı, belediye ise belediye temsilcisi ile komisyonun teklifi ve valinin onayı ile seçilen iki mahallî bilirkişiden oluşur.

Teknik ekipler ilçelerde kaymakamın, illerde komisyonun teklifi ve valinin onayı ile oluşturulur.

Komisyon ve teknik ekiplerin çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenir.”;

“Tahsis Kararı” başlıklı 12. maddesinde

Komisyon, 11 inci maddeye göre belirlenen ihtiyacı karşılayacak miktarda mera, yaylak ve kışlaklar ile bunlarla ilgili sulama ve geçit yeri olarak tespit edilen alanları halkın ortak olarak yararlanmaları amacıyla, o köy veya belediye tüzel kişiliğine tahsis eder ve tahsis kararı valiliğin onayına sunulur. Bu kararda, tahsis edilen yerin niteliği, miktarı, sınırları, hayvan sulama ve geçit yerleri, tahsis amacı, otlatma kapasitesi, aile işletmelerinin büyükbaş hayvan birimi üzerinden otlatma hakkı ve otlatabilecekleri hayvan sayısı da belirtilir. İhtiyaçtan fazla çıkan kısım ise, ihtiyaç içinde bulunan çevre köy veya belediyelerle hayvancılık yapan özel veya tüzel kişilere kiralanabilir. Ancak kiralama durumu tahsis edilen köy ve belediyelerin hayvan sayısına göre her 5 yılda yeniden değerlendirilir.

Ayrıca bu Kanun kapsamına alınmakla birlikte, ancak ıslah edilmek suretiyle mera olarak kullanılabilecek alanlar, gerekli ıslah işlemlerini taahhüt eden özel ve tüzel kişilere kiralanabilir.

Kiralama usul ve esasları yönetmelikle belirlenir.”;

“Tahsis Kararının Tebliği, İlanı, İtirazı ve Kütüğe Kayıt” başlıklı 13. maddesinde

“Teknik ekiplerce yapılan çalışmaların sonuçları komisyonca ilgili köy ve belediyelerin ilan yerlerinde 30 gün süre ile askıda kalır.

Teknik ekiplerin tespit ve tahdit sonuçlarına karşı askı ilanı süresi içinde komisyona itiraz edilebilir.

Komisyon yapılan itirazları 60 gün içinde karara bağlar.

Komisyonun itirazları inceleyerek aldığı kararlar ile tahsis kararları, o yerin köy muhtarlığı ile belediye başkanlığına, defterdarlık veya mal müdürlüğüne, ilgili orman müdürlüğüne ve Tarım Reformu Teşkilatına tebliğ edilir. Ayrıca köy ve belediyelerde ve bunların bağlı olduğu ilçelerde alışılmış araçlarla ilan edilir ve bu konuda tutanaklar ve haritalar eklenecek 30 gün süre ile askıya çıkartılır.

Komisyon kararlarına karşı 30 günlük askı ilan süresi ve tebligatı gerektiren hallerde tebliğden itibaren 30 günlük süre içinde asliye hukuk mahkemesine, kadastro yapılan yerlerde ise kadastro mahkemesine dava açılabilir.

Dava konusu mera, yaylak ve kışlakların kadastro çalışma alanı dışında kalması halinde kadastro mahkemelerinin yetkisi bu alanlarla ilgili davaları da kapsar.

30 günlük ilan süresi içinde haklarında dava açılmayan kararlar kesinleşir ve tapu sicil müdürlüğüne gönderilerek özel sicile kaydedilir.”;

“Aşırı Otlatmanın Önlenmesi” başlıklı 23. maddesinde;

“Mera, yaylak ve kışlağa, komisyonun tahsis kararında belirtilen miktardan fazla hayvan sokulamaz.

Ancak, daha sonra bakım, koruma ve ıslah sonucu mera, yaylak ve kışlağın otlatma ve barındırma kapasitesinde bir artışın olması halinde, köy veya belediyelerin teklifi üzerine veya doğrudan doğruya komisyonca yeniden tespit yapılarak otlatılacak hayvan miktarı artırılabilir.”;

“Sonradan Yerleşenlerle Yeni Ailelerin Yararlanma Hakkı” başlıklı 24.maddesinde;

“Köy veya belediye sınırları içinde çiftçilikle geçinmek üzere yerleşenlerle bu yerleşim yerinde oturup yeni aile kuranlara; mera, yaylak ve kışlağın o tarihteki yeterlilik durumu dikkate alınarak, komisyon tarafından yararlanma hakkı tanınabilir.”

“İhtiyaç Fazlası Ürünlerin Satılması” başlıklı 25. maddesinde;

“Mera, yaylak ve kışlaklardan elde edilen ürünlerin ihtiyaç fazlası, Mera Yönetim Birlikleri kararı ile satılabilir. Bu satıştan elde edilen gelir, mera alanlarının geliştirilmesi amacı ile köy sandığına veya belediye bütçesinde ayrı bir hesaba gelir kaydedilir ve amacı dışında kullanılamaz.”;

“Mera, Yaylak ve Kışlaklardan Yararlananların Yükümlülükleri” başlıklı 26. maddesinde;

“Mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanan çiftçi aileleri, yapılacak bakım ve ıslah çalışmalarına ait giderlere, komisyonca gerekli görülmesi halinde, valiliğin onayı ile belirlenecek süre ve miktarlarda katılmakla yükümlüdürler. Bu katılma şekli nakdi olabileceği gibi, işçilik, araç, makina veya bunların işletme giderleri şeklinde de olabilir.

Mera, yaylak ve kışlaklardan komisyonca tespit edilecek otlatma haklarına göre yararlanacak hak sahipleri bölgenin ekonomik durumu, otlatma kapasitesi ve otlatma süresi dikkate alınarak, komisyonca her yıl tespit edilecek belli bir ücreti ödemekle yükümlüdürler. Bu alanlarda otlatma hakkının üstünde hayvan otlatılamaz, otlatma haklarından fazla hayvan otlatanlardan bu ücret, fazla her hayvan sayısı için üç katı olarak tahsil edilir. Muhtarlık veya belediyeler tarafından bu amaçla yapılacak tahsilat, o yerin mera alanlarının ıslah ve geliştirilmesi amacı ile köy sandığına veya belediye bütçeinde ayrı bir hesaba gelir kaydedilir ve amacı dışında kullanılamaz.

Komisyonca tespit edilen ücret ve para cezalarının takip ve tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.”;

“Yükümlülükleri Yerine Getirmeyenler” başlıklı 27. maddesinde ise;

“26 ncı maddede öngörülen hususlara riayet etmeyen ve yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanma hakları, Bakanlık taşra teşkilatının teklifi ve valilik onayı ile en az 7 gün, en çok 30 gün süre ile geçici olarak, aynı fiilin tekrarı halinde ise yararlanma hakkı bir otlatma dönemi için iptal edilir.

Yasaklanmış yerlerde hayvanlarını otlatmaya devam edenlerle mera, yaylak ve kışlak arazisini sürmek sureti ile tahrip edenler ve izinsiz inşaat yapanlar hakkında, valilik tarafından 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun ile Türk Ceza Kanununun 513 üncü ve devamı maddelerine göre gerekli kanuni işlem yapılır.

Birinci ve ikinci fıkralarda belirtilen fiilleri işleyenleri zamanında duyurmayan muhtar, belediye başkanı gibi bu Kanunun uygulanmasında görev ve sorumluluk verilen kişiler hakkında, genel hükümlere göre işlem yapılır.” denilmiştir.

Olayda, Köprüköy İlçe Jandarma Komutanlığınca Savatlı Köyünde icra edilen Önleyici Hizmet devriyesinde; yaz mevsimlerinde bu köyde kendisine ait 3-4 ve komşularına ait toplam 57 adet büyük baş hayvanı toplu halde otlattığını, çobanlık yapmak suretiyle, ailesini geçindirdiğini belirten davacının, köy merasında; Mera Komisyon Başkanlığının tahsis etmiş olduğu 4 büyükbaş hayvandan başka 53 adet fazla hayvan otlattığının tespit edilmesi üzerine; Köprüköy Kaymakamlığı(İlçe Tarım Müdürlüğü) tarafından, Mera Kanunu’nun 26.maddesini ihlal ettiğinden bahisle davacı adına 1.605,90 YTL idari para cezası uygulanmasına ilişkin 14.8.2008 tarih ve 577 sayılı işlem tesis edilerek davacıya bildirildiği; Davacının da, para cezasının iptali istemiyle dava açtığı; komisyonların oluşmasına, komisyonun aldığı tahsis kararına karşı bir itirazının bulunmadığı anlaşılmıştır.

Dava konusu işleme dayanak gösterilen 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 26.maddesinde “… Bu alanlarda otlatma hakkının üstünde hayvan otlatılamaz, otlatma haklarından fazla hayvan otlatanlardan bu ücret, fazla her hayvan sayısı için üç katı olarak tahsil edilir….” kuralında yer alan, fazla hayvan otlatanlardan alınan üç kat ücret ifadesinin; davalı İdarece idari para cezası niteliğinde olduğu kabul edilerek işlemin tesis edildiği görülmektedir.

4342 sayılı Mera Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4342 sayılı Mera Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Pasinler Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 31.12.2009 gün ve D.İş No: 2008/298, D.İş Karar No: 2008/298 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/111

KARAR NO     : 2011/15

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı halk otobüsünde yolcu olarak bulunan davacının, durakta inmekte olduğu sırada otobüsün hareket etmesi sonucunda düşerek kalça kemiğinin kırılması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın, işletenin hukuki sorumluluğu çerçevesinde özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : N. A.

Vekili : Av. K. T. K.

Davalılar : 1-Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. İ. İ.

2- K. A.

3- A. A.

O L A Y             : Davacı vekili, müvekkilinin 03.2008 tarihinde A. A. yönetiminde B 9 hattındaki halk otobüsünde seyahat ederken, durma düğmesine basıldığını, müvekkilinin inerken otobüsün birden hareket ettiğini, müvekkilinin yere düşerek kalça kemiğini kırdığını, bu nedenle A. A. hakkında kamu davası açıldığını, Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/738 E.nolu dosyası ile A. A.’nın taksirle adam yaralama suçundan cezasının sabit görüldüğünü; müvekkilinin yaşının ileri olduğunu, kalçası kırıldığı için ameliyat olduğunu, bacağına platin konulduğunu, kaza nedeniyle oldukça ıstırap çektiğini, halen de evden dışarı çıkamadığını ve yürüyemediğini; müvekkilinin devam eden tedavisi nedeniyle 5.000 YTL maddi ve 10.000 YTL manevi tazminat taleplerinin bulunduğunu; bu nedenle davalı idareye 10.11.2008 tarihinde başvurduklarını, ancak davalı idarenin 31.12.2008 tarihli yazı ile, böyle bir aracın ve şoförün olmadığından bahisle istemlerini reddettiğini; bunun üzerine bu kişilerin (araç sahibi K. A., sürücü A. A.) T.C. numaraları ve araç plaka numaralarını (16 M 00339) bildirir dilekçe ile 19.02.2009 tarihinde davalı idareye tekrar başvurduklarını, ancak davalı idarenin 25.03.2009 tarihli yazıyla istemlerini reddettiğini ifade ederek sonuçta; 5.000 maddi ve 10.000 YTL manevi tazimatın davalı idareden ve diğer davalılardan müteselsilen ve müştereken alınarak müvekkiline verilmesi istemiyle 27.05.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilince, birinci savunma dilekçesinde; aracın maliki, sürücüsü ile davacının karıştığı olayın haksız fiil, görevli yargı merciinin de adli yargı olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

BURSA 2. İDARE MAHKEMESİ; 29.07.2009 gün ve E: 2009/557 sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; "İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; idarelerin, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerini, gereği gibi yerine getirmek, hizmetin işleyişini sürekli olarak kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla ilgili bu yükümlülüklerini, yerine getirmemek, hizmetin kötü veya geç işlemesi veya gereği gibi işlememesi suretiyle oluşan hizmet kusuru nedeniyle, söz konusu gerekçelerle yaratılan uyuşmazlıkların, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/b maddesinde tanımı yapılan tam yargı davaları kapsamında idare hukuku kuralları çerçevesinde incelenmesi gerektiğinden, davanın görüm ve çözümünün idare mahkemesinin görev alanına girdiğinin görüldüğü; bakılan davada da, uyuşmazlığın esasını oluşturan iddiaların idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığı, yürütülen kamu hizmetinin özel ve tüzel kişilere yaptırılması ve zararın bu hizmetin yürütümü sırasında meydana gelmesi, yürütülen hizmetin kamu hizmeti niteliğini değiştirmeyeceği ve idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağından, davanın görüm ve çözümünün idare mahkemesinin görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin, haksız fiile ilişkin bütün davaların adli yargıda görüldüğünü, trafik kazalarının da haksız fiil kapsamında yer aldığını ileri sürerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 28.08.2009 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacının, halk otobüsünde seyahat ederken, durma düğmesine bastıktan sonra otobüsten inerken otobüsün birden hareket etmesi nedeniyle yere düşerek kalça kemiğini kırması sonucunda ameliyat olduğu, bacağına platin konulduğu ve bu süreçte yaşının ileri olması nedeniyle oldukça ıstırap çektiğini ileri sürerek uğradığı maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle davalı idare aleyhine idari yargı yerinde açılan iptal davasında, davalı idarenin görev İtirazında bulunduğunun görüldüğü; konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan hukuki ilişkinin incelenmesinin gerektiği; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun Büyükşehir Belediyesinin görev, yetki ve sorumluluklarının düzenlendiği 7. maddesinin (f) bendinde: "Büyükşehir ulaşım ana planını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak; ulaşım ve toplu taşıma hizmetlerini planlamak ve koordinasyonu sağlamak; kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergahlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek." hükmü; 7/p maddesinde de: "Büyükşehir içindeki toplu taşıma hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, Büyükşehir sınırları içindeki kara ve denizde taksi ve servis araçları dahil toplu taşıma araçlarına ruhsat vermek" hükmünün yer aldığı; diğer taraftan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasında" Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar." ve değişik beşinci fıkrasında" İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerini taşımakta; 106 maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır." hükmüne yer verildiği; anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, böylece, motorlu aracın işletilmesinden doğan zararların tazmini konusunda, motorlu aracın sahibinin özel ya da kamu tüzel kişisi olması bakımından bir ayrım yapılmayarak kamu kurum ve kuruluşlarının da özel hukuk kişileri gibi aynı esaslara göre sorumlu olmalarının kabul edildiğinin anlaşıldığı; öte yandan, dava konusu olayda, davacının zarar gören yolcu olması, davalının ise taşıyıcı sıfatının olması karşısında uyuşmazlığın, taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinden kaynaklanmakta olduğu, davalı idarenin, kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda ticari alanda yürüttüğü taşımacılık faaliyetinin özel hukuk hükümlerine tabi olduğu hususu ile taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği birlikte göz önüne alındığında olayda idari bir eylem veya işlemden doğmuş bir zararın olmadığının anlaşıldığı; dolayısıyla, taşıma sözleşmesi kapsamında yolcunun uğradığı zarardan dolayı taşıyıcının tazmin yükümlülüğünün belirlenmesine ilişkin bulunan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı halk otobüsünde seyahat eden yolcunun durakta inmekte olduğu sırada otobüsün hareket etmesi sonucunda düşerek kalça kemiğinin kırılması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle Bursa 2. İdare Mahkemesinde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7/p maddesinde, "Büyükşehir içindeki toplu taşıma hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, Büyükşehir sınırları içindeki kara ve denizde taksi ve servis araçları dahil toplu taşıma araçlarına ruhsat vermek" Büyükşehir Belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları arasında sayıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun "işletilen ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu" başlıklı 85. maddesinin değişik birinci fıkrasında, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" hükmüne, değişik beşinci fıkrasında, "işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükmüne, 90. maddesinde, "Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne, "Devlete ve Kamu Kuruluşlarına Ait Araçlar "başlıklı 106. maddesinde de, Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, bu hükümlere göre, 106. maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının, sahip oldukları araçların sebep olduğu zararlardan dolayı idare hukuku kurallarına değil, bu Yasada düzenlenen "işleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu" çerçevesinde Borçlar Kanunu'nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine tabi kılındığı, bu suretle 2918 sayılı Yasa ile, bu Yasada tanımlanan araçların işletilmesinden doğan zararların tazmini konusunda araç sahibinin özel yada kamu tüzel kişisi olması bakımından bir farklılık gözetilmeyerek kamu kurum ve kuruluşlarının da özel hukuk tüzel kişileri gibi aynı esaslara göre sorumlu olduklarının kabul edildiği; bu durumda, belediyeye ait otobüsün trafik kural ve gereklerine tabi olarak seyir halinde iken neden olduğu zararların tazmini istemiyle açılan davanın, işletenin hukuki sorumluluğu çerçevesinde özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği sonucuna varıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalılardan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı halk otobüsünde yolcu olarak bulunan davacının, durakta inmekte olduğu sırada otobüsün hareket etmesi sonucunda düşerek kalça kemiğinin kırılması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılmıştır.

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (f) bendinde, “büyükşehir ulaşım ana plânını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak; ulaşım ve toplu taşıma hizmetlerini plânlamak ve koordinasyonu sağlamak; kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek”, (p) bendinde ise, “büyükşehir içindeki toplu taşıma hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, büyükşehir sınırları içindeki kara ve denizde taksi ve servis araçları dahil toplu taşıma araçlarına ruhsat vermek” büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları arasında sayılmıştır.

Öte yandan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu” başlıklı 85. maddesinin, değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; bu bölümün sonunda yer alan, 90. maddesinde, “Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır” denilmekte; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan hükümlerin incelenmesinden, 106. maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının, sahip oldukları motorlu araçların sebep olduğu zararlardan dolayı idare hukuku kurallarına değil, bu Yasada düzenlenen “ işleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu” çerçevesinde Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine tabi kılındığı; bu suretle 2918 sayılı Yasa’da, motorlu aracın işletilmesinden doğan zararların tazmini konusunda, motorlu aracın sahibinin özel ya da kamu tüzel kişisi olması bakımından bir farklılık gözetilmeyerek işaret edilen kamu kurum ve kuruluşlarının da özel hukuk tüzel kişileri gibi aynı esaslara göre sorumlu olduklarının kabul edildiği anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Yasa’nın anılan açık hükümleri karşısında, kamu idaresine ait motorlu aracın, trafik kural ve gereklerine tabi olarak karayolunda seyir halinde iken neden olduğu zararların tazmini istemiyle açılan davanın, işletenin hukuki sorumluluğu çerçevesinde özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan, 2918 sayılı Yasa’nın “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlığını taşıyan 110. maddesinde (Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.), “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir” denilmiş, Yasa’nın Geçici 21. maddesinde ise (Ek: 11/1/2011-6099/15 md.), “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre, 6099 sayılı Kanun hükümlerinin 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe girmesi ve bakılan davanın 27.5.2009 tarihinde idari yargıda açılmış olması karşısında; göreve ilişkin madde hükmünün bu uyuşmazlıkta uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun kabulü ile İdare Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Bursa 2. İdare Mahkemesi’nin 29.07.2009 gün ve E: 2009/557 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/112

KARAR NO     : 2011/16

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesine göre sigorta idaresince resen düzenlenen ek belgelere göre hesaplanan prim borcu ve gecikme zammının iptali ve ödenen miktarın iadesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Tenka İnş. Taah. Nak. İth. İhr. Tic. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. A. Ç.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı(SSK İskenderun Sigorta Müdürlüğü)

Vekili                  : Av. A. Ü.

O L A Y             : Davacı şirkete ait işyeriyle ilgili olarak İskenderun Sigorta Müdürlüğü tarafından yapılan kontrollerde, 2006/10 ayına ait sigortalı çalışmalarının sebepsiz olarak 30 günün altında bildirildiğinin tespit edildiği belirtilerek, 506 sayılı Yasanın 79. maddesine ve 4447 sayılı Yasaya istinaden Ek Aylık Prim ve Hizmet Belgesinin düzenlenerek 30 gün içinde Müdürlüklerine verilmesi 22.1.2007 gün ve 3651 sayılı yazı ile istenmiş; ancak bu belgelerin süresinde düzenlenmemesi üzerine İdarece; 12.3.2007 gün ve 16070 sayılı işlem ile, bu belgelerin resen düzenlendiği belirtilerek; 138,23 TL prim aslı, 11,68 TL İSP ve 22,60 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 172,51 TL borç tahakkuk ettirilmiştir.

Diğer taraftan 506 sayılı Yasanın 79. maddesinin ihlal edildiğinden bahisle, aynı Yasanın 140. maddesinin c fıkrasında belirtilen; “c) Bu Kanunun 79 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca verilmesi gereken belgeleri anılan fıkrada belirtilen süre içinde Kuruma vermeyenlere her bir fiil için belgenin;

1- Asıl nitelikli olması halinde aylık asgari ücretin üç katını geçmemek kaydıyla Kuruma verilmiş olan belgede kayıtlı sigortalı sayısı başına aylık asgari ücretin 1/5'i tutarında,

2- Ek nitelikte olması halinde Kuruma verilmiş olan her bir ek belge için aylık asgari ücretin 1/8'i tutarında,

Şu kadar ki, ek belgenin 79 uncu maddenin üçüncü fıkrasına istinaden Kurumca re'sen düzenlenmesi durumunda aylık asgari ücretin üç katı tutarında,

3- Mahkeme kararı ile veya denetim elemanlarınca yapılan tespitler sonucunda ya da kamu kurum ve kuruluşları tarafından düzenlenen belgelerden hizmetleri veya kazançları Kuruma bildirilmediği veya eksik bildirildiği saptanan sigortalılarla ilgili olması halinde, belgenin asıl veya ek nitelikte olup olmadığı, işverence düzenlenip düzenlenmediği üzerinde durulmaksızın aylık asgari ücretin üç katı tutarında,(…) İdari para cezası verilir.” hükmü uyarınca 12.3.2007 gün ve 16067 sayılı işlemle davacı şirkete 1.593.00YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı şirket tarafından; ihale kapsamında iş taahhütlerinde bulundukları için SSK'ya prim borçlarının bulunmaması gerektiğinden, 172,51 YTL’nin ödendiği, İdari Para Cezası için de 27.03.2007 tarihinde itiraz edildiği, ancak itirazlarının aynı gerekçe ile kurum tarafından reddedilip, 20.06.2007 tarih ve 37944 sayılı yazı ile 27.06.2007 tarihinde kendilerine tebliğ edildiği belirtilerek; sonuçta, 1.593,00 YTL idari para cezasının kaldırılmasına, eksik günler için tahakkuk ettirilen 172.51 YTL prim ve gecikme zammının iadesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

İSKENDERUN İŞ MAHKEMESİ: 13.03.2008 gün ve E: 2007/578, K:2008/77 sayı ile; dava dilekçesinin özeti yapıldıktan sonra; davalı kurum vekilinin cevap dilekçesinde özetle; öncelikle açılan davaya görev itirazlarının olduğunu, 506 sayılı yasanın 09.05.2007 tarih 5655 sayılı yasa ile değişik 140. maddesindeki düzenleme nedeniyle davanın Hatay İdare Mahkemesinin görevli olduğunu talep ettiği; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının davalı kurumca tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptalini talep ettiği, 506 sayılı yasanın 09.05.2007 tarihli değişik 140. maddesi gereğince; idari para cezalarına tebliğden itibaren 15 gün içinde kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, kurumca itirazı reddedilenlerin kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabileceğini hüküm altına aldığı, bu hüküm gereğince davanın idare mahkemesinde açılması gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, davacı şirket adına 1.593 YTL idari para cezası tahakkuk ettirilmesine ilişkin işlem ile, 172,51 YTL prim ve gecikme zammı tahakkuk ettirilmesine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Hatay İdare Mahkemesi: 27.05.2009 gün ve E: 2008/351, K: 2009/725 sayı ile; davalı idare tarafından 1.593 YTL idari para cezası tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16067 sayılı işlem ile, 172,51 YTL prim ve gecikme zammı tahakkuk ettirilmesine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle davacı vekili tarafından tek dilekçe ile dava açıldığı anlaşılmakta ise de; mevzuat hükmü gereğince idari para cezası tahakkuk ettirilmesine ilişkin işleme ayrı, prim ve gecikme zammı tahakkuk ettirilmesine ilişkin işleme ayrı dilekçelerle dava açılmasının gerektiği nedeniyle; dava dilekçesinin, 2577. Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15.maddesinin 1.fıkrası (d) bendi gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde 5. maddeye uygun şekilde düzenlenerek her bir işlem hakkında yeniden dava açmakta serbest olmak üzere reddine karar vermiştir.

Davacı vekili, dilekçesini yenileyerek bu kez; davacı şirkete aylık prim ve hizmet bildirgeleri ile eksik gün bildirimlerini yasal süre içinde vermediğinden bahisle 138,23 TL prim aslı, 11,68 TL İSP ve 22,60 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 172,51 TL prim borcu tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16070 sayılı işlemin iptali ve ödenen miktarın iadesi istemiyle tekrar idari yargı yerinde dava açmıştır.

HATAY İDARE MAHKEMESİ: 16.09.2009 gün ve E: 2009/890, K: 2009/1352 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'un 14.maddesinin 3/a bendine göre dava dilekçelerinin "görev ve yetki" yönünden inceleneceği, adli yargının görevli olduğu konularda açılan davanın aynı Kanun'un 15. maddesi 1/a bendi uyarınca reddedileceğinin öngörüldüğü; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 79. maddesinde "Sigorta müfettişi tarafından, Kuruma bildirilmediği tespit edilen asgari işçilik tutarı üzerinden Kurumca resen tahakkuk ettirilen sigorta primleri bu Kanunun 80 inci maddesi de nazara alınarak işverene tebliğ olunur. İşveren, tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma itiraz edebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca İtirazın reddi halinde, işveren, kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvurulması prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz." hükmüne yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, davacı şirkete 10/2006 döneminde aylık prim ve hizmet bildirgeleri ile eksik gün bildirimlerini yasal süresi içinde vermediğinden bahisle 138,23 TL prim aslı, 11,68 TL İSP ve 22,60 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 172,51 TL prim borcu prim borcu tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16070 sayılı işleme yapılan itirazın reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, yukarıda anılan kanun hükmü gereğince uyuşmazlığın adli yargı mercilerince çözümlenmesinin gerektiği nedenleriyle; davanın, 2577 sayılı Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında, “138,23 TL prim aslı, 11,68 TL İSP ve 22,60 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 172,51 TL prim borcu tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16070 sayılı davalı idare işlemin iptali ve ödenen miktarın iadesi istemi” yönünden anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, sigorta idaresince resen düzenlenen ek belgelere göre hesaplanan prim borcu ve gecikme zammının iptali ve ödenen miktarın iadesi istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Prim belgeleri ve ölçümleme” başlıklı 79. maddesinin ikinci fıkrasında; “EK: Fıkra; 08/09/1999 - 4447/11 md.) Ay içinde bazı işgünlerinde çalıştırılmadığı ve ücret ödenmediği beyan edilen sigortalıların otuz günden az çalıştıklarını açıklayan bilgi ve belgelerin işverence prim bildirgelerine eklenmesi şarttır.”; üçüncü fıkrasında, “(EK: Fıkra; 08/09/1999 - 4447/11 md.) Sigortalıların otuz günden az çalıştığını gösteren bilgi ve belgelerin Kuruma verilmemesi veya verilen bilgi ve belgelerin Kurumca geçerli sayılmaması halinde, otuz günden az bildirilen sürelere ait primler Kurumca re'sen tahakkuk ettirilerek 80 inci madde hükümlerine göre tahsil olunur. Uygulamanın usul ve esasları altı ay içinde yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir.”; yedinci fıkrasında(Değişik yedinci fıkra: 29/7/2003-4958/37 md.), “Fiilen veya iş yeri kayıtlarından tespit edilecek her türlü bilgiden ya da kamu kuruluşları tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı tespit edilen sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re'sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir”, sekizinci fıkrasında ise, “İşveren, tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz tahsilatı, durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili mahkemeye başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması prim borcunun tahsil ve takibini durdurmaz” ve aynı Kanunun 134. maddesinde, “Bu kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür” hükmü yer almıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin yedinci fıkrasında (Değişik yedinci fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.), “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re'sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmü yer almıştır. 5510 sayılı Kanun’un sözü edilen maddeleri 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, sonradan yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasa’nın 86 ve 101. maddeleri gözetildiğinde, 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesi uyarınca resen tahakkuk ettirilen prim borcundan doğan uyuşmazlıklara bakmakla iş mahkemesinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İskenderun İş Mahkemesi’nce verilen 13.03.2008 gün ve E: 2007/578, K:2008/77 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/122

KARAR NO     : 2011/17

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Sigorta idaresince resen düzenlenen ek belgelere göre hesaplanan prim borcu ve gecikme zammının kaldırılması ve ödenen miktarın iadesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Tenka İnş. Taah. Nak. İth. İhr. Tic. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. A. Ç.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

                            (Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı-devredilen)

Vekili                  : Av. M. E.

O L A Y : Davacı şirkete ait işyeriyle ilgili olarak İskenderun Sigorta Müdürlüğü tarafından yapılan kontrollerde, 2005/12, 2006/1,2,3,4 aylarına ait sigortalı çalışmalarının sebepsiz olarak 30 günün altında bildirildiğinin tespit edildiği belirtilerek, 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesine ve 4447 sayılı Yasa’ya istinaden Ek Aylık Prim ve Hizmet Belgesinin düzenlenerek 30 gün içinde Müdürlüklerine verilmesi 22.1.2007 gün ve 3650 sayılı yazı ile istenmiş; ancak bu belgelerin süresinde düzenlenmemesi üzerine İdarece, 12.3.2007 gün ve 16069 sayılı işlem ile, bu belgelerin resen düzenlendiği belirtilerek 2.091,92 TL prim aslı, 176,79 TL İSP ve 641,90 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 2.910,61 TL borç tahakkuk ettirilmiştir.

Diğer taraftan, 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesinin ihlal edildiğinden bahisle aynı Yasanın 140. maddesinin c fıkrası uyarınca 12.3.2007 gün ve 16068 sayılı işlem ile davacı şirkete 7.965,00 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı şirket tarafından, ihale kapsamında iş taahhütlerinde bulundukları için SSK'ya prim borçlarının bulunmaması gerektiği, bu nedenle, 2.910,61 TL’nin ödendiği, idari para cezası için de 27.03.2007 tarihinde itiraz edildiği, ancak itirazlarının aynı gerekçe ile Kurum tarafından reddedilip, 20.06.2007 tarih ve 37943 sayılı yazı ile 27.06.2007 tarihinde kendilerine tebliğ edildiği belirtilerek, sonuçta, 7.965,00 TL idari para cezasının kaldırılmasına, eksik günler için tahakkuk ettirilen 2.910,61 TL prim ve gecikme zammının iadesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

İSKENDERUN İŞ MAHKEMESİ; 13.3.2008 gün ve E:2007/579, K:2008/76 sayı ile, dava dilekçesinden söz ederek, davalı Kurum vekilinin cevap dilekçesinde özetle; 506 sayılı Yasa’nın 9.5.2007 tarih ve 5655 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesindeki düzenleme nedeniyle Hatay İdare Mahkemesinin görevli olduğunu ileri sürerek davanın reddini talep ettiği; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının davalı Kurumca tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptalini talep ettiği, 506 sayılı Yasa’nın 9.5.2007 tarih ve 5655 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesinde, idari para cezalarına tebliğden itibaren 15 gün içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabileceklerinin hüküm altına alındığı, bu hüküm gereğince davanın idare mahkemesinde açılması gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, Hatay İdare Mahkemesi’nin dilekçe ret kararı üzerine yenilediği dilekçesi ile, 2.091,92 TL prim aslı, 176,79 TL İSP ve 641,90 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 2.910,61 TL borç tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16069 sayılı işlemin iptali ve ödenen miktarın iadesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

HATAY İDARE MAHKEMESİ; 16.9.2009 gün ve E:2009/889, K:2009/1351 sayı ile, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 79. maddesinde, "Sigorta müfettişi tarafından, Kuruma bildirilmediği tespit edilen asgari işçilik tutarı üzerinden Kurumca resen tahakkuk ettirilen sigorta primleri bu Kanunun 80 inci maddesi de nazara alınarak işverene tebliğ olunur. İşveren, tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma itiraz edebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazın reddi halinde, işveren, kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvurulması prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz" hükmüne yer verildiği, dosyanın incelenmesinden, davacı şirkete 2005/12 ve 2006/1,2,3,4 dönemlerinde aylık prim ve hizmet bildirgeleri ile eksik gün bildirimlerini yasal süre içinde vermediğinden bahisle 2.091,92 TL prim aslı, 176,79 TL İSP ve 641,90 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 2.910,61 TL borç tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.3.2007 tarih ve 16069 sayılı işleme yapılan itirazın reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, yukarıda anılan kanun hükmü gereğince uyuşmazlığın adli yargı mercilerince çözümlenmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2.091,92 TL prim aslı, 176,79 TL İSP ve 641,90 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 2.910,61 TL borç tahakkuk ettirilmesine ilişkin 12.03.2007 tarih ve 16069 sayılı işlemin iptali ve ödenen miktarın iadesi istemi yönünden anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece, adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, sigorta idaresince resen düzenlenen ek belgelere göre hesaplanan prim borcu ve gecikme zammının iptali ve ödenen miktarın iadesi istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Prim belgeleri ve ölçümleme” başlıklı 79. maddesinin ikinci fıkrasında, “EK: Fıkra; 08/09/1999 - 4447/11 md.) Ay içinde bazı işgünlerinde çalıştırılmadığı ve ücret ödenmediği beyan edilen sigortalıların otuz günden az çalıştıklarını açıklayan bilgi ve belgelerin işverence prim bildirgelerine eklenmesi şarttır”; üçüncü fıkrasında, “(EK: Fıkra; 08/09/1999 - 4447/11 md.) Sigortalıların otuz günden az çalıştığını gösteren bilgi ve belgelerin Kuruma verilmemesi veya verilen bilgi ve belgelerin Kurumca geçerli sayılmaması halinde, otuz günden az bildirilen sürelere ait primler Kurumca re'sen tahakkuk ettirilerek 80 inci madde hükümlerine göre tahsil olunur. Uygulamanın usul ve esasları altı ay içinde yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir”; yedinci fıkrasında(Değişik yedinci fıkra: 29/7/2003-4958/37 md.),Fiilen veya iş yeri kayıtlarından tespit edilecek her türlü bilgiden ya da kamu kuruluşları tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı tespit edilen sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re'sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir”; sekizinci fıkrasında ise, “İşveren, tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz tahsilatı, durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili mahkemeye başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması prim borcunun tahsil ve takibini durdurmaz” ve aynı Kanunun 134. maddesinde, “Bu kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür” hükmü yer almıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin yedinci fıkrasında(Değişik yedinci fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.), “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re'sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmü yer almıştır. 5510 sayılı Kanun’un sözü edilen maddeleri 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, sonradan yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasa’nın 86 ve 101. maddeleri gözetildiğinde, 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesi uyarınca resen tahakkuk ettirilen prim borcundan doğan uyuşmazlıklara bakmakla iş mahkemesinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İskenderun İş Mahkemesi’nin 13.3.2008 gün ve E:2007/579, K:2008/76 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/137

KARAR NO     : 2011/18

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının sahibi olduğu taşınmazın, arkasında bulunan istinat duvarından çıkan yağmur sularından zarar gördüğü ileri sürülerek Türk Telekomünikasyon A.Ş.’ne karşı biriken suların tahliyesi ile uğranılan zararın tazmini istemiyle özelleştirme tarihinden sonra açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : S. Ö.

Davalılar             : 1- Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili                  : Av. T. B.

2- Artvin Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. S.

3- Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. H. S. A. (Hazine Avukatı)

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde, Artvin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/23 D.İş sayılı dosyasının incelenmesinden anlaşılacağı üzere sahibi olduğu taşınmazın, arkasında bulunan istinat duvarından çıkan yağmur sularından çok olumsuz etkilendiğini, bu suların binanın statik sisteminde çatlaklar oluşmasına neden olduğunu, istinat duvarı temelinden çıkan yağmur sularının sebep olduğu olumsuz etkilerin giderilebilmesi için çeşitli inşaat imalatları yapıldığını, bu imalatlara 5.668,82 TL harcandığını, ayrıca harç, mahkeme yolluğu ve bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 257,90 TL masraf yapıldığını, bu miktarlar toplamının davalılarca ödenmesi durumunda, ayrıca yağmur sularının zarar verdiği noktadan bilirkişi raporu esas alınarak tahliyesinin yapılmasıyla mağduriyetinin giderilmesinin mümkün olacağını, davalıların görevlerini yerine getirmemelerinin taşınmazına zarar verdiğini, binaya yapılan bu müdahalenin meni için dava açmak zaruretinin hasıl olduğunu, davalı Türk Telekom A.Ş. Artvin İl Müdürlüğü’ne verdiği 2.2.2005 tarih ve 255 sayılı ve 17.12.2007 tarihli dilekçelerinin, Karayolları Bölge Müdürlüğü Artvin Bölge Şefliğine verdiği 6587 sayılı ve 18.4.2008 tarihli dilekçesinin, Başbakanlık Bilgi Merkezi 1.4.2008 - 57256 başvuru sayılı dilekçesinin cevapsız kaldığını, Artvin Belediye Başkanlığı’na verdiği 11.2.2008 tarihli dilekçeye cevap aldığını, bugüne kadar hiçbir olumlu adım atılmadığından müdahalenin önlenmesine, şu ana dek harcamış olduğu 5.926,72 TL tutarın tarafına ödenmesine, suyun tahliyesinin sağlıklı bir şekilde sağlanarak müdahalenin bu şekilde giderilmesini talep zorunluluğunun doğduğunu ileri sürerek davalıların taşınmazına yaptıkları müdahalenin önlenmesine, suyun tahliyesinin sağlanmasına ve 5.926,72 TL tazminatın da dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle Türk Telekom A.Ş., Artvin Belediye Başkanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü’ne karşı 14.7.2008 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

ARTVİN SULH HUKUK MAHKEMESİ; 18.11.2008 gün ve E:2008/176, K:2008/286 sayı ile, davacı dava dilekçesi ile, kendisine ait taşınmazın arkasında bulunan yol kenarındaki istinat duvarının çatlaklarından sızan yağmur sularının yolun alt kısmında bulunan kendisine ait taşınmaza zarar verdiğini, davalılar tarafından gerekli alt yapı ve su tahliye çıkışlarının sağlam yapılmamasından dolayı yağmur sularının istinat duvarından sızarak zarara neden olduğunu, davalı Kurumlara verdiği dilekçelere rağmen bu güne kadar herhangi bir olumlu cevap verilmediğini belirterek yağmur sularının sağlıklı bir şekilde tahliyesinin sağlanmasına karar verilmesini ve yağmur suları nedeniyle taşınmazında oluşan 5.926,72 YTL zarara ilişkin tazminatın davalılardan alınarak kendisine verilmesini talep ettiği, Mahkemelerince taraflara usulüne uygun davetiye tebliğ edilerek taraf teşkilinin sağlandığı, davacının, dosya kapsamındaki beyanlarında özetle, dava dilekçesini tekrarladığı ve davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiği, davalı vekillerinin, dosya kapsamındaki beyanlarında, davacının iddialarının doğru olmadığını, açılan davanın haksız olduğunu belirterek açılan davanın reddine karar verilmesini talep ettikleri, davacıya ait binada meydana gelen zararın tespiti için Artvin Asliye Hukuk Mahkemesi’nde davacının talebi ile yaptırılan tespit dosyası olan 2008/23 D.İş sayılı dosyanın dosya içerisine celp edildiği, yapılan incelemede davacının talebi üzerine yapılan 30.6.2008 tarihli keşif sonucu alınan bilirkişi raporu ile, davacıya ait olduğu belirtilen binada Artvin şehiriçi karayolu kenarlarında bulunan istinat duvarlarındaki çatlak ve temelden sızan yağmur sularının zarara neden olduğunun belirlendiği, dava dilekçesi, taraf beyanları, Artvin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/23 D. İş sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde, davacının, yağmur sularının tahliyesi için gerekli ve yeterli alt yapı hizmetlerinin davalılar tarafından yerine getirilmediğini, karayolu kenarında bulunan istinat duvarı ve su tahliye kuyularının yetersiz olduğunu, bu nedenle yağmur sularının sağlam yapılmayan istinat duvarından sızarak kendisine ait binaya zarar verdiğini iddia ettiği, davacının taşınmazına davalılar tarafından yapılmış haksız bir fiil, tecavüz iddiasının mevcut olmadığı, dava dilekçesindeki davacı iddiaları, 2008/23 D.İş sayılı tespit dosyasındaki keşif ve bilirkişi raporları dikkate alındığında, davanın konusunun davalı idarelerin yol yapımı, alt yapı hizmetleri gibi hizmet kusurlarından kaynaklanan zararın giderilmesi mahiyetinde olup, hizmet kusuru esasına dayalı olarak davalı idare aleyhine açılacak davalarda görevli yargı yolunun idari yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ’nin 7.4.2009 gün ve E:2009/3567, K:2009/4376 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, dilekçe ret kararları üzerine yenilediği dilekçesi ile, biriken suların tahliyesi istemine ilişkin 4.3.2010 günlü başvurusunun, olayın Belediyenin sorumluluğunda olduğu ileri sürülerek reddine ilişkin Türk Telekomünikasyon A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü’nün 16.3.2010 gün ve 766 sayılı işleminin iptali ile 5.926,72 TL zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle Türk Telekomünikasyon A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü’ne karşı 22.3.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

RİZE İDARE MAHKEMESİ; 16.4.2010 gün ve E:2010/148 sayı ile, Artvin İli, Merkez Orta Moroğlu Çıkmazı mevkiinde bulunan ve tapunun 206 ada, 81 numaralı parselinde kayıtlı bulunan taşınmazın maliki olan davacı S. Ö. tarafından, taşınmaz üzerinde bulunan iki katlı binanın yanındaki yol üzerinde Türk Telekom tarafından yaptırılan kablo menholünün usulüne uygun yapılmadığından bahisle istinat duvarına su sızıntıları olduğu, bu sızıntıların binaya zarar verdiği ileri sürülerek, şebeke boyunca akıp menholda biriken suların tahliye edilmesi istemiyle yapılan başvurunun, yağmur yağması nedeniyle suların taşkınlık oluşturarak eve sızması konusunun Belediye alt yapısı ile ilgili olduğu gerekçesiyle reddine ilişkin Türk Telekom A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü'nün 16.3.2010 tarih ve 0766 sayılı kararının iptali ve oluştuğu ileri sürülen 5.926,72 TL zararın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Türk Telekom A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü'ne karşı açılan davada, dava dilekçesi ve eklerinin incelenerek gereğinin görüşüldüğü, dava dosyası ve dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı tarafından, iki katlı binanın yanındaki yol üzerinde Türk Telekom tarafından yaptırılan kablo menholünün usulüne uygun yapılmadığından bahisle istinat duvarına su sızıntıları olduğu, bu sızıntıların binaya zarar verdiği ileri sürülerek şebeke boyunca akıp menholda biriken suların tahliye edilmesi ve 5.926,72 TL zararın tazmin edilmesi istemiyle Türk Telekom A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü, Artvin Belediye Başkanlığı ve Karayolları Trabzon Bölge Müdürlüğü hasım gösterilmek suretiyle Artvin Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2008/176 numaralı Esasına kayden açılan davada, adı geçen Mahkeme tarafından 18.11.2008 tarih ve 2008/286 sayılı karar ile, davalı idarelerin yol yapımı, alt yapı hizmetleri gibi hizmet kusurlarından kaynaklanan zararın giderilmesi mahiyetinde olduğu, hizmet kusuru esasına dayalı olarak idari yargıda dava açılması gerektiğinden bahisle görev ret kararı verildiği, bunun üzerine davacı tarafından Türk Telekom A.Ş. Artvin İl Telekom Müdürlüğü'ne karşı işbu davanın açıldığının anlaşıldığı, Türk Telekom hisselerinin tamamı Hazine'ye ait bulunmakta iken, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin % 55 oranındaki hissesinin blok olarak satışına ilişkin nihai devir işlemlerine dair kararın yürürlüğe konulması hakkında karar uyarınca % 55 oranındaki hissesinin blok olarak satışı suretiyle Türk Telekom A.Ş.nin özelleştirilmiş bulunduğu, böylece Türk Telekom özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirket olup, 14.11.2005 tarihli hisse satış sözleşmesi ile satılmış olduğundan, kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan mevzuat hükümlerinin artık Türk Telekom A.Ş.'ne uygulanma imkanı bulunmadığından, adı geçen şirketin verdiği iddia edilen zarar nedeniyle açılacak davanın adli yargının görevinde olduğu sonuç ve kanaatine varıldığı, öte yandan, 24.7.2009 tarih ve 27298 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2.2.2009 tarih ve E:2008/142, K:2009/19 sayılı kararının da varılan sonucu teyit eder nitelikte olduğu, bu nedenlerle, Artvin Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 18.11.2008 tarih ve E:2008/176, K:2008/286 sayılı kararı ile adı geçen Mahkeme kendisini görevsiz gördüğünden, görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde belirtilen hükmün aksine, idari yargı dosyasının, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında her iki yargı yerinde de davalı konumunda bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden ve suların tahliyesi ile uğranılan zararın tazmini isteminden doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının sahibi olduğu taşınmazın, arkasında bulunan istinat duvarından çıkan yağmur sularından zarar gördüğü ileri sürülerek biriken suların tahliyesi ile uğranılan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır” ; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve olay tarihi itibariyle, çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Olayda, davacının sahibi olduğu taşınmazın, arkasında bulunan istinat duvarından çıkan yağmur sularından zarar gördüğü ileri sürülerek biriken suların tahliyesi ile uğranılan zararın tazmini istemiyle adli ve idari yargı yerinde özelleştirme tarihinden sonra dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerleri görevli olduğundan, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının, Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Rize İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Artvin Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 18.11.2008 gün ve E:2008/176, K:2008/286 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ, Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/140

KARAR NO     : 2011/19

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Migros Türk T.A.Ş.

Vekilleri              : Av. B. Ö. – Av. E. H. B.

Davalı                 : Didim Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. Vedat Ege

O L A Y : Didim Belediye Başkanlığı’nın 11.9.2007 gün ve 1073 sayılı Encümen kararı ile, Tansaş Didim Şubesi ünvanıyla faaliyet gösteren ve işletmeciliğini Migros Türk A.Ş.’nin yapmakta olduğu işyerinde 29.8.2007 tarihinde yapılan kontrolde, satışa sunulan Namet marka ürünlerde etiketlerin 5179 sayılı Kanun’a aykırı olarak yapıştırma etiket olduğunun Zabıtaca tespit edilerek Zabıt Varakası düzenlendiği, buna göre 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15/b maddesi gereğince, adı geçen şirkete 1.000 YTL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DİDİM (YENİHİSAR) SULH CEZA MAHKEMESİ; 27.12.2007 gün ve D.İş:2007/652 sayı ile, itiraz edenin Didim Belediye Başkanlığı’nın uygulamış olduğu 11.9.2007 tarih ve 1073 karar sayılı Encümen kararı ile verilen idari para cezasına karşı itirazda bulunduğu, talep eden vekili dilekçesinde özetle; yapıştırma etiketin yasaya ve tebliğe uygun olduğunu, Didim Belediyesi’nin idari para cezası verme yetkisinin bulunmadığını, usulsüz ve yetkisizce idari para cezası verildiğini, bu nedenle idari para cezasının haksız olarak verildiğini belirterek kaldırılmasını talep ettiği, itiraz dilekçesinin Belediye Başkanlığına tebliğ edildiği, Belediye Başkanlığınca itiraza ilişkin idari işlem evraklarının onaylı örneklerinin gönderildiği, ayrıca itiraza ilişkin cevap da verildiği, gelen evrakların incelenmesinde, cevap dilekçesinde; itiraz konusu kararda belirtildiği üzere zabıt varakasına konu ürünlerin üzerinde yapıştırma etiket bulunduğu, oysa, Tebliğin 5. maddesinin d bendi uyarınca tüm yazıların, fonla kontrast teşkil edecek şekilde yazılması gerektiği, aykırılık nedeniyle Belediye Kanunu'nun 15/b maddesi uyarınca 1.000,00 YTL idari para cezası verildiğinin belirtildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesine göre idari yaptırım kararlarına karşı açıkça idari yargı merciine dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda idari yargı merciinin, açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması halinde adli yargının görevli olduğunun hüküm altına alındığı, bu durumda, 5179 sayılı Kanun’un 30. maddesinde, "Bu cezalara karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir" denilmek suretiyle yetkili idare mahkemesine dava açılabileceğinin belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, adli yargıdaki davası devam ederken Encümen kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 29.7.2008 gün ve E:2007/1464, K:2008/1249 sayı ile, davanın, Aydın İli, Didim İlçesi, Yenimahalle, Atatürk Bulvarı, Gonca Caddesi adresinde bulunan Tansaş Didim Şubesi unvanlı davacı şirket tarafından işletilen işletme hakkında 5179 sayılı Yasa uyarınca 1.000,00 YTL idari para cezası uygulanmasına ilişkin 11.9.2007 gün ve 1073 sayılı davalı idare Encümen kararının iptali istemiyle açıldığı, 5.6.2004 tarih ve 25483 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun'un "Cezaların Tahsili ve İtirazlar" başlıklı 30. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir. Verilen idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine, verilen karar kesindir.(...)" hükmü yer almaktayken 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 543. maddesiyle 5179 sayılı Yasa'nın 30. maddesinin, "Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahalli mülki amir yetkilidir" şeklinde değiştirildiği, aynı Yasanın geçici 2. maddesinde ise, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kovuşturma evresinde bulunan dava dosyaları hakkında: a) Mahkemenin görevli olmaması halinde, dosya üzerinde yapılacak inceleme sonucunda verilecek görevsizlik kararıyla dosya, görevli mahkemeye gönderilir. b) Daha önce soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış olan işlem ve kararlar hukuki geçerliliklerini sürdürürler" hükmüne yer verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun muhtelif maddelerinden söz ederek, dava dosyasının incelenmesinden, Aydın İli, Didim İlçesi, Yenimahalle, Atatürk Bulvarı, Gonca Caddesi adresinde bulunan Tansaş Didim Şubesi unvanlı davacı şirket tarafından işletilen işletmede 29.8.2007 tarihinde yapılan denetimde, Namet marka ürünlerde 5179 sayılı Yasa’ya aykırı olarak yapıştırma etiket olduğunun saptanması nedeniyle 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15/b maddesi gereğince davacı şirkete dava konusu Encümen kararı ile 1.000,00 YTL idari para cezası verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik sonucu idare mahkemesinde dava açılabileceğine ilişkin düzenlemenin yürürlükten kaldırılmış olması ve kabahatler hakkında uygulanacak genel kanun olan Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağına ilişkin hükümleri ve Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da değişiklik yapan 5728 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca davacının 5179 sayılı Yasa'ya aykırı davrandığından bahisle kesilen idari para cezasına ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, ikinci kez, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DİDİM (YENİHİSAR) SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2010 gün ve D.İş:2010/26 sayı ile, itiraz eden vekili 12.12.2008 tarihli dilekçesi ile, Didim Belediye Başkanlığı tarafından 11.9.2007 tarih ve 1073 sayılı karar ile hakkında idari para cezası verildiğini, bu cezanın haksız olduğunu belirterek kaldırılması istemi ile Mahkemelerine itirazda bulunduğu, itiraz eden tarafın Didim Belediye Başkanlığı'nın uygulamış olduğu 11.9.2007 tarih ve 1073 sayılı idari para cezasına karşı 9.7.2007 tarihinde Mahkemelerinde itiraz yoluna başvurduğu, Mahkemelerince 27.12.2007 tarihinde, 2007/652 D.İş sayılı karar ile, 5179 sayılı Yasa’nın 30. maddesi uyarınca idari yargıya başvuru yapılabileceğinden 5326 sayılı Yasa’nın 28/1-b maddesi gereğince 27.12.2007 tarihinde başvuru talebinin görevsizlik nedeniyle reddine karar verildiği, Mahkemelerinin 27.12.2007 tarih ve 2007/652 D.İş sayılı kararı üzerine itiraz eden vekilinin, Aydın 1. İdare Mahkemesi’ne idari yaptırıma karşı başvurduğu, ancak, Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 2007/1464 Esas, 2008/1249 Karar sayılı dosyasında, 8.2.2008 tarihinde 5728 sayılı Yasa ile 5179 sayılı Yasa’da yapılan değişiklik dikkate alınarak karşı görevsizlik kararı verildiği, bu kararın ise 8.11.2008 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı, tüm dosya kapsamına göre, her iki dosya arasında görev uyuşmazlığı doğduğu, görev uyuşmazlığının giderilmesi için 2247 sayılı Yasa’nın 15. maddesine göre davanın taraflarından başvuru olmadığı, idari para cezaları ceza davası mahiyetinde olmadığından bu hususta resen başvurunun söz konusu olmadığı anlaşılmakla, Mahkemelerinin görevsizlik kararı Uyuşmazlık Mahkemesi’nce kaldırılmadan itiraz eden vekilinin 12.12.2008 tarihli itirazının mükerrer talep nedeniyle reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle Didim Belediye Başkanlığı’nın 11.9.2007 tarih ve 1073 karar sayılı idari yaptırım kararı ile ilgili mükerrer itiraz başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Davacının başvurusunun, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (d) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29. maddesinde, bu Kanuna uymayanlara uygulanacak cezai hükümler düzenlenmiş; 30. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 543. maddesiyle,Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

13/6/2010 gün ve 27610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 47. maddesinde, “(1) 27/5/2004 tarihli ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır” ve 49. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) 46 ncı maddesinin birinci fıkrası, 1/4/2010 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

b) 31 inci maddesinin birinci fıkrası, 33 üncü maddesi, 46 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile geçici 1 inci maddesinin dördüncü fıkrası yayımı tarihinde,

c) Diğer hükümleri yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,

yürürlüğe girer” denilmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezası verilecek hususlar düzenlenmiş; ancak, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5179 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Didim (Yenihisar) Sulh Ceza Mahkemesi’nin 27.12.2007 gün ve D.İş:2007/652 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/155

KARAR NO     : 2011/20

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının, Uzman J. Çavuş olarak görev yapmakta iken Jandarma Genel Komutanlığınca, disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle TSK ile ilişiğine son verildiği tarihten önceki rahatsızlıklarından ötürü, sağlık durumunun sınıfı görevini yapamayacak derecede olduğunun tespiti suretiyle, 5434 sayılı Yasa uyarınca adi malûl kabul edilerek emekli edilmesi için yaptığı başvurunun, zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : B. S.

Vekili                  : Av. S. A.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. F. A., Av. S. Y.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, Jandarma Genel Komutanlığı emrinde Uzm.J.V.Kad. Çvş olarak görev yapmakta iken 14.04.2009 tarihli işlem ile "Disiplinsizlik ve Ahlaki Neden" gerekçesiyle TSK ile olan ilişiğine son verilmiş olduğunu; işlemin iptali istemi ile 07.05.2009 tarihinde dava açıldığını, davanın halen layihalar sürecinde bulunduğunu; bir kısmı dava dilekçesi ekine sunulu raporlardan da anlaşılacağı üzere, davacı/müvekkilinin meslek yaşamı içerisinde ciddi sağlık sorunları yaşadığını, uzun erimli tedavi sürecine maruz kaldığını; fakat tedavi sürecinin devam ettiğinin kesin rapor ile hidayete ermediği koşullarda TSK ile olan ilişiğine son verilmiş olduğunu; meslek yaşamı içersinde var olan rahatsızlıkları nedeniyle, davacının 5434 ile 5510 sayılı Yasanın amir hükümleri gereği adi maIûl addedilerek emekliliğe sevk edilmesi gerektiği halde, bu işlemin tesis edilmemiş olunmasının hukuka aykırı olduğunu; müvekkilinin TSK ile olan ilişiğine "Disiplinsizlik ve Ahlaki Neden" ile son verildiği tarih ve koşullarda sınıfı görevini yapamayacak derecede malul olduğunun kabul edilerek malulen emeklisi yolundaki isteminin, davalı kurum tarafından zımnen reddedildiğini belirterek, sonuçta; davacının adi malûl sayılmayıp bu yolla emekli edilmemesine dair davalı kurumun menfi işleminin iptaline; işlemin iptali halinde, davacının ilişiğinin kesildiği tarihten itibaren işlemiş aylıkların yasal faizleri ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili tarafından, davanın çözümünde AYİM’nin görevli olduğu ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ, ÜÇÜNCÜ DAİRE BAŞKANLIĞI; 21.01.2010 gün ve GEN. NO:2009/2634, E:2009/1044 sayı ile; dava ve Sosyal Güvenlik Kurumu tahsis dosyasında yapılan incelemeden, 1989 yılında Uzman Jandarma okulunu takiben uzman jandarma çavuş olarak hizmete başlayan davacının 2002 yılındaki siciline nazaran kademe ilerlemesi yapamadığı, işlediği suç nedeniyle 11.06.2004­ - 09.08.2004 tarihleri arasında tutuklulukta kaldığı, 15.01.2008 - 06.10.2008 tarihleri arasında açıkta kaldığı, yargılama sonucunda verilen 5 aylık hapis cezası hükmünün açıklanmasının geriye bırakıldığı, kararın kesinleşmesini müteakip Uzman Jandarma Kanunun 15'inci maddesi ile Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliğinin 70 ve 71 'inci maddeleri gereğince disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesilmesine ve 5434 Sayılı Kanunun 39/e maddesinin uygulanmasına karar verilerek 14 Nisan 2009'da statü dışına çıkarıldığı, Davacı hakkında Çorlu Asker Hastanesinin 03 Haziran 2005 tarihli sağlık kurulu raporunun bulunduğu bu raporda, kilo fazlalığı, diabetus mellitus ve bilateral mixt astiğmat teşhisi ile davacıya SMK istirahatsız 2000 kalori diyeti uygulandığı ve sınıfının kıta kadrolu olmayan yerlerinde istihdam edilmesinin önerildiği, ayrıca Ankara Mevki Asker Hastanesinin 14 Kasım 2008 tarihli sağlık kurulu raporu ile de aynı rahatsızlıklar belirtilerek 1200 kalorilik diyet önerildiği ve 6 ay hava değişimi verildiği, hava değişimi süresi bitmeden davacının disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle statü dışına çıkarıldığı, çıkarıldıktan sonra vekili aracılığı ile belirtilen rahatsızlıklar nedeniyle adi malüI sayılması istemi ile davalı kuruma başvurulduğu, zımni ret üzerine ise dava açıldığının anlaşıldığı; Davalının ikinci cevap layihasında gerekçe belirtmeksizin görev itirazında bulunmuş olmakla bu konuda bir karar vermenin gerektiği; Anayasa'nın 157'nci maddesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Kanunun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Kanunla değişik 20'nci maddesinde de aynı hükme yer verilmiş olduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi” ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; 1602 sayılı Kanunun değişik 20'nci maddesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erlerle sivil memurların asker kişi sayıldığı, Davacının hizmetten ayrılmış subay olması nedeniyle askeri kişi olduğunda kuşku bulunmadığı; görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden, idari işlemin "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının tesbiti için, işlemin konusuna bakılmasının gerektiği, genel görevli idari yargı kolu işlevini sürdürürken özel görevli Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kurulmasının, 1602 sayılı Kanunun gerekçesinde de belirtildiği gibi askeri hizmetin genel idari ölçülere göre farklı yapısı ve askeri hizmete ilişkin işlemlerin bu alanda uzman bir kurulca denetlenmesi ihtiyacından kaynaklandığı; eğer idari işlemin tesisinde, asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural gerek ve gelenekleri göz önünde tutularak değerlendirilmiş ise, bu idari işlemin askeri nitelikli olduğu kabul edileceği, bu halde işlem askeri olmayan makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesinin gerektiği; davanın konusunu, yukarıda da geniş olarak özetlendiği üzere 3466 Sayılı Kanun hükümlerine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinde istihdam edilen uzman Jandarma 5. Kad. Çvş. rütbesindeki bir kimsenin statüden ayrılmadan önceki rahatsızlıklarından ötürü adi malul sayılıp sayılmayacağı hususunun oluşturduğu, davada tartışılması gereken sorunun bu olduğu; Davacı vekili malulen emeklilik konusundaki istemini, davacı statüden çıkarıldıktan sonra yapmış ise de maluliyet nedenlerini hizmette iken içinde bulunan sağlık koşullarına dayandırmakta olduğu, bu hususların tespiti ve değerlendirilmesinin kanılarınca askeri hizmet gerekleri ile ilgili bir durum olduğu nedeniyle, davanın görüm ve çözüm merciinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin 04.10.2004 gün ve E.2004/69, K.2004/64, E.2004/71, K.2004/66 sayılı kararlarının da aynı doğrultuda olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiştir.

Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 157 nci maddesine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." Hükmünün yer aldığı; anılan kurala göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu bulunduğu; olayda, Uzman J. Çavuş olarak görev yapmakta iken Jandarma Genel Komutanlığınca "disiplinsizlik ve ahlaksızlık" nedeniyle TSK ile ilişiğine son verildiği 14.04.2009 tarihi itibariyle sağlık durumunun, sınıfı görevini yapamayacak derecede olduğunun tespiti suretiyle 5434 sayılı Yasa uyarınca adi malul kabul edilerek emekli edilmesi için yaptığı başvurunun cevap verilmeyerek reddine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve 14.04.2009 tarihinden itibaren işlemiş aylıklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açtığı davada, ilgili hakkında 14.04.2009 tarihi itibariyle sınıfı görevini yapamayacak derecede malul olduğu yolunda sağlık kurumlarınca yapılmış bir tespit bulunmadığı; ayrıca, "disiplinsizlik ve ahlaksızlık" nedeniyle TSK ile ilişiğine son verilen davacı hakkında 5434 sayılı Yasa'nın maluliyet aylığı hükümlerinin uygulanması isteğinin cevap verilmeyerek reddine ilişkin dava konusu işlemin tesis edilmesi aşamasında askeri hizmete ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı gibi, yargısal denetimi aşamasında da askeri kural ve gerekler yönünden değil tamamen hukuki durum açısından bir denetim yapılmasının gerekmekte olduğu; bu durumda olayda, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmediği dikkate alındığında, davanın görüm ve çözümünün genel idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, AYİM Başsavcılığından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci maddesinde, Askeri Yüksek idare Mahkemesinin görevlerinin sayıldığı, anılan maddeye göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi; Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapmakla görevli olduğu, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı maddenin 2'nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün yer aldığı; 1602 sayılı Kanunun 21'inci maddesinin ilk fıkrasının da; "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır," hükmünü taşıdığı; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157'nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 ve 21'inci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin olma" şeklinde iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; davacının 1602 sayılı Kanunun 20/2'nci maddesi gereğince asker kişi sayıldığı, bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız bulunduğu; diğer koşulun ise davaya konu idari işlemin veya eylemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin veya eylemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin veya eylemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem veya eylem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesinin gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler ya da eylemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem ya da eylemler olduğu; mevcut davanın konusunu; 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu hükümlerine göre TSK.nde "uzman jandarma" statüsünde istihdam edilen davacının, "uzman jandarma" statüsünden ayrılmadan önceki rahatsızlıklarından ötürü adi malul sayılıp sayılmayacağı hususunu oluşturduğu; davacı vekilinin, adi maluliyet nedenlerini davacının hizmette iken içinde bulunduğu sağlık koşullarına dayandırdığı, bu hususların tespiti ve değerlendirilmesi askeri hizmet gerekleri ile ilgili bir durum olduğundan ve askeri kural ve gereklerin göz önüne alınması gerekeceğinden, dava konusu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olduğu sonucuna varıldığı; yapılan bu açıklamalara göre dava konusu olayda, Anayasanın 157 nci ve 1602 sayılı AYİM Kanununun 20 nci maddesinde öngörülen idari işlemin "askeri kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görevli olduğu gerekçesiyle; uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümü görevinin, idari yargı yerine değil; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne ait olduğu değerlendirildiğinden, davalı idarenin görev itirazının reddine dair AYİM.3.D.nin 21.01.2010 gün ve 2009/2634 Gensek., 2009/1044 Esas sayılı kararının kaldırılması yönündeki Danıştay Başsavcılığının Başvurusunun Reddine ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Görevli Olduğuna karar verilmesinin gerektiği yolunda, yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada genel idari yargının, A.Y.İ.M. Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Davacının, Uzman J. Çavuş olarak görev yapmakta iken Jandarma Genel Komutanlığınca, disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle TSK ile ilişiğine son verildiği 14.04.2009 tarihinden önceki rahatsızlıklarından ötürü, sağlık durumunun sınıfı görevini yapamayacak derecede olduğunun tespiti suretiyle, 5434 sayılı Yasa uyarınca adi malûl kabul edilerek emekli edilmesi için yaptığı başvurunun, cevap verilmeyerek reddine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve 14.04.2009 tarihinden itibaren işlemiş aylıklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi isteminden ibarettir.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Davacı vekili tarafından, müvekkili davacının Uzm.J. Çvş. olarak görev yaparken disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle TSK ile ilişiğine son verildiği 14.04.2009 tarihinden önceki rahatsızlıklarından ötürü, sağlık durumunun sınıfı görevini yapamayacak derecede olduğunun tespiti suretiyle, 5434 sayılı Yasa uyarınca adi malûl kabul edilerek emekli edilmesi amacıyla davalı kuruma başvurulduğu; davacı vekili tarafından bu başvuru, müvekkili statüden çıkarıldıktan sonra yapılmış ise de, malûliyet nedenlerinin, hizmette iken müvekkilinin içinde bulunduğu sağlık koşullarına dayandırıldığı, müvekkilinin uzun erimli tedavi sürecine maruz kaldığı fakat tedavi sürecinin devam ettiğinin kesin rapor ile sonuçlanmadığı koşullarda TSK ile olan ilişiğine son verilmiş olduğu ileri sürüldüğüne göre; davacının adi malûl sayılıp sayılmayacağının, eğer malûliyet durumu söz konusu ise bunun askerlik görevinin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmediğinin saptanmasında, tıbbi bulgu ve değerlendirmelerin yanı sıra askerlik hizmetinin amacı ve askeri görev yerlerinin özellikleri göz önüne alınarak ilgilinin askeri yeterlik ve yetenekleri ile askeri geçmişinin değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Bu durumda, dava konusu işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulü gerekir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. Maddesi uyarınca yapılan BAŞVURUSUNUN REDDİNE 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/182

KARAR NO     : 2011/22

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : P.Er olarak askerlik hizmetini yapmakta iken, sabah sporu sırasında, yüksekten düşme sonucunda yaralanan davacının, bu nedenle sakat kaldığını ileri sürerek kendisine vazife malüllüğü aylığı bağlanması isteğinin Davalı İdarece reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. G.

Vekili                  : Av. H. A.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. V. B., Av.N. Y.

O L A Y             : Davacı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı emrinde P.Er olarak askerlik hizmetini yapmakta iken, 03.04.1995 tarihinde sabah sporu sırasında, yüksekten düşme sonucunda yaralanmıştır.

GATA Ortopedi Servisinde tedavi gören davacı, 10.04.1995 günü ameliyata alınmış, belindeki T12 kemik kırığı sebebiyle çeşitli operasyonlar geçirmiş, değişik zamanlarda toplam 6 ay hava değişimi almış, 07.12.1995 tarihinde terhis olmuştur.

Davacının terhisten sonra da şikâyetlerinin devam etmesi ve başvurusu üzerine, kati raporun aldırılması amacıyla 50.Piyade Alayı 2. Tabur Komutanlığının (Lefkoşa-Kıbrıs) sevki ile Diyarbakır Asker Hastanesi Baştabipliğinde kontrolden geçmiş ve sonuçta; 16.04.2007 tarih ve 1541 sayılı Sağlık Raporuyla, askerliğe elverişli olmadığı, kırığın hayati fonksiyonlarını ağır derecede etkilediği, mevcut kırık dolayısı ile 45 gün iş ve güç kaybı olduğu tespit edilmiştir.

Davacının, sakatlığının askerlik hizmetinden kaynaklandığını ileri sürerek kendisine vazife malullüğü hükümlerinin uygulanarak aylık bağlanması için yaptığı başvuru; Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Vazife Malullüğü Tespit Kurulunun 07.02.2009 tarih ve 140 sayılı kararı ile, Vazife Malullüklerini Belirten Usul ve Belgeler Hakkındaki Tüzük hükümleri gereğince sunulması gereken görev emri, olay tutanağı, ayrıntılı kaza ya da idari tahkikat raporu gibi vazife malullüğünü tevsik edici belgeleri bulunmayan ve 5434 sayılı Yasanın 49. maddesinin son fıkrası uyarınca vazife malullüğünü belgeleyemeyen davacı hakkında, aynı Yasanın vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

Davacı vekili, müvekkilinin görev esnasında ve görevle ilgili bir faaliyet sebebiyle sakatlandığının açık olduğunu, bu sakatlığın devamlılığının TSK Sağlık Raporu ile ispatlandığını, görev emri, olay tutanağı ve idari tahkikat veya kaza evrakının davacının görevli olduğu birlikten taleple temin edilmesinin davalı kurumun sorumluluğunda bulunduğunu ifade ederek, sonuçta; davacının vazife malullüğü hükümlerinden faydalanamayacağına ilişkin davalı idarenin 07.02.2009 tarih ve 140 sayılı işleminin iptali istemiyle, genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, birinci savunma dilekçesinde, uyuşmazlığın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 8. İDARE MAHKEMESİ; 01.03.2010 gün ve E: 2009/753 sayı ile, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 20. maddesinde yer alan göreve ilişkin hüküm uyarınca, davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılabilmesi için işlem ve eylemin asker kişileri ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin olması şartlarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; davacının 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu uyarınca vazife malulü sayılıp sayılmayacağına ilişkin dava konusu uyuşmazlığın; asker kişiyi ilgilendirmekle birlikte askeri hizmete ilişkin bulunmadığı; bu durumda, idare hukuku alanına ilişkin olan, ancak askeri hizmete ilişkin bulunmaması nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına girmediği gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiştir.

Davalı Sandık vekilince süresinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, başvuru dilekçesiyle birlikte dava dosyası, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığına gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'inci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesince "Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2'inci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan Subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı; 1602 sayılı Kanunun 21 'inci maddesinin ilk fıkrasına göre, "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denildiği; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157'nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci ve 21'inci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesinin gerektiği; "Asker kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanunun 20'nci maddesinde sayılan asker kişilerden olması' anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana­ babası, çocukları vs.) olması halinde de söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edildiği, bu açıklamalara nazaran; davacının "asker kişi" olduğu konusunda tereddüt bulunmadığı; diğer koşulun ise davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu; dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının askerlik hizmetini yerine getirirken icra edilen sabah sporu esnasında düşme neticesi yaralanmanın meydana gelmesi nedeniyle sakatlandığını iddia ettiği ve davalı idare ile davacı arasında bu sakatlığın askerlik hizmetinin sebep ve tesiri ile meydana gelip gelmediği konusunda ihtilaf bulunduğunun görüldüğü; dava konusu ihtilaf çerçevesinde, vazife maluliyeti nedeniyle aylık bağlanması talebinin reddi işleminin hukuka uygunluğu denetlenirken; maluliyetin askerlik görevi nedeniyle meydana gelip gelmediğinin incelenmesi gerektiğinin açık olduğu; bu kapsamda olmak üzere, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, icra ettiği askeri görevler kapsamındaki tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerinin; askeri hizmetten kaynaklanan durumların, askeri görevlerin icra ediliş biçimlerinin, askeri kural ve gereklerin göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması nedeniyle, somut olayda "idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulunun da gerçekleştiğinin anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11.12.2006 gün ve 2006/246 E. 2006/236 K. sayılı kararında benzer bir davada aynı karara varıldığının görüldüğü; açıklanan nedenlerle, dava konusu olayda Anayasanın 157’nci ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20'nci maddesinde öngörülen idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10, 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca görev uyuşmazlığının halli için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, Ankara 8'inci İdare Mahkemesinin davada görevli olduğuna dair 01.03.2010 tarih ve 2009/753 sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına, karar verilmesini istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Danıştay Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 157’nci maddesine göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır." hükmünün yer aldığı; 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı; idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği; eğer idari işlem askeri gereklere askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin: idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu, işlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde görülmesinin gerekmekte olduğu; davacının 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız olduğu; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 12. maddesinin II/k. bendinde sayılan erlerin, vazife malûllükleri ile vazifeden doğma ölümleri halinde bu Kanunla tanınan haklardan faydalanacaklarına işaret edilmiş; 44. maddesinde, " Her ne sebeple olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar veya duçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere ( Malûl) denir ve haklarında bu Kanunun malûllüğe ait hükümleri uygulanır." hükmüne yer verilmiş; 45. maddesinde dört bentte belirtilen hallerde vazife malûllüğünün doğacağı öngörülmüş ve bunlardan (a) bendine göre, 44. maddede yazılı malûllüğün, iştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olması halinde buna "vazife malullüğü" ve buna uğrayana da "vazife malulü" denilmiş; 49. maddede ise, ilgililerin başvurularına ilişkin sürelerin düzenlenmiş bulunduğu; olayda, P.Er olarak askerlik hizmetini yapmakta iken, sabah sporu sırasında yüksekten düşmesi üzerine yapılan kırık tedavisi sonucunda, hakkında düzenlenen Diyarbakır Askeri Hastanesi Sağlık Kurulunun 06.07.2007 tarihli raporunda: TSK Personeli Sağlık Muayene Yönergesinin 63/B-F4 maddesi uyarınca "Askerliğe elverişli değildir. Kırık hayati fonksiyonlarını etkilemiştir. Mevcut kırığından dolayı 45 gün iş ve güç kaybı olmuştur." kararı verilen davacının, sakatlığının askerlik hizmetinden kaynaklandığını ileri sürerek kendisine vazife malullüğü hükümlerinin uygulanarak aylık bağlanması için yaptığı başvuru üzerine olayı değerlendiren Sosyal Güvenlik Kurumunca, gerekli belgeleri tevsik edemediğinden vazife malullüğünü belgeleyemeyen davacı hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanamayacağına karar verildiğinin anlaşıldığı; dava dilekçesinde, davacının askerliğe elverişli olmaması sonucunu doğuran sağlık sorununun, askerlik görevinden kaynaklandığı ileri sürülmekte olup, vazife malûlü olup olmadığının saptanmasında, tıbbi bulgu ve değerlendirmelerin yanı sıra askerlik hizmetinin amacı ve askeri görev yerlerinin özellikleri göz önüne alınarak ilgilinin askeri yeterlik ve yetenekleri ile askeri geçmişinin de değerlendirilmesi gerekeceğinin açık olduğu; bu durumda, davacının vazife malulü sayılması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulünün gerektiği; belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasanın 157. ve 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünün Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görevine girdiği; açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10 uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulünün gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasa’nın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1 maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA ile A.Y.İ.M. Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, askerlik hizmetini yapmakta iken, sabah sporu sırasında, yüksekten düşme sonucunda yaralanan erin, bu nedenle sakat kaldığını ileri sürerek kendisine vazife malüllüğü aylığı bağlanması isteğinin Davalı İdarece reddine ilişkin işlemin iptali isteminden ibarettir.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 12. maddesinin II/k. bendinde sayılan erlerin, vazife malûllükleri ile vazifeden doğma ölümleri halinde bu Kanunla tanınan haklardan faydalanacaklarına işaret edilmiş; 44. maddesinde, " Her ne sebeple olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar veya duçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere ( Malûl) denir ve haklarında bu Kanunun malûllüğe ait hükümleri uygulanır." hükmüne yer verilmiş; 45. maddesinde dört bentte belirtilen hallerde vazife malûllüğünün doğacağı öngörülmüş ve bunlardan (a) bendine göre, 44. maddede yazılı malûllüğün, iştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olması halinde buna "vazife malullüğü" ve buna uğrayana da "vazife malulü" denilmiş; 49. maddede, ilgililerin başvurularına ilişkin süreler düzenlenmiş; Geçici 203.maddede, “(04.04.1998 gün ve 4354 sayılı Kanunun 4. maddesi ile eklenmiştir.) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce, 5434 sayılı Kanunun 49 uncu maddesinde belirtilen süreler içerisinde müracaat edilmemiş olması sebebiyle haklarında vazife malullüğü hükümleri uygulanmamış olanların, vazife malullüklerinin bu Kanunun ilgili maddesine göre tevsik edilmesi şartıyla T.C. Emekli Sandığına müracaatları tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır. Ancak geçmiş süreler için aylık, aylık farkı ve emekli ikramiyesi veya farkı ödenmez.” hükümleri yer almış iken; anılan maddeler 31/05/2006 tarih, 5510 Sayılı Kanunun 106.maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Davacı vekili tarafından, P.Er olarak görev yapan müvekkilinin sakatlanmasına askerlik görevinin neden ve etkisinin bulunduğu ileri sürüldüğüne ve yaptıkları başvuru Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Vazife Malullüğü Tespit Kurulunun kararı ile, Vazife Malullüklerini Belirten Usul ve Belgeler Hakkındaki Tüzük hükümleri gereğince sunulması gereken görev emri, olay tutanağı, ayrıntılı kaza ya da idari tahkikat raporu gibi vazife malullüğünü tevsik edici belgeleri bulunmayan ve 5434 sayılı Yasanın 49. maddesinin son fıkrası uyarınca vazife malullüğünü belgeleyemeyen davacı hakkında, aynı Yasanın vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğine göre; davacının sakatlığının askerlik görevinin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmediğinin saptanmasında, tıbbi bulgu ve değerlendirmelerin yanı sıra askerlik hizmetinin amacı ve askeri görev yerlerinin özellikleri göz önüne alınarak ilgilinin askeri yeterlik ve yetenekleri ile askeri geçmişinin değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Bu durumda, dava konusu işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulü gerekir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 01.03.2010 gün ve E:2009/753 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/211

KARAR NO     : 2011/24

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davalı idareye ait araçta yolcu olarak bulunan J. Bçvş’un yaralanması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İ. U.

Vekili                  : Av. M. S. A.

Davalı                 : İçişleri Bakanlığı

Vekili                  : Av. G. B.

O L A Y : Davacı vekilince dava dilekçesinde, 5 Eylül 2007 tarihinde davalı tarafa ait aracın Foça - Yeni Foça karayolu üzerinde devrilmesi sonucu davacı J. Bçvş. İ. U. da dahil olmak üzere birden fazla kişinin ağır yaralandığı, davacının kaza sırasında araçta yolcu konumunda bulunduğu, davacının kaza nedeniyle geçirdiği ağır yaralanmanın ardından iki yıla yakın süre tedavisinin devam ettiği, kazadan önceki mesleğine yeniden başlamışsa da halen devam eden ve kalıcı nitelikte olduğu için devam edecek olan iş gücü kaybı nedeniyle ağır fiziksel efor ve yoğun dikkat gerektiren askerlik mesleğini kazadan önceki haline göre çok daha fazla efor sarf ederek yapmak zorunda kalacağı, davalı tarafın, davacının kaza sırasında içinde bulunduğu aracın sahibi ve 2918 sayılı Yasa uyarınca aracın işleteni konumunda olduğundan, davacının uğradığı tüm maddi ve manevi zararları tazminle yükümlü bulunduğu, davalının tam kusuruna dayanılmamış olup, her türlü denkleştirme sebeplerinin dikkate alındığı, davada kusur dereceleri ve sorumluluk sebepleri ne olursa olsun mevcut ve muhtemel tüm zincirleme sorumlular yönünden müteselsil sorumluluk hükümlerine dayanıldığı ileri sürülerek fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, davacı İ. U. için 500 TL maddi tazminat ve 30.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 30.500 TL maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 6.4.2010 gün ve E:2009/444 sayı ile, davalının görev itirazının karayolunda askeri aracın devrilmesi ile ilgili meydana gelen kazada yaralanan kişilerin tazminat davalarının K.T.K. hükümleri çerçevesinde bu tür davaların adli yargıda görülmesi nedeniyle davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte AYİM Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Davacı vekili tarafından, Ankara 7’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde kayda geçen 14.12.2009 tarihli dava dilekçesi ile; müvekkili J. Bçvş. İ. U.'nın, 5.9.2007 tarihinde 735652 plakalı askeri araçla Foça-Yenifoça karayolu üzerinde seyir halinde bulunduğu sırada, askeri aracın devrilmesi sonucu ağır yaralandığını; tedavisinin iki yıla yakın bir süre devam ettiğini; yaralanmanın sonucunda, müvekkilinde kalıcı bir sakatlık oluştuğunu ve iş güç kaybına maruz kaldığını; bu surette uğradığı zararlarının karşılığı olmak üzere 500 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davada; davalı Kurumca davaya bakmaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu gerekçesiyle itirazda bulunulduğu; Ankara 7’nci Asliye Hukuk Hakimliği’nin 6.4.2010 tarihli kararı ile görevlilik kararı verilerek bu itirazın reddedildiği; bahse konu görevlilik kararına davalı Kurumca 9.4.2010 tarihli dilekçe ile itiraz edilmesi üzerine; Ankara 7’nci Asliye Hukuk Hakimliği’nin 21.5.2010 tarihli yazısıyla, evrakın, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 10, 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması konusunda yetkili başsavcılık olan AYİM Başsavcılığı’na gönderildiğinin anlaşıldığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20'nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nce "Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile; asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2'nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı, 1602 sayılı Kanun’un 21'inci maddesinin ilk fıkrasına göre, "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denildiği, Anayasa’nın, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” başlıklı 157'nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20'nci ve 21'inci maddelerine göre, uyuşmazlık konusunun askeri idari yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesi gerektiği, davacının 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 20'nci maddesi 2'nci fıkrası gereğince asker kişi sayıldığı, bu nedenle dava konusunun asker kişiyi ilgilendirdiği, diğer koşulun ise davaya konu idari işlemin veya eylemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin veya eylemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin veya eylemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem veya eylem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler ya da eylemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem ya da eylemler olduğu, tüm bu hususlar nazara alındığında, dava konusu eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığı irdelendiğinde; davacının, önceden belirlenen ve onaylanan eğitim programları çerçevesinde, 2007 genel atamaları ile Foça Jandarma Komanda Eğitim Komutanlığı görevine atanan ve birliğe yeni katılan personelin oryantasyon eğitimi ile ilgili görevlendirme sonrasında, 5.9.2007 tarihinde saat 12.35 sularında 735652 plakalı askeri araçla Jandarma Komando Okul K.lığı’na dönüş sırasında, Foça-Yenifoça karayolu üzerinde seyir halinde bulunduğu sırada, askeri aracın devrilmesi sonucu yaralandığı; olayda, askeri araç şoförünün dikkatsizliği nedeniyle meydana gelen kazada idarenin hizmet kusuru içerisinde bulunduğunun anlaşıldığı, ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 106'ncı maddesinin, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmünü; aynı kanunun 90'ıncı maddesinin, "Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır" hükmünü taşıdığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85'inci maddesinde; işleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; 86'nci maddesinde ise; işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin, sorumluluktan kurtulması veya sorumluluğun azaltılması hususlarının düzenlenmiş bulunduğu, sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, esasen 85'inci maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, belirtilen hükümler çerçevesinde, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, olayda, askeri bir hizmetin yerine getirilmesi sırasında bu hizmet için tahsis edilen aracın, trafik kazası yapmasına bağlı olarak, araçtaki görevli davacı personelin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların tazmin edilmesi istenildiğine göre; zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargı yerinin görevli bulunduğu, yapılan bu açıklamalara göre dava konusu olayda Anayasa’nın 157’nci ve 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 20'nci maddesinde öngörülen idari eylemin "askeri kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı, (Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, benzer konulardaki 24.6.2002 gün ve 2002/36 Esas, 2002/28 Karar numaralı; 3.4.2001 gün ve 2000/20 Esas, 2000/47 Karar numaralı; 2.2.2009 gün ve 2008/84 Esas, 2009/10 Karar numaralı kararlarının da bu yönde olduğu), yukarıda açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10, 12 ve 13'üncü maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine; Ankara 7’nci Asliye Hukuk Hakimliği’nin davada "adli yargının görevli olduğu" yönündeki 6.4.2010 tarihli görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı İ. U. vekili tarafından davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2009/444 Esas sayılı tazminat davasında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/211 Esas sayılı dosyanın incelendiği, 05 Eylül 2007 tarihinde J. Bçvş. olan davacının da içinde bulunduğu 735652 plakalı aracın, 4. Jandarma Tugay Komando Komutanlığı emrine yeni katılan personele oryantasyon eğitiminin icrası kapsamında tatbikat arazisinin tanıtımı esnasında İzmir İli, Foça İlçesi, Yenifoça Beldesi, Kızıldağ ile Görmek Tepe arasında bulunan stabilize yolda şarampole yuvarlanması sonucu meydana gelen kazada davacının ağır yaralanması sonucunda oluşan iş gücü kaybı nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tazmini talebiyle Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesi gerektiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin değişik birinci fıkrasında, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar" hükmünün, değişik beşinci fıkrasında, "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur" hükmünün yer aldığı; 106 maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106 madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı, sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olmasının doğal olduğu, nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği, belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı, davada, yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğu hususuna gelince: Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği; 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması", eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamanın olanaklı olduğu, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, olayda, aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araç içinde görevli bulunan askerin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" ve "asker kişiyi ilgilendirmesi" koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli bulunduğu, bu nedenle; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'nın 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/444 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine AYİM Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile AYİM Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, İzmir İli, Foça İlçesi, Yenifoça Beldesi, Kızıldağ ile Görmek Tepe arasında bulunan stabilize yolda, 5 Eylül 2007 günü 4. Jandarma Komando Tugay Komutanlığı emrine yeni katılan personele eğitim arazisinin tanıtımı esnasında, yolcu olarak içinde bulunduğu aracın şarampole yuvarlanması sonucu yaralanan davacı tarafından, maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesinin değişik birinci fıkrası, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik beşinci fıkrası, “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Öte yandan; “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlığını taşıyan 110. maddesinde(Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.), “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir” ve Geçici 21. maddesinde(Ek: 11/1/2011-6099/15 md.) ise, “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir. 6099 sayılı Kanun hükümleri 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu durumda, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinde 6099 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının, adli yargıda görüleceği, zarar görenin kamu görevlisi olmasının, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemeyeceğinin açıkça belirtilmiş olması karşısında, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/226

KARAR NO     : 2011/25

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İmar planında imar yolunda kalan kaçak yapının yıkılması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : C. B.

Vekilleri              : Av. U. C. - Av. H. Y.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. İ. G.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıya ait Önder Mahallesi, Uygar Sokak, No:25, Altındağ adresinde bulunan (Altındağ 1. Bölge Tapu Müdürlüğü’nde 23416 ada ve 7 parsel) evin davalı Altındağ Belediye Başkanlığı tarafından kanunda belirtilen usullere uyulmadan 23.11.2009 tarihinde yıkıldığını, davacıya yıkımla ilgili yapılmış herhangi bir tebligat bulunmadığını, davalı Altındağ Belediyesi’nin yasalara aykırı şekilde yıkımı gerçekleştirdiğini, imar uygulaması nedeniyle bulunduğu yerde korunması mümkün olmayan yapı ve ağaç bedeli ödenerek gerekli tebligatlar yapıldıktan sonra yıkım yapılabileceği halde Belediye tarafından kamulaştırma yapılmadan, herhangi bir bedel ödenmeden ve hiçbir bildirim yapılmadan üç katlı evin, davacının evde bulunmadığı sırada ve hiçbir güvenlik tedbiri alınmadan yasa dışı olarak yıkıldığını, evin 12.5.1983 tarihinde Belediyeye müracaat edilerek kanunlara uygun hale getirildiğini, davacının 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/51 D. İş sayılı tespit kararı ile zararını tespit ettirdiğini, yapılan tespit sonucunda evin yapı bedeli olarak 60.536,70 TL belirlendiğini, davalı Belediyenin davacıya henüz hiçbir ödemede bulunmadığını, davacının evinin yıkımı neticesinde evin yapı bedeli olarak 60.536,70 TL, eşyalar nedeni ile 4.490,00 TL civarında zararının söz konusu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin dava hak ve talepleri saklı kalmak kaydıyla yapı bedeli olarak 10.000,00 TL ve eşyalar için 1.000,00 TL maddi tazminat ile 10.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 21.000,00 TL nin 23.11.2009 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan kaçak binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacıya hissesi oranında başka bir imar parselinden yer verildiği, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 6.5.2010 gün ve E:2010/10 sayı ile, davalı vekilinin görev yönünden vaki itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI;   Davacının, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Önder Mahallesi, 23416 ada, 7 sayılı parseldeki evine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle maddi ve manevi olmak üzere toplam 21.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/10 Esas sayısında kayıtlı dosyada açtığı davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiğinin anlaşıldığı, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamaları işlemlerinin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler olduğu, dosyanın incelenmesinden, Altındağ Belediye Meclisi kararı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin onayı ile yürürlüğe konulan "Alemdağ, Battalgazi, Hacılar, Önder, Ulubey Mahalleleri Gecekondu Islah İmar Planı" kapsamında imar düzenlemesi yapıldığı; imar uygulaması kapsamında davacının hissedarı bulunduğu parsele diğer hissedarların muvafakati alınmaksızın yapılan ve 2981 sayılı Yasa'ya uygun af başvurusu da olmayan izinsiz kaçak yapının imar yolu üzerinde kalması nedeniyle 3194 ve 775 sayılı Yasa'ların verdiği yetkiye dayanılarak yıkıldığı; imar uygulaması tamamlandıktan sonra, söz konusu taşınmazdaki hissesi şuyulandırılmış bulunan davacıya ait kaçak yapının yıkılmak suretiyle davalı Belediyece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere yıkılan yapı bedeli için 10.000 TL ve eşya bedeli için 1.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi olmak üzere toplam 21.000 TL tazminatın yıkım tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle dava açtığının anlaşıldığı, imar uygulaması sonucu oluşturulan imar yolunda kalan davacıya ait izinsiz ve kaçak yapının yıkılması nedeniyle, bu yapının ve içindeki eşyaların bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasına dayalı olarak açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de, davanın konusu, davalı idarece 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda kamu ortaklık paylarından oluşturulan ve imar planında "imar yolu" olarak ayrılmış bulunan taşınmazdaki hissesi şuyulandırılmış olan davacıya ait yapının bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1/b bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı, bu durumda, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı C. B. vekili tarafından davalı Altındağ Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2010/10 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/226 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Önder Mahallesi, 23416 ada, 7 sayılı kadastral parselde bulunan davacıya ait kaçak bina ve eklentilerin imar yolunda kalması nedeniyle kamulaştırmasız el atılarak yıktırılmasından dolayı uğranılan zarar nedeniyle 21.000 TL tazminat ödenmesi istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, davacıya ait kaçak bina ve eklentilerinin imar yolunda kalması nedeniyle kaçak yapı niteliğindeki binasının herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan imar planı uygulaması nedeniyle davalı Belediye tarafından yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açıldığı, davalı idarenin, davacıya ait binanın imar yolu üzerinde kalması ve kaçak olması nedeniyle yıkıldığını, davacıya da tapulu hissesine karşılık başka bir parselden yer verildiğini ve bu nedenle herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün olmadığını iddia ettiği, davacı tarafından Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit davasında, yapı için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedel dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtıklarının görüldüğü, bu nedenlerle, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/10 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :   Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Belediye vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıya ait Önder Mahallesi, Uygar Sokak, No:25, Altındağ adresinde bulunan (Altındağ 1. Bölge Tapu Müdürlüğü’nde 23416 ada ve 7 parsel) evin Belediye tarafından kamulaştırma yapılmadan, her hangi bir bedel ödenmeden ve hiçbir bildirim yapılmadan yıkıldığı ileri sürülerek fazlaya ilişkin dava hak ve talepleri saklı kalmak kaydıyla yapı bedeli olarak 10.000 TL ve eşyalar için 1.000 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 21.000 TL nin 23.11.2009 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

Davacı vekili dava dilekçesinde, Belediye tarafından kamulaştırma yapılmadan, her hangi bir bedel ödenmeden ve hiçbir bildirim yapılmadan içinde eşyaları varken evinin yıkıldığını, evin 12.5.1983 tarihinde Belediyeye müracaat edilerek kanunlara uygun hale getirildiğini ifade etmiştir.

Davalı idarece, binanın İmar Planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle davacıya tapulu hissesine karşılık başka parselden yer verildiği, söz konusu parselde bulunan bina için 2981 sayılı Yasa uyarınca gerekli harçların yatırılmadığı, yapı kullanma izin belgesinin alınmadığı, binanın ruhsata bağlanmadığı, diğer hissedarların muvafakatine ilişkin belge sunulmadığı, böylece kaçak yapı niteliği taşıyan binanın, herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan imar planı uygulaması nedeniyle yıkıldığı ileri sürülmüştür.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/51 D. İş sayılı dosyasında yaptırılan tespit neticesinde düzenlenen bilirkişi raporunda bina ve ev eşyası için bedel tespiti yaptırılmış ve bu bedelin bir miktarı dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması sonucu imar yolunda kalan binanın yıkılmasıyla birlikte, davacıya tapulu hissesine karşılık başka bir imar parselinden karşılanmak üzere yer verildiği anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE ilişkin Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 6.5.2010 gün ve E:2010/10 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde Üyelerden Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanununun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677,K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 7.2.2011

                            Üye                                                             Üye

                 Mahmut BİLGEN                                  Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/227

KARAR NO     : 2011/26

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasını ödeyen davacı tarafından, ödenen tutarın faizi ile birlikte iadesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : E. K.

Davalı                 : Datça Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. M. H.

O L A Y : Datça Belediyesi’nin 27.10.2004 gün ve 277 sayılı Encümen kararı ile, davacıya ait konutta Belediyeden izinsiz ve ruhsatsız olarak yapılan kaçak uygulamalar hakkında 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesine göre kaçak uygulamaların yasal duruma getirilmesi için 1 ay süre verilmesi, verilen süre sonunda kaçak uygulamalar kanuni duruma getirilmediği takdirde kaçak uygulamaların Belediyece yıkılarak masraflarının % 20 fazlasıyla mal sahiplerinden tahsil edilmesine; ayrıca 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesine göre 1.500.000.000 TL para cezası verilmesine karar verilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde, verilen para cezasını yasal hakları saklı kalmak kaydı ile Belediyenin taksit koşullarına uygun olarak ödediğini, ancak, Muğla İdare Mahkemesi ile Danıştay 6. Dairesi’nin dava açan kişiler lehine kararlar verdiğini, bu kararların sonucu olarak da, tahsil edilen 1.500 TL'nın Belediyeyi "sebepsiz zenginleştiren" bir "zoralım" olmaktan başka bir anlamı kalmadığını, Datça Belediyesi'nden parayı geri isteme hakkının olduğunu öğrendiği tarihten bugüne kadar (1) yıl geçmediğini, kaldı ki, işbu sebepsiz zenginleşme davasında davalı idare olup, geçen zamana bakmaksızın ittihaz ettiği yanlış işlemden dönebileceğini, ortaya çıkan bu durum karşısında Belediyeye bir dilekçe vererek düzeltme talep ettiğini, ancak, davalının, dilekçesine yasal süresi içinde cevap vermediğini, Datça Belediyesi’nin aldığı para ile kendi mal varlığında "sebepsiz zenginleşme” yarattığının net olarak ortaya çıktığını, Borçlar Kanunu’nun 61. ve 66. maddelerine göre 1.500 lirayı iade etmesi gerektiğini ileri sürerek Datça Belediye Başkanlığı'nın tahsil ettiği ve kendi mal varlığında "sebepsiz zenginleşme" yaratan 1.500 TL'nin yasal faizi ile birlikte tarafına iadesi hususunda karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ; 1.2.2010 gün ve E:2010/142, K:2010/75 sayı ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde, Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin birinci fıkrasından söz ederek, idari yargının görev alanının; idare hukuku kuralları içinde kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar nedeniyle açılan davaların görüm ve çözümüyle sınırlı olduğu, dava dosyasının incelenmesinden, Muğla İli, Datça İlçesi, Emecik Köyü, Karaincir mevkii, Karaincir Tatil Sitesi içerisinde bulunan 556 parsel, M adası, 13 numaralı binanın maliki olan davacının ruhsat ve eki projeye aykırı izinsiz eklenti ve değişiklikler yaptığı gerekçesiyle 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi uyarınca Datça Belediye Encümeni'nin 27.10.2004 tarih ve 277 sayılı kararı ile 1.500 TL idari para cezası ile cezalandırıldığı, borcu taksitler halinde ödedikten sonra aynı yerde bulunan başka bina sahiplerinin açtığı davalar sonucu Datça Belediye Encümen kararının hukuka aykırı bulunarak iptal edildiğinden bahisle "Sebepsiz Zenginleşme" nedeniyle ödediği miktarın Borçlar Kanunu’nun 60 ve 61. maddeleri uyarınca kendisine iadesine karar verilmesi istemiyle bu davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; "Sebepsiz Zenginleşme" iddiasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğundan, davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

DATÇA SULH HUKUK MAHKEMESİ; 18.5.2010 gün ve E:2010/75, K:2010/84 sayı ile, davacı 1.4.2010 havale tarihli dava dilekçesinde, Datça Belediye Başkanlığı’nın Karaincir Tatil Köyü’nde 300 den fazla konut maliki hakkında toprak zemin üzerine ruhsatsız teras yaptıkları gerekçesiyle yıkım kararı aldığını, aynı zamanda idari para cezası kestiğini, kendi evinin terasına da 1.500 TL ceza kesilerek tarafına tebliğ edildiğini, 1.500 TL nın yasal hakları saklı kalmak üzere Belediyenin taksit koşularına uygun olarak ödendiğini, ruhsatsız teras yapmaları nedeniyle ceza verilen kişilerden bazılarının idari yargıya başvurduklarını, Muğla İdare Mahkemesi’nce Belediye Encümeninin ilgili kararına dayalı işlemlerin iptal edildiğini, bu İdare Mahkemesi kararının Danıştay tarafından onaylandığını, ayrıca 3194 sayılı Yasa’nın 42/1 maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini, bu kararların sonucu olarak kendisinden tahsil edilen 1.500 TL nın Belediyeyi sebepsiz zenginleştiren bir zoralım olduğunu, Datça Belediyesi’nin kendisinden alınan parayı geri isteme hakkının olduğunu öğrendiği tarihten itibaren 1 yıllık sürenin geçmediğini, bu nedenlerle, Datça Belediye Başkanlığı’nın tahsil ettiği ve mal varlığında sebepsiz zenginleşme yaratan 1.500 TL’nın yasal faizi ile birlikte iadesi hususunda karar verilmesini talep ve dava ettiği, davacının, yargılama aşamasında alınan beyanında; dava dilekçesini tekrar ederek Belediyenin kendisinden haksız olarak aldığı paranın iadesini talep ettiğini beyan ettiği, davalıya usulüne uygun tebligat yapıldığı, davalı vekilinin davanın reddini talep ettiklerini beyan ettiği, Datça Belediye Encümeni’nin 27.10.2004 tarih ve 277 sayılı kararının, idari para cezasının davacıya tebliğine ilişkin belgenin, davacının idari para cezasını ödediğine ilişkin makbuzların, Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin 1.2.2010 tarih ve 2010/142-75 Esas, Karar sayılı görev yönünden red kararının, Muğla İdare Mahkemesi’nin Belediye Encümen kararının iptaline ilişkin 16.2.2006 tarih ve 2005/171-2006/473 Esas, Karar sayılı kararının dosya içinde bulunduğu, Muğla İdare Mahkemesi’nin bu kararının Danıştay 6. Dairesi’nin 23.12.2008 tarih ve 2007/375-2008/9465 Esas, Karar sayılı kararı ile onandığının anlaşıldığı, alınan taraf beyanları ve tüm dosya kapsamından, Datça Belediye Encümeni’nin 27.10.2004 tarih ve 277 sayılı kararı ile, Karaincir Sitesinde bulunan evlerin maliklerine toprak zemin üzerine ruhsatsız teras yaptıkları gerekçesi ile yıkım kararı alındığı, ayrıca idari para cezası verildiği, bu kararın davacıya 13.12.2004 tarihinde tebliğ edildiği, davacının Belediyenin taksit koşullarına uyarak idari para cezasını taksitler halinde ödediği; aynı Sitede kendisine Belediye tarafından idari para cezası verilen başka şahısların bu işlemin iptali yönünde Muğla İdare Mahkemesi’ne dava açtıkları, Muğla İdare Mahkemesi’nin Belediye Encümeninin ilgili kararını iptal ettiği, bu iptal kararının Danıştay tarafından onandığı, davacının Belediyeye ödediği 1.500 TL nın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi için Muğla İdare Mahkemesi’ne dava açtığı, Muğla İdare Mahkemesi’nce davanın görev yönünden reddine karar verildiğinin anlaşıldığı, her ne kadar davacı Datça Belediye Başkanlığı’na ödediği idari para cezasının kendisine iadesi talebi ile Mahkemelerine dava açmış ise de; dava konusu eylemin idari bir karar ve bu kararın neticesinde alınan yıkım ve idari para cezası niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’nın 7.7.2008 tarih ve 2007/468-2008/96 Esas, Karar sayılı kararı göz önünde bulundurulduğunda, davaya bakma görevinin idare mahkemesine ait olduğu, bu nedenlerle, Mahkemelerinin görevsiz olduğu sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının, davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği, Başkanlıkça, idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği, başkaca usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen para cezasını ödeyen davacı tarafından ödenen tutarın yasal faiziyle birlikte iadesi istemiyle açılmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi, 9.12.2009 gün ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ise de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır” denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı, ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idarece iadesi istenilen idari para cezası ile birlikte yıkıma da karar verildiği; idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü gözetildiğinde, ilgilisince ödenen idari para cezasının iadesi istemiyle açılan davanın çözümünde de, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davalarda olduğu gibi idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin 1.2.2010 gün ve E:2010/142, K:2010/75 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/231

KARAR NO     : 2011/27

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : P.Er olarak askerlik görevini yaptığı sırada mevzide arkadaşı tarafından vurularak ölen davacıların oğulları ile ilgili olarak, davalı İdarece vazife malulü olduğuna karar verilmesine karşılık; olayın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na göre değerlendirilerek aylık bağlanması için yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ’nde çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : Ş. Ç., S. Ç.

Vekili                  : Av. Ü. G.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. F. A.

O L A Y             : Davacılar vekili dava dilekçesinde, Siirt 3. Komd. Tug. 4 Komd. Tb.Ds. BI. K.lığı emrinde görevli P. Er E. Ç.’nin 08.11.2007 tarihinde Şırnak ili-Küpeli dağı kırmızı tepe üs bölgesi işgali operasyonu esnasında, bunalıma giren P. Onb. G.K.’nın silahından çıkan kurşun sonucu şehit olduğunu; bu olay nedeniyle şehidin "vazife malulü" olduğuna karar verilmiş olduğunu, ancak ölüm olayı 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilmediğinden, yetimleri olan anne ve babasına aylık bağlanmadığını; bu nedenle 21.10.2009 tarihinde idari başvuruda bulunulmuş ise de istemlerine olumsuz cevap verildiğini; vazife malulü kabul edilen şehidin olay anında ifa ettiği görevin tamamen terörle mücadele görevi olduğunu, olayın Şırnak ili Küpeli dağı - Kırmızı tepe üs bölgesi işgali operasyonu esnasında meydana geldiğini, mevziîn dağlık arazide bir tepede tesis edilmiş, önü uçurum olan ve etrafı kum dolu torbaları ile çevrili üzerine yeşil bir branda olan operasyon mevzii olduğunu, ulaşımın sadece helikopterle sağlanabildiğini; görevin kritik ve son derecede stresli olduğunu; bu nedenle görev yürütürken çeşitli nedenlerle bazı askerlerin bunalıma girmesi kaza, düşme, hastalık v.s. çeşitli nedenlerle ölüm ve yaralanmalar olmasının doğal olduğunu, tüm bunların terörle mücadele görevinin bir sonucu olduğunu; Kara Kuvvetleri Komutanlığının, olayı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirerek müvekkillerine 2330 sayılı Kanun hükümleri gereğince tazminat ödenmesine karar vermiş bulunduğunu ifade ederek, sonuçta; terörle mücadele görevi esnasında şehit olan P. Er E. Ç.’nin ölümünün 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilerek, şehidin anne ve babasına Kanunun atıfta bulunduğu 2330 sayılı Kanun gereğince aylık bağlanması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle, genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, ikinci savunma dilekçesinde, davada askeri idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİ: 12.02.2010 gün ve E: 2009/1401 sayı ile; Anayasa'nın 157 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği; 1602 sayılı Yasa'nın 20 nci maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir dayaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20 nci maddesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı; idari işlemin, görevli yargı yerinin tesbiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği; eğer idari işlem askeri gereklere askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu; işlem askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesinin gerektiği; uyuşmazlık konusu olayda, Siirt - Eruh Dağdönüşü Köyü güneydoğusunda bulunan Kırmızıtepe üst bölgesinde istirahat mevzisinde birlikte kaldığı P.Onbaşı Gökhan Köşebaşı’nın silahla ensesinden vurması sonucu ölen ve hakkında davalı idarece 5434 sayılı Kanun'un vazife malullüğüne ilişkin hükümlerinin uygulanmasına karar verilen P.Er E. Ç.'nin anne ve babası olan davacıların, oğullarının terörle mücadele görevinin sebep ve tesiri ile hayatını kaybettiği gerekçesiyle taraflarına 3713 sayılı Kanun'un 21. maddesinin 1. fıkrası uyarınca 2330 sayılı Kanun hükümlerince aylık bağlanması istemiyle yapmış oldukları başvurunun reddine ilişkin olan ve askeri hizmetin irdelenmesine ilişkin bulunmayan davanın görüm ve çözümünün genel idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dava dosyası Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesince "Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2 nci fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan Subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı; 1602 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin 1 inci fıkrasına göre, "20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek idari Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır" denildiği; Anayasanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başlıklı 157 nci maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 nci ve 21 inci maddelerine göre uyuşmazlık konusunun Askeri İdari Yargı yerinde görülebilmesi için iki şartın gerçekleşmesinin gerektiği; "Asker kişiyi ilgilendirme" şartından davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana­-babası, çocukları vs.) olması halinde de söz konusu şartın gerçekleştiğinin kabul edilmekte olduğu, bu açıklamalara nazaran; davacının "asker kişi" olduğu konusunda tereddüt bulunmadığı; diğer şartın ise, davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olmasına ilişkin bulunduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edileceği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin; idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlem olduğu; dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacıların şehit oğlu P.Er E. Ç.'nin mevziide arkadaşı tarafından vurulmasından dolayı görev esnasında vefat ettiği ve davalı idare ile davacı arasında bu konuda ihtilaf bulunduğunun görüldüğü, bu ihtilafın çözümü için açılan davada, davalı idare tarafından tesis edilen işlemin hukuka uygunluğunun denetimini yapacak yargılama makamının, "idari işlem veya eylemin yöneldiği asker kişinin, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bir görev ifa edip etmediği, yaralanması ve sakat kalmasının bu görev sırasında meydana gelen olaylardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı" hususlarını değerlendirmesi ve çözmesi gerektiğinin anlaşıldığı; dava konusu ihtilaf çerçevesinde, 3713 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanması talebinin reddi işleminin hukuka uygunluğu denetlenirken; olayın 3713 sayılı Kanun kapsamında bir görevin ifası sırasında ya da bu görev nedeniyle meydana gelip gelmediğinin incelenmesi gerektiğinin açık olduğu, bu kapsamda olmak üzere, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, icra ettiği askeri görevler kapsamındaki tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerinin; askeri hizmetten kaynaklanan durumların, askeri görevlerin icra ediliş biçimlerinin, askeri kural ve gereklerin göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması nedeniyle, somut olayda "idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması" şartının da gerçekleştiğinin anlaşıldığı, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11.12.2006 gün ve 2006/246 E. 2006/236 K. sayılı kararında benzer bir davada aynı karara varıldığının görüldüğü; açıklanan nedenlerle, dava konusu olayda Anayasanın 157 nci ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 nci maddesinde öngörülen idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" şartları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli bulunduğunun değerlendirildiği, bu nedenlerle; 2247 sayılı Yasanın 10, 12 ve 13 üncü maddeleri gereğince görev uyuşmazlığının halli için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Ankara 16 ncı İdare Mahkemesinin davada görevli olduğuna dair 12.02.2010 tarih ve 2009/1401 sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına, karar verilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasa’nın 157 nci maddesine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinde "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünün yer aldığı, anılan kurala göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemde "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu olduğu; idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden " askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılmasının gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu; işlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde görülmesinin gerektiği; gerek Anayasa'da gerekse 1602 sayılı Yasa'da öngörülen düzenlemeye göre, askeri hizmete ilişkin bir idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşulunu da taşıması halinde, bu asker kişinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan dul ve yetimlerine yansıyan hak doğurucu uyuşmazlıklara AYİM'de bakılacağında duraksamaya yer olmayıp, davacının her halde asker kişi olması gerektiği yolunda açık bir kural bulunmadığı; nitekim, askeri hizmetin yürütülmesi sırasında ölen bir asker kişinin, şahsına sıkı sıkıya bağlı olmayan ve mirasçılarına intikali olanaklı bulunan şehit dul ve yetim aylığı gibi hakların elde edilmesine yönelik bulunan ve idarece bu asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak tesis edilen işlemlerde "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunun da gerçekleştiği; bu nedenle, asker kişinin desteğinden yoksun kalan aile bireyleri veya kanuni ya da akdi halefi tarafından açılan iptal davalarının görüm ve çözümünde AYİM'in görevli olduğunun, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin yerleşik kararları ile kabul görmüş bulunduğu; bu açıklamalara göre, görevde bulunduğu sırada ölen asker kişi nedeniyle mirasçılarına nakdi tazminat verilip verilmeyeceğine ilişkin dava konusu işlemde asker kişiyi ilgilendirme koşulunun gerçekleştiği; işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince: 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1'inci maddesinin 1'inci fıkrasında terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler olarak tanımlandığı; 21'inci maddesinde ise, memur ve kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, sakatlanan, ölen ve öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun Hükümlerinin uygulanacağı, ayrıca malul olanlarla, ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarının, bunların görevde olan emsallerinin almakta oldukları aylıklardan; emekli olanların terör nedeniyle öldürülmeleri halinde ise, dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı ve kanuna göre kendisine bağlanabilecek emekli ikramiyesinden az olmayacağı, yaşamak için gereken hareketleri yapmayacak ve başkasının yardım ve desteğine muhtaç olacak derecede malul olanlar ile ölenlerin dul ve yetimlerine en yüksek devlet memuru aylığı üzerinden, diğerlerine mevcut aylıkları üzerinden 30 yıl hizmet yapmış gibi emekli ikramiyesi ödeneceği, bu bent hükümlerine göre ilgililere fazla olarak yapılan ödemelerin, faturası karşılığının ilgili sosyal güvenlik kuruluşlarınca Hazineden tahsil edileceği kuralının yer aldığının görüldüğü; bu yasal düzenlemelerden; memur ve kamu görevlilerinin görevlerini ifa ederlerken terör eylemlerine muhatap olarak yaralanmaları, sakat kalmaları, ölmeleri veya öldürülmeleri halinde bunların 3713 sayılı Kanun kapsamında sayılmaları ve bu yasa ile tanınan haklardan yararlanmaları gerektiğinin anlaşıldığı; anılan yasal düzenlemelerden, bu düzenlemelerin öngördüğü şekilde aylık bağlanması haklarından yararlanacak bir asker kişi ya da yakınları bakımından, idari işlem veya eylemin yöneldiği asker kişinin, sözü edilen yasa kapsamında bir görev ifa edip etmediğinin; yaralanması, sakatlanması veya ölümünün bu görev sırasında meydana gelen olaydan kaynaklanıp kaynaklanmadığının, ilgili idarece kurulan Nakdi Tazminat Komisyonunca incelenmesi ve karara bağlanması gerektiğinin anlaşıldığı; buna göre, Milli Savunma Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunca 26.03.2008 tarih ve 2008/112 sayı ile, davacıların yakını olan asker kişinin "güven ve asayişin korunması görevi sırasında öldüğü ve ölüm ile hizmet arasında uygun illiyet bağı bulunduğu" yolunda karar verilirken veya 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na göre değerlendirilerek aylık bağlanması için yapılan başvurunun reddi halinde bu işlemin yargısal denetimi sırasında, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması karşısında, olayda idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulu da gerçekleştiğinden, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri İdari Yargının görevli bulunduğu; açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA ile A.Y.İ.M. Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Siirt 3 üncü Komd.Tug.4 üncü Komd.Tb.Dst.BI.K.lığında görevli P.Er E. Ç.'nin 08.11.2007 tarihinde Şırnak-Küpeli Dağı Kırmızı Tepe Üs Bölgesinde mevzide arkadaşı tarafından vurularak ölmesi sonrasında davalı İdarece vazife malulü olduğuna karar verilmesine karşılık; adı geçenin annesi ve babası olan davacılar tarafından, olayın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na göre değerlendirilerek aylık bağlanması için yapılan başvurunun reddine ilişkin 04.11.2009 günlü Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı işleminin iptali ve yoksun kalınan aylık farkları ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler: idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Gerek Anayasa’da gerekse 1602 sayılı Yasa’da öngörülen düzenlemeye göre, askeri hizmete ilişkin bir idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşulunu da taşıması halinde, bu asker kişinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan dul ve yetimlerine yansıyan hak doğurucu uyuşmazlıklara AYİM’de bakılacağında duraksamaya yer olmayıp, davacının her halde asker kişi olması gerektiği yolunda açık bir kural bulunmamaktadır.

Nitekim, askeri hizmetin yürütülmesi sırasında ölen bir asker kişinin, şahsına sıkı sıkıya bağlı olmayan ve mirasçılarına intikali olanaklı bulunan şehit dul ve yetim aylığı gibi hakların elde edilmesine yönelik bulunan ve idarece bu asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak tesis edilen işlemlerde “asker kişiyi ilgilendirme” koşulunun da gerçekleştiği; bu nedenle, asker kişinin desteğinden yoksun kalan aile bireyleri veya kanuni ya da akdi halefi tarafından açılan iptal davalarının görüm ve çözümünde AYİM’in görevli olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin yerleşik kararları ile kabul görmüş bulunmaktadır.

Bu açıklamalara göre, görevde bulunduğu sırada ölen asker kişi nedeniyle mirasçılarına nakdi tazminat verilip verilmeyeceğine ilişkin dava konusu işlemde asker kişiyi ilgilendirme koşulunun gerçekleştiği kuşkusuzdur.

İşlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1/1. maddesinde terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler olarak tanımlandığı; 21. maddesinde ise, memur ve kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, sakatlanan, ölen ve öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun Hükümlerinin uygulanacağı, ayrıca malul olanlarla, ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarının, bunların görevde olan emsallerinin almakta oldukları aylıklardan; emekli olanların terör nedeniyle öldürülmeleri halinde ise, dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı ve kanuna göre kendisine bağlanabilecek emekli ikramiyesinden az olmayacağı, yaşamak için gereken hareketleri yapmayacak ve başkasının yardım ve desteğine muhtaç olacak derecede malul olanlar ile ölenlerin dul ve yetimlerine en yüksek devlet memuru aylığı üzerinden, diğerlerine mevcut aylıkları üzerinden 30 yıl hizmet yapmış gibi emekli ikramiyesi ödeneceği, bu bent hükümlerine göre ilgililere fazla olarak yapılan ödemelerin, faturası karşılığının ilgili sosyal güvenlik kuruluşlarınca Hazineden tahsil edileceği kuralının yer aldığı görülmektedir.

Bu yasal düzenlemelerden; memur ve kamu görevlilerinin görevlerini ifa ederlerken terör eylemlerine muhatap olarak yaralanmaları, sakat kalmaları, ölmeleri veya öldürülmeleri halinde bunların 3713 sayılı Kanun kapsamında sayılmaları ve bu yasa ile tanınan haklardan yararlanmaları gerektiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerini düzenleme amacı taşımakta; içgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen Silahlı Kuvvetler mensuplarını kapsamına almakta olup, bu Kanun kapsamına girenlerden ölenlerin kanuni mirasçılarına veya malül olanlara: 3. maddede tespit edilen miktarlarda nakdi tazminat ödenmesini ve ayrıca 4. maddede belirtilen şekilde ilgili sosyal güvenlik kurumlarının kendi mevzuatlarına göre görev malüllüğü aylığı bağlanmasını, 6. maddede, ödenecek nakdi tazminat ile bağlanacak emekli aylığının uğranılan maddi ve manevi zararların karşılığı olduğunu, yargı mercilerinde maddi ve manevi zararlar karşılığı olarak kurumların ödemekle yükümlü tutulacakları tazminatın hesabında bu kanun hükümlerine göre ödenen nakdi tazminat ile bağlanmış bulunan aylıkların göz önünde tutulacağını, hüküm altına almaktadır.

Anılan yasal düzenlemelerden, bu düzenlemelerin öngördüğü aylık bağlanması haklarından yararlanacak bir asker kişi ya da yakınları bakımından, idari işlem veya eylemin yöneldiği asker kişinin, sözü edilen yasalar kapsamında bir görev ifa edip etmediğinin; yaralanması, sakatlanması veya ölümünün bu görev sırasında meydana gelen olaydan kaynaklanıp kaynaklanmadığının, ilgili idarece kurulan Nakdi Tazminat Komisyonunca incelenmesinin ve karara bağlanmasının gerektiği anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, dava konusu edilen işlemle ilgili olarak; davacıların oğlu olan asker kişinin ölüm olayının; 3713 sayılı Kanun kapsamında, terör eylemlerine muhatap kalınması sebebiyle ve görevin ifası sırasında ya da bu görev nedeniyle meydana gelip gelmediği incelenirken veya olayda olduğu gibi, başvurunun reddi halinde bu işlemin yargısal denetimi sırasında, asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak bir değerlendirme yapılacak olması karşısında, olayda idari işlemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulu da gerçekleştiğinden, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10.12. ve 13. maddelerine göre yapılan başvurunun kabulü ile Ankara 16. İdare Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 16. İdare Mahkemesi’nin 12.02.2010 gün ve E:2009/1401 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/233

KARAR NO     : 2011/28

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. G. D.

Vekili                  : Av. İ. G.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. A. A.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, Altındağ İlçesi 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü'nün 9875 ada 9 parseldeki 491 m² büyüklüğünde taşınmaza sahip olduğunu; Belediyenin plan değişikliği yaparak taşınmazın bulunduğu adayı iptal ederek 20021 imar adasını oluşturduğunu; 491 m²lik taşınmazın en az 155.40 m²sinin muhtemelen yola veya kaldırım gibi kamusal bir ihtiyaca ayrılarak, 335.60 m²lik kısmı için yeni oluşturulan 20021 ada 11 parsel tapusunun verildiğini; müvekkilinin 2009 yılında durumdan tesadüfen haberdar olduğunu, taşınmazının fiilen el atılan kısmını bedelsiz terk etmediğini; davalının taşınmazın söz konusu 155.40 m²lik kısmına fiilen el atarak muhtemelen yol veya kaldırım olarak kullandığını ve böylece kamulaştırmasız el attığını, böylece müvekkilinin taşınmazının en az 155.40m²lik kısmını kullanmaktan yoksun bırakıldığını; taşınmazın bulunduğu yerin çok değerli olduğunu ifade ederek, sonuçta; taşınmaza davalının kamulaştırmasız el attığı en az 155.40 m²lik kısmının davalıya devri ile el atılan kısmın bedeli olarak şimdilik 10.000 TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 06.05.2010 gün ve E:2009/463 sayı ile, davanın kamulaştırmasız el atmaya yönelik tazminat davası olması nedeniyle, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamaları işlemlerinin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler olduğu; dosyanın incelenmesinden, Altındağ Belediyesi Encümeninin 13.05.1988 tarih ve 702 no'lu kararı ile, Siteler Revizyon İmar Planı kapsamında 3194 Sayılı Yasa'nın 18. maddesine göre imar düzenlemesi yapıldığı ve 9875 sayılı adanın ikiye bölünerek 20021 ve 20022 sayılı adaların oluşturulduğu, imar uygulaması kapsamındaki parsellerden %25 oranında terk adı altında kamu hizmetine pay alındığı, bunun ise 3194/18 kapsamında DOP kesintisine karşılık geldiği, 1988 yılında ilan edilen imar uygulaması tamamlandıktan sonra davacının, söz konusu taşınmazından noksan şuyulandırılan kısmına davalı Belediyece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, alacağın şimdilik 10.000.- TL. kısmının yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle dava açtığının anlaşıldığı; imar uygulaması sonucu alınan kamu ortaklığı payları düşüldükten sonra yeni oluşturulan parsellerde şuyulandırma işlemi yapılması üzerine, hissesinden terk edilen (DOP) kısmının bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasına dayalı olarak açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de, davanın konusu, davalı idarece 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda yeni oluşturulan imar parsellerinde hisse verilen davacıya ait hisseden düşülmüş olan kamu ortaklık payı bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1/b. bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı; bu durumda, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacının, Ankara ili, Siteler Mahallesi 9875 ada 9 sayılı parseldeki 491 m²'lik taşınmazının 335.60m²'lik bölümünü yeni oluşturulan 20021 ada 11 parselde şuyulandırılması sonucunda 155.40 m²'lik kısmına davalı idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığı ileri sürülerek, 10.000.- TL nin yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; dava dosyasının incelenmesi sonucunda; davanın, 3194 sayılı Yasa'nın 18. maddesinde yer alan yasal düzenlemeye istinaden 13.05.1988 tarih ve 702 sayılı Altındağ Belediye Encümeninin kararı ile, Siteler Revizyon İmar Planı kapsamında yapılan imar düzenlemesi sonucunda 9875 adanın ikiye bölünerek 20021 ve 20022 sayılı adaların oluşturulduğunu, imar uygulaması kapsamına dahil olan parsellerden %25 oranında terk adı altında kamu hizmetine pay alındığı, anılan imar uygulaması tamamlandıktan sonra söz konusu taşınmazın noksan şuyulandırılan bölümüne davalı idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığı ileri sürülerek alacağın şimdilik 10.000.- TL'lık kısmının yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; uyuşmazlık konusu işlemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklandığı, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/463 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacının, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Siteler Mahallesi, 9875 ada, 9 sayılı parseldeki 491 m²’lik taşınmazının 335.60 m²'lik kısmının yeni oluşturulan 20021 ada, 11 parselde şuyulandırıldığı ve böylece 155.40 m²'lik kısmına idarece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, bu kısmın davalıya devri ile el atılan kısmın bedeli olarak şimdilik 10.000.- TL.nın yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez. (2)

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez.

Bu düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenleme ortaklık payı alınanlarından, bu düzenleme sebebiyle ayrıca değerlendirme resmi alınmaz.

Üzerinde bina bulunan hisseli parsellerde, şüyulanma sadece zemine ait olup, şüyuun giderilmesinde bina bedeli ayrıca dikkate alınır.

Düzenleme sırasında, plan ve mevzuata göre muhafazasında mahzur bulunmayan bir yapı, ancak bir imar parseli içinde bırakılabilir. Tamamının veya bir kısmının plan ve mevzuat hükümlerine göre muhafazası mümkün görülemeyen yapılar ise, birden fazla imar parseline de rastlayabilir. Hisseli bir veya birkaç parsel üzerinde kalan yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmedikçe ve aralarında başka bir anlaşma temin edilmedikçe veya şüyuu giderilmedikçe bu yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına devam olunur.

Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz.

Düzenlenmiş arsalarda bulunan yapılara, ilgili parsel sahiplerinin muvafakatları olmadığı veya plan ve mevzuat hükümlerine göre mahzur bulunduğu takdirde, küçük ölçüdeki zaruri tamirler dışında ilave, değişiklik ve esaslı tamir izni verilemez. Düzenlemeye tabi tutulması gerektiği halde, bu madde hükümlerinin tatbiki mümkün olmayan hallerde imar planı ve yönetmelik hükümlerine göre müstakil inşaata elverişli olan kadastral parsellere plana göre inşaat ruhsatı verilebilir.

Bu maddenin tatbikinde belediye veya valilik, ödeyecekleri kamulaştırma bedeli yerine ilgililerin muvafakatı halinde kamulaştırılması gereken yerlerine karşılık, plan ve mevzuat hükümlerine göre yapı yapılması mümkün olan belediye veya valiliğe ait sahalardan yer verebilirler.

Veraset yolu ile intikal eden, bu Kanun hükümlerine göre şüyulandırılan Kat Mülkiyeti Kanunu uygulaması, tarım ve hayvancılık, turizm, sanayi ve depolama amacı için yapılan hisselendirmeler ile cebri icra yolu ile satılanlar hariç imar planı olmayan yerlerde her türlü yapılaşma amacıyla arsa ve parselleri hisselere ayıracak özel parselasyon planları, satış vaadi sözleşmeleri yapılamaz. ” hükmü yer almıştır.

Anılan madde uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamaları işlemlerinin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler olduğu açıktır.

Olayda, Altındağ Belediyesi Encümeninin 13.05.1988 tarih ve 702 no.lu kararı ile, Siteler Revizyon İmar Planı kapsamında 3194 Sayılı Yasa'nın 18. maddesine göre imar düzenlemesi yapıldığı ve davacının 9 sayılı parselinin de yer aldığı 9875 sayılı adanın ikiye bölünerek 20021 ve 20022 sayılı adaların oluşturulduğu, imar uygulaması kapsamındaki parsellerden %25 oranında terk adı altında kamu hizmetine pay alındığı, bunun ise 3194/18 kapsamında DOP kesintisine karşılık geldiği, 1988 yılında ilan edilen imar uygulaması tamamlandıktan sonra davacının; 491 m²’lik taşınmazının 335.60 m²'lik kısmının yeni oluşturulan 20021 ada, 11 parselde şuyulandırıldığı ve böylece 155.40 m²'lik kısmına idarece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, bu kısmın davalıya devri ile el atılan kısmın bedeli olarak şimdilik 10.000.- TL.nın yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 06.05.2010 gün ve E:2009/463 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Erdoğan BUYURGAN’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanununun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir(Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677, K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 07.02.2011

                                Üye                                                     Üye

                     Mahmut BİLGEN                           Erdoğan BUYURGAN

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/256

KARAR NO     : 2011/29

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : İ. Ö.

Vekili                  : Av. A. K.

Davalı                 : Adana Valiliği Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü

O L A Y             : Adana Valiliği Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nün 28.09.2009 gün ve 132950 sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesi uyarınca para cezası verilmiş; aynı birim tarafından Yasanın 118/7.maddesi uyarınca (Bu madde ve diğer ilgili maddelerdeki hükümlere göre sürücü belgeleri geri alınanlardan, geri alma süresi içinde araç kullandığı tespit edilenler, bu Kanunun 36 ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre cezalandırılırlar.) 28.09.2009 tarih ve 605097 sayılı Trafik Suç Tutanağı düzenlenmiştir

Davacı vekili, 28.09.2009 gün/132950 sayılı ve 28.09.2009 gün/605097 sayılı tutanakların iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ADANA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 03.03.2010 gün ve D.İş No: 2009/2525 sayı ile, itiraz eden vekilinin 02.10.2009 havale tarihli dilekçesi ile Adana Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünün 28.09.2009 tarih 132950 sayılı tutanağı ile 28.09.2009 tarih ve 605097 sayılı kararı ile alkollü araç kullanmaktan dolayı 537 YTL para cezası verildiğini ve ehliyetine el konulduğunu ancak verilen cezaların hukuka aykırı olması nedeni ile kararların kaldırılmasını - iptalini talep etmiş olduğu; İdare Hukuku esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin denetiminin de idari yargıya ait olduğu kanısı ile 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27/1 maddesindeki " İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya verilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir" hükmüyle, yine Kabahatler Kanunun 27/8. maddesindeki " idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak İdari Yargının Görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." hükmü karşısında ve özellikle Kabahatler Kanunun 19. Maddesinde sayılan ruhsat ve ehliyetin geri alınmasına ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu kanunun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı olduğunun belirtilmesi ve bu maddenin gerekçesinde bu gibi yaptırımların idari tedbir olarak değil, idari ceza olarak öngörüldüğü belirtilerek, Kabahatler Kanunun 16. Maddesindeki Sulh Ceza Mahkemesine itirazı kabil yaptırım türünde olmadığı kabul edildiğinden, bu davaya bakmakta mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin gerekmiş bulunduğu, açıklanan nedenlerle; 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 Sayılı Kanun ile Değişik 3/1 ve 28/1-b maddeleri gereğince başvuru konusu idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmaması nedeniyle başvurunun reddi ile Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ: 03.06.2010 gün ve E: 2010/728 sayı ile; davacı vekili tarafından Adana Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü'nün 28/09/2009 tarih ve 132950 sayılı tutanağı ile 28/09/2009 tarih ve 605097 sayılı Trafik Suç tutanağının iptali istemiyle Adana Valiliği Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü'ne karşı açılan davada dava dosyası incelenerek işin gereğinin görüşüldüğü; 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 3/a. fıkrasında, dilekçenin görev yönünden inceleneceği belirtilmiş; yasanın 15/1-a maddesinde de, 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin hükme bağlanmış olduğu; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Yasanın, yargı yerlerinin uyuşmazlık mahkemesine başvurmaları başlıklı 19. maddesinde, Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler, hükmünün bulunduğu; 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 112. maddesinde "Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır." hükmüne yer verildiği; 31.3.2005 tarih ve 25772 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2. maddesinde, Kabahat deyiminden kanunun karşılığında yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16.maddesinde; kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari yaptırımlardan ibaret olduğu, "kanun yolu" başlıklı 27.maddesinde de; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği kurala bağlanmış ancak Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 tarih ve E:2005/108,K:2006/35 sayılı kararı ile Kabahatler Kanununun anılan 3.maddesi iptal edilerek iptal kararının Resmi Gazetede yayımından itibaren 6 ay sonra (22.1.2007) tarihinde yürürlüğe gireceğinin düzenlenmiş olduğu; bu yasal süreç içerisinde yürürlüğe giren 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasanın 34. maddesi ile Kabahatler Kanununun 27.maddesine 8. fıkra olarak "İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." hükmünün eklendiği, anılan yasanın 31.maddesi ile Kabahatler Kanununun 3.maddesinin “(1) Bu Kanunun, a) idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b )Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır." şeklinde değiştirildiği; 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağından, yukarda metnine yer verilen 2918 sayılı Yasanını 112.maddesi gereğince sürücü belgesinin geri alınması dışındaki işlemlere karşı açılacak davaların trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise sulh ceza mahkemelerinde çözüme kavuşturulacağı, bu durum dışında olmak üzere idari yargı yerlerinin görev alanına giren ehliyete el konulmasına yönelik işlemler ile idari para cezası verilmesine yönelik işlemlere karşı birarada dava açılması halinde de Kabahatler Kanununun 27.maddesinin 8. fıkrası gereğince uyuşmazlığın esasının idari yargı yerlerinde çözüme kavuşturulmasının gerektiği; bu durumda dava konusu işlemlerden 28/09/2009 tarih ve 132950 sayılı tutanağın 2918 sayılı Yasanın 48/5. maddesinin ihlal edildiğinden bahisle 673 TL para cezası verilmesine yönelik olduğu, 28/09/2009 tarih ve 605097 sayılı tutanağın ise davacının Karayolları Trafik Kanununa aykırı hareket ettiğinden bahisle cezalandırılması için Sulh Ceza Mahkemesine verilmek üzere düzenlenmiş bir tutanak olduğu ve esasen icrailik niteliği taşımaması nedeniyle iptal davasına konu edilebilecek niteliğinin bulunmaması karşısında; davacı hakkında hukuki sonuçlar doğuran para cezası verilmesine yönelik işleme karşı açılan davanın 2918 sayılı Yasanın 112.maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı; bu nedenle davacıya 28/09/2009 tarih ve 132950 sayılı tutanak ile 28/09/2009 tarih ve 605097 sayılı kararla alkollü araç kullanmaktan dolayı 537 TL para cezası verilmesi ve ehliyetine el konulmasına yönelik işlemlere karşı açıldığı belirtilen davanın Sulh Ceza Mahkemesinin 3/3/2010 tarih ve 2009/2525 değişik iş nolu görevsizlik kararı üzerine mahkemelerinde açılması üzerine davanın hangi mahkemenin görev alanına girdiğinin belirlenebilmesi için, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına, gerekçeli kararımızla birlikte dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve uyuşmazlığın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık YILDIZ, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.02.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği; ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında “2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesi uyarınca verilen para cezası” yönünden doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında(Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde         “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Adana 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 03.03.2010 gün ve D.İş No: 2009/2525 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.02.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/282

KARAR NO     : 2011/30

KARAR TR      : 07.02.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesine göre verilen ve kesinleşen idari para cezasını gecikme zammı ile birlikte ödeyen davacı tarafından, tahsil işleminin iptali ile ödenen tutarın faizi ile birlikte iadesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ayrancı Petrol Taş. Ker. Teks. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. E. E. D.

O L A Y : Sosyal Sigortalar Kurumu Denizli Sigorta Müdürlüğü’nce davacı şirkete 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca 1998/4. ay (ek) bildirgesinden dolayı asgari ücretin iki katı (70.875.000 TL) ve 1998/1. dönem (ek) bordrosunun verilmediği nedeniyle asgari ücretin iki katı üzerinden (70.875.000 TL) idari para cezası tahakkuk ettirilmiştir.

Davacının idari para cezalarına itirazı üzerine Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi; 19.10.1998 gün ve 98/197 D.işler sayı ile, itirazcının itirazının kısmen kabul kısmen reddiyle, 98/1. dönem ek bordrosunun verilmemesinden dolayı tahakkuk ettirilmiş bulunan 70.875.000 TL’lik idari para cezasının kaldırılmasına, diğer cezaya yapılan itirazın reddine karar vermiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Denizli Sigorta Müdürlüğü’nce 1998/4. ayına ilişkin 70 TL ipc ve 1.190,69 TL ipc gecikme tutarı 23.10.2009 tarihinde davacıdan tahsil edilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde, 2005/2009 döneminde hak ediş tahsili yapmak için ihale makamına verilmek üzere her ay SGK’dan borcu yoktur yazısı alarak ilgili makama verdiklerini, ancak, en son 23.10.2009 tarihinde borcu yoktur yazısı almaya gittiklerinde 1998/4. ayına ilişkin idari para cezası 70 TL + gecikme tutarı 1.190,69 TL, Toplam 1.260,69 TL borçlarının olduğunu öğrendiklerini, borcu yoktur yazısı alamayınca borcu ihtirazı kayıtla ödediklerini, anılan borçtan ve gecikme zammından haberdar olmadıklarını ileri sürerek Denizli İl Müdürlüğünün 23.10.2009 gün ve 00035 sayılı (Tahsilat Makbuzu) işleminin iptali ile bu işlem nedeniyle ihtirazi kayıtla öde­nen 1.260,69 TL’nin yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

DENİZLİ İDARE MAHKEMESİ; 28.4.2010 gün ve E:2009/1130 sayı ile, davacı Ayrancı Petrol Taş. Ker. Teks. San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından, 1012109.020-76 sicil nolu işyerinin 1998 yılı 4. ayına ait sigorta primleri bildirgesinin yasal süresinde verilmediği gerekçesiyle 1.260,69 TL para cezasıyla tecziye edilmesinden sonra söz konusu bedelin ihtirazi kayıtla ödenmesine ilişkin 23.10.2009 gün ve 00035 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Denizli İl Müdürlüğü tahsilat makbuzunun iptali ile ödediği 1.269,69 TL'nin yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na karşı açılan davada, davalı idarece görev itirazında bulunulduğundan dosyanın incelenerek itirazın gereğinin düşünüldüğü, 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde, idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı, idarenin eylemlerinden kaynaklanan zararların yine idarelerce tazmin edilmesi yolunun idari yargı yerlerinde açılacak olan tam yargı davaları ile sağlanacağı ve bu davalarda idarenin eyleminden dolayı verdiği zararları kusurlu yada kusursuz sorumluluk esaslarına göre tazmin edip etmeyeceği hususunun idari yargı yerlerince incelenerek karara bağlanacağı, incelenen olayda; dava konusu uyuşmazlığın idari dava türlerinden biri olduğu görüldüğünden, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı tarafından davalı idare aleyhine açılan davada, davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunulması nedeniyle dosyanın Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderildiğinin anlaşıldığı, davacının, işyerine ait 1998 yılı 4. ayına ilişkin sigorta primleri bildirgesinin yasal süresinde verilmediği gerekçesiyle 1.260,69 TL para cezası verilmesinden sonra söz konusu bedelin ihtirazı kayıtla ödenmesine ilişkin 23.10.2009 gün ve 00035 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Denizli İl Müdürlüğü tahsilat makbuzunun iptali ile ödediği 1.260,69 TL'nin yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle davalı idare aleyhine idari yargı yerinde açtığı davada, davalı idarenin görev itirazında bulunduğunun görüldüğü, dosyanın incelenmesinde; davacının işyerine ait 1998 yılı 1. dönem bordrosunun yasal süresinde verilmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen idari para cezası ile 1998 yılı 4. ayına ilişkin aylık sigorta primleri bildirgesinin yasal süresinde verilmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen idari para cezasına Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak itiraz etmesi sonucunda, Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1998/197 D. İş sayılı dava dosyasında, 1998 yılı 1. dönem bordrosunun yasal süresinde verilmemesinden doğan cezayı iptal ederken, uyuşmazlık konusu 1998 yılı 4. aya ait aylık hizmet belgesinin yasal süresinde verilmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen cezaya yönelik itirazın reddine karar verdiğinin anlaşıldığı, uyuşmazlık konusu duruma ilişkin mevzuat incelendiğinde; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin dördüncü fıkrasının, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliği tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" yolundaki üçüncü cümlesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 8.10.2002 gün ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararıyla iptal edildiği ve bu kararın yayımlandığı 26.2.2003 tarihinden itibaren kendisine tanınan bir yıllık süre içinde Yasama Organı'nca çıkarılan 29.7.2003 gün ve 4958 sayılı Yasa’nın 51. maddesi ile, 506 sayılı Yasa'nın 140. maddesinin yeniden düzenlendiği, dördüncü fıkrasında, “İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idari para cezaları, bu Kanunun 80. maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir" denildiği, anılan Yasanın 80. maddesinin 29.7.2003 gün ve 4958 sayılı Yasa ile değişik beşinci fıkrasında, Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 51. maddesi hariç, diğer maddelerinin uygulanacağının öngörüldüğü ve ödenmeyen Kurum alacaklarına uygulanacak gecikme zammının gösterildiği; yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verildiği; öte yandan; 506 sayılı Kanun'un 140. maddesinin dördüncü fıkrasının 15.2.2006 tarih ve 5454 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle değiştirildiği; idari para cezalarına karşı idare mahkemesine başvurulacağı hükmünün kaldırılarak yerine onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmünün getirildiği, ancak, anılan fıkrada yer alan, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" yolundaki üçüncü tümcesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla iptal edildiği, bu düzenlemelere göre, idari para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları(15.2.2006 tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvuru ile anılan mahkemelerin görevli kılındığı, ancak, buna ilişkin tümcenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği); kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğunun belirtildiği, uyuşmazlık konusu olayda; Denizli Sigorta Müdürlüğü'nce verilen idari para cezasına Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde itiraz edildiği ve anılan Mahkemenin 19.10.1998 tarih ve 1998/197 D. İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiş olması sonucunda esastan incelenen ve kesinleşen söz konusu idari para cezasının artık Kurum alacağına dönüşmüş olması nedeniyle davanın görümü ve çözümünde 506 sayılı Kanun'un 140. maddesinin yollamada bulunduğu 80. maddesinde yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan iş mahkemesinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacı şirket hakkında 1998/4. dönem aylık sigorta primleri bildirgesinin verilmemesi nedeniyle düzenlenen 70,87 TL'lık (ayrıca 1998/1. dönem bordrosunun verilmemesi nedeniyle düzenlenen aynı miktarlı) idari para cezasının; bu cezaya karşı yapılan itirazın Denizli İkinci Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.10.1998 gün ve 98/197 D. işler sayılı kararı ile, 1998/4. dönem sigorta primleri bildirgesinin verilmemesi yönünden reddedilerek kesinleşmesi nedeniyle, Denizli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nün 29.09.2009 tarihli ödeme emrinin tebliği üzerine gecikme cezası ile birlikte toplam 1.260,63 TL (ihtirazi kayıtla) ödeme yapan davacı şirket tarafından, söz konusu ödemeye ilişkin 23.10.2009 tarih ve 00035 sayılı tahsilat makbuzunun iptali ve ihtirazi kayıtla ödenen tutarın tazminen yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Mahkemenin 2009/1130 sayılı Esasında açılan davada, davalı idarenin görev itirazının reddi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış olmakla dosyanın incelendiği, ödeme emrinin düzenlendiği ve tahsilatın yapıldığı tarihler itibariyle yürürlükte bulunan (506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nu - kimi maddeleri hariç - yürürlükten kaldıran) 31.05.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 102'nci maddesinin dördüncü fıkrasında, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir" denildikten sonra altıncı fıkrasında, "Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir" hükmüne; 89. maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinde de, "Dava ve icra takibi açılmış olsa bile, prim ve diğer Kurum alacaklarının ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve gecikme zammı tahsil edilir" kuralına yer verildiği, yine sözü edilen Kanunun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 88'inci maddesinin onbeşinci fıkrasında, "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır" hükmü yer almış olup, aynı maddenin onsekizinci fıkrasında da, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz" denilmek suretiyle, Kurumun süresi içinde ödenmeyerek kesinleşmiş prim ve diğer alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması; bu uygulama sonucunda doğacak uyuşmazlıkların çözümünde de, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olması esasının kabul edildiği, 5510 sayılı Kanun’un, "Kurumca verilecek idari para cezaları" başlıklı 102'nci maddesine göre kesilen idari para cezaları, prim alacağı olmamakla birlikte, aynı Kanunun 89'uncu maddesi hükmü ile, 30.03.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "idari para cezaları" başlıklı 17'nci maddesinin 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’la değişik 4'üncü fıkrasında yer alan, "Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idari para cezalarına ilişkin kesinleşen kararlar, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderilir. Sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idareler tarafından verilen idari para cezaları, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunur(...)" şeklindeki düzenleme uyarınca Kurum alacağı niteliğinde olduğundan; vadelerinde ödenmemeleri durumunda, 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsilleri ile buna ilişkin işlemlere karşı açılacak davaların, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer İş Mahkemesinde görülmesi, 5510 sayılı Kanun’un 88'inci maddesinin yukarıda açıklanan onsekizinci fıkrası hükmü gereği olduğu, her ne kadar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 06.05.1993 tarih ve 3910 sayılı Kanun ile değişik 140'ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" tümcesi, Anayasa Mahkemesi’nin 8.10.2002 gün ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararı ile, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş; iptal kararı gereğince 29.07.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında anılan yasa kuralı; "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler" şeklini almış olup, anılan kuralın 08.02.2006 tarih ve 5454 sayılı Kanun ile, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" şeklinde değiştirilmesi üzerine de, Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararı ile iptalinden sonra, 09.05.2007 tarih ve 5655 sayılı Kanun ile, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler" şeklinde yeniden kaleme alınmış ve bu yeni düzenlemede, idari para cezalarına yapılan itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri öngörülmüş ise de; bu düzenleme vadesinde ödenmeyen idari para cezalarının takip ve tahsiline değil, önceki aşama olan tahakkuk aşamasına ilişkin olduğundan; tahakkuk aşaması ile ilgili görev kuralının, 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasının açık hükmü karşısında, takip ve tahsil aşaması ile ilgili olarak da uygulanmasına, hukuken olanak bulunmadığı, öte yandan; davaya konu ödeme emrinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanun, kamu idaresine kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi veren bir idari usul yasası olup, alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, idare hukukunda tanımı yapılan birer tek yanlı idari işlemden başka bir şey olmadığı, idari işlemlerin yargısal yöntemlerle hukuka uygunluklarının denetiminin ise, Anayasa Mahkemesi’nin 8.10.2002 gün ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı ve 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararlarına dayanak oluşturan "Anayasa'nın yürütme bölümünde yer alan 125. maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulduktan sonra, maddenin diğer fıkraları da idari yargı sisteminde geçerli olan ilkeleri belirlemektedir. İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğü, ağırlıklı olarak adli yargı sistemi için değil, idari yargı sistemi için geçerli olan temel ilkelerdir. Anayasa'nın belirlemiş olduğu bu kurallar, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda da yer alan idari yargılama usul ve esaslarının ana kurallarıdır. Anayasa'nın değişik maddelerinde kurumsallaşan ve 125. maddesinde belirtilen idari-adli yargı ayırımına ilişkin düzenlemeler nedeniyle idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir" yolundaki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, idari yargı yerlerine ait olduğu, bu bakımdan; 5510 sayılı Kanun’un 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasında yer alan görev kuralı, Anayasa’ya aykırılık oluşturmakta ise de; Başsavcılıklarının, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne götürme olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği, bu durum karşısında, kesinleşen ve bu haliyle kurum alacağına dönüşmüş olan idari para cezasının 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsil aşamasına ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Sıddık Yıldız, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.2.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME :   Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca verilen ve kesinleşen idari para cezasını gecikme zammı ile birlikte ödeyen davacı tarafından, ödenen tutarın faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun olay tarihinde yürürlükte bulunan 140. maddesinde, “İdarî para cezaları tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz” hükmü yer almakta iken maddenin son olarak 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 4. fıkrasında, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” denilmiş; 80. maddesinin yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, bu düzenlemelere göre, idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları, kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça belirtildiği gibi Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğu sonucuna varmıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” denilmiş; 88. maddesinde ise, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, Sosyal Sigortalar Kurumu Denizli Sigorta Müdürlüğü’nce davacı şirkete 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca 1998/4. ay (ek) bildirgesinden dolayı asgari ücretin iki katı (70.875.000 TL) ve 1998/1. dönem (ek) bordrosunun verilmediği nedeniyle asgari ücretin iki katı üzerinden (70.875.000 TL) idari para cezası tahakkuk ettirildiği, davacının idari para cezalarına itirazı üzerine Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce itirazcının itirazının kısmen kabul kısmen reddiyle, 98/1. dönem ek bordrosunun verilmemesinden dolayı tahakkuk ettirilmiş bulunan 70.875.000 TL’lik idari para cezasının kaldırılmasına, diğer cezaya yapılan itirazın reddine karar verildiği, bu karar üzerine 1998/4. ayına ilişkin idari para cezasının gecikme zammı ile birlikte tahsili amacıyla ödeme emri düzenlendiği, bilahare 70 TL idari para cezasını 1.190,69 TL gecikme zammı ile birlikte 23.10.2009 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu Denizli Sigorta Müdürlüğü’ne ödeyen davacı tarafından, ödenen bu tutarın faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, kesinleşen yargı kararına dayanılarak davacıdan tahsil edilen idari para cezasının Kurum alacağına dönüştüğü, bu aşamadan sonra 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre takip ve tahsilinin yapılabileceği nedeniyle 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi de gözetildiğinde, açılan davada İş Mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Denizli İdare Mahkemesi’nin 28.4.2010 gün ve E:2009/1130 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.2.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/107

KARAR NO     : 2011/39

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın Defterdar Yardımcısı S.Ş. tarafından sahte tapu senedi verilmek suretiyle, bedel karşılığında davacıya satılması sonucu uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, davalı İdareden tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. S.

Vekili                  : Av. A. Ç.

Davalı                 : Maliye Bakanlığı

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, S.Ş.'nun Maliye Bakanlığı Malatya Defterdarlığı'nda Defterdar Yardımcısı olarak görev yaptığını, görev yaptığı yıllarda Malatya İli, Yeşilyurt İlçesi, Çayırköy mevkiinde bulunan ve tapuya mera olarak kayıtlı arazilerin Hazine adına tescili için gerekli işlemleri başlattığını, bizzat başkanlığını yaptığı Komisyondan çıkan karar neticesinde mezkur arazilerin mera vasfından çıkarılarak Hazine adına tescil gördüğünü, bu arazilerin satış yoluyla adlarına tescili için talepte bulunan Çayırköy sakinlerine ihale yoluyla bu arazilerin kendilerine satılacağının S. Ş. tarafından bildirildiğini, yapılacak ihalenin Çayırköy muhtarlığı eliyle ilanen tebliğ edildiğini, Malatya Valiliği binasında yapılan ihale neticesinde A. S.'a 20.000.000.000.-TL’sı bedelle arazi satıldığını, ödenen miktar karşılığında vezne makbuzu verilerek söz konusu yerin tapusunun verildiğini, bir müddet sonra ibraz ettikleri tapuların sahte olduğunun Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından bildirilmesi üzerine aynı ihaleden arazi alan kişilerle birlikte davacı tarafından da Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulduğunu, bunun üzerine Maliye Bakanlığı Milli Emlak Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı'nın yaptığı 2.7.2004 tarihli inceleme neticesinde ihalenin ve tapuların sahte olduğunun anlaşıldığını, Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2003/366 E ve 2007/124 E sayılı dosyaları üzerinden yapılan yargılama neticesinde Defterdar Yardımcısı S. Ş. hakkında ikna suretiyle irtikap ve resmi evrakta sahtekarlık suçlarından ayrı ayrı olmak üzere birden fazla kez ceza verildiğinin görüldüğünü, sonuç olarak Anayasa’nın 129/5 maddesi uyarınca memurların ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullandıkları sırada doğan kusurlardan dolayı oluşan zararların tazmini için idareye başvurulacağı, keza aynı hususta benzer bir düzenlemenin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13 üncü maddesinde düzenlenmiş bulunduğunu, Malatya Defterdarlığı Defterdar Yardımcısı iken S. Ş.'nun, davacının Devlete, Devletin kamu kurumlarına ve kamu görevlilerine duyduğu güveni kötüye kullanarak ikna suretiyle irtikap ve resmi evrakta sahtekarlık suçlarına da vücut veren fiilleri işlediğini, aynı zamanda suç teşkil eden fiiIIeri görevi esnasında ve görevinin verdiği imkanları kullanarak işlediğini, bu durumda oluşan zararın ilgili maddeler uyarınca sanığın suçun işlendiği dönem itibariyle nezaret ve gözetiminde mesleğini ifa ettiği Maliye Bakanlığı'ndan tazmini yoluna gidilmesi gerektiğini ileri sürerek A. S.'ın Mayıs-2000 tarihi itibariyle vermiş olduğu 20.000.000.000.-TL'sının itfanın yapıldığı tarih itibariyle işleyecek faizi ile birlikte davalı Kurumdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ; 20.6.2008 gün ve E:2007/1403, K:2008/712 sayı ile, davanın, davacı tarafından, Malatya İli, Yeşilyurt İlçesi, Çayır Köyü’nde bulunan ve tapuda mera olarak kayıtlı iken Hazine adına tescil edilen taşınmazların Malatya eski Defterdar Yardımcısı S. Ş. tarafından sahte tapu senedi verilmek suretiyle 20.000,00 YTL bedel karşılığında davacıya satılması sonucu uğranıldığı ileri sürülen 20.000,00 YTL maddi zararın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açıldığı, 1982 Anayasası'nın 129. maddesinin beşinci fıkrasında, "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir" hükmüne yer verildiği, öte yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesinde de, "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar" kuralına yer verildiği, bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zararın, kamu görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel bakımından "görev kusuru" olarak tanımlanan bu kusurun, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan "hizmet kusuru" kapsamında idare hukuku esaslarına tabi olduğunun, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunduğu, buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabileceği; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idarenin, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, sorumlu personeline rücu edebileceği, buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerin, yukarıda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığı ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu görevlisine karsı kişisel kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası açılması gerektiği, ayrıca, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 13. maddesinin (b) bendinde de, Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazların satış işlemlerinin Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün görevleri arasında olduğunun belirtildiği, dava dosyasının incelenmesinden; Malatya İli, Yeşilyurt İlçesi, Çayır Köyünde bulunan ve tapuda mera olarak kayıtlı iken Hazine adına tescil edilen bir kısım taşınmazların Malatya eski Defterdar Yardımcısı S. Ş. tarafından yapılan sahte ihale ile belirli bedeller karşılığında sahte tapu senetleri verilmek suretiyle davacı ve diğer şahıslara satıldığı, bu eylemler nedeniyle adı geçen kamu görevlisi hakkında Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2003/366 Esas sayılı dosyasında açılan kamu davası sonucunda, 4.6.2007 tarih ve E:2003/366, K:2007/253 sayılı karar ile ikna suretiyle irtikap ve resmi evrakta sahtecilik suçlarından dolayı cezalandırılması üzerine Hazine taşınmazlarının sahte tapu senedi verilerek davacıya satılması sebebiyle uğranıldığı ileri sürülen 20.000,00 YTL maddi zararın Anayasa'nın 129/5 ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddeleri gereğince ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda; yukarıda ifade edilen mevzuat hükümleri ile yapılan açıklamalar ışığında dava konusu uyuşmazlık değerlendirildiğinde, Defterdar Yardımcısı olan kamu görevlisinin Hazine taşınmazlarının satışı ile ilgili olarak görev ve yetkisinin bulunmadığı ve aynı zamanda suç teşkil etmesi sebebiyle eylem ve işlemlerinin idari olma niteliğini yitirdiği hususları göz önünde bulundurulduğunda, kamu görevlisinin kişisel kusurundan kaynaklandığı anlaşılan zararın, tazmin edilmesi istemiyle açılan bu davanın özel hukuk hükümleri çerçevesinde adli yargı yerinde çözümlenmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu kararın temyizi üzerine DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ’nin; 4.2.2009 gün ve E:2009/761, K:2009/595 sayılı kararı ile, davacının temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı nedenle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 7.500.-TL'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 26.11.2009 gün ve E:2009/353, K:2009/521 sayı ile, davacı vekilinin Mahkemelerine ibraz ettiği dava dilekçesinde, S. Ş.'nun davalı idareye bağlı personel olarak görev yaptığını, Defterdar Yardımcısı olarak görevde bulunduğu yıllarda Malatya İli, Yeşilyurt İlçesi, Çayır Köyü mevkiinde bulunan tapuda mera olarak gözüken arazilerin Hazine adına tescili için gerekli işlemleri yaptığını ve arazilerin ihale yolu ile satılacağının Çayır Köyü sakinlerine bildirildiğini, davacının da 20.000,00 TL bedelle bu şekilde arazi satın aldığını ve tapusunun verildiğini, daha sonra tapuların sahte olduğunun öğrenildiğini, bu şekilde müvekkilinin zarara uğradığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 7.500,00 TL'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, davalıya usulüne uygun tebligat yapıldığı, davalı vekilinin cevap dilekçesinde; zaman aşımı, husumet itirazında bulunduğu, eylemin idare çalışanının kişisel kusurundan doğduğundan bahisle davanın reddini talep ettiği, dosya arasına İdare Mahkemesi'nin 2007/1403 Esas sayılı dosyasının celp edildiği, davanın, idare çalışanının hukuka aykırı eyleminden dolayı uğranılan maddi zarara ilişkin tazminat davası olduğu, davacı talebinin dayanağının idarenin hizmet kusuruna dayandığı, idari eylem ve işlemlerden doğan zararların idare hukuku kuralları çerçevesinde hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkesi gereği düzenlendiği, idarenin yürütmekte olduğu hizmetle ilgili çalıştırdığı kamu görevlilerinin idari tasarrufundan doğan zarardan dolayı kişilerin maddi taleplerinin dayanağının hizmet kusuruna dayandığı, idareye karşı hizmet kusurundan doğan tazminat davalarına bakma görevinin idari yargının görev alanı içinde kaldığı, Danıştay 10. Dairesi'nin yerleşmiş uygulamasında da idare ajanının kişisel kusurunda dolayı uğranılan zarar nedeniyle idarenin ajanının kontrol ve denetlenmesi görevini yapmayarak ya da eksik yaparak zarar doğmasından dolayı sorumlu tutulduğu, görev kusurunun hizmet kusuru oluşturup oluşturmadığı hususunun irdelenmesi ve hizmet kusuru varlığının değerlendirilmesi hususunun idari yargının görev alanı içinde olduğunu da kabul ettiği, Mahkemelerine açılan dava idareye karşı açılan hizmet kusuruna dayalı tazminat davası olduğu, davacı talebinin dayanağı idarenin hizmet kusuruna dayanmakta olup, hizmet kusuruna dayalı tazminat davaları idari yargının görev alanına girdiğinden, Mahkemelerinin görevsizliğine, aynı hususta Malatya İdare Mahkemesi’nin 2007/1403 Esas sayılı dosyası ile verilen kesinleşmiş görevsizlik kararı bulunduğundan, görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiş ancak davacı vekilinin talebi üzerine dosya Mahkememize gönderilmiştir.

Bu haliyle, yapılan başvuru, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır.

Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının, davacı vekilinin görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi istemine ilişkin dilekçesi ile birlikte son görevsizlik kararını veren Mahkemece idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Malatya İli, Yeşilyurt İlçesi, Çayırköy mevkiinde bulunan mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın Malatya eski Defterdar Yardımcısı Sadık Şehidoğlu tarafından sahte tapu senedi verilmek suretiyle 20.000 TL bedel karşılığında davacıya satılması sonucu uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” ve 129. maddesinin beşinci fıkrasında, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” denilmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde(Değişik: 12/5/1982 - 2670/6 md.) ise, “(Değişik birinci fıkra 6/6/1990-3657/1 md.) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.

(Ek: 26/3/2002-4748/3 md.) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir” hükmü yer almıştır.

Hizmetle ilgili olarak veya hizmetin görülmesi sırasında kamu görevlisinin kusurlu olması, genel olarak “kişisel kusur” sayılmakla birlikte; bu olgunun, kimi durumlarda, personel üzerinde gözetim ve denetim görevinin yerine getirilmesi yönünden hizmet kusurunu ortadan kaldırmayacağı kuşkusuzdur.

Bu durumda, kamu görevlilerinin hizmetin yürütülmesi sırasındaki kusurlu eylemlerinin, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan “hizmet kusuru”nu oluşturmasına ve yukarıdaki düzenlemelere göre, idarenin hizmet kusurunun, hizmetin kuruluş ve işleyişi ile personel üzerindeki gözetim ve denetim görevinin yerine getirilmesi yönlerinden idare hukuku esasları çerçevesinde yargısal denetiminin idari yargı yerlerince yapılacağı ve olayın bu yargı kolunca değerlendirileceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Malatya İdare Mahkemesi’nin 20.06.2008 gün ve E:2007/1403, K:2008/712 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/109

KARAR NO     : 2011/40

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi gereğince yapılan imar uygulaması neticesinde yıkımına karar verilen davacıya ait yapı için Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen bedelin arttırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. A. Ö.

Vekili                  : Av. H. B.

Davalı                 : Çorum Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. Ş. C.

O L A Y             : Çorum Belediye Başkanlığı’nın 4.12.2007 gün ve 1414 sayılı Encümen kararıyla, “İlimiz Ulukavak Mahallesi, Ankara-Samsun (Çevre) yolunun kuzey cephesinde İlhan Gürel Caddesi ile Osmancık Caddesi arasında kalan alanda, Çevre Yolu kenarında Belediyemizce 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi gereğince yapılan imar uygulaması neticesinde şehir imar planına göre çevre yolu kenarında yol ve yeşil işaretli alanda Belediyemiz tarafından yol ve yeşillendirme çalışması yapılacağından alt yapı çalışmalarını engelleyen yapıların yıkılması gerektiğinden, yıkılması söz konusu olan yapıları 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde “bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar Belediye veya Valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz” hükmüne istinaden söz konusu bina bedellerinin ödenmesi için Kıymet Takdir Komisyonunun belirlemiş olduğu bedeller aşağıda çıkartılmıştır.

Buna göre;

15- Ulukavak Mahallesi, Ankara-Samsun Karayolu (Çevre Yolu) kenarında, uygulama öncesi, 99 pafta, 49 ada, 51 parsel numaralı gayrimenkulde hissedar A. oğlu, M. A. Ö.’a ait, 108,00 m2 tek katlı 2-A sınıfı yapı için 9.739,44 YTL,…ödenmesine” karar verilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde, yıkımdan bir gün önce Çorum 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/215 D.İş dosyasında, enkaz bedelinin 27.750,36 YTL olduğunun tespit edildiğini, davacının davalı kuruma gerek yazılı ve gerekse sözlü müracaatlarda bulunduğunu ve enkaz bedelinin gerçek değerine yükseltilmesini talep ettiğini, ancak bir netice alamadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davacıya ödenmesi gereken enkaz bedelinin, davalı kurumun takdir ettiği 9.739,44 YTL den sonra 10.000 YTL daha artırılması ve yıkım tarihi olan 26.12.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ÇORUM 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 13.11.2008 gün ve E:2008/168, K:2008/271 sayı ile, davacı vekili duruşmada tekrar ettiği 15.05.2008 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkiline ait iken imar uygulaması ile müvekkilinden alınarak Karayolları adına tescil edilen Ulukavak Mah., 99 pafta, 49 ada, 60 parsel üzerinde bulunan ve yine müvekkiline ait bulunan yığma kagir inşaat tarzındaki leblebi dükkanı, market ve müştemilatının 26.12.2007 tarihinde Belediye ekiplerince yıkıldığını ve müvekkiline davalı Belediye tarafından 9.739,44 YTL gibi çok düşük enkaz bedelinin takdir edildiğini, oysaki Çorum 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/215 D. İş dosyası ile uzman bilirkişilere yaptırılan keşif ve tespitte enkaz bedelinin 27.750,36 YTL olduğunun tespit edildiğini, müvekkilinin davalı kuruma gerek yazılı gerekse sözlü olarak müracaatlarda bulunduğunu ve enkaz bedelinin gerçek değerine yükseltilmesini talep ettiğini, ancak bir netice alamadığını ve hatta şifaen öğrendiklerine göre davalı kurumca resen takdir edilen bedelin müvekkil adına ismini ve hesap numarasını bilmedikleri bir banka hesabına yatırıldığını, gerçekte yapı yaklaşık birim maliyetleri dikkate alınarak hesaplama yapıldığında müvekkilinin fahiş derecede mağduriyeti ortaya çıkacağından, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile müvekkiline ödenmesi gereken enkaz bedelinin davalı kurumun takdir ettiği 9.739,44 YTL den sonra 10.000 YTL daha arttırılması ve yıkım tarihi olan 26.12.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan alınarak müvekkiline ödenmesini talep ve dava ederek, delillerini içerir dilekçesini ibraz ettiği, yapılan yargılamada taraflara usulüne uygun davetiyelerin tebliğ edildiği, davalı vekilinin duruşmada tekrar ettiği cevap dilekçesinde; açılan davanın öncelikle görev yönünden reddine, aksi halde esastan reddine karar verilmesini talep ettiği, Mahkemelerince Tapu Sicil Müdürlüğünden dava konusu taşınmaza ait tapu kaydı, Kadastro Müdürlüğünden taşınmaza ait kroki, Belediye Başkanlığından dava konusu taşınmaza ait yıkıma ilişkin belgeler, Çorum 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/215 D. İş sayılı dosyası celp edilerek tek tek incelemelerinin yapıldığı, yapılan yargılama sonunda; davacı vekilinin iddia ve beyanları, davalı vekilinin beyanı, Çorum 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/215 D.İş sayılı dosyası, dava konusu taşınmaza ait tapu kaydı, krokisi, yıkıma ilişkin tüm belgeler ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde; açılan davanın davacının idarenin işlem ve eyleminden dolayı doğan zararın tazmini davası olduğunun anlaşıldığı, 11.2.1959 tarihli 17/15 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı gereğince bu gibi davaların idari yargının görevi içersinde bulunduğu, görevin, yargılamanın her aşamasında göz önüne alınması gereken bir kural olduğu, Mahkemeleri bu davaya bakmakta görevsiz bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davacıya ödenmesi gereken enkaz bedelinin, davalı kurumun takdir ettiği 9.739,44 YTL den sonra 18.000 YTL daha artırılması ve yıkım tarihi olan 26.12.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ÇORUM İDARE MAHKEMESİ; 12.1.2010 gün ve E:2009/52, K:2010/8 sayı ile, davanın, Çorum Merkez Ulukavak Mahallesi, 99 pafta, 49 ada, 60 parsel üzerinde bulunan ve davacıya ait olduğu iddia edilmekle birlikte davalı idarece gecekondu olarak nitelendirilen yapının, davalı idare tarafından yapılan imar planı ve imar uygulaması sonucunda yol ve yeşil alan işaretli bölgede kalması sebebiyle yıkılması veya yıktırılması mukabilinde bina veya enkaz bedeli olarak idare tarafından belirlenen bedelin 18.000,00 TL daha artırılarak, bu miktarın davalı idarece faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açıldığı, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 10. maddesinden ve 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinin 1. fıkrasından söz ederek, dosyanın incelenmesinden; bir örneği dava dosyasında bulunan ve Çorum Belediye Başkanlığı görevlilerinden oluşan kıymet takdir komisyonu raporu ile, Çorum Merkez Ulukavak Mahallesi, 99 pafta, 49 ada, 60 parsel üzerinde bulunan (ve davacıya ait olduğu iddia edilmekle birlikte davalı idarece gecekondu olarak nitelendirilen) taşınmazın tamamının imar planının 21 K.IIl.c-21K.IIl.d-20K.Il.a paftalarına göre imar uygulaması sonrasında 'yol-park' alanında kalması sebebiyle ve yapının özellikleri göz önünde bulundurularak mezkur taşınmaza 9.739,44 TL kıymet takdir edildiği; davacının davalı idareye hitaben yazdığı 3/1/2008 tarihli dilekçe ile, Ulukavak Mahallesi Garantievler 1. Sk. No: 126 adresinde bulunan yarı yığma kagir binasının fiyat tespitinin yapılarak tarafına ödenmesini istediği ve bedel ödendikten sonra binayı hemen yıkacağını ifade ettiği; davalı idarenin davacıya hitaben yazdığı 11.1.2008 tarihli, 157 sayılı yazıda, davacının gecekondusu için belediye kıymet takdir komisyonunda belirlenen ve belediye encümenince karara bağlanan bedelin 9.739,44 TL olduğu ve bina bedelinin gecekondu yıkıldıktan sonra davacıya ödeneceği hususlarına yer verildiği; davacının davalı idareye hitaben yazdığı 21.1.2008 tarihli dilekçede, binasının bedelinin ilgili mahkeme tarafından 27.700,00 TL olarak tespit edildiğinden bahsedildiği; yine davacı tarafından davalı idareye hitaben yazılan 11.3.2008 tarihli dilekçeyle, belediyece yıkımı yapılan çevre yolundaki binanın tahakkuk eden enkaz bedelinin hesabına yatırılmasının istenildiği; bu dilekçe üzerine, taşınmaz için davalı idarece takdir edilen 9.739,44 TL'nin davacının bildirdiği hesaba 8.4.2008 tarihinde havale edildiği; ardından, 9.739,44 TL olarak takdir ve tediye edilen enkaz bedelinin 10.000,00 TL daha artırılması için 15/5/2008 tarihinde Çorum Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kaydına giren dilekçe ile açılan davada, idari yargının görevli olduğundan bahisle görevsizliğe karar verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, 10.11.2009 ve 17.12.2009 tarihli ara kararlarına davalı idare tarafından verilen cevaplarda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun yukarıda metni yazılı 18. maddesi hükmü ( ... Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz) uyarınca dava konusu taşınmaz için kamulaştırma yapıldığı ve enkaz bedeli olarak 9.739,44 TL'nin davacının hesabına yatırıldığı; ancak, kamulaştırmaya ilişkin olarak dava konusu taşınmazla ilgili kıymet takdir komisyonu raporundan başka belgenin bulunmadığının belirtildiği, öte yandan, görülmekte olan davanın, imar planı, imar uygulaması veya yıkım gibi bir idari işlem veya eylemden ötürü kişisel hakkın muhtel olmasından kaynaklanan ve idarece karşılanmayan bir zararın tazminine ilişkin değil; Çorum Belediye Başkanlığı görevlilerinden mürekkep kıymet takdir komisyonu tarafından Kamulaştırma Kanunu hükümleri doğrultusunda tespit edildiği ifade edilen kıymet takdirinin veya bedelin artırılmasına ilişkin olduğunun anlaşıldığı, diğer yandan, dava dosyasında mevcut olan bilgi ve belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, davacının taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin olarak Kamulaştırma Kanunu kapsamında kıymet takdiri dışında bir işlem tesis edilmemişse de, yukarıda metni yazılı mevzuata göre, bu durum, davacının taşınmazının bedelinin ilgili asliye hukuk mahkemesi tarafından belirlenmesi gerekliliğini ve davanın adli niteliğini ortadan kaldırmadığı, netice olarak, görülmekte olan davanın, bir idari işlem veya eylemden ötürü kişisel hakkın muhtel olmasından kaynaklanan ve idarece karşılanmayan bir zararın tazminine ilişkin olarak 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinde hükme bağlanan tam yargı davası değil, adli nitelikli bir bedel artırım davası olduğu sonucuna varıldığı, bu duruma ve yapılan açıklamalara göre, adli yargının görevli olması sebebiyle davanın görev yönünden reddinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Encümence 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi gereğince yapılan imar uygulaması neticesinde şehir imar planına göre çevre yolu kenarında yol ve yeşil işaretli alanda Belediye tarafından yol ve yeşillendirme çalışması yapılacağından alt yapı çalışmalarını engelleyen yapıların yıkılması gerektiğinden, yıkılması söz konusu olan yapıları 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde “bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar Belediye veya Valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz” hükmüne istinaden Kıymet Takdir Komisyonunun belirlemiş olduğu 9.739,44 YTL bedelin, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla arttırılması ve yıkım tarihi olan 26.12.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez.

Bu düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenleme ortaklık payı alınanlarından, bu düzenleme sebebiyle ayrıca değerlendirme resmi alınmaz.

Üzerinde bina bulunan hisseli parsellerde, şüyulanma sadece zemine ait olup, şüyuun giderilmesinde bina bedeli ayrıca dikkate alınır.

Düzenleme sırasında, plan ve mevzuata göre muhafazasında mahzur bulunmayan bir yapı, ancak bir imar parseli içinde bırakılabilir. Tamamının veya bir kısmının plan ve mevzuat hükümlerine göre muhafazası mümkün görülemeyen yapılar ise, birden fazla imar parseline de rastlayabilir. Hisseli bir veya birkaç parsel üzerinde kalan yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmedikçe ve aralarında başka bir anlaşma temin edilmedikçe veya şüyuu giderilmedikçe bu yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına devam olunur.

Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz…” denilmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Dava hakkı” başlığını taşıyan 14. Maddesinde (Değişik: 24/4/2001 - 4650/7 md.) ise, “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir…” hükmü yer almıştır.

Olayda, Encümence 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi gereğince yapılan imar uygulaması neticesinde yıkımına karar verilen davacıya ait yapı için Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen 9.739,44 YTL bedelin, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla arttırılması ve yıkım tarihi olan 26.12.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

Belirtilen durum karşısında, açılan davanın, yıkımına karar verilen davacıya ait yapı için belirlenen bedelin arttırılması istemine ilişkin olduğu gözetildiğinde, ihtilafın görüm ve çözümünün, 2942 sayılı Yasa'nın 14. maddesi kapsamına göre adli yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Çorum 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.11.2008 gün ve E:2008/168, K:2008/271 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/279

KARAR NO     : 2011/41

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilen haciz işleminin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : F. T.

Vekili                  : Av. D. Ö.

Davalı                 : Maliye Bakanlığına izafeten Şirinyer Vergi Dairesi Müdürlüğü

Vekili                  : Av. N. K. - Hazine Avukatı

O L A Y             : Davacı ile yüklenici Han Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında 17.12.1990 tarihinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılarak, İzmir İli Buca ilçesi Tınaztepe Mahallesi 21n, 11c pafta, 7102 ada, 1 no’lu parselde davacı adına kayıtlı, 2. Kat 8 no’lu dairenin şirket ortaklarına sözleşmenin ifası halinde bırakılacağı kararlaştırılmıştır.

Şirinyer Vergi Dairesi Müdürlüğüne kayıtlı vergi mükellefi Han Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti'nin kesinleşmiş vergi borcunun tahsili amacıyla; şirketin ortaklarının idareye 21.10.1994 tarihinde verdikleri dilekçe ile vergi borçlarına karşılık olarak, kat karşılığı inşaat sözleşmesi sonucu paylarına düşen daireye haciz konulmasını talep etmeleri üzerine 21.10.1994 ve 22.02.1995 tarihlerinde davacının gayrimenkulü üzerine haciz konulmuş; davacı vekilinin haczin kaldırılması talebi İdarece reddedilmiştir.

Davacı vekili tarafından, müvekkiline ait gayrimenkul üzerine, Han Mühendislik San. ve Tic. Ltd. Şirketinin vergi borçlarından dolayı konulan haczin kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

İZMİR 4. VERGİ MAHKEMESİ: 11.10.2001 gün ve E: 2001/1065, K: 2001/62 sayı ile, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri’nin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun Vergi Mahkemelerinin görevlerini düzenleyen 6. Maddesinde Vergi Mahkemelerinin Genel Bütçeye, İl Özel İdareleri, Belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ile bu konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer konularda verilen işleri çözümleyeceği hükmünün bulunduğu; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15 maddesinin 1/a bendinde adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin düzenlendiği; dava dosyasının incelenmesinden; İzmir İli, Buca ilçesi, Tınaztepe mahallesi, 21n, 11c pafta, 7102 ada, 1 no’lu parselde kayıtlı, 8 no’lu daire üzerine davacı ile aralarında kat karşılığı inşaat sözleşmesi bulunan Han Mühendislik San ve Tic. Ltd. şirketinin vergi borçlarından dolayı 1.2.1995 tarihinde haciz konulduğu, davacının üzerine haciz konulan gayrimenkulün mülkiyetinin kendisine ait olduğu iddiası ile haczin kaldırılması talebi ile iş bu davayı açtığının anlaşıldığı; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 68. Maddesinde istihkak iddiaları ile ilgili hükümlere yer verildiği; maddenin birinci fıkrasında istihkak davalarına bakmaya, haczi yapan tahsil dairesinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğu ve davaların öncelikle görülmesinin kabul edildiği, bu kuraldan dolayı vergi borcunun cebren takibi sırasında vergi dairesince uygulanan hacze karşı açılacak davaların görüm ve çözüm yerinin Vergi Mahkemeleri değil, tahsil dairesinin bulunduğu İcra Hakimliği ya da bu işle görevlendirilmiş mahkemeler olduğu; buna göre, davacının haczedilen gayrimenkulün mülkiyetinin asıl vergi borçlusuna ait olmayıp kendisine ait olduğu iddiasıyla açtığı istihkak davasının görüm ve çözümü adli yargı düzenine ait mahkemelerin görevine girdiğinden, iş bu davanın Mahkemelerince incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle; 2577 sayılı Yasanın 15. Maddesinin 1/a fıkrası uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 23.06.2009 gün ve E: 2009/167, K: 2009/256 sayı ile; davacı vekilinin 10/04/2009 tarihli dava dilekçesi ile; Müvekkili ile yüklenici Han Müh. İnşaat Ltd Şti arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığını, bu sözleşme ile İzmir ili Buca ilçesi Tınaztepe Mah. 7102 ada 1 parselde F. T. adına kayıtlı 2. kat 8.nolu dairenin şirket ortakları C. I. ve T. D.’e sözleşmenin ifası halinde bırakılacağının kararlaştırıldığını, yüklenici firmanın vergi borçları nedeniyle dava konusu taşınmaz üzerine Şirinyer Vergi Dairesi tarafından 01/02/1995 tarihinde haciz konulduğunu, müvekkili adına kayıtlı taşınmazın, yüklenici şirketin vergi borçlarından dolayı aralarındaki sözleşmeye dayanarak ileride doğması olası, doğmamış bir hak için haczedilmesinin usulsüz olduğunu, haczin kaldırılması için ilgili idareye başvurulduğunu ancak olumlu netice alınamadığını belirterek tüm bu nedenlerle dava konusu taşınmaz üzerindeki vergi borcu nedeniyle konulan haczin usulsüz olması nedeniyle kaldırılmasını istediğini; davalı vekilinin savunmasında; Davacı yanın taleplerinin haksız olduğunu, zaman aşımı süresinin dolduğunu, davacı yanın süresi içerisinde Vergi Mahkemesine dava açmadığını, açılan davanın görev yönünden de reddinin gerektiğini belirterek davanın reddini talep ettiğini; İzmir 4. Vergi Mahkemesi’nin 2001/1065-62 E.K sayılı kararı incelendiğinde; Davacısının F. T., davalının Şirinyer Vergi Dairesi, davanın gayrimenkul üzerindeki vergi borcundan dolayı oluşan haczin kaldırılması istemini içerdiği, 11/10/2001 tarihinde davanın Adli Yargı görevi içerisine girdiğinden bahisle görev yönünden davanın reddine karar verildiğinin anlaşıldığını; yüklenici firmaya ait vergi borçlarına ilişkin sorgulamaya ait çıktı fotokopisinin dosyaya sunulduğunu; davanın, haksız konulan haczin kaldırılmasını içeren şikayet davası olduğunu, davacı yanın, kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği yüklenici firmanın edimlerini yerine getirip getirmediğine yönelik tespitte bulunmayıp doğrudan doğruya haczin kaldırılmasını talep ettiğini; ayrıca vergi borçlarından kaynaklanan haciz işlemlerinin kaldırılması konusundaki davaların Vergi Mahkemelerine açılabileceğini, bununla beraber İzmir 4. Vergi Mahkemesinin 2001/1065-62 E.K sayılı kararıyla aynı davada adli yargının görevli olduğunun bildirildiği görülmekle, açılan davanın, dava yolu bakımından reddine, anılan Vergi Mahkemesi kararı gereği dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermenin gerekmiş olduğunu belirterek, hüküm kısmında; konulan haczin vergi borcuna ilişkin olduğu, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasanın 6. maddesinde vergi mahkemelerinin görevlerinin belirtildiği, b bendinde 6183 sayılı yasanın uygulanmasına ilişkin davaları Vergi Mahkemelerinin çözümleyeceği hükmü bulunduğundan; ayrıca davacının 8. nolu bağımsız bölümün borçlunun kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği hak etmediğinin tespitini istemeyip, doğrudan doğruya haczin kaldırılmasını istediği, haczin vergi borcundan dolayı, vergi müdürlüğünce konulduğu, Mahkemelerince kaldırılması halinde idarenin, yani Vergi Müdürlüğü kararının kaldırılması söz konusu olduğundan; dava yolu bakımından davanın REDDİNE, görevli mahkemenin İzmir İdare Mahkemeleri olduğunun tespitine, İzmir 4. Vergi Mahkemesinin 2001/1065-62 E.K sayılı kararı gereği olumsuz uyuşmazlık söz konusu olduğundan çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekilinin, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi yolunda verdiği dilekçe üzerine dava dosyası önce sehven Yargıtay’a, daha sonra da Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, İzmir 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvuru, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır.

Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının, davacı vekilinin görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi istemine ilişkin dilekçesi ile birlikte son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği; Başkanlık yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıya ait gayrimenkul üzerine, davacıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapan yüklenici Şirketinin vergi borçlarından dolayı konulan haczin kaldırılması istemiyle açılmıştır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Amme Alacağının Cebren Tahsili” hakkındaki İkinci Kısmın Birinci Bö­lümü’nde yer alan 54-76. maddelerinde cebren tahsil ve takip esasları genel olarak düzenlenmiş olup, “Haciz” başlığını taşıyan 62. maddesinde, “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.

(Ek fıkra: 16/7/2004-5228/12 md.) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir.

Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır.

Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur.

Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez.

Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir”, ve 88. maddesinin birinci fıkrasında da, Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır(…)” hükmü yer almıştır.

Olayda, Davacı ile Şirinyer Vergi Dairesi Müdürlüğüne kayıtlı vergi mükellefi olan yüklenici Han Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılarak, İzmir İli Buca ilçesi Tınaztepe Mahallesi 21n, 11c pafta, 7102 ada, 1 no’lu parselde davacı adına kayıtlı, 2. Kat 8 no’lu dairenin şirket ortaklarına sözleşmenin ifası halinde bırakılacağının kararlaştırıldığı; Şirketin kesinleşmiş vergi borcunun tahsili amacıyla; şirket ortaklarının vergi borçlarına karşılık olarak, kat karşılığı inşaat sözleşmesi sonucu paylarına düşen söz konusu daireye haciz konulmasını talep etmeleri nedeniyle davalı İdarece gayrimenkul üzerine haciz konulduğu; sonuçta anılan Şirketin vergi borçlarından dolayı davacının gayrimenkulünün üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Vergi Dairesince, 6183 sayılı Yasa’ya göre kamu alacağının(vergi borcunun) tahsili amacıyla kamu gücüne da­yalı, resen ve tek yanlı olarak tesis edilen haciz işlemi, idari bir işlem niteli­ğini taşımakta olup, her iki yargı yerinde de haciz işlemine karşı dava açılmıştır.

Bu durumda, haczin kaldırılması istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesi kapsamında görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varıldığından, Vergi Mahkemesince verilen görevsizlik kararı­nın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 4. Vergi Mahkemesi’nin 11.10.2001 gün ve E:2001/1065, K:2001/62 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/312

KARAR NO     : 2011/47

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacıya ait yapının, İmar Planında toplu konut alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : A. Ö.

Vekili                  : Av. H. S. - Av. Ö. Ş.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. İ. G.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Ankara İli, Altındağ İlçesi, Yenidoğan Mahallesinde kaim ve imarın 6869 ada 4 parselinde kayıtlı 312 m2 yüzölçümlü taşınmazın 144/312 m2’sinin maliki olduğunu, taşınmaz üzerinde ayrıca üç katlı betonarme binasının bulunduğunu; binasıyla ilgili 2981 ve 3290 sayılı İmar Affı Yasalarına göre düzenlenmiş tespit formunu, toplam 247 m2 inşaat alanına havi olduğuna ilişkin yeminli özel teknik büro ölçümünü, müracaat formu ile değerlendirme formu gibi belgelerini de yıllar önce davalı belediyeye verdiğini; söz konusu taşınmaz imar parseli iken, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 26.10.2001 tarih ve 560 sayılı kararıyla onanan 1/5000 Ölçekli Eski Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi Nazım İmar Planı ile bu plana göre davalı Altındağ Belediye Meclisinin 27.09.2002 gün ve 350 sayılı kararıyla kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın 03.02.2003 tarih ve 1671-6962 sayılı yazısıyla onaylanan 1/1000 Ölçekli Eski Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi II Etap İmar Planı kapsamında kalması nedeniyle; bahse konu 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Plan Değişikliğine dayanılarak hazırlanan parselasyon planı sonucu yerinde korunmayıp başka imar ada ve parsellerine şuyulandırıldığını; dolayısıyla müvekkilinin hissedar bulunduğu İmarın 6869 ada 4 sayılı parseline tekabül eden yerde yeni oluşturulan İmarın 23651 ada 1 sayılı parselinde davalı belediyenin hisselerinin toplanması nedeniyle, müvekkilinin üç katlı betonarme binasının kamulaştırmasız el atılması sonucu yıkıldığını; davalı belediye ile akdedilen sözleşmeye istinaden de TOKİ tarafından Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında davalı belediyenin mülkiyetine geçen taşınmaz üzerinde konutlar inşa edildiğini; müvekkilinin hissedar bulunduğu imar parseli, yeni imar planları sonucunda davalı belediye tarafından ele geçirildiği gibi, imar parseli üzerindeki üç katlı betonarme binaya da kamulaştırmasız el atılarak yıkıldığı halde, bu güne kadar herhangi bir şekilde yapı bedeli ödenmediğini; belediye tarafından müvekkiline "enkaz bedeli" ödenmek istenmiş ise de; emsal Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, somut uyuşmazlıkta "enkaz bedeli" değil "yapı bedeli" ödenmesinin gerektiğini ifade ederek sonuçta; fazlaya ilişkin her türlü haklarının saklı tutulması kaydıyla; müvekkilinin hissedarı bulunduğu Ankara İli, Altındağ İlçesi, Yenidoğan Mahallesinde kaim ve imarın 6869 ada 4 parselinde kayıtlı taşınmaz üzerinde bulunan üç katlı betonarme binanın kamulaştırmasız el atılarak yıkılması nedeniyle 10.000,00 TL yapı bedelinin kamu alacağı için öngörülen en yüksek faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, yıkılan binanın ruhsatsız ve kaçak olduğunu; davaya konu binanın, imarın 6869 ada 4 parseli üzerinde kayıtlı iken, Belediyelerinin kentsel dönüşüm projesi kapsamında plan değişikliğine gittiğini, davacının arsasının 23654 ada 1 parsele şuyulandırıldığını, binanın ise başkasına ait ada parsel içerisinde kaldığını; Belediyelerinin, kentsel dönüşüm planı kapsamında TOKİ ile anlaşarak, plan değişikliği yapılan parsellere toplu konut yaptırdığını, konutların inşasının bittiğini, konutlar yapılmadan tüm hak sahibi olan kişilerle görüşüp anlaşıldığını, inşaatlara başlamadan önce davacı ile de anlaşma sağlandığını; davacının 23654 ada 1 parseldeki arsasına ve yıkılan binasının bedeline karşılık olarak yapılan konutlardan 1 adet konut verileceğini, fakat davacının konutunu teslim almaktan imtina ederek iş bu davayı açtığını; davacıların dava konusu gecekondu ile ilgili geçerli bir imar affı müracaatının bulunmadığını, 2981 sayılı yasanın ilgili maddelerinin gereğinin yerine getirilmediğini, imar affı müracaatının da geçersiz olduğunu, yıkılan yapının kaçak olduğunu; binanın, müracaat tarihi olan 05.03.1987 tarihinden sonra kaçak olarak yapıldığını, bunun için de herhangi bir bedel ödenmesinin söz konusu olmadığını; binanın yapıldığı tarihte davacının arsanın maliki bulunmadığını, bu durumda gecekondunun davacıların tapulu arsası üzerinde yapıldığının kabulünün mümkün olmadığını; davacı tarafından imar affı müracaatı esnasında 2981 sayılı Yasanın 9. maddesinin ( c) bendine göre gerekli harçların yatırılmadığı ve 15. maddeye göre de Yapı Kullanma İzin Belgesinin alınmamış olduğunu; İmar Affı Kanununa göre, söz konusu bina ile ilgili işlemlerin tamamlanmadığı ve bina ruhsata bağlanmadığı için, davacılara ait binanın kaçak yapı konumunda olduğunu, zira davacıların inşa ettiği zeminde davacıya ait belli bir yer bulunmadığından davacıya ait gecekondunun başkasının arsasına yapılan yapı olarak değerlendirildiğini; "imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesinin gerektiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 18. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 15.07.2010 gün ve E:2009/150 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayılmış olduğu; davacıya ait Yenidoğan Mahallesi, 6869 ada, 4 sayılı parselde bulunan binanın, Altındağ Belediyesinin revizyon imar planı düzenlemesine göre "Kentsel Dönüşüm Projesi" kapsamındaki toplu konut alanında kaldığı, 2981 sayılı Yasa'ya göre yapılmış bir imar affı başvurusu bulunmadığından kaçak yapı niteliği taşıyan binanın, idarece herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan revizyon imar planı uygulaması nedeniyle yıkıldığı, davacının kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürdüğü binasının yıktırılması nedeniyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 10.000 TL. yapı bedelinin faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davayı açtığının anlaşıldığı; davalı Belediyece, Kentsel Dönüşüm Projesi öngören revizyon imar planında toplu konut alanında kalan izinsiz ve kaçak yapının, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile yapılan protokol kapsamında yer teslimi nedeniyle yıkıldığı, davacıya hissesine karşılık 23654 ada, 1 sayılı parselde hisse verildiği ve herhangi bir bedel ödenmesinin mümkün bulunmadığı savunulduğuna göre, davacı tarafından binasının yıktırılmasından dolayı yapı bedelinin tazmini istemiyle açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de, davanın konusu, davalı idarece 2981/3290 sayılı Yasalar uyarınca kamu gücü kullanılarak, tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait bina için bir bedel ödenip ödenmeyeceğinden kaynaklanmakta olduğu, sonuçta bir idari işlem olan revizyon imar planına dayanılarak izinsiz kaçak yapının yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı; bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği nedenleriyle, 2247 Sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu uyuşmazlığın, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işlemin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığının görüldüğü; uyuşmazlığın, davalı idarenin 2981 ve 3290 sayılı Yasalara istinaden kamu gücünü kullanarak ve tek taraflı uygulama işlemi sonucunda davacıya ait kaçak yapının revizyon imar planına dayanılarak yıktırılmasından doğan zararın tazmini talebinden kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin düşünülmekte olduğu gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/150 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıya ait hisseli parselde bulunan binanın, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında imar planı değişikliği ile İmar Planında toplu konut alanında kalması nedeniyle, davalı idarece hisselerine karşılık başka bir imar parselinden karşılanmak üzere yer verilmekle birlikte, kamulaştırma yapmadan ve herhangi bir bedel ödenmeksizin binanın yıktırıldığından bahisle, uğranılan zararın faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Dava dosyanın incelenmesinden, davacının mülkiyetindeki Altındağ ilçesi, Yenidoğan Mahallesi 6869 ada, 4 parselin, 1/5000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi Nazım İmar Planı ile 1/1000 Ölçekli Altındağ Kentsel Dönüşüm Projesi II Etap İmar Planı kapsamında kaldığı, bu plana dayalı olarak yapılan parselasyon planı sonucu yerinde korunamaması nedeniyle 23654 ada, 1 sayılı parselle şuyulandırıldığı, davacıya ait binanın ise belediyeye ait 23651 ada 1 sayılı parselde kaldığı; davalı İdarece, söz konusu bina için davacı tarafından imar affı müracaatı esnasında 2981 sayılı Yasanın 9. maddesinin (c) bendine göre gerekli harçların yatırılmadığı ve 15. maddeye göre de Yapı Kullanma İzin Belgesinin alınmamış olduğu, İmar Affı Kanununa göre, söz konusu bina ile ilgili işlemlerin tamamlanmadığı ve bina ruhsata bağlanmadığı için, davacılara ait binanın kaçak yapı konumunda olduğunun ifade edildiği; böylece kaçak yapı niteliği taşıyan binanın, herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan kentsel dönüşüm planı uygulaması nedeniyle yıkıldığı, belediyenin kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ ile anlaşarak anılan parselde toplu konut yaptırdığı, bakılan davanın da, yıkılan bina ile ilgili olarak, fazlaya ilişkin her türlü haklarının saklı tutulması kaydıyla 10.000,00 TL yapı bedelinin kamu alacağı için öngörülen en yüksek faiziyle birlikte tazmini istemiyle açıldığı, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.

Belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.07.2010 gün ve E:2009/150 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde Üyeler Mahmut BİLGEN ve Ramazan TUNÇ’un KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

3194 sayılı İmar Kanunun 18/10. maddesi uyarınca "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapılar, belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamaz."

16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açabilir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin istikrarlı kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Y5HD. 1.5.2006, E.2006/2677, K.2006/5324) Bu bakımdan; uyuşmalığın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan değerli çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 07.03.2011

                                Üye                                                                 Üye

                     Mahmut BİLGEN                                            Ramazan TUNÇ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/314

KARAR NO     : 2011/48

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Uyuşmazlık Mahkemesi’nce daha önce karara bağlanan konu ile ilgili olarak, suret dosya gönderilmek suretiyle yeniden açılan davada, KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞI hk.

K A R A R

Davacı                : C. B.

Vekilleri              : Av. U. C. - Av. H. Y.

Davalı                 : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. İ. G.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıya ait Önder Mahallesi, Uygar Sokak, No:25, Altındağ adresinde bulunan (Altındağ 1. Bölge Tapu Müdürlüğü’nde 23416 ada ve 7 parsel) evin davalı Altındağ Belediye Başkanlığı tarafından kanunda belirtilen usullere uyulmadan 23.11.2009 tarihinde yıkıldığını, davacıya yıkımla ilgili yapılmış herhangi bir tebligat bulunmadığını, davalı Altındağ Belediyesi’nin yasalara aykırı şekilde yıkımı gerçekleştirdiğini, imar uygulaması nedeniyle bulunduğu yerde korunması mümkün olmayan yapı ve ağaç bedeli ödenerek gerekli tebligatlar yapıldıktan sonra yıkım yapılabileceği halde Belediye tarafından kamulaştırma yapılmadan, herhangi bir bedel ödenmeden ve hiçbir bildirim yapılmadan üç katlı evin, davacının evde bulunmadığı sırada ve hiçbir güvenlik tedbiri alınmadan yasa dışı olarak yıkıldığını, evin 12.5.1983 tarihinde Belediyeye müracaat edilerek kanunlara uygun hale getirildiğini, davacının 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/51 D. İş sayılı tespit kararı ile zararını tespit ettirdiğini, yapılan tespit sonucunda evin yapı bedeli olarak 60.536,70 TL belirlendiğini, davalı Belediyenin davacıya henüz hiçbir ödemede bulunmadığını, davacının evinin yıkımı neticesinde evin yapı bedeli olarak 60.536,70 TL, eşyalar nedeni ile 4.490,00 TL civarında zararının söz konusu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin dava hak ve talepleri saklı kalmak kaydıyla yapı bedeli olarak 10.000,00 TL ve eşyalar için 1.000,00 TL maddi tazminat ile 10.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 21.000,00 TL nin 23.11.2009 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolunda kalan kaçak binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacıya hissesi oranında başka bir imar parselinden yer verildiği, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 6.5.2010 gün ve E:2010/10 sayı ile, davalı vekilinin görev yönünden vaki itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 05.07.2010 gün ve E:2010/81 sayı ile, Davacının, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Önder Mahallesi, 23416 ada, 7 sayılı parseldeki evine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle maddi ve manevi olmak üzere toplam 21.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/10 Esas sayısında kayıtlı dosyada açtığı davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiğinin anlaşıldığı, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamaları işlemlerinin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler olduğu, dosyanın incelenmesinden, Altındağ Belediye Meclisi kararı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin onayı ile yürürlüğe konulan "Alemdağ, Battalgazi, Hacılar, Önder, Ulubey Mahalleleri Gecekondu Islah İmar Planı" kapsamında imar düzenlemesi yapıldığı; imar uygulaması kapsamında davacının hissedarı bulunduğu parsele diğer hissedarların muvafakati alınmaksızın yapılan ve 2981 sayılı Yasa'ya uygun af başvurusu da olmayan izinsiz kaçak yapının imar yolu üzerinde kalması nedeniyle 3194 ve 775 sayılı Yasa'ların verdiği yetkiye dayanılarak yıkıldığı; imar uygulaması tamamlandıktan sonra, söz konusu taşınmazdaki hissesi şuyulandırılmış bulunan davacıya ait kaçak yapının yıkılmak suretiyle davalı Belediyece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere yıkılan yapı bedeli için 10.000 TL ve eşya bedeli için 1.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi olmak üzere toplam 21.000 TL tazminatın yıkım tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle dava açtığının anlaşıldığı, imar uygulaması sonucu oluşturulan imar yolunda kalan davacıya ait izinsiz ve kaçak yapının yıkılması nedeniyle, bu yapının ve içindeki eşyaların bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasına dayalı olarak açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de, davanın konusu, davalı idarece 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda kamu ortaklık paylarından oluşturulan ve imar planında "imar yolu" olarak ayrılmış bulunan taşınmazdaki hissesi şuyulandırılmış olan davacıya ait yapının bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1/b bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı, bu durumda, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 13.01.2011 gün ve 2010/341781 sayı ile, Davacı Cemal Biçici vekili tarafından davalı Altındağ Belediye Başkanlığı aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2010/10 Esas sayılı tazminat davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/314 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Önder Mahallesi, 23416 ada, 7 sayılı kadastral parselde bulunan davacıya ait kaçak bina ve eklentilerin imar yolunda kalması nedeniyle kamulaştırmasız el atılarak yıktırılmasından dolayı uğranılan zarar nedeniyle 21.000 TL tazminat ödenmesi istemiyle Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, davanın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığınca onaylanan Altındağ Belediye Meclisinin "Alemdağ, Battalgazi, Hacılar, Önder, Ulubey Mahalleleri Gecekondu Islah İmar Planı" kapsamında dava konusu olan ve davacının hissesi bulunan parsele diğer hissedarların muvafakatı olmadan yapılan kaçak yapının imar yolu üzerinde kalması nedeniyle yıkılması nedeniyle davacının hissesine davalı idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığı ileri sürülerek maddi ve manevi olmak üzere toplam 21.000.- TL nin yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, dava dilekçesi incelendiğinde de, davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığının görüldüğü; uyuşmazlık konusu işlemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklandığı, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığı’nın 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/10 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un, “İncelemede izlenecek sıra” başlıklı 27.maddesinde; “ Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.”; “Olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma” başlıklı 10. maddesinde; “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.”; “Yargı merciince yapılacak işlemler” başlıklı 12.maddesinde;

“Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

(Değişik üçüncü fıkra: 23/7/2008 – 5791/4 md.) Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.”; “Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makamca yapılacak işlemler” başlıklı 13.maddesinde;

“(Değişik birinci cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir. Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz.

Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. (Ek cümle: 23/7/2008 – 5791/5 md.) Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır.

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, düşünce yazısıyla eklerini, görevsizlik itirazını reddeden yargı merciine göre ilgili bulunan Başsavcı veya Başkanunsözcüsüne tebliğ edebilir. Tebliği alan makam karşılık vermek isterse, yedi gün içinde yazılı karşılığını vermekle görevlidir.” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacı vekili tarafından 8.1.2010 tarihinde açılan dava dosyasının Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2010/10 sayılı esasına kaydının yapıldığı; davalı Belediye vekilinin 2247 sayılı Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak 9.3.2010 tarihinde yaptığı görev itirazının, Mahkeme’nin 6.5.2010 tarihli duruşmasında reddedildiği; Belediye vekilinin, Yasa’nın 12.maddesi uyarınca, 7.5.2010 tarihli dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması amacıyla dosyanın Danıştay Başsavcılığına gönderilmesini talep ettiği; Mahkeme’ce, 22.6.2010 tarih ve 2010/10 Esas sayılı yazı ekinde dava dosyası aslının Danıştay Başsavcılığına; Danıştay Başsavcısı’nca da, 05.07.2010 gün ve E:2010/81 sayı ile, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak Mahkememize gönderildiği ve aynı zamanda olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı hususunun Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne de bildirildiği; anılan dosyanın Mahkememizin E:2010/226 sayılı esasına kaydının yapıldığı;

Buna karşılık; Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından E: 2010/10 sayı ile; suret dosya üzerinden yargılamaya devam edildiği; 20.10.2010 tarihindeki duruşmada Mahkeme’ce; Danıştay Başsavcısına yazılan yazıya cevap geldiği, okunduğu, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının bildirildiğinin görüldüğü ifade edilerek, Davalı vekilince gideri verildiğinde dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği; 2.11.2010 tarih ve 2010/10 Esas sayı ile dava dosyası örneğinin Mahkememize gönderildiği ve Mahkememizin E:2010/314 sayılı esasına kaydının yapıldığı;

Mahkememizce, aynı konudaki daha önceki başvuruda, 7.2.2011 gün ve E: 2010/226, K: 2011/25 sayı ile, davanın çözümünde İdari Yargının görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 6.5.2010 gün ve E:2010/10 sayılı kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda; Mahkememizce aynı dava ile ilgili olarak daha önce karar verildiği anlaşıldığından; suret dosya gönderilmek suretiyle açılan iş bu davada, “karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi” gerekmiştir.

SONUÇ             : Mahkememizce aynı dava ile ilgili olarak daha önce karar verildiği anlaşıldığından; suret dosya gönderilmek suretiyle açılan iş bu davada, KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/315

KARAR NO     : 2011/49

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İki istasyon arasında seyir halindeki banliyö treninin çarpması sonucu ölen kişinin anne ve babası tarafından; destekten yoksun kalma karşılığı maddi tazminatın davalı TCDD İşletmesinden tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : 1-E. U., 2-S. U.

Vekilleri              : Av. H. E., Av. D. D., Av. H. S.

Davalı                 : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili                  : Av. T. E.

O L A Y             : 02.06.2008 günü saat 21:40 sıralarında Ankara-Sincan seferini yapmakta olan 20113 no.lu banliyö treni, Özgüneş istasyonu ile Emirler İstasyonu arasında seyir halinde iken M. U.’a çarpmış, adı geçen ölmüştür.

Davacılar vekili, müvekkili davacıların, müteveffa destek M. U.'un anne ve babası olduğunu; adı geçenin, Özgüneş istasyonunda trene binmek isterken banliyö treninin aniden hareket etmesi üzerine trenle peron arasına düşerek vefat ettiğini; TTK'nun 806. maddesi uyarınca, taşıyıcının yolcuları gidecekleri yere sağ ve salim olarak ulaştırmakla mükellef bulunduğunu, yolcuların kazaya uğramaları halinde bundan doğacak zararları taşıyıcının tazmin edeceğini; taşıyıcının, yürüttüğü hizmetin gereği, tren kapılarını hareket halinde iken sürekli kapalı tutmak, yolcuların güvenli bir şekilde seyahat edebilmeleri için uygun peronlar yapmak, duruş ve kalkışlarda tüm yolcular inme ve binme işlemini tamamladıktan sonra gerekli emniyet tedbirleri alıp yolcuların güvenli bir ortamda seyahat etmelerini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediğini; taşıyıcının uluslar arası tren taşımacılığının standartlarına uymadığını, bu ve benzer nedenlerle kusurlu olduğunu ifade ederek, sonuçta; şimdilik müteveffanın annesi S. U. ve babası E. U. için ayrı ayrı 4.000,00 YTL'den toplam 8.000,00.-YTL. maddi (destekten yoksun kalma) tazminatın davalıdan müşterek ve müteselsilen tahsiline, 02.06.2008 olay tarihinden itibaren tazminat istemlerine en yüksek oranda ve tahsil tarihine kadar bu oranlarda meydana gelecek gerçek değişiklikleri de kapsayacak şekilde ticari temerrüt (avans) faizi yürütülmesine, fazlaya dair haklarının ve manevi tazminat isteme haklarının saklı tutulmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İşletme vekili, birinci savunma dilekçesinde; kazanın, davacı tarafın iddia ettiği gibi meydana gelmediğini; banliyö treninin, saat 21:40 sularında, Özgüneş-Emirler arası kuzey yoldan 30-40 km/s. hızla seyrederken, M. U.’un ihata duvarının (yaya ve araçların demiryolu sahasına girmelerini engellemek için demiryolunun kenarlarına yapılan yüksek duvar) kenarından koşup, demiryolu içerisine girdiğini, tren makinistinin, kendisini fark etmesiyle birlikte sık sık düdük çalıp, hemen seri fren yaptığını, ancak M. U. herhangi bir tepki vermediğinden ve mesafe de çok kısa olduğundan, duramadığını ve km:556+000’da (yani; peronda değil, demiryolu hattı üzerinde) adı geçen şahsa çarptığını; müteveffanın banliyö treninin yolcusu olmadığını; kazanın tamamen müteveffanın kendi kastı ya da kasıt derecesindeki ağır kusur ve ihmali sonucu meydana geldiğini; taraflar arasında akdedilmiş bir taşıma sözleşmesi bulunmadığını; görülmekte olan davaya Türk Ticaret Kanununun yolcu taşımasına ilişkin hükümleri değil, idare hukukunun hizmet kusuru hükümleri uygulanacağından, davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ; 18.11.2009 günlü, celsede ve E: 2008/655 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İşletme vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve ekleri Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Ankara-Sincan istikametinde Özgüneş istasyonu ile Emirler İstasyonu arasında seyir halindeki banliyö treninin çarpması sonucu ölen M. U.'un anne ve babası tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle T.C.D.D. İşletmesi Genel Müdürlüğüne karşı Ankara Dördüncü Asliye Ticaret Mahkemesinin E:2008/655 sayılı dosyasında açılan davada, davalı İdarece davanın görüm ve çözümünün İdari Yargı'nın görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği; 28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü'nün "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1'inci maddesi" Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir…" hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3'üncü maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu İktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4'üncü maddesinde de, sayılan kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının "tekel" kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmekte olduğu; buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğunun tartışmasız bulunduğu; 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği; idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların; Anayasa'nın 125'inci maddesinin son fıkrasında yer alan, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendindeki, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalarına idari yargı yerlerinde bakılacağı yolundaki düzenleme uyarınca, İdari Yargı'nın görevinde bulunduğu; dosyada bulunan, "Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı" ile Bilirkişi Raporunda yapılan tespitlerden; zarar doğuran olayın trene biniş, iniş veya trenle yolculuk sırasında meydana gelmediğinin anlaşılması karşısında; taraflar arasında yolcu taşıma sözleşmesinin hükümlerinin uygulanmasını gerektiren bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilmesinin olanaklı olmadığı, bu bakımdan; dosyadaki uyuşmazlığın çözümünün, TCDD İşletmesinin görevinde olan kamu hizmetini yürütmek amacıyla kurmuş olduğu demiryolu hattı boyunca aldığı önlemler yönünden kusurunun ya da idarenin sorumluluğunu gerektirecek başka bir nedenin bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlı bulunduğu; bu belirleme ise, yukarıda açıklanan Anayasa ve yasa hükümleri çerçevesinde idari yargı yerlerince yapılabilecek nitelikte olduğundan; davanın görüm ve çözümünün İdari Yargı'nın görev alanına girdiği gerektiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Ankara-Sincan seferini yapan banliyö treninin Özgüneş istasyonundan ayrılmak üzere perondan hareket ettiği sırada çarpması sonucunda hayatını kaybeden Muhammet Uygur'un anne ve babası olan davacıların olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan davada, davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı; TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu; 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olmasının, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmediği; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'un 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, idarece gerekli önlemlerin alınmış olup olmadığının tespitinin gerektiği; dolayısıyla, hareket halindeki trenin çarpması sonucu hayatını kaybeden müteveffanın yakını olan davacıların uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada, kazanın meydana gelmesinde davalı idarenin bir hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ve olaydan doğan zararın hizmet kusuru esaslarına göre tazmini gerekip gerekmediğinin belirlenmesi söz konusu olacağından, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğunun düşünüldüğü gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10.maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/655 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede belirlenen süre içinde başvurulması üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından uyuşmazlık çıkarıldığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, iki istasyon arasında seyir halindeki banliyö treninin çarpması sonucu ölen kişinin anne ve babası tarafından; destekten yoksun kalma karşılığı maddi tazminatın davalı TCDD İşletmesinden tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü(TCDD) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi, “Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4.maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Olayda, Ankara-Sincan istikametinde, Özgüneş istasyonu ile Emirler İstasyonu arasında seyir halindeki banliyö treninin çarpması sonucu ölen Muhammet Uygur'un anne ve babası tarafından maddi tazminata hükmedilmesi istemiyle T.C.D.D. İşletmesi Genel Müdürlüğüne karşı dava açıldığı; dosyada bulunan, "Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı" ile Bilirkişi Raporunda yapılan tespitlerden; zarar doğuran olayın trene biniş, iniş veya trenle yolculuk sırasında meydana gelmediğinin belirtildiği; TCDD İşletmesinin, görevinde olan kamu hizmetini yürütmek üzere kurduğu demiryolunda, kazanın meydana gelmesinde kusurlu olduğu nedeniyle maddi ve manevi zarar doğduğu öne sürülmekte olup, zarar doğuran olayın trene biniş yada iniş veya trenle yolculuk sırasında meydana gelmediğinin anlaşıldığı nedeniyle+, taraflar arasında yolcu taşıma sözleşmesine dayalı bir hukuki ilişki bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 18.11.2009 gün ve 2008/655 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/319

KARAR NO     : 2011/51

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesine göre verilen ve kesinleşen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. T.

Vekili                  : Av. I. T.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. Y.

O L A Y             :Davacıya, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9. ve 79 maddesini ihlal ettiği nedeniyle Yasanın 140. maddesi uyarınca Ankara Sigorta Müdürlüğü tarafından 4.398.30 TL idari para cezası verilmiş, yapılan itiraz İdarece reddedilmiştir.

Davacı vekili, müvekkili adına tahakkuk ettirilen 4.398.30 TL’lık para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen, 27.4.2009 gün ve 09/12825 sayılı, gecikme zammı dahil 8.321.82 TL tutarındaki ödeme emrinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ: 6.5.2010 gün ve E: 2009/1089 sayı ile; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları ile idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari davalardan olduğu ve görüm ve çözümünün idari yargı yerlerine ait olduğu; idarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlerle, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırdığı ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; davalı idare tarafından, Mülga 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 80. maddesi uyarınca; Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 Sayılı Yasa'dan kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde, alacaklı Sigorta Müdürlüğü'nün bulunduğu yer İş Mahkemesi'nin yetkili olduğu, yine 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101. maddesinde; Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların İş Mahkemelerinde görüleceğinin hükme bağlandığı, dolayısıyla kurum alacağının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın idari yargının görev alanına girmediği belirtilmiş ise de; dava konusu ödeme emrinin davacı adına daha önce tahakkuk ettirilen 4.398,30.TL'lik para cezasının tahsili amacıyla düzenlendiği, dolayısıyla Mülga 506 'Sayılı Yasa'nın 80. maddesinde belirtilen anlamda bir kurum alacağı olmadığı, öte yandan Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Yasa'nın 102. maddesi uyarınca kurumca tahakkuk ettirilen idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemelerinin görevli olduğunun hükme bağlandığı, dolayısıyla davacı hakkında tahakkuk ettirilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrine karşı açılan davada idari yargının görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacının, adına tahakkuk ettirilen 4.398.30 TL'Iik para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 8.321.82 TL tutarındaki 27.04.2009 tarihli ödeme emrinin iptali istemiyle davalı idare aleyhine idari yargı yerinde açtığı davada davalı idarenin görev itirazında bulunduğunun görüldüğü, uyuşmazlık konusu duruma ilişkin mevzuat incelendiğinde; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin dördüncü fıkrasının, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliği tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" yolundaki üçüncü cümlesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 8.10.2002 gün ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararıyla iptal edildiği ve bu kararın yayımlandığı 26.2.2003 tarihinden itibaren kendisine tanınan bir yıllık süre içinde Yasama Organı'nca çıkarılan 29.7.2003 gün ve 4958 sayılı Yasa’nın 51. maddesi ile, 506 sayılı Yasa'nın 140. maddesinin yeniden düzenlendiği, dördüncü fıkrasında, “İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idari para cezaları, bu Kanunun 80. maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir" denildiği, anılan Yasanın 80. maddesinin 29.7.2003 gün ve 4958 sayılı Yasa ile değişik beşinci fıkrasında, Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 51. maddesi hariç, diğer maddelerinin uygulanacağının öngörüldüğü ve ödenmeyen Kurum alacaklarına uygulanacak gecikme zammının gösterildiği; yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verildiği; öte yandan; 506 sayılı Kanun'un 140. maddesinin dördüncü fıkrasının 15.2.2006 tarih ve 5454 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle değiştirildiği; idari para cezalarına karşı idare mahkemesine başvurulacağı hükmünün kaldırılarak yerine onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmünün getirildiği, ancak, anılan fıkrada yer alan, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler" yolundaki üçüncü tümcesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla iptal edildiği, bu düzenlemelere göre, idari para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları(15.2.2006 tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvuru ile anılan mahkemelerin görevli kılındığı, ancak, buna ilişkin tümcenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği); kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğunun belirtildiği, uyuşmazlık konusu olayda; davalı idare tarafından verilen idari para cezasının, ödenmemesi nedeniyle Kurum alacağına dönüşmesi üzerine gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, idari para cezasından doğan Kurum alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın görümü ve çözümünde 506 sayılı Kanun'un 140. maddesinin yollamada bulunduğu 80. maddesinde yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan iş mahkemesinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; ödeme emrinin düzenlendiği ve tahsilatın yapıldığı tarihler itibariyle yürürlükte bulunan (506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nu -kimi maddeleri hariç- yürürlükten kaldıran) 31.05.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 102'nci maddesinin dördüncü fıkrasında, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir. " denildikten sonra altıncı fıkrasında, "Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir." hükmüne; 89. maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinde de, "Dava ve icra takibi açılmış olsa bile, prim ve diğer Kurum alacaklarının ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve gecikme zammı tahsil edilir." kuralına yer verildiği; yine sözü edilen Kanunun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 88'inci maddesinin onbeşinci fıkrasında, "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır." hükmü yer almış olup; aynı maddenin onsekizinci fıkrasında da, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." denilmek suretiyle, Kurumun süresi içinde ödenmeyerek kesinleşmiş prim ve diğer alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması; bu uygulama sonucunda doğacak uyuşmazlıkların çözümünde de, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olması esasının kabul edildiği; 5510 sayılı Kanunun, "Kurumca verilecek idari para cezaları" başlıklı, 102'nci maddesine göre kesilen idari para cezaları, prim alacağı olmamakla birlikte, aynı Kanunun 89'uncu maddesi hükmü ile, 30.03.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "idari para cezaları" başlıklı 17'nci maddesinin 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla değişik 4'üncü fıkrasında yer alan, "Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idari para cezalarına ilişkin kesinleşen kararlar, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderilir. Sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idareler tarafından verilen idari para cezaları, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunur.(...)" şeklindeki düzenleme uyarınca Kurum alacağı niteliğinde olduğundan; vadelerinde ödenmemeleri durumunda, 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsilleri ile buna ilişkin işlemlere karşı açılacak davaların, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş Mahkemesinde görülmesinin, 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin yukarıda açıklanan onsekizinci fıkrası hükmü gereği olduğu; her ne kadar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 08.02.2006 tarih ve 5454 sayılı Kanun ile değişik 140'ıncı maddesinin, yukarıda söz konusu edilen dördüncü fıkrasındaki, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." ibaresi, Anayasa Mahkemesinin 04.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararı ile iptalinden sonra, 09.05.2007 tarih ve 5655 sayılı Kanun ile "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde yeniden kaleme alınmış ve bu yeni düzenlemede, idari para cezalarına yapılan itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri öngörülmüş ise de; bu düzenleme vadesinde ödenmeyen idari para cezalarının takip ve tahsiline değil, önceki aşama olan tahakkuk aşamasına ilişkin olduğundan; tahakkuk aşaması ile ilgili görev kuralının, 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasının açık hükmü karşısında, takip ve tahsil aşaması ile ilgili olarak da uygulanmasına, hukuken olanak bulunmadığı; öte yandan; davaya konu ödeme emrinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanunun, kamu idaresine kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi veren bir idari usul yasası olduğu; alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, idare hukukunda tanımı yapılan birer tek yanlı idari işlemden başka bir şey olmadığı, idari işlemlerin yargısal yöntemlerle hukuka uygunluklarının denetiminin ise, Anayasa Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararına dayanak oluşturan "Anayasa'nın yürütme bölümünde yer alan 125. maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemlerini yargı denetimine bağlı tutulduktan sonra, maddenin diğer fıkraları da idari yargı sisteminde geçerli olan ilkeleri belirlemektedir. / İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğü, ağırlıklı olarak adli yargı sistemi için değil, idari yargı sistemi için geçerli olan temel ilkelerdir. / Anayasa'nın belirlemiş olduğu bu kurallar, idari Yargılama Usulü Kanunu'nda da yer alan idari yargılama usul ve esaslarının ana kurallarıdır. Anayasa'nın değişik maddelerinde kurumsallaşan ve 125. maddesinde belirtilen idari-adli yargı ayırımına ilişkin düzenlemeler nedeniyle idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir." yolundaki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, idari yargı yerlerine ait bulunduğu, bu bakımdan; 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasında yer alan görev kuralı, Anayasaya aykırılık oluşturmakta ise de; Başsavcılıklarının, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine götürme olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği; bu durum karşısında, kesinleşen ve bu haliyle kurum alacağına dönüşmüş olan idari para cezasının 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsil aşamasına ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş Mahkemesinin görevli bulunduğu nedenleriyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Davacı adına tahakkuk ettirilen ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinden kaynaklanan 4.398.30 TL’lık para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen, 27.4.2009 gün ve 09/12825 sayılı, gecikme zammı dahil 8.321.82 TL tutarındaki ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 4. fıkrasında, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” denilmiş; 80. maddesinin yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, bu düzenlemelere göre, idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları, kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça belirtildiği gibi Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğu sonucuna varmıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” denilmiş; 88. maddesinde ise, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, Ankara Sigorta Müdürlüğü tarafından Davacıya, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9. ve 79 maddesini ihlal ettiği nedeniyle, Yasanın 140. maddesi uyarınca idari para cezası verildiği, yapılan itirazın yerinde görülmeyerek İdarece reddedildiği; davacının ise bu para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen, 27.4.2009 gün ve 09/12825 sayılı, ödeme emrinin iptali istemiyle dava açtığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, söz konusu ödeme emrine karşı açılan davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde İş Mahkemesinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 06.05.2010 gün ve E:2009/1089 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde, Üye Nüket YOKLAMACIOĞLU’nun KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

AZLIK OYU

Dava, Davacı adına tahakkuk ettirilen ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinden kaynaklanan 4.398.30 TL’lık para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen, 27.4.2009 gün ve 09/12825 sayılı, gecikme zammı dahil 8.321.82 TL tutarındaki ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda Anayasa Mahkemesince verilen kararların veya yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının uyuşmazlıkların çözümünde dikkate alınması gereklidir. Bu çerçevede, konunun öncelikle 506 sayılı Yasanın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezalarının yargısal denetiminde görevli yargı yeri, 506 sayılı Yasada 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasayla yapılan değişiklik ve bu değişiklikle ilgili Anayasa Mahkemesi kararı ve sonraki yasal düzenlemeler yönlerinden incelenmesi gerekli bulunmaktadır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 3910 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesinin 4. fıkrasında; “İdari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz." hükmü yer almış, ancak Yasa maddesinde yer alan "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." tümcesi, Anayasa Mahkemesince, 26.2.2003 tarih ve 25032 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 8.10.2002 tarih ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararla Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmiştir.

Anılan iptal kararı üzerine, 6.8.2003 tarih ve 25191 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4958 sayılı Yasanın 51. maddesiyle, 506 sayılı Yasanın 140. maddesi değiştirilerek; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde düzenleme yapılmıştır.

15.2.2006 tarih ve 26081 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5454 sayılı Yasanın 5. maddesiyle değiştirilen 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin 4. fıkrasında ise; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." şeklinde düzenleme yapılmakla birlikte, 6.4.2007 tarih ve 26485 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 140. maddesinin, 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasanın 5. maddesiyle değiştirilen dördüncü fıkrasının "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." biçimindeki üçüncü tümcesinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.

Öte yandan, 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5655 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesi ile; 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin dördüncü fıkrası, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde değiştirilmiş; 506 sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezalarına karşı görevli yargı yerinin idare mahkemesi olduğu hükme bağlanmıştır.

Buna göre, 15.2.2006 tarihinde 5454 sayılı Yasa ile 506 sayılı Yasanın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması ve 506 sayılı Yasanın 140. maddesinde, 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5655 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik karşısında, 506 sayılı Yasanın 140. maddesine dayanılarak verilen idari para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açılması gerektiği açıktır.

Diğer yandan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 1 Ekim 2008 tarihinden itibaren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu - uyuşmazlıkla ilgili olmayan kimi maddeler dışında - yürürlükten kaldırılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, görülmekte olan davalara da etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Bu nedenle, görevli yargı yerinin belirlenmesinde, 5510 sayılı Yasanın ilgili hükümlerinin incelenmesi gereklidir.

5510 sayılı Yasanın "Kurumca verilecek idari para cezaları" başlıklı 102. maddesinde, " ... İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder.Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler... Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89'uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir... " hükmü yer almaktadır.

Yasanın 88. maddesinde ise, kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Yasanın 102. maddesinde, önceki düzenlemelerin aksine idari para cezalarının tahsili konusunda, iş mahkemesinin görevini düzenleyen 88. maddesine atıf yapılmadığı, yalnızca tahsilatın nasıl yapılacağını düzenleyen 89. maddesine atıf yapıldığı dikkate alındığında, yasa koyucunun idari para cezalarının tahakkukuna ilişkin işlemler ile tahsiline ilişkin ödeme emirlerinin yargısal denetiminde idare mahkemelerini görevli gördüğü sonucuna varılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 506 sayılı Yasanın 4958 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezalarına karşı gerek tahakkuk gerekse tahsil aşamasında idare mahkemesinde dava açılacağı, ancak bu cezaların süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak gecikme zammının hesaplama yöntemi açısından anılan yasanın 80. maddesine atıfta bulunulmakla idari para cezalarının tahsiline ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde görevli yargı yeri ile kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin uyuşmazlıkların çözümündeki görevli yargı yeri birbirinden ayrılmış, bu konulardaki görevli yargı yerleri farklı yasa maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin gerek 8.10.2002 günlü, E:2001/225, K:2002/88 sayılı, gerekse 4.10.2006 günlü, E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararlarında belirttiği, "itiraz başvurusuna konu olan idari para cezası, idare tarafından kamu gücü kullanılarak Yasada belirtilen kurallara uymayanlara idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğundan, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının görevli kılınması gerekir." gerekçesine de uygun olduğu açıktır. Aksine bir yorum 140. madde nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin yargısal denetiminin 80. madde hükmü çerçevesinde iş mahkemelerine bırakıldığının öne sürülmesi aynı olgudan kaynaklanan idari işlemlerin denetiminin farklı yargı yerlerine bırakılmasına yol açacaktır.

Dolayısıyla, dava konusu ödeme emri, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili idari para cezasının tahsil edilmesine ilişkin olup, idari işlem niteliğindeki ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılacak davalarda, kural olarak, idari yargının görevli olduğu dikkate alındığında, bu davanın görüm ve çözümünde idare mahkemesinin görevli olduğu açıktır. Ayrıca, idari para cezasının devamı niteliğindeki ödeme emrinin yargısal denetiminde idari yargının görevli olmasının uyuşmazlığın çelişkisiz çözümünü ve yargılamanın çabuk bir biçimde sonuçlandırılmasını sağlayacağı kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile aksi yönde oluşan karara katılmıyorum.

                                                                        Üye

                                                    Nüket YOKLAMACIOĞLU

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/320

KARAR NO     : 2011/52

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5510 sayılı Yasa’nın 102. maddesine göre verilen ve kesinleşen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın, Yasa’nın 88. maddesi uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : G. T.

Davalı                 : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili                  : Av. N. K., Av. T. K.

O L A Y             : Davacı adına 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 8. ve 86. maddelerinde belirtilen yükümlülüğü yerine getirmediği nedeniyle, Yasanın 102. maddesine istinaden verilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 1.531.85TL tutarlı 2009/054743 takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ: 03.06.2010 gün ve 2010/330 sayı ile; davacı G. T. tarafından, adına 5510 sayılı Kanundan kaynaklı idari para cezasının tahsili amacıyla gönderilen 1.531,85-TL tutarlı 2009/054743 takip nolu ödeme emrinin iptali istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na karşı açılan davada, davalı idarenin görev itirazı incelenerek gereğinin düşünüldüğü; 5510 sayılı Kanunun 102.maddesinde kurumca verilecek idari para cezaları belirlendikten sonra aynı madde içinde, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir" hükmüne yer verildiği; bakılan davada, dava konusu ödeme emrinin incelenmesinden, ödeme emri içeriği alacağın idari para cezası olarak belirtildiğinin görüldüğü, davalı idarenin 26.3.2010 havale tarihli dilekçesinde de, bunun aksi yönde bir iddiada bulunulmadığı gibi ödeme emrinin içeriği hakkında herhangi bir savunma da yapılmadığı; bu durumda, kurumca verilecek idari para cezalarını ve bu cezalara karşı itiraz usulünü düzenleyen 102. maddesinde idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine başvurulacağı açıkça düzenlendiğinden, söz konusu para cezasının tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanuna göre düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevinde bulunduğunun açık olduğu gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin bu uyuşmazlıkta görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Uyuşmazlığın 5510 sayılı Yasanın 102. maddesi gereğince verilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali talebinden kaynaklandığı; konuya ilişkin mevzuat incelendiğinde; 5510 sayılı Yasanın 102. maddesinde, " ... idari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir. / İdari para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde. bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir. / Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir." Hükmü; 5510 sayılı Yasanın 88. maddesinde, " ... Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır…Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir ... " hükmünün yer aldığı; uyuşmazlık konusu olayda; davalı idare tarafından verilen idari para cezasının ödenmemesi nedeniyle Kurum alacağına dönüşmesi üzerine 5510 sayılı Yasanın 89. maddesi uyarınca gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, idari para cezasından doğan Kurum alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın görümü ve çözümünde 5510 sayılı Kanun'un 88 maddesinde yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan iş mahkemesinin görevli bulunduğu; gerekçesiyle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; ödeme emrinin düzenlendiği ve tahsilatın yapıldığı tarihler itibariyle yürürlükte bulunan (506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nu -kimi maddeleri hariç- yürürlükten kaldıran) 31.05.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 102'nci maddesinin dördüncü fıkrasında, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir. " denildikten sonra altıncı fıkrasında, "Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir." hükmüne; 89. maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinde de, "Dava ve icra takibi açılmış olsa bile, prim ve diğer Kurum alacaklarının ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve gecikme zammı tahsil edilir." kuralına yer verildiği; yine sözü edilen Kanunun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 88'inci maddesinin onbeşinci fıkrasında, "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır." hükmü yer almış olup; aynı maddenin onsekizinci fıkrasında da, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." denilmek suretiyle, Kurumun süresi içinde ödenmeyerek kesinleşmiş prim ve diğer alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması; bu uygulama sonucunda doğacak uyuşmazlıkların çözümünde de, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olması esasının kabul edildiği; 5510 sayılı Kanunun, "Kurumca verilecek idari para cezaları" başlıklı, 102'nci maddesine göre kesilen idari para cezaları, prim alacağı olmamakla birlikte, aynı Kanunun 89'uncu maddesi hükmü ile, 30.03.2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "idari para cezaları" başlıklı 17'nci maddesinin 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla değişik 4'üncü fıkrasında yer alan, "Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idari para cezalarına ilişkin kesinleşen kararlar, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderilir. Sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idareler tarafından verilen idari para cezaları, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunur.(...)" şeklindeki düzenleme uyarınca Kurum alacağı niteliğinde olduğundan; vadelerinde ödenmemeleri durumunda, 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsilleri ile buna ilişkin işlemlere karşı açılacak davaların, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş Mahkemesinde görülmesinin, 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin yukarıda açıklanan onsekizinci fıkrası hükmü gereği olduğu; her ne kadar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 08.02.2006 tarih ve 5454 sayılı Kanun ile değişik 140'ıncı maddesinin, yukarıda söz konusu edilen dördüncü fıkrasındaki, "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." ibaresi, Anayasa Mahkemesinin 04.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararı ile iptalinden sonra, 09.05.2007 tarih ve 5655 sayılı Kanun ile "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde yeniden kaleme alınmış ve bu yeni düzenlemede, idari para cezalarına yapılan itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri öngörülmüş ise de; bu düzenleme vadesinde ödenmeyen idari para cezalarının takip ve tahsiline değil, önceki aşama olan tahakkuk aşamasına ilişkin olduğundan; tahakkuk aşaması ile ilgili görev kuralının, 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasının açık hükmü karşısında, takip ve tahsil aşaması ile ilgili olarak da uygulanmasına, hukuken olanak bulunmadığı; öte yandan; davaya konu ödeme emrinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanunun, kamu idaresine kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi veren bir idari usul yasası olduğu; alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, idare hukukunda tanımı yapılan birer tek yanlı idari işlemden başka bir şey olmadığı, idari işlemlerin yargısal yöntemlerle hukuka uygunluklarının denetiminin ise, Anayasa Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararına dayanak oluşturan "Anayasa'nın yürütme bölümünde yer alan 125. maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemlerini yargı denetimine bağlı tutulduktan sonra, maddenin diğer fıkraları da idari yargı sisteminde geçerli olan ilkeleri belirlemektedir. / İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğü, ağırlıklı olarak adli yargı sistemi için değil, idari yargı sistemi için geçerli olan temel ilkelerdir. / Anayasa'nın belirlemiş olduğu bu kurallar, idari Yargılama Usulü Kanunu'nda da yer alan idari yargılama usul ve esaslarının ana kurallarıdır. Anayasa'nın değişik maddelerinde kurumsallaşan ve 125. maddesinde belirtilen idari-adli yargı ayırımına ilişkin düzenlemeler nedeniyle idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir." yolundaki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, idari yargı yerlerine ait bulunduğu, bu bakımdan; 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin onsekizinci fıkrasında yer alan görev kuralı, Anayasaya aykırılık oluşturmakta ise de; Başsavcılıklarının, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine götürme olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği; bu durum karşısında, kesinleşen ve bu haliyle kurum alacağına dönüşmüş olan idari para cezasının 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca takip ve tahsil aşamasına ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş Mahkemesinin görevli bulunduğu nedenleriyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacı adına 5510 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 1.531.85TL tutarlı 2009/054743 takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 4. fıkrasında, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” denilmiş; 80. maddesinin yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, bu düzenlemelere göre, idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları, kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça belirtildiği gibi Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğu sonucuna varmıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” denilmiş; 88. maddesinde ise, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, davacıya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 8. ve 86. maddelerinde belirtilen yükümlülüğü yerine getirmediği nedeniyle, Yasanın 102. maddesine istinaden verilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 1.531.85 TL tutarlı 2009/054743 takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, söz konusu ödeme emrine karşı açılan davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde İş Mahkemesinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 03.06.2010 gün ve 2010/330 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde, Üye Nüket YOKLAMACIOĞLU’nun KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

AZLIK OYU

Dava, davacı adına 5510 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 1.531.85TL tutarlı 2009/054743 takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda Anayasa Mahkemesince verilen kararların veya yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının uyuşmazlıkların çözümünde dikkate alınması gereklidir. Bu çerçevede, konunun öncelikle 506 sayılı Yasanın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezalarının yargısal denetiminde görevli yargı yeri, 506 sayılı Yasada 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasayla yapılan değişiklik ve bu değişiklikle ilgili Anayasa Mahkemesi kararı ve sonraki yasal düzenlemeler yönlerinden incelenmesi gerekli bulunmaktadır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 3910 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesinin 4. fıkrasında; “İdari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz." hükmü yer almış, ancak Yasa maddesinde yer alan "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." tümcesi, Anayasa Mahkemesince, 26.2.2003 tarih ve 25032 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 8.10.2002 tarih ve E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararla Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmiştir.

Anılan iptal kararı üzerine, 6.8.2003 tarih ve 25191 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4958 sayılı Yasanın 51. maddesiyle, 506 sayılı Yasanın 140. maddesi değiştirilerek; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde düzenleme yapılmıştır.

15.2.2006 tarih ve 26081 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5454 sayılı Yasanın 5. maddesiyle değiştirilen 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin 4. fıkrasında ise; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." şeklinde düzenleme yapılmakla birlikte, 6.4.2007 tarih ve 26485 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 140. maddesinin, 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasanın 5. maddesiyle değiştirilen dördüncü fıkrasının "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." biçimindeki üçüncü tümcesinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.

Öte yandan, 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5655 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesi ile; 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin dördüncü fıkrası, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler." şeklinde değiştirilmiş; 506 sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezalarına karşı görevli yargı yerinin idare mahkemesi olduğu hükme bağlanmıştır.

Buna göre, 15.2.2006 tarihinde 5454 sayılı Yasa ile 506 sayılı Yasanın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması ve 506 sayılı Yasanın 140. maddesinde, 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5655 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik karşısında, 506 sayılı Yasanın 140. maddesine dayanılarak verilen idari para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açılması gerektiği açıktır.

Diğer yandan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 1 Ekim 2008 tarihinden itibaren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu - uyuşmazlıkla ilgili olmayan kimi maddeler dışında - yürürlükten kaldırılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, görülmekte olan davalara da etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Bu nedenle, görevli yargı yerinin belirlenmesinde, 5510 sayılı Yasanın ilgili hükümlerinin incelenmesi gereklidir.

5510 sayılı Yasanın "Kurumca verilecek idari para cezaları" başlıklı 102. maddesinde, " ... İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder.Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler... Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89'uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir... " hükmü yer almaktadır.

Yasanın 88. maddesinde ise, kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Yasanın 102. maddesinde, önceki düzenlemelerin aksine idari para cezalarının tahsili konusunda, iş mahkemesinin görevini düzenleyen 88. maddesine atıf yapılmadığı, yalnızca tahsilatın nasıl yapılacağını düzenleyen 89. maddesine atıf yapıldığı dikkate alındığında, yasa koyucunun idari para cezalarının tahakkukuna ilişkin işlemler ile tahsiline ilişkin ödeme emirlerinin yargısal denetiminde idare mahkemelerini görevli gördüğü sonucuna varılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 506 sayılı Yasanın 4958 sayılı Yasa ile değişik 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezalarına karşı gerek tahakkuk gerekse tahsil aşamasında idare mahkemesinde dava açılacağı, ancak bu cezaların süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak gecikme zammının hesaplama yöntemi açısından anılan yasanın 80. maddesine atıfta bulunulmakla idari para cezalarının tahsiline ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde görevli yargı yeri ile kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin uyuşmazlıkların çözümündeki görevli yargı yeri birbirinden ayrılmış, bu konulardaki görevli yargı yerleri farklı yasa maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin gerek 8.10.2002 günlü, E:2001/225, K:2002/88 sayılı, gerekse 4.10.2006 günlü, E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararlarında belirttiği, "itiraz başvurusuna konu olan idari para cezası, idare tarafından kamu gücü kullanılarak Yasada belirtilen kurallara uymayanlara idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğundan, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının görevli kılınması gerekir." gerekçesine de uygun olduğu açıktır. Aksine bir yorum 140. madde nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin yargısal denetiminin 80. madde hükmü çerçevesinde iş mahkemelerine bırakıldığının öne sürülmesi aynı olgudan kaynaklanan idari işlemlerin denetiminin farklı yargı yerlerine bırakılmasına yol açacaktır.

Dolayısıyla, dava konusu ödeme emri, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili idari para cezasının tahsil edilmesine ilişkin olup, idari işlem niteliğindeki ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılacak davalarda, kural olarak, idari yargının görevli olduğu dikkate alındığında, bu davanın görüm ve çözümünde idare mahkemesinin görevli olduğu açıktır. Ayrıca, idari para cezasının devamı niteliğindeki ödeme emrinin yargısal denetiminde idari yargının görevli olmasının uyuşmazlığın çelişkisiz çözümünü ve yargılamanın çabuk bir biçimde sonuçlandırılmasını sağlayacağı kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile aksi yönde oluşan karara katılmıyorum.

                                                                    Üye

                                                Nüket YOKLAMACIOĞLU

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/321

KARAR NO     : 2011/53

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 1608 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası verilmesine ve 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin Belediye Encümen kararına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ç. P.

Vekili                  : Av. Ö. S. P., Av. A. M. Ü.

Davalı                 : Fatih Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. M.Z. G.

O L A Y             : Fatih Belediyesi Encümeninin 29.12.2009 tarih 804-1 sayılı Kararı ile, Rüstempasa Mahallesi Mısır Çarşısı içi No. 44 kapı sayılı yerde kuruyemiş alım-satımı yapmakta olan davacıya, açıkta gıda ürünleri sattığından bahisle 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince 140,00.-TL para cezası ve 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine karar verilmiştir.

Davacı vekili, bu karara karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 08.02.2010 gün D.İş No: 2010/76, K:2010/280 sayı ile; Mahkemelerinin görevsizliğine, başvurunun 5326 sayılı Yasanın 28/1-b maddesi gereğince reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, Fatih Belediyesi Encümeninin 29.12.2009 tarih 804-1 sayılı Kararı ile, bu karara itiraz üzerine İdarece tesis edilen bila tarih, bila sayılı Tebellüğ İlmühaberi konulu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 5. İDARE MAHKEMESİ: 08.06.2010 gün E: 2010/179, K: 2010/998 sayı ile, 2576 sayılı yasanın 5.nci maddesinin 1.nci fıkrasında da İdare Mahkemelerinin, Vergi Mahkemelerinin görevine giren davalar ile Danıştay da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davaları ile tam yargı davalarını, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinin birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar ve kanunlarla verilen diğer işleri çözümleyeceğinin hükme bağlandığı; 1608 sayılı Kanunun 1. Maddesinde; "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri isleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idari para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir. " hükmünün yer aldığı; Kabahatler Kanunun İşgal Başlıklı 38/1. Maddesinde ise; "Yetkili makamların açık ve yazılı izni olmaksızın meydan, cadde, sokak veya yayaların gelip geçtiği kaldırımları işgal eden veya buralarda mal satışa arz eden kişiye, belediye zabıta görevlileri tarafından elli Türk Lirası idari para cezası verilir." Denildiği; dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, dava konusu işlemin 1608 sayılı Kanun gereğince tesis edilmiş olduğu, anılan kanunun atıfta bulunduğu Kabahatler Kanunu gereğince tesis edilen işlemlere karşı ise Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı ,dolayısı ile adli yargının konusuna giren bir işlem olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde “Fatih Belediyesi Encümeninin 29.12.2009 tarih 804-1 sayılı Kararının iptali istemi yönünden” olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça adli yargı dosyasının da Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacıya ait işyerinde açıkta gıda ürünleri satıldığından bahisle 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince 140,00.-TL para cezası verilmesine ve 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin Fatih Belediyesi Encümeninin 29.12.2009 tarih 804-1 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş, 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da gerek idari para cezasına, gerekse de bir kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde; “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; 16. maddesinde, “(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir.

(2) İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir”; 19. maddesinde, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta davacıya, işyerinde açıkta gıda ürünleri satıldığından bahisle Encümen kararı ile “ Belediye Zabıta Memurları tarafından 2.12.2009 tarih ve 494/21 cilt varak nolu ceza zaptı ile Rüskem Paşa Mahallesi Mısır Çarşısı içi No:44 kapı sayılı yerde Çetin Palancıya ait Kuruyemişçiye yapılan kontrolde YAPILAN UYARILARA RAĞMEN AÇIKTA GIDA ÜRÜNLERİ SATTIĞI görüldüğünden 1608 sayılı Kanununun 1. maddesi gereğince (5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32. maddesi uyarınca) 140,00 TL para cezası verilmesine, 1 kez yasaklanan faaliyetinin menine Belediye Encümeninin 29.12.2009 tarihli toplantısında oybirliğiyle karar verildi.” denilerek; 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince 140,00.-TL para cezasının yanında, Kanun’un aynı maddesine dayanılarak ve bu maddede öngörülen sürelere uygun olarak süresiz değil, belirli bir süre (bir kez) yasaklanan faaliyetin men'ine karar verildiği, bu haliyle 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden olduğu, 1608 sayılı Kanun’da bu idari yaptırımlara karşı itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, para cezası verilmesi ve 1 kez yasaklanan faaliyetin men'i kararlarına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 08.02.2010 gün ve D.İş.No: 2010/76, K: 2010/280 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde Üye Sıddık YILDIZ’ın KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

AZLIK OYU

Uyuşmazlık, davacıya ait işyerinde açıkta gıda ürünleri satıldığından bahisle 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi gereğince 140,00.-TL para cezası verilmesine ve 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin Fatih Belediyesi Encümeninin 29.12.2009 tarih 804-1 sayılı kararının iptali isteminden kaynaklanmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Yasanın 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Yasayla değişik 1. maddesinde; "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ve Türk Ceza Kanununun 536, 538, 557, 559 ve 577 'nci maddeleriyle 553 'üncü maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler." hükmü; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında ise; "Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir." hükmü yer almıştır.

1608 sayılı Yasanın, 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasanın 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde; "Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idari para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması halinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hallerde uygulanır." hükmü yer almış; 5728 sayılı Yasanın 578. maddesinin (g) bendi ile de, 1608 sayılı Yasanın 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9., 10., ek 1. ve ek 2. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Yasa hükümleri ise 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasada idari para cezasına ve faaliyetten men kararına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

31.3.2005 tarih ve 25772 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasasının "Genel kanun niteliği" başlıklı 6.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesinde;"(1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır. " hükmü yer almıştır.

Aynı Yasanın "Saklı tutulan hükümler" başlığını taşıyan 19. maddesinde de; (1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

Gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır" denilmek suretiyle işyerinin kapatılması konusunda geçici istisna getirilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, ( davanın açıldığı anda görevli olan fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Bu durumda, 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin kararın, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu ve 5326 sayılı Yasanın 19. maddesinde işyerinin kapatılmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı hususu

da dikkate alındığında; 1 kez yasaklanan faaliyetin men'ine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.

Davanın para cezasının iptali istemli kısmına gelince;1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nce sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda; diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu'nun 1.,2.,16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddesinin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan gerekçeli karar ile iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından Anayasa Mahkemesince verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı, belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31.maddesinde "(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunundaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı, ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu; ancak, idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren bir karar (1 kez yasaklanan faaliyetin men'i kararı) da verildiği ve birlikte dava konusu edildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile aksi yönde oluşan karara katılmıyorum.

                                                                        Üye

                                                                Sıdık YILDIZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/323

KARAR NO     : 2011/54

KARAR TR      : 07.03.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Davacının, Büyükşehir Belediye Başkanlığının Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında kalan gecekondusu karşılığında, davalı Belediye ile konut sözleşmesi imzaladıktan sonra söz konusu projenin iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. K.

Vekili                  : Av. P. E. Ü.

Davalı                 : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. Y. B. A.

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.02.2006 tarih ve 483 Sayılı kararıyla Dikmen 3-4 ve 5. Etaplar Kentsel Dönüşüm Uzlaşma ve Uygulama Esaslarının tespit edildiğini, buna göre; Dikmen Vadisi 4.-5. Etap projesi dahilinde kalan 400 metrekarelik tapu tahsisli gecekondu sahibine, Dikmen Vadisi 4.-5. Etap projesi kapsamı içinde 100 metrekarelik konut sözleşmesi yapılacağı, tapu tahsisi belgesindeki tahsis miktarı 400 metrekareden az olan malikler bakımından, eksik arsa miktarının, 2006 yılı içerisinde inşaat maliyet bedeli olarak 1m2/450 TL üzerinden hesaplanıp, tesis ve müştemilata ait %10 enkaz bedeli düşüldükten sonra kalan kısmın borçlandırılacağı, hak sahiplerine verilecek 100 metrekarelik konutlar için yapılan 72 eşit taksit halinde Ankara Büyükşehir Belediyesine ödeneceği; gecekondusunu yıkıp, elektrik, su aboneliklerini iptal eden hak sahiplerine, daire teslim edilinceye kadar 250,00 TL kira yardımında bulunulacağı, bu kira yardımının artış bedellerinin her yıl Belediye Encümenince belirleneceği; müvekkilinin bu uygulama esasları dahilinde Ankara Büyükşehir Belediyesi ile 13.08.2006 tarihli Tapu Tahsis Belgeli Tesis Sözleşmesi (Borçlu) adı altında bir sözleşme imzaladığını, daha sonra Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarih ve 1208 Sayılı kararıyla, Dikmen Vadisi 4-5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi uygulama esaslarına ve kamulaştırmaya ilişkin 17.02.2006 gün ve 483 Sayılı Belediye Meclis Kararının iptal edilmesine karar verildiğini; bu kararda ''Konut Karşılığı Sözleşme" yapmak suretiyle taksit ödemesi yapan hak sahiplerinin ödedikleri bedellerin iade edilmesine karar verildiğini; bu kararı alırken gerekçe olarak "16.03.2007 gün ve 803 sayılı Belediye Meclis Kararı ile Dikmen Vadisi 4-5. Etap proje alanına ait 1/5000 ve 1/1000 ölçekli İmar Planlarını 10.01.2008 gün ve 16 Sayılı Belediye Encümen Kararı ile de parselasyon planlarını onayladıklarını ( ... ) ancak yapmış oldukları bu imar planlarına karşı Ankara 13. İdare Mahkemesinde davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi aleyhine 2008/363 E sayılı dosyası ile iptal davası açıldığını, yapmış oldukları Dikmen Vadisi 4-5. Etap Proje alanına ait 1/5000 ve 1/1000 ölçekli İmar Planlarının ve Parselasyon Planının İmar Mevzuatı, Planlama ve Şehircilik İlkelerine, kentsel dönüşümün amacına ve kamu yararına aykırı olduğundan bahisle bu kararların yürütmesinin durdurulmasına Mahkemece karar verildiğini, İdare Mahkemesi'nin Yürütmeyi Durdurmaya ilişkin kararına uyma zorunluluğu"nun gerekçe gösterildiğini; sonuç olarak Ankara Büyükşehir Belediyesinin Dikmen Vadisi 4-5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesini yürütme imkanının ortadan kalktığını ileri sürerek, Dikmen Vadisi 4-5. Etap Projesi dahilinde yapmış olduğu kamulaştırmalardan vazgeçtiği gibi, sözleşmelerden de geri döndüğünü, konut karşılığı sözleşme yapmak suretiyle taksit ödemesi yapan hak sahiplerinin ödedikleri bedellerin iade edileceği yolunda Belediye Meclisinde karar alındığını; yine Büyükşehir Belediye Meclisinde 15.05.2009 tarih ve 1213 sayılı kararıyla Dikmen Vadisi 4-5 Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi alanına ait 1/5000 ve 1/1000 ölçekli İmar Planlarının onayına ilişkin 16.03.2007 tarih ve 803 Sayılı Belediye Meclis Kararının iptaline ve Uygulama İmar Planına göre yapılmış bütün sıralı işlemlerinde iptal edilmesine karar verildiğini; ayrıca Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarih ve 1213 Sayılı kararı ile Dikmen Vadisi 4.-5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi alanına ilişkin 14.01.2005 gün ve 215 Sayılı Belediye Meclis kararının iptal edilmesine ve sınır onayından önceki duruma dönülmesine karar verildiğini; bu Belediye Meclis Kararlarının tamamının, Valiliğe, İlçe Belediyelerine ve Kaymakamlığa gönderildiğini, uygun vasıtalarla ilan edildiğini ve askıya çıkarılarak halka duyurulduğunu; davalı Belediyenin, almış olduğu bu kararlar ve duyurularla; Tapu Tahsis Belgeli Tesis Sözleşmesi gereği üzerine düşen edimleri ifa et(ede)meyeceğine dair niyetini, iptal ettiği kararlara dayanarak yapılan bütün sözleşmelerden döndüğünü (fesih ettiğini), sözleşme gereği aldıklarını geri vereceğini kesin bir şekilde açıkça beyan ettiğini; akabinde ise projenin iptal edilmesi dolayısıyla gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine talep etmeleri halinde İdarenin uygun göreceği diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgelerinden konut verileceğini beyan ettiğini, davalı İdarenin sözleşmeyi fesih/sözleşmeden dönmesine dayalı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri makul bir süre geçmesine rağmen hiçbir işlem yapmayarak yerine getirmediği gibi başka bir gecekondu ıslah veya önleme bölgelerinden konut verilmesinin kabulüne ise imkan bulunmadığını; müvekkilinin, Dikmen Vadisi 3-4-5. Etaplar Kentsel Dönüşüm Uygulama Bölgesinde Tapu Tahsisli Gecekondu sahibi 1067 analiz nolu tesis ile ilgili olarak sözleşme imzaladığını, müvekkilinin daire teslim etme borçlusu davalının edimini yerine getireceği inancıyla sözleşme hükümlerine uygun olarak sözleşmeye konu tapu tahsis belgeli, gecekondusunu kendisinin yıktırdığını, elektrik ve su aboneliklerini iptal ettirdiğini, ağaçlarını susuz bırakarak yaşadığı yeri terk ettiğini, yeni bir yerde yaşamaya başlamanın tüm masraflarına katlandığını, geriye yönelik olarak da tapu tahsisli gecekondusunu yıkmasaydı, ondan elde edeceği yararlardan ve kârdan yoksun kaldığını ifade ederek, sonuçta; fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik; sözleşme uyarınca müvekkilinin davalıya yaptığı ödemelerin (şimdilik) 2.000,00 TL'sinin her bir ödemenin yapıldığı miktara ödeme tarihlerinden itibaren işletilecek yasal faizi/amme alacaklarına uygulanan en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte; müvekkilinin tapu tahsisli tesis, müştemilat ve ağaçları için; dava tarihindeki yapı maliyet değeri ve ağaçlar bedeli olarak 1.000,00TL’sinin, enkaz bedeli olarak 2.000,00TL’sinin alacağın muaccel olduğu tarih itibariyle işletilecek yasal faizi/amme alacaklarına uygulanan en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte, yapı bedeli olarak 1.000,00TL’sinin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi/amme alacaklarına uygulanan en yüksek banka reeskont faizi ile, müvekkilin sözleşme gereği almaya hak kazandığı kira yardımı için 1.000,00TL’sinin ödeme tarihlerinden itibaren işletilecek yasal faizi/amme alacaklarına uygulanan en yüksek banka reeskont faiziyle, davalının haksız ve kusurlu olarak sözleşmeden dönmesi nedeniyle uğranılmış olan menfi zararlar (fiili zarar ve yoksun kalınan kâr)için 500,00 TL tazminatın müspet zararlar için 500,00TL tazminatın, alacakların muaccel olduğu 15.05.2009 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi/ amme alacaklarına uygulanan en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Belediye vekili savunma dilekçesinde ve birinci celsede, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 05.10.2010 gün E:2010/282 sayı ile; davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 5998 sayılı Kanunla değişik 73'üncü maddesinin; birinci fıkrasının birinci tümcesinde, "Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir." denilmiş; dördüncü fıkrasında, "Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir." kuralı yer almış; beşinci fıkrasının birinci tümcesinde, "Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır." denildikten sonra, yedinci fıkrasında, "Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı imar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkânları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut idaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir." hükümlerine yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 17.02.2006 tarih ve 483 sayılı kararı ile belirlenen Dikmen 4'üncü ve 5'inci Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi uzlaşma ve kamulaştırma esasları kapsamında, 400 m2 tapu tahsis belgeli gecekondusuna karşılık konut sözleşmesi imzalayan davacının, proje iptali nedeniyle davalı Belediyenin akdettiği sözleşmeden döndüğünü öne sürerek, yapı, tesis ve müştemilatının yıktırılması; ağaçlarının sökülmesi nedeniyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, yapı, ağaçlar ve enkaz bedelinin ve diğer zararlarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davayı açtığının anlaşıldığı; idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu; Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; davalı Belediyece, yasa ile verilen görevini yerine getirmek üzere uygulamaya koyduğu Kentsel Dönüşüm Projesinin, buna karşı açılan davada İdare Mahkemesince iptaline karar verilmiş olması nedeniyle yürütülemediği ve Meclis kararı ile uygulamadan kaldırıldığı savunulduğuna göre, idarece kamu gücüne dayanılarak, re'sen ve tek yanlı şekilde tesis edilen işlemlerden doğan zararın tazminine ilişkin bulunan ve davacının haklarını ihlal eden idari işlem dolayısıyla, 2577 sayılı Yasa'nın 12'inci maddesi uyarınca doğrudan doğruya açtığı tam yargı davasının, idare hukuku ilkelerine göre görüm ve çözümünün İdari Yargı'nın görev alanına girdiği gerekçesiyle; 2247 Sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; dava dosyasının incelenmesinden; söz konusu kentsel dönüşüm projesine ilişkin Büyükşehir Meclis kararlarının Ankara İdare Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi üzerine, Büyükşehir Belediye Meclisinin mahkemenin iptal kararını uygulamak amacıyla Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında yasal imar planına göre yapılmış bulunan bütün sıralı işlemlerin de iptal edilmesine karar vermesi sonucunda yapı, tesis ve müştemilatın yıkılması ve ağaçların sökülmesi nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla yapı, ağaçlar ve enkaz bedeli ile diğer zararlarının yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle davalı idareye karşı idari yargı yerinde dava açıldığının belirlendiği; 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun kentsel dönüşüm ve gelişim alanına ilişkin 73. maddesinde: " Belediye, kentin gelişimine uygun olarak eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek; konut alanları, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji parkları ve sosyal donatılar oluşturmak, deprem riskine karşı tedbirler almak veya kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. / Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine konu olacak alanlar, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile ilan edilir. / Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili resim ve harçların dörtte biri alınır. / Bir yerin kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilebilmesi için; o yerin belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması ve en az ellibin metrekare olması şarttır. / Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan mülk sahipleri tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır. " hükmünün yer aldığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1 -b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; uyuşmazlığın, davalı idarenin 5393 sayılı Yasa'nın 73. maddesinde yer alan düzenleme gereğince hazırladığı Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesine ilişkin Büyükşehir Meclis kararının Ankara İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine, davalı idarenin yetkili organının kamu gücünü kullanarak, res'en ve tek taraflı olarak tesis ettiği işlem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarardan kaynaklandığından; söz konusu zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği nedeniyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/282 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Sıddık YILDIZ, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 07.03.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Belediye vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Davacının, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının Dikmen 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında kalan gecekondusu karşılığında davalı Belediye ile konut sözleşmesi imzaladıktan sonra söz konusu projenin iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde;

“Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. Bu yerlerde devam eden inşaatlardan projeye uygunluğu belediye tarafından kabul edilenler dışındaki diğer inşaatlar beş yıl süreyle durdurulur. Bu sürenin sonunda durdurma kararının devam edip etmeyeceğine belediye tarafından karar verilir. Toplam durdurma süresi on yılı geçemez.

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 17.02.2006 tarih ve 483 sayılı kararı ile belirlenen Dikmen 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında, İdare ile davacı arasında 400 m2 tapu tahsis belgeli gecekondusuna karşılık “Tapu Tahsis Belgeli Tesis Sözleşmesi(Borçlu)” imzalandığı; söz konusu projeye ilişkin Meclis kararlarının Ankara İdare Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi üzerine, İdarece mahkemenin iptal kararını uygulamak amacıyla Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında yasal imar planına göre yapılmış bulunan bütün sıralı işlemlerin de iptal edildiği; bunun üzerine davacı tarafından, proje iptali nedeniyle davalı Belediyenin akdettiği sözleşmeden döndüğü öne sürülerek; yapı, tesis ve müştemilatının yıktırılması; ağaçlarının sökülmesi nedeniyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, yapı, ağaçlar ve enkaz bedelinin ve diğer zararlarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda; davalı idarenin 5393 sayılı Yasa'nın 73. maddesinde yer alan düzenleme gereğince hazırladığı Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesine ilişkin Büyükşehir Belediye Meclis kararının İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine yürütülemediği ve Meclis kararı ile uygulamadan kaldırıldığı; uyuşmazlığın da davalı idarenin yetkili organının kamu gücünü kullanarak, res'en ve tek taraflı olarak tesis ettiği işlem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarardan kaynaklandığı; davacı tarafından da, bu işlemlerden doğan zararın tazmininin istenildiği gözetildiğinde; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05.10.2010 gün E:2010/282 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 07.03.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/75

KARAR NO     : 2011/55

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Geçici işçi statüsünde çalışan davacının fiili çalışma süresinin (prim gün sayısının) hesaplanmasında, izinli ve raporlu günlerinin dikkate alınıp alınmayacağına ilişkin davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : N. S.

Vekili                  : Av. F. Y.

Davalı : İller Bankası Genel Müdürlüğü’ne İzafeten İller Bankası 16. Bölge Müdürlüğü

Vekili                  : Av. O. K.

O L A Y             : 07.12.1998 tarihinde Samsun, İller Bankası 16. Bölge Müdürlüğünde açıktan tayin suretiyle geçici işçi statüsünde işe başlayan ve halen aynı pozisyonunda çalışmasına devam eden Davacı; 1999 yılında 358 gün, 2000 yılında 360 gün, 2001 yılında 360 gün, 2002 yılında 360 gün, 2003 yılında 289 gün, 2004 yılında 360 gün, 2005 yılında 346 gün, 2006 yılında da 351 gün sigortalı çalışmıştır.

21 Nisan 2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı “Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında AAAHakkında Kanun” gereğince; Bölge Müdürlüğünde çalışan 18 adet geçici işçiden 12’si sürekli işçi kadrosuna geçmiş; aralarında davacının da bulunduğu 6 geçici işçi ise, sözleşmeli personel statüsünde çalışmayı kabul etmeyerek, Yasa gereği 2006 yılındaki çalışma sürelerini aşmamak kaydıyla geçici işçi olarak kalmayı kabul etmişlerdir

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin hizmet akdinin, idarenin olumsuz işlemi ile 22.12.2008 itibarıyla askıya alındığını; geçen yıl itibariyle de 5620 sayılı Kanun dayanak yapılmak suretiyle, Devlet Personel Dairesi Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının yazıları gerekçe gösterilerek, 2006 yılındaki 351 günlük çalışma gerekçesi ile vizelendiğini; müvekkilin 22.12.2007 tarihinde de iş akdinin askıya alınmış olduğunu; 22.12.2008 tarihinde de benzer işlemin tahakkuk ettirilmesiyle birlikte, bunun nedenini sorguladığını, 22.12.2008 tarihli askıya alma işleminin 2007 yılı içerisinde 20.07.2007 tarihli İller Bankası yazısı ve ekleri ile 08.10.2007 tarihli Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü müsteşarının oluru ile 351 gün çalışmasının vize yapılması nedeniyle olduğunu öğrendiğini; bu vizeleme işlemi ve neticesinde iş akdinin askıya alınması konularında kendisine herhangi bir bilgilendirme ve tebliğ yapılmadığını; müvekkilinin bir yılın altında çalışıyor gibi gösterilmesi ve iş akdinin buna bağlı olarak 22.12.2008 tarihinde de bir yıl öncekine benzer şekliyle askıya alınmasının birçok hukuki kayba neden olduğunu; onun terfii alması gibi birçok işçilik hak ve alacağının da tehlikeye girmesine, her yıl hiçbir çalışma yoksunluğu olmasa da nedensiz iş akdinin feshine sebep olarak 7-8 günlük prim kayıpları oluşturduğunu; Müvekkilinin, 10 yılı aşkın bir süredir ilgili kurumda hiçbir şekilde sözleşmesi askıya alınmadan çalıştığını, hizmet döküm cetvellerine göre, geçen yıllar itibarıyla prime esas günlerin hep 360 gün olduğunu, yalnızca 2006 yılında 19.06.2006-30.06.2006 tarihleri için rapor aldığını, bunun sonucu olarak da geçici iş göremezlik belgesini aldığını, bu 9 gün kendisi için SGK'na pirim ödenmediğini; 2007 yılı için vize işlemi yapılırken sadece 2006 yılı primi ödenen günlerin dikkate alınmasının hakkaniyete de hukuka da aykırı olduğunu; kaldı ki 5620 sayılı Kanunda " ... 2006 yılı çalışma sürelerini aşmamak kaydıyla ... " denildiğini; çalışma sürelerinden kastedilenin; İş Kanunu 46. Madde ve devamı hükümlerince çalışılmış ve çalışılmış sayılan günler olduğunu; bu itibarla raporlu sayılan günlerin de dikkate alınması, vize işleminin 360 gün olarak yapılmasının gerektiğini; sadece prime esas günlerin dikkate alınmasının hukuka aykırı olduğunu; müvekkilinin 2005 yılı ve öncesi çalışmaları nedeniyle 2006 yılı öncesi 20 günlük yıllık izin kullanma hakkının bulunduğunu; sadece raporludur gerekçesi ile yıllık izninin kesildiğini ve kendisine bu sürede prim ödenmediğini, yıllık izin kesilmese bu primlerin de idare tarafından ödenmiş olacağını;

Müvekkilinin 2006 yılı için Raporlu olduğu günleri İş Kanunu ve ilgili mevzuat gereği (izinli ve raporlu günlerin çalışılmış günlerden sayılması gerektiği) halde 351 gün gösterilmesi nedeniyle; 2007 yılında hiç rapor almadığı, 360 gün çalışabilecek ve hiçbir mazereti olmadığı halde; 2008 yılında da, sırf 2006 yılında 351 gün gösterilmesi nedeniyle, hiç rapor almadığı, 360 gün çalışabilecekken ve hiçbir mazereti olmadığı halde 22.12.2008 tarihinde iş akdinin sona erdirilmiş bulunduğunu; 2008 yılında müvekkilinin iş akdinin askıya alınmasını yahut sona erdirilmesini gerektirecek hiçbir yasal düzenleme yahut fiili durumun söz konusu olmadığını, müvekkilinin yılı tamamlamak suretiyle de geçici işçi statüsünde olabileceğini; bu uygulamanın Anayasa’daki çalışma hayatı ve özgürlüğüne ilişkin hükümlere de aykırı olduğunu, 5620 sayılı Yasanın uygulamasının bu yönde olduğunun davalı idare tarafından iddia edilmesi halinde, Kanunun bu yönüyle Anayasaya aykırı olduğunu ve iptal edilmesinin gerektiğini ifade ederek sonuçta; müvekkiline karşı 20.07.2007 tarihli İller Bankası yazısı ve ekleri ile 08.10.2007 tarihli Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü müsteşarının oluruna ilişkin vize işleminin iptaline ve bu olumsuz işlemin sözleşmelerin askıya alınması gibi olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle 9.1.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili tarafından, aynı istemle açılan davaya ilişkin olarak İş Mahkemesine verilen cevap dilekçesinde; yapılan işlemin idari bir işlem olduğunu, İdare Mahkemelerinin yetkili bulunduğunu; Yasanın Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali kontrol Genel Müdürlüğü tarafından uygulandığını, yasayı uygulamakta hiçbir dahli olmayan bankaları aleyhine açılması nedeniyle davanın husumet yönünden de reddedilmesi gerektiğini;

04.04.2007 Tarih ve 5620 sayılı Yasanın Resmi Gazete de yayınlanmasına müteakip, Meclis Ana Muhalefet Partisi gurubunca; Kamuda geçici işçi pozisyonlarında çalışanların, sürekli işçi kadrolarına veya sözleşmeli personel statüsüne geçirilmeleri, geçici işçi çalıştırılması ile bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkındaki bu kanunun 1-1 maddesinin bir numaralı fıkrasının son paragrafının birinci tümcesinde yer alan; “2006 yılı içerisinde usulüne uygun olarak vizesi yapılmış, geçici iş pozisyonlarında toplam 6 Ay veya daha fazla süreyle bölümünün ...” iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde dava açıldığını, ancak Anayasa Mahkemesinin 11.06.2009 gün, 2007/56 Esas, 2009/84 no.lu Kararı ile istemin reddedildiğini, iptali istenen kısmın Anayasaya aykırı bulunmadığını;

Tüm işlemlerin 5620 sayılı yasa hükümleri gereğince yapıldığını; geçici işçilerin iş kanunu ve mevzuat gereği çalıştığı sürelerin, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünce vizelenmekte olduğunu, mevzuat gereğince vize işlemi neticesinin personele bildirme mecburiyetinin bulunmadığını;

Geçici işçilerle ilgili vizeleme ve askıya alma işlemlerinin İş Kanunu ve mevzuat hükümleri gereğince yapıldığını; davacının bankalarında çalıştığı yılların ve günlerin dökümüne bakıldığında; bu yıllar içerisinde 4 yıl 360 günün de mevcut bulunduğunu, bu 360 günlük vizelenen süreler hangi mevzuat ve yasalara göre idarelerince hesaplanmışsa 2006 yılındaki 351 günlük sürenin de aynı mevzuat ve sürelere göre hesaplandığını; çatışan konunun 5620 sayılı yasanın çıkış tarihi ile ilgili bir tesadüften ibaret olduğunu ve baz olarak bir önceki yıl olan 2006 yılındaki çalışma sürelerini ölçü almış bulunduğunu; örneğin yasa eğer 2004 yılında çıkmış olsa idi, bir önceki yıl olan 2003 yılı prim günleri esas alınarak, 289 günde iş akdinin askıya alınmış olacağını; 2005 yılında çıksa idi 2004 yılında çalıştığı süreler 360 gün olduğu için herhangi bir askıya alma işleminin de olmayacağını savunmuştur.

SAMSUN 1. İDARE MAHKEMESİ: 27.01.2009 gün ve E: 2009/34, K: 2009/33 sayı ile davanın, Samsun, İller Bankası 16. Bölge Müdürlüğü'nde çalışmakta iken hizmet akdi askıya alınan davacının 20/07/2007 tarihli İller Bankası yazısı ve ekleri ile 08/10/2007 tarihli Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü müsteşarının oluru ile 351 gün vize yapılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış olduğu; 2577 Sayılı Yasa'nın 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı,15.maddesinin 1.fıkrasının (a) bendinde ise 14. maddenin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin hüküm altına alındığı; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 5. maddesinde idare mahkemelerinin görevlerinin sayıldığı, buna göre; idare mahkemelerinin vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derece Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki; a) İptal davalarını, b) Tam yargı davalarını, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d) Diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği kuralının getirildiği; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1. maddesinde de, idari dava türleri olarak, a) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olduğunun belirtildiği; idare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların idari yargının görev alanını oluşturduğu, idare hukuku kuralları içinde kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemlerin, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde, İş Kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesinin, iş mahkemelerinin görevinde olduğu, iş mahkemesi kurulmamış olan yerlerde, bu davalara o yerde görevlendirilecek mahkeme tarafından, bu kanundaki esas ve usullere göre bakılacağı; 4857 sayılı İş Kanunu'nun 1. maddesinde bu Kanunun amacının işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemek olduğu, 2. maddesinde ise, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi deneceği hükümlerinin yer almış bulunduğu; uyuşmazlık konusu olayda davacının işçi olarak görev yaptığı ve 351 günlük vize işlemi yapılmasına ilişkin işlemin iptalini istediğinin sabit olduğu; bu hale göre, personel kanunları uyarınca görev yapan bir Devlet memuru olmadığı anlaşılan davacının, bir iş sözleşmesi ile istihdam edildiği anlaşıldığından, 351 günlük vize işlemi yapılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın görüm ve çözümünde 5521 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, iş mahkemesinin görevli bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine, karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

SAMSUN 2. İŞ MAHKEMESİ: 25.02.2010 gün ve E: 2009/699 sayı ile, davacı vekilinin; Samsun 1. İdare Mahkemesinde, 09/01/2009 tarihli, aynı husustaki açmış olduğu davanın, 27/01/2009 tarih, 2009/34 E., 2009/33 K. sayılı, işçi işveren arasındaki uyuşmazlığa dayalı yargı yolunun adli yargı olması nedeni ile davanın görevsizlik nedeni ile reddine ilişkin kararı temyiz etmeyerek, 22/06/2009 tarihli dava dilekçesiyle özetle, davalı tarafın 5620 sayılı Kanun dayanak yapılmak suretiyle, 2006 yılındaki 351 günlük çalışmanın vizelenmiş olması nedeniyle, raporlu olarak çalışmasına rağmen 360 gün değil, 351 gün üzerinden, vizelendirerek, çalışmayı sonuçlandıracak şekilde, 22/12/2008 tarihinde, iş akdinin, sona erdirilmesine, ilişkin, 20/07/2007 tarihli, İller Bankası yazısı ve ekleri ile 08/10/2007 tarihli Maliye Bakanlığı Bütçe Ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü müsteşarının oluruna ilişkin vize işleminin iptaline ve 2007-2008 iş sözleşmelerinin askıya alınması olumsuz işlemlerinin iptaline ve 360 gün üzerinden, vizeli olarak çalışması gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiş olduğu; davacının, idare mahkemesindeki görevsizlik kararının temyiz edilmediği, Danıştay incelemesinden geçmeyerek kesinleştiği; davacının ihtilafa konu işleminin, işçi ile işveren arasındaki iş sözleşmesinden kaynaklanan ihtilaf olmadığı, idari nitelikteki bir kararın iptaline ilişkin bulunduğu; İş Mahkemelerinin görevine giren hususların, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde, işçi ile işveren veya vekilleri arasındaki iş akdinden, veya iş kanununa dayanan, işçilik alacaklarına ilişkin her türlü hak ve iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıklarının çözümünün yargı yerinin iş mahkemeleri olduğu, 4857 sayılı İş Kanununun 1. maddesinde de, kanunun amacının işverenlerle iş sözleşmesine dayalı çalıştırılanlar arasındaki çalışma şartı ve ortamına ilişkin hak ve sorumlulukların düzenlendiği, 2. maddesinde de işçi ile işveren arasındaki ilişkinin düzenlenmiş olduğu, davacının, ihtilafa konu edilen hususun, bahsi geçen nitelikte işçi işveren ilişkisi değil, idari nitelikte bir tasarrufun iptali olduğu, söz konusu yargılamanın, İdari Yargılama Usul Kanununun 2/1,c kapsamındaki ihtilaflardan olduğu, idari yargıda görülmesinin gerektiği; öncesinde İdare Mahkemesince de görevsizlik kararı verildiğinden, görev uyuşmazlığının çözümü için 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi gereğince görevli yargı merciin tespiti hususunda karar verilmek üzere dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve yargılamanın, Uyuşmazlık Mahkemesince merci tayinine kadar bekletilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İş Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Samsun, İller Bankası 16. Bölge Müdürlüğü'nde geçici işçi statüsünde çalışmakta olan davacının; 20.07.2007 tarihli İller Bankası yazısı ve ekleri ile 08.10.2007 tarihli Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü müsteşarının oluru ile 351 gün vize yapılmasına ilişkin işlemin iptali, bu işlemin hizmet akitlerinin askıya alınması gibi olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

08/02/2011 tarih ve 27840 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 26/01/2011 tarih ve 6107 sayılı İller Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'un 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 4759 sayılı İller Bankası Kanunu (Mülga)’nun 1. maddesinde, İl özel idareleriyle belediye ve köy idarelerinin ve bu idarelerin kuracakları birliklerle adı geçen idarelere bağlı, tüzel kişiliği haiz olan veya olmayan ve katma bütçeli idare ve kurumların imar işleriyle ilgili konularla uğraşmak ve bütün işlemlerinde özel hukuk hükümleriyle bu kanuna bağlı olmak üzere İller Bankası adiyle tüzel kişiliği haiz bir banka kurulduğu; 2.maddesinde Bankanın sermayesinin 3.000.000.000.000.000 (üçkatrilyon) lira olduğu, bu sermayenin Bakanlar Kurulu kararı ile beş misline kadar artırılabileceği belirtilmiş; Yasanın 3. maddesinde de, ikinci maddede yazılı sermayenin hangi kaynaklardan toplanacağı sayılmış, Bankaya ait sermaye katkı paylarının genelde il özel idarelerine ve belediyelere genel bütçeden yapılan katkılardan oluştuğu ve dolayısıyla Hazine kaynaklarından aktarıldığı görülmüş; 6107 sayılı kanunla "İller Bankası A.Ş." ismini alan davalının, bütün işlemlerinde kuruluş kanunu ve özel hukuk hükümlerine bağlı, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kuruluşu olduğu tartışmasızdır.

21.4.2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, 4.4.2007 tarih ve 5620 sayılı, Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da; bu Kanunun 1.maddesinin (a) bendinde belirtilen kamu idarelerinde, 2006 yılı içerisinde usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici iş pozisyonlarında toplam 6 ay veya daha fazla süreyle çalışmış olan geçici işçiler ile 2005 veya 2006 yıllarında aynı şartlarda çalışıp da askerlik, doğum veya sağlık kurulu raporuyla belgelendirilen sağlık sorunları sebebiyle iş sözleşmeleri askıda kalan geçici işçilerden, fabrika, şantiye, atölye, çiftlik, arazi gibi işçi istihdamının zorunlu olduğu yerlerde işçiler eliyle gördürülmesi gereken işlerde fiilen çalışanların sürekli işçi kadrolarına, bunların dışında kalan geçici işçilerin ise istekleri halinde 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası hükümleri uyarınca sözleşmeli personel pozisyonlarına, ilgili idare kurum ve kuruluşlarca yapılan tespitlere dayalı olarak Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığının izni ile geçirileceği; 2. maddesi altıncı fıkrasında yapılacak olan geçiş işlemlerinde öncelikli olarak geçici iş pozisyon vizelerinde belirtilen kurum teşkilatlarının mevcut boş sürekli işçi kadrolarının veya sözleşmeli personel pozisyonlarının kullanılacağı; Kanun’un “Geçici iş pozisyonlarında işçi çalıştırılması” başlıklı 3.maddesinde; Kanunun yayımı tarihinden itibaren 1 inci madde kapsamındaki idare, kurum ve kuruluşlarda geçici iş pozisyonlarında işçi çalıştırılamayacağı; ancak mevsimlik ve kampanya işleri ile orman yangınıyla mücadele hizmetlerinde bir malî yılda 6 aydan az olmak üzere vize edilecek geçici iş pozisyonlarında işçi çalıştırılabileceği, bu şekilde çalıştırılacak işçiler için her malî yılda; a) 1 inci maddenin (a) bendinde belirtilen idarelerce, Maliye Bakanlığından, b) 1 inci maddenin (b) bendinde belirtilen kuruluşlarca, Hazine Müsteşarlığının (özelleştirme programına alınanlar için Özelleştirme İdaresi Başkanlığının) onayı üzerine Devlet Personel Başkanlığından, c) Belediyeler ile bunların müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan şirketler hariç) ve mahallî idare birliklerinde, Belediye ve Bağlı Kuruluşları ile Mahalli İdare Birlikleri Norm Kadro İlke ve Standartlarına Dair Yönetmeliğin 24 üncü maddesi çerçevesinde yetkili meclislerinden, geçici iş pozisyon vizesi alınmasının zorunlu olduğu, söz konusu vize işlemi yapılmaksızın geçici işçi çalıştırılamayacağı ve herhangi bir ödeme yapılamayacağı, il özel idareleri ile bunların müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan şirketler hariç) bu fıkra hükümlerine göre geçici işçi çalıştırılabilmesine ilişkin usûl ve esasların İçişleri Bakanlığı tarafından belirleneceği; “Sürekli işçi kadrosuna veya sözleşmeli personel statüsüne geçişi yapılamayan personel” başlıklı Geçici 1.maddesinin ikinci fıkrasında, sözleşmeli personel statüsüne geçmeyi kabul etmeyenlerin, 2006 yılındaki çalışma sürelerini aşmamak kaydıyla bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilen usûle göre vizesi yapılacak geçici iş pozisyonlarında istihdam edilmeye devam olunacakları hükme bağlanmıştır.

Buna karşılık, 07.12.1998 tarihinde açıktan tayin suretiyle geçici işçi statüsünde davalı Kuruluşta işe başlayan ve halen geçici işçi pozisyonunda çalışmakta olan Davacının, 1999 yılında 358 gün, 2000 yılında 360 gün, 2001 yılında 360 gün, 2002 yılında 360 gün, 2003 yılında 289 gün, 2004 yılında 360 gün, 2005 yılında 346 gün, 2006 yılında da 351 gün sigortalı çalışmışlığının bulunduğu; 5620 sayılı, Kanun gereğince; Samsun 16. Bölge Müdürlüğünde çalışan 18 adet geçici işçiden 12’sinin sürekli işçi kadrosuna geçtiği, aralarında davacının da bulunduğu 6 geçici işçinin ise sözleşmeli personel statüsünde çalışmayı kabul etmeyerek, Yasa gereği 2006 yılındaki çalışma sürelerini aşmamak kaydıyla geçici işçi olarak kalmayı kabul ettiği görülmüştür.

Anayasa’nın 128. maddesinde “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.(Ek cümle: 07/05/2010-5982 S.K./12. md.) Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.

Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümlerine yer verilmiş; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “İstihdam Şekilleri” başlıklı 4. maddesinde,”Kamu hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür.” denilmiş; C fıkrasında “Geçici personel: Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Dairesinin ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.”; D fıkrasında “İşçiler: (Değişik cümle: 04/04/2007-5620 S.K./4.mad) (A), (B) ve (C) fıkralarında belirtilenler dışında kalan ve ilgili mevzuatı gereğince tahsis edilen sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan sürekli işçiler ile mevsimlik veya kampanya işlerinde ya da orman yangınıyla mücadele hizmetlerinde ilgili mevzuatına göre geçici iş pozisyonlarında altı aydan az olmak üzere belirli süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan geçici işçilerdir.” şeklinde tanımlanmıştır.

Somut olayda, 2006 yılında Kurumdaki geçici iş pozisyonundaki fiili çalışma süresinin (prim gün sayısının) 351 gün olarak belirlendiği, bu sürenin bitim tarihinde hizmet akdinin askıya alındığı, sonraki yıllarda da aynı uygulamaya devam edildiği, 10 yılı aşkın bir süredir sözleşme askıya alınmadan çalışıldığı, prime esas günlerin hep 360 gün olduğu, yalnızca 2006 yılında 19.06.2006-30.06.2006 tarihleri arasında alınan raporun sonucu olarak geçici iş göremezlik belgesinin alındığı, bu 9 gün için SGK'na pirim ödenilmediği, 2007 yılı için vize işlemi yapılırken sadece 2006 yılı primi ödenen günlerin dikkate alınmasının hukuka da aykırı olduğu, 5620 sayılı Kanunda " ... 2006 yılı çalışma sürelerini aşmamak kaydıyla ... " denildiği; çalışma sürelerinden kastedilenin, İş Kanunu 46. Madde ve devamı hükümlerince çalışılmış ve çalışılmış sayılan günler olduğu, bu itibarla raporlu sayılan günlerin de dikkate alınması ve vize işleminin 360 gün olarak yapılmasının gerektiği, sadece prime esas günlerin dikkate alınmasının hukuka aykırı olduğu; 2005 yılı ve öncesi çalışmaları nedeniyle 2006 yılı öncesi 20 günlük yıllık izin kullanma hakkının bulunduğu, sadece raporludur gerekçesi ile yıllık izninin kesilen süresi için prim ödenmediği, 2006 yılı için Raporlu olduğu günleri İş Kanunu ve ilgili mevzuat gereği “izinli ve raporlu günlerin çalışılmış günlerden sayılması gerektiği” halde 351 gün gösterildiği nedeniyle, 2007 yılında hiç rapor almadığı, 360 gün çalışabilecek ve hiçbir mazereti olmadığı halde, 2008 yılında da, sırf 2006 yılında 351 gün gösterilmesi nedeniyle, hiç rapor almadığı, 360 gün çalışabilecekken ve hiçbir mazeret olmadığı halde 22.12.2008 tarihinde iş akdinin sona erdirilmiş bulunduğu, 2008 yılında iş akdinin askıya alınmasını yahut sona erdirilmesini gerektirecek hiçbir yasal düzenleme yahut fiili durumun söz konusu olmadığı davacı tarafından iddia edilerek bakılan dava açılmıştır.

Bu duruma göre, davalı İdare ile davacı arasındaki hukuki ilişkinin İş Kanunu’na tabi hizmet sözleşmesine dayalı olarak kurulmuş bir iş hukuku ilişkisi niteliğini taşıdığı, davacının fiili çalışma süresinin (prim gün sayısının) hesaplanmasında izinli ve raporlu günlerinin gözetilip gözetilmemesine ilişkin dava konusu işlemin, idarenin yetkili organı tarafından işveren sıfatıyla tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu sonucuna varılmıştır.

5521 sayılı “İş Mahkemeleri Kanunu”nun 1. maddesinde, İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesiyle İş Mahkemelerinin görevli bulunduğunun belirtilmiş olması ve 4857 sayılı İş Kanunu ile anılan Kanun’un 63 üncü maddesine dayanılarak hazırlanan Yönetmelikte düzenlenen çalışma sürelerinin uygulanmasına ilişkin esaslar birlikte gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Samsun 2. İş Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/136

KARAR NO     : 2011/56

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılan Davacılardan H.İ.Ö. ile Davalı Belediye arasında toplu iş sözleşmesi hükmünün uygulanmasından doğan davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar: -(Adli Yargıda)1- H. İ. Ö., 2- E. B., 3- H. S.

-(İdari Yargıda) H. İ. Ö.

Vekili                  : Av. B. Ş.

Davalı                 : Hıdırbeyli Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. B., Av.K. D.

O L A Y             : Davacılardan H. İ. Ö.’ün vekili tarafından Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 26.4.2006 tarihinde açılan ve E:2006/142 sayılı esasına kaydedilen dava dilekçesinde; müvekkilinin 28.06.2002 tarihinden itibaren davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştığını, iş sözleşmesinin devam ettiğini davacı ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli süreli iş sözleşmesi imzalanmış ise de; davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı arasında imzalanan 15.02.2004 -­14.02.2006 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 17. maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğünü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile müvekkilinin çalıştırmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesi gerektiğini, taraflar arasındaki birden fazla kurulan zincirleme iş sözleşmelerinin yazılı olmadığını, davacının temizlik hizmetlerinde yaptığı işin belli bir sürenin bitimiyle sona erecek bir iş türü olmadığını, bu sebeple iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olduğunu, müvekkilinin Toplu İş Sözleşmesinin 17-C maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandığını, müvekkilinin çalışmakta olduğu temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadro bulunduğunu; davalının, Toplu İş Sözleşmesinde bunun hüküm altına alınmış olmasına rağmen müvekkilini mevcut boş kadroya geçirmediğini, müvekkilinin davalı Belediyede kadroya geçerek kadrolu işçi olarak çalışması gerektiğini, davalının Toplu İş Sözleşmeleriyle hüküm altına alınan edimini ifa etmediğini belirterek sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davacılar vekili tarafından, Hasan Sarıtunç’un vekili sıfatıyla, aynı Mahkeme’de, aynı tarihte açılan ve E:2006/143 sayılı esasa kaydedilen dava dilekçesinde; aynı gerekçeleri tekrar ederek, sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece, 6.12.2006 gün ve K:2006/466 sayılı kararla, dosyanın Mahkemelerinin E:2006/142 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E:2006/142 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

Davacılar vekili tarafından, Erdinç Bacaksız’ın vekili sıfatıyla, aynı Mahkeme’de, aynı tarihte açılan ve E:2006/144 sayılı esasa kaydedilen dava dilekçesinde; aynı gerekçeleri tekrar ederek, sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece, 6.12.2006 gün ve K:2006/467 sayılı kararla, dosyanın Mahkemelerinin E:2006/142 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E:2006/142 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

GERMENCİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA): 23.06.2008 gün ve E: 2006/142, K: 2008/255 sayı ile, Davacılar vekilinin Mahkemelerine ibraz ettiği dava dilekçelerinin geniş özetlerini yaptıktan sonra; yargılamaya birleştirilen talepler yönüyle devam edildiği; davalıya dava dilekçesinin usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, davalı vekilinin duruşmalara katıldığı; davacıların şahsi sicil dosyalarının, davalı işverenin imzaladığı toplu iş sözleşmesinin getirtilerek incelendiği, sunulan tüm taraf delillerinin toplandığı; dosya kendisine tevdii edilen uzman bilirkişinin, 22.04.2008 havale tarihli bilirkişi raporunda, tarafların hukuki durumunu irdeleyerek bir kamu kuruluşu olan davalı belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ile ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacıların, boş kadrolara yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilebilmelerinin idari bir tasarruf olduğunu, böyle bir talebin iş mahkemesinin görevine girmeyip idari yargının görev alanında bulunduğunu belirtmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; davacıların boş kadroların tespiti toplu iş sözleşmesinin davacılar lehine ifası ve davacıların boş kadrolara geçirilmesi yönündeki taleplerinin, idari tasarrufun kapsamında olması nedeniyle idari yargının görev alanına girdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar vermiş; bu karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2.6.2009 gün ve E:2009/15085, K:2009/15541 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacılar vekili bu kez; Hıdırbeyli Belediye Başkanlığı'nın 10.04.2006 tarih ve 2006/78, 2006/79 ve 2006/80 nolu işlemleri ile 20.04.2006 tarih ve 2006/96, 2006/97 ve 2006/98 nolu işlemlerinin, davalı Belediyedeki boş kadroların tespiti ile taraflar arasında akdedilen toplu iş sözleşmesinin yorumlanması ve ifası sebebiyle iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Aydın 1. İdare Mahkemesi: 04.08.2009 gün E: 2009/952, K: 2009/1631 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'unun 2., 3. ve 5. maddesi hükümlerine yer verdikten sonra; dava dosyasının incelenmesinden, davacılardan E. B.’ın 15.06.1996 tarihinden, H. S.'un 08.06.2000 tarihinden, H. İ. Ö.’ün 28.06.2002 tarihinden itibaren zincirleme iş sözleşmeleri ile davalı belediyede temizlik hizmetlerinde çalıştıkları, davacıların 03.04.2006 tarihinde davalı idareye ayrı ayrı başvurarak "06.03.2006 tarihli davalı idare yazısında, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylanıncaya kadar iş akitlerinin sona erdirildiği taraflarına bildirildiğinden, iş akitleri durumunun belirlenmesi, iş akdi feshedildi veya iş akdi askıya alındı ise Sendikalar Kanunu, İş Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi hükümleri uyarınca doğan tazminat, ücret ve sosyal haklarının taraflarına ödenmesinin talep edildiği, davalı idarece 10.04.2006 tarihinde verilen 2006/78-79 ve 80 sayılı cevabı yazılarda, iş akitlerinin sona erdirilmediği, askıya alınmış bulunduğu, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylandığı, asgari ücret üzerinden işe başlamak üzere en kısa sürede şahsen başvurmaları gerektiğinin bildirildiği, davalı Belediye tarafından 20.04.2006 tarih ve 96-97-98 sayılı yazılarla davacıların asgari ücret üzerinden işe başlamaları için, 28.04.2006 tarihine kadar "Türkiye İş Kurumundan" temin edilecek İşe Gönderme Formuyla beraber davacıların şahsen başvurmaları gerektiğinin tekrar tebliğ edildiği, davacılar vekili tarafından 26.04.2006 tarihinde İş Mahkemesi sıfatıyla Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/142 sayılı dosyasında müvekkillerinin davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştıkları, davacılar ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli sürede iş sözleşmesi imzalanmış ise de, davacıların üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı idare arasında imzalanan 15.02.2004-14.02.2006 yürürlük süreli toplu iş sözleşmesinin 17.maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile davacı müvekkillerinin çalıştırılmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesinin gerektiği, davacıların toplu iş sözleşmesinin 17-c maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandıkları, çalışmakta oldukları temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadronun bulunduğu, davalının toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınmış olmasına rağmen davacıları boş kadroya geçirmediğinden bahisle davacıların çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespiti ve davacıların daimi işçi statüsünde bu kadrolara atanması istemiyle dava açtığı, bu davanın anılan Mahkemenin 23.06.2008 tarih ve K:2008/255 sayılı kararıyla, dava konusu taleplerin idari tasarruf kapsamında bulunması nedeniyle idari yargının görevli olduğundan bahisle, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, sözkonusu kararın temyizi sonucu Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 02.06.2009 tarih ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı, işbu kararın davacı vekiline 29.06.2009 tarihinde tebliği üzerine görülmekte olan dava açılmış ise de; dava dilekçesinin başı ve sonuç kısmında yukarda belirtilen 2577 sayılı Yasanın 2. maddesi hükmüne aykırı olarak, idari dava konusu edilmeyecek nitelikte bulunan davalı Belediye'deki boş kadroların tespiti ve taraflar arasında akdedilen toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle davacıların boş kadrolara daimi işçi olarak atanmasının ifasına karar verilmesinin istenildiği, esas olarak davacıların boş kadrolara atanma istemiyle yaptıkları 03.04.2006 tarihli başvurularının reddine ilişkin 10.04.2006 tarih ve 2006/78-79-80 sayılı davalı idare işlemlerinin iptali istenilmesi gerekir iken, davalı idarece aynı yönde verilen 20.04.2006 tarih ve 2006/96-97 ve 98 sayılı işlemlerin de iptalinin talep edildiği, bu anlamda dava konusunun açık ve net olarak ortaya konulamadığı, aralarında 2577 sayılı Yasanın 5/1. maddesinde belirtilen anlamda maddi ve hukuki bağ ve davacılar arasında hak veya menfaatle iştirak hali bulunmadığından 10.04.2006 tarih ve 2006/78-79-80 sayılı işlemler her bir davacı tarafından kendisini ilgilendiren diğer işleme karşı ayrı ayrı dilekçelerle dava açılması gerekir iken birlikte dava açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanunun 3 ve 5. maddesi hükümlerine uygun bulunmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca, bu kararın bildirim tarihini izleyen günden itibaren 30 (otuz) gün içinde her bir işlem için işlemin muhatabı şahıs tarafından usule uygun olarak düzenlenecek ayrı ayrı dilekçelerle ve yukarda belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden dava açılmak üzere reddine karar vermiştir.

Davacı vekili dilekçesini yenileyerek, zincirleme iş sözleşmeleri ile davalı idarede daha önce temizlik hizmetlerinde çalışan müvekkili davacı Halil İbrahim Öztürk’ün, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 10/04/2006 tarih ve 2006/80 sayılı davalı idare işlemin iptali istemiyle yeniden idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ: 23.02.2010 gün ve E: 2009/1309 sayı ile; dava dosyasının incelenmesinden; davacı vekili tarafından, 26/04/2006 tarihinde, Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E:2006/142 sayılı dosyasında, davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümünde boş kadroların tespiti, tespit edilecek boş kadrolara toplu iş sözleşmesinin yorumlanmasıyla davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümleri, iş kanunu, uluslararası sözleşmeler ve toplu iş sözleşmeleri gereği daimi isçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına karar verilmesi, davacının çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilmesi ve kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesi istemiyle dava açıldığı, anılan Mahkemece yaptırılan bilirkişi raporunda, davacının hukuki durumunun irdelenerek bir kamu kuruluşu olan davalı belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacının boş kadroya yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilebilmesinin idari bir tasarruf olduğu, böyle bir talebin iş mahkemesi görevine girmeyip idari yargının görev alanında bulunduğu hususuna işaret edildiği, bu rapor esas alınarak Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 23/06/2008 gün ve E:2006/142, K:2008/255 sayılı kararıyla, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, sözkonusu kararın davacı vekili tarafından temyizi sonucu Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 02/06/2009 gün ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı, Mahkeme kararının 15/07/2009 tarihinde kesinleşmesini müteakip yasal süresi içinde ilk defa 17/07/2009 tarihinde Mahkemelerinde yenilendiğinin anlaşıldığı; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü; 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 1. Maddesinde; Bu kanunun amacının, işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek üzere, toplu iş sözleşmesi yapmalarının, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerinin ve grev ve lokavtın esaslarını ve usullerini tespit etmek olduğu, aynı Kanunun 2. Maddesinde: Toplu iş sözleşmesinin, hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşme olduğu, toplu iş sözleşmelerinin, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de ihtiva edebileceği, anılan Kanunun 60. Maddesinde ise; uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan uyuşmazlıkta sözleşmenin taraflarından her birinin 15. Maddeye göre yetkili iş mahkemesinde yoruma ilişkin bir tespit davası açabileceğinin hükme bağlanmış olduğu; öte yandan 21/04/2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İşçi Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1/c maddesinde; Bu Kanunun, il özel idareleri, belediyeler, bunların kurdukları veya üye oldukları mahalli idare birlikleri ile müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan şirketler hariç) ve belediyelerin bağlı kuruluşlarında 2006 yılı içerisinde usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici işçi pozisyonlarında toplam 6 ay veya daha fazla süreyle çalışmış olan geçici işçileri kapsayacağının öngörülmüş bulunduğu; diğer taraftan davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı Belediye Başkanlığı arasında 15/02/2004-14/02/2006-14/02/2008 dönemleri kapsamak üzere imzalanan Toplu İş Sözleşmelerinin 17. Maddesinde: İşçilerin belirli ve belirsiz süreli iş akitleri ile işe alınacakları, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden işlerde çalışanların belirsiz süreli, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden mevsimlik veya belirli bir işin yapılması için işe alınan işçilerin belirli süreli hizmet akdi ile çalışacakları, süresi belirli iş akitlerinin 6 aydan fazla yapılamayacağı, süresi belli iş akdi ile işe alınan işçinin sürenin bitiminden sonra çalıştırılması ve boş kadro bulunması halinde devamlı kadroya geçirileceği, bir yıl ve daha uzun süreyle aynı işyerinde ve işverenin işinde çalışan işçinin zincirleme iş akdi ile daimi işçi statüsüne hak kazanacağı, işverenin bünyesinde aynı vasıfta belirli süreli iş akdi ile çalışan işçi olduğu müddetçe dışarıdan kadrolu işçi alamayacağı, mevcut münhal kadrolara veya açılacak kadrolara, öncelikle işe giriş tarihlerine göre aranan vasıflara sahip belirli süreli iş akdi ile çalışan işçilere kadro verilmek zorunlu olduğu, halen işyerinde çalışan yürürlük tarihinden itibaren, sonradan sendikaya üye olanların ise üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren Toplu İş Sözleşmesinden yararlanacaklarının kurala bağlanmış olduğu; olayda, her ne kadar Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin İş Mahkemesi sıfatıyla baktığı ilk davada bir kamu kuruluşu olan davalı Belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ile ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacının, boş kadroya yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilmesinin idari bir tasarruf olduğu, davacının 5620 sayılı yasadan yararlandırılarak daimi kadroya geçirilmesine yönelik açılan davaların idari yargının görevinde olduğu yönündeki bilirkişi raporundan bahisle "yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine" karar verilmiş ise de; davacının talebinin ve davanın 5620 sayılı yasadan faydalanmak şeklinde olmadığı, zaten bu yasanın davacının idareye başvurduğu hatta adli yargıda dava açtığı tarihten (21/4/2007) sonra yürürlüğe girdiği, uyuşmazlığın toplu iş sözleşmesi ve iş hukuku uygulanmasından kaynaklanması karşısında, davanın yetkili İş Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle; Mahkemelerinin Görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelenmesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu, adli ve idari yargı yerleri arasındaki olumsuz görev uyuşmazlığının “davacılardan Halil İbrahim Öztürk’ün, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemi” yönünden doğduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacılardan Halil İbrahim Öztürk’ün, davalı Hıdırbeyli Belediyesinde temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi” başlıklı 11. maddesinde; “ İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.

Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.

Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar”;          2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun, “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek üzere, toplu iş sözleşmesi yapmalarının, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerinin ve grev ve lokavtın esaslarını ve usullerini tespit etmektir”;

“Toplu iş sözleşmesinin tanımı ve muhtevası” başlıklı 2.maddesinde “Toplu iş sözleşmesi, hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşmedir.

Toplu iş sözleşmeleri, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de ihtiva edebilir”;

“ Taraf sendika üyeliğinden ayrılma, çıkarılma veya üye olmamanın sonuçları” başlıklı 9. maddesinde “Toplu iş sözleşmesinden taraf işçi sendikasının üyeleri yararlanırlar.

Toplu iş sözleşmesinin imzalanması tarihinde taraf sendikaya üye olanlar yürürlük tarihinden, imza tarihinden sonra üye olanlar ise üyeliklerinin taraf işçi sendikasınca işverene bildirildiği tarihten itibaren yararlanırlar.

Toplu iş sözleşmesinin imzası sırasında taraf işçi sendikasına üye bulunmayanlar,sonradan işyerine girip de üye olmayanlar veya imza tarihinde taraf işçi sendikasına üye bulunup da ayrılanlar veya çıkarılanların toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmeleri, toplu iş sözleşmesinin tarafı işçi sendikasına dayanışma aidatı ödemelerine bağlıdır. Bu hususta işçi sendikasının muvafakatı aranmaz. Dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanma talep tarihinden geçerlidir.

Dayanışma aidatı miktarı, üyelik aidatının üçte ikisidir.

Faaliyeti durdurulmuş sendikalara dayanışma aidatı ödenmez”;

“Yorum davası” başlıklı 60.maddesinde; “Uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan uyuşmazlıkta sözleşmenin taraflarından her biri 15 inci maddeye göre yetkili iş mahkemesinde yoruma ilişkin bir tespit davası açabilir. Mahkeme en geç iki ay içinde kararını verir. Kararın temyiz edilmesi halinde Yargıtayın ilgili dairesi, bozma sözkonusu olan hallerde işin esasına ilişkin kesin kararını iki ay içinde verir.

Kesinleşen yorum kararına uymayan taraf hakkında 80 inci madde hükmü uygulanır. Kişilerin, yorum kararına uyulmamasından doğan tazminat hakları saklıdır”

denilmiştir.

Öte yandan, davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı Belediye Başkanlığı arasında 15/02/2004-14/02/2006, 15/02/2006-14/02/2008 dönemlerini kapsamak üzere imzalanan Toplu İş Sözleşmelerinin 17. Maddesinde, İşçilerin belirli ve belirsiz süreli iş akitleri ile işe alınacakları, maddenin A) bendinde, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden işlerde çalışanların belirsiz süreli, B) bendinde, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden mevsimlik veya belirli bir işin yapılması için işe alınan işçilerin belirli süreli hizmet akdi ile çalışacakları, C) bendinde, süresi belirli iş akitlerinin 6 aydan fazla yapılamayacağı, süresi belli iş akdi ile işe alınan işçinin sürenin bitiminden sonra çalıştırılması ve boş kadro bulunması halinde devamlı kadroya geçirileceği, bir yıl ve daha uzun süreyle aynı işyerinde ve işverenin işinde çalışan işçinin zincirleme iş akdi ile daimi işçi statüsüne hak kazanacağı, D)bendinde, işverenin, bünyesinde aynı vasıfta belirli süreli iş akdi ile çalışan işçi olduğu müddetçe dışarıdan kadrolu işçi alamayacağı, mevcut münhal kadrolara veya açılacak kadrolara, öncelikle işe giriş tarihlerine göre aranan vasıflara sahip belirli süreli iş akdi ile çalışan işçilere kadro verilmesinin zorunlu olduğu, E)bendinde ise, mevcut işçilerin toplu iş sözleşmesinin yürürlük tarihinden itibaren, sonradan sendikaya üye olanların ise yazılı olarak üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren Toplu İş Sözleşmesinden yararlanacaklarının kurala bağlandığı görülmüştür.

Olayda, davacının 28.06.2002 tarihinden itibaren iş sözleşmeleri ile davalı Belediyede temizlik hizmetlerinde çalıştığı, 03.04.2006 tarihinde davalı idareye başvurarak, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylanıncaya kadar iş akitlerinin sona erdirildiğinin taraflarına bildirildiğini, iş akitleri durumunun belirlenmesi ile iş akdi feshedildi veya iş akdi askıya alındı ise Sendikalar Kanunu, İş Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi hükümleri uyarınca doğan tazminat, ücret ve sosyal haklarının taraflarına ödenmesini talep ettiği; Davalı İdarece 10.04.2006 tarihinde verilen 2006/80 sayılı cevabı yazıda, iş akitlerinin sona erdirilmediği, askıya alınmış bulunduğu, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylandığı, asgari ücret üzerinden işe başlamak üzere en kısa sürede şahsen başvurmaları gerektiğinin bildirildiği; Davalı Belediye tarafından 20.04.2006 tarih ve 97 sayılı yazıyla davacının asgari ücret üzerinden işe başlamaları için, 28.04.2006 tarihine kadar "Türkiye İş Kurumundan" temin edilecek İşe Gönderme Formuyla beraber şahsen başvurması gerektiğinin tekrar tebliğ edildiği, davacı vekili tarafından 26.04.2006 tarihinde İş Mahkemesi sıfatıyla Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/142 sayılı dosyasında müvekkillerinin davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştıkları, davacılar ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli sürede iş sözleşmesi imzalanmış ise de, davacıların üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile Davalı İdare arasında imzalanan 15.02.2004-14.02.2006 yürürlük süreli toplu iş sözleşmesinin 17.maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile davacı müvekkillerinin çalıştırılmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesi gerektiği, davacıların toplu iş sözleşmesinin 17-C maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandıkları, çalışmakta oldukları temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadronun bulunduğu, davalının toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınmış olmasına rağmen davacıları boş kadroya geçirmediğinden bahisle davacıların çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespiti ve davacıların daimi işçi statüsünde bu kadrolara atanması istemiyle dava açtığı davanın anılan Mahkemenin 23.06.2008 tarih ve K:2008/255 sayılı kararıyla, dava konusu taleplerin idari tasarruf kapsamında bulunması nedeniyle idari yargının görevli olduğundan bahisle, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, söz konusu kararın Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 02.06.2009 tarih ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı; Aydın 1.İdare Mahkemesinde bütün davacılar yönünden açılan davanın, Mahkemenin dilekçe ret kararı üzerine ayrıldığı, yenilenen dava dilekçesindeki talebin ise; davacılardan Halil İbrahim Öztürk’ün, davalı Hıdırbeyli Belediyesinde temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemine yönelik olduğu anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, davalı İdare ile davacı arasındaki hukuki ilişkinin İş Kanunu’na tabi hizmet sözleşmesine dayalı olarak kurulmuş bir iş hukuku ilişkisi niteliğini taşıdığı, davacının, 4857 sayılı İş Kanunu’na, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’na ve Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine aykırı uygulama yapıldığına ilişkin iddiasının ve bundan kaynaklanan dava konusu işlemin, idarenin yetkili organı tarafından işveren sıfatıyla tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu sonucuna varılmıştır.

5521 sayılı “İş Mahkemeleri Kanunu”nun 1. maddesinde, İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesiyle İş Mahkemelerinin görevli bulunduğunun belirtilmiş olması ve davacı ile işvereni arasında iş akdinin (Toplu İş Sözleşmesinin) bulunduğu birlikte gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Germencik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) davacılardan, Halil İbrahim Öztürk’e yönelik olarak verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Germencik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla), davacılardan Halil İbrahim Öztürk’e yönelik olarak verdiği 23.06.2008 gün ve E: 2006/142, K: 2008/255 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/144

KARAR NO     : 2011/57

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 41. maddesinin 4. fıkrası uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın, aynı Kanun’un 3. ve 27. maddesinin 8. fıkrası hükmü bir arada değerlendirildiğinde, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Cenk Taşımacılık San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili                  : Av. O. M.

Davalı                 : Büyükkarıştıran Belediye Başkanlığı

O L A Y             : Büyükkarıştıran Belediyesi zabıta memurlarınca ve davacı şirkete ilişkin olarak düzenlenen 26.8.2008 gün ve 25/03 varak/cilt no.lu Zabıt Varakasında; Çiftlikköy yolu üzeri Edip İplik Fab. Arkasında, 5326 sayılı Yasanın 41/4. maddesine ve 3194 sayılı Yasaya aykırı olarak, inşaat atıklarının toplanmasına ve depolanmasına özgü yerler dışında kalan 3094 parsel numaralı tarım arazisi tarla üzerine inşaat atığı moloz döküldüğü ve inşaat amaçlı izinsiz ve ruhsatsız olarak tarla üzerinde kazı yapıldığı belirtilerek davacıya bildirilmiş; davacı şirket tarafından bu zabıt varakasına istinaden Büyükkarıştıran Belediyesi, Belediye Encümenliğine yazılan 28.8.2008 tarihli yazıda; 3094 parsel numaralı tarlalarında 3194 sayılı İmar Kanununa göre herhangi bir inşaat faaliyetinde bulunmadıklarını, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu 41/4 maddesine göre inşaat atıklarını insan sağlığına ve çevreye zarar verecek bir şekilde tarla üzerinde toplama ve depolama yapmadıklarını, 1,5-2 dönümlük yerin zemin sertleştirilmesi çalışmasında çıkan toprağın çevreye, insan sağlığına ve kimseye zarar vermeden yine tarlalarına tesviye ettiklerini bildirmiştir.

Daha sonra, Büyükkarıştıran Belediye Başkanlığı, Belediye Encümeninin 02.09.2008 tarih ve 114 sayılı kararında aynen: “Kasabamız Yeni Mahalle Belediye İşyerleri No:15/E adresinde faaliyet gösteren Cenk Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Çiftlikköy yolu üzerinde Edip İplik Fabrikası arkasında 3094 parsel nolu tarlasına Sefa Harfiyat ve Taahhüt adlı şirket araçları ile yaklaşık 20 kamyon civarında fabrikalardan çıkan inşaat atığı, demirli beton parçaları ile dolgu yaptığı ve ayrıca aynı firmanın kepçe ve kamyonları ile tarla içersinde izinsiz olarak inşaat yapımına yönelik hafriyat çalışması yaptığı belediyemiz zabıta memurluğunca tespit edilmiştir. Cenk Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 41. maddesi 4. fıkrasına aykırı olarak inşaat atık ve atıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atmak suçunu işlediğinden; Cenk Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. nin 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 41. maddesi 4. fıkrası gereğince 2.000 YTL (İkibin Ytl) idari para cezası ile cezalandırılmasına, Söz konusu tarlaya dökülen ve gömülen inşaat moloz atıklarının ilgilisince engeç 15 gün içerisinde kaldırılmasına ve tarlanın tarım amaçlı nebati toprakla doldurularak eski haline getirilmesine, aksi halde söz konusu tarla içersindeki atıkların belediyemizce kaldırılarak masrafı adı geçen firmadan tahsil edilmesine, kararın Cenk Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.ne tebliğine, gereği için Belediyemiz Zabıta Komiserliğine ve Mali Hizmetler Müdürlüğüne tevdiine, Başkanlık Makamının teklifi üzerine encümenimizin 02.09.2008 tarihli toplantısında oybirliği ile karar verildi.” denilmiştir.

Davacı vekili, “02.09.2008 tarih ve 114 sayılı Belediye Encümen Kararının iptaline, müvekkili şirket hakkında Belediye Encümeninin almış olduğu idari para cezasının ve kararların (söz konusu tarlaya dökülen ve gömülen inşaat moloz atıklarının ilgilisince 15 gün içerisinde kaldırılmasına ve tarlanın tarım amaçlı nebati toprakla doldurularak eski haline getirilmesine, aksi halde söz konusu tarla içerisindeki atıkların belediyemizce kaldırılarak masrafı adı geçen firmadan tahsil edilmesine) kaldırılmasına karar verilmesi” istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ: 16.10.2008 gün ve E: 2008/1168, K: 2008/1275 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanır." hükmüne, " Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddenin 1. bendinde "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir." hükmüne, "Çevreyi Kirletme" başlıklı 41. maddesinin 4, fıkrasında da; inşaat atık ve artıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan kişiye, yüz Türk Lirasından üç bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. İnşaat faaliyetinin bir tüzel kişi adına yürütülmesi halinde bu tüzel kişi hakkında verilecek idari para cezasının üst sınırı beş bin Türk Lirasıdır. Bu atık ve artıkların kaldırılmasına ilişkin masraf da ayrıca kişiden tahsil edilir." hükmüne yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; davacı şirketçe Çiftlikköy yolu üzerindeki 3094 parsel sayılı tarlaya 20 kamyon civarında inşaat atığı ve demirli beton parçaları döküldüğü ve hafriyat çalışmaları yapıldığının tespiti üzerine dava konusu Encümen kararı ile davacı şirketin 2.000,00-YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, 5326 sayılı Kabahatler Kanunun yukarıda yer verilen 41/4. maddesi uyarınca kesilen dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün anılan Kanunun 27. maddesinin 1. bendi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, yapılan itiraz Edirne Bölge İdare Mahkemesinin 25.2.2009 gün ve E:2009/12, K:2009/173 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

LÜLEBURGAZ 1.SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.10.2009 gün ve 2009/52 D.İş sayı ile; itiraz eden vekilinin 20.03.2009 tarihli dilekçesi ve eklerinin Mahkemelerine gelmekle yapılan incelemede, Büyükkarıştıran Belediye Başkanlığı Encümenliğinin 02.09.2008 tarih ve 114 sayılı kararı ile itiraz eden hakkında Kabahatler Kanunun 41/4 maddesine aykırı hareket edildiğinden 2.000,00 TL idari para cezası kesilmiş olduğu ve tarlaya dökülen ve gömülen inşaat moloz atıklarının ilgisince 15 gün içinde kaldırılmasına ve tarlanın tarım amaçlı nebati toprak ile doldurularak eski haline getirilmesine aksi halde tarla içindeki atıkların belediyece kaldırılarak masrafın adı geçen firmadan alınacağına dair alınan karar doğrultusunda itiraz eden şirket tarafından dosyaya onaylı örneği getirtilen Edirne idare Mahkemesine itiraz edildiği, Edirne İdare Mahkemesinin 2008/1275 karar sayısı ile görevsizlik kararı verilmiş olduğu, Bölge İdare Mahkemesinin 2009/173 karar numarası ile itiraz isteminin reddine karar verilmiş olduğunun anlaşıldığı; 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 27/8 fıkrası gereğince idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlardan verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebi ile birlikte idari yargı merciince görüleceği hükmünün yer aldığı, encümen kararında para cezası ile birlikte idari yaptırım kararının da verilmiş olduğu, bu nedenle uyuşmazlığın çözümünün idare mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle görev yönünden itiraz dilekçesinin reddine, İdare Mahkemesi tarafından da görevsizlik kararı verilmiş olduğundan 2247 Sayılı Yasanın 19. maddesi uyarınca yargı yerinin belirlenmesi amacı ile dosyanın uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, görev konusunda karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Sulh Ceza Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Büyükkarıştıran Beldesi Çiftlikköy yolu üzerinde bulunan 3094 parsel nolu taşınmaza inşaat atığı ve demirli beton parçaları döküldüğü ve hafriyat çalışmaları yapıldığı gerekçesiyle, davacı şirketin 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 41/4.maddesi uyarınca 2.000.-YTL. İdari para cezası ile cezalandırılmasına ve söz konusu taşınmaza dökülen inşaat moloz artıklarının ilgilisince 15 gün içerisinde kaldırılmasına ve taşınmazın tarım amaçlı nebati toprakla doldurularak eski haline getirilmesine ilişkin Büyükkarıştıran Belediye Encümeninin 02.09.2008 tarih ve 114 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiş; Kanunun 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu hükme bağlanmış; Kanunun 27. maddesinin (1) fıkrasında “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya fethimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.” (8). fıkrasında ise “İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür.” hükümlerine yer verilmiştir.

Aynı Yasanın “Çevreyi kirletme” başlığını taşıyan 41. maddesinin 4. fıkrasında, “İnşaat atık ve artıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. İnşaat faaliyetinin bir tüzel kişi adına yürütülmesi halinde bu tüzel kişi hakkında verilecek idarî para cezasının üst sınırı beşbin Türk Lirasıdır. Bu atık ve artıkların kaldırılmasına ilişkin masraf da ayrıca kişiden tahsil edilir.”, hükmü yer almıştır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, Belediye zabıta memurlarınca; davacı Şirket tarafından 5326 sayılı Yasanın 41/4. maddesine ve 3194 sayılı Yasaya aykırı olarak, inşaat atıklarının toplanmasına ve depolanmasına özgü yerler dışında kalan 3094 parsel numaralı tarım arazisi tarla üzerine inşaat atığı moloz döküldüğü ve inşaat amaçlı izinsiz ve ruhsatsız olarak tarla üzerinde kazı yapıldığı hususunda Zabıt Varakası düzenlendiği; bu zabıt varakasında Kabahatler Kanunu’na ilişkin ihlal maddesi gösterilmesine karşılık, İmar Kanunu’nun hangi maddesinin ihlal edildiğinin belirtilmediği; davacı şirketin yaptığı itirazda da, tarlalarında 3194 sayılı İmar Kanununa göre herhangi bir inşaat faaliyetinde bulunmadıklarının iddia edildiği; bu zabıt varakasına istinaden tesis edilen Encümen Kararında ise, inşaat atık ve atıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atmak suretiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 41. maddesi 4. fıkrasını ihlal ettiğinden bahisle davacı şirkete, idari para cezası; bunun yanında, Zabıt Varakasının aksine, 3194 sayılı Yasa ile ilişki kurulmadan; söz konusu tarlaya dökülen ve gömülen inşaat moloz atıklarının ilgilisince engeç 15 gün içerisinde kaldırılmasına ve tarlanın tarım amaçlı nebati toprakla doldurularak eski haline getirilmesine, aksi halde söz konusu tarla içersindeki atıkların Belediyelerince kaldırılarak masrafının davacı Şirketten tahsil edilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

Davalı İdare elemanlarınca tutulan zabıt varakasında ve daha sonra alınan Encümen Kararında –para cezası haricindeki- davacı şirket tarafından meydana getirildiği belirtilen mahzurların ne şekilde giderileceği ve giderilme masraflarının tahsiline ilişkin yaptırımlar düzenlenirken, idareye kamu gücünü kullanma yetkisi tanınmakta olup; bu yolda tesis edilen işlemin, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırılıkları nedeniyle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının görüm ve çözümünde ise idare mahkemelerinin görevli bulunduğu açıktır.

Buna göre, davacı Şirkete verilen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların(3194 sayılı Yasaya aykırılıktan bahisle zabıt varakası düzenlenmesinin yanında, Encümen Kararıyla tesis edilen, tarlaya dökülen ve gömülen inşaat moloz atıklarının ilgilisince engeç 15 gün içerisinde kaldırılmasına ve tarlanın tarım amaçlı nebati toprakla doldurularak eski haline getirilmesine, aksi halde söz konusu tarla içersindeki atıkların Belediyelerince kaldırılarak masrafının davacı Şirketten tahsil edilmesine yönelik karar) da verildiği ve bu kararın da dava konusu edildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen 8. fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 41. maddesi 4. fıkrası uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Lüleburgaz 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Edirne İdare Mahkemesince verilen 16.10.2008 gün ve E:2008/1168, K:2008/1275 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/148

KARAR NO     : 2011/58

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılan Davacılardan H.S. ile Davalı Belediye arasında toplu iş sözleşmesi hükmünün uygulanmasından doğan davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : -(Adli Yargıda)1- H. İ. Ö., 2- E. B., 3- H. S.

                            -(İdari Yargıda) H. S.

Vekili                  : Av. B. Ş.

Davalı                 : Hıdırbeyli Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. S. B., Av.K. D.

O L A Y             : Davacılardan H. İ. Ö.’ün vekili tarafından Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 26.4.2006 tarihinde açılan ve E: 2006/142 sayılı esasına kaydedilen dava dilekçesinde; müvekkilinin 28.06.2002 tarihinden itibaren davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştığını, iş sözleşmesinin devam ettiğini davacı ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli süreli iş sözleşmesi imzalanmış ise de; davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı arasında imzalanan 15.02.2004 ­-14.02.2006 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 17. maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğünü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile müvekkilinin çalıştırmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesi gerektiğini, taraflar arasındaki birden fazla kurulan zincirleme iş sözleşmelerinin yazılı olmadığını, davacının temizlik hizmetlerinde yaptığı işin belli bir sürenin bitimiyle sona erecek bir iş türü olmadığını, bu sebeple iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olduğunu, müvekkilinin Toplu İş Sözleşmesinin 17-C maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandığını, müvekkilinin çalışmakta olduğu temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadro bulunduğunu; davalının, Toplu İş Sözleşmesinde bunun hüküm altına alınmış olmasına rağmen müvekkilini mevcut boş kadroya geçirmediğini, müvekkilinin davalı Belediyede kadroya geçerek kadrolu işçi olarak çalışması gerektiğini, davalının Toplu İş Sözleşmeleriyle hüküm altına alınan edimini ifa etmediğini belirterek sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davacılar vekili tarafından, Hasan Sarıtunç’un vekili sıfatıyla, aynı Mahkeme’de, aynı tarihte açılan ve E:2006/143 sayılı esasa kaydedilen dava dilekçesinde; aynı gerekçeleri tekrar ederek, sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece, 6.12.2006 gün ve K:2006/466 sayılı kararla, dosyanın Mahkemelerinin E:2006/142 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E:2006/142 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

Davacılar vekili tarafından, Erdinç Bacaksız’ın vekili sıfatıyla, aynı Mahkeme’de, aynı tarihte açılan ve E:2006/144 sayılı esasa kaydedilen dava dilekçesinde; aynı gerekçeleri tekrar ederek, sonuç itibariyle; müvekkili davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespitine, tespit edilecek boş kadrolara Toplu İş Sözleşmesinin yorumlanmasıyla, davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin, İş Kanunu, Uluslar Arası Sözleşmeler ve Toplu İş Sözleşmeleri gereği daimi işçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına; çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilerek kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece, 6.12.2006 gün ve K:2006/467 sayılı kararla, dosyanın Mahkemelerinin E:2006/142 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E:2006/142 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

GERMENCİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA): 23.06.2008 gün ve E: 2006/142, K: 2008/255 sayı ile, Davacılar vekilinin Mahkemelerine ibraz ettiği dava dilekçelerinin geniş özetlerini yaptıktan sonra; yargılamaya birleştirilen talepler yönüyle devam edildiği; davalıya dava dilekçesinin usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, davalı vekilinin duruşmalara katıldığı; davacıların şahsi sicil dosyalarının, davalı işverenin imzaladığı toplu iş sözleşmesinin getirtilerek incelendiği, sunulan tüm taraf delillerinin toplandığı; dosya kendisine tevdii edilen uzman bilirkişinin, 22.04.2008 havale tarihli bilirkişi raporunda, tarafların hukuki durumunu irdeleyerek bir kamu kuruluşu olan davalı belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ile ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacıların, boş kadrolara yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilebilmelerinin idari bir tasarruf olduğunu, böyle bir talebin iş mahkemesinin görevine girmeyip idari yargının görev alanında bulunduğunu belirtmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; davacıların boş kadroların tespiti toplu iş sözleşmesinin davacılar lehine ifası ve davacıların boş kadrolara geçirilmesi yönündeki taleplerinin, idari tasarrufun kapsamında olması nedeniyle idari yargının görev alanına girdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar vermiş; bu karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2.6.2009 gün ve E:2009/15085, K:2009/15541 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacılar vekili bu kez; Hıdırbeyli Belediye Başkanlığı'nın 10.04.2006 tarih ve 2006/78, 2006/79 ve 2006/80 nolu işlemleri ile 20.04.2006 tarih ve 2006/96, 2006/97 ve 2006/98 nolu işlemlerinin, davalı Belediyedeki boş kadroların tespiti ile taraflar arasında akdedilen toplu iş sözleşmesinin yorumlanması ve ifası sebebiyle iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Aydın 1. İdare Mahkemesi: 04.08.2009 gün E: 2009/952, K: 2009/1631 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'unun 2., 3. ve 5. maddesi hükümlerine yer verdikten sonra; dava dosyasının incelenmesinden, davacılardan Erdinç BACAKSIZ’ın 15.06.1996 tarihinden, Hasan SARITUNÇ'un 08.06.2000 tarihinden, Halil İbrahim ÖZTÜRK’ün 28.06.2002 tarihinden itibaren zincirleme iş sözleşmeleri ile davalı belediyede temizlik hizmetlerinde çalıştıkları, davacıların 03.04.2006 tarihinde davalı idareye ayrı ayrı başvurarak "06.03.2006 tarihli davalı idare yazısında, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylanıncaya kadar iş akitlerinin sona erdirildiği taraflarına bildirildiğinden, iş akitleri durumunun belirlenmesi, iş akdi feshedildi veya iş akdi askıya alındı ise Sendikalar Kanunu, İş Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi hükümleri uyarınca doğan tazminat, ücret ve sosyal haklarının taraflarına ödenmesinin talep edildiği, davalı idarece 10.04.2006 tarihinde verilen 2006/78-79 ve 80 sayılı cevabı yazılarda, iş akitlerinin sona erdirilmediği, askıya alınmış bulunduğu, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylandığı, asgari ücret üzerinden işe başlamak üzere en kısa sürede şahsen başvurmaları gerektiğinin bildirildiği, davalı Belediye tarafından 20.04.2006 tarih ve 96-97-98 sayılı yazılarla davacıların asgari ücret üzerinden işe başlamaları için, 28.04.2006 tarihine kadar "Türkiye İş Kurumundan" temin edilecek İşe Gönderme Formuyla beraber davacıların şahsen başvurmaları gerektiğinin tekrar tebliğ edildiği, davacılar vekili tarafından 26.04.2006 tarihinde İş Mahkemesi sıfatıyla Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/142 sayılı dosyasında müvekkillerinin davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştıkları, davacılar ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli sürede iş sözleşmesi imzalanmış ise de, davacıların üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı idare arasında imzalanan 15.02.2004-14.02.2006 yürürlük süreli toplu iş sözleşmesinin 17.maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile davacı müvekkillerinin çalıştırılmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesinin gerektiği, davacıların toplu iş sözleşmesinin 17-c maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandıkları, çalışmakta oldukları temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadronun bulunduğu, davalının toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınmış olmasına rağmen davacıları boş kadroya geçirmediğinden bahisle davacıların çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespiti ve davacıların daimi işçi statüsünde bu kadrolara atanması istemiyle dava açtığı, bu davanın anılan Mahkemenin 23.06.2008 tarih ve K:2008/255 sayılı kararıyla, dava konusu taleplerin idari tasarruf kapsamında bulunması nedeniyle idari yargının görevli olduğundan bahisle, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, sözkonusu kararın temyizi sonucu Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 02.06.2009 tarih ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı, işbu kararın davacı vekiline 29.06.2009 tarihinde tebliği üzerine görülmekte olan dava açılmış ise de; dava dilekçesinin başı ve sonuç kısmında yukarda belirtilen 2577 sayılı Yasanın 2. maddesi hükmüne aykırı olarak, idari dava konusu edilmeyecek nitelikte bulunan davalı Belediye'deki boş kadroların tespiti ve taraflar arasında akdedilen toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle davacıların boş kadrolara daimi işçi olarak atanmasının ifasına karar verilmesinin istenildiği, esas olarak davacıların boş kadrolara atanma istemiyle yaptıkları 03.04.2006 tarihli başvurularının reddine ilişkin 10.04.2006 tarih ve 2006/78-79-80 sayılı davalı idare işlemlerinin iptali istenilmesi gerekir iken, davalı idarece aynı yönde verilen 20.04.2006 tarih ve 2006/96-97 ve 98 sayılı işlemlerin de iptalinin talep edildiği, bu anlamda dava konusunun açık ve net olarak ortaya konulamadığı, aralarında 2577 sayılı Yasanın 5/1. maddesinde belirtilen anlamda maddi ve hukuki bağ ve davacılar arasında hak veya menfaatle iştirak hali bulunmadığından 10.04.2006 tarih ve 2006/78-79-80 sayılı işlemler her bir davacı tarafından kendisini ilgilendiren diğer işleme karşı ayrı ayrı dilekçelerle dava açılması gerekir iken birlikte dava açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanunun 3 ve 5. maddesi hükümlerine uygun bulunmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca, bu kararın bildirim tarihini izleyen günden itibaren 30 (otuz) gün içinde her bir işlem için işlemin muhatabı şahıs tarafından usule uygun olarak düzenlenecek ayrı ayrı dilekçelerle ve yukarda belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden dava açılmak üzere reddine karar vermiştir.

Davacı vekili dilekçesini yenileyerek, zincirleme iş sözleşmeleri ile davalı idarede daha önce temizlik hizmetlerinde çalışan müvekkili davacı Hasan Sarıtunç’un, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 10/04/2006 tarih ve 2006/78 sayılı davalı idare işlemin iptali istemiyle yeniden idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ: 23.02.2010 gün ve E: 2009/1308 sayı ile; dava dosyasının incelenmesinden; davacı vekili tarafından, 26/04/2006 tarihinde, Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E:2006/142 sayılı dosyasında, davacının çalıştığı temizlik hizmetleri bölümünde boş kadroların tespiti, tespit edilecek boş kadrolara toplu iş sözleşmesinin yorumlanmasıyla davalı işverence yerine getirilmeyen Toplu İş Sözleşmesinin ilgili hükümleri, iş kanunu, uluslararası sözleşmeler ve toplu iş sözleşmeleri gereği daimi isçi statüsünde bulunan davacı lehinde ifasına karar verilmesi, davacının çalışmakta olduğu temizlik hizmetlerindeki boş kadroya geçirilmesi ve kadrolu işçi olarak çalışmasına karar verilmesi istemiyle dava açıldığı, anılan Mahkemece yaptırılan bilirkişi raporunda, davacının hukuki durumunun irdelenerek bir kamu kuruluşu olan davalı belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacının boş kadroya yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilebilmesinin idari bir tasarruf olduğu, böyle bir talebin iş mahkemesi görevine girmeyip idari yargının görev alanında bulunduğu hususuna işaret edildiği, bu rapor esas alınarak Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 23/06/2008 gün ve E:2006/142, K:2008/255 sayılı kararıyla, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, sözkonusu kararın davacı vekili tarafından temyizi sonucu Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 02/06/2009 gün ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı, Mahkeme kararının 15/07/2009 tarihinde kesinleşmesini müteakip yasal süresi içinde ilk defa 17/07/2009 tarihinde Mahkemelerinde yenilendiğinin anlaşıldığı; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü; 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 1. Maddesinde; Bu kanunun amacının, işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek üzere, toplu iş sözleşmesi yapmalarının, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerinin ve grev ve lokavtın esaslarını ve usullerini tespit etmek olduğu, aynı Kanunun 2. Maddesinde: Toplu iş sözleşmesinin, hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşme olduğu, toplu iş sözleşmelerinin, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de ihtiva edebileceği, anılan Kanunun 60. Maddesinde ise; uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan uyuşmazlıkta sözleşmenin taraflarından her birinin 15. Maddeye göre yetkili iş mahkemesinde yoruma ilişkin bir tespit davası açabileceğinin hükme bağlanmış olduğu; öte yandan 21/04/2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İşçi Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1/c maddesinde; Bu Kanunun, il özel idareleri, belediyeler, bunların kurdukları veya üye oldukları mahalli idare birlikleri ile müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan şirketler hariç) ve belediyelerin bağlı kuruluşlarında 2006 yılı içerisinde usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici işçi pozisyonlarında toplam 6 ay veya daha fazla süreyle çalışmış olan geçici işçileri kapsayacağının öngörülmüş bulunduğu; diğer taraftan davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı Belediye Başkanlığı arasında 15/02/2004-14/02/2006-14/02/2008 dönemleri kapsamak üzere imzalanan Toplu İş Sözleşmelerinin 17. Maddesinde: İşçilerin belirli ve belirsiz süreli iş akitleri ile işe alınacakları, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden işlerde çalışanların belirsiz süreli, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden mevsimlik veya belirli bir işin yapılması için işe alınan işçilerin belirli süreli hizmet akdi ile çalışacakları, süresi belirli iş akitlerinin 6 aydan fazla yapılamayacağı, süresi belli iş akdi ile işe alınan işçinin sürenin bitiminden sonra çalıştırılması ve boş kadro bulunması halinde devamlı kadroya geçirileceği, bir yıl ve daha uzun süreyle aynı işyerinde ve işverenin işinde çalışan işçinin zincirleme iş akdi ile daimi işçi statüsüne hak kazanacağı, işverenin bünyesinde aynı vasıfta belirli süreli iş akdi ile çalışan işçi olduğu müddetçe dışarıdan kadrolu işçi alamayacağı, mevcut münhal kadrolara veya açılacak kadrolara, öncelikle işe giriş tarihlerine göre aranan vasıflara sahip belirli süreli iş akdi ile çalışan işçilere kadro verilmek zorunlu olduğu, halen işyerinde çalışan yürürlük tarihinden itibaren, sonradan sendikaya üye olanların ise üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren Toplu İş Sözleşmesinden yararlanacaklarının kurala bağlanmış olduğu; olayda, her ne kadar Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin İş Mahkemesi sıfatıyla baktığı ilk davada bir kamu kuruluşu olan davalı Belediyede belirsiz süreli hizmet akdi ile ve fakat geçici işçi statüsünde çalışan davacının, boş kadroya yerleştirilerek daimi işçi statüsüne geçirilmesinin idari bir tasarruf olduğu, davacının 5620 sayılı yasadan yararlandırılarak daimi kadroya geçirilmesine yönelik açılan davaların idari yargının görevinde olduğu yönündeki bilirkişi raporundan bahisle "yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine" karar verilmiş ise de; davacının talebinin ve davanın 5620 sayılı yasadan faydalanmak şeklinde olmadığı, zaten bu yasanın davacının idareye başvurduğu hatta adli yargıda dava açtığı tarihten (21/4/2007) sonra yürürlüğe girdiği, uyuşmazlığın toplu iş sözleşmesi ve iş hukuku uygulanmasından kaynaklanması karşısında, davanın yetkili İş Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmış olduğu; açıklanan nedenlerle; Mahkemelerinin Görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelenmesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu, adli ve idari yargı yerleri arasındaki olumsuz görev uyuşmazlığının “davacılardan Hasan Sarıtunç’un, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemi” yönünden doğduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacılardan Hasan Sarıtunç’un, davalı Hıdırbeyli Belediyesinde temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi” başlıklı 11. maddesinde; “ İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.

Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.

Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar”; 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun, “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek üzere, toplu iş sözleşmesi yapmalarının, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerinin ve grev ve lokavtın esaslarını ve usullerini tespit etmektir”;

“Toplu iş sözleşmesinin tanımı ve muhtevası” başlıklı 2.maddesinde “Toplu iş sözleşmesi, hizmet akdinin yapılması, muhtevası ve sona ermesi ile ilgili hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşmedir.

Toplu iş sözleşmeleri, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de ihtiva edebilir”;

“ Taraf sendika üyeliğinden ayrılma, çıkarılma veya üye olmamanın sonuçları” başlıklı 9. maddesinde “Toplu iş sözleşmesinden taraf işçi sendikasının üyeleri yararlanırlar.

Toplu iş sözleşmesinin imzalanması tarihinde taraf sendikaya üye olanlar yürürlük tarihinden, imza tarihinden sonra üye olanlar ise üyeliklerinin taraf işçi sendikasınca işverene bildirildiği tarihten itibaren yararlanırlar.

Toplu iş sözleşmesinin imzası sırasında taraf işçi sendikasına üye bulunmayanlar,sonradan işyerine girip de üye olmayanlar veya imza tarihinde taraf işçi sendikasına üye bulunup da ayrılanlar veya çıkarılanların toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmeleri, toplu iş sözleşmesinin tarafı işçi sendikasına dayanışma aidatı ödemelerine bağlıdır. Bu hususta işçi sendikasının muvafakatı aranmaz. Dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanma talep tarihinden geçerlidir. Dayanışma aidatı miktarı, üyelik aidatının üçte ikisidir.

Faaliyeti durdurulmuş sendikalara dayanışma aidatı ödenmez”;

“Yorum davası” başlıklı 60.maddesinde; “Uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan uyuşmazlıkta sözleşmenin taraflarından her biri 15 inci maddeye göre yetkili iş mahkemesinde yoruma ilişkin bir tespit davası açabilir. Mahkeme en geç iki ay içinde kararını verir. Kararın temyiz edilmesi halinde Yargıtayın ilgili dairesi, bozma sözkonusu olan hallerde işin esasına ilişkin kesin kararını iki ay içinde verir.

Kesinleşen yorum kararına uymayan taraf hakkında 80 inci madde hükmü uygulanır. Kişilerin, yorum kararına uyulmamasından doğan tazminat hakları saklıdır”

denilmiştir.

Öte yandan, davacının üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile davalı Belediye Başkanlığı arasında 15/02/2004-14/02/2006, 15/02/2006-14/02/2008 dönemlerini kapsamak üzere imzalanan Toplu İş Sözleşmelerinin 17. Maddesinde, İşçilerin belirli ve belirsiz süreli iş akitleri ile işe alınacakları, maddenin A) bendinde, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden işlerde çalışanların belirsiz süreli, B) bendinde, mahiyeti itibariyle devamlılık arz eden mevsimlik veya belirli bir işin yapılması için işe alınan işçilerin belirli süreli hizmet akdi ile çalışacakları, C) bendinde, süresi belirli iş akitlerinin 6 aydan fazla yapılamayacağı, süresi belli iş akdi ile işe alınan işçinin sürenin bitiminden sonra çalıştırılması ve boş kadro bulunması halinde devamlı kadroya geçirileceği, bir yıl ve daha uzun süreyle aynı işyerinde ve işverenin işinde çalışan işçinin zincirleme iş akdi ile daimi işçi statüsüne hak kazanacağı, D)bendinde, işverenin, bünyesinde aynı vasıfta belirli süreli iş akdi ile çalışan işçi olduğu müddetçe dışarıdan kadrolu işçi alamayacağı, mevcut münhal kadrolara veya açılacak kadrolara, öncelikle işe giriş tarihlerine göre aranan vasıflara sahip belirli süreli iş akdi ile çalışan işçilere kadro verilmesinin zorunlu olduğu, E)bendinde ise, mevcut işçilerin toplu iş sözleşmesinin yürürlük tarihinden itibaren, sonradan sendikaya üye olanların ise yazılı olarak üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren Toplu İş Sözleşmesinden yararlanacaklarının kurala bağlandığı görülmüştür.

Olayda, davacının 08.06.2000 tarihinden itibaren iş sözleşmeleri ile davalı Belediyede temizlik hizmetlerinde çalıştığı, 03.04.2006 tarihinde davalı idareye başvurarak, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylanıncaya kadar iş akitlerinin sona erdirildiğinin taraflarına bildirildiğini, iş akitleri durumunun belirlenmesi ile iş akdi feshedildi veya iş akdi askıya alındı ise Sendikalar Kanunu, İş Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi hükümleri uyarınca doğan tazminat, ücret ve sosyal haklarının taraflarına ödenmesini talep ettiği; Davalı İdarece 10.04.2006 tarihinde verilen 2006/78 sayılı cevabı yazıda, iş akitlerinin sona erdirilmediği, askıya alınmış bulunduğu, 2006 yılı vize işlemlerinin onaylandığı, asgari ücret üzerinden işe başlamak üzere en kısa sürede şahsen başvurmaları gerektiğinin bildirildiği; Davalı Belediye tarafından 20.04.2006 tarih ve 98 sayılı yazıyla davacının asgari ücret üzerinden işe başlamaları için, 28.04.2006 tarihine kadar "Türkiye İş Kurumundan" temin edilecek İşe Gönderme Formuyla beraber şahsen başvurması gerektiğinin tekrar tebliğ edildiği, davacı vekili tarafından 26.04.2006 tarihinde İş Mahkemesi sıfatıyla Germencik Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2006/142 sayılı dosyasında müvekkillerinin davalı işveren hizmetinde zincirleme iş sözleşmeleri ile temizlik hizmetleri biriminde çalıştıkları, davacılar ile davalı işveren arasında başlangıçta belirli sürede iş sözleşmesi imzalanmış ise de, davacıların üyesi bulunduğu Belediye İş Sendikası ile Davalı İdare arasında imzalanan 15.02.2004-14.02.2006 yürürlük süreli toplu iş sözleşmesinin 17.maddesi gereği sözleşmenin kurulduğu günden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi haline dönüştüğü, konumu itibariyle davalı belediyenin temizlik hizmetlerinde belirli süreli iş sözleşmesi ile davacı müvekkillerinin çalıştırılmasının hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmesi gerektiği, davacıların toplu iş sözleşmesinin 17-C maddesi gereğince daimi işçi statüsünü hak kazandıkları, çalışmakta oldukları temizlik hizmetleri bölümünde 9 adet boş kadronun bulunduğu, davalının toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınmış olmasına rağmen davacıları boş kadroya geçirmediğinden bahisle davacıların çalıştığı temizlik hizmetleri bölümündeki boş kadroların tespiti ve davacıların daimi işçi statüsünde bu kadrolara atanması istemiyle dava açtığı davanın anılan Mahkemenin 23.06.2008 tarih ve K:2008/255 sayılı kararıyla, dava konusu taleplerin idari tasarruf kapsamında bulunması nedeniyle idari yargının görevli olduğundan bahisle, yargı yolu nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, söz konusu kararın Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 02.06.2009 tarih ve E:2009/15085, K:2009/15441 sayılı kararıyla onandığı; Aydın 1.İdare Mahkemesinde bütün davacılar yönünden açılan davanın, Mahkemenin dilekçe ret kararı üzerine ayrıldığı, yenilenen dava dilekçesindeki talebin ise; davacılardan Hasan Sarıtunç’un, davalı Hıdırbeyli Belediyesinde temizlik hizmetleri biriminde, belirli süreli ve zincirleme iş sözleşmeleri ile çalıştırılmasına karşılık, toplu iş sözleşmesinin yorumlanması suretiyle daimi işçi statüsüne hak kazandığından bahisle; boş kadrolara daimi işçi olarak atanmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemine yönelik olduğu anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, Davalı İdare ile davacı arasındaki hukuki ilişkinin İş Kanunu’na tabi hizmet sözleşmesine dayalı olarak kurulmuş bir iş hukuku ilişkisi niteliğini taşıdığı, davacının, 4857 sayılı İş Kanunu’na, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’na ve Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine aykırı uygulama yapıldığına ilişkin iddiasının ve bundan kaynaklanan dava konusu işlemin, idarenin yetkili organı tarafından işveren sıfatıyla tesis edilmiş bir özel hukuk işlemi olduğu sonucuna varılmıştır.

5521 sayılı “İş Mahkemeleri Kanunu”nun 1. maddesinde, İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesiyle İş Mahkemelerinin görevli bulunduğunun belirtilmiş olması ve davacı ile işvereni arasında iş akdinin (Toplu İş Sözleşmesinin) bulunduğu birlikte gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Germencik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla), davacılardan Hasan Sarıtunç’a yönelik olarak verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Germencik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla), davacılardan Hasan Sarıtunç’a yönelik olarak verdiği 23.06.2008 gün ve E: 2006/142, K: 2008/255 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/154

KARAR NO     : 2011/60

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 657 sayılı Yasa'ya tabi doktor olarak görev yapan davacı ile imzalanan sözleşme uyarınca ifa edilmekte olan işyeri hekimliğinin 31.10 2008 tarihinden itibaren iptali ve buna müteakip davacıya ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmasını öngören davalı İdare kararının iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Dr. M. K.

Vekili                  : Av. H. İ. A., Av. A. B.

Davalı                 : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. Z. A.

O L A Y             : Davacı vekili, müvekkilinin, 36950 Sicil Numarası ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinde doktor olarak, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi, memur statüsünde görev yapmakta olduğunu; davalı İdarede çalışmakta olan işçilerin sağlık muayenelerinin, kontrollerinin ve işyerlerinde işyeri güvenliğinin sağlanması ve gerekli denetimlerin yapılması nedeniyle davalı İdare ile davacı arasında, İstanbul Tabip Odası ve diğer ilgili kurumların bilgisi dahilinde, 15.05.2005 tarihinde İşyeri Hekimliği Sözleşmesi imzalandığını; sözleşme uyarınca müvekkilinin, kısmi zamanlı çalışma (part time) statüsüne geçerek, davalı İdarenin Sağlık İşleri Müdürlüğünün, hekimler arasında yaptığı iş bölümü doğrultusunda, işyeri hekimi olarak, sorumluluğuna verilen işçilerin her türlü muayene ve tedavi işlemlerini, periyodik kontrollerini ve diğer hizmetleri sunmaya başladığını; daha da önemlisi, sorumlu olduğu işçilerin bağlı olduğu işyerinin “İşyeri Hekimi Sorumluluğu” altına girdiğini; bu arada "part time" çalışması nedeniyle normal memur maaşından da kesinti yapılmaya başlandığını ve bu kesintinin halen de devam etmekte olduğunu; davacının, belirtilen görevi layıkı veçhile yerine getirmekte iken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğünün 17.11.2008 tarihli ve M.34.0.İBB.0.19.43-918-99-TN-929763 sayılı yazısı ile 31.10.2008 tarihinden itibaren işyeri hekimliği sözleşmesinin tek taraflı olarak iptal edildiğine dair kararının kendisine tebliğ edildiğini; davalı İdarenin bu kararında, 22.09.2008 tarih, 2007-185-49 sayılı Sayıştay sorgu kağıdı madde 37 dayanak gösterilmek suretiyle, 5538 sayılı Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunun 81. maddesine 12.07.2006 tarihinde eklenen fıkra uyarınca sözleşmenin iptal edildiğinin belirtilmekte olduğunu; anılan yazının 5. paragrafında Sayıştay sorgu kağıdında "Kamu kurumlarında çalışmakta olan kurum doktorlarının asli görevleri kapsamında, aynı kurumdaki işçilerin işyeri hekimliği hizmetinin gördürülmesi gerekmektedir. Kanun hükmü emredici nitelikte olduğu için kurumların işyeri hekimliğinin kurum tabiplerince gördürülmesi ve bunun asli görevleri kapsamında değerlendirilerek ayrıca işyeri hekimliği ücreti ödenmemesi gerekir." denildiği belirtilerek, son paragrafta " ... sözleşmeniz iptal edilmiş olup, çalışmalarınızın yukarıda belirtilen kanun hükümlerine göre devamını rica ederim." şeklindeki ifadeyle, davacıya ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmaya başlandığını, halen de bu uygulamaya devam edilmekte olduğunu; davacının, 05.12.2008 tarihindeki maaşından 390,00 YTL kesinti yapıldığını öğrendiğini; davacıdan, 2007 yılı işyeri ödemeleri nedeniyle 16.842,67 YTL'nin tahsilinin hedeflendiğini; davalı İdarenin Ocak 2009 maaşında söz konusu kesintiyi yapmadığını, ancak Sayıştay denetiminin kesinleşip ilam halini alması durumunda, 16.842,67 YTL'nin tahsiline başlanacağı konusunda şüphe bulunmadığını ifade ederek, sonuç itibariyle; 15.05.2005 tarihinden beri ücret karşılığında ifa edilmekte olan işyeri hekimliğinin 31.10 2008 tarihinden itibaren iptalini ve iptali müteakip davacıya ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmasını öngören, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğünün, 18.11.2008 tarihli Başkanlık Olur’lu ve M.34.0.İBB.0.19.43-918-99-TN-929763 sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ: 10.11.2009 gün ve E:2009/67 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesinin 4001 sayılı Kanunun 1.maddesiyle değişik 1.fıkrasının, 4577 sayılı Kanunun 5.maddesiyle yeniden düzenlenen (a) bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, (c) bendinde de, genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri arasında sayıldığı; İdarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dosyanın incelenmesinden; davalı idare bünyesinde doktor olarak görev yapmakta olan davacı tarafından, 15.05.2005 tarihinden beri ücret karşılığında yapmakta olduğu işyeri hekimliğinin 31.10.2008 tarihi itibariyle iptalini ve iptali müteakip ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmasını öngören 18.11.2008 tarih ve 929763 sayılı işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; davacının, davalı idare bünyesinde 657 sayılı yasaya tabi doktor olarak görev yaptığı, 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca belediyede çalışmakta olan işçilerin sağlık muayene ve kontrollerinin işyerinde yapılması amacıyla davacı ile idare arasında sözleşme imzalandığı, 657 sayılı yasaya tabi doktor olarak görev yapan davacının, iş yeri hekimlik sözleşmesinin iptal edilerek işçilere ücretsiz olarak muayene ve kontrol hizmeti sunması yönünde tesis edilen işlemin mevzuata uygun olarak tesis edilip edilmediğini denetleme görevinin idari yargının görev alanı içinde olduğu gerekçesiyle; davalı idarece yapılan görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine, karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; dosyanın incelenmesinden; davacı ile davalı arasında 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca Belediyede çalışan işçilerin sağlık muayene ve kontrollerinin işyerinde yapılması amacıyla 15.05.2005 tarihinde on üç maddeden oluşan "işyeri hekimlik sözleşmesi" imzalandığı, uyuşmazlığın davalı idare tarafından işyeri hekimlik sözleşmesinin iptal edilerek işçilere ücretsiz olarak muayene ve kontrol hizmeti sunulması hususunda tesis edilen işlemden kaynaklandığının anlaşıldığı; 4857 sayılı İş Kanunu'nun işyeri hekimlerine ilişkin 81. maddesinde: "İşverenler, devamlı olarak en az elli işçi çalıştırdıkları işyerlerinde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçilerin ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla, işyerindeki işçi sayısı, işyerinin niteliği ve işin tehlike sınıf ve derecesine göre; ... Bir veya birden fazla işyeri hekimi ile gereğinde diğer sağlık personelini görevlendirmekle, ... yükümlüdürler.

İşverenler, bu yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını, bünyesinde çalıştırdığı ve bu maddeye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte belirtilen vasıflara sahip personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak da yerine getirebilir. Bu şekilde hizmet alınması işverenin sorumluklarını ortadan kaldırmaz.

İşyeri sağlık ve güvenlik biriminde görevlendirilecek işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve işverence görevlendirilecek diğer personelin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları, eğitimleri ve belgelendirilmeleri, görevlerini nasıl yürütecekleri, işyerinde kurulacak sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar ile bu birimlerde bulunması gereken personel, araç, gereç ve teçhizat, görevlendirilecek personelin eğitim ve nitelikleri Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği ve Türk Mimar Mühendis Odaları Birliğinin görüşleri alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Kanuna veya kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında ilgili mevzuatına göre çalıştırılmakta olan hekimlere, üçüncü fıkrada öngörülen eğitimler aldırılmak suretiyle ve asli görevleri kapsamında, çalışmakta oldukları kurum ve kuruluşların asıl işveren olarak çalıştırdıkları işçilerin işyeri hekimliği hizmetleri gördürülür. Bu kurum ve kuruluşların diğer personel için oluşturulmuş olan sağlık birimleri, işyeri sağlık ve güvenlik birimi olarak da kullanılabilir." hükmünün yer almakta olduğu; diğer taraftan, İş Kanunu'nun fesih bildirimine itiraz ve usulüne ilişkin 20. maddesinin 1. fıkrasında: "İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (İptal ibare: Anayasa Mah.nin 19/10/2005 tarihli ve E. 2003/66, K. 2005/72 sayılı Kararı ile.) ... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür." hükmünün yer aldığı; olayda, uyuşmazlığın 657 sayılı Yasa'ya tabi olan davacının kamu görevinden kaynaklanmayıp, davacı ile davalı idare arasında 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca imzalanan işyeri hekimliği sözleşmesinin feshinden kaynaklandığı; dolayısıyla, uyuşmazlık taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklandığından, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğunun düşünüldüğü; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3.7.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Norm kadro ve personel istihdamı" başlıklı 49. maddesi uyarınca, genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerinin 657 sayılı Yasa'ya tabi memurlar eliyle gördürülmesinin esas olduğu, bu hizmetlerin aynı Yasa'nın 4/B. maddesi kapsamında kamu görevlisi sayılan sözleşmeli personel eliyle de gördürülmesinin olanaklı bulunduğu; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 87. maddesinde memurlar hakkında. "İkinci görev yasağı"nın sınırlarının düzenlenmiş olduğu, "İkinci görev verilecek memurlar ve görevler" başlıklı 88. maddesinde "Bu Kanuna tabi kurumlarda çalışan Devlet memurlarına esas görevlerinin yanında;

A) Özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanılarak memurlara gördürülmesi öngörülen sürekli hizmetler,

B) Mesleki bilgisi ile ilgili olarak, hizmet olanakları elverişli bulunmak ve atamaya yetkili amir tarafından uygun görülmek şartıyla;

1) (Değişik: 29/11/1984 - KHK 243/15 md.) 87 nci maddede yazılı kurumların tabiplikleri, diş tabiplikleri, eczacılıkları, kimyagerlikleri, veterinerlikleri, avukatlıkları ile Adli Tıp Kurumu Uzmanlıkları,

2) Asıl görevlerinin bulunduğu bucak, ilçe ve zorunlu hallerde iller belediyelerinin yüksek mühendis, mühendis, yüksek mimar ve mimarlarca yürütülmesi gereken teknik hizmetleri,

İkinci görev olarak verilebilir.

(Değişik: 23/2/1995 - KHK – 547/8 md.) Asıl görevlerinin yanında;

a) Tabiplere; sağlık müdürlüğü, sağlık müdür yardımcılığı, sağlık grup başkanlığı, baştabiplik ve baştabip yardımcılığı,

b) Diş hekimlerine ve veterinerlere, meslekleri ile ilgili baştabiplik,

c) Veteriner, diş hekimi ve eczacılara; baştabip yardımcılığı,

d) Öğretmenlere; okul ve enstitü müdürlüğü, başyardımcılığı ve yardımcılığı görevleri, ikinci görev olarak yaptırılabilir." hükümlerinin yer aldığı ve ikinci görev verilecek memurlar ve görevler sayılmak suretiyle gösterildiği; olayda, davacının 657 sayılı Yasa'ya tabi doktor olarak görev yaptığı tartışmasız olup; uyuşmazlığa konu edilen davanın, davalı idarece iddia edildiği gibi 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında akdedildiği belirtilen "işyeri hekimliği sözleşmesi" hükümlerinin uygulanmasından doğmadığı; Devlet memuru olan Kurum doktorunun yine aynı Kurumun işyeri hekimliği hizmetlerini asli görev ya da ikinci görevden hangisi kapsamında yürüteceğinin saptanmasına ilişkin bulunan ve kamu gücüne dayalı, tek yanlı ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki Belediye Başkanlığı işleminden kaynaklanması karşısında; idarenin kamu görevlisi olan personeli ile arasında idare hukuku ilkelerine dayanan hukuki ilişkinin idare hukuku ilkelerine göre yargısal denetimi görevinin idari yargı yerine ait olduğunda kuşku bulunmadığı; açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, Sağlık ve Hıfzısıhha Müdürlüğünde 657 sayılı Yasa'ya tabi doktor olarak görev yapan davacı tarafından; 15.05.2005 tarihinde imzalanan sözleşme uyarınca ücret karşılığında ifa edilmekte olan işyeri hekimliğinin; 31.10 2008 tarihinden itibaren iptali ve buna müteakip ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmasını öngören, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğünün, 18.11.2008 tarihli Başkanlık Olur’lu ve …929763 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan “İşyeri hekimleri” başlıklı 81. maddesinde; “Devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran işverenler, Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan tedavi hizmetleri dışında kalan, işçilerin sağlık durumunun ve alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sağlanması, ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına ve işin tehlike derecesine göre bir veya daha fazla işyeri hekimi çalıştırmak ve bir işyeri sağlık birimi oluşturmakla yükümlüdür.

İşyeri hekimlerinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri ile işyeri sağlık birimleri, Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipleri Birliğinin görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikte düzenlenir.

(Ek fıkra : 01/07/2006 - 5538 S.K/18.mad) Kanuna veya kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında ilgili mevzuatına göre çalıştırılmakta olan hekimlere, ikinci fıkrada öngörülen eğitimler aldırılmak suretiyle ve aslî görevleri kapsamında, çalışmakta oldukları kurum ve kuruluşların asıl işveren olarak çalıştırdıkları işçilerin iş yeri hekimliği hizmetleri gördürülür. Bu kurum ve kuruluşların diğer personel için oluşturulmuş olan sağlık birimleri iş yeri sağlık birimi olarak da kullanılabilir.” denilmekte iken 15.5.2008 günlü, 5763 sayılı Yasanın 4. maddesi ile değiştirilen maddede

“İşverenler, devamlı olarak en az elli işçi çalıştırdıkları işyerlerinde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçilerin ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla, işyerindeki işçi sayısı, işyerinin niteliği ve işin tehlike sınıf ve derecesine göre;

a) İşyeri sağlık ve güvenlik birimi oluşturmakla,

b) Bir veya birden fazla işyeri hekimi ile gereğinde diğer sağlık personelini görevlendirmekle,

c) Sanayiden sayılan işlerde iş güvenliği uzmanı olan bir veya birden fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle,

yükümlüdürler.

İşverenler, bu yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını, bünyesinde çalıştırdığı ve bu maddeye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte belirtilen vasıflara sahip personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak da yerine getirebilir. Bu şekilde hizmet alınması işverenin sorumluklarını ortadan kaldırmaz.

(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/49 md.) İşyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar, bu birimlerde bulunması gereken araç, gereç ve teçhizat ile görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer sağlık personelinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, eğitimleri ve belgelendirilmeleri ile eğitim kurumlarının yetkilendirilmeleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı eğitim programlarının ve bu programlarda görev alacak eğiticilerin niteliklerinin belirlenmesi ve belgelendirilmeleri ile eğitimlerin sonunda yapılacak sınavlar ilgili tarafların görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/49 md.) İşyeri hekimlerinin, işyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde görevlendirilmeleri ve hizmet verilen işyerlerinde çalışan işçilerle sınırlı olmak üzere görevlerini yerine getirmeleri hususunda diğer kanunların kısıtlayıcı hükümleri uygulanmaz.

(Mülga üçüncü fıkra: 23/7/2010-6009/49 md.)

Kanuna veya kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında ilgili mevzuatına göre çalıştırılmakta olan hekimlere, üçüncü fıkrada öngörülen eğitimler aldırılmak suretiyle ve aslî görevleri kapsamında, çalışmakta oldukları kurum ve kuruluşların asıl işveren olarak çalıştırdıkları işçilerin işyeri hekimliği hizmetleri gördürülür. Bu kurum ve kuruluşların diğer personel için oluşturulmuş olan sağlık birimleri, işyeri sağlık ve güvenlik birimi olarak da kullanılabilir.” denilmiştir.

Olayda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, Sağlık ve Hıfzısıhha Müdürlüğünde 657 sayılı Yasa'ya tabi kadrolu doktor olarak çalışan davacı ile davalı İdare arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışmakta olan işçilerin sağlık muayenelerinin, kontrollerinin ve işyerlerinde işyeri güvenliğinin sağlanması ve gerekli denetimlerin yapılması amacıyla, 15.05.2005 tarihinde sözleşme imzalandığı; davacının, hekimler arasında İdarece yapılan iş bölümü doğrultusunda, sonraki yıllarda da kurumda çalışan işçilerin işyeri hekimliği hizmetini sürdürdüğü; ancak İdarenin 18.11.2008 tarihli ve …/929763 sayılı yazısı ile; 22.09.2008 tarih, 2007-185-49 sayılı Sayıştay sorgu kağıdı madde 37’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışmakta olan doktorlardan, ekli listede isimleri belirtilenlere işyeri hekimliği ücreti adı altında ödemede bulunulduğunun tespit edildiği, 5538 sayılı Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunun 81. maddesine 12.07.2006 tarihinde eklenen fıkrada Kamu kurumlarında çalışmakta olan kurum doktorlarının asli görevleri kapsamında, aynı kurumdaki işçilerin işyeri hekimliği hizmetinin gördürülmesinin gerektiği, Kanun hükmü emredici nitelikte olduğu için kurumların işyeri hekimliğinin kurum tabiplerince gördürülmesi ve bunun asli görevleri kapsamında değerlendirilerek ayrıca işyeri hekimliği ücretinin ödenmemesi gerektiğinin belirtildiğinden bahisle; 31.10.2008 tarihinden itibaren davacı ile kurum imzalanan sözleşme İdarece tek taraflı olarak iptal edilerek davacının çalışmalarının kanun hükümlerine göre devamı istenilmiş; bunun üzerine, davacı vekili tarafından, “15.05.2005 tarihinden beri ücret karşılığında ifa edilmekte olan işyeri hekimliğinin 31.10 2008 tarihinden itibaren iptalini ve iptali müteakip davacıya ücretsiz olarak işyeri hekimliği yaptırılmasını öngören, 18.11.2008 tarih, …/ 929763 sayılı işlemin” iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, her ne kadar davacı ile idare arasında işyeri hekimliğine ilişkin bir sözleşme bulunmakta ise de, davacının davalı Belediyede 657 sayılı Yasa'ya tabi doktor olarak görev yaptığı; dava konusu işlemin ise 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında akdedildiği belirtilen "işyeri hekimliği sözleşmesi" hükümlerinin uygulanmasından doğmadığı; uyuşmazlığın, kamu gücüne dayalı, tek yanlı ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki Belediye Başkanlığı işleminden kaynaklandığı gözetildiğinde; idare ile kamu görevlisi olan personeli arasında, idare hukuku ilkelerine dayanan hukuki ilişkinin yargısal denetimi görevinin idari yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/207

KARAR NO     : 2011/61

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 2547 sayılı Yasanın 35. maddesi uyarınca davalı üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında yurt içinde başka bir üniversitede Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının, istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı olarak yapılan borçlandırma işlemi ile taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ş. K.

Davalı : İnönü Üniversitesi Rektörlüğü

Vekilleri : Av. S. Ç. – Av. E. H.

O L A Y             : İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalına ait boş bulunan bir adet Araştırma Görevlisi kadrosu, Lisansüstü eğitim yaptırılmak üzere 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun 35. maddesi uyarınca geçici olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesine tahsis edilmiş ve öğretim üyesi yetiştirme kapsamında anılan Üniversiteye kadrosu ile birlikte gönderilen davacıdan, Ankara 22. Noterliğince düzenlenen 15.1.2004 tarih ve 0642 sayılı taahhüt ve kefalet senedi alınmıştır.

Davacının Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanlığına verdiği dilekçe ile 15.10.2007 tarihi itibariyle görevinden istifa etmek istemesi üzerine; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca 21.11.2007 tarih ve 5076 sayılı yazı ile, davacının istifa talebinde bulunması ve bu isteğinin davalı Üniversite tarafından uygun görülmesi nedeniyle söz konusu kadronun Üniversitesine iadesi, taahhüt ve kefalet senedine göre işlem yapılması gerektiğinin bildirilmesinden sonra davacının 15.10.2007 tarihi itibariyle başarısız olması nedeniyle mecburi hizmet hesaplaması yapılarak 69.004,62 TL anapara ve 2.346,16 TL faiz olmak üzere toplam 71.350,78 TL nin, imzalamış olduğu yüklenme senedi gereğince nakden veya defaten banka hesabına yatırılması gerektiği yolundaki işleme davacının itiraz etmesi üzerine İnönü Üniversitesi Hukuk Müşavirliğinin davacı hakkında işlem başlatıldığından dilekçeye herhangi bir işlem yapılmadığı yönündeki 7.10.2009 gün ve 4357 sayılı işlemi ile taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açılmıştır.

Davalı idare vekillerince, birinci savunma dilekçesinde, Yükseköğretim Kurulunca çıkarılan 23.05.1997 tarih ve 22997 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bir Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma Görevlileri Hakkında Yönetmeliğin 4 'üncü maddesinde, atama işleminden önce adaylardan, kendilerine kadrosu tahsis edilen Üniversitede, 2547 Sayılı Kanunun 35'inci maddesi şartları içinde Lisansüstü Eğitim, Öğretim süresi (tatiller dahil) kadar mecburi hizmeti yerine getirmek zorunda olduklarına dair bir Taahhüt ve Kefalet Senedi alınacağının belirtildiğini; bu hükme istinaden davacıdan alınan Taahhütnamenin 3. maddesinde "Üniversitesine dönüp mecburi hizmetimi ifa etmek üzere göreve başladıktan sonra mecburi hizmetim bitmeden istifa ederek ayrılmam, çekilmiş sayılmam veya bir ceza nedeniyle memurluktan çıkarılmış olmam halinde bana yapılan ödemelerin tümünü eksik kalan mecburi hizmet süremle orantılı alarak %50 ve yasal faiziyle birlikte nakden ve defaten ya da bana verilen süre içinde eşit taksitlerle ödeyeceğim" taahhüdüne yer verilmiş olduğunu; bu durumda idarenin kişi üzerindeki zorlayıcı ve tek taraflı iradesinden bahsedilemeyeceğini, zira kişinin özgür iradesiyle, zorlayıcı etki olmadan Taahhüt ve Kefalet Senedi imzaladığını; dava konusu işlemde idari işlem olmanın temel şartı olan kamu makamları tarafından tesis edilmiş olma şartının gerçekleşmediğini, davacının imza ettiği taahhüt ve kefalet senedinin, idarelerince tek taraflı ve kamu gücü kullanılarak tesis edilen bir idari işlem olmadığı gibi, Özel Hukuk hükümleri bağlamında Üniversitelerinin taraf olduğu sözleşme de olmadığını, bu nedenle uyuşmazlık konusunun adli yargının görev alanına girdiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuşlardır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ ; 17.2.2010 gün ve E:2009/1867 sayı ile, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi hükmüne yer verdikten sonra; dosyanın incelenmesinden, davacının, İnönü Üniversitesi adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta iken, 15.10.2007 tarihinde istifa etmesi nedeniyle İnönü Üniversitesi lehine yüklendiği senede dayalı olarak borçlandırma işleminin ve taahhüt ve borç senedinin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşılmakta olduğu; davacının verdiği taahhütname ve kefalet senedinin, ilgilinin 2547 sayılı Yasanın 35'inci maddesi uyarınca bir başka üniversitede kadrosu nakledilmek suretiyle Araştırma Görevlisi statüsünde görevlendirilmesindeki önemli etkisi dikkate alındığında, davacının bu taahhütname ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlık bulunduğunu söylemeye imkan bulunmadığı; buna göre, davacının imzaladığı taahhütname ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesine yönelik borçlandırmaya ilişkin uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekillerinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI ; Konunun çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35. maddesinden bahisle; olayda, davacının Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde görevlendirilmeden önce Ankara 22. Noterliğinde tasdik edilen 15.1.2004 tarih ve 0642 yevmiyeli nolu yüklenme senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte İnönü Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği, söz konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi arasında tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu; dolayısıyla, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan alacak-borç ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin 1/a fıkrasında,idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu işlemin niteliğinin ortaya konabilmesi açısından, davacının verdiği ve müteselsil kefilleri ile birlikte imzaladığı taahhütname ve kefaletnamenin bir bütün olarak incelenip değerlendirilmesinin zorunlu olduğu; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35. maddesinin 2 nci ve 3 üncü fıkralarından bahisle, bir üniversitede görev yapan öğretim elemanın kadrosunun başka bir üniversiteye nakledilmesindeki amacın, ilgililerin akademik gelişimini sağlamak olduğu, kurumların bu gelişimin maliyetlerini üstlenirken öğretim elemanlarının gelişim sürecinde elde ettikleri bilgi ve tecrübelerinin, hizmet götürdükleri üniversiteye veya üniversite öğrencilerine yansıtılmasını gözetmek ve sağlamak durumunda oldukları dikkate alındığında, idarelerce bu hizmet yansımasını ve kamu yararını gerçekleştirmek için başka bir kurumda görevlendirdiği veya kadrosuyla naklettiği öğretim elemanlarının geri dönüşünü sağlamak üzere önlemler alabileceği, bunun için ilgili yönetmelikte kişilere mecburi hizmet yükümlülüğü veya taahhütname ve kefalet senedi imzalatmak şeklinde yaptırımlar öngören düzenlemeler yapılabileceğinin yargı kararlarıyla kabul edilmiş bulunduğu; nitekim 2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesinde belirtilen kamusal yararın elde edilmesine yönelik olmaları nedeniyle bu hükme dayanılarak çıkartılan Yönetmelikte hukuka aykırılık bulunmadığı, ayrıca, taahhütname ve kefalet senedinin ilgili idarelerce kamu gücüne dayalı, tek taraflı irade ile düzenlendiği ve ilgililerine hizmet gereğinin bir koşulu olarak imzalattırıldığı hususlarının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 15.11.2002 günlü, E:2002/557, K:2002/809 sayılı kararı ile hükme bağlandığının bilinmekte olduğu; bu durumda, 2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesi uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önüne alındığında, davacının taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığı gibi, bu senedin ihtiva ettiği yaptırımların, kamu hukuku düzenlemeleri ve hizmet gereklerine dayandığı gerçeği karşısında, senedin icrası aşamasında ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlığın varlığından söz etmeye olanak bulunmadığından, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.4.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekillerinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı yapılan borçlandırma işlemi ile taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılmıştır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 35. maddesinde, “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.

(Ek fıkralar: 17/8/1983 - 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.

Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında başka bir üniversiteye gönderilen davacının, noterde düzenlenen ve kendisi ile kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedi ile, hesabına eğitim gördüğü Üniversiteye karşı, mecburi hizmet ya da parasal karşılığını taahhüt etmek suretiyle yükümlülük altına girdiği, ancak, mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeden görevinden istifa etmesi nedeniyle davalı idarece, söz konusu taahhüt ve kefalet senedi içeriğinde yer alan parasal yaptırımların icrası amacıyla tesis edilen borçlandırma işleminin ve taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davalı idare tarafından taahhüt ve kefalet senedi uyarınca mecburi hizmet karşılığının tahsili amacıyla davacı hakkında düzenlenen işlemin iptali istemiyle açılan davanın, taraflar arasında yüklenme ve kefalet senedinden doğan alacak-borç ilişkisi nedeniyle özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekillerinin görev itirazının reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Rektörlük vekillerinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE ilişkin Malatya İdare Mahkemesi’nin 17.2.2010 gün ve E:2009/1867 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.4.2011 gününde Üyelerden Habibe ÜNAL ve Sıddık YILDIZ’ın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmakta olan davacının istifa etmesi nedeniyle, davalı Üniversite lehine yüklendiği senede dayalı yapılan borçlandırma işlemi ile taahhüt ve kefalet senedinin iptali isteğiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

2547 sayılı Yasanın 35 inci maddesi uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye olanak bulunmadığından ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedinde yer alan mali yatırımların uygulanmasına ilişkin işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyız.

                                    Üye                                                          Üye

                            Habibe ÜNAL                                        Sıddık YILDIZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/306

KARAR NO     : 2011/63

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : Sürekli işçi olarak çalışan davacı ile davalı Kuruluş arasında, Toplu İş Sözleşmesinin ekini oluşturan Sınav Yönetmeliğinin uygulanmasından doğan davanın, iş hukuku hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. A.

Vekili                  : Av. C. B., Av. T. K., Av. M. O.

Davalı                 : Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.5

O L A Y             : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 25.06.2004 tarihinden beri Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'de sürekli işçi statüsünde çalıştığını; Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğünün "Sınav Yönetmeliği Tatbikatı"nda belirtilen şartları haiz olan müvekkilinin, 17.06.2009 tarihinde yapılan 2009 yılı grup terfi sınavına girdiğini, "Bıçakçı Yardımcılığı" kadrosuna terfiye hak kazandığını ve bir süre bu kadroda çalıştığını; ancak daha sonra, davalı idarenin 01.10.2009 tarihli yazısıyla, müvekkilinin "yeterli bekleme süresi bulunmadığı halde sehven sınava iştirak ettiği" gerekçesi ile atama işleminin tüm sonuçlarıyla beraber iptal edildiğini, müvekkilinin sınav yönetmeliğinde belirtilen tüm şartları taşıdığını, yönetmelikte “bekleme süresi” başlığı altında bir sürenin yer almadığını, sınav yönetmeliğinde belirtilmeyen ve dolayısıyla taşımak zorunda olmadığı bir şartı taşımadığı gerekçesiyle müvekkili aleyhine tesis edilen işlemin iptalinin kadrosuna iadesinin gerektiğini ifade ederek sonuç itibariyle; bıçakçı yardımcısı kadrosuna terfian atama işleminin tüm sonuçları ile beraber iptali işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

ESKİŞEHİR İŞ MAHKEMESİ: 11.05.2010 gün E: 2010/16, K: 2010/393 sayı ile, 5521 sayılı yasanın 1. maddesinde İş Mahkemelerinin hangi tür davalara bakacağının açıkça düzenlendiği, anılan Yasa maddesinde İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların çözülmesi ile görevli olduğunun belirtildiği; somut olayda, davalı idarenin yapmış olduğu idari işleme karşı dava açıldığı, davacının sınava girdiği, sınavdan sonra kazandığı bölümde görevlendirildiği ancak akabinde şartları taşımaması nedeni ile sınavı iptal edilerek eski görevine iade edildiği; idarenin yaptığı bu işleme karşı Mahkemelerinde dava açıldığı, Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, uyuşmazlığın davacının statüsünün belirlenmesinden kaynaklandığı, statü hukukuna dayanan uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istekle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

ESKİŞEHİR 1. İDARE MAHKEMESİ: 08.07.2010 gün ve E:2010/604, K: 2010/459 sayı ile, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri İdare Mahkemeleri ye Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 5. maddesinde “1) İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay' da çözümlenecek olanlar dışındaki: a) İptal davalarını, b) Tam yargı davalarını, c) (Değişik: 8/6/2000 – 4577/2 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d) Diğer kanunlarla verilen işleri, çözümler. 2) Özel Kanunlarda Danıştay’ın görevli olduğu belirtilen ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare mahkemelerinin görevli, kılınmış bulunduğu davaları çözümler" hükmüne, 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1. fıkrasında; "İdari dava türleri şunlardır: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b ) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardır." hükmüne yer verildiği; diğer taraftan, 5521 sayılı iş Mahkemeleri Kanununun 1.maddesinde; "İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur." hükmünün yer aldığı; uyuşmazlık konusu olayda; davacının davalı kurumda 4857 sayılı İş Kanununa tabi işçi olarak görev yaptığı anlaşıldığından, yukarıda yer verilen Yasa hükümleri ve Şeker Sanayi İşçilerinin Sınav Yönetmeliği kuralları uyarınca tesis edilen terfien atama işleminden kaynaklanan bu uyuşmazlığın Mahkemelerinin görev alanına girmediği, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Kazım Taşkent Eskişehir Şeker Fabrikasında sürekli işçi olarak çalışan davacının, Şeker Sanayi İşçilerinin Sınav Yönetmeliği gereğince 2009 yılı grup terfi sınavı sonucu "bıçakçı yardımcısı" kadrosuna yapılan terfien atamasının, yeterli bekleme süresi bulunmadığı halde sehven sınava girdiğinden bahisle iptaline ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında, İlgili Bakanlığı Sanayi Ve Ticaret Bakanlığı olarak gösterilen bir İktisadi Devlet Teşekülü (İDT) olan Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.; Özelleştirme Yüksek Kurulunun 12/08/2008 tarihli ve 2008/50 sayılı Kararı ile özelleştirme programına alınmış ve coğrafi bazlı portföy grupları halinde özelleştirilmesine karar verilmiş olup, sermayesinin tamamı Özelleştirme İdaresi Başkanlığına aittir. Bu nedenle davalı İdarenin kamu kuruluşu niteliğini sürdürmekte olduğu tartışmasızdır.

5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” denilmiş; maddenin işaret ettiği 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesinde birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir.” hükmüne; 2. maddenin ilk fıkrasında, “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.” tanımına, Yasanın çeşitli maddelerinde de işçi ve işveren yönünden, toplu sözleşmesinden doğan haklara ve yükümlülüklere ilişkin hükümlere yer verilmiştir.

Olayda, davacının Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi, Kazım Taşkent Eskişehir Şeker Fabrikasında sürekli işçi olarak çalıştığı; Türkiye Şeker Sanayii İşverenleri Sendikası ile Türkiye Şeker Sanayi İşçileri Sendikası (Şeker-İş), arasında imzalanan Toplu İş Sözleşmesinin 1 No'lu ekini teşkil eden “Şeker Sanayi İşçilerinin Sınav Yönetmeliği” gereğince 2009 yılı grup terfi sınavı sonucu "bıçakçı yardımcısı" kadrosuna atandığı, ancak Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi Kazım Taşkent Eskişehir Şeker Fabrikasının 06.10.2009 günlü 6638 sayılı işlemi ile, yapılan terfien atamasının yeterli bekleme süresi bulunmadığı halde sehven sınava girdiğinden bahisle iptal edilmesi üzerine; “bıçakçı yardımcısı kadrosuna terfian atama işleminin tüm sonuçları ile beraber iptali işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle” dava açıldığı anlaşılmıştır.

Buna göre, uyuşmazlığın işçi statüsündeki Davacı ile Davalı Kuruluş arasında, Toplu İş Sözleşmesinin ekini oluşturan Sınav Yönetmeliğinin uygulanmasından kaynaklandığı ve Davalı tarafından tesis edilen işlemin, anılan Yönetmeliğe aykırı olduğu ileri sürülerek iptalinin istenildiği gözetildiğinde; uyuşmazlığın “işçi ve işveren arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları” kapsamında İş Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesi’nin verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ:            Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Eskişehir İş Mahkemesi’nce verilen 11.05.2010 gün E: 2010/16, K: 2010/393 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/313

KARAR NO     : 2011/64

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : İmar uygulaması sonucu yola terk edilen ve 2981 sayılı Yasa uyarınca bedele dönüştürülen taşınmaz için takdir edilen bedelin arttırılması istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar            : M. Ç. Mirasçıları: 1- S. E., 2- S. T.

Vekili                  : Av. B. S.

Davalı                 : Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili                  : Av. E. K., Av.A. E.

O L A Y             : İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, eski 2 pafta, 60 sayılı parsel 2981/3290 sayılı Yasalar uyarınca imar uygulaması görmüş; düzenleme ortaklık payı kesintisi sonrası kalan 575.7 m2 alanın tamamı yola terk edilerek bedele dönüştürülmüştür.

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, İstanbul İli, Bağcılar ilçesi, Kirazlı Köyü, Güneşli Çiftliği mevkiinde kain tapuda 2 pafta 60 parselde kayıtlı bulunan 9660 m2 yüzölçümlü taşınmazda, 4340/38640 hissesi oranında malik olarak gözüktüğünü; davalı idarenin, yaptığı imar uygulaması ve şuyulandırma çalışması sonucunda müvekkilinin maliki olduğu taşınmazları bedele dönüştürdüğünü; müvekkilinin, 2 pafta 60 parselde toplam 1085 m2 yerinin bulunduğunu, davalı tarafından bu taşınmazın 657 m2'lik kısmında imar uygulaması çalışması yapıldığını, 81,3 m2'lik alanın DOP olarak düşüldüğünü, kalan 575,7 m2'lik alanın da bedele dönüştürüldüğünü; ancak bedele dönüşen alan ve bedele dönüştürme karşılığının tam bilgisinin sağlıklı bir şekilde yargılama sırasında davalı kurumdan talep edilecek bilgi ve belgeler doğrultusunda ortaya çıkacağını; gerek bedele dönüşen alanın miktarı ve bedele dönüştürme karşılığının tam tutarına ilişkin olarak her türlü haklarını saklı tuttuklarını; yapılan bu işlemlerin müvekkiline usulüne uygun şekilde tebliğ edilmediğini, bedele dönüşen alana ait hisselerin şifahi olarak öğrenildiğini; taşınmazın bulunduğu alanın mevkii, ulaşım güzergahlarına yakınlığı, gelişme potansiyeli dikkate alınarak şimdilik bedele dönüşen alan için takdir edilen bedelin 10.000,00 TL daha artırılmasını istediklerini ifade ederek, sonuçta; fazlaya, faize ve tüm hak ve alacaklarına dair her türlü talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile bedele dönüşen alan için takdir edilen karşılığın şimdilik 10.000,00 TL daha artırılmasına ve bu bedele ödeme yapılmış olması halinde ödeme tarihinden, ödeme yapılmamışsa dava tarihinden itibaren yasal faiz uygulanarak davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili birinci savunma dilekçesinde, yapılan işlemin idari bir işlem olduğunu, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

Davacılar vekili, İdarenin savunma dilekçesine karşılık Mahkemeye verdiği 20.5.2010 tarihli dilekçesinde; görülmekte olan davada taleplerinin bedele dönüşen 575.7 m2 alanın bedelinin artırımına ilişkin bulunduğunu, yola terk edilen 428 m2’lik kısmın ise dava konusu yapılmadığını belirterek, dava konusuna açıklık getirmiştir.

BAKIRKÖY 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ;20.5.2010 günlü celsesinde E:2010/62 sayı ile, davanın imar şuyulandırması nedenine dayalı bedel artırımına ilişkin olması karşısında, davalının göreve ilişkin itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyası sehven Mahkememize gönderilmiş ise de, dosya Başkanlık yazısıyla Danıştay Başsavcılığına intikal ettirilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; davacıların, maliki oldukları hisseden düzenleme ortaklık payı kesintisi sonrası kalan 575.7 m2 taşınmazın tamamının yola terk edilerek bedele dönüştürülmesi nedeniyle idarece takdir edilen bedelin, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL. arttırılmak suretiyle davalı idareden tahsiline hükmedilmesi istemiyle Bakırköy Beşinci Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/62 esas sayısında kayıtlı dosyada açtığı davada, davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek davalı idarece görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenilmesi üzerine gereğinin düşünüldüğü; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un, 3290 sayılı Kanunun 4'üncü maddesi ile değişik 10'uncu maddesinin (c) bendinde, "imar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapıları yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir... " hükmüne yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden, İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, eski 2 pafta, 60 sayılı parselin 2981/3290 sayılı Yasalar uyarınca imar uygulaması gördüğü; düzenleme ortaklık payı kesintisi sonrası kalan 575.7 m2 alanın tamamının yola terkedilerek bedele dönüştürüldüğünün anlaşıldığı; davanın, imar uygulaması sonucu yola terkedilen ve 2981 sayılı Yasanın 10'uncu maddesinin (c) bendi uyarınca bedele dönüştürülen taşınmazın bedelinin arttırılarak ödenmesi gerektiği iddiasına dayalı olarak, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istendiği ancak, davanın konusunun, davalı idarece 2981/3290 sayılı Yasalar uyarınca kamu gücü kullanılarak, tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda, düzenleme ortaklık payı kesintisi sonrası kalan 575.7 m2 taşınmazın tamamının yola terkedilerek bedele dönüştürülmesi nedeniyle davacılara ait hisse bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinde kuşku bulunmadığı; bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği nedenleriyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiş ve görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacılar S. E. ve S. T. tarafından davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı aleyhine Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2010/62 esas sayılı bedel artırımı davasında, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun'un 10.maddesi gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması nedeniyle gönderilen 2010/313 esas sayılı dosyanın incelendiği; İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kirazlı Köyü 2 pafta 60 parsel sayılı taşınmazda davacıların murislerinin tapulama suretiyle hissedar oldukları, 1972-1979 yıllarında özel ifraz sonucu oluşan parsellerin yola terk edilecek kısımları hariç tutularak muhtelif tarihlerde satıldığı, davacıların murislerine sadece yol hissesinin kaldığı, 1989 yılında Bakırköy Belediyesince 2981/3260 sayılı Yasanın 10/b maddesi gereğince yapılan ifraz çalışmaları sonucunda davacıların murislerinin 4340/38640 hissesinin tamamının yol hissesi olması nedeniyle 2942 sayılı Kanunun 35. maddesine göre terkin edildiği murise ait hisseye tekabül eden 657 m2 lik alandan düzenleme ortaklık payı olarak 81.3 m2lik alanı düşülerek kalan 575.7 m2 için takdir edilen bedelin şimdilik 10.000 TL daha artırılması istemiyle Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesine davacılar vekili tarafından davanın açıldığı, davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekte yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayılmış olduğu; 2981 sayılı Kanunun 3290 sayılı Kanun ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde; " İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir. Belediye veya valiliklerin talebi halinde bu yetkiler kadastro müdürlüklerince de kullanılır. / Bu gibi arazilerde hisse sahiplerinin malik olduğu hisse üzerindeki temliki tasarruflar bunlarla ilgili takyitler 11/06/1945 tarih ve 4753, 19/07/1943 tarih ve 4486 sayılı Kanunlar, 775 sayılı Gecekondu Kanunundaki hükümler dahil, uygulamayı durdurmaz. Bu gibi işlemlerde takyitler hisse sahibine isabet edecek müstakil parsele aynen nakledilir ve yapılan işlem Medeni Kanunun 927. maddesine göre hak sahibine bildirilir. Islah imar planı ile düzenlemeye tabi tutulan arsa ve arazilerin yeni sahiplerine verilmesinde valilik veya belediyelerce arsa ve arazilerin durumuna göre düzenleme ortaklık payı alınabilir. / Bu gibi yerlere ait yapılmış olan özel parselasyon planı, ıslah imar planı olabilecek nitelikte olduğu belediye veya valiliklerce uygun görüldüğü takdirde aynen kabul edilerek tescil edilir."hükmünün yer aldığı; davacıların sahip oldukları taşınmazda, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda taşınmazın tamamının yola terk edilmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine yönelik takdir edilen bedelin artırılması istemiyle açılan davanın imar mevzuatı hükümlerine göre incelenerek bir sonuca varılması gerekeceğinden, idarenin kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı irade açıklaması şeklinde tesis edilen işlem nedeniyle, davanın görüm ve çözümünün idare hukuku kurallarına göre idari yargı yerinde yapılmasının düşünüldüğü; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/62 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, uyuşmazlığın esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, imar uygulaması sonucu yola terk edilen ve 2981 sayılı Yasa uyarınca bedele dönüştürülen taşınmaz için takdir edilen bedelin, şimdilik 10.000,00TL daha arttırılması istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygula­nacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiş­tirilmesi Hak­kında Kanunun 3290 sayılı Kanun ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir..” hükmü yer almıştır.

Öte yandan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesinde; Kanunun; kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, Devlet ve kamu tüzelkişilerince kamulaştırılmasında yapılacak işlemleri, kamulaştırma bedelinin hesaplanmasını, taşınmaz malın ve irtifak hakkının idare adına tescilini, kullanılmayan taşınmaz malın geri alınmasını, idareler arasında taşınmaz malların devir işlemlerini, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile bunlara dayalı uyuşmazlıkların çözüm usul ve yöntemlerini düzenleyeceği; özel kanunlarına dayanılarak gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri adına yapılacak kamulaştırmalarda da, bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı, belirtilmiş; Kanunun “Dava Hakkı” başlıklı 14. maddesinde ise“ (Değişik madde: 24/04/2001 - 4650/7. md.)

Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.

İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.

İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır.

İdare, kamulaştırma belgelerinin mahkemeye verildiği günden itibaren otuz gün içinde maddi hatalara karşı adli yargıda düzeltim davası açabilir.

İdare tarafından, bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malike ve zilyede karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz malın gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı takdirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.

Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez.” denilmiş; böylelikle kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda; takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı ise adli yargıda dava açılacağına işaret edilmek suretiyle, görev konusu açık bir şekilde düzenlenmiştir.

Olayda, İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kirazlı Köyü 2 pafta 60 parsel sayılı taşınmazda davacıların murislerinin tapulama suretiyle hissedar oldukları, 1972-1979 yıllarında özel ifraz sonucu oluşan parsellerin yola terk edilecek kısımları hariç tutularak muhtelif tarihlerde satıldığı, davacıların murislerine sadece yol hissesinin kaldığı, 2981/3290 sayılı Yasa gereğince yapılan ifraz çalışmaları sonucunda davacıların murislerinin 4340/38640 hissesinin tamamının yol payı olması nedeniyle uygulamada yola terk edildiği, murise ait hisseye tekabül eden 657 m2 lik alandan düzenleme ortaklık payı olarak 81.3 m2’lik kesinti sonrası kalan 575.7 m2 alanın tamamının yola terk edilerek bedele dönüştürüldüğü; davanın da, bedele dönüştürülen taşınmaz için takdir edilen bedelin, şimdilik 10.000,00TL daha arttırılması istemiyle açıldığı; davacılar vekilinin dava dilekçesinden ayrı olarak verdiği 20.5.2010 tarihli dilekçesinde de görülmekte olan davada taleplerinin bedele dönüşen 575.7 m2 alanın bedelinin artırımına ilişkin bulunduğunu, yola terk edilen 428 m2’lik kısmın ise dava konusu yapılmadığını ifade ettiği anlaşılmıştır.

Belirtilen durum karşısında, açılan davanın idari işlemin iptaline yönelik olmadığı, imar uygulaması sonucu yola terk edilen ve bedele dönüştürülen taşınmaz için takdir edilen bedelin arttırılması istemine ilişkin olduğu gözetildiğinde, ihtilafın görüm ve çözümünün, 2942 sayılı Yasa'nın 14. maddesi kapsamına göre adli yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/317

KARAR NO     : 2011/65

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : Ş. Ş.

Vekili                  : Av. M. B. T.

Davalı                 : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

O L A Y             : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün 25.5.2006 gün ve 10568 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet nedeniyle 108. maddesine dayanılarak aynı Kanunun 107. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 13.10.2006 gün Müt. Esas: 2006/134, Müt. Karar: 2006/134 sayı ile; Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarih 2005/108 E. 2006/35 Karar sayılı kararı ile Kabahatler Kanununun 3.maddesinin iptal edildiği, bu karar ile idari para cezalarına karşı başvuru yolunun, 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri döndüğünü; buna göre, idari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin (Anayasamızın ilgili hükümleri ve idare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 4857 Sayılı Kanuna göre idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin anlaşıldığı; Kabahatler Kanunun 3.maddesinin iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare Mahkemesi olduğu yasal kanısı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 28/b maddesi gereğince mahkemelerinin görevsiz olması nedeniyle idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı anlaşıldığından, görevsizlik nedeniyle itiraz edenin başvurusunun reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Bu kez, davacı vekili, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 06.03.2008 gün E:2006/2949, K: 2008/486 sayı ile; davanın, davacının 4857 sayılı İş Kanununun 92. maddesi uyarınca istenilen kayıt ve belgeleri müfettişe ibraz etmediğinden bahisle aynı Kanununun 107. ve 108. maddeleri uyarınca 7.844,00.-YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 25/05/2006 tarih ve 10568 sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açıldığı; 4857 sayılı İş Kanununun 92. maddesinin, ikinci fıkrasında; "Teftiş ve denetleme sırasında işverenler, işçiler ve bu işle ilgili görülen başka kişiler izleme, denetleme ve teftişle görevli iş müfettişleri tarafından çağrıldıkları zaman gelmek, ifade ve bilgi vermek, gerekli oları belge ve delilleri getirip göstermek ve vermek ve birinci fıkrada yazılı görevlerini yapmak için kendilerine her çeşit kolaylığı göstermek ve bu yoldaki emir ve isteklerini geciktirmeksizin yerine getirmekle yükümlüdürler." düzenlemesinin yer aldığı, aynı Kanunun 107. maddesinin (a) bendinde de; 92'inci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, işveren veya işveren vekiline beş milyar lira para cezası verileceği, işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 108. maddesinin 2. fıkrasında ise, "Verilen idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 11/02/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idari para cezaları, 21/07/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur." hükmü yer almakta iken 8.2.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 578. maddesinin öö) fıkrasıyla 4857 sayılı İş Kanununun 108. maddesinin 2. fıkrasının yürürlükten kaldırıldığı; öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanununun 31. Maddesiyle değişik 3. maddesinin, 1/a bendinde; bu Kanununun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı “Başvuru yolu” başlığı taşıyan 27’inci maddesinin, 1’inci fıkrasında; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği ve 5560 sayılı Yasa’nın 34’üncü maddesi ile eklenen 8'inci fıkrasında; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği hükümlerine yer verildiği; buna göre, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3 'üncü maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin, kural olarak, idari para cezasının verilmesine dayanak alınan kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27’inci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağının, bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu; böylece, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesinin gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair geçiş hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceğinin açık olduğu; bakılan davada, davacıya dava konusu idari para cezasının 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğuna dair 108. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin 5728 sayılı Kanun ile yürürlükten kalktığı ve yine 5326 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği nedenleriyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/3-a ve 15/1-a maddeleri uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ’nin; 14.4.2010 gün ve E:2008/5354, K:2010/2845 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.04.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası ile birlikte Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 4857 sayılı Kanun’a göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; son olarak anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 13.10.2006 gün Müt. Esas: 2006/134, Müt. Karar: 2006/134 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.04.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO          : 2010/324

KARAR NO     : 2011/66

KARAR TR      : 04.04.2011

(Hukuk Bölümü)

Ö Z E T              : 3194 sayılı İmar Kanunun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                : M. A.

Davalı : Aydın İl Özel İdaresi

Vekili : Av. A. Ş.

O L A Y             : Aydın İli, Çine İlçesi Mutaflar Köyü köycivarı mevkiinde köy yerleşik alanı imarlı planda bulunan tapunun 24 pafta 1558 nolu parsel üzerinde M. A. tarafından Valilikten (İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği) izin alınmadan konut amaçlı yapılan 3. sınıf A grubu 131,45 m2 betonarme yapı için 27.1.2010 tarihinde İl Özel İdaresi teknik elemanlarınca yerinde yapılan inceleme sonucu, davacının yapı ruhsatı almaksızın taşınmazında inşa ettiğini ileri sürdükleri yapı için, 3194 sayılı kanunun 32. maddesine istinaden 27.1.2010 tarihli Yapı Tatil Zabtını düzenleyerek mevzuata aykırı imalatları mühürlenmiş, ardından Aydın İl Encümeninin 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı 7.256,04 TL idari para cezası verilmesine ilişkin kararı alınmış, Aydın İI Özel İdaresi Genel Sekreterliğince, söz konusu Aydın İl Encümen kararının sonrasında, 11.5.2010 tarih ve Cilt No:07, Sıra No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağı düzenlenerek davacıya 17.6.2010 tarihinde Köy Muhtarı vasıtasıyla tebliğ edilmiştir. Uyuşmazlık konusu İdari Yaptırım Karar Tutanağında 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı Aydın İI Encümeni kararı “Kabahat İle İlgili Deliller” kısmında gösterilmiş, 7.256,04 TL lik para cezasını içeren 11.5.2010 tarih ve Cilt No:07, Sıra No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağına karşı dava açılmıştır.

Davalı idare tarafından; Çine Sulh Ceza Mahkemesinin E:2010/136 D.İş sayılı dosyasına sunulan 23.6.2010 havale tarihli savunma dilekçesindeyse özetle; Aydın İl Encümeninin 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı kararıyla davacıya 7.256,04 TL tutarında idari para cezası verilmesi nedeniyle dava konusu 11.5.2010 tarih ve Cilt No:07, Sıra No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağının düzenlendiği, İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli mahkemenin idare mahkemeleri olduğu belirtilmiştir.

Bu durumda; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Kanunla değişik 42. maddesi ve 5302 sayılı İl Özel İdare Kanununun 26/e fıkrası gereğince 7.256,04-TL idari para cezası verilmesi yönündeki Aydın İl Daimi Encümeni’nin 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı kararının alındığı, bu kararın sonrasında 11.5.2010 gün ve Cilt No:7, Sayfa No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağının düzenlendiği ve bu tutanağın iptalinin istenildiği anlaşılmıştır.

Davacı tarafından İmar Kanununa muhalefet ettiğinden bahisle kendisine verilen 7.256,04 TL idari para cezasına ilişkin İdari Yaptırım Karar Tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunulmuştur.

ÇİNE SULH CEZA MAHKEMESİ; 24.6.2010 gün ve E:2010/136 sayı ile, itiraz edenin verdiği itiraz dilekçesi ile; kayıtlı bulunan yerdeki inşaatını yaptırdığını, İl Özel İdaresinin görevlililerinin geldiği gün binanın yapılı vaziyette olduğunu, kabahatin 27.1.2010 tarihinden işlenmediğini, binanın imar durumuna uygun olduğunu, ruhsatının olmamasında herhangi bir engel olmadığını, yasal süre içinde itiraz hakkını kullandığını, en kısa zamanda uygun projeleri çizdirip yapı ruhsatını alacağını, il encümeninin verdiği kararın durdurulmasını ve cezanın iptalini istediğini, ayrıca tahsil olunan idari para cezalarının aynı fiil nedeniyle 26.9.2004 ve 5237 sayılı TCK’nun 184. maddesine göre mahkum olanlara faizsiz olarak iade edilir hükmünün olduğunu beyan ettiğini, itiraz edene ilgili kurum tarafından İmar Kanunun 42. maddesi uyarınca idari para cezası uygulandığı, Uyuşmazlık Mahkemesinin 2007/16 Esas ve 2007/119 Karar; 2007/19 Esas ve 2007/120 Karar; 2007/24 Esas ve 2007/83 Karar sayılı ilamlarında İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açılan davanın idari yargı içinde çözümleneceğinin gerektiği yerleşmiş uygulamalar ile kabul edildiğinden, söz konusu idari para cezasını incelemeye yetkili ve görevli mahkemenin Aydın İdare Mahkemeleri olduğu bu nedenle Mahkemelerinin görev alanına girmediğinden talebin görev yönünden reddine karar verilmiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 24.9.2010 gün ve E:2010/1309 sayı ile, davalı idarenin, mevzuata aykırı yapıldığını ileri sürüdüğü imalatlar hakkında 27.1.2010 tarihli yapı tatil zaptı ile 3194 sayılı Kanun uyarınca ayrı bir mühürleme işlemi uyguladığı bu imalatları yapan davacı hakkındaysa 3194 sayılı Kanununun 42. ve 5302 sayılı Kanunun 26/e fıkraları uyarınca 7.256,04 TL tutarında idari para cezasıyla tecziye edilmesine ilişkin 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı Aydın İl Encümeni Kararını aldığı dosya muhteviyatı bilgi ve belgelerde söz konusu Aydın İl Encümeni Kararında, uyuşmazlık konusu idari para cezasının haricinde idari yargının görev alanına giren her hangi bir idari yaptırım kararının varlığından bahsedilmediği gibi Aydın İl Encümeninin 3194 sayılı Kanunun 42. maddesi uyarınca aldığı 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı kararının değil, Aydın İl Özel İdaresi Genel Sekreterliğinin 11.5.2010 tarih ve Cilt No:07, Sıra No:39 sayılı İdari Yaptırım kararının davaya konu edildiği, dava konusu edilen bu idari işleminse uyuşmazlık konusu idari para cezası dışında, idari davaya konu edilebilecek bir mühürleme ya da yıkım işlemini içermediğinin anlaşıldığı; 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 1., 2., 3., 27/1. ve 27/8. maddelerinden söz edilerek, uyuşmazlık konusu idari para cezası, 3194 sayılı Kanunun 42. maddesi uyarınca tahakkuk ettirilmişse de, gerek 3194 sayılı Kanunda “Bu kanun uyarınca kesilen idari para cezaları hakkında açılacak davaların İdari Yargı Mercilerince çözümleneceği” yolunda bir hüküm bulunmaması, gerekse Aydın İl Özel İdaresi Genel Sekreterliğince düzenlenen ve dava konusu edilen 11.5.2010 tarih ve Cilt No:07, Sıra No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağıyla, anılan idari para cezasının haricinde davacı hakkında idari yargının görevine giren bir idari yaptırımın uygulanmamış olması karşısında uyuşmazlığın çözümüyle görevli yargı kolunun belirlenmesinde 5326 sayılı Kanunun 27/8. maddesinin değil, 3/a maddesinin uygulanması gerektiği, dolayısıyla uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin değil, Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığından, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.4.2011 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Kanunla değişik 42. maddesi ve 5302 sayılı İl Özel İdare Kanununun 26/e fıkrası gereğince 7.256,04-TL idari para cezası verilmesi yönündeki Aydın İl Daimi Encümeni’nin 6.5.2010 tarih ve 171 sayılı kararının sonrasında davacı hakkında düzenlenen 11.5.2010 gün ve Cilt No:7, Sayfa No:39 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağının iptali isteminden kaynaklanmıştır.

3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi, 9.12.2009 gün ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ise de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (yapı tatil tutanağı) da verildiği anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin karara dayanılarak düzenlenen İdari Yaptırım Karar Tutanağının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu ve dolayısıyla bu cezaya dayanılarak tesis edilen İdari Yaptırım Karar Tutanağına karşı açılacak davanın da çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ             : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 4.4.2011 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.