Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı
: 2010/69
Karar Sayısı : 2011/116
Karar Günü : 7.7.2011
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Hakkari Sulh Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 26.9.2004
günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
Anayasa’nın 2., 7.,
11. ve 38. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Ceza infaz kurumunda yasak eşya bulundurmak suçunu
işlediği iddiası ile sanık hakkında açılan kamu davasında, itiraz konusu
kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“İnfaz kurumuna yasak eşya sokmak suçundan sanık hakkında
mahkememize açılan kamu davasında 14.07.2010 tarihli duruşmada sanık
hakkında uygulanması istenilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin
2. fıkrasının 1982 Anayasası’nın 2 ve 38. maddelerine aykırı olduğu
değerlendirilerek iptali için Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na itiraz yoluna
başvurulmasına karar verilmiştir. Buna göre;
a) Maddi
olay:
Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13.03.2007 tarih 2006/182 esas,
2007/43 karar sayılı ilamı ile 12 yıl 6 ay hapis ve 50.000 TL adli para
cezası ile cezalandırılan ve bu cezasını Hakkari Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Müdürlüğü’nde infaz etmekte olan hükümlü Enver Uçar’ın da bulunduğu 4.
Koğuşta yapılan genel aramada
“zarsız bir tavlanın” bulunduğu
ve görevlilerce tavlaya el konulduğu, Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
13/05/2010 tarih 2010/551 esas sayılı iddianamesi ile tavlanın koğuşta
bulundurulmasının yasak olduğu gerekçesiyle sanığın infaz kurumunda yasak
eşya bulundurmak suçundan TCK’nun 297/2. maddesi gereğince cezalandırılması
talep edilmiştir.
b) Anayasaya aykırılığı değerlendirilen kanun maddesi:
Somut olayda uygulanması talep edilen 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin 2. fıkrası; “Birinci
fıkrada sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz
kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı
bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da
kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
şeklindedir.
c)
İlgili Anayasa maddeleri:
Anayasanın
2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”,
Anayasanın
7. maddesi; “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”,
Anayasanın
11. maddesi; “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
şeklindedir.
Anayasanın
38. maddesinin 1., 2., 3. ve 10. fıkraları; “Kimse,
işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş
olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları
konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur.
İdare, kişi
hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz.
Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar
getirilebilir. şeklindedir.
d)
Anayasaya aykırılık nedenleri;
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine ve 38.
maddesinde belirtilen suçta ve cezada kanunilik ilkesine göre hangi
eylemlerin suç sayılacağı ve bu suçları işleyenlere ne tür ve miktarda ceza
verileceği hususunun yasa koyucu tarafından belirlendiği, Anayasa’nın 7.
maddesine göre de devredilmesi mümkün olmayan suç tanımlama yetkisine sahip
yasa koyucunun bunu yaparken Anayasa ve ceza hukukunun genel ilkelerine
aykırı olmamak koşulu ile takdir hakkını kullanması gerekmektedir. Ayrıca
Hukuk devleti ilkesinin; suçta ve cezada kanunilik ilkesi, belirlilik
ilkesi, kıyas yasağı, geçmişe uygulama yasağı ilkelerini de içermektedir.
“Suçta ve cezada kanunilik” ilkesi Anayasanın 38. maddesinde
düzenlenen ve artık bir iç hukuk kuralı haline gelen ve Anayasanın 90/son
maddesi uyarınca Anayasa’ya aykırılığı dahi ileri sürülemeyen İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin 7. maddesinde düzenlenen pozitif bir ilkedir. Bu
ilkeye 5237 sayılı TCK’nın 2. maddesinde de aynı şekilde yer verilmiştir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca eylemden önce o eylemin
cezalandırılabilir olduğunun, herkesçe bilinip anlaşılabilecek şekilde ve
kanunla düzenlenmesi zorunludur.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; Sunday Times/Birleşik Krallık
(26.04.1979) davasında, suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereği,
vatandaşların öncelikle ceza yaptırımı taşıyan hukuk kurallarının varlığı
hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmeleri ve ayrıca vatandaşların davranışlarını
yönlendirebilmelerine olanak vermek için, ceza yaptırımı taşıyan kuralların
herkesçe anlaşılacak bir biçimde açık ve net olarak düzenlenmiş olması
gerektiğini içtihat etmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 297. maddenin 1. fıkrasında infaz
kurumuna veya tutuk evine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya
elektronik haberleşme aracının sokulması ve bulundurulmasının suç olarak
tanımlandığı ve yasak eşyanın tek tek sayıldığı, ancak somut olayda
uygulanması talep edilen aynı maddenin 2. fıkrasında yasak eşyanın tek tek
sayılması yerine hangi eşyaların yasak olduğunu belirleme yetkisi yetkili
makamların takdirine bırakılmış ve Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürlüğünün 22/01/2007 tarih 45/1 sayılı genelgesinin, “Güvenlik”
bölümünün 2. fıkrasında TCK’nın 297/2. maddesine göre dokuz madde halinde
yasak listesi belirlenmiştir. İddianamede sanığın cezalandırılması talep
edilen “kumar
oynanmasına olanak sağlayan eşya ve malzeme” yetkili makamlarca belirlenen yasaklar arasında
sayılmaktadır. Buna göre yukarıda yer verilen ilkelere aykırı olarak
idareye düzenleyici işlemle hangi eşyaların infaz kurumundan
bulundurulmasının yasak olduğunu belirleme ve suç tanımlama yetkisi veren
5237 sayılı TCK’nın 297. maddesinin 2. fıkrası 1982 Anayasası’nın 2., 7.,
11. ve 38. maddelerine aykırıdır.
e)
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 297.
maddesinin 2. fıkrasının 1982 Anayasası’nın 2., 7., 11. ve 38. maddelerine
aykırı olması nedeniyle iptali talep olunur.14.07.2010”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
itiraz konusu fıkrayı da içeren 297. maddesi şöyledir:
“İnfaz
kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak
Madde
297- (1) İnfaz kurumuna veya
tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme
aracı sokan veya bulunduran kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır. Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi
veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikri içtima
hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır.
(2) Birinci
fıkrada sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine
sokulması yasaklanmış
bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan
veya bulunduran ya da kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(3) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların
hükümlü veya tutukluların muhafazasıyla görevli kişiler tarafından
işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların
konusunu oluşturan eşyayı yanında bulunduran veya kullanan hükümlü veya
tutuklu, bunu kimden ve ne suretle elde ettiği hususunda bilgi verirse,
verilecek ceza yarı oranında indirilir.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2.,
7., 11. ve 38. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi hükmü
uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah
OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla
yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin
çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda;
Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet
ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal
Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE,
7.12.2010 gününde karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin
rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları, bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, itiraz konusu kuralla infaz
kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı belirleme
yetkisinin yetkili makamların takdirine bırakıldığı, böylece idareye
düzenleyici işlem ile hangi eşyaların infaz kurumunda bulundurulmasının
yasak olduğunu belirleme ve suç tanımlama yetkisinin verildiği belirtilerek
kuralın, Anayasa’nın 2., 7., 11. ve 38.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, infaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu
veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokmak veya bulundurmak
yasaklanmış ve bu yasağa uymayanların hapis cezası ile cezalandırılacakları
öngörülmüştür. İtiraz konusu kuralın yer aldığı anılan maddenin (2)
numaralı fıkrasında ise (1) numaralı fıkrada sayılanların dışında kalıp da
yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması
yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya
tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kişinin hapis cezası ile
cezalandırılacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan
hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin
hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de
gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey
hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu
bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasa’nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir. Buna göre,
Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel
ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir.
Bu nedenle, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme organına
yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin
konulması, çerçevenin çizilmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın
bırakılmaması gerekir.
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk
fıkrasında, “Kimse, ... kanunun suç saymadığı
bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçun yasallığı”,
üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri
ancak kanunla konulur” denilerek, “cezanın yasallığı” ilkesi
getirilmiştir. Anayasa’da öngörülen suçta ve cezada yasallık ilkesi, insan
hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza
hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38.
maddesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan “suçta
ve cezada kanunilik” ilkesi uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve
bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde yasada gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli
olması gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri
düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınması amaçlanmaktadır.
297. maddenin (1) numaralı fıkrasında suça konu
olabilecek eşyaların nitelikleri tek tek sayılmış
olmasına karşın, itiraz konusu kuralda böyle bir nitelik belirlemesi
yapılmadan, sınırsız, belirsiz ve geniş bir alanda idare içinde yer alan
yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirleme yetkisi tanınmıştır.
Buna göre kuralda, idare içinde yer alan yetkili makama suça konu
olabilecek eşyaları belirlerken hangi nitelikleri esas alacağı hususuna
açık ve belirgin olarak yer verilmediğinden dolayı kural, belirli ve
öngörülebilir olmadığı gibi suçun yasallığı ilkesine de uygun değildir.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 7., 11. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Hicabi DURSUN ve Erdal
TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrasında “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî
Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa
Mahkemesi İptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca
kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden
başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
da bu kural tekrarlanmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası
gereğince iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- SONUÇ
1- 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 297. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Haşim
KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Hicabi DURSUN ile Erdal TERCAN’nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 5237 sayılı Kanun’un 297.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası
gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN
RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
7.7.2011
gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Fettah OTO
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Hakkari
Sulh Ceza Mahkemesince bakılmakta olan davada, 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun “infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak”
suçunu düzenleyen 297. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğu ileri sürülmüş, çoğunluk tarafından kuralın iptaline karar
verilmiştir.
Dayanağını Anayasa’nın 38. maddesinin oluşturduğu
ve Türk Ceza Yasası’nın 1. maddesinde yer alan, “Kanunsuz suç ve ceza
olmaz” ilkesinin esası, yasa tarafından, suçun, yani ne gibi eylemlerin
yasaklandığının hiçbir şüpheye ver verilmeyecek biçimde belirtilmesinden ve
buna göre cezanın yasayla belirlenmesinden ibarettir. Kişinin, yasak
eylemleri ve bunların cezalarını önceden bilmesi gerekir. Bu durum, kişinin
temel hak ve özgürlüklerinin güvencesidir. Bu nedenle de Anayasa’nın
kişinin temel hak ve ödevlerine ilişkin bulunan ikinci bölümünde bu güvenceye
yer verilmiştir.
Tüm bunlar suç ve cezaların yalnızca yasayla
konulup kaldırılmasının yeterli olmadığı, konulan kuralın açık, anlaşılır
ve sınırlarının belirli olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Yasayı
bilmemenin özür sayılmayacağı bir ceza hukuku ilkesi olduğuna göre yasanın
herkesçe anlaşılacak ölçüde açık olması da bunun doğal sonucudur. Nitekim, Türk Ceza Yasası’nın 1. maddesinde “kanunun
sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilmez” denilerek
bu husus vurgulanmıştır.
Anayasa’da başlıca ceza ilkeleri belirtilmekte,
bunların dışında kalan ceza konuları ve özellikle belli bir zamanda ne gibi
eylemlerin suç sayılıp o suçlara ne miktar ve ne çeşit ceza verileceğini ve
hangi ceza tedbirlerinin ve güvenlik tedbirlerinin ne yolda uygulanacağını
saptama yetkisi yasakoyucuya bırakılmaktadır. Yasakoyucu ise başta Anayasa’nın buyurucu ve
yasaklayıcı kuralları ile belirlenen güvenceler olmak üzere ceza hukukunun
ilkeleri ve toplum yaşantısının zorunlulukları ve yasaların gerekleri ile
bağlı kalarak bu konudaki takdirini kullanabilecektir. Yasama organının,
kanun yaparken bütün olasılıkları gözönünde
bulundurarak ayrıntılı kuralları saptamak yetkisi varsa da, bu her zaman
mümkün olmayabilir. Özellikle yasama organının, yapısı bakımından ağır
işlemesi ve günlük olayları izleyerek zamanında gerekli tedbirleri
almasının güçlüğü nedeniyle, sık sık değişen
durumlar ve ihtiyaçlar karşısında kanunda esaslı hükümleri saptadıktan
sonra ayrıntıları belirlemede kimi makamlara yetki vermesi gerekebilir.
Böyle bir ihtiyaç karşısında, yasamanın, esaslı hükümleri saptadıktan sonra
ayrıntıların belirlenmesinde kimi makamlara yetki vermesi de yasama
yetkisinin kullanılmasından başka bir şey değildir. Bu durumlarda yasama
yetkisinin yürütme organına bırakıldığı gibi bir anlam çıkarmak doğru
olmaz.
İtiraz konusu TCK’nun
297. maddesinin ikinci fıkrası, birinci fıkrada yazılı kesin olarak infaz
kurumu ya da tutukevine sokulması yasak eşya dışında kalan ve yetkili
makamlarca belirlenen diğer yasaklı eşyayı bilerek sokanların veya
bulunduranların cezalandırılacağını ifade etmektedir. İtiraz konusu kuralda
suçun unsurları ve karşılığı olan ceza tereddüde meydan vermeyecek şekilde
açıkça belirlenmiştir. Buna göre, birinci fıkrada sayılan
silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı
dışında kalıp da “yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya
tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı”, “bu yasağı bilerek”, “infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya
bulunduran veya kullanan kişinin”, “altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılacağı” belirtilmiştir. Böylece, itiraz konusu
kuralda suçun ne gibi eylemleri kapsadığı açıkça belirtildiğine ve cezası
da önceden saptandığına göre itiraz konusu kuralın Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’nda
düzenlenen “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine uymayan bir yönü
bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi benzer bir olayda, başvuran
Mahkemenin 4533 sayılı “Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanunu”nun
6. maddesinde “Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen yerler dışında ateş yakma”yı suç olarak düzenleyip yaptırıma bağlayan
kuralın kanunilik ilkesine aykırı olduğu iddiasıyla ilgili olarak, “suçun maddi unsurunun Bakanlar Kurulu
kararı ile “belirlenen yerler dışında ateş yakmak” olarak tesbit edilmesi suçta ve cezada kanunilik ilkesine
aykırılık oluşturmaz. Çünkü, idareye verilen bu yetki suçun
tanımını doğrudan belirleyen bir yetki olmayıp, ulusal park sınırları
içinde ateş yakılabilecek yerlerin belirlenmesiyle ilgilidir. Esasen
coğrafi koşullara göre değişiklikler gösterebileceği gözetildiğinde işin
niteliği gereği ateş yakılabilecek yerlerin yasa ile belirlenmesi de mümkün
değildir. Bu durumda itiraz konusu düzenlemenin suçta kanunilik ilkesinin
gereklerine aykırılığından söz edilemez.” şeklindeki gerekçeyle kuralın Anayasa’ya aykırı
olmadığı sonucuna varmıştır.
Eldeki işte de, yetkili makama verilen yetki suçun
tanımını doğrudan belirleyen bir yetki olmayıp, infaz kurumuna veya
tutukevine sokulacak eşyanın belirlenmesinden ibaret sınırlı bir yetkidir.
Kurumun infaz kurumu veya tutukevi olmasına, infaz kurumunun tipine ve
standardına, infaz kurumu veya tutukevinin asayiş durumu ya da tutuklu ve
hükümlülerin özel durumlarına, buralarda meydana gelen isyan, açlık grevi,
kaçma teşebbüsleri, intihar olayları, yaygın ve bulaşıcı hastalıklar gibi
kurum, yöre veya çok spesifik alanlara ilişkin
olarak yetkili merciler tarafından alınacak önlemler bu yetkinin
tanınmasını gerektiren durumlardır. İnfaz kurumuna veya tutukevine
sokulacak eşyaların belirlenmesi zaman itibariyle de farklılık
gösterebilir. Durumun özelliği gözetilerek bir infaz kurumunda belirtilen
gerekçelerle belli nitelikte eşyanın sokulması yasaklanabilirken, değişen
duruma göre bu yasağın kaldırılması gerekebilir. Belirtilen durumların
çeşitliliği ve değişkenliği gözetildiğinde işin niteliği gereği infaz
kurumuna veya tutukevine sokulacak eşyaların yasa ile belirlenmesi mümkün
değildir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu Anayasa’ya
aykırı olmadığı ve iptal isteminin reddine karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Erdal TERCAN
|
KARŞIOY
İtirazen
iptali istenen TCK’nun 297. maddesinin ikinci
fıkrası, birinci fıkrada yazılı kesin olarak infaz kurumu ya da tutukevine
sokulması yasak eşya dışında kalan ve yetkili makamlarca belirlenen diğer
yasaklı eşyayı bilerek sokanların veya bulunduranların cezalandırılacağını
ifade etmektedir.
Başvurucu ise bu durumda hangi eylemin suç
sayılacağının ve suç işleyene ne ceza verileceğini belirleme yetkisi yasa
koyucunun iken, bunun yetkili idari makama bırakılmasını ve eşyaların tek tek sayılmamış olmasını Anayasa’nın 2. ve 7.
maddelerine aykırı olduğu iddiasındadır.
Kanunilik ilkesi; karşılığında ceza alan eylemlerin
sayılmış ve fiilin kapsam ve sınırlarının da açık bir şekilde belirli
olmasını ve ancak açıkça suç sayılan hallere ceza verilebileceğini,
neticeten idarenin düzenleyici işlem ile suç ve ceza yaratamayacağı fikrini
içermektedir.
Ancak idarenin suç konularını belirleme hususunda
yetkili kılındığı NORMLARLA suçun konusunu belirleyip belirleyemeyeceği doktriner tartışma konusu yapıldığı bilinmektedir.
Bir fiili suç saymakla bir temel hakkın
sınırlanması sonucuna ulaşılıyor ise bunun ANCAK Yasa ile yapılması, gerektiği
yürütmenin yetkisinin genişletilmesi Yasa’ya karşı hile ve keyfilik
olacağı, böyle bir yetkinin kaynağının Anayasa’da bulunmadığı ve yasama
yetkisinin devredilmiş sayılacağı ve böylece kanunilik ilkesinin
kullanılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu fikri temel olarak benimsenebilir.
Ancak, Mahkememizin de yerleşmiş içtihatlarında olduğu
üzere yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinin yasa koyucunun temel
ilkeyi koyması, çerçevesini belirlemesi hallerinde sık sık
önlemler alınması, kaldırılması veya teknik vb. uzmanlık isteyen alanlarda
yasama organının yapısı nedeniyle ağır işlemesi ve günlük olaylara uzaklığı
hak ve hukukun doğru zamandan da tecellisi ve alınacak tedbirlerin
yürürlüğü için, idareye ayrıntı düzenleyen yetki verilmesini, yasama
yetkisinin devri olarak nitelemediği görülmektedir.
Nitekim,
temel hak ve hürriyetlerle ilgili alanda genel esaslar gösterilmek,
sınırları ve şartları belirlenmek ve bu hudutlar içinde kalmak koşulu ile
suç normunu tamamlayan düzenlemeler yapılabileceği, suç çerçevesinin bu anlamda
doldurulabileceği doktrinde de kabul edilen bir görüştür.
Dava konusu kural irdelendiğinde, yasaca
belirlenmiş suç sayılan fiilin; madde başlığında görüleceği üzere infaz
kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak olduğu suçun konusunun “Eşya”
olarak belirlendiği bu fiille korunan hukuki değerinde ceza ve tutukevinde
belirlenen asgari/azami yaşam ve disiplin kurallarının bozulmaması suretiyle
tutuklu/sanık infaz ve kurum güvenliğinin varlığını sürdürebilme olduğu
söylenebilecektir.
TCK 297. maddesi başlığı belirlenmesini istediğimiz
temel ilkeyi koymuş, çerçevesini yani suçun eylemin suç olarak nitelenecek
alanı da ceza ve tutukevine eşya sokmak şeklinde belirlemiş ve hatta
birinci fıkrası ile (kesin yasak eşyalar biçiminde) suç konusu üzerinde
sınırlama alanını da net bir şekilde belirlemiştir.
İptali istenen ikinci fıkra hükmünün ise, tutuklu
veya sanığın günün koşullarına ve tesis edilmek istenen disiplin için
ihtiyaç bulunup her an gerek teknolojik gerek ekonomik veya sair iradi
sebeplerle değişkenlik gösterebilecek, bugün için suça konu edilebilecek
iken, ortaya çıkan gelişmeler içinde masum, zorunlu gereksinim haline
gelmiş konular üzerinde idare tekniği ve uzman görüşü ile ortaya
çıkabilecek değişikliklere dayalı konu tayin etme yetkisini yeni detay
belirlemeyi yetkili makama yani idareye bıraktığı görülmektedir.
Anılan kapsamı yasa koyucunun iradesine bir an için
bırakılması gerektiği düşünülse, geriye idareye ceza ve tutukevine
sokulabilecek eşyaları belirleme konusunda koşullara uygun çözüm ve fırsat
yaratma şansı verilmesi olanaksız hale gelecek olup, bu durum ise doktrin
ya da mahkememiz görüşleri gibi yetki devri sayılmayacak alan yaratabilir
kabulü fikrini ortadan kaldıracaktır.
Kaldı ki ceza ve tutukevi hürriyetten yoksunluğun bir
yargı hükmü ile yaşanıldığı alan olup, zorunlu bulunan bu disiplin alanına
idarenin teknik müdahalesi anlamı taşıyan kural da yasak sayılan eşyayı
bilerek sokanların kastedildiği, o halde içeriye alınıp alınamayacak
eşyalar yönünden belirsizlik varsayılamayacağı ve ayrıca infaz kurumuna
veya tutukevine yasaklı eşya sokanlar yönünden bilgi edinilmiş/bilgilerine
sunulmuş olmasına rağmen suçun subutu için KASIT
yani bilmeye rağmen suç işleme kasdında olanların
cezalandırılmak istendiği kasten olmayan fillerin ceza dışında tutulduğu
fıkra kapsamından anlaşıldığından, yasaklı eşyayı bir kanuni düzenlemede
tek tek sayılması gerektiği anlayışındaki Mahkeme
düşüncesine katılınmamış, Anayasa’ya aykırılık
görülmemiştir.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|