18 Haziran 2012 PAZARTESİ

Resmî Gazete

Sayı : 28327 (Mükerrer)

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/15

KARAR NO             : 2012/15

KARAR TR             : 14.5.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Jandarma personeli olan sanıklar hakkında mülki görevleri sırasında işledikleri ileri sürülen suç nedeniyle, açılan kamu davasının ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- S. Ö. 2- A. T.  3- C. T.

O L A Y     : Şebinkarahisar/Giresun İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde görevli sanıklar J. Er     S. Ö., J. Er A. T. ve J. Er C. T.’in, 12.3.2011 günü, Şebinkarahisar K-2 tipi Ceza İnfaz Kurumunun çevre emniyet nöbetçileri oldukları sırada, nöbet talimatına aykırı davranmaları nedeniyle eylemlerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde düzenlenen suç kapsamında değerlendirildiği belirtilerek yargılanmalarının adliye mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle, 48. Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı’nca hazırlanan soruşturma dosyasının, Şebinkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesi üzerine, cezaevi dış koruma görevinin jandarmanın mülki görevlerinden olması nedeniyle görevli merciin Disiplin Mahkemeleri olduğu gerekçesiyle Şebinkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı’nca görevsizlik ve evrakın 48. Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı Askeri Disiplin Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verildikten sonra, sanıklar hakkında nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu işledikleri ileri sürülerek eylemlerine uyan 477 sayılı Disiplin Mahkemelerinin Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunu’nun 56. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle 48. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı’nın 27.5.2011 gün ve E:2011/476, K:2011/137 sayılı iddianamesiyle aynı Komutanlık Disiplin Mahkemesi’ne dava açılmıştır.

48. MOTORLU PİYADE TUGAYI KOMUTANLIĞI DİSİPLİN MAHKEMESİ: 3.6.2011 gün ve E:2011/476, K:2011/1 sayıyla, sivil cezaevi dış koruma görevinin jandarmanın askeri görevi olmayıp idari kolluk görevlerinden olduğu, yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde düzenlenen suç kapsamında değerlendirildiği açıklanarak, yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle sanıkların bir üst Disiplin Mahkemesi’nde itiraz talebinde bulunabilecekleri belirtilerek görevsizlik kararı vermiş, karar sanıklara tebliğ edilmiş; sanıklar süresi içinde karara karşı bir üst Disiplin Mahkemesi nezdinde itirazda bulunmamıştır.

ŞEBİNKARAHİSAR SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.8.2011 gün ve E:2011/138, K:2011/124 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin Jandarmanın mülki görevleri sırasında işlendiği konusunda bir şüphenin bulunmadığı ancak asker olan sanıkların bu eylemleri askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri ve dolayısıyla yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU,  Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in, katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında,

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise öğretide ve uygulamada:

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Ancak, sanıklar Jandarma Personeli olduğuna göre, Jandarmanın hangi nitelikteki görevler ile görevlendirildiğine ilişkin yasal düzenlemenin göz önünde tutulması, suça konu olayın meydana geldiği sırada yerine getirilmekte olan görevin, Yasa'da belirtilen görevlerden hangisine uygun olduğunun incelenmesi, görevli yargı yerinin buna göre belirlenmesi gerekmektedir.

2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev Ve Yetkileri Kanunu’nun 7. maddesinde, Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri:

a) Mülki görevleri;

Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak,  korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak,

b) Adli görevleri;

İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek,

c) Askeri görevleri;

Askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay Başkanlığı'nca verilen görevleri yapmak,

d) Diğer görevleri;

Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak, şeklinde sayılmıştır.

Jandarma Teşkilatı Görev Ve Yetkileri Yönetmeliğinin, “Mülki Görevlerin Esasları” başlığı altında düzenlenen 45. maddesinde, “Jandarma:

a.Halkın can, ırz ve malını korur.

b…….

………..

h.Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar” denilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, dosya içinde mevcut bilgi ve belgelerden sanıklar Seyithan Öztan, Adil Topçu ve Cihan Tekin’in olay sırasında Şebinkarahisar K-2 tipi Ceza İnfaz Kurumunun çevre emniyet nöbetçileri olarak görevli oldukları, bu görevin Jandarmanın askerlik görevi ile ilgili olmayıp mülki görevi ile ilgili olduğu anlaşılmıştır.

2803 sayılı Kanun’un 15 ve Yönetmeliğin 186. maddelerine göre jandarma personelinin ancak askeri hizmete ilişkin eylemlerinden dolayı askeri yargıya tabi bulundukları kuşkusuzdur. Sanıklara yüklenen eylemlerin nitelendirilmesinin, yargılama aşamasında davaya bakan mahkemece delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılacağı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, asker kişi sanıkların mülki görevleri sırasında işledikleri ileri sürülen suç nedeniyle haklarında açılan kamu davasının adli yargı yerinde görülmesi ve Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.8.2011 gün ve E:2011/138, K:2011/124 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/16

KARAR NO             : 2012/16

KARAR TR             : 14.5.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Asker kişi sanıklar hakkında “hırsızlık ve mala zarar verme” suçları nedeniyle açılan kamu davasının, suçların askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1-D. K.  2-K. K.

O L A Y     : Konya Hv. Svn. Eğt. Tb. Krş. Er Eğt. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanıklar Hv. Svn. Onb. D. K. ile Hv. Svn. Onb. K. K.’un, 24.4.2009 günü saat 01.00 sıralarında, birlik içersinde yer alan Dileksu A.Ş.’ne ait çay kahve makinesinin para haznesini kırarak içindeki madeni paraların tümünü aldıkları, böylece, geceleyin açıkta kilitlenmek suretiyle bırakılmış eşya üzerinde iştirak halinde hırsızlık ve kamunun yararlanmasına ayrılmış eşya üzerinde iştirak halinde mala zarar verme suçlarını  işledikleri ileri sürülerek, eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142/1-b,143/1,37/1,142/4,152/1-a,37/1,168/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 11.9.2009 gün ve E:2009/266, K:2009/276 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

DENİZ  KUVVETLERİ  KOMUTANLIĞI ASKERİ  MAHKEMESİ: 3.11.2010  gün  ve    E:2010/93, K:2010/360 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin askeri mahalde işlendiği ileri sürülmüş ise de, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KONYA 12. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 9.2.2011 gün ve E:2011/312, K:2011/14 sayıyla, 353 sayılı Yasa’nın 9. maddesinin halen yürürlükte olduğu, Mahkemelerin kanunları uygulamakla yükümlü oldukları Anayasa’ya aykırı bir durum olduğunda, durumun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiği, bu hususları yerine getirmeden yargılamanın adli yargı yerinde yapılmasının mümkün olmadığı, bu nedenlerle görevli yargı yerinin askeri yargı yeri olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 3.10.2011 gün ve E:2011/24, K:2011/23 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.          

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Sanıklara yüklenen eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suçlara ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemlerin “askeri suç” olmadığı kuşkusuzdur. Sanıkların yargılama aşamasında terhis edildikleri de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklara yüklenen eylemlerin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C. Anayasa’sının 145. maddesinin  birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından  yürütülür.  Bu  mahkemeler;  asker   kişiler   tarafından   işlenen  askerî  suçlar  ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, asker kişi sanığı askeri mahalde işlediği ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, yargılama aşamasında sanıkların terhis edilmiş olmaları nedeniyle askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle yukarıda açıklandığı üzere sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu açık olmakla birlikte aksi durumda dahi, özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesinde yer alan “askeri mahal” kavramının Anayasa’da yapılan yeni düzenleme ile kaldırıldığı,  ayrıca Anayasa Mahkemesi’nde iptale konu olduğu, Mahkemece 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı karar ile “…..askeri mahallerde…..” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildiği de gözetildiğinde, artık asker kişilerin askeri mahalde işledikleri suçlara ait davaların askeri yargı yerinde görülemeyeceği kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 9.2.2011 gün ve E:2011/312, K:2011/14 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/17

KARAR NO             : 2012/17

KARAR TR             : 14.5.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Asker kişi sanık hakkında “hırsızlık” suçuna uygun eyleminden dolayı açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : F. Ş.

O L A Y     : Aydın/Kuşadası Dayıoğlutepe SGR İstasyon Komutanlığı emrinde görevli sanık Dz. Er F. Ş.’in, 16.4.2009 tarihinde birlik kantininde yapılan sayım sonucu kasa hesabında 375 liranın eksik olduğunun tespit edilmesi üzerine yapılan soruşturma sonucunda, 13.4.2009 günü, birlik kantinine ait 375 lirayı aldığının anlaşıldığı, böylece sanığın askeri eşyayı çalmak suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Güney Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 6.4.2010 gün ve E:2010/163, K:2010/235 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

GÜNEY DENİZ SAHA  KOMUTANLIĞI  ASKERİ  MAHKEMESİ:  31.8.2010 gün ve E:2010/642, K:2010/707 sayıyla, sanığın olay tarihinde asker kişi olduğu ve yüklenen eylemin askeri mahalde işlendiği ileri sürülerek yargılamasının askeri yargı yerinde yapılması için kamu davası açılmış ise de, eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “hırsızlık” suçunu oluşturacağı ve yargılama aşamasında sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesildiği açıklanarak, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu  gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kuşadası 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

KUŞADASI 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 14.4.2011 gün ve E:2011/167, K:2011/238 sayıyla, olay tarihinde asker kişi olan sanığı, askeri birliğe ait kantin kasasından askeri eşya niteliğinde bulunan parayı çaldığı ileri sürüldüğünden, yüklenen suçun askeri suç olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin uygulanma olanağı bulunmadığından, yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 3.10.2011 gün ve E:2011/19, K:2011/19 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.          

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, 16.4.2009 günü kantin sorumlusu tarafından yapılan sayımda kantin parasının eksik olduğunun tespit edilmesi üzerine, daha önce meydana gelen ancak ispatlanamayan bir olay nedeniyle sanıktan şüphelenildiği ve 13.4.2009 günü çarşı iznine çıkmadan önce parasının olmadığını söyleyen sanığın izin dönüşü yüklü miktarda alışveriş yapmış olarak birliğe döndüğü de düşünülerek sorgulandığında parayı aldığını kabul ettiği, dosya içinde mevcut Dayıoğlu SGR İstasyon Komutanlığı’nın 5.5.2009 gün ve Güv. Hiz. :3000-651-09 sayılı yazısından sanığın olay tarihinde veya öncesinde kantinde görevlendirilmediğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında, askeri birliğe ait kantin kasasından askeri eşya niteliğinde bulunan paranın çalındığı ileri sürüldüğünden, yüklenen eylemin askeri suç olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de, yerleşmiş Askeri Yargıtay İçtihatlarıyla da kabul edildiği üzere, askeri kantinlere ait eşya ve paranın askeri eşya niteliğinin olmadığı, kantinde görevlendirilmemek kaydıyla buraya ait paraya karşı hırsızlık suçunu işleyen sanığın eyleminin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “hırsızlık” suçunu oluşturacağı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır. Sanığın yargılama aşamasında terhis edildiği de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Kuşadası 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Kuşadası 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.4.2011 gün ve E:2011/167, K:2011/238 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/18

KARAR NO             : 2012/18

KARAR TR             : 14.5.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14.  maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.                                                                                                            

K A R A R

Davacı        : K. H.

Sanık          : O. K.

O L A Y     : Silivri Cezaevi J. Tb. K. lığı 1. J. Sevk Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık J. Er   O. K.’in, devriye görevlisi olduğunda görev yerinden Devriye Komutanı veya Unsur Komutanının bilgisi olmadan ayrılmanın, uzaklaşmanın yasak olduğuna dair tebliğ edilen emre rağmen, 5.10.2009 günü, Fatih Adliyesinde devriye olarak görevli iken izin almadan adliyeyi terk ettiği, böylece, emre itaatsizlikte ısrar etmek suçunu işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 87/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 12.11.2009 gün ve E:2009/1099, K:2009/996 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

3. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, sanığın yüklenen eylem nedeniyle cezalandırılmasına karar vermiş, kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 1. Dairesi’nce, tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlama usul ve esaslarının, Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin 45/4. maddesinde belirtilen, jandarmanın mülki görevleri arasında yer alması nedeniyle, sanığın mülki görevlerinin ifası sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle adli yargı yerinde yargılanması gerektiği açıklanarak, hükmün görev yönünden bozulmasına karar verilmiştir.

3. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 5.5.2011 gün ve E:2011/374, K:2011/192 sayıyla, bozma ilamında belirtilen hususları tekrar ederek sanığı mülki görevi sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Silivri 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

SİLİVRİ 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 24.11.2011 gün ve E:2011/437, K:2011/457 sayıyla, sanığa yüklenen eylemin Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanununa göre askeri hizmete ilişkin askeri suç olduğu, mülki görev kapsamında bulunmadığı, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle Silivri Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK,  Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in, katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun yolu,  süresi,  mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Silivri 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kara-rının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ     : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.05.2012 günü  OYBİRLİĞİ  İLE  KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/19

KARAR NO             : 2012/19

KARAR TR             : 14.5.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14.  maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.                                                                                                             

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- B. K.  2- S. K.  3- T. S.  4- A. S.

O L A Y     : Çanakkale Boğaz Komutanlığı emrinde Lojistik Şube Müdürü olarak görevli sanık Dz. İk. Bnb. T. S.’in, 2003-2006 yılları arası, kendi sağlık karnesi ve aynı Komutanlık emrinde görevli diğer subay ve astsubayların sağlık karnelerine “pilokarbin nitrat” isimli yüksek fiyatlı ve sivil eczane tarafından hazırlanan ilacı yazdırdığı, hastane revir sevk evraklarını birinci amire onaylatması gerektiği halde bizzat kendisinin tanzim ettiği, Çanakkale 18 Mart Eczanesinin reçete kabul işlemlerinin öncelikle ve tahakkuk işlemlerinin ivedilikle sonuçlandırılması konusunda mahiyeti altındaki personele ısrarcı ve takipçi bir politika sergilediği, kendisi ve adına reçete yazdırdığı personelden kesilmesi gereken ilaç katkı paylarını zamanında kestirmediği ve ileriki aylara ertelenmesi konusunda direktif verdiği iddialarıyla hakkında suç dosyası düzenlendiği ve açılan soruşturma sonunda, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 115/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan ve halen devam eden kamu davası dışında, reçeteler ve protokol kayıtlarının incelenmesinden sonra, ayrıca Çanakkale Asker Hastanesi’nde görevli askeri doktorlardan sanık Tbp. Bnb. A. S.’in 6.1.2006 tarihinde İk. Kd. Bçvş. Y. S.’ın, sanık J. Tbp. Atğm. S. K.’nin 20.9.2006 günü, İk. Yzb. K. B.’un, Çanakkale Boğaz Komutanlığı Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı Revirinde görevli askeri doktorlardan sanık Dz. Tbp. Atğm. B. K.’nın 23.5.2005 günü Ütğm. E. B.’ın sağlık fişlerine “pilokarbin nitrat” isimli saç ilacı yazdıkları, sağlık fişlerine ilaç yazılan kişilerin ilaç yazan doktorlar tarafından muayene edilmediği, ilaçların gıyaplarında T. S.’in isteği doğrultusunda sağlık fişlerine yazıldığı, esasen sağlık fişlerine “pilokarbin nitrat” isimli saç ilacı yazılan kişilerin herhangi bir saç rahatsızlıklarının olmadığı, ilaçların yazıldığı tarihler dikkate alındığında, T. S.’in kendisine ait ilaçları yazdırırken genellikle yanında ilaç yazdıracağı kişiye ait sağlık cüzdanını da getirdiği ve kendisinin kullandığı ilaçları sağlık fişi sahibinin gıyabında onun sağlık fişine yazdırdığı, böylece sanık İk. Bnb.        T. S.’in kendi sağlık fişi dışında başkalarının sağlık fişine yüksek fiyatlı “pilokarbin nitrat” isimli saç ilacını yazdırması ve ilaç katkı payını Devlete ödetmesi nedeniyle hazineyi zarara uğrattığı nedeniyle sanık T.S.’in memuriyet görevini kötüye kullanmak suçuna iştirak etmek suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 114. maddesi delaleti ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/1,43., sanıklar A. S., S. K. ve B. K.’nın memuriyet görevini kötüye kullanmak suçunu işledikleri ileri sürülerek eylemlerine uyan aynı Kanun’un 257/1. maddesi uyarınca aynı eylemi işledikleri ileri sürülen onüç sanık ile birlikte cezalandırılmaları istemiyle Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 15.4.2008 gün ve E:2008/135, K:2008/235 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KUZEY DENİZ SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 26.10.2011 gün ve E:2011/32, K:2011/187 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin resmi evrakta sahtekarlık suçunu oluşturacağı, bu suçun da askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı bulunmadığı, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak da işlenmediğinden, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle de yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, karar sanıklar T. S.,    A. S., S. K. ve B. K. tarafından temyiz edilmediğinden bu sanıklar açısından kesinleşmiş, dava dosyası, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

ÇANAKKALE AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 21.3.2012 gün ve E:2012/82, K:2012/84 sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 134. maddesinde düzenlenen suç kapsamında kaldığı, bu suçtan sanıkları yargılama görevinin de askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK,  Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in, katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in, başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu verilen görevsizlik kararının sanıklara tebliğ edilmediği, Yasa’da belirtilen hususları içermediği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2. fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun yolu,  süresi,  mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanıklara yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.05.2012 günü  OYBİRLİĞİ  İLE  KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/20

KARAR NO             : 2012/20

KARAR TR             : 4.6.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Suç tarihinde asker kişi olan sanık hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun 130/1. maddesine uygun eylemi nedeniyle açılan kamu davasının ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanık          : T. Y.

O L A Y     : Kıbrıs 14.Zh.Tug.Kh. Ve Kh.Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Er T. Y.’ın, 20.7.2011 günü, birlik içersinde bulunan ankesörlü telefonda eşi ile görüşme yaptığı sırada, yumruğu ile vurmak suretiyle telefon kabin camını kırdığı, kırılan kabin camının Tugay Muhabere Bölük Komutanlığı’na ait olduğunun bildirildiği, böylece, sanığın askeri eşyayı kasten tahrip suçunu işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 130/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 27.9.2011 gün ve E:2011/268, K:2011/128 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ:  11.11.2011 gün ve E:2011/357, K:2011/232 sayıyla, kırılan kabin camının birlik envanterinde kayıtlı olmaması nedeniyle “askeri eşya” niteliği bulunmadığından sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “mala zarar verme” suçunu oluşturabileceği, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik sonucu maddede ki “askeri mahal” ibaresinin de kaldırılmış olduğu açıklanarak, sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası,  Doğubayazıt 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

DOĞUBAYAZIT 1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 20.1.2012 gün ve E:2012/38, K:2012/84 sayıyla, suça konu telefon görüşmelerinin yapıldığı ankesörün KKTC Telekom Müdürlüğüne ait olduğu, ankesörü kavrayan kabinlerin ise Muhabere Bölük Komutanlığı’nca yaptırıldığı fakat askeri envanterde kayıtlı olmadığının ve mülkiyetinin de herhangi bir kuruma ait bulunmadığının anlaşıldığı, belirtilen eşyanın sehven ya da başka bir nedenle envantere alınmamış olmasının askeri eşya olduğu hususunu değiştirmeyeceği açıklanarak, yüklenen eylemin Askeri Ceza Kanunu’nun 130. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 5.3.2012 gün ve E:2012/6, K:2012/6 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın askeri yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.

Öte yandan, 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C. Anayasa’sının 145. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, olay sırasında camı kırılan telefon kabininin, Mu. Bl. Komutanlığı’nca yaptırıldığı, askeri hizmete tahsisli olduğu fakat envanterde olmadığının K.K.T.C. /Değirmenlik 14. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nın 17.10.2011 gün ve KH.BL.9100-532-11 sayılı yazısı ile bildirildiği anlaşılmıştır.

Yerleşik Askeri Yargıtay kararlarının incelenmesinden, olayına özgü olarak ordunun envanterinde olan eşyanın yanı sıra, fiili kullanımında olan eşyaların da askeri eşya kapsamında değerlendirildiği, doktrinde mülkiyeti devlete ait olan ve kullanılması Silahlı Kuvvetlere bırakılan eşya olarak tanımlandığının da kabul edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, envanterde kaydı olmamakla birlikte, Komutanlıkça yaptırıldığı yani Devlet malı olduğu anlaşılan ve askeri birliğe tahsis edilen telefon kabininin “askeri eşya” olarak kabulünün mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.

Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, askeri yargı yerince verilen görevsizlik kararında, suça konu telefon kabininin Türk Silahlı Kuvvetlerinin mülkiyetinde olmadığı, bu nedenle “askeri eşya” sayılamayacağı gerekçesine yer verilmiş ise de, Devlet malı olduğu ve kullanımının Türk Silahlı Kuvvetlerine bırakıldığı gözetildiğinde, suça konu eşyanın “askeri eşya” ve yüklenen eylemin de “askeri suç” olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 11.11.2011 gün ve E:2011/357, K:2011/232 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/21

KARAR NO             : 2012/21

KARAR TR             : 4.6.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Asker kişi sanıklar hakkında “yaralama ve bu suça iştirak etmek” suçlarına uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : K.H.

Sanıklar      : 1- R. Ö., 2- B. U.,  3- M. B.,  4- Y. I.,  5- S. D.,  6- O. Y.,  7- O.Ç.,  8- A. H. 

O L A Y     : Tunceli / Hozat 51. Mot. P. Tug.Kh.Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P.Er R. Ö. ile aynı Komutanlık emrinde görevli P. Er S. Y.’ın, 3.1.2010 günü öğle içtimasında tartıştıkları, “akşam seni sinkaf edeceğim” diyerek olay yerinden ayrılan R. Ö.’ın, sanıklardan P. Er O. Y. ile S.’ın kaldığı koğuşa gelerek yeniden tartışmaya ve birbirlerine vurmaya başladıkları sırada,S.’ın küfrederek bıçak salladığı, daha sonra sanıklar P. Onb. E. F., P. Er A. H., P. Er O. Ç., P. Er M. B., P. Er Y. I., P. Er S. D. ve P.Er B. U.’ın da kavgaya dahil olarak S. Y.’ı darp ettikleri, orada bulunan diğer askerlerin araya girerek S. Y.’ı gazino koğuşuna götürdükleri, sanıkların burada da S.’ı dövdükleri ve sanıklar M. B. ile Y. I.’ın S.’ın koğuşuna gelerek, M.’ın “adam bayıldı, gelin alın”, Y.’in “adam dövecekseniz aha böyle dövülür gidin alın” dediği, revire sonra da hastaneye kaldırılan S. Y.’ın muayeneleri sonucunda “kraniumda otuz cm² kemik defekti” tespit edildiği, kesin raporunda, “yaralamanın kişinin yaşamını tehlikeye sokacak nitelikte olduğu, duyulardan veya organlardan birinin işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğu ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığının” belirtildiği, böylece sanıklar R. Ö., O. Y., A. H., O. Ç., M. B., Y. I., S. D. ve B. U.’ın neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçunu işledikleri, S. Y.’ın O. Y.’ı darp ederek kasten yaralama suçunu işlediği, sanıklardan E. F.’ın bu eylemi ile 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde düzenlenen “asta müessir fiil” suçu ile birlikte bu suçu da işlediği, ancak eyleminin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen ve daha ağır cezayı gerektiren 87/2. maddesindeki suç kapsamında kaldığı ve sanıkların terhis edildikleri açıklanarak 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca görevsizlik kararı verilmesi üzerine yapılan itiraz sonucu, 2. Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, itirazın kabulüne, görevsizlik kararının sanıklardan E. F. açısından kaldırılmasına karar vermiş, diğer sanıklar açısından görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, Hozat Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, görevsizlik kararında anlatıldığı şekilde olay anlatılarak sanıklardan R. Ö.’ın eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 125/1-4, 87/2-b, 37., sanıklar O. Y., A. H., O. Ç., S. D., B. U., M. B. ve Y. I.’ın eylemlerine uyan aynı Kanun’un 87/2-b, 37., S. Y.’ın eylemine uyan aynı Kanun’un 125/1-4, 43/2 ve 106/2-a maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle 16.3.2011 gün ve E:2011/39, K:2011/16 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.      

HOZAT ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 31.3.2011 gün ve E:2011/15, K:2011/23 sayıyla, silahla tehdit ve hakaret suçları nedeniyle açılan kamu davalarının tefriki ile devamına karar verdikten sonra, sanıklara yüklenen yaralama eyleminin Onbaşı rütbesinde olan E. F. ile iştirak halinde gerçekleştirildiği ileri sürüldüğünden, bu kapsamda Askeri Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde düzenlenen suça iştirak ettikleri iddiasıyla yargılanmalarının gerektiği ve 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

8. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 17.1.2012 gün ve E:2012/159, K:2012/14 sayıyla, sanıkların diğer sanık E. F.’ın eyleminden ayrı olarak mağdura karşı ayrı bir yaralama eyleminde bulundukları, iddianamede anlatıldığı gibi Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “yaralama” suçuna iştirak ettikleri ve statülerinin aynı olduğu, yargılama aşamasında terhis edildikleri açıklanarak, yüklenen eylemin askeri suç olmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi nedeniyle sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.          

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, iddianame içeriği ve görevsizlik kararı veren yargı yerlerince de kabul edildiği üzere, sanıklar hakkında S. Y.’ı, hep birlikte iştirak halinde dövdükleri ve bu nedenle hayati tehlike oluşturacak ve duyulardan ve organlardan birinin işlevini yitirecek şekilde yaraladıkları ileri sürülerek kamu davası açıldığı, bu davadan ayrı olarak askeri yargı yerinde davası devam eden diğer sanık E. F.’ın bu eyleme iştirakinin söz konusu olduğu, statüsü nedeniyle eyleminin ayrıca “asta müessir fiil” suçunu oluşturup oluşturmadığı ve hukuki durumunun yargılamanın devam ettiği mahkemece değerlendirileceği, sanıklar hakkında E. F.’ın ayrıca işlediği ileri sürülen suça ilişkin ve bu suça iştirak ettiklerinden bahisle açılmış bir kamu davasının bulunmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda olumsuz görev uyuşmazlığına konu “yaralama” suçuna uygun sanıklara yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır. Sanıkların yargılama aşamasında terhis edildikleri de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

353 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklara yüklenen eylemin askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Hozat Asliye Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Hozat Asliye Ceza Mahkemesi’nin 31.3.2011 gün ve E:2011/15, K:2011/23 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                  : 2012/22

KARAR NO             : 2012/22

KARAR TR             : 4.6.2012

(Ceza Bölümü)

ÖZET        : Asker kişi sanık hakkında “bilinçli taksirle yaralama” suçuna uygun eylemi nedeniyle açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması, davası ayrı yürüyen diğer sanığın terhis edilmesiyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.                            

K A R A R

Davacı        : K.H.

Katılan        : Ö. U.

Sanık          : M. B. G.

O L A Y     : Isparta İç Güv. Eğt. Tatb. Mrk. 2. Tb. 3. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Uzm.Çvş. M. B. G.’in Isparta 30 Yataklı İaşeli Revir Baş-tabipliğinde Nöbetçi Uzman Çavuş olarak görevli olduğu 13.10.2008 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli sanık Ulş. Er B. E. D.’nin de 018143 plakalı Land Rover ambulans aracının şoförü olduğu, 19:10 sıralarında nöbetçi doktorun U.B. isimli hastayı Isparta Asker Hastanesi Acil Servisine sevk etmesi ve ambulansla götürülmesini istemesi, sanık M. B. G.’i de araç komutanı olarak görevlendirmesi üzerine, kışla revirinden hastaneye doğru hareket ettikleri sırada, tanık beyanlarına göre aracın hız limitinin 20 km/saat olması gerekirken 50-60 km/saat olduğu ve tepe lambası ile sireninin açık olmadığı, bu sırada takımlar halinde gece eğitimi için kışla içersinde yürüyüş kolunda ilerleyen 40. P. Eğt. A. 2. Tb. 3. Bl. Komutanlığı personeli ile karşılaştıkları, havanın kararmış olması nedeniyle şoförün bölüğü geç fark ettiği ve hızı nedeniyle yavaşlayamadığı, karşıdan gelmekte olan bir aracın farlarının gözünü aldığı, bölüğün ise ambulansın sireni ve tepe lambası açık olmadığından arkalarından yaklaşmakta olan tehlikeyi fark edemediği, şoförün manevra yapmasına ve frene basmasına rağmen P. Er Ö. U.’a çarptığı, her iki bacağının kırılmasına sebep olduğu ve yaralamanın “hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu” nun belirtildiği, böylece araç komutanı olan sanık M. B. G.’in, memuriyet görevini ihmal, diğer sanık B. E. D.’nin bilinçli taksirle yaralama suçlarını işledikleri ileri sürülerek, sanık M. B. G.’in eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 144. maddesi delaletiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/2., sanık B. E. D.’nin eylemine uyan aynı Kanun’un 22/3, 89/1, 89/2-b ve 89/5. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 19.3.2009 gün ve E:2009/80, K:2009/251 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

Dağ Komando Okulu Ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Mahkemesi,sanıklardan  M.B.G’in yüklenen eylem nedeniyle cezalandırılmasına, diğer sanık hakkında açılan kamu davasında ise, sanığın yargılama aşamasında terhis edilmiş olması ve yüklenen eylemin askeri suç olmaması nedeniyle adli yargı yerinde yargılanması gerektiği açıklanarak görevsizlik kararı vermiş, kararın sanık M. B. G. tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 2. Dairesi, katılan Ö. U.’ın araç şoförü olan sanık ile araç komutanı olan sanık M. B. G.’in ihmali eylemleri sonucunda meydana gelen trafik kazasında yaralandığının kabul edildiği dikkate alındığında, sanığın eyleminin yasal koşulları oluştuğu takdirde özel bir suç tipi olan “taksirle yaralamaya sebebiyet vermek” suçunu oluşturacağı, bu durumda 353 sayılı Yasa’nın 12 ve 17. maddeleri uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği açıklanarak, hükmün suç vasfına bağlı görev ilişkisi yönünden bozulmasına karar vermiştir.

DAĞ KOMANDO OKULU VE EĞİTİM MERKEZİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 30.11.2011 gün ve E:2011/692, K:2011/371 sayıyla, bozma ilamında yazılı hususları tekrar ederek sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Isparta 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

ISPARTA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ:19.1.2012 gün ve E:2012/36, K:2012/32 sayıyla, sanıklardan B. E. D.’ye yüklenen eylemin taksirle işlenen suçlardan, sanık M. B. G.’e yüklenen eylemin kasıtla işlenebilen suçlardan olduğu ve bu iki suçun müştereken işlenemeyeceği, bu sanığın eylemi ile B.’ın eylemine katıldığı ileri sürülmekte ise de, adli yargı yerinde yolcu ya da yayalara öngörülen idari yaptırımlara ilişkin suçu oluşturabileceği, sanığın yolcu niteliğinde olduğu ve adli yargı yerinde üzerine yüklenebilecek bir suç olmadığı, araç komutanı olarak Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen suç nedeniyle yargılamasının askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü toplantısında;

I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,  Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.

"Askeri suç" ise, öğretide ve uygulamada;

a) Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan suçlar,

b) Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen suçlar, 

c) Türk Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.          

Aynı Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191 sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması ..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.

353 sayılı Yasa’nın “Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12. maddesinde  "Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir" denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suçun müştereken işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının adliye mahkemelerinde yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, dosya içinde mevcut dört kişiden oluşan idari tahkikat heyetince yapılan soruşturma sonucu düzenlenen idari tahkikat raporunda, sanık P. Uzm. Çvş. M.B.G.’in hız limitleri konusunda sürücüyü ikaz etmediği ve ambulans aracının esas güzergahını değiştirdiğinin tespit edildiğinin belirlendiği, bilirkişi raporunda ise, kazanın neden-sonuç ilişkisine bakıldığında, ambulansın hastaneye giderken siren ve tepe lambalarının yanmadığı ve hızlı olduğunun saptandığını, şayet aksi olsa idi gece karanlığında ışığın rahat görülebileceği ve sirenin duyulabileceği belirtilerek hız kuralına da uyulmadığı nedeniyle sanık M. B. G.’in ambulansın siren ve tepe lambalarının yakılması konusu ile hız sınırlarına uyulması konusunda araç şoförünü yeterli şekilde uyarmadığı için kusurlu olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, sanıklar M. B. G. ile B. E. D.’nin bilirkişi raporu ile tesbit edildiği şekilde kusurlu hareketleriyle, meydana gelen olaya sebebiyet vermiş olmaları, sanık M. B. G.’in eylemi ile sonuç arasında doğrudan doğruya ilişki bulunduğu da gözetildiğinde, eylemlerinin müşterek işlenmiş suç niteliğinde bulunduğu, sanığa yüklenen eylemin de bu suç kapsamında değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.

Sanık B. E. D.’nin yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanıkların ortak kusurlarıyla Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan taksirli suçlarından dolayı, 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca birlikte yargılanmalarının mümkün olup olmayacağının incelenmesi gerekmektedir.

Anılan Yasa’nın 12. maddesinde yer alan “bir suçun müştereken işlenmesi halinin, iştirak hükümlerini de içine almakla beraber daha geniş bir mana ifade etmesi, bir eylemin birlikte beraber işlenmesi, eylemi ile başka eylemlerin meydana gelmesine ve sonuçta bir eylemin oluşmasına ayrı ayrı kusurlarıyla birlikte sebep olan sanıklar arasında Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 8. maddesinde düzenlenen “bağlılık” durumunun da mevcut olması, ayrıca kusur derecelerinin belirlenmesinde, kanıtların değerlendirilmesinde, ceza miktarlarının saptanmasında çelişkilerin meydana gelmemesi bakımından da ortak kusurla birlikte işlendiği anlaşılan eylem nedeniyle sanıklar hakkında açılan kamu davalarının aynı yargı yerinde birlikte görülmesi, bu nedenle yüklenen suçun da askeri suç olmaması göz önüne alınarak 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi hükmü uyarınca sanıkların birlikte adli yargı yerinde yargılanmaları, bu nedenle Isparta 1. Sulh Ceza  Mahkemesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Isparta 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.1.2012 gün ve E:2012/36, K:2012/32 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2010/95

KARAR NO            : 2012/93

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Yatırım malları dolayısıyla tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenebilmesinin teminatın verilmesi şartına bağlandığı, dolayısıyla, teminatın çözülebilmesi için yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşması gerektiği, bu durumda teminatı verenin mutemet ya da yatırımcı firma olduğuna bakılmaksızın, kanunen öngörülen koşulun gerçekleşmesinin aranacağı nedeniyle adli yargı kararının KALDIRILMASI, hukuk ve usule uygun bulunan İDARİ YARGI kararının BENİMSENMESİ suretiyle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ giderilmesi hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının

Giderilmesini İsteyen:T.C.Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat Md.lüğü      

Vekili                         : Av. G. V.

Karşı Taraf : …………dTic. San. A.Ş.

Vekili                         : Av. M. Y.

O L A Y    : Davacı şirket (.......... Tic. San. A.Ş.), mutemet sıfatıyla bir yatırımcı firmaya ait yatırım teşvik belgesine dayanılarak, Haydarpaşa Giriş Müdürlüğünce tescilli çeşitli gün ve sayılı giriş beyannameleri ile ithal edilen eşyaya ait, katma değer vergilerinin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 46. maddesinin 6. fıkrası gereğince ertelenmesi için teminat mektupları vermiştir.

İthalatın gerçekleşmesinden sonra, yatırım teşvik belgesinin sahteliğinin ortaya çıkması nedeniyle davacı şirket adına, ertelen gümrük vergi ve resimlerine ilişkin ödeme emirleri düzenlenerek tebliğ edilmiştir.

Anılan ödeme emirlerine karşı davacı şirket tarafından açılan davalarda, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin kararlarıyla ödeme emirlerinin iptaline hükmedilmiş, sözü edilen kararlar temyiz incelenmesinden geçerek kesinleşmiştir.

Buna karşın davalı kurumca, 13.4.1994 günlü, 4270 sayılı yazı ile sözü edilen ödeme emirleri içeriği alacakların 15 gün içinde ödenmesi, aksi halde 6183 sayılı Yasa uyarınca işleme devam olunacağı davacı şirkete bildirilmiştir.

Davacı şirket, 2.5.1994 günlü dilekçesi ile yukarıda değinilen iptal kararlarından söz ederek 13.4.1994 günlü işleme davalı kurum nezdinde itiraz etmiştir.

Davalı kurumun (Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı) 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemi ile alacakların derhal ödenmemesi durumunda teminatların irada intikali ile yeterli olmayan kısmının haczen tahsisli yoluna gidileceği belirtilmiştir.

1- Davacı Şirket vekili, teminat mektuplarının irada kaydedileceği yolundaki 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 2. Vergi Mahkemesi: 19.4.1995 günlü, E:1994/1606; K:1995/1053 sayı ile, olayda davacı şirketin mutemet sıfatıyla ithalatını gerçekleştirdiği eşyayı ithalatçı firmaya teslim ettikten ve bu yolla aralarındaki mutemetlik sözleşmesinin gereğini yerine getirdikten sonra yatırımcı firmanın aldığı teşvik belgesinin ve çeki, listelerinin sahteliğinin ortaya çıktığının ve söz konusu belgelerin düzenlenmesinde mutemet firma temsilcilerinin bir kusuru olmadığının Üsküdar Savcılığının 5.12.1988 gün ve Hz.1988/10314 sayılı takipsizlik kararından anlaşıldığı; bu durumda, çeşitli beyannameler kapsamı eşyanın vergiden muaf olarak ithaline dayanak oluşturan teşvik belgesi ile çeki, listelerinin sahteliği konusunda mutemet firmaya kusur yüklenemeyeceğinden ve ödevli şirket adına düzenlenen ödeme emirleri Mahkemece iptal edildiğinden, davacı şirketin ithal edilen eşya için tahakkuk ettirilen gümrük vergisi ile diğer vergi ve resimler, fon ve hazine hissesine karşılık olarak verdiği teminat mektuplarının nakte çevrileceğine ilişkin 5.8.1994 günlü işlemin yasal dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemin iptaline karar vermiş, bu karar davalı kurumca temyiz edilmiştir.

Danıştay Yedinci Dairesi: 26.12.1996 günlü, E:1995/5187, K:1996/5299 sayı ile, aynen;

“Dosyanın incelenmesinden, davanın, yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 46’ncı maddesinin 6’ncı fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet firma sıfatıyla yükümlü tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun olay tarihinde yürürlükte olan 46’ncı maddesinin 6 numaralı fıkrasında, “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesinde gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisi, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenir. Bu ertelemede 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun süre ve tecil faizi ile ilgili hükümleri uygulanmaz. Şu kadar ki yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi halinde ertelenen vergi tahakkuk ettiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil  faizleri % 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edilir. Erteleme süresince zamanaşımı işlemez.” denilmiş, 31.12.1984 gün ve 18622 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9 seri nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinin Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgelerine bağlanan yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisine ilişkin işlemleri düzenleyen (a) bendinde; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgelerinde kayıtlı yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisi, 3065 sayılı Kanunun ilgili hükümleri gereğince gümrük idareleri tarafından tarh ve tahakkuk ettirilerek, bu verginin indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği, (b) bendinde; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesinde; amme borcunun vadesinde ödenmesi veya haczin tatbiki veyahut haczolunmuş malların paraya çevrilmesi amme borçlusunu çok zor duruma düşürecekse, borçlu tarafından yazı ile istenilmiş ve teminat gösterilmiş olmak şartıyla, alacaklı amme idaresince veya yetkili kılacağı makamlarca amme alacağının iki yılı geçmemek üzere ve faiz alınarak tecil olunabileceği, Teşvik Belgesine bağlı yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin ertelenebilmesi için, bu yatırım mallarını ithal edecek yatırımcının, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesi ile ithal edilecek yatırım mallarını gösteren çeki listesinin birer örneğinin gümrük idaresine ibrazının yeterli olacağı, bu durumda 6183 sayılı Kanunun yukarıda yazılı 48. maddesinde belirtilen sürenin dikkate alınmayacağı ve ertelenen katma değer vergisine tecil faizi uygulanmayacağı, ancak, aynı madde hükmüne göre ithal edilen yatırım malları dolayısıyla ertelenen katma değer vergisi miktarı kadar teminat alınacağı, (c) bendinde; mükelleflerce, yatırımın gerçekleştiği tarihten sonra mal teslimleri ve hizmet ifaları dolayısıyla vergi dairesine beyan edilip ödenen katma değer vergisi toplamı yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi toplamına ulaştığında, söz konusu tecil tutarında katma değer vergisi ödendiğine dair vergi dairesinden alınacak bir yazının ilgili gümrük idaresine ibraz edileceği ve gümrük idaresince de daha önce yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisinin terkip edileceği, terkin edilen vergi ödenmediği için hiçbir şekilde indirim konusu yapılmayacağı ve gider kaydedilemeyeceği, (d) bendinde de, yatırımın teşvik belgelerinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi halinde, gümrük idarelerince, ertelenen verginin tahakkuk ettirildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesine göre ilgili yıllar için geçerli olan tecil faizleri % 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği, erteleme süresince zamanaşımının işlemeyeceği açıklanmış bulunmaktadır.

Yine 22.11.1986 gün ve 19289 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 24 seri nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinin “Mutemet Eliyle İthalat” başlıklı (F) bölümünün beşinci paragrafında, ithalatın mutemet eliyle yapılması halinde, gümrük giriş beyannamesi adına tescil edilen mutemet firmanın veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın mutemet firma lehine teminat vermesinin mümkün bulunduğu, söz konusu teminatın yatırımının gerçekleştirilmesinden sonra ithalatçı firmanın vergiye tabi işlemleri dolayısıyla vergi dairesine beyan edip ödediği katma değer vergisi tutarının ithalat sırasında ertelenen vergi miktarına ulaşması sonucu, ilgili vergi dairesinden alınacak yazının gümrük idaresine ibrazı ile çözülebileceği belirtilmiştir.

Olayda, mutemet .......... Ticaret Sanayi A.Ş. tarafından çeşitli yatırımcı firmalara ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle ödenmesi gereken katma değer vergileri tahakkuk ettirildikten sonra bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiği ve ertelenen katma değer vergisi tutarı kadar banka teminat mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığı anlaşılmaktadır.

Yatırım malları dolayısıyla tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenebilmesi teminatın verilmesi şartına bağlandığı cihetle ister mutemet firma, isterse yatırımcı firma tarafından verilmiş olsun verginin ancak teminat karşılığı ertelenmesi mümkündür.

Teminatın çözülebilmesi bakımından kanunen yerine getirilmesi gereken koşul ise, yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşması olduğuna göre, bu halde de teminatı verenin mutemet veya yatırımcı firma olduğuna bakılmaksızın kanunen öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin aranması gerekir.

Teminatın çözülmesine yönelik davada belirtilen hususlar üzerinde durulmak suretiyle bir sonucu varılması zorunlu iken, yazılı gerekçe ile verilen vergi mahkemesi kararında isabet görülmemiştir..”

Gerekçesiyle temyiz istemi kabul edilerek Vergi Mahkemesi kararı bozulmuştur,

İSTANBUL 2. VERGİ MAHKEMESİ: 18.5.1998 günlü, E: 1998/261; K:1998/663 sayı ile, bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılamada, 5.3.1998 ve 13.4.1998 günlü, 1998/260-261 sayılı ara kararı ile davalı kurumdan yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşıp ulaşmadığının, ilgili belgelerin gümrük idaresine ibraz edilip edilmediğinin, edilmiş ise örneklerinin ve yatırımcı firma unvanının bildirilmesinin istendiği, davalı yönetimin ara kararına verdiği yanıttan, davacı şirketin mutemet firma olarak Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünde işlem gören ve sahteliği saptanan yatırım teşvik belgelerinden kaynaklanan KDV ertelenmesiyle ilgili olarak erteleme tarihinden sonra gerek anılan firmalar ve gerekse yatırımcı firmalar tarafından KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığını belgeleyecek ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz edilmediğinin dosyanın incelenmesinden anlaşıldığı, söz konusu yatırım teşvik belgelerinin adlarına düzenlendiği firmaların teşvik sayı ve tarihleri ile FOB değer ve miktarlarını da içerir biçimde ilişik listede belirtildiğinin görüldüğü, bu durumda teminatın çözülebilmesi için yasal olarak yerine getirilmesi gereken koşullar gerçekleşmediğinden mutemet firma tarafından verilen teminat mektuplarının geri verilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle DAVANIN REDDİNE 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemin ONANMASINA hükmetmiş; bu karar DANIŞTAY YEDİNCİ DAİRESİ’nin 12.5.1999 günlü, E:1998/2638; K:1999/1987 sayılı kararıyla ONANMIŞ, aynı Dairenin 9.10.2000 gün ve E:2009/2733, K:2009/2660 sayılı kararıyla kararın düzeltilmesi istemi reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

2-.......... Tic. San. A.Ş. vekili mutemet sıfatıyla gerçekleştirdiği ithalat için verdiği teminat mektuplarının iadesine karar verilmesi istemiyle 18.8.1994 tarihinde Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ: 19.12.1995 günlü, E: 1994/1155,  K:1995/1461 sayı ile davacının mutemet firma olarak vergiden muaf eşyanın ithaline dayanak oluşturan teşvik belgeleri ile çeki, listelerinin sahteliğinden dolayı mutemet firmaya bir kusur yüklenemeyeceğine göre belgelerin sahteliğinin mahkemece araştırılmasının esasa etkisinin bulunamayacağı ve ödeme emirlerinin de Vergi Mahkemesinin kesinleşen ilamları ile iptal edildiği, varsa vergi alacağının ithalatçı firmadan tahsilinin gerekeceği, bu nedenle davalı yönetim yönünden davanın kabulü gerektiği, diğer davalılar olan Yapı ve Kredi Bankası ile Egebank’ın davalı yönetime davacı lehine teminat mektubu verdiklerinden davanın bunlara yöneltilmesinin olanaklı olmadığı, bu nedenle bu iki davalı yönünden pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle davanın reddinin gerekeceği, bu durumda, vergilerden sorumlu olmayan mutemetin kendi adına vermiş olduğu teminat mektuplarının davalı yönetimden alınarak davacıya verilmesine, diğer davalılar yönünden davanın husumet nedeniyle reddine, karar vermiş; anılan karar YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ’nin 9.9.1996 günlü, E:1996/4890; K:1996/5496 sayılı kararıyla, ONANMIŞ ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 5.12.1996 gün ve E:1996/8251, K:1996/8575 sayılı kararıyla reddedilmiş ve kesinleşmiştir.

Bunun üzerine Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığınca Uyuşmazlık Mahkemesine hitaplı  dilekçe ile 3.2.2010 tarihinde İSTANBUL ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ’ne başvurulmuştur.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilince, teminat mektuplarının iadesi istemiyle .......... San. A.Ş. tarafından açılan davada İstanbul Asliye 7. Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 günlü, E:1994/1155; K:1995/1461 sayılı kararıyla istemin kabulüne karar verildiği, bu kararın kesinleştiği; aynı konuda, aynı taraflar arasında açılan davanın, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 8.5.1998 günlü, E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararıyla reddedildiği ve bu kararın da kesinleştiği; kararlardaki uyuşmazlık nedeniyle hakkın yerine getirilemediği; bu nedenle İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul Asliye 7. Ticaret Mahkemesi kararları arasında doğduğu öne sürülen HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE karar verilmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunulmuştur.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından, mutemet sıfatıyla teşvik belgesine dayanılarak Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünce yapılan ithalat sırasında mutemet firmaca gümrük idaresine verilen banka teminat mektuplarının iadesi istemiyle Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş ve Egebank A.Ş. Elmadağ Şubesine karşı açılan davada, davanın kabulü ve 23 adet teminat mektubunun iadesine ilişkin olarak verilen ve Yargıtay 11'inci Hukuk Dairesinin 9.9.1996 gün ve E:1996/4890, K:1996/5496 sayılı kararı ile onanan İstanbul 7'nci Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kararı ile davacı şirketin Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğüne sözkonusu banka teminat mektuplarının iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin olarak İstanbul İkinci Vergi Mahkemesince verilen ve Danıştay Yedinci Dairesinin 12.5.1999 gün ve E:1998/2638, K:1999/1987 sayılı kararı ile onanan 18.5.1998 gün ve E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararı arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği idari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesinin gerektiği 2247 sayılı Yasanın 24'üncü maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için, idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasında çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının aranmadığı, hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan İstanbul 7'nci Asliye Ticaret Mahkemesi kararı ile, .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından mutemet firma sıfatıyla ithal edilen demirlerden dolayı gümrük vergileri nedeniyle sorumlu tutulamayacağı, bu vergilerin sorumlu olan fiilen ithalat yapan şirketten aranması gerektiği gerekçesine dayalı olarak 23 adet teminat mektubunun iadesine karar verildiği, İstanbul İkinci Vergi Mahkemesi kararı ise, davacı şirket tarafından mutemet sıfatı ile teşvik belgelerine dayalı olarak ithal edilen eşyalara ait katma değer vergilerinin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ile aynı Kanunun uygulanmasına ilişkin 9 ve 24 seri numaralı Genel Tebliğler ile getirilen düzenlemelere dayanılan ve katma değer vergisi ile ilgili mutemet veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden sonra söz konusu teminat mektuplarının iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin bir karar olduğu, bu açıklamalara göre; adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe dayalı davacısı aynı olan sözkonusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi, bu çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan; olayda, 2247 sayılı Yasanın 24'üncü maddesinde öngörülen anlamda hüküm uyuşmazlığının varlığının kabulünün gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda çözümleneceğine gelince; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun olay tarihinde yürürlükte olan 46'ncı maddesinin 6'ncı fıkrasında; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesinde gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği; bu ertelemede, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun süre ve tecil faizi ile ilgili hükümlerinin uygulanmayacağı; şu kadarki, yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmesi halinde, ertelenen verginin tahakkuk ettiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48'inci maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil faizlerinin% 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği ve erteleme süresince zamanaşımı işlemeyeceğinin öngörüldüğü, dosyanın incelenmesinden; mutemet .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından çeşitli yatırımcı firmalara ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle ödenmesi gereken katma değer vergilerinin tahakkuk ettirilmelerinden sonra bu verginin fiilen indirilmelerinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiğinin ve ertelenen katma değer vergisi tutarları kadar banka teminat mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığının anlaşılması ve teminatın çözülmesinin, yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşmasına bağlı olması karşısında; teminatın iadesi için, teminatı verenin mutemet veya ithalatçı firma olduğuna bakılmaksızın, bu koşulun gerçekleşmiş olmasının aranması gerektiği, oysa, olayda, davacı şirketin yasada öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği, dolayısıyla; davanın, Vergi Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümünün isabetli olduğu, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, açıklanan nedenle, İstanbul 7'nci Asliye Ticaret Mahkemesinin kesinleşen 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı davanın kabulü yolundaki kararının kaldırılması ve dava hakkında, İstanbul İkinci Vergi Mahkemesinin kararı doğrultusunda hüküm kurulmasının gerektiği yolunda yazılı düşünce verilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Hüküm uyuşmazlığının İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 18.5.1998 gün ve 1998/261 Esas, 1998/663 sayılı kararı ile İstanbul 7. Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 gün ve 1994/1155 Esas, 1996/1461 sayılı kararı arasında oluştuğu ileri sürülerek müracaatın yapıldığı, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 1998/261 Esas sayılı dava dosyasının yapılan incelemesinde: davacı .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. vekili tarafından Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğüne karşı açılan davada, yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46. maddesinin 6. fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet firma sıfatıyla yükümlü tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı ve yapılan yargılama sonucunda; mutemet davacı şirket tarafından çeşitli yatırımcı firmalara ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle katma değer vergilerinin tahakkuk ettirildikten sonra bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiği ve ertelenen katma değer vergisi tutarı kadar banka teminat mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığı, teminatın· çözülebilmesi bakımından kanunen yerine getirilmesi gereken koşulun "yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşması olduğu", bu nedenle teminat verenin mutemet veya yatırımcı firma olduğuna bakılmaksızın kanunen öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin aranması gerektiğinden, 5.3.1998, 13.4.1998 tarih ve 1990/260-261 sayılı ara kararları ile davalı Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünden yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşıp ulaşmadığı ve ilgili belgelerin gümrük idaresine ibraz edilip edilmediği hususundaki ara karara verilen 14.5.1998 gün ve 85/1-(G. Eks.)-5541 sayılı yazıda "davacı firmanın mutemet firma olarak gümrükte işlem gören ve sahteliği tespit edilen yatırım teşvik belgelerinden kaynaklanan KDV ertelenmesi ile ilgili olarak erteleme tarihinden sonra gerek anılan firmalar gerek yatırımcı firmalar tarafından KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığını belgeleyecek ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz edilmediği dosyanın tetkikinden anlaşılmıştır..." şeklinde alınan cevap üzerine dava konusu olan teminatın çözülebilmesi için kanunen yerine getirilmesi gereken koşullar gerçekleşmediğinden mutemet firma tarafından verilen teminat mektuplarının iade edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılarak davanın reddine karar verildiği ve kararın temyiz incelemesi sonucunda Danıştay 7. Dairenin 12.05.1999 tarih ve 1998/2638 Esas, 1999/1987 sayılı kararı ile uyuşmazlığın yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46'nci maddesinin 6'ncı fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet sıfatıyla davacı tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali isteminden doğmuş bulunduğu belirtildikten sonra, yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş ve karar düzeltme talebinin de reddi üzerine söz konusu kararın 5.1.2010 tarihinde kesinleştiği, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1994/1155 Esas sayılı dava dosyasında: Davacı .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. vekili tarafından davalılar T.C. Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü, Yapı Kredi Bankası A.Ş. ile Egebank A.Ş. aleyhine açılan davada, davacı şirketin mutemet sıfatı ile ithal ettiği demirler için davalı Gümrük İdaresine Yapı ve Kredi Bankası Sultanhamam ve Aşirefendi şubeleri ile Egebank A.Ş.’nin Elmadağ şubesindeki kendi hesaplarından toplam 435.679.760 TL değerli 23 adet teminat mektuplarının davalı Gümrük İdaresine verildiğini davalı gümrük idaresinin davacının mutemet sıfatı ile yaptığı bu ithalatın teşvikli olduğu ve teşviklerin sahte olduğunun ithalattan sonra ortaya çıktığını ileri sürerek mutemet olan davacıya gümrük vergilerinden dolayı 23 adet ödeme emri gönderdiği ve her bir ödeme emri hakkında İstanbul 2 numaralı vergi mahkemesinde 1990/455 ile 1990/474 arasındaki numaraları içeren 23 adet dava açıldığını ve davacının vergi mükellefi olmaması sebebiyle hakkında düzenlenen ödeme emirlerinin iptal edildiğini ve bu suretle davacının bir vergi borcu olmadığının kesin olarak ortaya çıktığını ve davacının verdiği 23 adet teminat mektubunun davalı idarede sebepsiz ve karşılıksız olarak kaldığı, davacının hiçbir gümrük borcu olmadığı halde bu mektupların iade edilmediği, ayrıca paraya çevrileceğinin ısrarla beyan edildiğini ileri sürerek davalı idarece Danıştay nezdinde yapılan temyiz başvurusunun da tashihi karar başvurusunun da reddedildiğini ve haklarında kesin hüküm hasıl olduğunu mutemet olan davacı hakkında hiçbir cezai işlemde bulunmadığını yargı kararlarının herkes gibi davalı idareyi de bağlayacağı kuşkusuz olduğuna göre teminat mektuplarının iade edilmemesinin sadece taciz olduğunu, ayrıca davalı idarenin gönderdiği 5.8.1994 tarihli yazı ile mektupların paraya çevrilmesinin isteyeceğini bildirdiğini bu durumun davacının ticari hayatını sona erdirenini bildirerek 435.679.760 TL bedelli 23 adet teminat mektubunu davalı idareden alınarak taraflarına verilmesi talep edilmiş ve yapılan yargılama sonucunda davacının ithalat işlemini mutemet sıfatı ile yaptığı ve gümrük vergilerinden sorumlu olmadığı hususu dosyaya ibraz edilen idare mahkemesinin kesinleşmiş kararı ile sabit olduğu gibi davalı yetkilisi hakkında Cumhuriyet Savcılığınca takipsizlik kararı verildiği ve hakkında açılmış bir dava bulunmadığından davalı idarenin vergi nedeniyle alacağı varsa bunu fiilen ithalat yapan şirketten tahsil etmesi gerektiğinden vergilerden sorumlu olmayan mutemedin kendi adına vermiş olduğu teminat mektuplarının davalı idareden alınarak davacıya verilmesine gerektiği sonucunda ulaşarak davanın kabulüne karar verildiği, yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 9.9.1996 tarih ve 1996/4890 esas ve 1996/5496 sayılı kararı ile Mahkemece, toplanan kanıtlara göre, davacının ithalat işlemini mutemet sıfatıyla yaptığı, dosyaya ibraz edilen idare mahkemesinin kesinleşmiş kararına ve davacı idare yetkisi hakkında C.savcılığınca takipsizlik kararına göre gümrük vergilerinden sorumlu olmadığı, varsa vergi alacağının ithalatçı firmadan tahsili gerektiği gerekçesiyle davalı Muhakemat Müdürlüğü hakkındaki davanın kabulüne, diğer davalı bankalar açısından davanın pasif husumet yönünden reddine dair kararın onanmasına karar verilmiş ve tashihi karar talebinin reddi üzerine söz konusu kararın 5.12.1996 tarihinde kesinleştiği, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24. maddesinin birinci fıkrasında, "1nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir." hükmünün yer aldığı, hüküm uyuşmazlığına konu kararların, adli ve idari yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleştiği ve taraflarının aynı olduğu, İstanbul 2. Vergi Mahkemesi tarafından verilen kararın konusunun; "yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46. maddesinin 6. fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet firma sıfatıyla yükümlü tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali" olduğu, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen kararın konusunun; "davacının ithal ettiği demirler için davalı gümrük idaresine vermiş olduğu teminat mektuplarının davalı idarenin ithalatın teşvikli olduğu ve teşviklerin sahte bulunması iddiası ile davacıya gönderdiği gümrük vergilerinden kaynaklanan 23 adet ödeme emrinin açılan idari davalarda davacının vergi mükellefi olmaması nedeniyle reddedilip kesinleşmesine rağmen davacıya iade edilmemeleri ve 5.8.1994 tarihli yazı ile söz konusu teminat mektuplarının paraya çevrileceğinin bildirilmesi üzerine söz konusu teminat mektuplarının iade edilmesi" istemi olduğu uyuşmazlık konusu teminat mektuplarının davacı tarafa verilmesi hususunda adli ve idari yargı yerlerince verilen kararlar nedeniyle 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesinde ifade edilen hüküm uyuşmazlığının doğması için ''kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin de olanaksız bulunması" hususunun söz konusu olduğu, dava konusu uyuşmazlığın cereyan ettiği tarihte yürürlükte olan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46'ncı maddesinin 6'ncı fıkrasında; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesinde gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği; bu ertelemede, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un süre ve tecil faizi ile ilgili hükümlerinin uygulanmayacağı; şu kadar ki, yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmesi halinde, ertelenen verginin tahakkuk ettiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 48'inci maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil faizlerinin % 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği ve erteleme süresince zamanaşımı işlemeyeceği hükmünün yer aldığı, uyuşmazlık konusu olayda, davacı mutemet .......... Ticaret tarafından çeşitli yatırımcı Firmalara ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle ödenmesi gereken katma değer vergilerinin tahakkuk ettirilmelerinden sonra bu verginin fiilen indirilmelerinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiğinin ve ertelenen katma değer vergisi tutarları kadar banka teminat mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığının anlaşılması ve teminatın çözülmesinin, yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşmasına bağlı olması karşısında; teminatın iadesi için, teminatı verenin mutemet veya ithalatçı firma olduğuna bakılmaksızın, bu koşulun gerçekleşmiş olmasının aranması gerektiği, dava konusu uyuşmazlıkta, davacı şirketin yasada öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit edilmiş ve bu nedenle de İstanbul 2. Vergi Mahkemesi tarafından davacı şirket tarafından mutemet sıfatı ile teşvik belgelerine dayalı olarak ithal edilen eşyalara ait katma değer vergilerinin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun uygulanmasına ilişkin 9 ve 24 seri numaralı Genel Tebliğler ile getirilen düzenlemelere dayanılan ve katma değer vergisi ile ilgili mutemet veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın yükümlülüklerinin yerine getirmesinden sonra söz konusu teminat mektuplarının iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, dolayısıyla, davanın İstanbul 2.Vergi Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümü uygun olup, bu kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, açıklanan nedenle, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin kesinleşen 19.12.1995 gün ve 1994/1155 esas, 1995/1461 sayılı kararının kaldırılması gerektiği yönünde düşünce verilmiştir.

USULE İLİŞKİN İNCELEME:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 3.10.2011 günlü Görüşme ve Arakarar tutanağı ile konunun, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 18.5.1998 günlü, E:1998/261, K:1998/663 sayılı kesinleşen kararı ile İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 günlü, E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kesinleşen kararı arasında, 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinin öngördüğü biçimde doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı vekili tarafından yapılan başvuru olduğu belirtildikten sonra incelemenin tamamlanması için,

K A R A R :

1- İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi kararları arasında 2247 sayılı yasanın 24. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI BULUNDUĞUNA;

2-  2247 sayılı Yasanın 25. maddesi hükümleri uyarınca,

a) İdari Yargılama Usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe ve eklerinin 30 gün içinde yanıt verilmek üzere .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ne bildirilmesine, anılan Şirketçe verilen yanıtın karşı tarafa tebliği suretiyle dosyanın tekemmülünün sağlanmasına,

b) Usulü işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra Başkanlıkça belirlenecek günde işin esasının görüşülmesine, OY BİRLİĞİ İLE KARAR VERİLDİ denilmiştir.

Bunun üzerine, Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe ve ekleri karşı tarafa (.......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ne) tebliğ edilmiş, yasal süresi içerisinde cevap verilmemiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 24. maddesinin 2592 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, “1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir” hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden:

a) Ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş kararlar bulunmaktadır.

b) .......... Ticaret A.Ş. tarafından mutemet sıfatıyla gerçekleştirilen ithalat kapsamında Gümrük İdaresine verilen banka teminat mektupları ile ilgili olarak her iki yargı yerinde görülen davada konu aynı olduğu gibi, dava nedeni ve taraflar da aynıdır.

c) Her iki karar da derecattan geçerek kesinleşmiştir.

d) Söz konusu kararlarda davanın esası hükme bağlanmıştır.

e) VERGİ MAHKEMESİ’nce; Davacı şirket tarafından mutemet sıfatıyla teşvik belgelerine dayalı olarak ithal edilen eşyaya ait katma değer vergilerinin 3065 sayılı Yasa ve bu Yasanın uygulanmasına ilişkin 9 ve 24 seri numaralı Genel Tebliğler ile getirilen düzenlemelere dayanılan ve katma değer vergisi ile ilgili mutemet veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden sonra söz konusu teminat mektuplarının iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesine karşılık; ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’nce davacı şirket tarafından mutemet firma olarak vergiden muaf eşyanın ithaline dayanak oluşturan teşvik belgeleri ile listelerinin sahteliğinden mutemet firmaya bir kusur yüklenemeyeceğine göre, belgelerin sahteliğinin Mahkemece araştırılmasının sonuca etkili olamayacağı, ödeme emirlerinin de Vergi Mahkemesinin kesinleşmiş ilamları ile iptal edilmiş bulunduğu, varsa vergi alacağının ithalatçı firmadan alınmasının gerekmesi karşısında, davalı yönetim yönünden dosyanın kabulüne, davalılar Yapı ve Kredi Bankası ve Egebank’ın ise davacı lehine teminat mektupları vermeleri nedeniyle davanın bunlara yöneltilmesi mümkün görülmediğinden bunlar yönünden davanın reddine, karar verilmiş olup; adli yargı kararı ile teminat mektuplarının iadesi yolunda verilen hükmün idari yargı yerince verilen iade isteminin reddi yolundaki karar nedeni ile infaz edilebilme olanağının kalmadığı anlaşılmaktadır.

Belirtilen nedenlerle, İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi kararları arasında, 2247 sayıl Yasanın 24.maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği; verilen kararlar arasında HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI BULUNDUĞUNA OY BİRLİĞİ İLE karar verilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Başvuru dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin adli yargı dava dosyası ile imha edilen idari yargı dosyasının kesinleşmiş karar örnekleri, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, dayanılan Yasa ve Yönetmelik kuralları ile Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın hazırladığı rapor okunup incelendikten; ilgili Başsavcılarca gönderilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın yazılı düşünceler doğrultusundaki açıklamaları da dinlendikten sonra 2247 sayılı Yasanın 25.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Uyuşmazlık, .......... Ticaret A.Ş. tarafından mutemet sıfatıyla gerçekleştirilen ithalat kapsamında Gümrük İdaresine verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminden kaynaklanmıştır.

15.12.1984 günlü ve 18606 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren olay tarihinde yürürlükte olan 3099 sayılı, 25.10.1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanunun 4.maddesi ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 46.maddesine 6.fıkra eklenmiştir, bu fıkra uyarınca;

“Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgelerinde gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken Katma Değer Vergisi, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenir. Bu ertelemede 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un süre ve tecil faizi ile ilgili hükümleri uygulanmaz şu kadar ki yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi halinde ertelenen vergi, tahakkuk ettiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 nci maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil faizleri %50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edilir. Erteleme süresince zaman aşımı işlemez” hükmüne yer verilmiştir.

31.12.1984 gün ve 18622 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9 seri nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinin 3. maddesinde, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgesine bağlanan yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin göreceği işlemlerin;

a bendinde, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgelerinde kayıtlı yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin, 3065 sayılı Kanunun ilgili hükümleri gereğince Gümrük İdareleri tarafından tarh ve tahakkuk ettirilerek, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği,

b bendinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesinde; amme borcunun vadesinde ödenmesi veya haczin tatbiki veyahut haczolunmuş malların paraya çevrilmesi amme borçlusunu çok zor duruma düşürecekse, borçlu tarafından yazı ile istenmiş ve teminat gösterilmiş olmak şartıyla, alacaklı amme idaresince veya yetkili kılacağı makamlarca amme alacağının iki yılı geçmemek üzere ve faiz alınarak tecil olunabileceğinin hükme bağlandığı,

Teşvik Belgesine bağlanan yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin ertelenebilmesi için, bu yatırım mallarını ithal edecek yatırımcının Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgesi ile ithal edilecek yatırım mallarını gösteren çeki listesinin birer örneğinin gümrük idaresine ibrazının yeterli olacağı, bu durumda, 6183 sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen sürenin dikkate alınmayacağı ve ertelenen katma değer vergisine tecil faizi uygulanmayacağı ancak aynı madde hükmüne göre, ithal edilen yatırım malları dolayısıyla ertelenen katma değer vergisi miktarı kadar teminat alınacağı,

c bendinde, mükelleflerce, yatırımın gerçekleştiği tarihten sonra mal teslimleri ve hizmet ifaları dolayısıyla vergi dairesine beyan edilip ödenen katma değer vergisi toplamı, yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi toplamı, yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi toplamına ulaştığında, söz konusu tecil tutarında katma değer vergisi ödendiğine dair vergi dairesinden alınacak bir yazı ile Gümrük İdaresine ibraz edileceği ve Gümrük İdaresince de daha önce yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisinin terkin edileceği, terkin edilen vergi ödenmediği için hiçbir şekilde indirim konusu yapılmayacağı ve gider kaydedilemeyeceği,

d bendinde, Yatırımın Teşvik Belgelerinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi halinde, Gümrük İdarelerince, ertelenen vergi tahakkuk ettirildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48.maddesine göre ilgili yıllar için geçerli olan tecil faizleri %50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği erteleme süresince zamanaşımının işlemeyeceği şeklinde düzenlendiği,

22.11.1986 gün ve 19289 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 24 Seri Nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinin “Mutemet Eliyle İthalat” başlıklı F bölümünde,

“…Bilindiği üzere 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1/2 nci maddesi gereğince, her türlü mal ve hizmet ithali katma değer vergisine tabi bulunmaktadır.

Aynı Kanunun 46’ncı maddesine 3099 sayılı Kanunla eklenen 6’ncı fıkra hükmü uyarınca Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından teşvik belgesine bağlanan yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisi tarh ve tahakkuk ettirilerek bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenmekte ve ertelenen katma değer vergisi kadar teminat alınmaktadır. Yatırımın gerçekleşmesinden sonra, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanıp beyan edilerek ödenen katma değer vergisi toplamı yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi toplamına ulaştığında vergi dairesinden alınacak bir yazı Gümrük İdaresine ibraz edilerek teminat çözülmektedir.

26.12.1985 tarih ve 18970 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İthalat Yönetmeliğinin 16 ncı maddesi hükmü gereğince Teşvik Belgesine bağlı olarak mutemet eliyle yapılan ithalatta yukarıda belirtilen Kanun hükmünün uygulanmasında aşağıdaki şekilde hareket edilmesi gerekmektedir.

Bilindiği gibi, ithalatın mutemet eliyle yapılması durumunda vekalet akdine benzer bir durum söz konusu olup; mutemet, ithalatçının vekili gibi ithalat işlemlerini takip etmesine rağmen, ithal edilen malın mülkiyeti kendisine geçmemekte malın mülkiyeti asıl ithalatçıya ait bulunmaktadır.

Buna göre ithalatın yukarıda belirtildiği şekilde mutemet eliyle yapılması halinde, Gümrük Giriş beyannamesi adına tescil edilen mutemet firmanın veya bu firmaya mutemet tayin eden firmanın mutemet firma lehine teminat vermesi mümkün bulunmaktadır. Söz konusu teminat, yatırımın gerçekleştirilmesinden sonra, ithalatçı firmanın vergiye tabi işlemleri dolayısıyla vergi dairesine beyan edip ödediği katma değer vergisi tutarının, ithalat sırasında ertelenen vergi miktarına ulaşması sonucu, ilgili vergi dairesinden alınacak yazının gümrük idaresine ibrazı ile çözümlenecektir.

Diğer taraftan mutemet firmanın, bu ithalat işlemi için yaptığı aracılık işlemi nedeniyle elde ettiği komisyonculuk geliri katma değer vergisi kapsamında vergilendirilecektir.” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İstanbul Deniz Nakliyatı A.Ş. adına Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Teşvik ve Uygulama Başkanlığı’nca 22.9.1986 günlü ve 15698 belge nolu Yatırım Teşvik Belgesi ve Yatırım İndirimi Belgesi düzenlendiği, bu belgenin içeriğinde Yatırım ile ilgili Gümrük Muafiyeti, Yatırım İndirimi, Döviz Tahsisi, Vergi – Resim Harç İstisnası gibi teşvik tedbirlerinin bu belgede öngörülen değer ve şartlar esas olmak üzere Bakanlar Kurulu Kararnamesi ve Tebliğler gereği herhangi bir uygulama belgesi aranmaksızın ilgili kuruluşlar tarafından tatbik edileceğinin belirtildiği; 20.10.1987 tarihli protokol ile İstanbul Deniz Nakliyatı A.Ş. firmasının yapacağı 1315 ton Profil’in ithal işlemini yaptırmak üzere .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin mutemet tayin ettiği; .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ni yatırım malı ithal eden mükelleflerin bu malların ithali sırasında ödemeleri gereken KDV için teminat mektubu verdiği; Maliye ve Gümrük Bakanlığının 10.10.1988 günlü 141-3608 sayılı yazısı ile, yapılan soruşturma nedeniyle Yatırım Teşvik Belgesi ve çeki listelerinin sahte düzenlendiğinin tespit edildiğinden bahisle .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ince vergi ve resimler toplamının noksan ödendiğinin anlaşıldığı; noksan alınan vergi ve resimlerin ödenmesi gerektiğinin bildirildiği; .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından muhtelif ithalatçılar adına mutemet sıfatıyla yapılan ithalata ilişkin vergilerin esas ithalatçılardan tahsil edilememesi, teşvik belgeleri ile çeki listelerinin sahte olduklarının tespiti üzerine, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığınca, ithal sırasında ödenmeyen gümrük vergi ve resimlerinin ithalatı mutemet sıfatıyla gerçekleştiren İltaş A.Ş.’den tahsili amacıyla ödeme emirleri düzenlendiği; İltaş A.Ş.’nin ödeme emirlerinin iptali istemiyle açtığı davaların, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinde iptalle sonuçlandığı ve Danıştay incelenmesinden geçerek onandığı; .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. vekilince, ithalat sırasında verilen KDV’ne ilişkin teminat mektuplarının iade edilmediği; ödeme emirlerinin iptal edilmesi nedeniyle teminat mektuplarının da iade edilmesi gerektiği öne sürülerek çeşitli tarihlerde Haydarpaşa Gümrük Müdürlüğüne başvuruda bulunulduğu; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı, Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünün 5.8.1994 günlü ve 9113 sayılı yazısı ile itirazlarının kabulünün mümkün olmadığı; alacakların derhal ödenmesi gerektiği aksi halde uhdelerinde bulunan teminatların irada intikali ile yeterli olmayan kısmının da haczen tahsili cihetine gidileceğinin bildirilmesi üzerine uyuşmazlık doğduğu anlaşılmıştır.

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden, katma değer vergisi yatırım malları dolayısıyla tahakkuk etmekte ve teminatın verilmesi şartıyla fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenebilmekte ve teminat ister mutemet firma isterse yatırımcı firma tarafından verilmiş olsun katma değer vergisi ancak teminat karşılığı ertelenebilmektedir.

Teminatın çözülmesi ise yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşması koşuluna bağlıdır.

Diğer yandan, düzenlenen Yatırım Belgesinde katma değer vergisi ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, verilen teminat mektubunun Katma Değer Vergisinin ertelenmesine ilişkin olduğu dolayısıyla, KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığına ilişkin bir belgenin de dosyaya sunulmadığı açıktır.

Bu durumda teminatı verenin mutemet veya yatırımcı firma olduğuna bakılmaksızın öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin aranması gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Katma Değer Vergisi toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığını belgeleyecek ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz edilmediği nedeniyle teminatın çözülebilmesi için kanunen yerine getirilmesi gereken koşullar gerçekleşmediğinden mutemet firma tarafından verilen teminat mektuplarının iade edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen ve kesinleşen İSTANBUL 2. VERGİ MAHKEMESİ kararı hukuk ve usule uygun bulunmuştur.

Belirtilen durum karşısında İSTANBUL ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ’nin 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kesinleşen kararının kaldırılmak suretiyle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.

KARAR:

1- Teminat mektubunun iadesi istemiyle İSTANBUL ASLİYE 7.TİCARET MAHKEMESİ’nde açılan davada, davacının ithalat işlemini mutemet sıfatıyla yaptığı ve gümrük vergilerinden dolayı sorumlu olmadığı hususunun dosyaya ibraz edilen idare mahkemesinin kesinleşen kararı ile sabit olduğu gibi, davalı yetkilisi hakkında C. Savcılığınca takipsizlik kararı verilmiş ve hakkında açılmış dava bulunmadığından davalı idarenin vergi nedeniyle alacağı varsa bunu fiilen ithalat yapan şirketten tahsil etmesi gerektiğinden vergilerden sorumlu olmayan mutemedin kendi adına vermiş bulunduğu teminat mektuplarının davalı idareden alınarak davacıya verilmesi gerektiği yönünde verilen 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kararın KALDIRILMASINA,

2- Hukuk ve usule uygun bulunan İSTANBUL 2. VERGİ MAHKEMESİ’nin 18.5.1998 gün ve E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararının BENİMSENMESİNE,

Bu suretle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/18

KARAR NO            : 2012/94

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Mera Kanunu uyarınca ödenen fon bedelinin yanlış ödendiği ileri sürülerek iadesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi

K A R A R

Davacı        : Hazineye İzafeten Ferizli Mal Müdürlüğü                           (Adli Yargıda)

Sakarya Valiliği (Defterdarlık Milli Emlak Müdürlüğü)          (İdari Yargıda)

Davalı        : Ferizli Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. A. İ. Y.

O L A Y    : Sakarya İli, Ferizli İlçesi, Köyiçi Mevkiinde 15 pafta 2752 parsel sayılı taşınmaz 1967 yılında yapılan tapulama sırasında mera vasıflı olarak ayrılmıştır.

Bu taşınmaz ifraz edilmiş 37 adedi Ferizli Belediye Başkanlığı adına tescil edilmiş, 152 adedinin ise aynı Belediye Başkanlığınca satışı yapılmıştır.

Satışı yapılması sonucunda taşınmaz el değiştirerek muhtelif kişiler adına tescilleri yapılmış, Hazine tarafından tapu iptali ve tescil davaları açılmış, taşınmazlardan bir kısmının Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesince tapu kayıtlarının iptaline ve dava konusu taşınmazın mera olarak sınıflandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar verilmiş ve kararlar kesinleşmiştir.

Sakarya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Müdürlüğü tarafından 14.12.2005 gün ve 5703 sayılı yazıyla Ferizli Belediye Başkanlığına başvurularak “…Bu konuda, 08.06.2004 tarih, 25486 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5178 sayılı Kanunun 5. maddesi ile 4342 Sayılı Mera Kanununa eklenen geçici 3. maddesinde ‘Belediye ve Mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 1.10.2003 tarihinden önce kesinleşen imar planları içerisinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek mera olarak kullanımı teknik olarak mümkün olmayan yerlerin tahsis amacı değiştirilerek hazine adına tescilleri yapılır. Ancak ilgili Belediye veya Kamu Kurum ve Kuruluşları adına tescil edilmiş olanların dava konusu olup olmadığına bakılmaksızın ücretsiz olarak tescilleri aynen ibka edilir. Hazine adına, tescil edilmesi gerekirken gerçek veya tüzel kişiler adına tescil edilmiş taşınmazlara ilişkin açılan davalardan, emlak ve rayiç bedellerinin toplamının yarısı üzerinden taşınmazların halen maliki olan kişilerce hazineye bedelinin ödenmesi kaydıyla vazgeçilir. Evvelce açılan davalarda, hazine lehine kesinleşen kararlara konu taşınmazların tapuları aynı esaslara göre önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına devredilir…’ hükmü yer almaktadır.

4342 sayılı Mera Kanununun geçici 3. maddesi uyarınca yapılan özel nitelikteki satışların 4706 sayılı Kanun kapsamında kalmadığı, Bakanlık (Milli Emlak Genel Müdürlüğü) 17.11.2005 tarih 45352 sayılı yazılarına ekli Milli Emlak Kontrolörlerinin 14.10.2005 tarih ve 2005/06,07 sayılı raporunun sonuç kısmının (A) bendi gereğince önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına satışı yapılan ekli listede adı-soyadı ve belediyeye yatırılan fon bedeli belirtilen taşınmaz mal satış bedellerinden Belediye adına, 775 sayılı Kanuna göre kesilen %10 belediye fonu olan 24.316,98.-YTL ve %30 Belediye payı olan 65.655,15.-YTL olmak üzere toplamda 89.972,13.-YTL (Seksendokuzmilyardokuzyüzyetmişiki YTL onüç YKR.) İdaremize iade edilmesi, rızaen ödenmemesi durumunda dava açılarak tahsilatın sağlanması istenilmiştir.

İş bu yazımızın (postada meydana gelebilecek gecikmelerde, yazının postaya verildiği

tarihi takip eden 7 (yedi) nci gün tebliğ tarihi sayılacaktır. Tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde 89.972,13.-YTL'nin İdaremize müracaatla ödenmesi aksi takdirde dava yoluna gidilerek yapılacak mahkeme masrafları ile birlikte tahsili cihetine gidilecektir…” denilmiştir.

Bu başvuruya karşın Belediye Başkanlığınca herhangi bir cevap verilmemesi üzerine davacı idarenin adli yargı yerinde açtığı davada, 6.2.2006 havale tarihli dilekçesinde, özetle Sakarya İli, Ferizli İlçesi, köyiçi mevkiinde bulunan evveliyatı mera olan ve 15 pafta 2752 parsel numarasında, senetsizken 1967 yılında yapılan tapulamada mera vasfıyla tescil edilen taşınmaz maldan ifraz edilen ve 37 adedinin halen Ferizli Belediyesi adına tescilli bulunduğunu, 152 adedinin usule aykırı olarak Belediyece satışının yapıldığını, satışının yapılması sonucu el değiştirerek muhtelif kişiler adına tescil edilen taşınmazlar hakkında, hazine adına taraflarınca tapu iptali ve tescil davası açıldığını, bunların bir kısmının mahkemece tapu kaydının iptali ve dava konusu taşınmazın mera olarak sınıflandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar verilerek kesinleştiğini, söz konusu taşınmazlarla ilgili olarak 08.06.2004 tarih ve 25486 sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 5178 sayılı Kanunun 5. maddesi ile 4342 sayılı Mera Kanununa eklenen geçici 3. Maddesinde "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan ve 1.10.2003 tarihinden önce kesinleşen imar planları içersinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek mera olarak kullanımı teknik olarak mümkün olmayan yerleri tahsis amacı değiştirilerek hazine adına tescilinin yapılacağı ancak ilgili belediye veya kamu kurum ve kurulları adına tescil edilmiş olanların dava konusu olup olmadığına bakılmaksızın ücretsiz olarak tescillerinin aynen ikba edileceği Hazine adına tescil edilmesi gerekirken gerçek veya tüzel kişiler adına tescil edilmiş taşınmazlara ilişkin açılan davalardan, emlak ve rayiç bedellerinin toplamının yarısı üzerinden taşınmazların hala maliki olan kişilerce hazineye bedelinin ödenmesi kaydıyla vazgeçileceği, daha önce açılan davalarda, hazine lehine kesinleşen kararlara konu taşınmazların tapuları aynı esaslara göre önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına devredilir." hükmünün düzenlendiği, evveliyatı mera olduğu gerekçesi ile daha önce tapu iptali, tescil davasına konu edilen taşınmazların belirtilen kanun hükmü doğrultusunda taşınmazın önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına satışının yapıldığı, söz konusu satışların 4706 sayılı "Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" hükümlerine göre taşınmaz mal satış bedellerinden 755 sayılı kanuna göre kesilen %10 Belediye Fonu olan 24.316;98 YTL ve % 30 Belediye payı olan 65.655,15 YTL olmak üzere toplam 89.972,13 YTL nin davalı kurum adına yatırıldığını, söz konusu işlemin 4706 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda incelendiğinde işlemin hatalı olduğu ve Büyükşehir Belediyesi adına yatırılan meblağın haksız olduğu ve iade edilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, tapu iptali ve tescil davalarına konu olan 2752 parsel numarasıyla kayıtlı evveliyatı mera olan taşınmazın imar planına göre infaz sonucu oluşarak Ferizli Belediyesi adına kaydedilen ve belediyece çeşitli şahıslara yapılan satışlarla mülkiyeti el değiştiren taşınmazların Mera Kanununa eklenen geçici 3. maddesinin son şekli karşısında bu maddenin tamamen uygulama alanı dışında kaldığı, hazine adına tescil edilmesi gerekirken doğrudan şahıslar adına tescil edilmiş taşınmazın satışının yapılabileceği, 2752 numaralı parselden oluşan taşınmazların maliklerinin ise doğrudan değil akdi bir işlemle taşınmazları Ferizli Belediyesinden satın almış kişiler olduğu, kanunun bu kişiler için uygulama imkanının ortadan kalktığı, mera kanunun geçici 3. maddesi uyarınca yapılan özel nitelikteki satışların 4706 sayılı kanun kapsamında değerlendirilmesinin doğru olmadığı, bu kanuna istinaden Büyükşehir Belediyesine yapılan Büyükşehir Belediyesi payı ödenmesinin de yasal dayanağının ortadan kalktığı öne sürülerek, Sakarya Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü'nün 14.12.2005 tarih ve 5703 sayılı yazısı ile ödenen meblağın yazı tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde iadesinin istendiği, davalı kurum 16.12.2005 tarihinde tebliğ yapılmış ise de herhangi bir ödeme yapmaması nedeni ile Belediye adına haksız olarak kesilen % 10 belediye fonu 24.316,98 YTL ve % 30 Belediye payı olan 65.655,15 YTL olmak üzere toplam 89.972,13 YTL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren gecikme faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle, talebin hukuki olmadığını, davacı tarafın bu satışın 4342 sayılı Mera Kanununun geçici 3. maddesine dayandığını iddia ettiğini ve dolayısıyla 4706 sayılı yasasının 5. maddesindeki payların belediyeye aktarılamayacağını iddia ettiğini, halbuki 4706 sayılı Yasanın 5.maddesinin 5. bendine bakıldığında "belediye ve mücavir alan sınırları içindeki hazineye ait taşınmazların satış bedellerinin tahsil edilen kısmından öncelikle yerinde muhafaza edilmeyen yapıların tasfiyesinde kullanılmak şartıyla % 10'u ilgili belediyelerin 20.07.1966 tarihli ve 775 sayılı Kanun hükümlerine göre oluşturulan fon hesabına aktarılır. Kalan kısmından ise ilgili Belediyeye % 30, varsa Büyükşehir Belediyesine % 10 pay verilir" dendiğini, yine durumun "706 sayılı Yasanın 3. maddesi kapsamında olduğu" ve "taşınmazların malikleri ise doğrudan değil akdi bir işlemle taşınmazları Belediyeden satın almış kişilerdir" gibi hukuki olmayan gerekçelere dayalı olarak bu payın geri istenmesinin yasal olmadığını ileri sürerek, davanın reddini talep etmiştir.

Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi: 23.10.2007 gün ve E:2006/14, K:2007/73 sayı ile, açılan davanın “alacak” davası olduğu, dosya kapsamından dava konusu paranın evveliyatı mer'a olan taşınmazların önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına yapılan satışların satış bedelinden davalı belediyeye ayrılan pay olduğunun anlaşıldığı dava konusu paranın belediyeye ödenmesinin dayanağını oluşturan 4706 sayılı Kanunun 5. maddesinin belediye ve mücavir alan sınırları içindeki Hazineye ait taşınmazların satılması haline ilişkin oIup evveliyatı mer'a olan taşınmazların önceki maliklerine veya Kanuni mirasçılarına satılması halinde uygulanmasının mümkün olmadığı, Mahkemelerince dosya bilirkişiye tevdii edilerek dava konusu taşınmazların satış bedellerinden davalı belediyeye ayrılan pay miktarı hususunda rapor alınmış olup bilirkişinin raporunda Ferizli Belediye Başkanlığı adına yatırılmış olan paylar toplamının 89.972,13 YTL olduğunu rapor ettiğinden davanın kabulüne karar vermek gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş, bu karar Ferizli Belediye Başkanlığınca temyiz edilmiş ise de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 19.11.2009 gün ve E:2009/585, K:2009/12999 sayı ile 3533 sayılı Kanununun 6.maddesine göre bu Kanun uyarınca verilen kararların temyiz edilebilme niteliği olmayıp, sadece itirazının mümkün olduğu bu durumda dilekçenin itiraz niteliğinde olduğunun kabulüyle isteğin hakemce incelenmesi gerektiği gerekçesiyle gerekli inceleme hakemce yapılmak üzere dosyanın geri çevrilmesine karar vermiştir.

FERİZLİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla): 12.7.2010 gün ve E:2010/1, Hakem Karar:2010/1 sayı ile, dava konusu edilen alacağın 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükümlerine göre taşınmaz mal satış bedellerinden 755 sayılı Kazanç Vergisi Kanununa göre kesilen %10 Belediye Fonu ve %30 Belediye payından kaynaklandığı, 2576 sayılı yasanın 6. maddesi gereğince Vergi Mahkemesinin görevlerinin genel bütçeye, İl Özel İdareleri, Belediye ve Köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları, 6813 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların ve diğer kanunlarla verilen işlerin çözümlenmesi olarak sayıldığı, bu hükme göre belediyelere ait vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlerin tarh, tahakkuk ve tahsil işlemlerinden doğan uyuşmazlıkların vergi mahkemelerinin ana görevlerinden birini oluşturduğu, somut olayda belediyelerce alınan fon ve payın “benzeri mali yükümler” kapsamına girdiği, bu davalara bakma görevinin Vergi Mahkemelerine ait olduğu dava konusunun özel hukuk hükümlerine tabi bir alacakmış gibi mahkemeye başvurulmasının alacağın niteliğini değiştirmeyeceği davanın genel mahkemelerde açılamayacağı, davanın idari yargı yerinde sonuçlandırılması gerektiği gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş bu karar kesinleşmiştir.

Davacı Sakarya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Müdürlüğü, bu kez Sakarya İli, Ferizli İlçesi sınırları dahilinde bulunan ve 4342 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi uyarınca hak sahibi şahıslara yapılan özel nitelikli satışlardan 4706 sayılı Yasanın 5.maddesi uyarınca sehven kesilerek (%10 belediye fonu olan 24.316,98 TL ve %30 belediye payı olan 65.655,15 TL) Ferizli Belediye Başkanlığına ödenen toplam 89.972,13 TL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle 11.10.2010 havale tarihli dilekçesi ile Sakarya Vergi Mahkemesinde dava açmıştır.

Sakarya Vergi Mahkemesi 13.10.2010 gün ve E:2010/785, K:2010/844 sayı ile, Vergi Mahkemelerinin görevlerini düzenleyen 2576 sayılı Kanunun 6.maddesinin Vergi Mahkemelerinin; genel bütçeye il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları ve bu hususlarda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun Uygulanmasından doğan davaları çözümleyeceğinin hükme bağlandığı dava dilekçesi ve eki belgelerinin incelenmesinden, uyuşmazlığa konu alanın Mera Kanunundan kaynaklanan satış sırasında olduğu ve alacağın genel bütçeye, il özel idareleri belediye ve köylere ait vergi, resim ve harç ile benzeri mali yükümlere ilişkin olmadığı, bu durumda, uyuşmazlığın çözümlenmesinde Mahkemelerinin görevli olmadığı, uyuşmazlığın çözümlenmesinde genel görevli mahkeme olan idare mahkemelerinin görevli olduğu ve dava dosyasının Sakarya İdare Mahkemesine gönderilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14 ve 15/1-a maddeleri uyarınca görev yönünden reddine, dava dosyasının görevli Sakarya İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

SAKARYA 1. İDARE MAHKEMESİ: 23.11.2010 gün ve E:2010/1061 sayı ile, 3533 sayılı Umumi ve Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayenin Tamamı Devlete veya Belediyeye veya Hususi İdarelere Ait Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolu ile Halli Hakkında Kanunun 1,2,4 ve 6. maddelerinden sözederek, yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları İdari Yargı dava türleri arasında sayılmış olup, Umumi, mülhak ve hususi bütçelerle idare edilen daireler ve belediyelerle sermayesinin tamamı Devlete veya belediye veya hususi idarelere ait olan daire ve müesseseler arasında çıkan uyuşmazlıkların tahkim usulü ile yüksek dereceli hukuk mahkemesi başkanı veya hakimi tarafından hakem sıfatıyla çözümleneceği, yapılan yargılama sonucu verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde kararı veren mahkemeye itiraz olunabileceği, itiraz üzerine verilecek kararların kesin olduğunun anlaşıldığı, uyuşmazlıkta; görülmekte olan davanın, olumlu veya olumsuz idari bir işlemin tesis edilmesi üzerine o işlemin iptali istemiyle açılan bir dava olmadığı, sehven ödendiği ileri sürülen paranın iade edilmesi talebiyle açılan bir dava olduğu, diğer bir ifade ile alacak davası niteliğinin bulunduğu sonucuna varıldığı, bu haliyle; uyuşmazlığı çözme görevinin hakem sıfatı ile Adli Yargı Mahkemelerinde bulunduğu sonucuna varıldığından, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde açılan davaya ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün hangi yargı koluna ait olduğunun ortaya konulabilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi gerektiği gerekçesiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 19.maddesi uyarınca dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olan yargı kolunun belirlenmesi amacıyla dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesi’nce 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Sakarya İli, Ferizli İlçesi sınırları içerisinde bulunan 2752 parsel numaralı taşınmazın 4342 sayılı Yasa'nın geçici 3. maddesi uyarınca hak sahibi şahıslara yapılan özel nitelikteki satışlardan 4706 sayılı Yasa'nın 5.maddesi gereğince sehven kesilerek Ferizli Belediye Başkanlığı'na ödendiği ileri sürülen % 10 belediye fonu olarak 24.316,98 TL ile %30 belediye payı olan 65.655,15 TL olmak üzere toplam 89.972,13. TL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren isleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 45. maddesinde,

“Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.

Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” hükmüne yer verilmiştir.

4342 sayılı Mera Kanununun geçici 3.maddesinde,

“…Belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 1.1.2003 tarihinden önce kesinleşen imar plânları içerisinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek mera, yaylak ve kışlak olarak kullanımı teknik açıdan mümkün olmayan yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek Hazine adına tescilleri yapılır. Ancak, bu nitelikteki taşınmazlardan ilgili belediye

veya kamu kurum ve kuruluşları adına tescil edilmiş olanların tescilleri bedel talep edilmeksizin aynen devam eder. Bunlar hakkında Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir. Hazinece bu nitelikteki taşınmazlar hakkında ilgili belediye veya kamu kurum ve kuruluşları aleyhine açılan davalar sonucunda Hazine adına tesciline veya mera, yaylak ve kışlak olarak sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilen, kesinleşen ve henüz tapuda işlemleri yapılmamış olan taşınmazlar hakkında da aynı hüküm uygulanır.

Birinci fıkrada nitelikleri belirtilen taşınmazlardan Hazine adına tescil edilmesi gerekirken gerçek ya da özel hukuk tüzel kişileri adına tescil edilmiş taşınmazlara ilişkin Hazinece açılan davalardan, taşınmazların emlak ve rayiç bedellerinin toplamının yarısı üzerinden hesaplanacak bedelin ilgililerce Hazineye ödenmesi kaydıyla vazgeçilir. Bu hüküm, henüz dava açılmamış taşınmazlar hakkında da uygulanır. Evvelce açılan davalarda Hazine adına tesciline veya mera, yaylak ve kışlak olarak sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilen ve kesinleşen kararlara konu olan bu nitelikteki taşınmazların tapuları da talep etmeleri halinde aynı esaslara göre önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına devredilir.

Birinci fıkrada nitelikleri belirtilen taşınmazlardan, Hazine adına tescil edilmesi gerekirken belediyeler adına tescil edilen ve belediyelerce konut veya işyeri yapılmak üzere bedelsiz olarak veya bedeli karşılığında gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine tahsis edilen, daha sonra Hazine tarafından ilgili belediye aleyhine açılan davalar sonucu mera, yaylak ve kışlak olarak sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilerek mera, yaylak ve

kışlak özel siciline yazılan, fakat daha sonra bu Kanun hükümlerine göre mera, yaylak ve kışlak vasfı değiştirilerek Hazine adına tescil edilen taşınmazlardan; herhangi bir kamu hizmeti için gerekli olmayan, Hazinece herhangi bir tasarrufa konu edilmeyen ve halen tapuda Hazine adına kayıtlı olan taşınmazlar, tahsis tarihindeki arsa değerine devir tarihine kadar geçen süre için yasal faiz eklenerek belirlenecek bedelin ilgililerce Hazineye ödenmesi kaydıyla adlarına tahsis yapılanlara devredilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlığın görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca belirlenir” denilmiş,

4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5.maddesinin 5. bendinde,

“…Belediye ve mücavir alan sınırları içindeki Hazineye ait taşınmazların satış bedellerinin tahsil edilen kısmından öncelikle yerinde muhafaza edilemeyen yapıların tasfiyesinde kullanılmak şartıyla % 10'u, ilgili belediyelerin 20.7.1966 tarihli ve 775 sayılı Kanun hükümlerine göre oluşturulan fon hesabına aktarılır. Kalan kısmından ise ilgili belediyeye % 30, varsa büyükşehir belediyesine % 10 oranında pay verilir. Belediye mücavir alan sınırları dışındaki köylerde bulunan Hazine taşınmazlarının satış bedellerinin tahsil edilen kısmından, % 25 oranında; dörtte biri ilgili köy tüzel kişiliğine ödenmek ve kalanı diğer köylere götürülecek hizmetlerde kullanılmak üzere, il özel idarelerine pay verilir. Bu paylar tahsilini takip eden ayın yirmisine kadar ilgili idarelerin hesaplarına aktarılır. Belediyelere veya köy tüzel kişiliklerine yapılan satış ve devirlerden elde edilen gelirler ile özel ödenek kaydedilen satış gelirlerinden pay verilmez.(Ek cümle: 23/7/2010-6009/33 md.) Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tarım arazilerinin kiracılarından tahsil edilen kira gelirlerinin yüzde onu, 442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzelkişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir…” hükmüne yer verilmiş,

Sözü edilen madde hükmünde, mevcut gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alınması gereken tedbirleri kapsayan 775 sayılı Gecekondu Kanununa atıf yapılmış, Kanunun 12. maddesinde, hizmetlerin yürütülebilmesi için sağlanacak gelirlerin belediyeler adına açılacak özel hesaplarda toplanacağı ve birer fon teşkil edileceği belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Sakarya İli, Ferizli İlçesi, Köyiçi Mevkiinde bulunan evveliyatı mera olan 15 pafta, 2752 parsel numarasındaki taşınmazın senetsizden 1967 yılında yapılan tapulamada mera vasfıyla tescil edildiği; taşınmaz malın ifraz edildiği ve 37 adedinin Ferizli Belediye Başkanlığı adına tescilli bulunduğu; 152 adedinin ise belediyece satışının yapılması sonucu el değiştirerek muhtelif kişiler adına tescil yapıldığı; taşınmazlar hakkında Hazine adına “tapu iptali ve tescil” davası açıldığı; bunların bir kısmının mahkemece tapu kaydının iptali ve dava konusu taşınmazın mera olarak sınırlandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar verildiği ve kesinleştiği; evveliyatı mera olduğu gerekçesiyle daha önce tapu iptali, tescil davasına konu edilen taşınmazların Mera Kanunu hükümleri doğrultusunda önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına satışının yapıldığı ve söz konusu satışların 4706 sayılı Yasa hükümleri nedeniyle taşınmaz mal satış bedellerinden 775 sayılı Kanununa göre kesilen %10 belediye fonu olan 24.316,98 TL ve %30 belediye payı olan 65.655,15 TL olmak üzere 89.972,13 TL’nin davalı belediye adına yatırıldığı; ancak 4706 sayılı Yasa hükümleri uyarınca bu miktarların belediye adına yatırılmaması gerektiği öne sürülerek 89.972,13 TL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren gecikme faizi ile birlikte tazmini istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Yukarıda sözü edilen Kanun hükümleri ile birlikte 775 sayılı Yasa genel olarak değerlendirildiğinde, kamu tüzel kişisi olan Bakanlıkların ve Belediyelerin bu Kanunlar uyarınca hesaplanan alacaklarının kamu alacağı niteliğinde olduğu; dava konusu edilen parsel miktarının Kamu Kanununun emredici hükümlerine göre ve idari usullerle toplanacağı, hesaplanacağı ve dağıtılacağı; olayın her yönü ile kamu hukukuna dayalı olduğu ve onun esaslarına uygun olarak cereyan ettiği açıktır.

Hazinece, kanunun verdiği görev ve yetkiyle gelirlerinden yerel yönetimlere pay dağıtması bir idari işlemdir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2. maddesinde “İdari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları” nın idari dava türü olduğu belirtilmiştir.

Uyuşmazlık,  kamu kuruluşu olan, davacı Hazine ile davalı Belediye Başkanlığı arasında, gelirden ayrılacak olan payın belediyelere dağıtılmasına(aktarılmasına) ilişkindir.

Bakılan dava, kamu kuruluşları arasındaki hizmet ilişkisi sonucu belediyelere aktarılan pay nedeniyle oluşan ihtilafın giderilmesine ilişkin olduğundan, varsa hatalı işlemin düzeltilmesi veya geri alınmasının gerekip gerekmediğinin, idare hukuku çerçevesinde tayin ve takdiri idari yargıya aittir.

Olayda Belediyenin haksız zenginleşmesi ve kusurunun bulunup bulunmaması işlemin idarilik vasfını değiştirmeyecektir.

Bu itibarla davada idari yargı yeri görevli olduğundan İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/197

KARAR NO            : 2012/95

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının

Giderilmesini İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı 

Vekili                         : Av. Ş. R.

Karşı Taraf : İçişleri Bakanlığı

Vekili                         : Av. E. A.

O L A Y    : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet olarak, Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06 A 18402 plakalı  resmi araç (panzer), içinde polis memuru H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinden aşağıya düşmüştür.

Bu olayda, polis memuru H. Y. yaralanmış, Mersin Devlet Hastanesinde tedavi görmüş, 15 gün iş ve gücünden kalacağı belirtilen polis memuruna İçişleri Bakanlığınca 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca 4.652.625.000 TL tazminat ve 4.400,00 TL hastane masrafı ödenmiştir.

I-İçişleri Bakanlığı vekilince, söz konusu kazanın Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yaptırılan Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurptan kaynaklandığının olay mahallinde tutulan trafik raporunda belirtilmiş olduğu; köprü üzerinde proje ve yapım hatasından oluşan kurbun trafik-sürücü emniyetini tehlikeye soktuğu; bu hususun yetkili makamlarca Mersin Büyükşehir Başkanlığına bildirildiği ancak, Belediye Başkanlığınca hiç bir önlem alınmadığı ve kazalara sebep olduğu; netice itibariyle panzerin kaza yapmasına sebep olması nedeniyle, İçişleri Bakanlığınca yaralanan polis memuruna tazminat ödemek zorunda kalındığı, bu nedenle Hazine zararının ödeme yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmesi istemiyle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açılmıştır.

MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla): 21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili tüm delilleri toplanmış, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyası aynı mahiyette açılan Mahkememize ait 2003/10 Hakem sayılı dosyaya celb edilmiş bu dosyanın tetkikinde kazada ölen H. Y.'ın mirasçıları tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açıldığı, bu dosyada yaptırılan bilirkişi incelemesinde davalı belediyenin köprünün hatalı yapımından dolayı 3/8 oranında kusurlu olduğunun kabul edildiği tazminata karar verildiği derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmış olup, bu dosyada davalı belediyenin yer almaması ve davanın da ihbar edilmemesi nedeni ile 2003/10 hakem sayılı dosyada bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş o dosyaya verilen rapor örneği dava dosyamıza konulmuş ve bilirkişi kurulu vermiş bulundukları 14.5.2006 tarihli raporlarında panzerde meydana gelen teknik arızanın olaya 5/8 oranında etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir Belediyesinin olayda 3/8 oranında kusurlu bulunduğu panzeri kullanan dava dışı Ç. A.'ın kusursuz olduğunun bildirildiği görülmüştür.

Dava, meydana gelen trafik kazası nedeni ile kazada yaralanan polis memuru H. Y.'a ödenen tazminat ile hastane masrafının rücuen tahsili istemine ilişkin olup davacının davası, toplanan deliller, Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyasında kesinleşen kusur oranı, keza dava dosyamızda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu verilen bilirkişi kurulu raporu ve tüm tekmil dosya münderecatı ile kısmen sabit olmuş olup kusura ilişkin raporun uzman bilirkişilerce düzenlenmesi gerekçeli ve hüküm vermeye yeterli bulunması nedeni ile bu rapor hükme esas alınmış, nakdi tazminat komisyonu kararının olayın olduğu tarihle aynı olması durumunda dikkate alınarak ve davalı belediyenin tespit edilen kusur oranına göre hesap edilen alacak miktarının rücuen tahsiline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Yukarıda açıklandığı gibi,

Açılan davanın Kısmen Kabulü ile 1.746,38 YTL alacağın davalıdan alınıp davacıya verilmesine, alacağın 1.744,73 YTL lik kısmına ödeme tarihi olan 12.8.2002 tarihinden itibaren, 1.65 YTL lik kısmına da 9.5.2002 tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal faizi yürütülmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine…”  karar vermiş, bu karara taraflarca itiraz edilmiş, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 22.1.2007 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayılı Ek kararıyla itiraz reddedilerek kesin olarak karar verilmiştir.

ll-İçişleri Bakanlığı vekili, İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün yapımındaki proje hatasından kaynaklandığını; köprünün orta kısmında bulunan 40 m uzunluğundaki “keskin kurbun” kazaya neden olduğunu, kazanın meydana gelmesinde davalı belediyenin %80 oranında kusurlu olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp panzerin hızını yol ve hava şartlarına göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da %20 kusuru bulunduğunu, panzerdeki hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı dosyasında 7.827.779.466 TL sı olarak tespit ettirildiğini hasar bedelinin ödenmemesi nedeniyle iş bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere hazine zararı (7.827.779.466) TL sının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve kusurları oranında davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, davaya cevap dilekçesinde, davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurbdan kaynaklandığının ileri sürülmüş olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını, bu nedenle idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı verilmesini, biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul edilse dahi haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini, davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını, projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.

Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği, açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmadığı, uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.

İçişleri Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç. A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851, K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577 sayılı Yasanın 36. maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.

Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880, K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın davalı sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın adı geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577 sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava dilekçesi yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava açılmıştır.

Mersin İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile, 21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu anlaşıldığından, söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana gelen, 7.827.770.000.-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden 2.935.413.750.-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile 2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın açıldığı 15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat talebinin reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek bozulması istemi üzerine,

Danıştay 8. Dairesi: 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol trafik uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi kararının bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi doğrultusunda inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen panzerin şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada oluşan hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.

2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.

Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet kusurunu oluşturur.

Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması, idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini kusurlu işlettiği kabul edilmektedir.

Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.

Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden düşmesiyle  sonuçlanan ölümlü yaralamalı trafik kazasında, olayın köprünün yapım hatasının sebep olduğu iddiasıyla davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının sorumlu olduğu hasar bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onaylanıp kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi üzerine mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.

Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş, bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.

Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O. N. Ç., aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri, bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.

Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…”  karar vermiş bu karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK:

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile, Mersin 1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararı ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili olarak, köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun projeye uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı idarelerinin teknik bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın reddine karar verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayılı kararı ile, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini dolayısıyla aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada birbiri ile çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm uyuşmazlığının 2247 sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2002/7, K:2006/3 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenilmektedir...

D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’ hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı olduğu anlaşılmıştır.

Her iki yargı yerinde açılan davalar konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla, belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin aynı olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu bakımdan; konuları, sebebi ve tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.

E) Hüküm uyuşmazlığının esasına gelince:

T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir

Olayımızda ise, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde açılmıştır.

Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması gerekmektedir.

Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu kanısına varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle;

1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;

2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararının kaldırılmasına,

3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;.

Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekeceği…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı, kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile ) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle 3/8 oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2002/7 E, 2006/3 K sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına isabet eden tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından davacı Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile de karar kesinleşmiştir.

Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde açılan davada ise;

İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol kusuruna dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL hasar bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış ise de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile kesinleşmiştir.

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından anılan iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunulmuş ise de;

Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun 24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş kararlar olduğu anlaşılmaktadır.

Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda olduğu kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.

Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın konusu, kazada yaralanan polis memuruna ve tedaviyi gerçekleştiren hastaneye İçişleri Bakanlığınca ödenen ve 2330 sayılı Yasaya dayanan tazminat ve tedavi giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise, kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.

Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi gerekmektedir…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı davaların taraflarının aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi:

21.3.2002 tarihinde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H. Y. ve Ç. A.’ın hayatını kaybettiği; H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak İçişleri Bakanlığınca 2330 sayılı Yasa uyarınca H.Y.’a nakdi tazminat ile, hastane masraflarının ödenmesinden sonra, bilirkişilerce olayda kusuru bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı bu zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde rücuen alacak davası açılmış; davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş; ayrıca İçişleri Bakanlığı tarafından, meydana gelen trafik kazasında panzerde oluşan hasar bedelinin tazmini istemiyle idari yargı yerinde açılan davada İdare Mahkemesince, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına atfedilecek bir kusurun bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Olayda, her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada yaralanan polis memuruna ödenen nakdi tazminat miktarının rücuen tazmini istemi adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle panzerde oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde açılan davanın konusunu oluşturmaktadır.

Bu durumda, İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere ilişkin olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24.maddesinde öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ  : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan  BAŞVURUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/198

KARAR NO            : 2012/96

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının

Giderilmesini İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı 

Vekili                         : Av. Ş. R.

Karşı Taraf : İçişleri Bakanlığı

Vekili                         : Av. E. A.

O L A Y    : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet olarak, Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06  A 18402 plakalı resmi araç (panzer) , içinde polis memuru H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinden aşağıya düşmüştür.

Bu olayda, polis memuru H. Y. hayatını kaybetmiş, mirasçıları vekili  müteveffa H. Y.'ın Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü emrinde 213480 sicil numaralı polis memuru olarak görev yapmakta iken İçişleri Bakanlığınca geçici olarak İçel İli Çevik Kuvvet Müdürlüğü emrinde görevlendirildiğini, ve 21.3.2002 tarihinde davalının işleteni ve malik olduğu resmi araçla göreve giderken içinde bulunduğu Dragon marka panzerde meydana gelen direksiyon kilitlenmesi arızası nedeni ile geçirdiği trafik kazasında öldüğünü, müteveffanın eşinin 1978 doğumlu E. Y. ve ortak çocukları 2000 doğumlu A. Z. Y.'ın müteveffanın desteğinden yoksun kaldıklarını, maddi ve manevi zararlarının olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davacı E. Y. için 500.000,000 TL maddi, 1.000.000,000 TL manevi, müşterek çocuk A. Z. Y. için 500,000,000 TL maddi ve 1.000.000,000 TL manevi olmak üzere toplam 3.000.000,000 TL tazminatın olay tarihi olan 21.3.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ederek 3.1.2003 tarihinde İçişleri Bakanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmış, duruşmalarda da dava dilekçesini tekrarla birlikte verdikleri 15.5.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile davacı E. Y. için maddi tazminat taleplerini 71.700.622.649 TL’ye, müşterek çocuk A. Z. Y. için maddi tazminat taleplerini 7.748.960.415 TL’ye yükselttiklerini bildirmiştir.

Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.6.2003 gün ve E:2003/5, K:2003/461 sayı ile, dosyadaki mevcut delil, tutanak, hazırlık evrakı ve eklerine göre oluşan uygun ve yerinde olduğu kabul takdir edilen ve davalı vekilinin itirazları yerinde görülmeyen 21.3.2003 tarihli kusur bilirkişileri kurulu raporuna göre meydana gelen olayda davacıların murisinin kusursuz, davalı bakanlığın teknik hatadan dolayı %62,5, köprünün hatalı yapımından dolayı ilgili Belediye Başkanlığının %37,5 oranında kusurlu olduklarının anlaşıldığı gerekçesiyle davacı E. Y. için 71.700.622.649 TL destekten yoksunluk nedeni ile maddi ve takdiren 1.000.000.000 TL manevi, davacı A. Z. Y. için 7.748.960.415 TL destekten yoksunluk nedeni ile maddi ve takdiren 1.000.000.000. TL manevi tazminatın 21.3.2002 olay tarihinden itibaren ve tahsil tarihine kadar değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak kendi adına asaleten oğlu A. Z. Y.’a velayeten davacıya verilmesine karar vermiş, bu karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28.10.2003 gün ve E:2003/1986; K:2003/12441 sayıl kararıyla onanmıştır.

I-Bu karardan sonra İçişleri Bakanlığınca, Ankara 24. İcra Müdürlüğünün E:2003/2929 sayılı dosyasına 9.3.2004 tarihinde 4.730.150.000 TL vekalet ücreti ve mahkeme masrafı ile 24. İcra Müdürlüğünün 2003/2938 sayılı dosyasına 10.3.2004 tarihinde asıl alacak ve faiz toplamı olarak 148.847.100,00 TL yatırılmış, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada, Mersin Büyükşehir Belediyesinin %37,5 oranında kusurlu olduğu tespit edildiğinden, kusur oranındaki değişiklik ve fazlaya ilişkin istem hakkı saklı kalmak kaydıyla Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde rücu’en tazminat davası açılmıştır.

MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla): 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili delilleri toplanmış, dava dilekçesinde belirtilen Ankara 4. Asliye Hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyası mahkememize ait 2003/10 hakem sayılı dosyaya celb edilmiş bu dosyada kesinleşen karar örneği ve yine bu dosyada yaptırılan kusura ilişkin bilirkişi kurulu raporu dava dosyamıza ibraz edilmiş tetkikinde söz konusu kazada vefat eden H. Y. mirasçıları tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açıldığı mahkemece yapılan bilirkişi incelemesinde davalı belediyenin olayda köprünün hatalı yapımından dolayı 3/8 oranında kusurlu olduğunun tesbit edildiği ve mahkemece tazminata karar verilip derecattan geçerek kesinleştiği verilen kararın icraya konulması üzerine davacı idare tarafından hak sahiplerine ödeme yapıldığı anlaşılmıştır.

Dava, kesinleşen mahkeme kararı üzerine davacı idare tarafından hak sahiplerine ödenen tazminatın rücuen tahsili istemine ilişkin bulunması nedeni ile ve davaya bakmakla mahkememiz görevli bulunduğundan açılan davaya bakılmış, ayrıca davalının zamanaşımı def'i yerinde görülmemiş, davalı belediyenin kesinleşen Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesi dosyasında taraf olmaması davanın davalıya ihbar edilmemesi nedeni ile aynı mahiyette bulunan mahkememize ait 2003/10 hakem sayılı dosyada mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş o dosyaya verilen bilirkişi kurulu raporunun bir örneği dosyamıza konulmuş ve bilirkişi kurulu vermiş bulundukları 14.5.2006 tarihli raporlarında panzerde meydana gelen teknik arızanın olaya 5/8 oranında etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir belediyesinin olayda 3/8 oranında kusurlu bulunduğu ve panzeri kullanan dava dışı Ç. A.'ın olayda kusursuz olduğunun bildirildiği görülmüştür.

Dava, rücuen tazminat istemine ilişkin olup, davacının davası, toplanan deliller, Ankara 4. Asliye Hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyası kesinleşen kusur oranı ayrıca dava dosyamızda yaptırılan bilirkişi sonucunda da davalı belediyenin olayda 3/8 oranında kusurlu olduğunun tesbit edilmesi ve raporun hadiseye uygun düşmesi gerekçeli ve hüküm vermeye yeterli bulunması nedeni ile bu rapor hükme esas alınarak aşağıda açıklandığı şekilde hüküm tesisi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

1- Açılan davanın kabulü ile 57.591,45YTL alacağın davalıdan alınıp davacıya verilmesine, alacağın 55.817,65 YTL’lik kısmına ödeme tarihi olan 10.3.2004 tarihinden itibaren, 1.773,80 YTL’lik kısmına da 9.3.2004 tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal faizi yürütülmesine,…” karar vermiş, bu karara Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından itiraz edilmiş, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla): 30.11.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı ek kararıyla itirazın reddine, dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde kesin olarak karar verilmiştir.

II-İçişleri Bakanlığı vekili İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün yapımındaki proje hatasından meydana geldiğini; köprünün orta kısmında bulunan 40 m uzunluğundaki “keskin kurbun”  kazaya neden olduğunu, kazanın meydana gelmesinde davalı belediyenin %80 oranında kusurlu olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp panzerin hızını yol ve hava şartlarına göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da %20 kusuru bulunduğunu, panzerdeki hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı dosyasında 7.827.779.466 TL sı olarak tespit ettirildiğini hasar bedelinin ödenmemesi nedeniyle iş bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere hazine zararı (7.827.779.466) TL sının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve kusurları oranında davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili davaya cevap dilekçesinde davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurb'dan kaynaklandığının ileri sürülmüş olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını, bu nedenle idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı verilmesini, biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul edilse dahi haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini, davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını, projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.

Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmaması, uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.

İçişleri Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç. A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851, K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577 sayılı Yasanın 36.maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.

Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880, K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın davalı sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın adı geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577 sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava dilekçesi yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava açılmıştır.

Mersin İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile, 21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu anlaşıldığından, söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana gelen, 7.827.770.000-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden 2.935.413.750-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile 2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın açıldığı 15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat talebinin reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek bozulması istemi üzerine,

Danıştay 8. Dairesi 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol trafik uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi kararının bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi doğrultusunda inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen panzerin, şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada oluşan hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.

2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.

Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet kusurunu oluşturur.

Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması, idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini kusurlu işlettiği kabul edilmektedir.

Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.

Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden düşmesiyle  sonuçlanan ölümlü yaralamalı trafik kazasında, olayın köprünün yapım hatasının sebep olduğu iddiasıyla davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının sorumlu olduğu hasar bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onaylanıp kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi üzerine mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.

Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş, bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.

Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O. N. Ç., aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri, bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.

Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…” karar vermiş bu karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK:

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile, Mersin 1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararı ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili olarak, köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun projeye uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı idarelerinin teknik bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın reddine karar verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini dolayısıyla aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada birbiri ile çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm uyuşmazlığının 2247 sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenilmektedir…

D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’ hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı olduğu anlaşılmıştır.

Her iki yargı yerinde açılan davalar konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla, belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin aynı olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu bakımdan; konuları, sebebi ve tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.

E) Hüküm uyuşmazlığının esasına gelince:

T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir

Olayımızda ise, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde açılmıştır.

Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması gerekmektedir.

Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu kanısına varılmıştır.

SONUÇ                    : Açıklanan nedenlerle;

1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;

2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararının kaldırılmasına,

3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;.

Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekeceği düşünülmektedir…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı, kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile ) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle 3/8 oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2004/4 E, 2006/5 K sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına isabet eden tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından davacı Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile de karar kesinleşmiştir.

Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde açılan davada ise;

İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol kusuruna dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL hasar bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış ise de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile kesinleşmiştir.

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından anılan iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunulmuş ise de;

Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun 24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş kararlar olduğu anlaşılmaktadır.

Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda olduğu kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.

Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın konusu, kazada ölen polis memurunun yakınlarına destekten yoksun kalma nedeniyle maddi ve manevi tazminat olarak içişleri Bakanlığınca ödenen ve yukarıda anılan Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına dayanan tazminat giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise, kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.

Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi gerekmektedir…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı davaların taraflarının aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi: 21.3.2002 tarihinde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H.Y. ve Ç. A.’ın hayatını kaybettiği, H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak, İçişleri Bakanlığınca hayatını kaybeden H. Y.’ın mirasçılarına destekten yoksunluk nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesinden sonra, bilirkişilerce olayda kusuru bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı bu zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde rücuen alacak davası açılmış, davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş; ayrıca İçişleri Bakanlığı tarafından, meydana gelen trafik kazasında panzerde oluşan hasar bedelinin tazmini istemiyle idari yargı yerinde açılan davada, İdare Mahkemesince Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına atfedilecek bir kusurun bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Olayda, her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada ölen polis memurunun yakınlarına ödenen tazminat miktarının rücuen tazmini istemi adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle panzerde oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde açılan davanın konusunu oluşturmaktadır.

Bu durumda, İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere ilişkin olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinde öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ  : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan  BAŞVURUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/202

KARAR NO            : 2012/97

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının

Giderilmesini İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı 

Vekili                         : Av. Ş. R.

Karşı Taraf : İçişleri Bakanlığı

Vekili                         : Av. E. A.

O L A Y    : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet olarak, Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06 A 18402 plakalı (panzer) resmi araç içinde polis memuru H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinden aşağıya düşmüştür.

Bu olay nedeniyle, vefat eden polis memuru H. Y. ve panzer sürücüsü Ç. A. mirasçılarına 2330 sayılı, Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca İçişleri Bakanlığı tarafından nakdi tazminat ödenmiştir.

I-İçişleri Bakanlığı vekilince söz konusu kazanın İçel Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurptan kaynaklandığının olay mahallinde tutulan trafik raporunda belirtilmiş olduğu; köprü üzerinde proje ve yapım hatasından oluşan kurbun trafik sürücü emniyetini tehlikeye soktuğu; bu hususun yetkili makamlarca Mersin Büyükşehir Başkanlığına bildirildiği ancak, Belediye Başkanlığınca hiç bir önlem alınmadığı ve kazalara sebep olduğu; netice itibariyle panzerin kaza yapmasına sebep olması nedeniyle, İçişleri Bakanlığınca vefat eden polis memurlarının yakınlarına tazminat ödemek zorunda kalındığı, bu nedenle Hazine zararının ödeme yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmesi istemiyle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açılmıştır.

MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla): 21.6.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/4 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili tüm delilleri toplanmış, Ankara 18. Asliye hukuk mahkemesinin kesinleşen 2002/955 esas sayılı dosyası istenmiş tetkikinde davacı Bakanlık tarafından E. A. aleyhine alacak davası açıldığı reddine karar verildiği derecattan geçerek kesinleştiği keza Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyası istenmiş tetkikinde kazada vefat eden H.Y. mirasçıları tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açıldığı mahkemece yaptırılan bilirkişi tetkikatında davalı belediyenin köprünün hatalı yapımından dolayı olayda 3/8 oranında kusurlu olduğunun tesbit edildiği tazminata karar verilip derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmış olup, bu dosyada davalı belediyenin yer almaması davanın da ihbar edilmemesi nedeni ile mahkememizce yeniden kusur incelemesi yapılmasına karar verilmiş bilirkişi kurulu vermiş bulundukları 14.5.2006 tarihli raporlarında panzerde meydana gelen teknik arızanın olaya 5/8 oranında etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir belediyesinin olayda 3/8 oranında kusurlu bulunduğu panzeri kullanan dava dışı Ç. A.'ın kusursuz olduğunun bildirildiği görülmüştür.

Dava, meydana gelen trafik kazası nedeni ile kazada vefat eden polis memurlarının mirasçılarına 2330 sayılı yasa uyarınca nakdi tazminat komisyonu kararı ile ödenmesine karar verilen miktarın rücuen tahsili istemine ilişkin bulunması nedeni ile açılan davaya bakmakla mahkememizin görevli bulunduğu toplanan delillere göre davacının davasının kısmen sabit olduğu davanın davalı belediyenin %80 oranında kusurlu kabul edilerek açıldığı gerek kesinleşen Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dosyasında tesbit edilen kusur gerekse mahkememizce yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde tesbit edilen kusur nisbeti nazara alındığında davalı belediyenin olayda 3/8 nisbetinde kusurlu bulunduğu aşıldığından bu kusur oranına göre hesap edilen 21.588,75 YTL alacağın ödeme tarihinden itibaren tahsiline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Yukarıda açıklandığı gibi,

1-Açılan davanın kısmen kabulü ile 21.588,75 YTL alacağın ödeme tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine…” karar vermiş, bu karara taraflarca itiraz edilmiş, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 16.1.2007 gün ve E:2003/10, K:2006/4 Ek kararı ile itiraz reddedilerek, kesin olarak karar verilmiştir.

ll-İçişleri Bakanlığı vekili, İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün yapımındaki proje hatasından kaynaklandığını; köprünün orta kısmında bulunan 40 m uzunluğundaki “keskin kurbun”  kazaya neden olduğunu, kazanın meydana gelmesinde davalı belediyenin %80 oranında kusurlu olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp panzerin hızını yol ve hava şartlarına göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da %20 kusuru bulunduğunu, panzerdeki hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı dosyasında 7.827.779.466 TL sı olarak tespit ettirildiğini hasar bedelinin ödenmemesi nedeniyle iş bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere hazine zararı (7.827.779.466) TL sının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve kusurları oranında davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, davaya cevap dilekçesinde, davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurbdan kaynaklandığının ileri sürülmüş olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını, bu nedenle idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı verilmesini, biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul edilse dahi haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini, davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını, projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.

Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği, açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmadığı, uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.

İçişleri Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç. A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851, K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577 sayılı Yasanın 36.maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.

Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880, K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın davalı sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın adı geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577 sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava dilekçesi yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava açılmıştır.

Mersin İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile, 21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu anlaşıldığından, söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana gelen, 7.827.770.000-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden 2.935.413.750.-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile 2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın açıldığı 15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat talebinin reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek bozulması istemi üzerine,

Danıştay 8. Dairesi 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol trafik uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi kararının bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi doğrultusunda inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen panzerin, şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada oluşan hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.

2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.

Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet kusurunu oluşturur.

Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması, idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini kusurlu işlettiği kabul edilmektedir.

Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.

Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden düşmesiyle sonuçlanan ölümlü yaralamalı trafik kazasında, olayın köprünün yapım hatasının sebep olduğu iddiasıyla davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının sorumlu olduğu hasar bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onaylanıp kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi üzerine mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.

Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş, bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.

Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O.N.Ç., aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri, bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.

Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002 yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen 06 A 0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…” karar vermiş bu karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK:

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile, Mersin 1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararı ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili olarak, köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun projeye uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı idarelerinin teknik bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın reddine karar verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararı ile, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini dolayısıyla aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada birbiri ile çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm uyuşmazlığının 2247 sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenilmektedir…

D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’ hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı olduğu anlaşılmıştır.

Her iki yargı yerinde açılan davalar konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla, belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin aynı olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu bakımdan; konuları, sebebi ve tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.

E) Hüküm uyuşmazlığının esasına gelince:

T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir. Olayımızda ise, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde açılmıştır.

Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması gerekmektedir.

Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu kanısına varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle;

1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;

2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararının kaldırılmasına,

3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;

Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekeceği…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı, kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile ) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle 3/8 oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2003/10 E, 2006/4 K sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına isabet eden tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından davacı Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile de karar kesinleşmiştir.

Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde açılan davada ise;

İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol kusuruna dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL hasar bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış ise de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile kesinleşmiştir.

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından anılan iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunulmuş ise de;

Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun 24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş kararlar olduğu anlaşılmaktadır.

Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda olduğu kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.

Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın konusu, kazada ölen polis memurunun yakınlarına destekten yoksun kalma nedeniyle maddi ve manevi tazminat olarak içişleri Bakanlığınca ödenen ve yukarıda anılan Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına dayanan tazminat giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise, kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.

Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi gerekmektedir…” yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982-2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adil ve idari yargı kararlarının incelenmesinden ortada adli ve idari yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı davaların tarafların aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi:

21.3.2002 tarihinde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H. Y. ve Ç. A.’ın hayatını kaybettiği, H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak İçişleri Bakanlığınca hayatlarını kaybeden H. Y. ve Ç. A.’ın mirasçılarına 2330 sayılı Yasa uyarınca nakdi tazminat ödenmesinden sonra, bilirkişilerce olayda kusuru bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından bu zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde rücuen alacak davası açılmış, davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.6.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş; ayrıca İçişleri Bakanlığınca, meydana gelen trafik kazasında panzerde oluşan hasar bedelinin tazmini istemiyle idari yargı yerinde açılan davada, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına atfedilecek bir kusurun bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Olayda, her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada ölen polis memurlarına ödenen nakdi tazminat miktarının rücuen tazmini istemi adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle panzerde oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde açılan davanın konusunu oluşturmaktadır.

Bu durumda, İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere ilişkin olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinde öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ  : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan  BAŞVURUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/211

KARAR NO            : 2012/98

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İşe giriş tarihi itibariyle 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi iştirakçi olan davacının, çalışma gücünü %55 kaybettiğinden bahisle kendisine aylık bağlanması yolundaki isteminin reddi üzerine açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. G.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekilleri     : Av. S. Ç., Av. F. T.

O L A Y    : Davacı dilekçesinde; 17.12.1993 tarihinden beri Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde 657 sayılı Yasaya tabi dağıtıcı kadrosunda görev yapmakta olduğunu, işe giriş tarihinden sonra özür oranının tespiti amacıyla ­Maliye Bakanlığı tarafından Gaziantep SSK Bölge Hastanesine sevk edildiğini, Hastane sağlık kurulunca maluliyet oranının % 55 olarak saptandığını;  5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 4. maddesinde,  çalışma gücündeki kayıp oranları %50 ila %59 aralığında olduğu anlaşılan sigortalıların 5760 gün, %40 ila %49 arasında olduğu anlaşılan sigortalıların 6480 gün uzun vadeli sigorta kolları primi bildirmiş olması kaydıyla haklarında bu fıkra hükümlerinin uygulanacağı hükmüne yer verildiğini; Yasanın bu hükmüne istinaden, Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'ne yapmış olduğu başvuru üzerine 13.1.2009-1360926 sayılı yazı ile Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesine sevk edildiğini, yapılan göz muayeneleri sonucunda 15.1.2009/132893 tarih/sayılı raporun düzenlendiğini, bu raporda görme kayıp oranının daha da artmış olduğunun görüldüğünü ancak, bu raporun Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Sağlık Kurulunca değerlendirildiğini ve idarece "Çalışma gücünü en az % 60 oranında kaybetmediğine" karar verildiğini; Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün Sağlık Kurulu Raporu ile belirlemiş olduğu % 55 maluliyet oranının, davalı Kurumun talebine istinaden, 15.1.2009 tarihli Av. Cengiz Gökçek Devlet Hastanesinden alınan raporda kusur oranının daha fazla olduğu tespit edilmesine ve 5510 sayılı Kanunun Geçici 4. maddesine rağmen kabul edilmeyip emeklilik talebi hakkında maluliyetinin % 60'tan az olması gerekçesiyle, Maliye Bakanlığı'nın sağlık kurulu raporuyla çelişki yaratılarak olumsuz işlem tesis edilmesi nedeniyle dava açmak zorunda kaldığını ifade ederek; sonuç itibariyle,  12.1.2010 tarihli dilekçe ile yaptığı başvurusunun reddine ilişkin davalı idarenin 13.1.2010 tarih, XII­-88916-9 sayılı işlemi ve bu işlemin dayanağı işlemlerin iptali istemiyle 13.01.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 2. İDARE MAHKEMESİ; 27.10.2010 gün ve E:2010/204, K:2010/1038 sayı ile, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101. Maddesinde “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür." hükmüne yer verildiği; dava dosyasının incelenmesinden; davacının Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde dağıtıcı olarak görev yaptığı, özür oranının tespiti amacıyla Av. C. G. Devlet Hastanesi'nde yapılmış olan muayene neticesinde %55 oranında özürlü olduğuna ilişkin 10.10.1996 tarih ve 7468 sayılı sağlık raporu tanzim edildiği, anılan rapor uyarınca özürlü grubundan emekli olmak için 12.1.2010 tarihli dilekçe ile başvuruda bulunduğu, yapılan başvurunun 13.1.2010 tarih ve 9 sayılı Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü işlemiyle reddedildiği, anılan işlem ile bu işlemin dayanağı işlemlerin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; davacının emekliliğine karar verilmesi yönündeki isteminin, 5510 sayılı Yasa kapsamında olduğu ve bu Yasa hükmü uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görev alanına girmeyip adli yargı yerinin görev alanına girdiği gerekçesiyle;  davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı bu kez,  aynı istemle 17.12.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

GAZİANTEP 1. İŞ MAHKEMESİ;17.2.2011 gün ve E:2010/647, K:2011/63 sayı ile,  Davacının işe girişi itibarıyla 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu, özlük işlerinde bu Yasa ile 5510 sayılı Yasa’nın geçiş hükümlerinin uygulanacağı,  5510 sayılı Yasa’nın 101. maddesine göre,  5510 sayılı Yasadan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davalarda iş mahkemesinin görevli olduğunun açıkça belirtildiği, 5434 sayılı Yasa hükümlerine tabi çalışanlar yönünden ise idare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle Mahkemelerinin görevsizliğine, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş; davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10.Hukuk Dairesi; 02.06.2011 gün ve E:2011/4470, K:2011/8128 sayı ile; davanın, 5510 sayılı Kanunun geçici 4'üncü maddesindeki düzenleme gözetilerek davalı SGK Başkanlığı (devredilen T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) tarafından aylık tahsis başvurusunun reddine yönelik işlemin iptali istemine ilişkin bulunduğu;  01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun "Uyuşmazlıkların çözüm yeri" başlığını taşıyan 101'inci maddesinde, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği belirtilmiş; "5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri" başlıklı geçici 4 'üncü maddesinin beşinci fıkrasında, bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı, altıncı fıkrasında, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmaya başlamış olup, çalışmaya başlamadan önce ilgili mevzuatına göre alınmış ve en az % 40 oranında özürlü olduklarını gösterir sağlık kurulu raporu bulunanlar ile en az % 40 oranında doğuştan özürlü olduklarını belgeleyenlerden aylık talep tarihinde bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının c bendi kapsamında sigortalı olanlara; en az 5400 gün uzun vadeli sigorta kolları primi bildirilmiş ya da emekli keseneği ödenmiş olması kaydıyla, istekleri halinde bu madde hükümleri esas alınarak yaşlılık aylığı bağlanacağı, ancak, çalışmaya başladıktan sonra, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucularının sağlık kurullarınca yöntemince düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu, Kurum Sağlık Kurulunca çalışma gücündeki kayıp oranının; a) % 50 ila % 59 arasında olduğu anlaşılan sigortalıların, en az 5760, b) % 40 ila % 49 arasında olduğu anlaşılan sigortalıların, en az 6480 gün uzun vadeli sigorta kollan primi bildirilmiş olması kaydıyla, haklarında bu fıkra hükümlerinin uygulanacağının açıklanmış olduğu; yasal düzenlemeler ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; davacı tarafından Gaziantep 2. İdare Mahkemesi'ne açılan, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, uyuşmazlığın çözümünde 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği ve dolayısıyla adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilen 27.10.2010 gün ve 204/1038 sayılı "davanın görev yönünden reddine" ilişkin kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine adli yargıda işbu temyize konu kararı veren mahkemeye dava açıldığı belirgin bulunmakla, dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre memur, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri kapsamında iştirakçi olan davacının, kendisinde var olan özür durumuna göre aylık bağlanması için davalı Kuruma yönelttiği isteminin reddedilmesi üzerine açılan iş bu davanın, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığın türü ve niteliği dikkate alındığında 5510 sayılı Kanunun 101 'inci madde hükmü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğine, diğer taraftan, idari ve adli yargı makamlarınca verilen görevsizlik kararları ile ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının, 2247 sayılı Kanun hükümlerine göre Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından giderilmesi olanağı bulunmasına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün Onanmasına karar vermiş; karar düzeltme isteminde bulunulmadığından Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,  işe giriş tarihi itibariyle 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi iştirakçi olan davacının, çalışma gücünü %55 kaybettiğinden bahisle kendisine aylık bağlanması yolundaki isteminin reddine ilişkin 13.1.2010 tarih, XII­-88916-9 sayılı işlem ile bu işlemin dayanağı işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır.

   5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (Değişik: 17/4/2008-5754/68 md.) Geçici 4.maddesinin altıncı fıkrasında, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmaya başlamış olup, çalışmaya başlamadan önce ilgili mevzuatına göre alınmış ve en az % 40 oranında özürlü olduklarını gösterir sağlık kurulu raporu bulunanlar ile en az % 40 oranında doğuştan özürlü olduklarını belgeleyenlerden aylık talep tarihinde bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olanlara; en az 5400 gün uzun vadeli sigorta kolları primi bildirilmiş ya da emekli keseneği ödenmiş olması kaydıyla, istekleri halinde bu madde hükümleri esas alınarak yaşlılık aylığı bağlanır. Ancak çalışmaya başladıktan sonra, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu, Kurum Sağlık Kurulunca çalışma gücündeki kayıp oranının;

a) % 50 ilâ % 59 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 5760,

b) % 40 ilâ % 49 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 6480,

gün uzun vadeli sigorta kolları primi bildirilmiş olması kaydıyla, haklarında bu fıkra hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden,  davacının 17.12.1993 tarihi itibariyle Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde 657 sayılı Yasaya tabi dağıtıcı kadrosunda görev yapmakta olduğu,  68.641.286 Emekli sicil numaralı davacı adına Gaziantep SSK Hastanesince düzenlenen 10.10.1996 tarih, 7468 sayılı ve Gaziantep Devlet Hastanesince düzenlenen 15.01.2009 tarih, 132893-930 sayılı sağlık kurulu raporlarının, 5510 sayılı Kanunun Geçici 4. ve 6. maddeleri gereğince davalı Kurum, Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Maluliyet ve Sağlık Kurulları Daire Başkanlığı tarafından incelendiği ve her iki rapordaki göz rahatsızlığının 16.07.2006 tarih, ve 26230 sayılı Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkındaki Yönetmelikte yazılı olanlardan, en az % 40 oranında olmadığına karar verildiği; bunun üzerine Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı,  Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Daire Başkanlığı’nın 09.01.2009 tarih, .../68.641.286 sayılı işlemi ile, davacının emekliye ayrılmasına imkan bulunmadığı hususunun davacının çalıştığı Müdürlüğe bildirildiği; davacının 12.1.2010 tarihli dilekçe ile yeniden talepte bulunduğu;  “talebinin daha önceki yazışmalarda reddedildiğinden, lüzumsuz yazışmalara meydan verilmemesi amacıyla dilekçenin İnsan Kaynakları Daire Başkanlığına gönderilmediği” yolundaki Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nün 13.1.2010 tarih, XII­-88916-9 sayılı işlemi ile reddedilmesi üzerine, bu işlem ile dayanağı işlemlerin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E:2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

 Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle,  İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gaziantep 2. İdare Mahkemesi’nin 27.10.2010 gün ve E:2010/204, K:2010/1038 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/235

KARAR NO            : 2012/99

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : ……….Hizmetleri Ltd. Şti.

Vekili         : Av. Ş. U.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

O L A Y    : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü’nün 2.5.2006 tarih ve 15465 sayılı işlemi ile,  istenilen kayıt ve belgelerin Bakanlık iş müfettişine ibraz edilmeyerek denetimin engellendiği belirtilerek; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak 107. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.

ŞİŞLİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 17.1.2008 gün ve Müteferrik:2007/1689 sayı ile; her ne davacı vekili idari para cezasına itiraz etmiş ise de, verilen idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların görüm ve çözümü görevinin İdari Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

   Bu kez Davacı, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ: 11.6.2008 gün ve E: 2008/878, K:2008/867 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2. maddesinde; kabahat deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağının belirtildiği,  06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunun 31. maddesi ile değişik 3. maddesinde: "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde…” uygulanacağı,  27. maddesinde; idari yaptırım kararı ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 (onbeş) gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği, bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararının kesinleşeceği, idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde bu madde hükmünün uygulanmayacağı kuralına yer verilmiş olduğu; 4857 sayılı İş Kanunu'nda, bu kanun hükümleri uyarınca verilecek idari para cezalarına ilişkin yargı yolunu gösteren hüküm bulunmadığı;  4857 sayılı İş Kanunu’nun 107 ve 108. maddeleri uyarınca para cezası uygulandığı, anılan Kanunda bu kanun uyarınca verilen para cezalarına karşı açılan davaların hangi mahkemede çözümleneceğine ilişkin hüküm bulunmaması karşısında yukarıda anılan Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görev alanı içerisinde olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar Danıştay 10. Dairesinin 25.5.2011 gün ve E:2008/9964, K:2011/1829 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4857 sayılı Kanun’un 92, 107 ve 108.  maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesinde, yetkili makam ve memurlara ilişkin düzenlemeye yer verilmiş; “İş hayatının denetim ve teftişi ile ilgili hükümlere aykırılık” başlığını taşıyan 107 maddesinde, Kanunun; 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen,  96 ncı maddesindeki yasaklara uymayan,  işveren veya işveren vekiline sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği,  iş müfettişlerinin bu Kanundan veya diğer kanunlardan doğan her çeşit teftiş, denetleme yetki ve görevleri gereğince görevlerinin yerine getirilmesi sırasında, görevlerini yapma ve sonuçlandırmaya engel olan kimselere, fiil suç oluşturmadığı takdirde, sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği hükmü yer almış; 108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü  26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş; son olarak maddenin ikinci cümlesi, 25.2.2011 tarihinde yürürlüğe giren  6111 sayılı Kanun’un  79.maddesiyle “101 inci ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu il müdürü tarafından; birden fazla ilde işyerleri bulunan işverenlere uygulanacak idari para cezası ise işyerlerinin merkezinin bulunduğu yerdeki Türkiye İş Kurumu il müdürünce verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.” şeklinde değiştirilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.         

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.1.2008 gün ve Müteferrik:2007/1689 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/237

KARAR NO            : 2012/100

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile davacı şirket arasında imzalanan hizmet alım sözleşmesinde muvazaa olduğuna ilişkin Müfettiş Raporu ile muvazaanın onanması halinde yasa gereği idari para cezası uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı      : ……….Teks.Nak. San.Ltd.Şti./  Karahan Bilişim.Hizm.Org.San.Tic.Ltd.Şti./ Ş.Urfa ……Temizlik Tic. San. Ltd. Şti. / Ş.Urfa  ………. San. Tic. Ltd. Şti.    (Ş.Urfa İş Ortaklığı)

Vekili       : Av. Ş. A.

Davalı        : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Vekili         : Haz. Av. E. T.

O L A Y    :  1-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi tarafından Tigem Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğü işyerinde 12/08/2009-13/08/2010 tarihlerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 31/08/2010 tarih ve 69 sayılı İnceleme Raporunda; TİGEM Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğü ünvanlı asıl işveren ile davacı ……….Teks.Nak. San.Ltd.Şti / Karahan Bilişim Hizm. Org. San. Tic. Ltd. Şti./Ş.Urfa …… Temizlik Tic. San. Tic. Ltd. Şti.-Ş.Urfa ………. San. Tic. Ltd. Şti. (Ş.Urfa İş Ortaklığı) ünvanlı alt işveren arasında 01/06/2010-31/05/2011 yürürlük süreli Sığırcılık, Atcılık, Tarım İşçiliği, Makine İkmal İşleri konulu hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı; TİGEM Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğü Alt İşverenliği işyerinde Hizmet Alım Sözleşmesinin gereği olarak Sığırcılık, Atcılık, Tarım İşçiliği, Makine İkmal hizmetlerini yürüttükleri, bu işlerde Kurumun kendi personelinin yetersiz kaldığı ve ek personele ihtiyaç duyulduğu durumlarda ve Kurumun talep ettiği sayıda işçinin kendileri tarafından hizmet alım sözleşmesinde belirlenen koşullarda kendilerince sağlandığı, işyerinde kaç işçinin kaç gün süre ile nerede çalışacağına İşletme Müdürlüğünün karar verdiği, iş durumuna ve asıl işverenin talebine göre işçi işe alındığı, halen işyerinde kendilerine bağlı işçilerin olduğu; Müdürlükçe hizmet alımı sözleşmesine istinaden çalıştırılan işçilerin asıl işveren işçileri ile birlikte onların yetersiz kaldığı alanlarda istihdam edildiklerinden aynı işleri yaptıkları, bu işçilerin Müdürlükçe görevlendirilen Kahya ya da Çavuş olarak anılan kişiler tarafından yönlendirildikleri, ilgili araç ve malzemelerin İşletme Müdürlüğü tarafından tedarik edildiği; hizmet alım sözleşmesi ile alt işverene bırakılan hizmetlerinin asıl işveren tarafından öteden beri yürütülen ve halen yürütülmekte olan asıl işlerden olduğu;  ek personele ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ve ihtiyaç duyulan sayıda işçinin yüklenici firmalar tarafından sağlandığı;  olayın özelliği, Yargıtay Kararları dikkate alındığında TİGEM Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğünde belirtilen hizmetlerin asıl işin bir parçası olduğu, söz konusu bölümlerde yapılan işlerin 4857 sayılı İş Kanunun 2.maddesi gereği alt işverene verilebilecek nitelikte işlerden olmadığı anlaşıldığından, TİGEM Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile davacı arasında akdedilen hizmet alımı sözleşmesinin muvazaalı olduğu kanaatine varıldığı belirtilerek; 4857 sayılı Yasanın 3. maddesine muhalefet eden işverenler hakkında aynı yasanın 98. maddesi gereğince idari para cezası uygulanmasının gerektiği ifade edilmiştir.

2-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü’nce, 7.10.2010 tarih ve 17787 sayılı Tebligat yazısı ile;  Bakanlık İş Müfettişi tarafından yapılan inceleme sonucunda; hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl işveren alt işveren ilişkilerinin muvazaalı işleme dayandığının tespit edilmiş olduğu,  söz konusu raporun, 4857 sayılı İş Kanununun 3’üncü maddesi ile Alt İşverenlik Yönetmeliğinin 13. maddesi uyarınca ilişikte gönderildiği; bu itibarla, 4857 sayılı İş Kanununun 3. Maddesine dayanılarak çıkarılan Alt İşverenlik Yönetmeliğinin 13. maddesi gereğince, asıl işveren - alt işveren ilişkisinin İş Müfettişince tespitinden sonra muvazaanın tespitine ilişkin gerekçeli müfettiş raporunun Bölge Müdürlüklerince işverenlere tebliğ edildiği tarihten itibaren 6 iş günü içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği, itiraz halinde itiraz dilekçesinin bir örneğinin Müdürlüklerine gönderilmesi, bu süre içinde itiraz edilmemesi ya da mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işverene aynı kanunun 5763 sayılı kanunla değişik 98/1 maddesi gereğince idari para cezası uygulanacağı hususu davacı Şirkete bildirilmiştir.

   3-Davacı şirketler grubu temsilcisi davalı olarak, ……… Teks. Nak. San. Ltd. Şti./  Karahan Bilişim. Hizm. Org. San. Tic. Ltd. Şti. / Ş. Urfa ……Temizlik Tic. San. Ltd. Şti./  Ş. Urfa ……… San. Tic. Ltd. Şti.(Ş.Urfa İş Ortaklığı)’ni gösterdiği dava dilekçesinde; şirketleri ile Tigem Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğü arasında hizmet alım sözleşmesi imzalandığını, ancak davalı Kurum Müfettişliği tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen 31.08.2010 tarih 69 sayılı rapora göre,  Şirketleri ile ilgili İdare arasındaki hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı gerekçesiyle Şirketlerine para cezası işlemi uygulandığını, Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunu ifade ederek,  31.08.2010 tarihli 69 sayılı raporla düzenlenen ve 4857 Sayılı Yasanın 98. maddesi gereğince idari para cezası getiren raporun iptaline ve idari para cezasının kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

   BURSA 1. İŞ MAHKEMESİ; 18.04.2011 gün ve E: 2010/965, K:2011/204 sayı ile, Davacı şirketler grubu ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü arasında 01.06.2010 - 31.05.2011 tarihlerini kapsar Tigem işyerindeki Sığırcılık, Atçılık, Tarım işçiliği, Makine İkmal İşlerinin Sağlanmasına ilişkin imzalanan hizmet alım sözleşmesi davalı kurumun incelemesi sonucu düzenlenen 31.08.2010 tarihli rapor ile sözleşmede yapılması belirlenen işlerin asıl işlerden olduğu ve taraflar arasında sözleşmede belirtilen asıl işveren alt işveren ilişkisinin bu nedenlerle muvazaaya dayandığı tespit edilerek, kurulan asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığı, işbu raporun tebliğinden itibaren 6 gün içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği, itiraz halinde dilekçenin bir örneğinin kuruma gönderilmesi, itiraz edilmemesi halinde ya da mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde haklarında yasa gereği idari para cezası uygulanacağının 07.10.2010 tarihli yazı ile davacı şirketler grubuna ve Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğüne tebliğ edildiği, davacı şirketler grubunun da itirazlarına konu eldeki bu davayı ikame ettiği;  uyuşmazlığın idari işleme dayandığı ve davanın para cezasına itiraz olduğunun anlaşıldığı, özel yasa olan 506 Sayılı (Yeni 5510 Sayılı Sosyal Güvenlik Yasası) Sosyal Güvenlik Yasasından kaynaklanan dava konusu idari para cezasına karşı yapılacak itiraza konu davaya bakma görevinin en son yasal düzenlemelere göre idari yargının görev alanında kaldığı, bu nedenlerle eldeki davanın görülme yerinin Mahkemelerinin görevi kapsamında kalmadığı;  her ne kadar iptali istenen para cezasına konu kurum işlemi Sosyal Güvenlik Yasası'ndan kaynaklanmakta ise de para cezasına itiraza konu davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini belirleyen yasal düzenlemeler karşısında eldeki davanın görev nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görev nedeniyle davanın reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

4-Bu kez Davacı vekili tarafından, davalı olarak yalnızca ……….Teks. Nak. San. Ltd. Şti. gösterilerek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tanzim edilen 31.08.2010 tarih ve 69 sayılı rapora itirazlarının kabulü ile müvekkili bulunduğu şirkete idari para cezası verilmesine dair idari kararın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 05.08.2011 gün ve E: 2011/1116 sayı ile,  4857 sayılı İş Kanunu'nun 2. maddesinin 6. fıkrasında; bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denildiği, bu ilişkide asıl işverenin, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumlu olduğu, 3. maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanun'un kapsamına giren nitelikte bir işyerini kuran, her ne suretle olursa olsun devralan, çalışma konusunu kısmen veya tamamen değiştiren veya herhangi bir sebeple faaliyetine son veren ve işyerini kapatan işverenin, işyerinin unvan ve adresini, çalıştırılan işçi sayısını, çalışma konusunu, işin başlama veya bitme gününü, kendi adını ve soyadını yahut unvanını, adresini, varsa işveren vekili veya vekillerinin adı, soyadı ve adreslerini bir ay içinde bölge müdürlüğüne bildirmek zorunda olduğu, 2. fıkrasında; bu Kanun'un 2. maddesinin altıncı fıkrasına göre iş alan alt işverenin; kendi işyerinin tescili için asıl işverenden aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlü olduğu, bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait belgelerin gerektiğinde iş müfettişlerince inceleneceği, inceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş raporunun işverenlere tebliğ edileceği, bu rapora karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu, rapora altı iş günü içinde itiraz edilmemiş veya mahkemenin muvazaalı işlemin tespitini onanmış olması halinde ise tescil işleminin iptal edileceği ve alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılacağı, 98. maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanun’un 3. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki işyeri bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya işveren vekiline,  çalıştırılan her işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 85. madde kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası, 3. maddesinin ikinci fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin Yeni Türk Lirası idari para cezası verileceği hükmüne yer verilmiş olduğu;  4857 sayılı Kanun'un 3. maddesine dayalı olarak hazırlanan ve 27.09.2008 tarih ve 27010 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin 12. maddesinin 1. fıkrasında; 7. madde uyarınca tescili yapılan işyeri için 6. maddede belirtilen belgelerde Kanun'a aykırılık veya muvazaa kanaatini oluşturan delillerin bulunması halinde, söz konusu belgelerin gerekçesi ile birlikte incelenmek üzere bölge müdürlüğünce iş teftiş grup başkanlığına intikal ettirileceği, 13. maddesinin 1. fıkrasında; asıl işveren-alt işveren ilişkisinin iş müfettişlerince incelenmesi sonucunda muvazaanın tespitine ilişkin gerekçeli müfettiş raporunun bölge müdürlüğünce işverenlere tebliğ edileceği, tebliğ tarihinden itibaren 6 işgünü içinde isverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu, 2. fıkrasında; rapora 6 iş günü içinde itiraz edilmemiş veya mahkemenin muvazaanın tespitini onamıs olması halinde ise tescil işleminin bölge müdürlüğünce iptal edileceği ve alt işveren işçilerinin başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılacağı, 3. fıkrasında; iş müfettişinin muvazaalı işlemi tespit etmesi durumunda itiraz süresinin geçmesi ya da mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işveren veya vekillerine idari para cezası uygulanacağının kurala bağlandığı;   dosyanın incelenmesinden, aralarında davacı Şirketin de bulunduğu şirketler topluluğu ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü arasında 05.7.2010 tarihinde 01.06.2010 - 31.05.2011 tarihlerini kapsayacak şekilde Tigem işyerindeki sığırcılık, atçılık, tarım isçiliği, makine ikmal işlerinin sağlanmasına ilişkin hizmet alım sözleşmesi yapıldığı ve davacı Şirketin 01.8.2010 tarihinde işe başladığı, işyerinde Bakanlık iş müfettişi tarafından 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında 12.08.2010 - 13.08.2010 tarihleri arasında inceleme yapıldığı ve " ... sözleşmede yapılması belirlenen işlerin asıl işlerden olduğu ve taraflar arasında sözleşmede belirtilen asıl işveren alt işveren ilişkisinin bu nedenlerle muvazaaya dayandığı… " hususunun dava konusu 31.08.2010 tarih ve 69 sayılı raporla tespit edildiği, bu tespite ilişkin raporun da dava konusu işlemle birlikte 13.10.2010 tarihinde davacı şirkete tebliğ edildiği, davacı şirket tarafından 6 gün içerisinde 31.08.2010 tarih ve 69 sayılı rapor ile ceza uygulanacağına ilişkin Bursa Bölge Müdürlüğü'nün 07.10.2010 tarih ve 17787 sayılı işleminin iptali istemiyle 19.10.2010 tarihinde Bursa 1. İş Mahkemesi'nde dava açıldığı, bu davanın da “ …. uyuşmazlığın idari işleme dayandığı ve davanın para cezasına itiraz olduğu, özel yasa olan 506 sayılı (Yeni 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası) Sosyal Güvenlik Yasası'ndan kaynaklandığı, yapılan son düzenlemelere göre davaya bakma görevinin idari yargının görev alanında kaldığı… " gerekçesiyle görev yönünden reddedilmesi üzerine Mahkemelerinde bakılan bu davanın açıldığı; olayda, davacı Şirkete 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu kapsamında herhangi bir para cezası verilmediği gibi dava konusu işlemlerin de yukarıda anılan 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında tesis edildiği ve yapılan inceleme sonucunda hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığına ilişkin tespit raporu ile bu raporun bildirilmesine ve süresi içerisinde itiraz edilmemesi veya mahkemenin muvazaanın tespitini onamış olması halinde idari para cezası uygulanacağına ilişkin olduğu görüldüğünden, dava konusu işlemlerin iptali istemiyle açılan bu davanın yukarıda anılan 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile Yönetmeliğin 13. maddeleri uyarınca Mahkemelerinin görevine girmediği, İş Mahkemesi'nin görevine girdiğinin anlaşıldığı;  ancak, bu davanın, Bursa 1. İş Mahkemesi'nin 18.4.2011 tarih ve E:2010/965, K:2011/204 sayılı görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde açıldığı görüldüğünden, görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve karar alınana kadar davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,  İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan ve önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği; adli ve idari yargı yerleri arasında davalı “Ronya İnşaat Tr. Teks. Nak. San. Ltd. Şti.” yönünden görev uyuşmazlığın doğduğu ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile içinde bulunduğu şirketler topluluğu arasında imzalanan hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinde muvazaa olduğuna ilişkin 31.08.20l0 tarihli 69 sayılı Müfettiş Raporu ile bu raporun tebliğinden itibaren 6 gün içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceğine, itiraz halinde dilekçenin bir örneğinin kuruma gönderilmesine, itiraz edilmemesi halinde ya da mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde yasa gereği idari para cezası uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde, (…) “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.

Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.(…)”  hükmüne;

İşyerini bildirme”  başlıklı 3. maddesinde, “ Bu Kanunun kapsamına giren nitelikte bir işyerini kuran, her ne suretle olursa olsun devralan, çalışma konusunu kısmen veya tamamen değiştiren veya herhangi bir sebeple faaliyetine son veren ve işyerini kapatan işveren, işyerinin unvan ve adresini, çalıştırılan işçi sayısını, çalışma konusunu, işin başlama veya bitme gününü, kendi adını ve soyadını yahut unvanını, adresini, varsa işveren vekili veya vekillerinin adı, soyadı ve adreslerini bir ay içinde bölge müdürlüğüne bildirmek zorundadır.

(Değişik ikinci fıkra: 15/5/2008-5763/1 md.) Bu Kanunun 2 nci maddesinin altıncı fıkrasına göre iş alan alt işveren; kendi işyerinin tescili için asıl işverenden aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür. Bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait belgeler gerektiğinde iş müfettişlerince incelenir. İnceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir. Bu rapora karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Rapora altı iş günü içinde itiraz edilmemiş veya mahkeme muvazaalı işlemin tespitini onamış ise tescil işlemi iptal edilir ve alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır.

(Ek fıkra:11/6/2003-4884/10 md.) Ancak, şirketlerin tescil kayıtları ise ticaret sicili memurluklarının gönderdiği belgeler üzerinden yapılır ve bu belgeler ilgili ticaret sicili memurluğunca bir ay içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ilgili bölge müdürlüklerine gönderilir.

(Ek fıkra: 15/5/2008-5763/1 md.) Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulması, bildirimi ve işyerinin tescili ile yapılacak sözleşmede bulunması gerekli diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” hükmüne;     İşyerini bildirme yükümlülüğüne aykırılık” başlıklı 98.maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 15/5/2008-5763/8 md.) Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki işyeri bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya işveren vekiline, çalıştırılan her işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 85 inci madde kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir.

Bu para cezasının kesinleşmesinden sonra bildirim yükümlülüğüne aykırılığın sürmesi halinde takip eden her ay için aynı miktar ceza uygulanır.” hükmüne; 

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, aralarında davacı Şirketin de bulunduğu şirketler topluluğu ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü arasında, Tigem işyerindeki sığırcılık, atçılık, tarım isçiliği, makine ikmal işlerinin sağlanmasına ilişkin hizmet alım sözleşmesi yapıldığı;  davacı Şirketin  alt işveren olarak  işe başladığı, işyerinde Bakanlık İş müfettişi tarafından 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında inceleme yapıldığı ve 31.08.2010 tarih ve 69 sayılı raporla  " ... sözleşmede yapılması belirlenen işlerin asıl işlerden olduğu ve taraflar arasında sözleşmede belirtilen asıl işveren alt işveren ilişkisinin bu nedenlerle muvazaaya dayandığı… " hususunun tespit edildiği, bu tespite ilişkin raporun; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü’nün, 7.10.2010 tarih ve 17787 sayılı yazısı ile birlikte davacı şirkete tebliğ edildiği, bu yazıda söz konusu Rapordan bahisle; 4857 sayılı İş Kanununun 3. Maddesine dayanılarak çıkarılan Alt İşverenlik Yönetmeliğinin 13. maddesi gereğince, asıl işveren - alt işveren ilişkisinin İş Müfettişince tespitinden sonra muvazaanın tespitine ilişkin gerekçeli müfettiş raporunun Bölge Müdürlüklerince işverenlere tebliğ edildiği tarihten itibaren 6 iş günü içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği, itiraz halinde itiraz dilekçesinin bir örneğinin Müdürlüklerine gönderilmesi, bu süre içinde itiraz edilmemesi ya da mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işverene aynı kanunun 5763 sayılı kanunla değişik 98/1 maddesi gereğince idari para cezası uygulanacağı hususu davacı Şirkete bildirildiği, bunun üzerine; hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinde muvazaa olduğuna ilişkin 31.08.20l0 tarihli 69 sayılı Müfettiş Raporu ile idari para cezası uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Buna göre uyuşmazlığa konu raporun 4857 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik kapsamında düzenlendiği, hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığına ilişkin Müfettiş raporu ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işverene,  yine 4857 sayılı Kanun gereğince idari para cezası uygulanacağına ilişkin bildirim işleminin iptalinin talep edildiği ve 5521 sayılı Yasanın 1. maddesi gözetildiğinde, uyuşmazlığın “İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları” kapsamında iş mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

 Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile İş Mahkemesinin verdiği görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Bursa 1. İş Mahkemesi’nce verilen 18.04.2011 gün ve E:2010/965, K:2011/204 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/239

KARAR NO            : 2012/101

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 3194 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : K. K.,  A. G.,  M. C.,  S. G.  Mirasçıları: A. G.,H. G., M.G.I., H.G.U., S.G.D.

Vekilleri     : Av. S. Ç.,  Av. S. Ç.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı 

Vekili         : Av. A. A.

O L A Y : Davacılar vekili  dava dilekçesinde, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda 1994 yılında yeni bir imar düzenlemesi yapıldığını, yapılan imar düzenlemesi sonucunda müvekkillerinin toplam 182 m2’sinin bu parsel ile şuyulandırıldığını, parsel üzerinde davalıya ait pazar yeri bulunduğunu, parselde davacı ve diğer hissedarların müştereken malik olduklarını, söz konusu yer İmar Kanunu’nun 18. maddesi gereğince oluşturulmuş olduğundan, hissedarların hisseleri miktar olarak belli olmakla beraber bir bütün içerisinde hangi bölümde olduklarının belirsiz bulunduğunu, Davalıya karşı daha önce açılmış olan davalar nedeniyle, davalı Belediyenin Pazaryerini kısmen kaldırdığını, idarenin kamulaştırmasız el atma eylemini gerçekleştirdiğini, bu eylemi gerçekleştiren davalı Kurumun, taşınmazın dava tarihindeki gerçek ve rayiç bedelini müvekkillere ödemekle yükümlü bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin talep hakları saklı kalmak üzere şimdilik 5.000 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiliyle müvekkillerine hisseleri oranında verilmesine, müvekkillerinin hisselerinin iptali ile davalı idare adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Belediye vekili birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 08.06.2011 gün ve E:2011/192 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; her ne kadar, uyuşmazlık konusu parselin imar planında pazar yeri alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle ve imar uygulama işlemi ile pazar alanından yer tahsis edilmiş bulunduğu iddiasıyla söz konusu taşınmazların bedellerinin tazminat olarak ödenmesi istemiyle açılan davada, davanın hukuksal dayanağı olarak, kamulaştırmasız el atma gösterilmiş ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında imar planında ilköğretim tesisi alanına ayrılan taşınmaz yönünden kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı kabul edilmiş; yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, 3194 sayılı Kanun'un 18'inci maddesine göre yapılan uygulamada davacıya tahsis edilen imar parselinin, imar planında lise alanı olarak ayrılması halinde kamulaştırmasız el atma koşullarının gerçekleştiği yönündeki mahkeme direnme kararı yerinde bulunmuş ise de; davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın, yukarıda açıklandığı üzere, genel ve düzenleyici işlem olan imar planında ilgili taşınmazın pazar yeri alanı olarak gösterilmesinden, bu planlarda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulaması işleminden kaynaklandığında ihtilaf bulunmadığından; bu kısıtlama ve hareketsizlikten doğan zararın da idari işlem ve eylemden kaynaklandığının kabulünün gerektiği;   bu bakımdan; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Altındağ Belediyesinin 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. Maddesi uyarınca arazi ve imar uygulamalarına ilişkin işlemler kapsamında, davacının da hissesinin bulunduğu 21620 Ada 1 Parsel sayılı yerin imar planında pazaryeri olarak ayrılmış bulunması karşısında, bu parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı;  imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği düşünüldüğü;  bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/192 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Belediye vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1 sayılı parselde bulunan hissesine davalı idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığı ileri sürülerek şimdilik 5.000 TL’nin yasal faizi ile birlikte tazmini, hissenin tapusunun iptali ile davalı adına tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır. 

Anılan madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.

Olayda, davacılar vekili tarafından, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1 parselde bulunan ve pazar olarak kullanılan taşınmazdaki davacıların hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 5.000 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsili ile tapunun idare adına tescilinin talep edildiği; İdarece, kesinleşen İmar Planının uygulanması kapsamında imar düzenlemesi yapıldığı; imar uygulaması kapsamındaki parsellerden alınan kamu ortaklığı paylarından dava konusu Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1 sayılı parselin oluşturulduğu ve bu parselin imar planında "pazaryeri" olarak ayrıldığı; imar uygulaması tamamlandıktan sonra, davacıların, bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcı’sınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.06.2011 gün ve E:2011/192 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012  gününde Üyelerden Mustafa AYSAL ile Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davalı Belediye Başkanlığınca yapılan imar uygulaması sonucunda, pazaryeri olarak ayrılan davacılara ait taşınmazın, davalı idarece kamulaştırma işlemlerine tevessül edilmeksizin pazaryeri olarak kullanılması nedeniyle davacı tarafından kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası Adli Yargı ilk derece mahkemesinde açılmış,

Davalı idare vekilinin süresi içinde olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği dilekçe üzerine Danıştay Başsavcılığınca uyuşmazlığın imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargıda çözümlenmesi gerektiği düşüncesiyle 2247 sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek, dosya yüksek mahkemeye gönderilmiş,

Yüksek Mahkemece çoğunluk görüşü ile Danıştay Başsavcılığının başvurusu kabul edilerek davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar verilmiştir.

Yüksek çoğunluk görüşüne katılamamaktayız. Zira;

3194 sayılı yasanın 18/10 md "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapıların belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamayacağı” öngörülmüştür.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün 1956/1-6 sayılı kararında da "Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın ilgili amme hükmi şahsiyeti aleyhine men' i müdahale davası açmaya hakkı bulunduğu gibi fiili duruma rıza göstererek mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün bedelinin tahsilini de dava edebileceği" vurgulanmıştır.

Bu halde kamulaştırmasız el atma davasında görevli yargı kolu Adli Yargıdır.

Maruz nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 21.5.2012 

 

Üye

Mustafa AYSAL

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/247

KARAR NO            : 2012/102

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile faturada yer alan zamlı konaklama ücretinin iadesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı                        : Türk Hava Yolları A.O.

Vekilleri                     : Av. M. Ş. – Av. H. S. D.

Karış Taraf : Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili                         : Av. O. K.

O L A Y    : Davacı şirket vekili dava dilekçesinde, davalı idarenin hava limanı ve havaalanlarında uçakların konma ve konaklaması ile ilgili olarak tek yanlı iradesi ile 2009 yılı Tarifesinde “Uluslararası Konma ve Konaklama Tarifesi” ile “İç Hat Konma ve Konaklama Tarifesi” başlıkları altında düzenlemeler getirerek, tüm yerli ve yabancı hava yollarından Zamlı Konaklama Ücreti (slot cezası) adı altında hukuka aykırı tahsilat yaptığını; bu tahsilatın ne Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunla ne de Türk Sivil Havacılık Kanununda yeri olduğunu; dünyada hiçbir havaalanında bu tür bir uygulamanın bulunmadığını; Devlet Hava Meydanları İşletmesinin aksaklıkları tespit edip gidermediği sürece hava yollarından kaynaklanmayan sebeplerle meydana gelen gecikmeler için “Zamlı Konaklama Ücreti” adı altında fahiş idari para cezaları tahsil etmesinin hukuka aykırı olduğunu; operasyon günü gerçekleşen tek bir seferden varış ya da kalkış saatinde yaşanan 20-30 dakikalık sapmanın, konaklama ücretinin yanında ek olarak konaklamaya tabi tutulmak için yeterli görüldüğünü; hiçbir slot uyumsuzluklarının olmadığını; Devlet Hava Meydanları İşletmesi tarafından, slota uygun iniş kalkış yapılmaması halinde, havayollarınca ek bir hizmet verilmediğinden havayollarına zamlı ücret tarifesi adı altında ceza uygulanmasını gerektirecek bir sebebinde bulunmadığını; düzenlemenin ücret olarak da değerlendirilse, ceza olarak da değerlendirilse tamamıyla hukuka aykırı olduğunu önesürerek, davalı idarenin 2009 yılı Uluslararası/İçhat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (Slot Cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünce düzenlenen 1.7.2009 gün ve AI09-010813 numaralı faturada yer alan 2.400,00 TL zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin savunma dilekçesinde, iç hat ve dış hat ücret tarifelerinde yer alan Zamlı Konaklama Ücretinin Konma ve Konaklamanın Hava Yolu Şirketlerince alınan slot saatleri (iniş-kalkış saatleri) içersinde yapılmamasından kaynaklanan zamlı ücret uygulaması olduğu; slot uygulamasında en büyük aksaklığın sebebinin iddia edildiği gibi meydan kapasitesinin yeterli olmamasının değil, hava yolu kuruluşlarının tamamının aynı saatte uçma istekleri sonucu kapasitenin belirli saatlerde sıkışması, diğer saatlerde ise boş olması olduğu; bu durumun da uçuş güvenliği riskini oraya koyduğu; ülkemizde havacılık ve buna bağlı diğer sektörlerin gelişiminin desteklenmesi ve uçuş operasyonundaki hızlılığın sağlanması bakımından, uçakların ilk iki saatlik konaklaması için ücret alınmadığı; ülke ekonomisine olumsuz etki yapmasının önüne geçilmesi bakımından da mecburen slotsuz veya slotuna uygun olmayan uçakların geri çevrilmesi yerine inişine izin verildiği ve zamlı konaklama ücreti alındığı; zamlı konaklama ücretinin bir cezai müeyyide değil verilen hizmetlerin bir karşılığı olarak alındığı; slotuna uygun gelmeyen bir uçağın tüm hava trafiğini riske ettiği gibi çalışan personelinde iş yükünü arttırdığı; hava trafik hizmetlerinin sağlanmasında esas olanın uçuş emniyetinin riske edilmemesi, can ve mal güvenliğinin korunması ile düzenli bir hava trafiğinin akışının sürdürülmesi ilkelerine uygun hareket edilmesi olduğu önesürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ: 29.12.2009 gün ve E:2009/1670, K:2009/2399 sayı ile, slot uygulamasının, hava trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını temin etmek amacıyla, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin değerlendirilerek, talep edilen veya talebe müsait en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı olanaklarının kullanımı hakkını ifade ettiği, zamlı konaklama ücreti uygulaması ise, slot dahilinde iniş-kalkış yapılmaması halinde, slot almayan veya slotuna uymayan uçaklara, hava trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını temin etme amacıyla slot almayı ve slotuna uymayı teşvik eden bir önlem niteliğinde olup; ceza olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı gibi, havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığının da olmadığı, idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğinde olmayan dava konusu tahsilat işleminin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulmasının olanaklı olmadığı, diğer taraftan, dava konusu zamlı konaklama ücretinin, Konaklama Tarifesi uyarınca hesaplanmış olmasının da, tarifenin uygulanmasına ilişkin olarak tesis edilen tüm işlemlerin tamamının yargısal denetiminin, idari yargının görevalanına girmesi sonucunu doğurmayacağı, buna göre uyuşmazlığın görev ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu, nitekim, Danıştay Onuncu Dairesi'nin 11.2.2009 gün ve E:2008/169, K:2009/979 sayılı kararının da bu yönde bulunduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15. maddesinin 1-a bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 28.10.2010 gün ve E:2010/5839, K:2010/7502 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

Davacı Türk Hava Yolları A.O. vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmış ve davanın çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmesini talep etmiştir.

BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 22.3.2011 gün ve  E:2010/1296, K:2011/269 sayı ile, HUMK.nun 7. maddesinin 1. fıkrasında "diğer bir mahkeme yahut idari makam veya yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme, duruşma yapmadan görevsizlik kararı verebileceği gibi davanın her safhasında kendiliğinden görevli olmadığına da karar verir" hususunun düzenlendiği, hal böyle olunca: Davada HUMK.nun 7. maddesinde anılan "İdari Makamların” görevli olduğu gerekçesi ile dava dilekçesinin görev nedeni ile reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle; HUMK.nun 7. maddesine göre davada idare mahkemesi görevli olduğundan dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar vermiş, bu karar taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı idarenin 2009 yılı Uluslararası İç Hat Konma ve Konaklama Ticari Faaliyetlerindeki zamlı konaklama ücreti pist ve parklama cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden davacı şirketten yapılan tahsilat işleminin iptali ile, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünce düzenlenen 1.7.2009 gün ve 10813 numaralı faturada yer alan 2.400,00 TL zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek gecikme faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1933 yılından bu yana değişik isim ve statülerle hizmetlerini yürüten, 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statüsü çerçevesinde 1984 yılından itibaren faaliyetlerini Kamu İktisadi Tesebbüsü olarak sürdüren,  tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, sorumluluğu sermayesi ile sınırlı, Ulaştırma Bakanlığı ile ilgili ve hizmetleri imtiyaz sayılan bir Kamu İktisadi Kuruluşu(KİK) olan davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün amaç ve faaliyetleri, Kuruluşun Ana Statüsü’nde;  “Sivil Havacılık faaliyetlerinin gereği olan, hava taşımacılığı, hava alanlarının işletilmesi, meydan yer hizmetlerinin yapılması, hava trafik kontrol hizmetlerinin ifası, seyrüsefer sistem ve kolaylıklarının kurulması ve işletilmesi, bu faaliyetler ile ilgili diğer tesis ve sistemlerinin kurulması, işletilmesi ve modern havacılık düzeyine çıkarılmasını sağlamak…” şeklinde belirlenmiştir.

2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, Havaalanlarının kullanılması ve tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin karşılığında alınacak ücretlerin, yapılacak tarifelerle saptanacağı; yapılmış olan tarifelerin Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe gireceği hükmü yer almış; aynı Kanunun 44 ncü maddesinde, Ulaştırma Bakanlığı'nın havaalanlarında yolcu ve yük trafiğinin ve her türlü hizmetlerin çağdaş sivil havacılık ilkelerine ve ülke çıkarlarına uygun bir biçimde yürütülmesi amacı ile gereken önlemleri almaya veya aldırmaya yetkili olduğu kurala bağlanmış olup, bu hükümle birlikte (işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan ancak 01/11/2011 tarih ve 28102 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 26/09/2011 tarih ve 655 sayılı "Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 1. maddesi ile yürürlükten kaldırılan) Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 3348 sayılı Kanunun 2 nci, (mülga)12 nci ve 35 nci maddelerine dayanılarak havaalanları yer hizmetlerinin uluslar arası seviyede yapılmasını sağlamak için uygulanacak usul ve esasları düzenlemek, hizmet türlerini belirlemek ve bu hizmetlerle ilgili ücret tarifelerini tespit etmek amacıyla, 28/08/1996 tarih ve 22741 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Havaalanları Yer Hizmetleri Yönetmeliği çıkarılmıştır.

"Slot Uygulama Prensipleri Talimatı"nın 4. maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından değerlendirilerek, talep edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde de; Ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin tamamının aynı anda karşılanamadığı havalimanı/meydanlarında mevcut kapasitenin en etkin ve verimli şekilde kullanılması amacıyla, slot uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot zamanına göre konaklama yapan, tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda sefer düzenleyen yerli ve yabancı tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı kuralına yer verilmiştir.

İç Hat Konma ve Konaklama Tarifesi’nin 1. maddesinde; tarifenin,  DHMİ tarafından işletilen hava alanlarını iç hat uçuş amacıyla kullanan Türk tescilli veya yabancı tescilli kiralık uçak kullanan yerli hava taşıyıcılarının hava araçlarına uygulanacak konma ve konaklama ve ek hizmetlere ilişkin tarifeyi ve uygulama esaslarını kapsayacağı belirtildikten sonra 2. maddesinde, Tarife Tablolarına yer verilmiş, Uygulama Esasları başlıklı 3. maddesinde, konma ve konaklama ücretlerinin, hava aracının “Tescil Belgesinde” kayıtlı olan azami kalkış ağırlığı üzerinden hesaplanacağı,  hesaplamada ton kesirlerinin 1000 kg olarak hesaba alınacağı,konaklamanın, hava aracının piste inişini izleyen ikinci saatten sonra başlayacağı ve motor çalıştırma izni verilmesiyle sona ereceği;  bir konaklama ücretinin 24 saatlik süreyi kapsayacağı, 24 saatten az konaklamalarda 24 saat konaklama ücreti alınacağı, 24 saati geçen konaklamalarda işleyen her 24 saat için tablodaki ücretlerin alınacağı,  konaklama süresinin 30 günü aşması durumunda konaklama ücretinin üç katı, 90 günü aşması durumunda ise beş katı ücret uygulanacağı, Slot uygulanmakta olan Hava Liman / Alanları ve uygulama tarihlerinin SHGM’nce yayınlanan “Slot Koordinasyonu Kitapçığında” belirtilmekte olduğu,  yaz tarife döneminin (Mart ayının son Pazar günü başlayıp, Ekim ayının son haftası Cumartesi gününe kadar), kış tarife döneminin (Ekim ayının son Pazar Günü başlayıp, bir sonraki yılın Mart ayının son haftası Cumartesi gününe kadar) olan dönem olduğu; slota tabi uçuşlara ilişkin slot koordinasyon merkezince bildirilecek uyumsuzluklar hususunda yapılacak uygulamaların sayma suretiyle belirlendiği ve  “Slotuna uygun gelen ve giden uçaklara sadece Tarifesindeki konaklama ücreti uygulanır. Slot almayan ya da slota uymayan uçaklara, Tarifesindeki konaklama ücretine ilaveten aşağıdaki zamlı konaklama ücreti uygulanır…” denildiği görülmüş; “Ücretlerin ödenmesi başlıklı 4.maddesinde ise, bu tarifede belirtilen ücretlerin tahakkuk ve fatura edilmesinde DHMİ Hasılat Yönergesi esasları, tahsilatlarda ise DHMİ Tahsilat Yönetmeliği esaslarının uygulanacağı belirtilmiştir.

Benzer düzenlemeler “Uluslararası Konma ve Konaklama Tarifesi”nde de yer almıştır.

Öte yandan,  DHMİ Genel Müdürlüğünün, DHMİ Hâsılat Yönergesi ile kanun, tüzük, yönetmelik, protokol, tarife, karar ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde doğan alacaklarının takip, tahsil, taksitlendirme, erteleme, mahsup ve terkinlerinde uygulanacak usul ve esasların belirlenmesi amacıyla çıkarılan ve Yönetim Kurulunun 8.5.2001 gün ve 100 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tahsilat Yönetmeliği”nin 11.maddesinde, kişi ve kuruluşlarca faturalara yapılan itirazların; tahakkuk ünitesi tarafından incelenerek (araştırmayı gerektirecek konular hariç) 15 gün içinde sonuçlandırılacağı ve sonucun, tahsilât ünitesine bildirileceği, tahakkuk birimlerince sonuçlandırılamayan itirazların ise Hâsılat Daire Başkanlığına intikal ettirileceği, Hâsılat Dairesi Başkanlığının,  konu üzerinde çalışmasını tamamladıktan sonra, tahakkuk ve tahsilât ünitelerine gereği için bilgi vereceği, fatura tutarında düzeltme yapılması gerektiğinde madde 7’de belirtildiği gibi hareket edileceği hususuna yer verilmiş, “Son Ödeme Tarihinde Ödenmeyen Alacaklar İçin Yapılacak İşlemler” ise Yönetmeliğin 15 ila 20. maddelerinde yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin slot ihlali yaptığından bahisle Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile 1.7.2009 gün ve 10813 numaralı faturada yer alan 2.400,00 TL zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Somut olay ve konuya ilişkin düzenlemeler bir bütün olarak irdelendiğinde; Ülkemizdeki havalimanlarının işletilmesi, meydan kullanım taleplerinin değerlendirilmesi, verilen hizmetlerin karşılığında Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe giren tarife gereğince ücret alınması, verilen hizmetin ücretlendirilmesinde hangi esasların benimseneceği, meydan kullanımı esnasında bir kural ihlali yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi ve kullanıcı havayolunun eyleminin bir müeyyide gerektirip gerektirmediğine karar verilmesi yolundaki işlemlerin davalı İdare tarafından yürütüldüğü; hava trafiğinin artması sonucu, talebe uygun bir hizmet vermek ve hava liman hizmetlerini en verimli şekilde değerlendirmek üzere planlama safhasında varış/kalkış saatlerinin düzenlenmesini amaçlayan slot uygulaması ile ortaya çıkan zamlı konaklama ücretinin ise, konma ve konaklamanın hava yolu şirketlerince alınan slot saatleri (iniş-kalkış saatleri)içerisinde yapılmamasından kaynaklanan bir zamlı ücret uygulaması olduğu; bu bağlamda ceza olarak nitelendirilemeyeceği ancak,  havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığı da olmadığı gözetildiğinde;  idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğini taşımayan dava konusu fatura düzenlenmesi yolundaki işlemin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulamayacağı, uyuşmazlığın özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa kapsamında görülmeyen uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerleri görevli olduğundan Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bakırköy 4.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 22.3.2011 gün ve E:2010/1296, K:2011/269 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/249

KARAR NO            : 2012/103

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile faturada yer alan zamlı konaklama ücretinin iadesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Türk Hava Yolları A.O.

Vekilleri     : Av. M. Ş.-Av. H. S. D.

Davalı       : Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. O. K.

O L A Y    : Davacı vekili, Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve  Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile 30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle 15.09.2009 tarihinde  idari yargı yerinde dava açmıştır.

   ANKARA 15.  İDARE MAHKEMESİ; 14/10/2009 gün ve E:2009/1109, K:2009/1223 sayı ile,  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 2. maddesinde, idari davaların; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak belirlendiği; aynı Yasanın 14/3. maddesinde de, dilekçelerin; Görev ve yetki, İdari merci tecavüzü, Ehliyet, İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, Süre aşımı,  Husumet, 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,  yönlerinden sırasıyla inceleneceği; 15/1-a maddesinde ise, Yasa'nın 14/3-a maddesine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmüne yer verilmiş olduğu;  İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen tek yanlı idari işlemler ile aynı amaçla gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği; dava dosyasının incelenmesinden; slot ihlali yaptığından bahisle, söz konusu ihlal karşılığı olarak 740 euro zamlı konaklama ücretinin davacıdan istenilmesine ilişkin 30.06.2009 tarih ve BA09-012150 numaralı fatura ile tesis edilen işlemin iptali ile 704 euro zamlı konaklama ücretinin gecikme faizi ile birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, "Havaalanlarının kullanılması ve tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin karşılığında alınacak ücretler, yapılacak tarifelerle saptanır. Yapılmış olan tarifeler Ulaştırma Bakanlığının onayı ile yürürlüğe girer." hükümlerine yer verildiği; Slot Uygulama Prensipleri Talimatının 4. maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından değerlendirilerek, talep edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde de; ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin tamamının aynı anda karşılanamadığı havalimanı/meydanlarında mevcut kapasitenin en etkin ve verimli şekilde kullanılması amacıyla, slot uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot zamanına göre konaklama yapan, tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda sefer düzenleyen yerli ve yabancı tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı kuralına yer verilmiş olduğu; görüldüğü üzere, slot uygulamasının, hava trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını temin etmek amacıyla, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin değerlendirilerek, talep edilen veya talebe müsait en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı olanaklarının kullanım hakkını ifade ettiği;  zamlı konaklama ücreti uygulamasının ise, slot dahilinde iniş-kalkış yapılmaması halinde, slot almayan veya slotuna uymayan uçaklara, hava trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını temin etme amacıyla sIot almayı ve slotuna uymayı teşvik eden bir önlem niteliğinde olduğu; ceza olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığı gibi, havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığı da olmadığı;  bu durumda, idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğinde olmayan dava konusu fatura düzenlenmesi yolundaki işlemin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulmasının olanaklı bulunmadığı; diğer taraftan, dava konusu zamlı konaklama ücretinin Konaklama Tarifesi uyarınca hesaplanmış olmasının da, tarifenin uygulanmasına ilişkin olarak tesis edilen tüm işlemlerin tamamının yargısal denetiminin, idari yargının görev alanına girmesi sonucunu doğurmayacağı;  nitekim, Danıştay 10. Dairesinin 11.02.2009 tarih ve E.2008/4424, K.2009/979 sayılı kararının da bu yönde olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca, görev yönünden reddine karar vermiş; davacı tarafın temyiz istemi Danıştay 10. Dairesinin 18.05.2010 tarih ve E.2010/780, K.2010/4504 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış, karar düzeltme isteminde bulunulmadığından Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu defa; Davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından davacı/müvekkili Ortaklıktan,  hukuka aykırı olarak tahsil edilen 704.-EURO'nun 29.07.2009 tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek ticari avans faizi ile birlikte istirdadı istemiyle 20.10.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 19.04.2011 gün ve E:2010/1089, K:2011/386 sayı ile, Davacı Türk Hava Yolları A.O. vekilinin dilekçesinde de izah ettiği üzere, davalı DHMİ, arasında davacı/müvekkili ortaklık uçaklarının da bulunduğu havayolu uçaklarının konma ve konaklaması ile ilgili olarak tek yazılı iradesi ile 2008 ve 2009 yılları uluslararası konma ve konaklama tarifesi ile iç hat konma ve konaklama tarifesi ile herhangi bir hizmet karşılığı olmaksızın ve neye göre, nasıl hesaplandığı belli olmaksızın hukuka aykırı olarak tüm yerli ve yabancı hava yollarından davalının hukuka aykırı olarak tahsil etmiş olduğu 704 euro karşılığı 1.478,40 TL'nin 29/07/2009 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş olduğu, ayrıca davanın çözümünde idare yargı görevli olduğundan mahkemece görevsizlik kararı verilmesini istediği; Davalı vekilinin cevap dilekçesinde hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine karar verilmesini istediği;  davanın, 30/06/2009 tarih ve B A09-012150 faturadaki hukuka aykırı tahsil edilen 704 EURO karşılığı 1.478,40 TL'sinin 29/07/2008 tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsiline ilişkin bulunduğu;  toplanan deliller ve HUMK.nun 7. maddesi hükmüne göre davada idare mahkemesi görevli olduğundan görevsizlik kararı verildiği; HUMK.nun 7-74 maddelerine göre hakimin mahkemenin görevli olup olmadığını kendiliğinden gözetmek zorunda olduğu; HUMK.nun 7. maddesinin 1. fıkrasında "Diğer bir mahkeme yahut idari makam veya yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme, duruşma yapmadan görevsizlik kararı verebileceği gibi davanın her safhasında kendiliğinden görevli olmadığına da karar verebilir" hükmüne yer verildiği;  buna göre,  dosyaya intikal eden bilgi ve belgelerden taraflar arasındaki ilişki idari işten kaynaklandığından ve bu gibi davalarda yargılama yeri idare mahkemesi olduğundan iş bu davada mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle; HUMK.nun 7 maddesine göre davada İdare Mahkemesi görevli olduğundan dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine hüküm kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile 30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1933 yılından bu yana değişik isim ve statülerle hizmetlerini yürüten, 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statüsü çerçevesinde 1984 yılından itibaren faaliyetlerini Kamu İktisadi Tesebbüsü olarak sürdüren, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, sorumluluğu sermayesi ile sınırlı, Ulaştırma Bakanlığı ile ilgili ve hizmetleri imtiyaz sayılan bir Kamu İktisadi Kuruluşu(KİK) olan davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün amaç ve faaliyetleri, Kuruluşun Ana Statüsü’nde; “Sivil Havacılık faaliyetlerinin gereği olan, hava taşımacılığı, hava alanlarının işletilmesi, meydan yer hizmetlerinin yapılması, hava trafik kontrol hizmetlerinin ifası, seyrüsefer sistem ve kolaylıklarının kurulması ve işletilmesi, bu faaliyetler ile ilgili diğer tesis ve sistemlerinin kurulması, işletilmesi ve modern havacılık düzeyine çıkarılmasını sağlamak…” şeklinde belirlenmiştir.

2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, Havaalanlarının kullanılması ve tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin karşılığında alınacak ücretlerin, yapılacak tarifelerle saptanacağı; yapılmış olan tarifelerin Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe gireceği hükmü yer almış; aynı Kanunun 44 ncü maddesinde, Ulaştırma Bakanlığı'nın havaalanlarında yolcu ve yük trafiğinin ve her türlü hizmetlerin çağdaş sivil havacılık ilkelerine ve ülke çıkarlarına uygun bir biçimde yürütülmesi amacı ile gereken önlemleri almaya veya aldırmaya yetkili olduğu kurala bağlanmış olup, bu hükümle birlikte (işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan ancak 01/11/2011 tarih ve 28102 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 26/09/2011 tarih ve 655 sayılı "Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 1. maddesi ile yürürlükten kaldırılan) Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 3348 sayılı Kanunun 2 nci, (mülga)12 nci ve 35 nci maddelerine dayanılarak havaalanları yer hizmetlerinin uluslar arası seviyede yapılmasını sağlamak için uygulanacak usul ve esasları düzenlemek, hizmet türlerini belirlemek ve bu hizmetlerle ilgili ücret tarifelerini tespit etmek amacıyla, 28/08/1996 tarih ve 22741 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Havaalanları Yer Hizmetleri Yönetmeliği çıkarılmıştır.

"Slot Uygulama Prensipleri Talimatı"nın 4. maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından değerlendirilerek, talep edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde de; Ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin tamamının aynı anda karşılanamadığı havalimanı/meydanlarında mevcut kapasitenin en etkin ve verimli şekilde kullanılması amacıyla, slot uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot zamanına göre konaklama yapan, tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda sefer düzenleyen yerli ve yabancı tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı kuralına yer verilmiştir.

İç Hat Konma ve Konaklama Tarifesi’nin 1. maddesinde; tarifenin,  DHMİ tarafından işletilen hava alanlarını iç hat uçuş amacıyla kullanan Türk tescilli veya yabancı tescilli kiralık uçak kullanan yerli hava taşıyıcılarının hava araçlarına uygulanacak konma ve konaklama ve ek hizmetlere ilişkin tarifeyi ve uygulama esaslarını kapsayacağı belirtildikten sonra 2. maddesinde, Tarife Tablolarına yer verilmiş, Uygulama Esasları başlıklı 3. maddesinde, konma ve konaklama ücretlerinin, hava aracının “Tescil Belgesinde” kayıtlı olan azami kalkış ağırlığı üzerinden hesaplanacağı,  hesaplamada ton kesirlerinin 1000 kg olarak hesaba alınacağı, konaklamanın, hava aracının piste inişini izleyen ikinci saatten sonra başlayacağı ve motor çalıştırma izni verilmesiyle sona ereceği;  bir konaklama ücretinin 24 saatlik süreyi kapsayacağı, 24 saatten az konaklamalarda 24 saat konaklama ücreti alınacağı, 24 saati geçen konaklamalarda işleyen her 24 saat için tablodaki ücretlerin alınacağı,  konaklama süresinin 30 günü aşması durumunda konaklama ücretinin üç katı, 90 günü aşması durumunda ise beş katı ücret uygulanacağı,   Slot uygulanmakta olan Hava Liman / Alanları ve uygulama tarihlerinin SHGM’nce yayınlanan “Slot Koordinasyonu Kitapçığında” belirtilmekte olduğu,  yaz tarife döneminin (Mart ayının son Pazar günü başlayıp, Ekim ayının son haftası Cumartesi gününe kadar), kış tarife döneminin (Ekim ayının son Pazar Günü başlayıp, bir sonraki yılın Mart ayının son haftası Cumartesi gününe kadar) olan dönem olduğu;   slota tabi uçuşlara ilişkin slot koordinasyon merkezince bildirilecek uyumsuzluklar hususunda yapılacak uygulamaların sayma suretiyle belirlendiği ve  “Slotuna uygun gelen ve giden uçaklara sadece Tarifesindeki konaklama ücreti uygulanır. Slot almayan ya da slota uymayan uçaklara, Tarifesindeki konaklama ücretine ilaveten aşağıdaki zamlı konaklama ücreti uygulanır…” denildiği görülmüş; “Ücretlerin ödenmesi başlıklı 4.maddesinde ise, bu tarifede belirtilen ücretlerin tahakkuk ve fatura edilmesinde DHMİ Hasılat Yönergesi esasları, tahsilatlarda ise DHMİ Tahsilat Yönetmeliği esaslarının uygulanacağı belirtilmiştir.

Benzer düzenlemeler “Uluslararası Konma ve Konaklama Tarifesi”nde de yer almıştır.

Öte yandan,  DHMİ Genel Müdürlüğünün, DHMİ Hâsılat Yönergesi ile kanun, tüzük, yönetmelik, protokol, tarife, karar ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde doğan alacaklarının takip, tahsil, taksitlendirme, erteleme, mahsup ve terkinlerinde uygulanacak usul ve esasların belirlenmesi amacıyla çıkarılan ve Yönetim Kurulunun 8.5.2001 gün ve 100 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tahsilat Yönetmeliği”nin 11.maddesinde, kişi ve kuruluşlarca faturalara yapılan itirazların; tahakkuk ünitesi tarafından incelenerek (araştırmayı gerektirecek konular hariç) 15 gün içinde sonuçlandırılacağı ve sonucun, tahsilât ünitesine bildirileceği, tahakkuk birimlerince sonuçlandırılamayan itirazların ise Hâsılat Daire Başkanlığına intikal ettirileceği, Hâsılat Dairesi Başkanlığının,  konu üzerinde çalışmasını tamamladıktan sonra, tahakkuk ve tahsilât ünitelerine gereği için bilgi vereceği, fatura tutarında düzeltme yapılması gerektiğinde madde 7’de belirtildiği gibi hareket edileceği hususuna yer verilmiş, “Son Ödeme Tarihinde Ödenmeyen Alacaklar İçin Yapılacak İşlemler” ise Yönetmeliğin 15 ila 20. maddelerinde yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin slot ihlali yaptığından bahisle Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile 30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Somut olay ve konuya ilişkin düzenlemeler bir bütün olarak irdelendiğinde;  Ülkemizdeki havalimanlarının işletilmesi, meydan kullanım taleplerinin değerlendirilmesi, verilen hizmetlerin karşılığında Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe giren tarife gereğince ücret alınması, verilen hizmetin ücretlendirilmesinde hangi esasların benimseneceği, meydan kullanımı esnasında bir kural ihlali yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi ve kullanıcı havayolunun eyleminin bir müeyyide gerektirip gerektirmediğine karar verilmesi yolundaki işlemlerin davalı İdare tarafından yürütüldüğü; hava trafiğinin artması sonucu, talebe uygun bir hizmet vermek ve hava liman hizmetlerini en verimli şekilde değerlendirmek üzere planlama safhasında varış/kalkış saatlerinin düzenlenmesini amaçlayan slot uygulaması ile ortaya çıkan zamlı konaklama ücretinin ise, konma ve konaklamanın hava yolu şirketlerince alınan slot saatleri (iniş-kalkış saatleri)içerisinde yapılmamasından kaynaklanan bir zamlı ücret uygulaması olduğu; bu bağlamda ceza olarak nitelendirilemeyeceği ancak,  havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığı da olmadığı gözetildiğinde;  idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğini taşımayan dava konusu fatura düzenlenmesi yolundaki işlemin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulamayacağı, uyuşmazlığın özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa kapsamında görülmeyen uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerleri görevli olduğundan Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bakırköy 4.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 19.04.2011 gün ve E:2010/1089, K:2011/386 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/259

KARAR NO            : 2012/104

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : İ. Ö.

Vekilleri     : Av. N. K.

Davalılar    : Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. İ. Ü.

O L A Y    : Davacı vekili tarafından, müvekkilinin İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kirazlı Köyü, Güneşliçiftliği mevkii F21c22a3c pafta, 2803 ada, 31 parsel 160.00 m2 gayrimenkulün maliki olduğu ve sözkonusu taşınmazın 1981 yılında yapılan imar planında kısmen yol, kısmen yeşil alan ağaçlandırılacak alan olarak ayrıldığı ileri sürülerek, kamulaştırmasız el atmadan doğan ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla işleyecek yasal faiziyle birlikte şimdilik 8.000,00-TL’nin davalı Belediyelerden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili süresinde verdiği cevap dilekçesinde, imar planları yapmanın idarelerinin tek yanlı, re’sen ve kamu gücüne dayalı gerçekleştirdiği işlemlerden olduğu, imar planlarının 3194 sayılı Yasa çerçevesinde gerçekleştirildiği bu itibarla idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetiminin ise ancak idari yargı mercilerince gerçekleştirilebileceği ileri sürülerek görev itirazında bulunmuştur.

BAKIRKÖY 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 9.8.2011 gün ve E:2011/316 sayı ile, davalı İlçe Belediye Başkanlığı vekilinin yargı yolu itirazının dava konusunun gerek Kamulaştırma Kanunu, gerekse İmar Kanunu uyarınca adli yargı görevi kapsamında kalması nedeniyle reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerinin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı, bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'nci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı, taşınmazın fiilen el atılmayan kısmına yönelik davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlama, yukarıda açıklandığı üzere, genel ve düzenleyici işlem olan imar planlarında taşınmazın yol, yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak gösterilmesinden, bu planlarda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından kaynaklandığında ihtilaf bulunmadığından; bu kısıtlama ve hareketsizlikten doğan zararın da idari işlem ve eylemden kaynaklandığının kabulü gerektiği bu bakımdan; davanın taşınmaza fiilen el atılmayan kısmına yönelik bedel istenilmesine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Bağcılar Belediyesi tarafından yapılan ve 19.10.2004 ve 15.9.2008 tarihlerinde onaylanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında davacının tapulu arsasının yol ve yeşil alan ilan edildiği, belediye yönetimlerinin 3194 sayılı İmar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi gerektiği, dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin düşünüldüğü, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/316 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının, maliki olduğu İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kirazlı Köyü, Güneşliçiftliği 2803 ada, 31 parsel sayılı taşınmazın imar planında kısmen yol, kısmen yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak ayrıldığı, bu kısmın uzun süre kamulaştırılmadığı ileri sürülerek şimdilik 8.000,00-TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

   Anılan madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “... resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.

Olayda, Bağcılar Belediyesi tarafından yapılan imar planlarında davacının tapulu arsasının kısmen yol, kısmen yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 9.8.2011 gün ve E:2011/316 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2011/264

KARAR NO            : 2012/105

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin görevinde olan ve bir plan ve projeye dayalı kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan ve 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının, İDARİ YARGI  YERİNDE  çözümlenmesi  gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1- B. G., 2-N. Y, G., 3-A. G.

Vekili         : Av. Ö. G.

Davalı        :  İzmir İl Özel İdaresi

Vekili         : Av. G. S.

İhbar Edilen : (Adli Yargıda) İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. Ş. O.

O L A Y    : 1-Davacılar vekili, (davalı olarak 1- H. S. ve 2-Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü gösterdiği)  dava dilekçesinde,   müvekkillerine ait İzmir İli, Menderes İlçesi, Çatalca Köyü, Köyiçi Mevki, L18 – a – 22 – d – 3 pafta, 233 ada, 1 parsel sayılı taşınmaz üzerinde; davalılarca 11.11.2004 günü tarlada mevcut 5 adet ceviz ağacının kökleri ile birlikte sökülerek alınıp götürüldüğünü, 1 zeytin ağacının ise köklenmiş ve tarlada bırakılmış olduğunu,  yapılan haksız tecavüz nedeniyle meydana gelen zarar ve tecavüz edilen kısmın tespiti için Menderes Sulh Hukuk Mahkemesine tespit talebinde bulunulduğunu,  Mahkemenin 2004/52 D.İş dosyası ile yapılan keşif neticesi tecavüzün varlığının tespit edildiğini;  03.12.2004 tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazın 604 metrekarelik kısmı üzerine yol açmak maksadıyla, davalı Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü’nün dozer ve kepçesi kullanılarak hafriyat doldurulmak suretiyle tecavüzde bulunulduğunun, taşınmaz üzerinde 5 adet ceviz ağacı ve 1 adet zeytin ağacının sökülmüş olduğunun, sökülen ceviz ağaçlarının davalı H. S. tarafından alınıp götürüldüğünün, mahalli bilirkişi ifadesiyle tespit olunduğunun belirtildiği; tecavüz edilen kısmın değerinin 3.624.000.000-TL, sökülen zeytin ağacının bedelinin 180.000:000- TL,  ve 5 adet ceviz ağacının bedelinin ise 1.100.000.000-TL’sı olmak üzere toplam zararın 4.904.000.000-TL’sı olduğunun bilirkişi raporuyla subuta erdiğini ifade ederek, sonuç itibariyle;  haksız fiil neticesi meydana gelen 4.904.000.000 TL zarar ziyanın 11.11.2004 tarihinden olmak üzere kanuni faizi ile birlikte tazminine,  taşınmaza vaki el atmanın önlenmesine, yapılan yolun kal’ine karar verilmesi istemiyle 10.12.2004 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

2- Menderes Sulh Hukuk Mahkemesi 26.04.2006 gün ve E: 2004/585, K:2006/201 sayı ile, uyuşmazlığın esasını inceleyerek; 1. Davacı taraf men' i müdahale talebinden vazgeçtiğinden açılan men’i müdahale talebinin reddine,  2. Yapılan yol çalışmaları nedeniyle davacının taşınmazının bir köy yolu içine alındığı ve bazı ağaçların kesildiği anlaşıldığından bilirkişi raporu ile tespit edilen 4.904,00 YTL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tazminat olarak davalı İl Özel İdaresi ve davalı İzmir Büyükşehir Belediyesinden tahsili ile davacıya ödenmesine, 3. Davalı İl Özel İdaresinin yapılan kanun değişikliği ile davalı taraf sıfatı kalmadığından hakkında açılan davanın reddine, 4. Davalı H. S.'nün şahsi sorumluluğu bulunmadığından hakkında açılan davanın reddine, 5.Davalı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün dava konusu köyde tüzel kişiliği kalmadığından hak ve borçları ile birlikte özel idaresine devredildiğinden bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına, 6. 02.01.2006 tarihli fen bilirkişisi raporunun tapu sicil müdürlüğüne gönderilerek tazminat bedeli ödenen yolun krokide belirtildiği şekilde tapuya tescilinin yol olarak sağlanmasına(…) karar vermiş, bu karar temyiz edilmiştir.

3- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi: 26.12.2006 gün ve E: 2006/17918, K: 2006/18937 sayı ile, Belediyeler ve onun gibi kamu kurumlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olmak üzere tesisler yaptırmış olmaları veya bu tesisleri kullanmaları veya bu tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların tazminine ilişkin davalarda idari yargının görevli bulunduğu;  Mahkemece, dava konusu yol yapımına ilişkin plan ve projelerin ilgili yerden celbedilip mahalline uygulanmadığı ve doğan zarar ve ziyanın sözü edilen  plan ve projenin uygulanması ile ilgili olup olmadığının araştırılmadığı;  Davalıların plan ve proje haricinde, vermiş oldukları zararın Borçlar Kanununun 41. maddesi ve devamında öngörülen haksız fiil mahiyetinde olduğunun anlaşıldığı takdirde, taraflardan iddia ve savunmaları ile ilgili delilleri toplanarak doğacak uygun sonuç dairesinde karar verilmesinin gerektiği,   aksi halde, plan ve projenin uygulanmasından kaynaklanan bir zarar söz konusu ise yukarıdaki ilkeler doğrultusunda idari yargının görevli olacağı;  zararın idareye atıf ve isnat edilebilecek bir nitelikte olmakla birlikte, işlem ve eylemin bozularak idari karakterini kaybettiği hallerde zorunluluğun özel hukuk kurallarına göre ve adli yargı yerinde belirleneceği; öyle ise, mahkemece öncelikle, davalılardan Hasan Sürücü köy muhtarı olup, dava şahsına karşı açıldığından bu davalı hakkında tefrik kararı verilmesinden sonra, yukarıdaki ilke ve esaslar doğrultusunda yapılacak yargılama neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanlış gerekçeler ile davanın  esası hakkında bir karar verilmesinin bozmayı gerektirmiş olduğu gerekçesiyle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermiş; kararın düzeltilmesi istemi, aynı Dairenin 12.11.2007 gün ve E:2007/17030, K:2007/16998 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

MENDERES SULH HUKUK MAHKEMESİ; 25.02.2009 gün ve E:2007/769, K:2009/89 sayı ile,  Davacılar vekilinin Mahkemelerine verdiği ve duruşmada tekrar ettiği dava dilekçesini özetledikten sonra;  davalı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün dava konusu işlemin idari eylem neticesi meydana geldiğini, idari hukuk ilkeleri gereği İdare Mahkemesinde dava açılması gerektiğini ileri sürerek öncelikle davanın görev yönünden reddini, esas yönden ise Çatalca köyünce İzmir Büyükşehir Belediyesi Tahtalı Barajı Koruma havzası içinde kalması nedeni ile Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan imar planı doğrultusunda 2003 yılı yatırım programında inşaatı tamamlanan köprünün bağlantıyı sağlayan yolların bakımı, 2004 yılı yatırım programına istinaden ve köy muhtarlığının talebi doğrultusunda gerçekleştirildiğini, yapılan işlerin Büyükşehir Belediyesi imar planı doğrultusunda olduğunu, Çatalca köyünün 233 ada 1 nolu parsele müdahalesinin olmadığını, köprü bağlantı yolların 2004 yılı yatırım programı ve köy muhtarlığı talebi doğrultusunda yapıldığını,  Çatalca köyü muhtarlığının yolun yapımı esnasında meydana gelebilecek zararları ödeyeceğine dair Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce taahhütte bulunduğunu ileri sürerek davanın reddine talep etmiş olduğu; davalı H. S.’nün vekilinin 03.03.2005 tarihli cevap dilekçesi ile müvekkilinin iddia edilen fiil hakkında aleyhinde dava açılmasının yerinde olmadığını, davalı sıfatının bulunmadığını, davacı iddiaları doğru sayılsa bile müvekkilinin muhtarlık sıfatı ile bu eylemleri yapmış olabileceğini bu nedenle öncelikle müvekkili hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, esasa ilişkin olarak ise davacının tecavüzüne konu olduğu iddia edilen yerin onaylı imar planında yol alanında kaldığını, imar planı onandıktan sonra Çatalca köyü muhtarlığının Köy Hizmetleri Müdürlüğü ile irtibata geçerek plan doğrultusunda yol çalışmalarına başladığını, davacının talep ettiği ağaç bedellerinin yüksek ve fahiş olduğunu, davacının ağaçların kesimine muvafakat ettiğini ileri sürerek davanın reddini talep ettiği;  Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 13.01.2005 tarih ve 5286 sayılı yasa ile 16.03.2005 tarihli itibariyle kaldırılarak 3202 sayılı Kanunda sayılan görevlerle Özel İdare Müdürlüğüne devredildiğinden Özel İdare Müdürlüğü’nün taraf sıfatını kazandığı;  Mahkemece yapılan yargılama sırasında davaya konu edilen taşınmazın imar durumu İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlanmış olması nedeni ile 08.03.2006 tarihli ara kararı ile İzmir Büyükşehir Belediyesine dava ihbar edilmiş ise de HUMK’da belirtilen ihbar şartlarının oluşmadığının tespit edildiği;  Mahkemece mahallinde yapılan keşif neticesinde, dava konusu edilen taşınmazın üzerinde 604 m2’lik kısmın tecavüzlü olduğunun, kesilen 5 adet ceviz ve 1 adet zeytin ağacının değerinin dava tarihi itibariyle 4.904 YTL olduğunun bildirildiği; Mahkemenin 26.04.2006 tarihli kararı ile davacı taraf meni müdahale talebinden vazgeçtiğinden, açılan davanın reddine, yapılan yol çalışmaları nedeni ile davacının taşınmazının bir kısmının köy yolu içine alındığı ve bazı ağaçların kesildiği anlaşıldığından bilirkişi raporu ile tespit edilen 4.904 YTL zararın dava tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile birlikte davalı İl Özel İdaresi ile davalı İzmir Büyükşehir Belediyesinden tahsiline, davalı İl Özel İdaresinin yapılan kanun değişikliği ile davalı taraf sıfatı kalmadığından, hakkında açılan davanın reddine, davalı H. S.’nün şahsi sorumluluğu bulunmadığından hakkında açılan davanın reddi cihetine gidildiği;  ilgili kararın davacılar vekili ve davalı H. S. vekilinin temyizi üzerine dosyanın Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanlığının 26.12.2006 tarih ve 2006/17918 E, 2006/18937 Karar sayılı bozma ilamı ile belediyeler ve onun gibi kamu kurumlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olmak üzere tesisler yaptırmış olmaları veya bu tesisleri kullanmaları, bu tesislere bakmaları nedeni ile kişilerin uğramış olduğu zararların tazminine ilişkin davalarda idari kaza yerinin görevli olduğu, dava konusu yol yapımına ilişkin plan ve projeler ilgili yerden celbedip mahallinde uygulanmamış ve doğan zarar ve ziyanı sözü edilen plan ve projede uygulanması ile ilgili olup olmadığı araştırılmamış olup, davalıların plan ve projede uygulanması ile ilgili olup olmadığı araştırılmamış olup, davalıların plan ve proje haricinde vermiş oldukları zararın borçlar kanunun 41. Maddesi ve devamında öngörülen haksız fiil mahiyetinde olduğu anlaşıldığı takdirde taraflardan iddia ve savunmaları ile ilgili delileri toplanarak doğacak uygun sonuç dairesinde karar verilmesi gerektiği aksi halde plan ve projenin uygulanmasından kaynaklanan bir zarar söz konusu ise İdari Yargı yerinin görevli olacağı, zarar idareye atıf ve idareye isnat edilecek bir nitelikte olmakla birlikte işlem ve eylemin bozularak idari karakterini kaybettiği hallerde özel hukuk kurallarına göre adli yargı yerinde davanın bakılması gerektiği, davalılardan H. S. köy muhtarı olup dava şahsına karşı açıldığından bu davalı hakkında tefrik kararı verilmesinden sonra yapılacak yargılama neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği noktasında bozulduğu ve dava dosyasının Mahkemelerinde yeni bir esasa kaydının yapıldığı;  Yargıtay bozma ilamına karşı tarafların beyanlarının alındığı usul ve yasaya uygun olan Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verildiği;  davalı köy muhtarı H. S. hakkında açılan davanın tefrik edildiği ve Mahkemelerinin 2008/325 Esas sayılı sırasına kaydının yapıldığı;  dava konusu yol yapımına ilişkin plan ve projelerin dosya kapsamına alındığı,  mahallinde resen seçilip refakate alınan bilirkişiler marifetiyle keşif icra edildiği; yapılan keşif neticesinde Mahkemelerine verilen jeodezi Mühendisi E. Ç.’ın 18.06.2008 tarihli raporu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Harita Şube Müdürlüğünden gönderilen 1/1000 ölçekli Çatalca Köyü uygulama imar planı ile tespit dosyasında yer alan krokinin mahallinde uygulandığı;  dava konusu parselin kadastrol sınırlarının siyah, uygulama imar planındaki durumunun yeşil, zeminde niza konusu yerin ise mavi renkli kalem ile çizildiği, zeminde açılmış olan yolun 229 m2 ve 205 m2’lik kısımlarının uygulama imar planında yol olarak ayrılmış kısımda, 24 m2 ve 117 m2’lik kısımlarının ise park olarak ayrılan kısımda kaldığı,  bilirkişinin 10.11.2008 tarihli ek raporu ile zeminde parsel içinde açılmış yolun sadece 434 m2’lik kısmının uygulama planında yol olarak ayrılmış kısımda kaldığı, 141 m2’lik kısmının park olarak ayrılan kısımda kaldığı, zeminde açılmış yol ile ilgili herhangi bir istimlak ya da kamulaştırma işlemi olmadığının bildirildiği;  İzmir İl Özel İdaresinin 2 Mart 2008 tarihli yazısı ile 1/25 paftasında bulunan köy yolu güzergahını gösterir krokinin dosya içine alındığı;  yapılan keşif ve bilirkişi incelemeleri ile zarar gören kısmın inşaat mühendisi K. A.’dan ve harita mühendisi E. Ç.’ın 1/1000 ölçekli krokide gösterdikleri mavi kalem ile taralı yol yapımına ilişkin kısımda kaldığının tespit edildiği;  Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü’nün 30.05.2005 tarihli yazısı ile İzmir Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü Daimi Encümenliğinin 06.08.2003 gün ve 408 nolu kararlarına istinaden, 2003 yılı ek yatırım programında yapılmasına karar verilen Menderes Çatalca Köyü köprüsü bağlantı yollarının bu yatırım programlarına istinaden 2004 yılı içinde yaptırıldığı yol açma işi içine girilmemiş olduğu,  imar paftasında bulunan ve hali hazırdaki yolun bakımı yapılarak her iki yönden bağlantısı yapıldığı ve geçiş verildiğinin bildirildiği ve ekinde buna ilişkin encümen kararı ile birlikte ihale onay belgesi, ihale komisyon karar tutanağının dosya içine celbedildiği; dosya içinde toplanan tüm delil durumuna göre, zarar gören 233 ada 1 parsel sayılı taşınmaz üzerinde oluşan zararın İzmir Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün 06.08.2003 gün ve 408 sayılı encümen kararına istinaden Menderes Çatalca Köyü köprüsü bağlantı yolları işine istinaden plan ve projelerin uygulanması sırasında meydana geldiği, belediyeler ve onun gibi kamu kurumlarının plan ve projelere uygun olmak üzere tesis yaptırmış olmaları veya bu  tesisleri kullanmaları, bu tesislere bakmaları nedeni ile kişilerin uğramış olduğu zararların tazminine ilişkin davaların idari kaza yerinde görülmesinin gerektiği; davada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığının taraf sıfatının bulunmadığı; dava konusu uyuşmazlığın İdari Yargının görev alanına girdiğinin tespit olunduğu gerekçesiyle; yargı yolu yönünden Mahkemelerinin görevsizliği ile davanın reddine karar vermiş;  temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3.Hukuk Dairesi,  19.1.2010 gün ve E:2009/18508, K:2010/270 sayı ile bu kararı onamış ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

4-Davacılar vekili, bu kez, (yalnızca İzmir İl Özel İdaresi’ni davalı göstererek) müvekkillerine ait arazinin yol haline getirilmesi nedeniyle oluşan 4.904,00-TL zararın, 11.11.2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle 27.03.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

5- İzmir 4.İdare Mahkemesi: 01.04.2010 gün ve E: 2009/600, K: 2010/420 sayı ile, dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile Menderes Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporlarının incelenmesinden, yol açma çalışması sırasında gerekli önlemi almadığı anlaşılan davalı idarenin hizmeti kusurlu işletmesi nedeniyle davacılara ait taşınmazda meydana gelen 4.904,00-TL zararın davalı idarece tazmininin gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, 4.904,00-TL'nin zararın dava açma tarihi olan 27.03.2009 gününden itibaren isleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacılara ödenmesine karar vermiştir.

 6- Davalı İzmir il Özel İdaresi vekilinin itirazı üzerine, İzmir Bölge İdare Mahkemesi, 08.03.2011 gün ve E: 2010/3325, K: 2011/802 sayı ile, uyuşmazlık konusu olayda, davacıya ait taşınmaza, idarenin müdahalesi bir idari karara dayanmadığından, müdahalenin idari eylem değil haksız eylem (haksız fiil) niteliğinde olduğu, dolayısıyla ortada davacının kamulaştırma işlemi tesis edilmeksizin taşınmazının yola katıldığı; bu durumda, davalı idarenin haksız fiil niteliğindeki eyleminden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15.maddesinin 1.fıkrasının (a) bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek karar verilmesinde yasal isabet görülmediği gerekçesiyle, itirazın kabulüne, itiraza konu kararın bozulmasına karar vermiş, karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 12.7.2011 gün ve E:2011/2143, K:2011/3201 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

İZMİR 4.İDARE MAHKEMESİ; 21.09.2011 gün ve E: 2011/1472, K: 2011/1342 sayı ile,  Mahkemelerince verilen 01.04.2010 gün ve E:2009/600, K:2010/420 sayılı kararın İzmir Bölge İdare Mahkemesi'nin 08.03.2011 gün ve E:2010/3325, K:2011/802 sayılı kararıyla “uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olduğu” gerekçesiyle bozulduğu görüldüğünden, dava dosyası hakkında gereğinin düşünüldüğü;  2942 sayılı Yasanın 1. maddesine göre kamulaştırmanın, Devlet ve Kamu Tüzel kişileri tarafından, kamu gücüne dayanılarak, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların ve kaynakların kanunla gösterilen esas ve hükümlere göre yetkili organlarca verilen karar uyarınca parası peşin ödenerek mülkiyetinin alınması veya irtifak kurulması olarak tanımlanabileceği, kamulaştırmasız el atmanın ise, genel olarak kamu kuruluşlarının kamulaştırma kararı olmadan veya kamulaştırma kararı kesinleşmeden kişinin taşınmazına müdahale etmeleri ve taşınmaz üzerinde kişinin zilyetliğine son vermeleri hali olduğunun ifade edildiği;  dosyanın incelenmesinden; uyuşmazlık konusu olayda, davacıya ait taşınmaza, idarenin müdahalesi idari bir karara dayanmadığından, müdahalenin idari eylem değil haksız fiil niteliğinde olduğu, dolayısıyla ortada davacının kamulaştırma işlemi tesis edilmeksizin taşınmazının yola katıldığının anlaşıldığı;   bu durumda, davalı idarenin haksız fiil niteliğindeki eyleminden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karara itiraz edilmemiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Yasa’nın 14. maddesine göre olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları, konusu ve sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı İzmir İl Özel İdaresi aleyhine açılan dava yönünden ve her iki yargı yerinde ortak talep olan “davacılara ait arazinin yol haline getirilmesi nedeniyle oluşan 4.904,00-TL zararın 11.11.2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemi” yönünden görev uyuşmazlığın doğduğu;   idari yargı dosyasının; 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacılar vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği,  adli yargı dosyasına ilişkin bilgi ve belgelerin de dosya içerisinde yer aldığı ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacılara ait İzmir İli, Menderes İlçesi; Çatalca Köyü, Köy İçi Mevkiinde bulunan ve tapunun 233 ada, 1 sayılı parselinde kayıtlı 4821 m2 yüzölçümlü taşınmaza, davalı İdarece yapılan yol çalışması sonucu tecavüzde bulunulduğu ve anılan taşınmazda bulunan 5 adet ceviz ağacı ile 1 adet zeytin ağacının kesildiği ve taşınmazın 604 m2'lik kısmının tecavüze uğradığı ileri sürülerek, oluşan 4.904,00.-TL zararın tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Dava dosyasındaki bilgi belgeler incelendiğinde;  Adli yargı yerinde acılan davada davalı olarak gösterilen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve daha sonra davalı olarak belirlenen İzmir İl Özel İdaresi vekillerince verilen dilekçelerde;  Çatalca Köyünün, İzmir Büyükşehir Belediyesi Tahtalı Barajı Koruma havzası içinde kaldığının,  Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan İmar Planı doğrultusunda, 2003 yılı yatırım programında inşaatı tamamlanan köprüye bağlantıyı sağlayan yolların bakımının, 2004 yılı yatırım programına istinaden ve Köy Muhtarlığının talebi doğrultusunda gerçekleştirildiğinin,  işlerin Büyükşehir Belediyesi İmar Planı doğrultusunda yapıldığının ifade edildiği; İzmir İl Daimi Encümeni’nin 6.8.2003 tarih, 408 sayılı Kararında da, dava konusu taşınmazın bulunduğu Çatalca Köyünü de kapsayan yolların ve sanat yapılarının 2003 yılı ek yatırım programına alındığının görüldüğü;  dava konusu yol yapımına ilişkin olarak Sulh Hukuk Mahkemesi’nce mahallinde yaptırılan keşif sonucunda Mahkemeye verilen, Jeodezi Mühendisi’nin 18.06.2008 tarihli raporu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Harita Şube Müdürlüğünden gönderilen 1/1000 ölçekli Çatalca Köyü uygulama imar planı ile tespit dosyasında yer alan krokinin mahallinde uygulandığı,  dava konusu parselin kadastral sınırlarının, uygulama imar planındaki durumunun,  nizalı yerin belirlendiği;  açılmış olan yolun 229 m2 ve 205 m2’lik kısımlarının uygulama imar planında yol olarak ayrıldığının,  24 m2 ve 117 m2’lik kısımlarının ise park olarak ayrılan kısımda kaldığının ifade edildiği,  bilirkişinin 10.11.2008 tarihli Ek Raporu ile de,  zeminde parsel içinde açılmış yolun 434 m2’lik kısmının uygulama planında yol olarak ayrılmış kısımda kaldığının,  141 m2’lik kısmının park olarak ayrılan kısımda kaldığının,  zeminde açılmış yol ile ilgili herhangi bir istimlak ya da kamulaştırma işlemi olmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.

Dava dilekçesi, idarelerin savunma dilekçeleri ve yukarıda sözü edilen bilirkişi raporlarında yer alan tespitler karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan ve plan ve projelerin uygulanması sırasında meydana gelen zararın giderilmesine yönelik olarak dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin 21.09.2011 gün ve E: 2011/1472, K: 2011/1342 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/12

KARAR NO            : 2012/106

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2981 sayılı Yasa uyarınca tapu tahsis belgesi verilen davacı tarafından, davalı Belediyeye başvurusuna rağmen tapusunun verilmemesi üzerine tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : N. K.

Vekili         : Av. D. K.

Davalılar    : 1- Altındağ Belediye Başkanlığı            

Vekili         : Av. İ. G.

                     2- Maliye Hazinesi

O L A Y    : 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Yasa’dan yararlanmak üzere başvuran davacıya Ankara İli, Hasköy Gülpınar Mahallesi, 23682 ada, 2 parselde bulunan gecekondusu nedeniyle 28.3.1993 tarihinde tapu tahsis belgesi verilmiştir.

Davacı vekilince, davacının tapusunu alabilmek için davalı belediyeye müracaat etmiş olmasına rağmen bugüne kadar verilmediği, bu nedenle, tapunun verilmesi için sözü edilen yerin 2981 sayılı Yasa gereği tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı belediye vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.     

ANKARA 17. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 24.5.2011 gün ve E:2008/250 sayı ile, davalı belediye vekilinin yargı yolu itirazını, davalı belediye adına tapulu bulunduğu iddia edilen taşınmaz ile ilgili davanın tapu iptali ve tescil olması nedeniyle reddederek görevlilik kararı vermiştir.

Davalı belediye vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacının, üzerinde gecekondusunun bulunduğu taşınmaz için 2981 sayılı Yasa gereği tapu tahsis belgesi verilmesine karşın, tahsise konu yer için tapu verilmesi talebinin davalı Belediye’ce yerine getirilmediği gerekçesiyle, davalı Belediye’ye karşı açtığı tapu iptali ve tescile ilişkin davada; davalı tarafça davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiğinden bahisle görev itirazında bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Valilik veya Belediyelerce, yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlandığı, bu amaçtan hareketle anılan Yasanın 9 ve 10. maddeleri ile idarelerin, devir, tescil ve tapuların re'sen iptali hususunda yetkili kılındığı, bu yetkinin idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu ve tahsis kararının gereği olarak uygulandığı, dolayısıyla, bu kararlar ortadan kaldırılmadan tapu kaydının adli yargı tarafından iptalinin de mümkün bulunmadığı, dava konusu olayda; davacının sahibi bulunduğu gecekondu için 2981 sayılı Yasa gereği başvurusu üzerine tapu tahsis belgesi verildiği, davacının tapu verilmesi talebiyle davalı idareye başvuruda bulunduğu, davalı idarece başvuru gereğinin yerine getirilmediğinin anlaşılması nedeniyle tapu iptali ve tescili istemiyle dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 2981 sayılı Yasa gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girdiğinden, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalının görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılmasının icap ettiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve 13. maddelerine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacıya, gecekondusu için, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Kanun’un 10. maddesi uyarınca 1983 tarihinde tapu tahsis belgesi verildiği, tapusunu alabilmek için yaptığı müracaatın reddi üzerine, 2981 sayılı Yasa gereğince Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kendi adına tescili için dava açması üzerine davalı belediye tarafından görev itirazında bulunulduğunun anlaşıldığı, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarına ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasını önlemek için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlandığı, anılan Yasanın 9/b-son maddesine göre, idare tarafından tahsisi yapılan gecekondunun sahibine devir ve tescilinin yapılacağı, 10/b-son maddesinde de, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının resen iptal edileceğinin belirtilmesi karşısında, idarenin tescil etmek ve tapuları resen iptal etmek biçimindeki yetkilerinin idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanılması ve ayrıca tescil ile kurulan mülkiyet, gayrimenkul mülkiyetine ilişkin Medeni Kanun hükümleri dışında idari tasarrufa dayandığı gibi, tapuda yapılan tescilin bu idari işlemin icrası niteliğinde olması karşısında, plana dayalı idari uygulama işlemleri ile ilgili olduğunun anlaşıldığı, davacının, gecekondu için, 2981 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca kendisine verilen tapu tahsis belgesine dayanarak, tapusunu alabilmek için Belediye Başkanlığı’na yaptığı müracaatın reddi üzerine, 2981 sayılı Yasa gereğince Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kendi adına tescilini istemesi karşısında; taşınmaz üzerindeki iddiasının gayrimenkulün iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine göre değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen tapu tahsis belgesine dayanıldığı nazara alındığında, idarenin kamu gücünü kullanarak tek taraflı olarak tesis ettiği işlemle ilgili olduğundan denetimin de idare hukuku kurallarına göre idari yargı yerine ait bulunduğu, bu nedenle 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı belediye vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2981 sayılı Yasa’dan yararlanmak için başvuruda bulunması üzerine kendisine tapu tahsis belgesi verilen davacı tarafından, davalı belediyeye müracaatına rağmen tapunun verilmediği ileri sürülerek sözü edilen yerin 2981 sayılı Yasa gereği tapu kaydının iptali ve adına tescili istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasa’da öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamıştır.

Nitekim, anılan Yasa’nın “Tapu Verme” başlıklı 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (a) bendi, “Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verilir.

Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.

(Ek: 18/5/1987-3366/4 md.) Ancak ıslah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir” denilmektedir.

Buna göre, Yasa’da öngörülen usul ve koşullara uygunluğu saptananlara hak sahipliği ölçütüne dayalı olarak arsa veya hisse tahsis edilmekte ve gerekli düzenlemeler tamamlandıktan sonra da, yapılmış olan tahsis esas alınarak idarece hak sahiplerine tapu verilmektedir.

2981 sayılı Yasa hükümlerine göre,  idarenin hak sahiplerine "tapu vermek" ya da 10. maddesinin b bendinde belirtildiği gibi hak sahibi olmadıkları anlaşı­lanlara verilmiş olan "tapuları resen iptal etmek" şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanması ve ayrıca bu şekilde kurulan mülkiyet, Medeni Kanun hükümleri dışında ve özel bir kanun hükmü gereğince idari tescile dayandığı gibi tapuya yapılan tescilin de, bu idari işlemin icrası niteliğinde olması karşısında, uyuşmazlığın sözü edilen uygu­lama işlemlerinin dayanağı olan yasal düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gere­keceği açıktır.

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının davalı belediyeye müracaat ettiği halde tapu tahsis belgesine rağmen tapusunun verilmediğini, bu nedenle, davacıya tahsis edilen yerin tapusunun verilmesi için söz konusu yerin 2981 sayılı Yasa gereği tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili amacıyla bu davanın açılması zorunluluğunun doğduğunu belirtmiştir.

Bu duruma göre, davacının taşınmaz üzerindeki iddiası, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin tespiti ve geri alınmasının idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği göz önüne alındığında, 2981 sayılı Yasa’ya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasının görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,  Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.5.2011 gün ve E:2008/250 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/13

KARAR NO            : 2012/107

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali ile takibin devamına, %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Gediz EDAŞ İzmir İl Müdürlüğü

Vekili         : Av. Ç. Y.

Davalı        : İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı                                               

Vekili         : Av. H. K.

O L A Y    : Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı belediye tarafından İzmir Metro Projesi kapsamında Karşıyaka 1671 Sok. üzerinde yapılan kazı işlemleri sırasında enerji nakil hatlarına zarar verildiğini, bu zararlara ilişkin olarak davacı tarafından 10.09.2009 tarih ve 1476 sayılı tespit evrakının tanzim edildiğini; bu evraka ilişkin olarak tutulan tutanak ve zarar miktarını belirleyen raporun mevcut olduğunu; zararın tazmini için davalı belediyeye yapılan başvuru sonuçsuz kaldığından, İzmir 11. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1786 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını; takibin davalının itirazı ile durduğunu beyan etmiş, itirazın iptali ile takibin devamına, % 40 İcra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiş ve bu istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilinin birinci savunma dilekçesinde, kamu hizmeti yürütmekle yükümlü olan belediyenin verdiği zarardan dolayı özel hukuk hükümlerinin uygulanamayacağı davanın görev yönünden reddinin gerektiği savunulmuştur.

İZMİR 6. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 8.2.2011 gün ve E:2010/687, K:2011/90 sayı ile; davacı tarafından; belediyenin vermiş olduğu kamu hizmeti sırasında meydana gelen zararın tazmini davalı belediyeden talep edilmiş olup, belediye tarafından bu istemin reddedildiği, idari işlem niteliğinde olacağı açık bulunan bu ret işlemine karşı idari yargıda iptal istemiyle dava açılması gerektiği, gerekçesiyle yargı yolu bakımından davanın reddine karar vermiş, davacı vekilinin temyiz istemi, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 19.9.2011 gün ve E.2011/8854, K:2011/13149 sayılı kararı ile, bu gibi kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağı yönündeki gerekçesiyle temyiz isteminin reddi üzerine kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ: 3.11.2011 gün ve E:2011/2241, K:2011/1624 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a bendinde idari işlemler hakkında şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının dava türleri arasında sayıldığı, Kanunun 15. maddesinin 1/a bendinde, adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmüne yer verildiği, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun "İcra Mahkemesi" başlıklı 4. maddesinde; "İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılır." hükmüne, "İtirazın İptali" başlıklı 67. maddesinde ise; “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir." hükmüne yer verildiği yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, davacı kurum tarafından yürütülen icra takibine davalı idarece yapılan itirazın, idari bir işlem niteliği bulunmayıp, ancak icra mahkemesinde açılacak itiraz davasına konu edilebileceği açık olduğundan, uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı, gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili görevsizlik kararları nedeniyle ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi talebiyle Başkanlığımıza dilekçe ile başvurmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosya örneğinin 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı kurumun İzmir 11. İcra Müdürlüğünün E:2010/1786 sayılı dosyasında başlattığı icra takibine davalı idarece yapılan itirazın iptali ile takibin devamına ,%40 icra inkar tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İzmir 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 8.2.2011 gün ve E:2010/687, K:2011/90 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/14

KARAR NO            : 2012/108

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasa’nın 1.maddesinde sayılan yargı mercilerinden olmayan Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun, TFF Tahkim Kurulu’nca onanan kararı nedeniyle görev uyuşmazlığı doğduğu ileri sürülerek yapılan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Mediation Berti Sports

Vekili         : Av. M. H. B.

Davalı        : Vestel Manisaspor Kulübü Derneği

Vekili         : H. G. O.

O L A Y    : Davacı vekili, davalı Vestel Manisaspor Kulübü Derneği yetkilisi S. V.'in müvekkili Şirketin yetkilisi C. C.'yi yazılı olarak yetkilendirmesi ertesinde, FC Metz Kulübü oyuncusu S. B. ile davalı arasında 3 sezon geçerli olmak üzere bir transfer sözleşmesi akdedildiğini;  iki kulüp arasındaki transferin tüm görüşmelerinin müvekkili Şirket tarafından yürütüldüğünü, Davalı tarafından transfer karşılığında 144.000 Avronun sözleşmenin akdedildiği aynı tarihte ödenmesinin taahhüt edildiğini;  müvekkili Şirket tarafından Davalıya 144.000 Avro bedelli faturanın 03.08.2006 tarihinde keşide edildiğini, elden 10.08.2006 tarihinde teslim edildiğini; faturayı elden teslim etmek ve ödemeyi almak üzere ülkemize gelen Şirket Yetkilisi C. C.'ye Davalı Kulübün anılan dönemde İdari Menajerliğini yapmakta olan Yetkilisi M. T. tarafından, el yazısıyla bu miktarın 3 eşit taksitte 48.000 Avro olmak üzere toplam 144.000 Avro olarak ödenmesinin imzasıyla taahhüt edildiğini;  Davalı Kulüp tarafından, müvekkili Şirket banka hesabına 2006 yılı karşılığı gecikmeli olarak 29.09.2006 tarihinde 48.000 Avro ödenmesine rağmen, 2007 ve 2008 yıllarında ödenmesi gereken bakiye miktarların ödenmediğini,  ödeneceğinin taahhüt edildiğini ancak gereğinin yerine getirilmediğini;  Ankara 33. Noterliği'nin 04.02.2009 gün ve 02704 yevmiyeli ihtarnamesi keşide edilerek davalının bir kez daha ihtar edildiğini, ancak Manisa 1. Noterliği'nin 09.02.2009 tarih ve 03619 yevmiye ihtarnamesi ile ödeme isteminin reddedildiğini öne sürerek; üçüncü kişilere ve fazlaya ilişkin cezai ve hukuki yasal haklar saklı kalmak üzere, ödemelerin yapılmasının yazılı olarak taahhüt edildiği tarihlerden itibaren hesaplanacak ticari faiziyle 10.000 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde  dava açmıştır.

ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 05.11.2009 gün ve E:2009/88, K:2009/335 sayı ile, davacı vekilinin istemine yer verdikten sonra; davalı vekilinin, menajerlik şirketinin alacağı ile ilgili olarak FİFA'ya başvurduğunu, FİFA Oyuncu Statüleri hakim kararı ile davanın reddedildiğini, 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 5719 sayılı Kanunla değişik 12/A maddesi gereğince uyuşmazlığa Türkiye Futbol Federasyonu "Uyuşmazlık çözüm Kurulunda" bakılması gerektiğini, müvekkili kulübün adres ve merkezinin Manisa olduğunu, davaya bakmakla Manisa Mahkemelerinin yetkili olduğunu ileri sürmüş olduğunu; Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki 3813 sayılı Kanun'a 5917 sayılı Kanun'la eklenen 12/A maddesine göre ihtilafa Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nda bakılmasının gerektiği;  nitekim dosyaya ibraz edilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.6.2009 T. 2009-220 E, 2009/280 K. sayılı kararında da aynı hususun vurgulandığı gerekçesiyle; dava dilekçesinin görevsizlik sebebiyle reddine karar vermiş;  temyiz istemi Yargıtay 13. Dairesinin 26.1.2011 gün ve E:2010/9339, K:2011/906 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış;  karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 8.7.2011 gün ve E:2011/6674, K:2011/11261 sayılı kararıyla reddedilmiş ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez; davalı Kulübün aldığını ikrar ettiği hizmetten dolayı müvekkili şirkete borçlu olup olmadığının belirlenmesi,  bakiye alacağı 96.000,00 Avronun ödemelerin yapılmasının yazılı olarak taahhüt edildiği 15.07.2007 ve 15.07.2008 tarihlerinden itibaren hesaplanacak ticari avans faiziyle kulüpten tahsiline karar verilmesi istemiyle TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’na başvurmuştur.

TFF-UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM KURULU: 26.03.2010 gün ve E:2009/KM/1262, K:2010/185 sayı ile, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun, 5894 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesi ile kurulduğu, ilgili kanunun kabul edilmesiyle birlikte yürürlüğe giren Türkiye Futbol Federasyonu Statüsünün, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun futbolcu temsilcisi ile kulüp arasındaki uyuşmazlıkları inceleyerek karara bağlamakta münhasırın görevli ve yetkili olduğunu öngördüğü; Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun yargı yetkisini belirleyen Ana Statü hükümleri değerlendirildiğinde, kulüpler ile futbolcu temsilcileri arasında sözleşmeden doğan futbolla ilgili tüm uyuşmazlıkların çözümleneceğinin kabul edildiği, bu noktada, futbolcu temsilcilerinin kimlerden olduğunun tespit edilmesi halinde Kurulun yargı yetkisinin saptanmış olacağı; ihtilafın gerçekleştiği dönemde yürürlükte bulunan Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın, Tanımlar Başlıklı 4. maddesinde futbolcu temsilcisi “Bu talimat hükümleri çerçevesinde federasyon tarafından futbolcu temsilcisi lisansı verilmiş gerçek kişiyi”  ve 19.03.2010 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolcu Temsilcisi Talimatı’nın “Tanımlar ve Kısaltmalar” başlıklı 2. maddesinde futbolcu temsilcisi “Bu talimat ve FIFA futbolcu temsilcilerine ilişkin Düzenleme (FIFA PLAYERS AGENT REGULATİONS) uyarınca elde edilen lisansla, bir ücret karşılığında profesyonel futbolcu sözleşmesi müzakeresi yürütmek amacı ile bir futbolcu ile bir kulübü veya bir temsilci sözleşmesi müzakeresi yürütmek amacıyla iki kulübü bir araya getiren gerçek kişiyi” ifade ettiğinin belirtildiği;  gerek Uyuşmazlık Çözüm Kurulu ve gerekse Tahkim Kurulu’nun oyuncu temsilcisi ile kulüp/futbolcu arasındaki uyuşmazlık hakkında yargı yetkisinin bulunabilmesi için öncelikli şartın, oyuncu temsilcisinin gerçek kişi olması olduğu;  gerçek kişi oyuncu temsilcisi dışındaki “temsilci” olduğu iddia edilen tüzel kişilerin ihtilaflarında Kurulların görevinin bulunmadığı;  benzer şekilde FIFA nezdinde temsilci ile kulüp veya futbolcu arasındaki ihtilaflarda temsilcinin hak talep edebilmesi için, temsilcinin gerçek kişi olma zorunluluğunun bulunduğu;  sonuç olarak gerçek kişi davacı şirket ile davalı kulüp arasındaki ihtilafın Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun görev alanına girmediği gerekçesiyle; davacı şirketin davasının, kurulun görevsizliği nedeni ile reddine karar vermiş, bu karara karşı yapılan başvuru, TFF Tahkim Kurulu’nun 14.05.2010 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır.

Davacı vekili, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verdiği 12.09.2011 havale tarihli dilekçe ile; 2247 sayılı Yasanın 14.maddesi uyarınca yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne dosyanın gönderilmesini istemiş, bunun üzerine Mahkemece dava dosyasının aslı Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında: Raportör- Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasaya uygun bulunmayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü  açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararının sonuç kısmında, “ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un bütünü ile incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanun’un uygulanması yönünden, 2. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan  “Ceza Uyuşmazlıkları”  ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebiyle başlayan yargılanması sonucunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda Askeri ve Adli Ceza Mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması; bunun dışında kalan tüm görev ve hüküm uyuşmazlıklarının “Hukuk Uyuşmazlığı” sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.” denilmekte olup, Asliye Hukuk Mahkemesi ile TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu arasında görev uyuşmazlığı doğduğu öne sürüldüğüne göre, başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın uygulanması yönünden “hukuk uyuşmazlığı” kapsamında bulunduğu açıktır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 158. maddesinin birinci fıkrasında “Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir”. denilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.

Özel kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer hakemlik görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın konusuna göre, yukarıdaki fıkrada yazılı adli veya idari yargı mercilerinden sayılır.” hükümleri yer almış;  aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Anılan hükümlere göre, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir görev ya da hüküm uyuşmazlığının incelenebilmesi için, uyuşmazlığa konu edilen karar veya kararların, adli, idari veya askeri yargı mercilerince ya da hakemliğin hakim tarafından yerine getirilmesinde olduğu gibi yargı merci sayılanlarca verilmiş bulunması gerekmektedir.

Olayda, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve kesinleşen görevsizlik kararı üzerine başvurulan ve Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu’nun kararıyla onanan Uyuşmazlık Çözüm Kurulu kararıyla verilen görevsizlik kararının görev uyuşmazlığına konu edildiği anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın “ Sporun geliştirilmesi ve tahkim” başlıklı 59.maddesinde, “ Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder.

Devlet başarılı sporcuyu korur.

(Ek fıkra: 17/3/2011-6214/1 md.) Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz.”  hükmü  yer almıştır.

5.5.2009 günlü, 5894 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde,  Kanunun amacının; her türlü futbol faaliyetlerini milli ve milletlerarası kurallara göre yürütmek, teşkilatlandırmak, geliştirmek ve Türkiye'yi futbol konusunda yurt içinde ve yurt dışında temsil etmek üzere, özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliğe sahip, özerk Türkiye Futbol Federasyonunun kurulması, teşkilat, görev ve yetkilerine ait esas ve usulleri düzenlemek olduğu ifade edilmiş;  5. maddesinde, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu, TFF'nin ilk derece hukuk kurulları arasında sayılmış, ilk derece hukuk kurullarının, kulüp lisansı ile ilgili kararlar almaya veya bu Kanun, TFF Statüsü, TFF'nin diğer talimat ve düzenlemeleri ile diğer yetkili TFF kurul ve organları tarafından alınacak kararlara ilişkin olarak çıkacak ihtilaflarda karar vermeye münhasıran yetkili olduğu; TFF talimatları ilgili talimatın yayımından, ilk derece hukuk kurulları tarafından alınan kararlar ise ilgili kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilmez ise kesinleşeceği,  ilk derece hukuk kurullarının görevlerine giren konularda ve bunlar tarafından verilen kararlara karşı yargı yoluna başvurulamayacağı; ilk derece hukuk kurullarının görevleri, yetkileri, hakları ve üyelerinin sahip olmaları gereken nitelikler ile her bir kurulun usul kurallarının TFF Statüsü ve ilgili talimatlarda düzenleneceği;  ilk derece hukuk kurullarının üyelerinin TFF Statüsünde öngörülen şekilde belirleneceği; ilk derece hukuk kurullarının hiçbir üyesinin, TFF'nin başka kurul ve organlarında görev alamayacağı gibi TFF üyesi herhangi bir kulüp ya da diğer bir özel hukuk tüzel kişisi bünyesinde de görev alamayacağı, bu üyelerin tam bir bağımsızlık ve tarafsızlık içinde görevlerini icra etmek zorunda olduğu belirtilmiş;  “Tahkim Kurulu” başlığını taşıyan 6.maddesinde, “ (1) Tahkim Kurulu, bu Kanun uyarınca bağımsız ve tarafsız bir zorunlu tahkim mercii olup TFF'nin en üst hukuk kuruludur ve TFF Statüsü ve ilgili talimatlarda belirtilen nitelikteki uyuşmazlıklar ile ilgili nihai karar merciidir.        

(2) Tahkim Kurulu, TFF Statüsü ve ilgili talimatlar uyarınca karar verme yetkisine sahip kurul ve organlar tarafından verilecek kararları nihai olarak inceleyerek münhasıran karara bağlar. Tahkim Kuruluna başvuru süresi TFF talimatlarının yayımından veya itiraz edilen kararın tebliğinden itibaren yedi gündür.       

(3) Tahkim Kurulunun oluşumu, görev, yetki, hak ve sorumlulukları ile üyelerinin sahip olması gereken nitelikler TFF Statüsünde belirlenir. Tahkim Kurulunun işleyişi ve usul kuralları TFF tarafından çıkarılacak talimatta yer alır.          

(4) Tahkim Kurulu kendisine yapılan başvuruları kesin ve nihai olarak karara bağlar (İptal ibare: Anayasa Mah;6/1/2011-2010/61 E.2011/7.K)   

(5) Tahkim Kurulu üyeleri de bu Kanunun 5 inci maddesinin altıncı fıkrası hükümlerine tabidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Türkiye Futbol Federasyonu Statüsü’nün 62. maddesinde de, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu kararlarını, ilgililerinin başvurusu üzerine inceleyerek kesin olarak karara bağlama, Tahkim Kurulunun görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.

Anayasa hükmü ve anılan düzenlemelere göre, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu ve Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde belirtilen yargı mercilerinden olmadığından, ortada Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözümü gereken bir görev uyuşmazlığı bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Bu durum karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun olmayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/15

KARAR NO            : 2012/109

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : Davalı vakıf  Üniversitesinde  Öğretim Üyesi (profesör) olan davacının, Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul edilen bir Bilimsel Araştırma Projesinde, Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevi ile görevlendirilmesi isteminin reddine ilişkin, Dekanlık işlemin iptali  istemiyle açtığı davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Prof.Dr.Y. Ö.

Vekili         : Av. İ. Ç.

Davalı      : Atılım Üniversitesi Rektörlüğü

Vekili       : Av. F. Ö. Ş.

O L A Y     : Davacı vekili, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi İktisat Bölümünde Öğretim üyesi olarak görev yapan müvekkili Prof. Dr. Y. Ö.'ın, Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul edilen bir Bilimsel Araştırma Projesi ( BAP ) olan, "Katılımcı Yerel Yönetim ve Yavaş Şehir Uygulama Gereksinimleri çerçevesinde Akyaka Beldesi Örnek Alan Araştırması" isimli projede, proje eş yürütücüleri Yrd. Doç. Dr. C. A. ve Öğr. Gör. Ş. T.'nın, Projenin Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevini üstlenmesine ilişkin tekliflerini kabul ederek; anılan projenin Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevi ile görevlendirilmesine ilişkin talebinin, müvekkili davacının görevli olduğu İktisat Bölüm Başkanlığının 08/02/2011 gün ve …/11-015 sayılı olumlu görüşüne rağmen, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı'nın 14/02/2011 gün ve B.30.2.ATL.00.03.10/11-108 sayılı yazıları ile reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle, idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, ortada idare hukuku kapsamında tesis edilen bir idari işlem olmadığını ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ: 25.05.2011 gün ve E: 2011/479 sayı ile, İdare hukukunun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görev alanını oluşturduğu;  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davaların ise tam yargı davaları olduğu ve bu davaların da idari yargı denetimine tabi olduğunun belirtildiği; idarelerin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırdığı ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında idari yargı denetimine tabi bulunduğu;  dosyanın incelenmesinden, BAP Projesi çerçevesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin 14.02.2011 günlü, 11-108 sayılı Atılım Üniversitesi işletme Fakültesi Dekanlığı işleminin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda; uyuşmazlık konusu işlemin idarenin tek yanlı iradesiyle, üstün emredici yetkisi dahilinde tesis edildiği ve taraflar arasında özel hukuk hükümlerinin uygulanmasının söz konusu olmadığı anlaşıldığından, bakılmakta olan davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Uyuşmazlığın, bir Vakıf Üniversitesi olan davalı Atılım Üniversitesi bünyesinde sözleşmeli olarak görev yapan öğretim üyesi davacının Üniversitenin Bilimsel Araştırma Projesinde saha araştırma koordinatörü olarak görev alma talebinin reddine dair işlemin, idare hukuku kurallarına göre idari yargı yerinde mi, yoksa özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde mi görüm ve çözüme kavuşturulması noktasında toplandığı;  davaya konu işlemin hukuki niteliğinin ve davalı ile davacının hukuki statülerinin belirlenmesi bakımından ilgili mevzuatın incelenmesinin gerektiği, buna göre; davalı Atılım Üniversitesinin T.C. Anayasasının 130. maddesi ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun Ek-2 ve Ek- 18 maddelerine göre kurulmuş bir Vakıf Üniversitesi olduğu,  kuruluş ve faaliyetlerinde anılan yasal mevzuat ile birlikte faaliyetlerine 2547 sayılı yasa ile 31/12/2005 gün ve 26040 sayılı R.G.'de yayımlanan "Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği" ile Üniversitenin iç yönetmelik ve yönergelerinin esas alındığı; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ek 2. maddesi uyarınca "Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulu'nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır"; aynı Kanun'un ek 5. maddesine göre "Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir, süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş sınırlaması hariç devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en az üçte ikisinin lisans düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir. Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer. Mütevelli heyet vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulu'nun olumlu görüşü alınarak mutevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf yükseköğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfça hazırlanan yönetmelik hükümlerine göre diğer görevleri yürütür";  öğretim görevlilerinin görevlendirilme şekillerinin ise 2547 sayılı kanunun 31. maddesinde belirlenmiş olduğu, bu düzenlemeye göre; "Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı birimlerinde bu Kanun uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim-öğretim ve uygulamaları için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile tanınmış kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler. Öğretim görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak fakültelerde dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının önerileri üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı ve öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim üyesi kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile atanabilirler; bu süre sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim üyesi bulunmadığı ve görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı usulle yeniden atanabilirler. Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunların yeniden atanmaları mümkündür" denildiği; 36. maddede profesörlerin üniversitede devamlı veya kısmi statüde çalışacaklarının belirtildiği, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin 23/2. maddesi uyarınca "Vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanun'da devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise, 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır" hükmünün yer aldığı;  davalı vakıf üniversitesinin, kamu hizmeti gören ve kanunla kurulmuş bir üniversite olduğu, davacının ise bu kurumda özel hukuk hükümlerine tabi bir sözleşmeye dayanarak, İşletme Fakültesi Dekanlığı, İşletme Bölüm Başkanlığında Profesör olarak istihdam edilmekte olduğu;  davanın konusu işlemin ise, davalı Vakıf Üniversitesinin 15/12/2010 gün ve 10 sayılı Senato kararı ile kabul edilip Mütevelli Heyeti Başkanlığı'nın 10/02/2011 tarihli onayı ile yürürlüğe giren "Atılım Üniversitesi Araştırma, Geliştirme, Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık Projeleri Yönergesi" (ARGEDA) kapsamında hazırlanan ve Üniversite tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirilme talebine ilişkin bulunduğu;  ARGEDA yönergesinin amacının 1. maddede, "Bu Yönerge Atılım Üniversitesi bünyesinde yürütülen ve 2 inci maddede kapsamı belirtilen tüm araştırma, geliştirme, uygulama ve danışmanlık projelerinin desteklenmesi, çalışma esaslarının belirlenmesi ile Üniversite içinde işbirliği ve koordinasyonun sağlanması amacı ile hazırlanmıştır. İş bu Yönerge çerçevesinde belirlenen amacı gerçekleştirmek üzere Atılım Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak "Araştırma, Geliştirme, Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık Projeleri Koordinatörlüğü Birimi" kurulmuştur." şeklinde tarif edildiği, Yönergenin 9.maddesinin ise, projelerde görevlendirilecek kişilerin istihdam şeklini "Rektör'ün önerisi ve Müteveli Heyeti'nin onayı ile ARGEDA Koordinatörlüğü 'nün teknik, idari, mali ve sekreterya işlerini yürütmek üzere Üniversite bünyesinde görevli uzman/idari personel görevlendirilebilir veya dışarıdan hizmet alımı veya sürekli istihdam seklinde görevlendirme yapılabilir. " şeklinde düzenlemiş olduğu;  ARGEDA yönergesinde kabul gören projelerin uygulama esas ve koşullarının düzenleneceği ve projede görev alanların taraf olacağı, diğer tarafta ise Üniversite tüzel kişiliğinin bulunduğu ve taraflara çeşitli hukuki yükümlülüklerin yükleneceği bir sözleşme imzalanacağının hüküm altına alınmakta olduğu,  Yönergenin 10 maddesi B bendi son fıkrasına göre, Proje Yürütücüsünün, bilimsel ve akademik etik kurallar içinde sözleşme hükümlerine, bütçesine uygun, projeyi zamanında ve en iyi şekilde tamamlamakla yükümlü olduğu,  11. maddede ise projenin yapım ve sözleşmenin yapılmasına ilişkin esaslar düzenlenirken taraflara yüklenen yükümlülük ve hakların bir taahhütname ile imza altına alınacağı, dolayısıyla tarafların serbest iradeleri ile bir sözleşme imzalayacaklarının belirlendiği;   davaya konu "Katılımcı Yerel Yönetim ve Yavaş Şehir Uygulama Gereksinimleri çerçevesinde Akyaka Beldesi Örnek Alan Araştırması" isimli proje ile ilgili sözleşmenin ise Üniversiteyi temsilen Rektör Prof. Dr. A. Ö. ile proje eş yürütücüleri Yrd. Doç. Dr. C.A. ve Öğr. Gör. Ş.T. arasında 07/02/2011 tarihinde imzalandığı, bu sözleşmenin 15. maddesinde ise sözleşmeden doğan ihtilafların halli konusunda Ankara mahkeme ve icra dairelerinin yetkili olduğunun kabul edildiği;   anılan sözleşmenin, 2547 sayılı Yasa ve Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği ve bu kapsamda davalı üniversitenin (ARGEDA) Yönergesine göre yapılmış bulunduğu;  Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 23. maddesine göre iş sözleşmesi ile istihdam edilen davacı ile davalı arasındaki ilişkinin; özel hukuk kurallarına göre belirlenen özel hukuk ilişkisi olduğu; davalı vakıf üniversitesinin, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasa'da belirtilen hükümlere tabi olmasının, özel hukuk hükümlerine göre istihdam edilen davacının Üniversite idaresinden istihdam edildiği alan ile ilgili ya da alan dışı yer ve ya da projelerde görevlendirilmesine yönelik talebinin de özel hukuk hükümlerine göre değerlendirilmesini gerektirdiği,  Uyuşmazlık Mahkemesinin emsal olabilecek ve sorunun çözümünde davacı üniversite öğretim üyesinin kamu görevi niteliğinde olan üniversite öğretim üyeliği görevindeki istihdam şeklinin sözleşmeye dayalı olması nedeniyle üniversite ile olan ilişkisinin özel hukuk kurallarına tabi olması gerektiğine, dolayısıyla uyuşmazlıkların adli yargı yerinde görülmesi gerektiğine dair, 18.03.1985 gün ve 1985/2 E., 1985/8 K. sayılı kararının da bu yönde olduğu anlaşıldığından, davanın adli yargı yerinde görülmesinin gerekmekte olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı kanunun 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı;  dava konusu işlemin, davalı Vakıf üniversitesinin 15.12.2010 gün ve 10 sayılı Senato kararı ile kabul edilip Mütevelli Heyeti Başkanlığı'nın onayı ile yürürlüğe giren "Atılım üniversitesi Araştırma, Geliştirme, Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık Projeleri Yönergesi" (ARGEDA) kapsamında hazırlanan ve üniversite tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin bulunduğu; Atılım Üniversitesi Mütevelli Heyetince uygun görülen uygulama ve danışmanlık projelerinin desteklenmesi, çalışma esaslarının belirlenmesi ile üniversite içinde işbirliği ve koordinasyonun sağlanması amacıyla hazırlanan ARGEDA yönergesinde kabul gören projelerde görev alanlarının taraf olacağı ve taraflara çeşitli yükümlülükler yükleneceği bir sözleşme imzalanacağı hüküm altına alınmış; bu yönergeye göre yapılan ve üniversite temsilcilerince imzalanan sözleşmede ise, sözleşmeden doğan ihtilafların halli konusunda Ankara Mahkemelerinin yetkili olduğunun kabul edilmiş bulunduğu; Anayasa koyucunun, Anayasanın 130'uncu maddesiyle, üniversiteleri, anayasal kuruluş olarak kabul ettiği; üniversitelerle ilgili başlıca kuralları belirttiği; üniversitelerin, "kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe" sahip olmalarını öngördüğü; Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliğinin 23'üncü maddesinin 2'inci fıkrasında, Vakıf Yüksek Öğretim Kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanun'da Devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabi kılınarak, bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanması esasının kabul edildiği;  Anayasanın 130'uncu maddesinde belirtilen vakıf yüksek öğretim kurumlarının mali ve idari konular yönünden Devlet eliyle kurulan Yükseköğretim kurumundan farklı olması, bu kurumlarda istihdam edilen akademik personelin mesleki güvenceden yoksun kılınması sonucuna yol açamayacağı gibi; bilimsel özerlik ilkesinin gereği olarak, herhangi bir ayırım yapılmaksızın tüm yükseköğretim kurumlarında, bilimsel özgürlük, serbestçe araştırma ve yayın yapabilme, eğitim ve öğretimi özgürlük içinde sürdürebilme hak ve yetkilerinin, akademik personele tanınmış bulunduğu;  bu akademik personelce yürütülen söz konusu hizmetlerin, Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulan sürekli ve düzenli hizmetler olarak tanımlanan ve toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan birer kamu hizmeti olduğu; sürekli ve düzenli nitelikteki bu hizmetlerde çalıştırılan akademik personelin de, statüleri, göreve alınmaları, hak ve yetkileri, İdare Hukuku esaslarına göre belirlenen birer kamu personeli olduğu;  bu bakımdan; Üniversitenin anılan personel hakkında, proje ile ilgili sözleşme yapılıncaya kadar, idarenin tek yanlı iradesiyle, kamu gücü kullanarak tesis etmiş bulunduğu görevlendirmeme ya da bu konudaki isteklerinin reddi yolundaki işlemlerin, 2577 sayılı Kanunun 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde tanımı yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte birer idari işlem olduğu ve bu işlemlerin hukuka uygunluklarının denetimi, Anayasayla bu denetim için oluşturulan İdari Yargı'nın görev alanında bulunduğu, sözleşme yapıldıktan sonra taraflar arasında sözleşmenin uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların çözümleneceği yargı yerini belirleyen sözleşme hükmünün, İdari Yargı'nın bu görev alanını sınırlaması veya değiştirmesinin, anayasal olarak mümkün olmadığı; dolayısıyla, kamu hizmeti görevi yapan davacının, görev yaptığı üniversite tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin olan ve idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli nitelikte bulunan işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde İdari Yargı'nın görevli olduğu konusunda hukuksal olarak, duraksama bulunmadığı gerekçesiyle;  2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı Üniversitede Öğretim Üyesi (profesör) olarak görev yapan davacının, Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul edilen bir Bilimsel Araştırma Projesinde(BAP) Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevi ile görevlendirilmesi yolundaki isteminin reddine ilişkin, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı'nın 14/02/2011 gün ve B.30.2.ATL.00.03.10/11-108 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasanın “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. maddesinin birinci fıkrasında, “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.”;  2. fıkrasında, “Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir.”; 10. fıkrasında  “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabidir.” hükmüne yer verilmiş; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na 5772 sayılı Kanun ile eklenen ve vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumları ile ilgili düzenlemeler getiren Ek Madde 2'de, “Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır.” denilmiş; Ek Madde 5'de, “(Ek madde: 17/08/1983 - 2880/32 md.) (Değişik fıkra: 28/12/1999 - 4498/1 md.) Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir, süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş sınırlaması hariç Devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en az üçte ikisinin lisans düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir. Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer.  

Mütevelli heyet vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü alınarak mütevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf yüksek öğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfca hazırlanan yönetmelik hükümlerine göre diğer görevleri yürütür.

Mütevelli heyetin toplantı nisabı ve karar alınması ile ilgili hususlarda bu Kanunun 61 inci maddesi hükmü uygulanır.”kuralına; aynı Yasadaki Ek Madde 8'de ise, “(Ek madde: 17/08/1983 - 2880/32 md.) Vakıfca kurulacak yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar, Devlet yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar gibi düzenlenir ve onların görevlerini yerine getirir. Öğretim elemanlarının nitelikleri Devlet yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır. Devlet Yükseköğretim kurumlarında çalışmaları yasaklanmış veya disiplin yoluyla bu kurumlardan çıkarılmış kişiler, vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alamazlar.” kuralına yer verilmiştir.

Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğretim elemanları” başlıklı 23. maddesinde ise, “Öğretim elemanlarının seçimi, değerlendirilmesi, seçilenlerin uygun görülen akademik unvanlarla görevlendirilmeleri ve yükseltilmeleri yürürlükteki kanun ve yönetmelik hükümlerine uyularak vakıf yükseköğretim kurumunun yetkili akademik organlarınca yapılır. Öğretim elemanlarının atamalarında, devlet yükseköğretim kurumlarındaki atamalarda aranan şartlara ilaveten vakıf yükseköğretim kurumunun akademik yönden gerekli gördüğü şartlar da aranabilir. Vakıf meslek yüksekokullarında özellikle uygulamalı derslerde görevlendirilecek öğretim elemanlarının atanmasında çalışma deneyimine sahip olması gözetilir.

Vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanunda devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır.” kuralı yer almıştır.

Davalı Atılım Üniversitesi de anılan mevzuat hükümleri çerçevesinde 2809 sayılı  “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu”na 4281 sayılı Yasa ile eklenen Ek 40. madde ile vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlere tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulmuştur.

İdari rejime dayalı olarak düzenlenmiş bulunan Türkiye'nin idari yapısında, kamu tüzel kişiliği idari yargının görev alanının belirlenmesinde kullanılan ölçütlerden birisidir. Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacı kamu yararı, faaliyet konuları ise kamu hizmetidir. Bu bağlamda, Kamu Tüzel Kişileri, özel hukuk tüzel kişilerine nazaran üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahiptirler ve tek taraflı işlemlerle yeni hukuki durum yaratabilirler. Bu nedenle de personeli kamu hukukuna tabidir.

Kanunla kurulma ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmanın yanı sıra, Devlet Üniversitelerinde olduğu gibi Vakıf Üniversitelerinin de Anayasal güvence altına alınmış olan "Bilimsel Özerkliğe sahip olmaları” bir diğer ayrıcalığıdır. Üniversitelerde bilimsel özerklik ilkesi benimsenirken güdülen amaç, yükseköğretimin çeşitli siyasal çevre ve baskı grupları ile düşünce kümelerinin etkisinin dışında tutarak, bilimsel amaç, hedefler ve gereksinimlerine bağlı olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle de, bilimsel faaliyetin asli unsurları olan yükseköğretim elemanlarının, görevleri, unvanları, atama, yükselme ve emeklilikleri gibi özlük haklarının kanunla düzenleneceği konusu, anayasal teminat altına alınmıştır.

Somut olay ve mevzuat hükümleri birlikte irdelendiğinde; davalı Üniversitenin, sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalıştırdığı davacının; statüsü, göreve alınması, hak ve yetkileri gözetildiğinde,   İdare Hukuku kapsamında bir kamu personeli olduğu açıktır. Bu açıdan davacının, üniversite tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin işlemin de 2577 sayılı Kanunun 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde tanımı yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte birer idari işlem niteliği taşıdığı;  bu işlemin hukuka uygunluğunun denetiminin de, Anayasayla bu denetim için oluşturulan İdari Yargı'nın görev alanında bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ     : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİYLE İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/18

KARAR NO            : 2012/110

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : Davacıya ait bulunan ve ruhsatsız olduğu iddia edilen gecekondu ve dükkanların, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : N. A.

Vekili         : Av. S. B.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av.A. A.

O L A Y    : Davacı vekili, dava dilekçesinde,  müvekkilinin Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mah. 1652 (eski 8. Cad.) Cadde No:105 ve 103 adresindeki iki adet gecekondu ile 103/A-B-C adresindeki 3 adet dükkanın maliki olduğunu; 2009 yılında imar çalışmaları sonucu müvekkilinin tapulu yerlerinin, hiçbir tebligat yapılmadan, davalının personeli ve iş makineleri tarafından kısmen yıkıldığını, dükkanların su saatlerinin söküldüğünü;  mağdur olan müvekkilinin Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/1137 D.iş sayılı dosyası ile enkaz bedelinin tespiti talebinde bulunduğunu, sonuçta gecekondular, dükkanlar, kömürlük ve ağaçların enkaz bedelinin 103.912,40 TL olarak belirlendiğini ifade ederek; imar çalışma tarihinden itibaren şimdilik 103.912,40TL’nin yasal faiziyle birlikte dayalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, süresinde verdiği birinci savunma dilekçesinde, bedeli talep edilen gecekondunun 80450 nolu İmar Planı kapsamında imar yolunda kaldığını, bu davaların idare mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğinden bahisle görev itirazında bulunmuş, ayrıca;  Belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen İmar uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğunu;  Davacının binası ile ilgili olarak Kamulaştırma Kanununa göre hiçbir işlem yapılmadığını ifade etmiş, işin esasına ilişkin olarak da; dava konusu iki adet gecekondu ile 3 dükkanın ruhsatsız ve kaçak olduğunu,  zira; Davacının dava konusu gecekondular ile ilgili imar affı müracaatının bulunmadığını, davacı tarafından imar affı müracaatı esnasında 2981 sayılı Yasanın 9. maddesinin ( c ) bendine göre gerekli harçların yatırılmadığını, 15. maddeye göre de Yapı Kullanma İzin Belgesi alınmadığını, bu nedenle davacının gecekondunun bulunduğu yerde hissesi bulunsa da İmar Affı Kanununa göre, söz konusu bina ile ilgili işlemler tamamlanmadığı ve bina ruhsata bağlanmadığı için, davacıya ait binanın Kaçak Yapı konumunda bulunduğunu; zeminde davacıya ait belli bir ver bulunmadığından diğer hissedarların hisselerine tecavüzlü durumda olduğunu;  hem 3194 sayılı Kanun hem de 775 sayılı Kanun hükümleri gereği Belediyelerin kaçak yapıları herhangi bir bedel ödemeksizin kaldırma yetkisi ve sorumluluğunun bulunduğunu,  bu çerçevede davacıya ait kaçak ve ruhsatsız yapının tasfiye edilmesi sonucu herhangi bir bedel ödenmesinin yasal olarak mümkün bulunmadığını; ''kaçak yapıların kaldırılarak yol açılması" işlemlerinin tamamen Kamu Yararı gözetilerek yapıldığını,  İmar Planında davacıya ait kaçak yapının yolda kaldığı hususunun önceden belli olduğunu, davacının imar planına itiraz etmemesi veya iptal davası açmaması sonucu kesinleştiğini, kesinleşmiş İmar Planının uygulanması sonucu davacıya tapulu hissesinin başka parselden tahsis edildiğini,  yolda kalan kaçak yapısının da yıkıldığını belirtmiştir.

ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 10.05.2011 gün ve E:2010/537 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari dava türlerinin, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları olarak sayılmış, 12'inci maddesinde de, ilgililerin haklarını ihlal eden bir işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası açabileceklerinin belirtilmiş olduğu;  dosyanın incelenmesinden; davacı vekili tarafından müvekkiline ait tapulu arsa üzerinde bulunan bina ve eklentilerinin, herhangi bir tebligat yapılmadan idarece yıktırıldığı ileri sürülmüşse de dosyada bulunan 08.12.2010 gün ve 1020 sayılı Belediye Encümeni kararıyla, ruhsatsız yapılan binaların, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32'nci maddesi uyarınca yıktırılmasına karar verildiği, bu kararın davacıya tebliğine çalışıldığı, imzadan imtina etmesi üzerine tebliğ evrakının muhtara bırakıldığının anlaşıldığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12'nci maddesinde "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler" hükmünün yer aldığı; olayda; davacının ileri sürdüğü zararın, belediye encümenince alınmış olan yıkım kararının uygulanmasının sonucu olduğu,  yıkım kararının, kamu, gücü kullanılarak tesis edilmiş, kesin ve yürütülmesi gerekli bir idari işlem olduğu,  dolayısıyla; bu idari işlemin uygulama (icra) aşamasını oluşturan eylemlerden kaynaklanan zararların tazmini isteklerinin, yukarıda yer verilen 12'nci madde hükmüne dayanılarak, idari yargı yerlerinde açılacak davalara konu edilmelerinin gerektiği;  idari yargı yerinde açılması gereken bu davanın türünün ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" olarak açıklanan dava türü olduğu,  bu bakımdan; idari yargı yerinde açılacak tam yargı davasının konusu olması gereken tazminat taleplerini konu edinen davanın görüm ve çözümünün, Adli Yargı'nın görev alanının dışında kaldığı gerekçesiyle; 2547 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mahallesi 1652 cadde 105 ve 103 numarada yer alan iki adet gecekondunun ve üç adet iş yerinin kaçak ve ruhsatsız yapı olması nedeniyle davalı idare tarafından yıktırılması sonucu uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemi ile adli yargı yerinde dava açtığı; tazminata konu gecekondu tabir edilen ruhsatsız ve izinsiz yapıların 3194 sayılı İmar Kanunun 32. maddesi uyarınca Belediye Encümeni tarafından alınan yıkım kararının infazı nedeniyle davalı idare tarafından yıktırıldığının anlaşıldığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı;  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı;  3194 sayılı İmar Kanununun uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, bu nedenle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/537 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mahallesi, 1652 cadde, 105 ve 103 numarada yer alan iki adet gecekondusunun ve üç adet iş yerinin kaçak ve ruhsatsız yapı olması nedeniyle davalı idare tarafından kısmen yıktırılması sonucu uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; Davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mah. 1652 (eski 8. Cad.) Cadde No:105 ve 103 adresindeki iki adet gecekondu ile 103/A-B-C adresindeki 3 adet dükkanının, 2009 yılında imar çalışmaları sonucu İdarece kısmen yıkıldığı, Sulh Hukuk Mahkemesi’nce yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu, gecekondular, dükkanlar, kömürlük ve ağaçlar için belirlenen 103.912,40 TL enkaz bedelinin tahsili istemiyle dava açıldığı görülmüş; İdarece verilen savunma dilekçesinde;  gecekonduların 80450 no.lu İmar Planı kapsamında imar yolunda kaldığı,  yıkım işleminin de,  İmar uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacının geçerli bir imar affı müracaatı bulunmadığından,  söz konusu binaların ruhsatsız ve kaçak olduğu;  İmar Planında davacıya ait kaçak yapının yolda kaldığı hususunun önceden belli olduğu, davacının imar planına itiraz etmediği,  iptal davası açmadığı, kesinleşmiş İmar Planının uygulanması sonucu davacıya tapulu hissesine karşılık başka parselden yer tahsis edildiği,  yolda kalan kaçak yapısının da yıkıldığı ifade edilmiş; öte yandan,  dosyada bulunan 08.12.2010 gün ve 1020 sayılı Altındağ Belediye Encümeni kararıyla, davacıya ait kaçak ve ruhsatsız yapılan gecekonduların, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32'nci maddesi uyarınca yıktırılmasına karar verildiği, davacının imzadan imtina etmesi üzerine tebliğ evrakının muhtara bırakıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan tespit dosyasında yapılar ve ağaçlar için bedel tespiti yaptırılmış ve “şimdilik” bu bedel dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması sonucu imar yolu üzerinde kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait tapulu hissenin başka imar parsellerinden karşılandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.05.2011 gün ve E:2010/537 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012  gününde Üyelerden Mustafa AYSAL ile Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davalı Belediye Başkanlığınca yapılan imar uygulaması sonucunda yolda kalan ve ruhsatsız olduğu iddia edilen davacıya ait gecekondu ve dükkanların, davalı idarece kamulaştırma işlemlerine tevessül edilmeksizin yıktırılması nedeniyle davacı tarafından kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası Adli Yargı ilk derece mahkemesinde açılmış,

Davalı idare vekilinin süresi içinde olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği dilekçe üzerine Danıştay Başsavcılığınca uyuşmazlığın imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargıda çözümlenmesi gerektiği düşüncesiyle 2247 sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek, dosya yüksek mahkemeye gönderilmiş,

Yüksek Mahkemece çoğunluk görüşü ile Danıştay Başsavcılığının başvurusu kabul edilerek davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar verilmiştir.

Yüksek çoğunluk görüşüne katılamamaktayız.

Zira;

3194 sayılı yasanın 18/10 md "Bu maddede belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapıların belediye veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamayacağı" öngörülmüştür.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün 1956/1-6 sayılı kararında da "Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın ilgili amme hükmi şahsiyeti aleyhine men'i müdahale davası açmaya hakkı bulunduğu gibi fiili duruma rıza göstererek mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün bedelinin tahsilini de dava edebileceği" vurgulanmıştır.

Bu halde kamulaştırmasız el atma davasında görevli yargı kolu Adli Yargıdır.

Maruz nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılamıyoruz. 21.05.2012

 

Üye

Mustafa AYSAL

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/28

KARAR NO            : 2012/111

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Emekli Sandığı(Devredilen) emeklisi olan davacının,  serbest diş hekimine yaptırdığı diş tedavisine ait fatura bedelinin ödenmeyen kısmının ödenmesi istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : H. İ.

Vekili         : Av. E. L. D.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekilleri     : Av. B. M.,  Av. H. D. H.

O L A Y    :  Emekli Sandığının (Devredilen) 52.858.106.0 emekli sicil numaralı emeklisi olan Davacı;  diş tedavisinin hastanelerinde 90 gün içinde yapılamayacağından bahisle Yeşilyurt H. Çalık Devlet Hastanesinin 11.08.2008 tarihli reçetesi ile serbest diş hekimine sevk edilmiş; bu sevke istinaden davacıya serbest diş hekimince diş tedavisi uygulanarak 03.09.2008 tarihli, 2.190,00 YTL miktarlı serbest meslek makbuzu düzenlenmiştir.

Davacı, davalı Kurum kayıtlarına 18.09.2008 tarihinde giren dilekçesi ile tedavi bedelinin ödenmesini istemesi üzerine, İdarece,  5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun Geçici 139. maddesi ve 2007 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği hükümleri doğrultusunda hesaplanan bedele Sağlık Uygulama Tebliğinin 26. maddesi uyarınca katma değer vergisi ilave edilmek ve bu miktardan 6. madde uyarınca katılım payı düşülmek suretiyle belirlenen 291,60.­TL 19.09.2008 tarih ve 947854 sayılı ödeme emrine istinaden 26.9.2008 tarihinde davacıya ödenmiştir.

Davacı vekili,  emekli olan müvekkiline yapılan 291,60-TL ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898,00YTL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi istemiyle, 24.11.2008 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 8.İDARE MAHKEMESİ; 21.12.2009 gün ve E:2008/1741, K:2009/1978 sayı ile,  5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 1. maddesinde; bu Kanun’un amacının, sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortası bakımından kişisel güvence altına almak, bu sigortalardan yararlanacak kişileri ve sağlanacak hakları, bu haklardan yararlanma şartları ile finansman ve karşılanma yöntemlerini belirlemek, sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının işleyişi ile ilgili usul ve esasları düzenlemek olduğu belirtilmiş olup, Finansmanı Sağlanan Sağlık Hizmetleri ve Süresi başlıklı 63.maddesinin (d) bendinde de "Kişilerin hastalanmaları halinde ayakta veya yatarak; ağız ve diş muayenesi, diş hekiminin göreceği lüzum üzerine ağız ve diş hastalıklarının teşhisi için gereken klinik muayeneler, laboratuar tetkik ve tahlilleri ile diğer tanı yöntemleri, konulan teşhise dayalı olarak yapılacak tıbbi müdahale ve tedaviler, diş çekimi, konservatif diş tedavisi ve kanal tedavisi, hasta takibi, diş protez uygulamaları, ağız ve diş hastalıkları ile ilgili acil sağlık hizmetleri, 18 yaşını doldurmamış kişilerin ortodontik diş tedavilerinin 72 nci maddeye göre belirlenen tutarının" ödeneceğinin hüküm altına alınmış olduğu; aynı Kanunun 101. maddesinde, "Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür." hükmünün getirildiği; dava dosyasının incelenmesinden; Emekli olan davacının Malatya Devlet Hastanesi Başhekimliği’nce yapılan sevk üzerine, serbest diş hekimine yaptırdığı diş tedavisine ait 2.190-TL tutarındaki fatura bedelinin ödenmesi istemiyle yaptığı başvuru sonucu davalı idarece tarifeye göre yapılan 291,60- TL ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898- TL nin dava tarihinden itibaren isleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda; 5434 sayılı Kanun kapsamındaki uyuşmazlıkların önceden idari yargı yerlerinde görülüp çözümlenmesi mümkün iken, yukarıda yer alan yasal hükümlerden de anlaşılacağı üzere 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra söz konusu ödemelerin bu kanun kapsamında yapılması ve işlem tarihi itibariyle bu kanunun yürürlükte bulunması dikkate alındığında, bu kanuna göre yapılacak ödemelerden kaynaklanan uyuşmazlığın da İş Mahkemesi tarafından çözülmesi gerektiği kanaatine varıldığı gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15. maddesinin 1/a bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez,  aynı istemle 15.02.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İş Mahkemesi: 24.11.2010 gün ve E:2010/127, K: 2010/848 sayı ile,  davacının yasanın ve yönetmeliğin aradığı sevk zincirlerine uyduğu, davalı kurumun aradaki farkı ödemeyi hukuken zorunlu olduğu halde ödemediğinin tespit edildiği,  mahkemelerinin de 5510 sayılı yasanın 101. maddesi gereğince davanın çözümünde yetkili ve görevli olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş;  hükmün, davalı idarenin temyizen incelenerek bozulması istemi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi;  17.02.2011 gün ve E:2011/526, K:2011/1885 sayı ile, 5510 sayılı Kanunun geçici 4. maddesinin; “…Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, arttırılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır…” hükmünü içermekte olduğu;  davaya konu edilen sağlık harcamalarının 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ait olması karşısında, uyuşmazlığın, idari yargının görev alanına girdiği gözetilip, yargı yolu yanlışlığı nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, davanın esasına girilip yazılı biçimde hüküm tesis edilmiş olmasının, usul ve yasaya aykırı görüldüğü gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir.

MALATYA İŞ MAHKEMESİ; 24.11.2011 gün ve E: 2011/892, K: 2011/1144 sayı ile; Yargıtay bozma ilamına uyularak, yapılan yargılama ve toplanan deliller, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin ilamı ve tüm dosya kapsamına göre; 5510 sayılı Yasanın geçici 4. Maddesinde" Bu madde kapsamına girenlerin aylıkların bağlanması, arttırılması diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu kanun ile yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı kanun hükümlerine göre işlem yapılır, hükmü gereğince davaya konu harcamaların 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ait olduğu ve resen gözetilmesinin gerektiği, davaya konu uyuşmazlığın idari yargıda görülüp ve çözümleneceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,  Emekli Sandığının (Devredilen) emeklisi olan davacının,  serbest diş hekimine yaptırdığı diş tedavisine ait 2.190,00TL tutarındaki fatura bedelinin ödenmesi istemiyle yaptığı başvuru sonucu, davalı idarece tarifeye göre yapılan 291,60 TL ödemenin dışında, ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898,00TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden Emekli Sandığının (Devredilen) 52.858.106.0 emekli sicil numaralı emeklisi olan Davacının; diş tedavisinin hastanelerinde 90 gün içinde yapılamayacağından bahisle Yeşilyurt H. Çalık Devlet Hastanesinin 11.08.2008 tarihli reçetesi ile serbest diş hekimine sevk edildiği; bu sevke istinaden davacıya serbest diş hekimince diş tedavisi uygulanarak, 03.09.2008 tarihli, 2.190,00YTL. miktarlı  serbest meslek makbuzu  düzenlendiği; Davacının, davalı Kurum  kayıtlarına 18.09.2008 tarihinde  giren dilekçesi ile tedavi bedelinin ödenmesini istediği ancak,  İdarece, davacıya 19.09.2008 tarih ve 947854 sayılı ödeme emrine istinaden 26.9.2008 tarihinde 291,60.­TL. ödendiği,  bunun üzerine Davacı vekili tarafından,  emekli olan müvekkiline yapılan 291,60- TL ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898,00YTL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi istemiyle, dava açıldığı anlaşılmıştır.

31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 8. İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 21.12.2009 gün ve E:2008/1741, K:2009/1978 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/33

KARAR NO            : 2012/112

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : R. A.

Vekili         : Av. M. A.

Davalı        : Milli Eğitim Bakanlığı

Vekili         : Av. F. Ç.

O L A Y    : Davacı vekili tarafından, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyünde bulunan 43266 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın, 88/9959 hissesinin yapılan imar planında ilköğretim alanı olarak ayrıldığı, taşınmazın imarlı alan olduğu, uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmesi nedeniyle kamulaştırma cihetine gitmeyen davalı idarelerce pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği, bu haliyle davalı idarelerin eyleminin mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi müvekkilinin dava yolu ile kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesi yani davalı idarece değer karşılığının verilmesi gerektiği öne sürülerek, fazlaya ilişkin tüm yasal talebi dava ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik dava konusu taşınmazın toplam bedelinden 9.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı vekilince, Bakanlık tarafından Kamulaştırma Kanununun 7. maddesine istinaden konulmuş bir şerhin mevcut olmadığı, böyle bir şerh olsa bile süresi geçtikten sonra davacı tarafından kaldırılmasının mümkün olduğu, davalı idarece yapılan hiçbir hukuksal işlem olmadığı, idarelerin aleyhine dava açılmasının hukuka aykırı olduğu gibi, taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılması ve tapu kaydına şerh konulması işlemiyle ilgili olarak idari yargı yerinde dava açılması gerektiği öne sürülerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2011/401 sayı ile, davalı Hazine vekilinin yargı yolu itirazı ile talebinin reddine karar vermiştir.

Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18'inci maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamalarına ilişkin işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler niteliğinde olduğu, dosyanın incelenmesinden; imar uygulaması sonucu imar planında "ilköğretim alanı" olarak belirlenen, davacının, söz konusu taşınmazına davalı idarece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, alacağın şimdilik 9.000,00-TL'lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle dava açtığının anlaşıldığı, parselin imar planında "ilköğretim alanı" olarak ayrılmış olması nedeniyle, bu parselin bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasıyla açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de; davanın konusu, imar planında "ilköğretim alanı" olarak ayrılmış bulunan ve davalı idarece 3194 sayılı Kanunun 18'inci maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinden kuşku bulunmadığı, bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği nedenleriyle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Belediyenin 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve imar uygulamalarına ilişkin işlemler kapsamında, davacının da taşınmazının bulunduğu yerin imar planında okul tesisi alanı olarak ayrılmış bulunması karşısında, bu parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda; uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyü, 43266 ada, 1 sayılı parseldeki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 9.000,00-TL’nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Anılan madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.

Olayda, davacı vekili tarafından taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız elatıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 9.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu sözkonusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.11.2011 gün ve E:2011/401 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE  KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/42

KARAR NO            : 2012/113

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında Vakıf Müdürü olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev unvanının değiştirilmesine ilişkin vakıf mütevelli heyeti kararının  iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi

K A R A R

Davacı        : M. D.

Davalı        : 1- Adli Yargıda

Savaştepe İlçesi Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı

2- İdari Yargıda

Savaştepe Kaymakamlığı

O L A Y    : Savaştepe Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/686 dosya numarası ile soruşturmasını sürdürdüğü “Gebe Düve ve Yem Alımı” ihalesi ile ilgili olarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından Savaştepe İlçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı denetlenmiştir.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından Vakfa gönderilen yazıda Vakıf Müdürü (Davacı) M. D.’nin sözleşmesinin feshedilerek, iş akdinin sona erdirilmesi istenilmiştir.

Bu konu Savaştepe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı mütevelli heyetinin 17.3.2011/3 sayılı toplantısında görüşülmüş, mütevelli heyeti Mehmet Demirci’nin Vakıf Müdürlüğü unvanının yargı süreci sonuçlanıncaya kadar alınmasına, bu arada Sosyal Yardım ve İnceleme Görevlisi olarak görevine devam etmesine, Genel Müdürlüğün yayınlamış olduğu 1.1.2010 tarihinden itibaren geçerli olan ücret skalası cetvelinde belirtilen tavan ücret üzerinden ücretlendirilmesine karar vermiştir.

Davacı, dava dilekçesinde Savcılık soruşturma dosyasında hakkında suç unsuruna rastlanmadığını; idari soruşturma sonucu düzenlenen 21.2.2011 tarihli raporda da hakkında herhangi bir istinat ve kusurun saptanmadığını; çalışma koşullarını düzenleyen “belirsiz süreli iş sözleşmesi örneği”nde de bu yönde bir hüküm bulunmadığı tüm bu maddi ve hukuki verilere rağmen işveren durumunda bulunan Vakıf Mütevelli Heyetinin 17.3.2011 gün ve 3 sayılı kararıyla “Vakıf Müdürü” unvanının geri alındığını önesürerek, 13.7.2011 gün ve 3 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ: 11.5.2011 gün ve E:2011/830, K:2011/761 sayı ile, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 9,11 ve12. maddelerinde belirsiz süreli iş akdine ilişkin hükümler, yine aynı yasanın 17,18 ve 19. maddelerinde belirsiz süreli iş akdinin feshi ve 20. maddesinde ise feshe karşı iş mahkemesinde dava açılabileceği hükmünün düzenlendiği, bakılan davada, davacının İş Kanunu hükümlerine uygun olarak hazırlanan ve uyuşmazlık halinde İş Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilen belirsiz süreli iş akdi ile Savaştepe Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda Vakıf Müdürü olarak istihdam edildiğinin anlaşıldığı, bu durumda; İş Kanunu hükümleri uyarınca yapılan akitten kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün İş Mahkemelerinin dolayısıyla adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

SAVAŞTEPE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İş Mahkemesi Sıfatıyla): 30.11.2011 gün ve E:2011/78, K:2011/92 sayı ile, Medeni Kanun'a göre faaliyette bulunan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının başkanlarının mülki idare amiri olması, yönetim organının büyük oranda kamu görevlilerinden oluşması, kuruluş amacı ve gelirlerinin çoğunun kamu kaynaklarından karşılanması hususları dikkate alındığında, bu vakıfların kamu gücüne dayanan bir statüye sahip olduğu, yürüttüğü hizmetin, kamu hizmeti olduğu ve bu hizmetin yürütülmesine ilişkin konularda yetkili organ kararlarının iptali istemiyle açılacak davalarda idari yargı yerlerinin görevli olması gerektiğinde kuşku bulunmadığı, dosyanın incelenmesinden, davacının, Savaştepe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda 7.11.2008 tarihinde imzaladığı belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile vakıf müdürü olarak çalışırken, hakkında yürütülen adli soruşturma nedeniyle 17.3.2011 tarih 2011-3 sayılı Yönetim Kurulu kararı ile davacının vakıf müdürlüğü unvanının yargı süreci tamamlanıncaya kadar alınmasına karar verildiğinin anlaşıldığı, davacının işlemin iptali amacıyla önce Balıkesir İdare Mahkemesi'nde dava açtığı, Balıkesir İdare Mahkemesi'nce görevsizlik kararı verilmesi üzerine Mahkemelerinde dava açmış bulunduğu, olayda, sözleşmeden kaynaklanan bir uyuşmazlık bulunmadığı, bu durumda, adı geçen Vakıfta İş Kanunu'na tabi olarak çalışan davacının, vakıf mütevelli heyetince, vakıf müdürü unvanının kendisinden alındığı yolunda tek yanlı irade ile kurulan işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle Mahkemelerinin yargı yolu yönünden görevsizliğine, idare mahkemesi ile mahkemeleri arasında çıkan yargı yolu uyuşmazlığının çözümü amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde yapılan 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesindeki "Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler." hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı, doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re'sen Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa'da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) re'sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi'nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kuruluş amacına uygun olacağından;

Öte yandan Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin idari yargı dava dosyası temin edilmeden başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı dosya örneğinin, Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında vakıf müdürü olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev unvanının değiştirilmesine ilişkin Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılmıştır.

29/5/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun 1. maddesinde(Değişik: 16/6/1989 - 3582/1 md.), “Bu Kanunun amacı; fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir”, 3. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur” ve 7. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

(Değişik ikinci fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.) Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir.

(Mülga dördüncü fıkra: 1/12/2004 – 5263/19 md.)” hükmü yer almıştır.

8.6.2011 tarih ve 27958 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 35. maddesi ile yürürlükten kaldırılan ancak, davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 1/12/2004 gün ve 5263 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiş, 2. maddesinde, bu Kanunda geçen vakfın, il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde, Vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak Fon Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu’nun 2.8.2006 tarihli ve 2006/4 sayılı kararı ile, 5263 sayılı Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin (c) bendi uyarınca hazırlanan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar” yürürlüğe konulmuştur.

Bu düzenlemede, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümlerine dayanılarak kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları personelinin norm kadro standartları, nitelikleri, özlük hakları ve çalışma şartları yer almış olup, Esasların 7. maddesinde, personelin işe alınması, ücret, görev ve sorumluluklarının bu Esaslara göre belirlenmesinin mütevelli heyet kararıyla yapılacağı belirtilmiştir.

Anılan 3294 sayılı Yasa ile, bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ile bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulacağı öngörülmüş; 5263 sayılı Yasa’da ise, 3294 sayılı Yasa’nın uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.

3294 sayılı Yasa’ya göre faaliyette bulunacak vakıfların mütevelli heyetlerinde görev alacakların bir kısmı kamu görevlisi ise de; Yasada vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirileceğinin öngörülmesi, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliği şeklinde örgütlendiklerini göstermektedir. Vakıf çalışanları ile akdedilen belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmelerinde mülki idare amirinin taraf olması, Yasa gereği vakfın tabii başkanı olmasından kaynaklanmaktadır.

Olayda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında başkan olarak görev yapan Kaymakam ile belirsiz süreli iş sözleşmesi imzalayarak, bu sözleşmeye istinaden vakıf müdürü olarak çalışan davacı, görevinin ve görev unvanının değiştirilmesine ilişkin Vakıf Mütevelli Heyeti kararının iptali istemiyle dava açmıştır.

Bu durumda, Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin kamu gücü kullanılmak suretiyle tesis edildiğinin kabulü mümkün bulunmadığından, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır. 

Açıklanan nedenlerle, Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun reddi ile aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla)  2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile, aynı Mahkemece ayrıca verilen 30.11.2011 gün ve E:2011/78, K:2011/92 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/58

KARAR NO            : 2012/114

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemiyle  açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar                   : 1) F. U.  2) E. Ö.  3) M. D. 4) F. D. 5) S. B.  6) H. Ö.  7) N. O.  8) Z. O.  

  9) H. O.  10) M. A. ve İ. Y. Mirasçıları 11) C. Y.  12) N. Y.  13) N. Y. 

Vekili        :     Av. Z. T.

Davalılar                    : 1) Milli Eğitim Bakanlığı

Vekili        :      Haz.Av. N. K. Ç.

                                     2) Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği

Vekili        :      Av. M. İ.

                                    3) Çankaya Belediyesi

Vekili        :     Av. D. B.

O L A Y    : Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedarı ve maliki bulunduğu, Ankara ili, Çankaya ilçesi, Çukurca mevkiinde 26783 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza, davalı idare tarafından herhangi bir Kamulaştırma işlemi yapmaksızın okul alanı olarak kullanılmak suretiyle fiilen/hukuken el atıldığını; Kamulaştırma Kanunun Geçici 6. maddesine atıfta bulunan 6111 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca davalılara uzlaşma dilekçeleri verildiğini, ancak davalıların uzlaşmak istemediklerini belirten, talebi sürüncemede bırakan cevap yazıları gönderdiklerini;  Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun son içtihadında,  fiili el atma olmadan da hukuki el atmayı kamulaştırmasız el atma olarak kabul ederek taşınmaz bedelinin ödenmesi gerektiğine hükmetmiş bulunduğunu; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 21.03.2011 tarih,  2010/16894 E., 2011/4865 K.sayılı ilamında da aynen " Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında park, yol ve okul alanı gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere, el atılmamış olsa dahi bedeline hükmedileceğine ilişkin kararı da gözetilerek, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10.maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı belediyece, ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedeli ödenmelidir." denildiğini; el atılan taşınmazın arsa vasfında olduğunu, konumu itibariyle Ankara'nın değerli bir bölgesinde bulunduğunu öne sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik, 8.000 TL kamulaştırmasız eI atma tazminatının, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi birlikte davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekili, dava konusu taşınmazın Çankaya Belediyesinin yapmış olduğu imar planıyla okul alanı olarak ayrıldığını,  arsa üzerinde davalı Bakanlığa ait herhangi bir tesis de bulunmadığını, sadece imar planında okul alanı olarak ayrılmış ve fiilen el atılmamış bir taşınmaz için kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası da açılamayacağını; davacının mülkiyet hakkı sona ermediğinden, taşınmazın bedelini talep etme hakkının doğmayacağını öne sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2011/359 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemelerinin; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı;  dosyanın incelenmesinden; davacı tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü kararında, fiili el atma olmadan da hukuki el atmanın kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, imar planında okul yeri olarak ayrılan taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; davalı idarelerin yazı ve savunma dilekçelerinden de, anılan taşınmaz üzerine henüz yapılmış bir okul bulunmadığının anlaşıldığı;   bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planında okul alanına ayrılması hadisesi sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, yukarıda da söylenildiği üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmazın okul yeri olarak gösterilmesinden; bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerinin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmakta olduğu;  idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğu;  bu bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği nedenleriyle; 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/l-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayılmış olduğu;   dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı;   belediye yönetimlerinin 3194 sayılı İmar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin, tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu,  bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/359 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,Davacıların hissedarı oldukları taşınmaza davalı idare tarafından herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın okul alanı olarak kullanılmak suretiyle fiilen/hukuken el atıldığından bahisle,  fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 8.000.­TL’nin yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; 

Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik cümle: 08/08/2011-648 s.K.H.K./21. md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik cümle: 08/08/2011-648 s.K.H.K./21. md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek bend: 03/07/2005-5403 S.K./25.mad) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” denilmiş;

Aynı Kanun’un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Olayda, davacılar vekili tarafından, müvekkillerinin taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 8.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu söz konusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.

Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.11.2011 gün ve E:2011/359 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/73

KARAR NO            : 2012/115

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M. Y.

Davalı        : Kozan Kaymakamlığı İlçe Tarım Müdürlüğü

O L A Y    : Adana İli, Kozan İlçe Tarım Müdürlüğü Kontrol ve Denetim Ekibince 27.4.2010 tarihinde davacının iş yerinde yapılan denetim ve kontrolde ekmek numunesinin TGK Ekmek Tebliğindeki şartları taşımadığı nedeniyle davacı,  5179 sayılı Kanunun 29.maddesinin (d) bendi gereğince Kozan Kaymakamlığının 13.5.2010 tarihli oluru ile 723,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmıştır.

Davacı vekili, Kozan Kaymakamlığı İlçe Müdürlüğünce tesis edilen 13.5.2010 gün ve 1726 sayılı idari yaptırım kararına adli yargı yerinde itiraz etmiştir.

Kozan Sulh Ceza Mahkemesi: 2.11.2010 gün ve Değişik İş N:2010/545 sayı ile, dosyanın tetkikinden; 27.4.2010 tarihli analiz raporunda başvuranın fırınından alınan 6 adet numune ekmeklerin 2 adedinin 300 gramın altında çıkmış olup toplamının ağırlık ortalamasının ise 300.115 gram olduğunun anlaşıldığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü'nün 3.5.2010 tarihli "ekmekte gramaj” konulu yazısında; "ekmek tanımına giren ekmelerin en az 300 gram olması gerektiği" nin belirtildiği, aynı yazının son cümlesinde ise "fırınlarda ambalajsız olarak satılan ekmeler için tebliğde bir tolerans değeri bulunmadığı" nın ifade edildiği, fırınlarda açıkta tüketime sunulan ekmeklerde tolerans değerinin tebliğde düzenlenmemiş oluşunun, başvuranın fırınından alınan numune ekmelerin ortalamasının da 300 gramın üzerinde olması nedeniyle yerinde görülen başvurunun kabulüyle idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar vermek gerektiği gerekçesiyle yerinde görülen başvurunun kabulüne karar vermiş, bu karara Kozan İlçe Tarım Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiştir.

KOZAN AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 15.12.2010 gün ve D.İş N:2010/526 sayı ile, esasen Sulh Ceza Mahkemesinin itiraza bakmaya görevli olmadığı, zira 5179 sayılı Yasanın 30.maddesinde bu Kanunlarda yazılı olan idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine başvurulabileceğinin düzenlendiği, bu açık düzenleme karşısında Sulh Ceza Mahkemesinin itiraza konu kararının yok hükmünde sayılarak ortadan kaldırılmasına, M. Y.’ın itiraz dilekçesi hakkında inceleme yapıp karar vermek üzere ilgili evrakın yetkili ve görevli olan Adana İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine kesin olarak karar verilmiştir.

Davacı aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ: 2.1.2012 gün ve E:2011/1891 sayı ile, davacıya 5179 sayılı Kanun uyarınca dava konusu idari para cezasının verildiği, 5179 sayılı Kanunun 30.maddesinde yer alan bu Kanun uyarınca verilmiş olan idari para cezalarına karşı idare mahkemesinde itirazda bulunabileceğine ilişkin hükmün 8.2.2008 yürürlük tarihli 5728 sayılı Kanunun 543. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığının anlaşıldığı, bu durumda, dava konusu idari yaptırım kararına yapılan itirazların görüm ve çözümüne ilişkin özel bir düzenleme bulunmadığından, dava konusu idari yaptırımın Kabahatler Kanunu kapsamında olduğundan, görüm ve çözümünün 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın hangi mahkemenin görev alanına girdiğinin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasanın 19.maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve uyuşmazlığın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen biçimde Mahkemelerinin dosya aslıyla birlikte, adli yargı kararının kesinleşme şerhli örneğini de göndererek Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulduğu görülmekte ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

   II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (d) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29. maddesinde, bu Kanuna uymayanlara uygulanacak cezai hükümler düzenlenmiş; 30. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idari para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; bu madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 543. maddesiyle,Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

13/6/2010 gün ve 27610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 47. maddesinde, “(1) 27/5/2004 tarihli ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır” ve 49. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) 46 ncı maddesinin birinci fıkrası, 1/4/2010 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

b) 31 inci maddesinin birinci fıkrası, 33 üncü maddesi, 46 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile geçici 1 inci maddesinin dördüncü fıkrası yayımı tarihinde,

c) Diğer hükümleri yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,

yürürlüğe girer” denilmiştir.

Olayda, para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezası verilecek hususlar düzenlenmiş; ancak, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre;  Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5179 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Adana 1. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile, Ağır Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Adana 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Kozan Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.12.2010 gün ve D.İş N:2010/526 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/89

KARAR NO            : 2012/116

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Borçlar Kanununa göre yüklenici Şirketin, Kooperatif ile arasında yaptığı Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesine dayanılarak elde ettiği ve sözleşme gereği kendisine tekabül eden alacağının, davacıya temliki sonucu ortaya çıkan Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin Medeni Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline şerh verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : E. A.

Vekili         : Av. Dr. M. B.

Davalı        : Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü

O L A Y    :

1- Çankaya İlçesi, Yıldızevler Mahallesi'nde bulunan, 7765 ada, 13 parsel sayılı, B Blok 2.kat 9 numaralı konut vasıflı taşınmazın hali hazırdaki maliki S.S........Arsa Tahsis Islah Konut Yapı Koop. ile ..........Müt. Müh. Tur. ve Tic. Anonim Şti. arasında imzalanan, Ankara 3.Noterliği'nin 03/06/1998 tarih ve 0113809 yevmiye numaralı Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, Tapu Sicil Müdürlüğünün 15/09/2000 tarih ve 10454 yevmiye numaralı işlemi ile taşınmazın tapu kaydına şerh verilmiştir.

2- Vaat alacaklısı ..............Müteahhit Mühendislik Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi ile       davacı arasında,  söz konusu taşınmaza ilişkin, daha önceki sözleşmeden doğan hakkın temlikine yönelik Ankara 3.Noterliği'nde 03.09.2010 tarih ve 12919 yevmiye numaralı Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi düzenlenmiş; taşınmazın kaydına şerh verilmesi için Tapu Sicil Müdürlüğüne yapılan başvuru sonrasında talep karşılanmadığı için, davacı vekili tarafından konu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmiştir.

3- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü I.Bölge Müdürlüğü, 10.11.2010 gün ve …/6219 sayılı yazı ile; kanun ve tüzük hükümleri ile tapu kütüğünün şerhler hanesine nelerin ya da hangi hakların şerh verilebileceğinin sınırlı olarak belirlendiği,  bunların arasında satış vaadi sözleşmesinden doğan hakların temlikine yönelik sözleşmenin bulunmadığı; bununla birlikte Tapu ve Kadastro Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı'nın 09/01/1996 tarih ve B021TKG0100001-168/103-169 sayılı talimatlarında belirtildiği üzere,  taşınmazın daha önceki sözleşme ile kendisine satışı vaad edilen kişi (Of-Taş Of Müteahhitlik Mühendislik Turizm Ticaret Anonim Şirketi) adına tescilli de olmadığı nedenleri ile talebin karşılanması imkanının bulunmadığını davacı vekiline bildirmiştir.

4- Davacı vekili,  Davalı İdarenin işlemine dayanak yaptığı Türk Medeni Kanunu’nun 1009 maddesinin, şerhe engel olmadığını;  Tapu Sicil Tüzüğü hükümlerini değerlendirmesinin yerinde bulunmadığını;  Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı'nın 09/01/1996 tarih ve B021 TKG010001-168/103-169 Sayılı Genelgesinin,  hukukun temel ilkelerine ve istikrar bulmuş uygulamaya aykırı olduğunu; tapu kaydı incelendiğinde, kat karşılığı inşaat sözleşmesi yanında, kira şerhinin de sicile işlenmiş bulunduğu gözetildiğinde, idarenin yapmış bulunduğu işlemin hiç bir dayanağının bulunmadığını iddia ederek, sonuçta; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü I.Bölge Müdürlüğü'nün 10/11/2010 Tarih Sayı: B.09.1.TKG1010001-106.03/6219 sayılı işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdarenin birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİ; 17.03.2011 gün ve E: 2010/2457 sayı ile,  2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin açılan davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı;  İdarenin, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dava dosyanın incelenmesinden, davacının satış vaadi sözleşmesinin tapuya şerh edilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin davalı idarece tesis edilen dava konusu işlemin, davalı idarenin tek yanlı irade açıklaması sonucu oluşan ve kamu gücüne dayalı olarak tesis edilen bir işlem niteliğinde olduğu anlaşıldığından, kamu hukuku esaslarına dayanılarak tesis edilen işlemden kaynaklanan davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

   Davalı İdarece süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı bir örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; S.S……… Yapı Koop. ile yüklenici ………. Müteahhitlik Turizm ve Tic. A.Ş. arasında düzenlenmiş bulunan ve Ankara 3. Noterliğinin 03/06/1998 gün ve 0113809 yevmiye numaralı Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesine dayanılarak yüklenici firmaya ait bağımsız bölümlerden B Blok 9 no'lu dairenin yüklenici firma tarafından davacı E. A.'a harici satış yöntemi ile ve Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi düzenlenerek satıldığı ve davacı tarafından da fiilen kullanılmaya başlanıldığı;  davacı E. A.'ın satış vaadi sözleşmesine dayanarak harici satış yöntemi ile satın aldığı taşınmazın yüklenici tarafından bir kez daha satışını önlemek ve hukuki korumaya kavuşturmak amacıyla gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerh verilmesi talebinin, davalı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 10/11/2010 gün ve B.09.1. TKG1010001-106.03/6219 sayılı yazısı ile reddedilmesi üzerine davacının idari yargı yerinde işlemin iptali istemi ile dava açtığının anlaşıldığı;   idari yargı yerinde açılan davanın konusunun, haricen satın alınan taşınmaz bakımından alıcı ile satıcı arasında yapılan ve Borçlar Kanunun 163 ve 164. maddelerine göre yüklenicinin Koop. ile arasında yaptığı Gayrimenkul Satış vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat sözleşmesine dayanılarak elde ettiği ve tapu siciline önceden şerh verilmiş, sözleşme gereği kendisine tekabül eden alacağının davacıya temliki sonucu ortaya çıkan satış vaadi sözleşmesinin Medeni Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline şerh verilmesi istemi olduğunun anlaşıldığı; yüklenici firmanın, kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında işin bitiminde alacağı karşılığı olan taşınmazlardan davaya konu B Blok 9 numaralı daireye ilişkin mülkiyet hakkına ilişen alacağını, davacı E. A.’a aralarındaki sözleşme gereğince alacağın temliki yolu ile devretmiş olduğu;   Borçlar Kanunu’nun 162. maddesinin “Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir./Borçlu alacağın temlik edilmemesi şart edilmiş olduğunu bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat ile, alacağını temellük eden üçüncü bir sahsa karşı iddia edemez." hükmü ile alacağın temlikinin herhangi bir rızaya tabi olmaksızın üçüncü sahsa temlik edilebileceğini hüküm altına aldığı; Kanunun 163. maddesinin ise "Tahriri şekilde yapılmış olmadıkça alacağın temliki muteber olmaz./ Bir alacağın temlikini va'detmek, hususi tekle tabi değildir." hükmü ile taraflar arasındaki temlikin yazılı şekil şartına tabi olduğunu gösterdiği;  davaya konu taşınmaz bakımından gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin bu yazılı şekil şartını taşıdığının anlaşıldığı;  Medeni Kanunun 1009. maddesinde ise "Arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile şerh edilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer haklar tapu kütüğüne şerh edilebilir./ Bunlar şerh verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir." hükmü ile Medeni Kanunun 705. maddesinde birinci fıkrada "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur." hükmünün yer almakta olduğu, taraflar arasında yapılan satış vaadi sözleşmesi ile temlik edilen taşınmazın tapu siciline şerh verilmesinin, taşınmazın mülkiyet sorunu ile ilgili ve tamamen özel hukuk hükümlerine göre çözülmesi gerekli bir sorun olduğu, Medeni Kanunun 1015. maddesinde dahi "Tescil, terkin ve değişiklik gibi tasarruf işlemlerinin yapılabilmesi, istemde bulunanın, tasarruf yetkisini ve hukuki sebebi belgelemiş olmasına bağlıdır./ İstemde bulunan kimse, kendisinin, sicilde hak sahibi görünen kişi veya bu kişinin temsilcisi olduğunu ispat etmek suretiyle tasarruf yetkisini belgelemiş olur./ Hukuki sebebin belgelenmesi, bu sebebin geçerliliği için gerekli şekle uyulduğunun ispatı suretiyle olur." hükmü ile tescil isteminin hukuken geçerliliğinin denetiminin özel hukuka ait bir sorun olduğunu ortaya koyduğu;  bu durumda gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerh verilmesi konusunda ortaya çıkan sorunun çözüm yerinin de adli yargı yeri olduğu gerekçesiyle;  2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 4721 sayılı Türk Medeni Kanun'un 1009'uncu maddesinde; "Arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile şerhedilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer haklar tapu kütüğüne şerhedilebilir" hükmüne yer verilmiş ve aynı Kanun'un 1027'nci maddesinde ise, "İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen düzeltir." hükmünün getirildiği; buna göre, ilgililerin yazılı muvafakatları dışında tapu sicilinde yapılacak değişikliklerin mahkemenin bu konuda bir karar vermesine bağlı olduğunun belirtildiği ve tapu kayıtları üzerinde terkin, tescil ve tashih gibi işlemlere ilişkin davaların görüm ve çözümünün Adli Yargı'nın görevinde olduğu gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında 2247 sayılı Kanunun 10' uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı İdarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacının …………Müteahhitlik Mühendislik Turizm ve Ticaret Anonim Şirketinden alacağın temliki yoluyla satın aldığı ve halen içerisinde oturmakta olduğu taşınmaza ilişkin Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin, tapuya şerh edilmesi isteminin reddine ilişkin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü I. Bölge Müdürlüğünün 10.11.2010 gün ve 6219 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının tescille olacağı,  miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı, ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesinin, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlı olduğu; 1009. maddesinde; arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile şerhedilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer hakların tapu kütüğüne şerhedilebileceği; bunların şerh verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebileceği belirtilmiş; 1027. maddesinde “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen düzeltir.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin 1 numaralı bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Olayda davanın, haricen satın alınan taşınmaz bakımından alıcı ile satıcı arasında yapılan ve Borçlar Kanununa göre yüklenici Şirketin, Kooperatif ile arasında yaptığı Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesine dayanılarak elde ettiği ve tapu siciline önceden şerh verilmiş, sözleşme gereği kendisine tekabül eden alacağının, davacıya temliki sonucu ortaya çıkan Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin Medeni Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline şerh verilmesi istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.

Her ne kadar, davacı vekili tarafından davalı İdare işleminin iptali talep edilmekte ise de,  talebin doğrudan tapu sicilinde tescil istemine yönelik, bir başka ifade ile tescil sonucu doğuracak bir talep olduğu gözetildiğinde, ortada idari yargı yetkisi kapsamına giren bir idari dava bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümlenmesinde, Medeni Kanun hükümlerine göre adli yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 16. İdare Mahkemesi’nin 17.03.2011 gün ve E: 2010/2457 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/121

KARAR NO            : 2012/117

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,  aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca  REDDİ  gerektiği  hk.

K A R A R

Davacı        : E. Ç.

Vekili         : Av. B. S. B.

Davalı        : Adalet Bakanlığı

O L A Y    : Davacı vekili, müvekkilinin Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/215,  K:2007/52  sayılı ilamı ile 4 yıl 2 ay hapis cezasına ve 100,00-TL para cezasına çarptırıldığını, dosya kapsamında 25.12.2002 tarihinde gözaltına alınarak tutuklandığını, 09.11.2004 tarihinde tahliye olduğunu, ancak Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı kesinleştikten sonra müvekkilinin, 2007/5-2512 ilamat numaralı idari işlemle, müddetname tanzim edilmeden cezasını çekmek üzere Mersin E Tipi Kapalı Cezaevine götürüldüğünden, toplam 2 gün hükümlü kalması gerekirken, 19.07.2009 ile 03.08.2009 tarihleri arasında olmak üzere toplam 16 gün cezaevinde özgürlüğünden mahrum edildiğini öne sürerek, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, olay tarihi olan 21.07.2009 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte, 2.250.00-TL maddi, 5.000,00­TL manevi tazminata hükmedilmesi  istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 7.5.2010 gün ve E: 2010/877, K: 2010/863 sayı ile, davacının tazminini istediği zararın, idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan bir zarar olmadığı, Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş 20.03.2007 tarih ve E:2006/215, K:2007/52 sayılı kararı gereğince cezaevine müddetname tanzim edilmeden gönderildiği iddia edilen davacının, cezaevinde hükümlü kalması gereken süreden fazla olarak 16 gün haksız ve yasal dayanaktan yoksun olarak özgürlüğünden mahrum edildiği iddiasına dayandığı, yani yargısal kararın uygulanmasından doğduğu iddiasına dayandığı sonucuna varıldığından, yargısal karardan dolayı uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm yerinin Adli Yargı yeri olduğu gerekçesiyle;  davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; yapılan itiraz Adana Bölge İdare Mahkemesi’nin 7.7.2010 gün ve E:2010/3241, K:2010/3024 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istekle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

MERSİN 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:23.12.2010 gün ve E:2010/635, K:2010/613 sayı ile, davanın haksız hükümlülük ve tutukluluk nedeni ile tazminat istemine ilişkin bulunduğu;  kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesi hakkındaki 466 sayılı Kanunun 2. maddesine göre, 1. maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanların kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların merciilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal, Ağır Ceza Mahkemesine bir dilekçe ile başvurarak uğradıkları her türlü zararının tazminini isteyebileceği,  Yasanın bu hükmüne göre davacının, tazminat istemini Ağır Ceza Mahkemesine açacağı davada ileri sürebileceği, Mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle,  görev yönünden davanın reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, her iki mahkemenin de görevsizlik kararları verdiğini, görev uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürülerek giderilmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuruda bulunması üzerine, Mersin 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce ait adli yargı dosyasının aslı başvuru dilekçesi ekinde; Başkanlık yazısı ile de İdari yargı dosyasının aslı Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Anayasa’nın 158. maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili olduğu belirtilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir…”, 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” denilmiştir.

Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Olayda, Asliye Hukuk Mahkemesince;  davacının tazminat istemini, Ağır Ceza Mahkemesine açacağı davada ileri sürebileceği, bu nedenle Mahkemelerinin görevli olmadığı belirtilerek,   davanın görev yönünden reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Görüldüğü üzere, İdare Mahkemesinin kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğinde olmadığından, adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığı oluştuğundan söz etmek mümkün değildir. 

Belirtilen durum karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/123

KARAR NO            : 2012/118

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Yalıkavak Belediye Başkanlığı / Muğla

Vekilleri     : Av. S. T.,  Av. M. T., Av. A. A.

Davalı        : Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

Vekili         : Av. G. E.

O L A Y    : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye İş Kurumu Muğla İl Müdürlüğü’nün 17.08.2006 tarih ve 5662 sayılı işlemi ile, Davacının 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30.maddesine göre özürlü ve eski hükümlü işçi çalıştırma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle, 108. maddesine dayanılarak 101. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

BODRUM 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 26.01.2007 gün ve Müt. E. No: 2006/79, Müt. Kar. No: 2007/57 sayı ile, itiraz eden vekilinin itiraz dilekçesi ile; Çalışma ve Sosyal Güvenlik: Bakanlığı Türkiye İş Kurumu Muğla Iİ Müdürlüğü tarafından verilen özürlü ve eski hükümlü çalıştırılmamasından dolayı verilen 51.166,89 YTL idari para cezasının usul ve yasaya aykırı olduğunu bu nedenle İdari para cezası kararının iptalini talep etmiş olduğu; başvuru konusu idari yaptırım kararına 4857 Sayılı Yasanın 108/son ve 5326 Sayılı Yasanın 3/a.maddeleri uyarınca İdare Mahkemesine itiraz edilmesi gerektiğinden, 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 28/b.maddesi uyarınca başvuru konusu idari yaptırım kararının Sulh Ceza Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ: 19.02.2008 gün ve E: 2007/1171, K: 2008/288 sayı ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142. maddesi'nde; Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; dilekçelerin görev ve yetki yönünden inceleneceği, 14. maddesinin 6. fıkrasında; ilk inceleme esnasındaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı; 15. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde ise; adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin hüküm altına alındığı;  5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi'nde; Bu Kanunun;  / a) İdari yaptırım kararlarına karsı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, / b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı, aynı Kanun'un 16. maddesinde,  Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilerek, idari tedbirlerin de, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu, 27. maddesinin 8. fıkrasında ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin hüküm altına alındığı;  anılan yasa hükmü uyarınca; idari yaptırım kararlarına karşı, açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması durumunda adli yargının görevli olduğu, yargı yoluna ilişkin açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması durumunda veya aynı kişiyle ilgili olarak, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yargı merciinde dava açılabileceğinin anlatıldığı; öte yandan; 4857 sayılı İş Kanunu'nun idari para cezalarına karşı yetkili idare mahkemelerine itiraz edilebileceğine ilişkin 108. maddesinin 2. fıkrasının, 5728 sayılı Yasanın 578. maddesinin (öö) fıkrasıyla yürürlükten kaldırıldığının anlaşıldığı;   bu durumda; dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili yasada idari merciine dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması ve idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren kararların da verilmemesi nedeniyle, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün, yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle;  davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; temyiz istemi Danıştay 10. Dairesi’nin 27.5.2011 gün ve E:2008/9464, K: 2011/1897 sayılı kararıyla reddedilerek bu karar onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili olarak İ. Ü. S. tarafından olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi talep edilmiş, daha sonra adı geçen Avukat, sözleşme süresi bittiğinden bahisle vekalet görevinin sona erdiğini beyan etmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4857 sayılı Kanun’a göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 101 maddesinde,  Kanunun 30 uncu maddesindeki hükümlere aykırı olarak özürlü ve eski hükümlü çalıştırmayan işveren veya işveren vekiline çalıştırmadığı her özürlü ve eski hükümlü ve çalıştırmadığı her ay için yediyüzelli milyon lira para cezası verileceği,  Kamu kuruluşlarının da bu para cezasından hiçbir şekilde muaf tutulamayacağı hükmüne yer verilmiş; 108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş; son olarak maddenin ikinci cümlesi, 25.2.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanun’un  79.maddesiyle “101 inci ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu il müdürü tarafından; birden fazla ilde işyerleri bulunan işverenlere uygulanacak idari para cezası ise işyerlerinin merkezinin bulunduğu yerdeki Türkiye İş Kurumu il müdürünce verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.” şeklinde değiştirilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.         

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre;  Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bodrum 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 26.01.2007 gün ve Müt. E. No: 2006/79, Müt. Kar. No: 2007/57 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/137

KARAR NO            : 2012/119

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, özelleştirme tarihinden sonra tesis edilen işlemin iptali istemiyle  açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. Ç.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili         : Av. A. B.

O L A Y    : Türk Telekomünikasyon A.Ş. İstanbul İl Telekom Müdürlüğü, Ankesörlü Telekom Müdürlüğü emrinde sözleşmeli personel statüsünde Teknisyen olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 15.12.2009 tarihinde İstanbul Valiliği Tarım İl Müdürlüğü emrine Teknisyen olarak atanmıştır.

Davacı, 30.03.2010 tarihli dilekçesi ile, 5473 sayılı Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle başvurmuş; ancak bu isteği Türk Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 31.03.2010 tarihli TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909 sayılı işlemiyle reddedilmiştir.

Davacı, söz konusu işlemin iptali, 30.03.2010 tarihinden itibaren ek ödemelerinin yasal faizleriyle birlikte tarafına ödenmesi istemiyle 21.04.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 26.04.2011 gün ve E:2010/735 sayı ile; 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinden bahisle; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu, idari işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; uyuşmazlık konusu olayda, 406 sayılı Yasanın Ek.29. maddesi uyarınca kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı yasanın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda Türk Telekom A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşına yansıtılmadığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle söz konusu ek ödemelerin tarafına ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık oluşturduğu, bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak kayıplarının tazmini istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait bulunduğu;  bu durumda anılan yasa doğrultusunda kamu gücü kullanılarak tesis edilen dava konusu işlemin idari işlem kimliği taşıdığı, bu işlemle ilgili uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüz seksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom’da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük haklan Türk Telekom tarafından karşılanır... " hükmünün yer aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlık, 01.01.2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil ilmuhaberinin düzenlendiği 15.04.2010 tarihinden itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000–4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999–4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar"ın idari dava türleri olarak sayıldığı; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesinde, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a) bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmü yer almakta; aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulunca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak Kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağlamış olduğu; 406 sayılı Yasa'nın Ek-29'uncu maddesinde yer alan düzenleme ile Türk Telekomünikasyon A.Ş. hisselerinin devri tarihinden itibaren kamu görevinden 180 gün süreyle aylıksız izinli sayılan personelden iznin bitiminden sonra Türk Telekom'da özel hukuk hükümleri uyarınca akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde sözleşmesi feshedilenlerin, 4046 sayılı Yasa'nın 22'nci maddesi uyarınca atanmalarının sağlanması için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi ve bu bildirim yapılırken personelin atamaya esas ücretlerinin yasada belirtilen şekliyle hesaplanması ve bu hesaplamaya göre maaş nakil ilmuhaberi düzenlenmesi görevinin, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'ne verildiği, söz konusu görevin kanunla anılan kuruma verilen ve ifası sırasında kamu gücüne has yetkilerin kullanılmasını da içeren bir kamu hizmeti oluşturduğu, bu yetkileri kullanarak tek yanlı irade açıklamasıyla davacının maaş nakil ilmuhaberini düzenleyen anılan kuruluşun, 14.11.2005 gününden itibaren kamu kuruluşu niteliğini kaybederek Özel Hukuk hükümlerine tabi hale gelmiş olmasının da, anılan görevin kamu hizmeti niteliğini değiştirmediği; dolayısıyla; kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen ve kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olan maaş nakil ilmuhaberinin hukuka uygunluğunun denetimi bakımından, adı geçen kuruluşun organik anlamda değil, fakat, maddi ve fonksiyonel anlamda kamu idaresi olduğunun kabulünün zorunlu bulunduğu;  öte yandan; 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın, esasen, 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında; Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı,  ayrıca 40+40 YTL. denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemeler ile aynı nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak İstanbul İl Telekom Müdürlüğü, Ankesörlü Telefon Müdürlüğü emrinde sözleşmeli personel olarak çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 21.12.2009 tarihinde ilişiğini keserek İstanbul İl Tarım Müdürlüğü emrinde göreve başladığı; bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda, 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın İdari Yargıda çözümlenmesi gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette sözleşmeli personel statüsünde Teknisyen olarak görev yapmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 15.12.2009 tarihinde İstanbul Valiliği Tarım İl Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 5473 sayılı Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle yapılan başvurunun Türk Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 13.04.2010 tarihli B.11.2.TTŞ.4.34.02.20/P9 8228031.03.2010 tarihli TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909 sayılı işlemiyle reddedilmesine ilişkin işlemin iptali, 30.03.2010'dan itibaren ek ödemelerinin yasal faizleriyle birlikte tarafına ödenmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi  teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.          

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.08.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde sözleşmeli personel statüsünde Teknisyen olarak görev yapmakta iken,  406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 15.12.2009 tarihinde İstanbul Valiliği Tarım İl Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından, 5473 sayılı Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle   yaptığı başvurunun reddine ilişkin Türk Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 13.04.2010 tarihli B.11.2.TTŞ.4.34.02.20/P9 8228031.03.2010 tarihli TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909 sayılı işlemin iptali ile 30.03.2010 itibaren ek ödemelerinin yasal faizleriyle birlikte tarafına ödenmesi istemiyle 21.04.2010 tarihinde  dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre,  iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden;  uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN  KABULÜ ile İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 26.04.2011 gün ve E:2010/735 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/138

KARAR NO            : 2012/120

KARAR TR             : 21.5.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdari para cezasından kaynaklanan ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : E. A.

Davalı        : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı 

Vekili         : Av. A. E. S.

O L A Y    : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Beşiktaş Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından;  davacı hakkında, vermesi gereken işyeri bildirgesini süresinde davalı kuruma vermediğinden bahisle kesilen idari para cezasının tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi uyarınca 28.04.2010 gün ve 2010/930 takip no.lu ödeme emri düzenlenmiştir.

Davacı tarafından, bu ödeme emrinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmış; davalı vekilince, ödeme emrinin iptaline ilişkin davaların çözüm yerinin iş mahkemesi olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ;  14.07.2011 gün ve E: 2010/866 sayı ile, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 102. maddesinde; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir. / İdari para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir. / Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. / İdari para cezaları on yıllık; zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımı süresi, fiilin işlendiği tarihten itibaren baslar. / İdari para cezaları hakkında, bu Kanun ve 16/5/2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununda hüküm bulunmayan hallerde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır." Hükmü;  'Primlerin Ödenmesi' başlıklı 88. maddesinde de; "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." hükmünün yer aldığı;  5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinde ödenmeyen idari para cezalarının 89. maddede belirtilen gecikme zammı ve gecikme cezası oranlarına göre tahsil edileceğinin belirtildiği;  89. maddenin, madde başlığının 'Prim Borçlarına Halef Olma, Gecikme Cezası Ve Gecikme Zammı İle İadesi Gereken Primler' olduğu, 'Primlerin Ödenmesi' başlıklı 88. maddede de; kurumların ödenmeyen prim ve diğer alacaklarında 6183 sayılı Yasa'nın uygulanacağı, bu uygulamadan doğan uyuşmazlıklarda iş mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiş; söz konusu maddelerde para cezalarının tahsiline ilişkin bir düzenleme getirilmemiş olduğu; diğer taraftan 5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinde, para cezalarına dair işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda idari yargının görevli olduğu açıkça belirtildiğinden bunun hem tahakkuka hem de tahsile yönelik işlemleri kapsadığının kabul edilmesi gerekmekte olup, davalı idarenin görev itirazının yerinde görülmemiş bulunduğu gerekçesiyle;  uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı bünyesindeki Mahkemelere ait olduğundan bahisle yapılan görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davanın, 5510 sayılı yasa uyarınca SGK İstanbul il Müdürlüğü tarafından davacı E. A.'e verilen idari para cezasına itiraz davası değil, idari para cezasının 5510 ve 6183 sayılı yasalar uyarınca takip ve tahsiline ilişkin ödeme emrinin iptaline ilişkin bulunduğu;  konuya ilişkin hukuki mevzuat incelendiğinde; 31.05.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 102'nci maddesinin dördüncü fıkrasında, "idari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler, Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir." denildikten sonra altıncı fıkrasında, "Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir." hükmüne; 89. maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinde ise, "Dava ve icra takibi açılmış olsa bile, prim ve diğer Kurum alacaklarının ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve gecikme zammı tahsil edilir." kuralına yer verilmiş olduğu; yine sözü edilen Kanunun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 88'inci maddesinin onbeşinci fıkrasında “Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır." hükmü yer almış olup; aynı maddenin onsekizinci fıkrasında da, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarıının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." denilmek suretiyle, Kurumun süresi içinde ödenmeyerek kesinleşmiş prim ve diğer alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması; bu uygulama sonucunda doğacak uyuşmazlıkların çözümünde de, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olması esasının kabul edilmiş olduğu;  SGK İstanbul İl Müdürlüğü tarafından verilen idari para cezasının, ödenmemesi nedeniyle Kurum alacağına dönüşmesi üzerine gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, idari para cezasından doğan Kurum alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın görümü ve çözümünde 5510 sayılı 88. maddesinde yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan iş mahkemesinin görevli bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı kanunun 10 ve 13 maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir..              

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun "Primlerin ödenmesi" başlıklı 88'inci maddesinin 19'uncu fıkrasında, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." hükmüne yer verildiği;  Anayasa'nın 2'nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmek suretiyle, devletin bütün kamusal faaliyetinin ve bağlamda idarenin işlem ve eylemlerinin hukuksal denetiminin amaçlandığı,  zira idarenin yargısal denetimi kavramının, hukuk devleti kavramının bir devamı, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olduğu;  Anayasanın 125'inci maddesinin birinci fıkrasında, "idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır", 140'ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki "Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı hakim ve savcıları olarak görev yaparlar" 142'nci maddesindeki "mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir" ve 155'inci maddesinin birinci fıkrasındaki "Danıştay, idari mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar" biçimindeki düzenlemelerin, hukuk devleti olmanın gereği olan idarenin yargısal denetiminin ve idari-adli yargı düzeni ayrılığının anayasal düzeydeki normlarına ilişkin bulunduğu;  bu bağlamda Anayasanın 125'inci maddesinin birinci fıkrasından sonra yer alan düzenlemelerin, idari yargı alanında geçerli olan ilkeleri belirlediği,  bunların, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlüIüklerine ilişkin olduğu, ağırlıklı olarak adli yargı düzeni için değil, idari yargı düzeni için geçerli olan temel ilkeler oldukları; bu itibarla, idarenin yargısal denetiminin anlamlı ve etkin bir şekilde gerçekleşebilmesinin, söz konusu hukuksal denetimin, idari yargı alanında görevli mahkemelerce yapılmasına bağlı olduğu,  idari ve adli yargı ayrımının bulunduğu yargı düzeninde, haklı bir neden bulunmadıkça İdari Yargı'nın görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünün adli yargı yerine bırakılması olanaklı bulunmadığı;  dava konusu ödeme emirlerinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanunun, usul hukukunun bir dalı olan cebri icra hukuku, dolayısıyla kamu hukuku alanında kalan ve kamu idaresine kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi veren bir idari usul kanunu olduğu;  alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, bütün unsurları ile idare hukukunda tanımı yapılan birer idari işlemden başka bir şey olmadığı, bu nedenle; 6183 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm yerinin, idari yargı yeri olmasının gerektiği; buna göre, kamu alacağının takip ve tahsili gibi, özellikle kamu hukuka alanına ilişkin bulunan bir faaliyet kapsamında tesis olunan kamu alacağının, kamu gücü kullanarak cebren tahsili amacıyla düzenlemiş olan ve bu haliyle birer idari işlem olan ödeme emirlerine karşı açılacak davaların görüm ve çözüm yerinin, adli yargı yeri olarak belirlenmiş olmasında, Yasa Koyucu'nun bir takdir yetkisinin bulunmadığı; dolayısıyla, 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin ondokuzuncu fıkrasında yer alan göreve ilişkin kuralın, Anayasa'nın 2'nci,125'inci ve 155'inci maddelerine aykırılık oluşturduğu sonucuna ulaşılmış ise de; Başsavcılıklarınca, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine götürme olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.              

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:    Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,  işyeri bildirgesinin süresinde davalı kuruma verilmediğinden bahisle kesilen idari para cezasından kaynaklanan 28.04.2010 gün ve 2010/930 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 4. fıkrasında, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” denilmiş; 80. maddesinin yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, bu düzenlemelere göre, idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları, kurum alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça belirtildiği gibi Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğu sonucuna varmıştır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.

İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” denilmiş; 88. maddesinde ise, “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.

Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.

Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır. Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.

Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz…” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Olayda, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı,  İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Beşiktaş Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından;  vermesi gereken işyeri bildirgesini süresinde davalı kuruma vermediğinden bahisle kesilen idari para cezasının tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi uyarınca davacı adına 28.04.2010 gün ve 2010/930 takip no.lu ödeme emri düzenlenmesi üzerine, sözkonusu ödeme emrinin iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, söz konusu ödeme emrine karşı açılan davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde İş Mahkemesinin görevli olduğu kuşkusuzdur.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin 14.07.2011 gün ve E:2010/866 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.05.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/26

KARAR NO            : 2012/121

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : Konut Yapı Koope­ratifi üyesi olan davacı tarafından,  Koope­ratif olağan genel kurul toplantısında alınan karar uyarınca, Ana Sözleşmenin “Süre” başlıklı" 5. maddesinde 30 olarak yer alan sürenin, 60 yıl olarak değiştirilmesi talebinin onaylanmasına ilişkin, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olurunun iptali istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : T. Ö. (Ölümü üzerine Mirasçıları:1- D. Ö., 2- N. Ö.)

Davalı        : Aydın Valiliği (Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)

O L A Y    : S.S.Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifi, 10.11.1973 tarihinde konut yapı kooperatifi olarak kurulmuş, 16.01.1974 tarihinde ticaret siciline tescil ettirilmiş, 06.02.1974 tarih ve 5066 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak hükmü şahsiyet kazanmış, bila tarih ve 2003.06 sayılı yazı ile Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğüne müracaat edilerek, kooperatif ana sözleşmesinin "kooperatifin süresi başlıklı" 5. maddesinde yazılı olan 30 yıl sürenin 60 yıl olarak değişiklik yapılması için ön izin verilmesi talebinde bulunulmuş; Müdürlüğün 01.04.2003 tarih ve MD.03/0 sayılı onayı ile izin verilmiş, 06.07.2003 tarihinde yapılan Genel Kurul Toplantısında "Madde Tadilatı" kabul edilerek, 18.07.2003 tarih ve 5844 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak tescil edilmiştir.

Davacı T. Ö.;  Kooperatifin 154 no.lu ortağı olduğunu, yıllar önce, kooperatifin konut yapıp, ortaklarına dağıtmasının imkansızlığının görülmesi üzerine, kooperatif genel kurul kararı ve davalı idarenin onayı ile kooperatif arsasının ortaklarına dağıtıldığını; Kooperatifin, amaçsız olarak yöneticiler ve çevresinin ya­rarına, ortaklarının zararına faaliyetine devam ettirildiğini, ana sözleşmedeki süre dolmasına rağmen, yine davalı idarenin onayı ile amacı olmayan kooperatifin süresinin 30 yıl daha uzatıldığını, ortakların zarar görmesine, yönetici ve çevresinin faydalanmasına fırsat verildiğini; 02.08.2007 tarihli dilekçeyle davalı idarenin, hukuka ve yasaya uygun olmayan süre uzatımı onayının iptalini istediğini, talebinin 13.08.2007 tarih ve 114 İLM 0 09 00 03/II-I-I(87)2300 yazı ile reddedildiğini ifade ederek; Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Koope­ratifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD 03/07sayılı onayının iptali istemiyle 19.09.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 13.11.2007 gün ve E: 2007/1181, K: 2007/1359 sayı ile,  1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun "Davaların niteliği ve Muhakeme usulü" başlıklı 99. maddesinde,  bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılır. Bu davalarda basit yargılama usulü uygulanır." hükmünün yer aldığı;  uyuşmazlıkta 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu uyarınca S.S. Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’nün 01.04.2003 gün ve MD. 03/07 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan bu davada yukarıda anılan mevzuat uyarınca ticari dava sayılacağından, davaya özel hukuk hükümleri uygulanmak üzere Adli Yargı mercilerinde bakılmasının gerektiği gerekçesiyle; davanın görev yönünden reddine karar vermiş bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı T. Ö. bu defa, S.S Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifi'nin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün 01.04.2003 gün MD 03/07 sayılı işleminin iptali, adı geçen Kooperatifin tasfiye sürecine girmesinin sağlanması,  süre uzatımı nedeniyle uğradığı 3.000.00 YTL maddi zararın tazmini istemiyle 08.01.2008 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Aydın 2.Asliye Hukuk Mahkemesi; 24.07.2008 gün ve E:2008/50 K:2008/518 sayı ile, olayda hukuk kuralları ile 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun uygulanması bahis konusu olup, bu kanundan doğan uyuşmazlıkların çözümü adli mahkemelere ait olduğundan mahkemelerinin görevli bulunduğu belirtilerek esasa girilmiş ve Kooperatifi adına kayıtlı bulunan arsaların kura ile ortaklara dağıtılmış olduğu, ana sözleşmenin 6. maddesine göre ortaklarına konut yaptırma amacının ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile,  Aydın Sanayi Ticaret İl Müdürlüğünün 01.04.2003 tarih M.D 2003/7 sayılı süre uzatımı işleminin iptaline, davacının fazlaya ilişkin ve maddi tazminat talebinin reddine karar vermiş; kararı, davacı ile davalı temsilcisinin temyiz etmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi; 12.04.2010 gün ve E: 2010/2831, K:2010/4048 sayı ile,  mahkemece, her ne kadar uyuşmazlığın 1163 sayılı Kanun'dan kaynaklanması nedeni ile adli yargı mahkemelerinin görevli bulunduğu sonuca varılmış ise de, davalı tarafından verilen ön izin işleminin idari bir işlem olduğunda kuşku bulunmadığı;  bu bağlamda, ana sözleşme değişikliğinin Kooperatif]er Kanunu'na uygun olup olmadığını denetlemek ve sonucuna göre izin vermek ya da vermemenin Bakanlık yetkisi içinde bulunduğu, gerek izin isteminin reddi kararı, gerekse kabulü yönündeki kararın idari bir karar olmasına göre, ön izin işleminin iptaline yönelik davada genel mahkemelerin değil idari yargının görevli olduğunun kabulünün gerektiği, mahkemece,  davanın yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi yerine yanılgılı değerlendirme ile işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru görülmediği gerekçesiyle davalı temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına bozulmasına, davalı temsilcisinin diğer, davacının ise tüm temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermiştir.

AYDIN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; davanın geçirdiği aşamaları özetledikten sonra; davanın, ana sözleşme süresi biten dava dışı kooperatifin süresinin 30 yıl daha uzatılması yönündeki davalı tarafından verilen ön izne ilişkin işlemin iptali, bu isteme bağlı olarak kooperatifin tasfiye sürecine girmesinin sağlanması ve süre uzatımı nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın tahsili istemine ilişkin bulunduğu;  bozma ilamında da açıklandığı üzere, davalı tarafından verilen ön izin işleminin idari bir işlem olması karşısında, ana sözleşme değişikliğinin kooperatifler kanununa uygun olup olmadığını denetlemek ve sonucuna göre izin vermek ya da vermemek bakanlık yetkisi içinde idari bir karar niteliği taşıdığından, ön izin işleminin iptaline yönelik davanın Mahkemelerince görülemeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı T. Ö.’ın vefatı üzerine mirasçıları D. ve N. Ö. tarafından, Aydın 1. İdare Mahkemesi’ne aynı istemle bir kez daha dava açılmış;  Mahkeme’ce 21.10.2010 gün ve E:2010/1940, K:2010/1767 sayı ile, aynı işlemin iptali istemiyle “İlk Görevsizlik Kararını veren” Mahkemelerine açılan davanın esasının incelenmesinin mümkün olmağı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş; Davacıların,  Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 21.10.2010 gün ve E:2010/1940, K:2010/1767 sayılı kararı ile Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.4.2010 gün ve  E:2010/2831, K:2010/4048 (belirtilen tarih  ile Esas ve Karar sayıları Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma kararına aittir) kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek uyuşmazlığın giderilmesi istemiyle, İdare Mahkemesi kanalıyla Mahkememize başvurması üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 06.06.2011 tarih, E:2011 / 74, K:2011/130 sayı ile, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin  21.10.2010 gün ve E:2010/1940, K:2010/1767 sayılı kararı görevsizlik değil, davanın incelemeksizin reddine ilişkin karar olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiş;  son olarak, Davacıların kesinleşen görevsizlik kararları nedeniyle ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle  Asliye Hukuk Mahkemesine verdikleri dilekçeye istinaden dava dosyaları Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında “Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası  Özkent Sitesi Konut Yapı Koope­ratifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD 03/07sayılı onayının iptali istemi”  yönünden anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacıların istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Koope­ratifinin olağan genel kurul toplantısında alınan karar uyarınca, Ana Sözleşmenin “Süre” başlıklı" 5. maddesinde 30 olarak yer alan sürenin, 60 yıl olarak değiştirilmesi talebinin onaylanmasına ilişkin, Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’nün 01.04.2003 tarih ve MD.03/0 sayılı olurunun iptali isteminden ibarettir.

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun “Tarif” başlıklı 1. maddesinde, “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.” denilmiş; Kanun’un 2. maddesinde, bir kooperatifin en az 7 ortak tarafından imzalanacak ana sözleşme ile kurulacağı; 3.maddesinde, ana sözleşmenin, Ticaret Bakanlığına verileceği, Bakanlığın kuruluşa izin vermesi halinde, kooperatif merkezinin bulunduğu yerin ticaret siciline tescil ve ilan olunacağı, kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresinin, tescil ve ilan olunacak hususlar arasında sayıldığı, ana sözleşmenin değişikliklerinin de kuruluştaki usullere bağlı olacağı; 81 ila 85. maddeleri kapsayan Yedinci Bölümde Kooperatiflerin dağılması koşullarının yöntemi ve sonuçlarının neler olacağı hususlarına;

“Anonim şirket hükümlerine atıf” başlıklı 98.maddesinde, “ Bu kanunda aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunundaki Anonim şirketlere ait hükümler uygulanır.;

“Davaların niteliği ve muhakeme usulü” başlıklı 99. maddesinde ise, “Bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılır.

Bu davalarda basit muhakeme usulü uygulanır.”  hükümlerine yer verilmiştir.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Olayda, davaya konu kooperatifin 10.11.1973 tarihinde 30 yıl süreli konut yapı kooperatifi olarak kurulduğu, 16.01.1974 tarihinde ticaret siciline tescil ettirilip, 06.02.1974 tarih ve 5066 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak hükmi şahsiyet kazandığı; Kooperatif tarafından, 30 yıl süresinin dolacağına binaen, bila tarih ve 2003.06 sayılı yazı ile Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğüne müracaat edilerek,  kooperatif ana sözleşmesinin "Süre” başlıklı 5. maddesinde yazılı olan 30 yıl sürenin 60 yıl olarak değiştirilmesi için ön izin verilmesi talebinde bulunulduğu, Müdürlüğün 01.04.2003 tarih ve MD 03/07 sayılı onayı ile izin verildiği,  06.07.2003 tarihinde yapılan kooperatif genel kurul toplantısında gündemin 5. maddesinde "madde tadilatı"nın görüşülerek kabul edildiği;  davacı tarafından, Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün S.S.Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına İlişkin 01.04.2003 tarih ve MD 03/07 sayılı onayının iptali istemiyle açtığı davada; davalı İdare; Kooperatiflerin, madde tadili ile ilgili olarak "Müdürlüklerince" istenilen evrak ve belgeleri ibraz etmeleri halinde "Bakanlığın Müdürlüklerine vermiş olduğu yetkiye istinaden" ön izin verilmekte olduğunu,  ancak; madde tadilatının kabul edilmesinin ve onaylanmasının ana sözleşmenin “Genel kurulun görev ve yetkileri" başlıklı 23. maddesinde belirtildiği üzere, genel kurulun yetkisinde olduğunu, ortakların vereceği karara bağlı bulunduğunu, madde tadilatının da genel kurul toplantısında oy birliği ile kabul edilmiş bulunduğunu;  ayrıca; Kooperatifin tasfiyeye girmesi ve fesih edilmesinin de yine 23. maddede belirtildiği üzere genel kurulun yetkisinde olduğunu, ortakların vereceği karara bağlı bulunduğunu ifade ederek, yapılan işlemin yasalara uygun olduğunu savunmuştur.

Bu durumda, adli ve idari yargı yerleri arasında “Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası  Özkent Sitesi Konut Yapı Koope­ratifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD 03/07sayılı onayının iptali istemi”  yönünden olumsuz görev uyuşmazlığının doğduğu; her iki yargı yerinde, kooperatif genel kurulu kararlarına ilişkin bir itirazın ve iptal isteminin mevcut bulunmadığı; davalı İdare tarafından verilen ve idari bir işlem niteliği taşıyan  ön izin işleminin iptalinin istenildiği;  bu bağlamda, ana sözleşme değişikliğinin Kooperatifler Kanunu'na uygun olup olmadığını denetlemenin,  sonucuna göre izin verme ya da vermemenin Bakanlığın yetkisinde bulunduğu, gerek izin isteminin reddi, gerekse kabulü yönündeki kararın idari bir karar olduğu gözetildiğinde; bu idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde,  2577 sayılı Yasanın 2/1-a maddesi uyarınca idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle Aydın 1. İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 13.11.2007 gün ve E:2007/1181, K:2007/1359 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/32

KARAR NO            : 2012/122

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : D. S.

Vekili         : Av. G. A.

Davalı        : Ankara Diş Hekimleri Odası

Vekili       : Av. Z. Ö.

O L A Y    : Diş Hekimi olan davacı, banka ile aralarında yapılan anlaşma uyarınca P0S cihazı almış ve bu P0S cihazı nedeniyle çıkan sorunlardan dolayı davalı kurumla yazışmalar yapmış, bu sorunların bir kısmını Diş Hekimi Dergisine yansıtması nedeniyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmış, bu soruşturma sonunda Ankara Diş Hekimleri Odası Yönetim Kurulunun 19.8.2010 tarih ve 030 toplantı nolu kararıyla “eylemini kasıtla gerçekleştirmediğinden bahisle disiplin kuruluna sevk edilmesine yer olmadığı” kararı verilmiştir.

Davacı vekili, basına müvekkiliyle ilgili olarak gerçeğe aykırı yazıların yansıtıldığını, isminin zikredilerek yalancı, ucuz siyasetçi biri olarak tanıtılarak haksız yere itham edildiğini, bu suretle kişilik haklarına ağır saldırıda bulunulduğunu ve açılan disiplin soruşturması nedeniyle mesleki ve kişisel onurunun ağır bir şekilde zedelendiğini önesürerek 15.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiği önesürülerek görev yönünden itirazda bulunulmuştur.

ANKARA 12. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 20.9.2011 gün ve E:2010/510 sayı ile, haksız fiilden kaynaklı manevi tazminat davasında adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle davalının görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilince 5.10.2011 günü verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 135'inci maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarının, maddede sayılan amaçlara uygun olarak kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişileri olarak tanımlandığı, 3224 sayılı Türk Diş Hekimleri Birliği Kanununun 3'üncü maddesinde, Diş Hekimleri Odalarının tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduğunun belirtildiği; aynı Kanunun 11'inci maddesinde de oda üyeleri hakkında disiplin cezası uygulanmasını gerektiren veya suç teşkil eden fiillerin öğrenilmesi halinde inceleme yaparak sonucu disiplin kuruluna tevdi etmek görevinin Oda Yönetim Kurulu'na ait olduğunun hükme bağlandığı, Oda disiplin kurulunun, anılan Kanunun kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanarak, üyeleri hakkında almış olduğu disiplin kararları, kamu gücü kullanılarak, tek yanlı irade beyanı ile tesis edilmiş kesin ve yürütülmesi gerekli idari işlem niteliğinde bulunduklarından; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendi uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak iptal davalarına konu edilmelerinin gerektiği, aynı şekilde; bu işlemden doğan zararların tazmini isteklerinin de, aynı fıkranın (b) bendi uyarınca, yine idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilebilecek nitelikte olduğu, her ne kadar, davacının tazminini istediği zararın, Oda Disiplin Kurulu kararından değil; bu karara hazırlık ya da ön işlem niteliğinde olan ve Oda Yönetim Kuruluna aynı kanunla verilen inceleme yapma görevinin yerine getirilmesinden doğmuş olduğu ileri sürülmekte ise de; disiplin soruşturmasına esas olmak üzere incelemeye başlama işleminden doğan zararın tazmini istemlerinin de, bu inceleme sonucuna göre yapılacak disiplin soruşturması sonunda verilen disiplin kararlarının hukuka uygunluklarının denetimi veya bu kararlardan kaynaklanan zararların tazmini istekleriyle açılacak davaların görümüyle görevli yargı yerlerinde bakılmasının, idari işlemin, hazırlık aşamasıyla bütünlük arzetmesinin doğal sonucu olduğu, bu bakımdan; davanın görüm ve çözümü, adli yargı yerlerinde değil; idari yargı yerlerine ait olduğu bu nedenle, 2247 sayılı yasanın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşünce istenmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilen görev itirazının davalı idare vekiline hazır bulunduğu 20.9.2011 tarihli oturumda tefhimle tebliğ edildiği; idarece, Danıştay Başsavcılığına sunulmak üzere verilen dilekçenin, itirazı reddeden Mahkemenin kaydına 5.10.2011 gününde girdiği, buna göre, kararın tebliğ edildiği 20.9.2011 günü başlayan onbeş günlük sürenin 4.10.2011 gününde sona erdiği anlaşıldığından; başvuru için öngörülen yasal sürenin geçirilmiş olduğu ve 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin birinci fıkrası gözetildiğinde süresinde ileri sürülmeyen başvuru ve bu başvuru nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca yapılan olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması başvurusunun reddi gerektiğinin düşünüldüğü, dava konusu işin esası bakımından yapılan incelemede ise; davacının manevi tazminat istemine esas teşkil eden işlemin, davalı Oda yönetiminin, davacının İzmir ilinde yayınlanan ve mesleki konuları ele alan bir dergiye yazdığı yazı nedeniyle başlatılan ve sonuçta işlemsiz olarak kapatılan soruşturmanın haksız fiil özelliği nedenine dayandırılmış olmakla davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu düşünülmekle, esas bakımından yapılacak incelemede de Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada başvurunun reddi gerektiğine, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğuna ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 12.maddesinde, “Görev itirazında bulunan kişi veya makam itirazının reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak 15 gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası müktevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurabilir.” hükmü yeralmış, 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Olayda, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, birinci oturum tarihi olan 10.3.2011 gününden önce (24.12.2010 tarihinde), davalı idare vekilince görev itirazında bulunulduğu; Mahkemenin 20.9.2011 günlü kararıyla görev itirazı reddedilerek tebliğ edildiği ve davalı idare vekilinin 5.10.2011 günü kayda giren dilekçesi ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

Yukarıda sözü edilen Kanun hükümleri uyarınca, görev itirazının reddine ilişkin kararın verildiği tarihten başlayan onbeş gün içinde uyuşmazlık çıkarılmasının istenebileceği gözetildiğinde verilen görevlilik kararı nedeniyle, onaltıncı gün olan 5.10.2011 günü kayda giren dilekçenin süresi içerisinde verildiğinin kabulü olanaksızdır.

Bu durumda, davalı idare vekili tarafından Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, 4.10.2011 tarihinden sonra olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle yapılan başvuru süresinde olmadığından, davalı idare vekilince yapılan başvurunun reddi gerektiği açıktır.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ  : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan  BAŞVURUNUN anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/49

KARAR NO            : 2012/123

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın; anılan Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmemesi nedeniyle; ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : B. Y.

Vekili         : Av. E. Y.

Davalı        : İzmir Büyükşehir Belediyesi

O L A Y    : 16.03.2011 tarihinde Karşıyaka Bostanlı Pazar yerinde davalı Belediye ekiplerince yapılan denetimlerde, aralarında davacının da bulunduğu kişilerin, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesine aykırı olarak toptan mal satışı yaptığından bahisle  düzenlenen tutanağa istinaden, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce, 31.03.2011 tarih, …/01.167 No.lu  Encümen Kararıyla, aynı KHK’nin 26/A maddesi uyarınca  para cezası verilmiş;  Encümen Kararı, 12.04.2011 tarihli, M.35.1.İBB.028.02-321-470 sayılı üst yazı ile davacıya 26.04.2011 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı 10.05.2011 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İZMİR 8. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.08.2011 gün ve Değ.İş E.No: 2011/325,       Değ.İş.K. No: 2011/325 sayı ile, muteriz vekilinin dilekçesinde; müvekkili hakkında idari yaptırım               kararına esas tutanağın 16.03.2011 tarihinde tutulduğunu, Mevzuata göre, tutanak tarihinden itibaren, 10 iş günü içinde Büyükşehir Belediyesi Encümenince karar verilmesi gerekirken, süresi içinde karar verilmediğini, 10 iş günlük sürenin hak düşürücü süre olduğu, süresi içinde karar verilmediği takdirde adı geçen işlemle ilgili bir daha karar verilemeyeceğini, bu sebeple Encümen kararının geçersiz olduğunu, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi Hal Şube Müdürlüğünce müvekkiline gönderilmiş olan idari para cezasına karşı başvurulabilecek yasa yolları, yasa yollarının başvuru süreleri ve başvuru merciinin karara yazılmadığını, idarenin art niyetli olduğu düşüncesini yaratan bu yöndeki usulü eksikliğe de dikkat çektiğini, yasal yolların gösterilmemiş olması nedeniyle tutanağın geçersiz olduğunu belirterek idari para cezasının iptalini talep ve dava etmiş olduğu;  İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın cevap yazısında: 16.03.2011 Çarşamba günü saat: 05:30’da Gelir İdaresi Başkanlığı, Emniyet, Büyükşehir Belediyesi Zabıtası ve Hal Müdürlüğünden görevlilerce oluşmuş ekiplerce Karşıyaka katlı Pazar yerine gidildiğini, B. Y. isimli şahsın 35 AF 7526 plakalı kamyonla 026729 seri numaralı fatura ile 2.150 kg muz, yine 043888 seri numaralı fatura ile 7.000 kg salatalığı getirdiği ve sorulduğunda kendisine ait olduğunu beyan ettiği sebze ve meyveyi toptan olarak sattığının tespit edildiğini, kendisine 552 sayılı K.H.K.’nin 17. maddesine göre işlem yapılmak üzere aracın Hal’e çekilmesi gerektiğinin bildirildiğini, hiçbir şekilde gelmeyeceği cevabı verilmesi üzerine, Emniyet yetkilileri ile görüşülerek olay çıkmasının engellenmesi amacı ile 552 sayılı K.H.K ve 4367 sayılı Yasanın 26/A maddesince işlem yapılmak üzere İdari Yaptırım Kararına      Esas Tutanak düzenlenerek birer sureti ilgilisine bırakıldıktan sonra karar alınmak üzere Encümene sevkinin gerçekleştirildiğini ve alınan kararın adresine tebliğ edildiğini, Belediye Encümeninin 31.03.2011 tarih ve 167 sayılı kararı ile 552 sayılı Kararnamenin 5.maddesine aykırı hareket eden ve hakkında idari yaptırım kararına esas tutanak düzenlenen B. Y.’ın 4.534,00 TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, itiraz eden hakkında düzenlenen tutanak ve encümen kararı ile verilen para cezasının hukuka uygun bulunduğunun belirtildiğinin görülmüş olduğu;  itiraza konu 31.03.2011 tarih ve 01-167 sayılı idari para cezasının kanun ve mevzuata uygun olarak düzenlendiği anlaşılmış olup, 552 Sayılı Kanunun 5. maddesi gereğince Belediye sınırları ile mücavir alanlar içerisinde malların toptan alım ve satımının Hallerde yapıldığı, Belediyelerin,  belediye sınırları ve mücavir alanlar içerisinde malların toptan alım ve satımlarının münhasıran toptancı hallerde yapılmasını sağlamak amacıyla gerekli her türlü önlemi almakla görevli ve yükümlüğü olduğu, yine aynı Kanunun 26/A maddesi, 5. maddenin birinci, ikinci ve üçüncü, 7’nci maddenin ikinci fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında yüz milyon lira para cezasına ve yine aynı maddenin son fıkrasına yukarıda sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezasının 2 misli uygulandığı, para cezalarının belediyelerce tahsil edildiği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş sayıldığı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde itirazın caiz olduğu,itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmadığı, itiraz üzerine idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle;  başvurunun konusu idari para cezası ile birlikte idari yargı merciine çözümlenmesi gereken pazaryerinde toptan mal satışı yaptıkları yönünde idari yaptırım kararı da söz konusu olduğundan, 5560 Sayılı Yasa ile Değişik 5326 Sayılı Yasanın 27/8 ve 28/1-b maddeleri gereğince görev nedeniyle başvurunun reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasının iptali istemiyle, 14.10.2011 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ; 04.11.2011 gün ve E:2011/2012, K:2011/1608 sayı ile,  2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri'nin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un "İdare Mahkemeleri'nin görevleri" başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında; İdare Mahkemelerinin, Vergi Mahkemeleri'nin görevine giren davalarla ilk derece Danıştay'da Çözümlenecek olanlar dışındaki; iptal davalarını; tam yargı davalarını, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlarına ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği, 2. fıkrasında ise, özel kanunlarda Danıştay'ın görevli olduğu belirtilen ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile İdare Mahkemeleri'nin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümleyeceğinin hüküm altına alındığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3/a bendinde dilekçelerin görev ve yetki yönünden inceleneceği, 15. maddesinin l/a bendinde ise, 14. maddenin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davanın reddine, idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceğinin hüküm altına alındığı; diğer yandan, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. maddesinde "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde ... uygulanır." kuralının yer aldığı;  552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 26/ A maddesinde bu Kanun gereğince tesis edilen idari para cezalarına karşı yedi gün içinde idare mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği kural altına alınmışken, 26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanarak yürürlüğe giren 5957 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 18. maddesi ile Yürürlükten kaldırılmış ve 19. maddesinin c bendi gereğince de yayım tarihinden itibaren bir yıl sonra (26.03.2011 tarihinde) yürürlüğe girmesinin kararlaştırıldığı;   dava konusu olayda, konuya ilişkin tespitin yapıldığı 16.03.2011 tarihi ile konunun encümen havale edildiği 23.03.2011 tarihinde, 552 sayılı Kanun yürürlükte iken dava konusu işlemin tesis edildiği 31.03.2011 tarihinde yürürlükten kalktığı ve bu Kanun yerine yürürlüğe konulan 5957 sayılı Kanunda da yargı yoluna ilişkin olarak somut bir mahkemeye değinilmediği; her ne kadar davalı idarece 552 sayılı Kanun gereğince işlem tesis edildiği görülmekte ise de olayın idarece nitelemesi mahkemeyi bağlamayacağından ve eylem 26.03.2011 tarihinden itibaren 5957 sayılı Kanun kapsamında irdeleneceğinden, uyuşmazlığın çözümünde 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3 ve 27. maddesi hükmü gereğince Sulh Ceza Mahkemeleri'nin görevine girdiğinin açık olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesinde, toptancı halde satış zorunluluğuna ilişkin hususlara; 26/ A maddesinde, bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü… fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında … para cezasına belediye encümenlerince karar verileceği,  sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezalarının iki misli olarak uygulanacağı, para cezalarının belediyelerce tahsil olunacağı, para cezasına ilişkin encümen kararının ilgilisine tebliğ edileceği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş sayılacağı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde itirazın caiz olduğu,  itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğu… öngörülmüşken,  26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”un 18. maddesi ile “24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” yürürlükten kaldırılmış;  Kanun’un “Yürürlük”  başlıklı 19. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) 15 inci maddesi yayımı tarihinde,

b) 6 ncı maddesinin beşinci fıkrası yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra,

c) Diğer maddeleri “yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra” yürürlüğe girer.” denilmiş; 12/04/2011 tarih ve 27903 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 29/03/2011 tarih ve 6215 sayılı Kanunun 17. maddesi ile birinci fıkranın (c) bendinde yer alan "yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra" ibaresi "1/1/2012 tarihinde" olarak değiştirilmiştir.

5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.   

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre;  Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 16.08.2011 gün ve Değ.İş E.No: 2011/325, Değ.İş.K.No: 2011/325 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/60

KARAR NO            : 2012/124

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, özelleştirme tarihinden sonra tesis edilen işlemin iptali istemiyle  açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M. T.

Vekili         : Av. A. K.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili         : Av. B. B. K.

O L A Y    : Davalı Kuruluşta kapsam dışı personel olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 16.4.2009 tarihinde Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine atanmıştır.

Davacı 18.1.2011 tarihli dilekçesiyle, ataması sırasında en son aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın ve yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesini istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı idarenin zımnen reddine ilişkin işleminin iptaline, 21.11.2010 tarihinden geçerli olmak üzere eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve aradaki farkın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 20.04.2011 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

RİZE İDARE MAHKEMESİ: 3.6.2011 gün ve E:2011/362 sayı ile, davacı tarafından Türk Telekom'da görev yapmakta iken kurumun özelleştirilmesi sonucu Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine yapılan ataması sırasında en son aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatı, yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaş ilave edilmesi istemiyle yapılan 18.01.2011 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile 21.11.2010 tarihinden geçerli olmak üzere eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesi, aradaki farkın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü'ne karşı bakılmakta olan davanın açıldığı;  çalıştığı dönemdeki statüsü itibariyle kamu personeli olan davacı ile geçiş işlemlerinin yapıldığı tarihte bir kamu kuruluşu olduğu çekişmesiz bulunan Türk Telekomünikasyon Genel Müdürlüğü arasındaki ilişkinin, kamu gücüne bağlı idare hukuku ilkelerine dayanan ve idare hukuku kurallarıyla düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisi olduğu gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

   Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil ilmuhaberinin düzenlendiği 15/04/2010 tarihinden itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklanmakta olduğu; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

   Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesinde, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a) bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmü yer almakta; aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulunca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak Kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağlamış olduğu; 406 sayılı Yasa'nın Ek-29'uncu maddesinde yer alan düzenleme ile Türk Telekomünikasyon A.Ş. hisselerinin devri tarihinden itibaren kamu görevinden 180 gün süreyle aylıksız izinli sayılan personelden iznin bitiminden sonra Türk Telekom'da özel hukuk hükümleri uyarınca akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde sözleşmesi feshedilenlerin, 4046 sayılı Yasa'nın 22'nci maddesi uyarınca atanmalarının sağlanması için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi ve bu bildirim yapılırken personelin atamaya esas ücretlerinin yasada belirtilen şekliyle hesaplanması ve bu hesaplamaya göre maaş nakil ilmuhaberi düzenlenmesi görevinin, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'ne verildiği, söz konusu görevin kanunla anılan kuruma verilen ve ifası sırasında kamu gücüne has yetkilerin kullanılmasını da içeren bir kamu hizmeti oluşturduğu, bu yetkileri kullanarak tek yanlı irade açıklamasıyla davacının maaş nakil ilmuhaberini düzenleyen anılan kuruluşun, 14.11.2005 gününden itibaren kamu kuruluşu niteliğini kaybederek Özel Hukuk hükümlerine tabi hale gelmiş olmasının da, anılan görevin kamu hizmeti niteliğini değiştirmediği; dolayısıyla; kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen ve kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olan maaş nakil ilmuhaberinin hukuka uygunluğunun denetimi bakımından, adı geçen kuruluşun organik anlamda değil, fakat, maddi ve fonksiyonel anlamda kamu idaresi olduğunun kabulünün zorunlu bulunduğu;  öte yandan; 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın, esasen, 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında; Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı,  ayrıca 40+40 YTL. denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemeler ile aynı nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Rize İl Telekom Müdürlüğü emrinde sözleşmeli statüde çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 16.04.2009 tarihinde ilişiğini keserek Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrinde göreve başladığı; bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda, 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın İdari Yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.07.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 16.4.2009 tarihinde Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; ataması sırasında en son aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın ve yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali, eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesi ve aradaki farkın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin  % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi  teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.             

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel  eliyle  yürütülür.  Bu personel  hakkında  bu  Kanunda  öngörülen   hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde kapsam dışı personel statüsünde görev yapmakta iken,  406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 16.4.2009 tarihinde Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından, ataması sırasında en son aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın ve yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve aradaki farkın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 20.04.2011 tarihinde  dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre,  iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan;  uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Rize İdare Mahkemesi’nin 3.6.2011 gün ve E:2011/362 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/62

KARAR NO            : 2012/125

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M. S. vd.

Vekili         : Av. H. K.

Davalı        : Milli Eğitim Bakanlığı 

Vekili       : Av. A. G.

O L A Y    : Davacılar vekili, Müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 parsel sayılı taşınmaz üzerinde pay sahibi olduklarını, taşınmazın imar planında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okul alanı olarak ayrıldığını, taşınmaz üzerinde 5.1.1996 tarihinden bu yana herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığını; 3194 sayılı İmar Kanununun 18.maddesine göre uygulamaya tabi tutulan ve imar planında okul yeri olarak ayrılan taşınmazdan müvekkillerinin bağımsız faydalanma olanağının kalmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydı ile, kamulaştırmasız el konulan taşınmazdaki müvekkillerine ait payların bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’sinin davalı idareden, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekilince, süresi içerisinde verilen dilekçe de görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 31.1.2012 gün ve E:2011/352 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının, dava konusu itibariyle reddine karar vermiştir.

Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı ile okul alanı olarak kullanıma tahsis edilip, Milli Eğitim Bakanlığı tasarrufuna terk edilmekle, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/352 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği  yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 parsel sayılı taşınmazına,  imar planında okul alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;  “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parsellerin imar planında

okul alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı;  kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,  belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 31.1.2012 gün ve E:2011/352 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/63

KARAR NO            : 2012/126

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : F. D. v.d.

Vekili         : Av. A. B.

Davalılar    : 1- Milli Eğitim Bakanlığı 

Vekili         : Av. G. K.

2- İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği

Vekili         : Av. Z. T.

O L A Y    : Davacılar vekili, Müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Beytepe mevkiinde kain, 28105 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda hisseleri oranında malik bulunduğunu, sözkonusu taşınmazın yapılan imar düzenlemesi sonucu 2000 yılında okul alanı olarak ayrıldığını ve fiilen el atıldığını fakat herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığını ileri sürerek, davalının taşınmaza kamulaştırmasız el koyma nedeni ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla alacaklarının şimdilik 8.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan tahsil edilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilince, süresinde verilen savunma dilekçesinde davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 29.11.2011 gün ve E:2011/451 sayı ile, davanın konusu itibariyle davaya bakmaya mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle davalının yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı ile okul alanı olarak kullanıma tahsis edilip, Milli Eğitim Bakanlığı tasarrufuna terk edilmekle, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/451 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Beytepe Mevkiinde kain 28105 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda, imar planında okul alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 8.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;  “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere planlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parsellerin imar planında

okul alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı;  kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,  belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2011 gün ve E:2011/451 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/69

KARAR NO            : 2012/127

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : H. K. v.d.

Vekili         : Av. D. S.

Davalı        : Çankaya Belediye Başkanlığı 

Vekili         : Av. A. D.

O L A Y    : Davacılar vekili, müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Osman Temiz Mahallesi, 7418 ada, 8 parsel sayılı taşınmazın imar planında trafo alanı olarak ayrıldığını ve fiilen el atıldığını, herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığını ileri sürerek, davalının taşınmazına kamulaştırmasız el koyma nedeni ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin davalıdan dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili ile ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen dilekçe ile idari işlem ve eylemlere karşı açılacak davalarda adli yargının görevli olmadığı, idare mahkemelerinin görevli olduğu önesürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 20. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.12.2011 gün ve E:2011/277 sayı ile, davalı tarafın yargı yolu itirazının usul ve yasaya uygun bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait taşınmazın 1/1000 imar planı ile trafo alanı olarak kullanıma tahsis edilip, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/277 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Osman Temiz Mahallesi, 7418 ada, 8 parsel sayılı taşınmazlarına, imar planında trafo alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;  “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parsellerin imar planında

trafo alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı;  kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,  belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.12.2011 gün ve E:2011/277 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/75

KARAR NO            : 2012/128

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : Davacıya ait gecekondunun yıkılmasından doğan bina bedeli alacağı nedeniyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : F. S.

Vekili         : Av. S. B.

Davalı        : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. İ. G.

O L A Y    : Davacı vekili tarafından mülkiyeti müvekkiline ait Altındağ İlçesi, Beşikkaya Mahallesi, 20853 ada ve 7 nolu parseldeki gayrimenkulün üzerinde imar planı gereğince yol çalışması yapıldığını, davalı idare tarafından işgal edilen gayrimenkule karşılık başka bir gayrimenkulün tahsis edildiğini, devamında da iki katlı betonarme binanın yıkıldığını, el atmaya uğrayan gayrimenkulün tek tapulu olduğunu müvekkilinin söz konusu gayrimenkulde hissesinin bulunduğunu ve tasarruf yetkisinin sınırlı olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik bina bedeli alacağından doğan 4.000,00 TL, gayrimenkullerin değer farkından doğan 4.000,00 TL’nin el atma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili süresinde verdiği dilekçe ile, davanın gecekondunun imar planında yol da kaldığı için yıkılan gecekondunun bedelinin tahsili ve imar planından dolayı uğranılan zararın karşılanması istemiyle açıldığı ve davanın çözümünde idari yargının görevli olduğunu savunmuştur.

Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi: 9.6.2010 gün ve E:2010/62, K:2010/256 sayı ile, davacının dava dilekçesini görev yönünden reddine davacının idari yargıda dava açmakta muhtariyetine karar vermiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiş.

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi: 11.4.2011 gün ve E:2010/20034, K:2011/6276 sayı ile, imar uygulaması sonucu davacıya tahsis edilen arsa ile davacının maliki olduğu eski parsel arasındaki değer farkı idarenin işleminden kaynaklandığından dava dilekçesinin bu istemle ilgili olarak görev yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği, 3194 sayılı Kanunun 18/10.maddesi uyarınca imar düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri için ayrılan yere rastlayan yapıların kamulaştırılmadıkça yıktırılmayacağı, bu nedenle imar uygulaması sırasında yolda kalması nedeniyle yıkılan bina bedelinin tahsili istemi bakımından idarenin eylemi kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilip 1956 gün 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca işin esasına girilip talep hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle görevsizlik kararı verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olmadığından hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince bozulmasına karar vermiştir.

ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 15.12.2011 gün ve E:2011/270 sayı ile, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin bozma ilamında gösterilen sebeplerin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle uygulamasına karar verilmiş, duruşmaya devam edilmiş.

Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin idari yargı kararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait tapulu arsa üzerinde ruhsatsız (kaçak) yapılan bina ve eklentilerinin, imar planında yol alanında kalması nedeniyle, tapulu arsa hissesine karşılık başka ada ve parsellerde arsa tahsisi yapıldığı; binanın ise, idarece yıktırıldığı; davacı tarafından kamulaştırılmasız el atıldığı ileri sürülerek bina ile ilgili olarak fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla 4.000 TL. zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı olayda; davacıya ait ve ruhsatsız (kaçak) olarak yaptırılan binanın, imar planında yol alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı bir bedel ödenip ödenmeyeceğine ilişkin olan ve sonuçta, bir idari işlem olan imar planına dayanılarak sözü edilen yapıların yıktırılması sebebiyle doğacak zararın tazminine ilişkin bulunan dava, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tesis edilecek idari işlem ve eylemden kaynaklanan bir uyuşmazlığa konu edilmiş olduğundan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan, "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği, bu bakımdan; imar uygulaması sonucunda uğranıldığı öne sürülen zararın tazminine ilişkin bulunan dava konusu uyuşmazlığın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin görev ayrımına ilişkin kurallara uygun bulunduğu, açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacının, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Beşikkaya Mahallesi, 20853 ada 7 parselde bulunan taşınmaz ve üzerindeki ruhsatsız yapının imar planında yol olarak belirlenmesi sonucunda, davacıya tapulu arsasına isabet eden hisse oranında başka yerde arsa tahsisi yapıldıktan sonra, taşınmaz üzerinde bulunan ruhsatsız ve imara aykırı yapıların yıkılması sonucu yapı bedelinin tazmini, kamulaştırmasız el atma koşullarının gerçekleştiği iddiası ile talep ettiği davada; davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayıldığı, dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait taşınmazın imar planı ile yol olarak bırakılması ve tapulu arsasına isabet eden oranda başka yerden arsa verilmesi karşısında, taşınmaz üzerinde bulunan kaçak ve imara aykırı yapıların yıkılması işleminin idarenin tek taraflı ve kamu gücü kullanarak meydana getirdiği idari bir işlem niteliğinde bulunduğundan, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/62 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yönünde yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde davanın yapıların yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin kısmının da idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği nedeniyle görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait binanın, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle tapulu parselinin başka imar parselinden karşılandığı, herhangi bir bedel ödenmeksizin davalı idarece binanın yıktırılmasından dolayı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla bina bedeli olarak 1.000,00 TL’nin faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

Davacı vekili, dava dilekçesinde,  mesken kullanımlı binanın maliki bulunduğunu;  davalı Belediye tarafından İmar Kanunu uygulaması sureti ile davacının parselinin,  bir başka parsele kaydırıldığını ancak üzerinde bulunan binanın, kamulaştırmasız el atma sureti ile yıkılmış olduğunu belirtmiştir.

Davalı vekilince, savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolu üzerinde kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacının kaçak yapı niteliğindeki binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacıya ait tapulu hissenin başka bir imar parsellerinden karşılandığı,  imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da yıkıldığı ileri sürülmüştür.

Bu durumda, bina bedeli ve gayrimenkulün değer farkı dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması sonucu imar yolu üzerinde kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait tapulu parselin başka imar parsellerinden karşılandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın bina bedeline ilişkin olan başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın bina bedeline ilişkin olan BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.12.2011 gün ve E:2011/270 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde Üyelerden Mustafa AYSAL ile Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/76

KARAR NO            : 2012/129

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı        : M. S.

Vekili         : Av. A. B.

Davalılar    : 1- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. H. Y. G.

                     2- Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. B. C.

O L A Y    : Davacı vekili, müvekkilinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Emek mevkiinde kain 5623 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hissesi oranında maliki bulunduğunu, söz konusu taşınmazın imar düzenlemesi sonucu kamulaştırılacak alan olarak ayrıldığını, davalı idare tarafından da yol yapılmak sureti ile fiilen el atıldığını, fakat bu el atma nedeni ile müvekkiline ait herhangi bir kamulaştırma bedeli ödenmediği gibi el atmanın üzerinden 20 yıl geçtiğini ileri sürerek müvekkilinin payı oranında maliki bulunduğu taşınmaza davalıların kamulaştırmasız el atması nedeni ile fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydı ile alacağının şimdilik 8.000,00 TL’sinin yasal faizi ile davalılardan tahsil edilerek ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığı vekili, süresi içerisinde verdiği ilk itiraz dilekçesinde, görev itirazında bulunarak, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirtmiştir.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2011/448 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içersinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI;  Dosyanın incelenmesinden; davacının hissedarı olduğu 5623 ada, 1 parselde bulunan hisseli taşınmazın bir kısmının, imar planında, imar yolu üzerinde kalması nedeniyle kamulaştırmasız el atıldığının anlaşıldığı, her ne kadar, davacı tarafından, dava konusu taşınmazın bir kısmına kamulaştırılmasız el atılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de; davanın konusu, davalı idarece tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait taşınmaz için bir bedel ödenip ödenmeyeceğinden kaynaklanmakta olup, sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak, söz konusu taşınmazın yola katılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunduğundan; uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiği bu bakımdan; imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, durumun Ankara Yirmiüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesine bildirilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI;  Dava konusu uyuşmazlıkla, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacıya taşınmazın bir kısmının imar planı uygulaması sonucu yol alanında kalması sonucu, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylem, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta olup, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinin düşünüldüğü bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/448 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Emek mevkii, 5623 ada, 1 parsel sayılı taşınmazına, imar planında yol alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 8.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;  “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin imar planında yol alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme yapılmadığı,   kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı;  kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yol alanı olarak yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,  belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.11.2011 gün ve E:2011/448 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/78

KARAR NO            : 2012/130

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesi uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : S. B.

Vekili         : Av. Ö. O.

Davalı        : İçişleri Bakanlığı

O L A Y    : 7.9.2009 tarihinde yapılan kontrolde, alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle davacı hakkında 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin 5. fıkrasına aykırı davranışı nedeniyle 329782 sayılı Trafik Suç Tutanağı düzenlenmiş; ayrıca davacıya aynı madde kapsamında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Kadıköy Kabahat Bürosunun 7.9.2009 günlü,  Kabahat Defteri No: 2009/1018, Karar Numarası: 2009/962 sayılı İdari Para Cezası Kararı ile 4.500,00.-YTL. idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili,  söz konusu idari para cezası ile trafik suç tutanağının iptali ve eski hale iadesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 10.2.2010 gün ve E:2010/179, K:2010/182 sayı ile, dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Kanunda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirtilmesi nedeniyle görevli mahkemenin tespitinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde aynı Kanunun 27/1. bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu, bu durumda, yukarıda anılan yasa hükmü dikkate alındığında davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KADIKÖY 4. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.4.2010 gün ve Değ. İş:2010/688 sayı ile, 5326 sayılı Yasanın 27/8. fıkrasında idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür hükmünü içerdiğinden itirazının görev yönünden reddine, idari yargı ve adli yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan görevli mahkemenin belirlenmesi amacıyla, karar kesinleştiğinde dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. 

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik karı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” Hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik karı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19.madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise da, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, öte yandan Sulh Ceza Mahkemesince 2247 sayılı Yasanın 19.maddesinde öngörülen durumun aksine önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, davacının idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin karar yönünden adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesine aykırılık nedeniyle Savcı tarafından verilen idari yaptırım kararının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun  48. maddesinin beşinci fıkrasında (Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md),Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almış; 112. Maddesinde (Değişik birinci fıkra : 8/3/2000 - 4550/2 md.), sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı belirtilmiştir.

4/11/2004 gün ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi” başlığını taşıyan 7. maddesinde (Değişik: 11/5/2005 – 5349/3 md.), “(1) Kanunlarda, "hafif hapis" veya "hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi hükümleri uygulanır. İlgili kanunda "hafif hapis" cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.

(2) Kanunlarda, "hafif hapis cezası" ile "hafif para cezası"nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari para cezası yaptırımının belirlenmesinde "hafif hapis cezası" esas alınır.

(3) Kanunlarda, sadece "hafif para cezası"nın öngörüldüğü ve cezanın alt veya üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar Türk Lirasından fazla olamaz.

(4) Bu madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı yetkilidir” denilmiş,  maddenin işaret ettiği  5327 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Adli Para Cezası” başlıklı  52.maddesinde, (1) Adlî para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.

(2) En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası olan bir gün karşılığı adlî para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsî hâlleri göz önünde bulundurularak takdir edilir.

(3) Kararda, adlî para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir.

(4) Hâkim, ekonomik ve şahsî hâllerini göz önünde bulundurarak, kişiye adlî para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler hâlinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceği belirtilir.” hükmüne yer verilmiştir.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi” başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.

(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, 7.9.2009 tarihinde yapılan kontrolde, davacının alkollü olduğu saptandığından bahisle; hakkında 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 48.maddesinin 5. fıkrası uyarınca 329782 sayılı Trafik Suç Tutanağı düzenlenmiş; bu tutanak üzerine, davacıya anılan madde kapsamında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Kadıköy Kabahat Bürosunun 7.9.2009 günlü,  Kabahat Defteri No:2009/1018, Karar Numarası:2009/962 sayılı İdari Yaptırım Para Cezası Kararı ile 4.500,00 TL idari para cezası verilmiştir.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.             

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,  Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu durumda, 2918 sayılı Kanun’un 48/5. maddesi, 5349 sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ve 5326 sayılı Kanun’a dayanılarak Cumhuriyet Savcısı tarafından davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. 

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 2247 sayılı Yasanın 19. madde kapsamında görülen başvurusunun reddi ile aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kadıköy 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasanın 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile, aynı Mahkemece ayrıca verilen 28.4.2010 gün ve Değ. İş:2010/688 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/84

KARAR NO            : 2012/131

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET   : 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın; anılan Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmemesi nedeniyle; ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : F. E.

Vekili         : Av. E. Y.

Davalı        : İzmir Büyükşehir Belediyesi

Vekili         : Av. E. Ö. B.

O L A Y    : 16.03.2011 tarihinde Karşıyaka Bostanlı Pazar yerinde davalı Belediye ekiplerince yapılan denetimlerde, aralarında davacının da bulunduğu kişilerin, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesine aykırı olarak toptan mal satışı yaptığından bahisle düzenlenen tutanağa istinaden, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce, 31.03.2011 tarih, …/01.167 No.lu  Encümen Kararıyla, aynı KHK’nin 26/A maddesi uyarınca  para cezası verilmiş;  Encümen Kararı, 12.04.2011 tarihli, M.35.1.İBB.028.02-321-471 sayılı üst yazı ile davacıya 14.04.2011 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı 29.04.2011 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

KARŞIYAKA 3.SULH CEZA MAHKEMESİ;  04.10.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/367 sayı ile,  İtiraz eden vekili Av. E. Y.’ın, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin encümen kararı ile verilen 31.03.2011 tarih ve 01-167 sayılı 4.534 TL idari para cezasına itiraz ettiği; İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yazı yazılarak idari para cezasına dayanak tüm belgelerin celp edilerek incelendiği; Karşıyaka Bostanlı pazar yerinde toptan mal satışı yaptıkları belirtilerek idari yaptırım düzenlendiği KHK’nın 26. maddesinin (A) fıkrası uyarınca söz konusu encümen kararına itirazın çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğunun açık olduğu gerekçesiyle, davacı vekilinin itirazının görev yönünden usulen Başvurunun Reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasının iptali istemiyle, 04.11.2011 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 22.11.2011 gün ve E:2011/2291, K: 2011/1772 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1/a bendinde, idari işlemler hakkında şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının dava türleri arasında sayıldığı, Kanunun 15. maddesinin 1/a bendinde adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmüne yer verildiği; 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 26/A maddesinde; "Bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci. ikinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında yüz milyon lira para cezasına .... belediye encümenlerince karar verilir. Para cezasına ilişkin encümen kararı ilgilisine tebliğ edilir, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligat gerçekleşmiş sayılır, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde itiraz caizdir." hükmüne yer verilmiş olduğu; yukarıda anılan 552 sayılı KHK’nın,  26.03.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve yayımlanmasından 1 yıl sonra yürürlüğe giren 5759 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 18. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı, anılan Yasanın 14. maddesinde; Kanunda yasaklanan eylemlere uygulanacak idari para cezalarının belirtildiği, ancak söz konusu yaptırım kararlarına karşı yapılacak itirazlara bakmakla görevli mahkemelere yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş olduğu;  öte yandan. 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin (a) bendinde. "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde ... uygulanır." hükmü, 16. maddesinde; "Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibarettir. İdari tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir." Hükmü, 27. maddesinin 1. fıkrasında ise; İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.” hükmünün yer aldığı;bu düzenlemelere göre, Kabahatler Kanununun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı;  görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı,  bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı; dava dosyasının incelenmesinden, 16.03.2011 tarihinde belediye ekiplerince yapılan denetim sırasında davacının Karşıyaka/Bostanlı pazaryerinde 552 sayılı KHK'nin 5. maddesine aykırı olarak toptan mal satışı yaptığı yönünde tutanak tutulduğu, bunun üzerine dava konusu idari yaptırım kararının alındığı, davacının söz konusu karara karşı itirazen başvurduğu Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 04.10.2011 tarih ve D. İş: 2011/367 sayılı kararıyla uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine iş bu davanın açıldığının anlaşıldığı;  olayda, devacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden olduğu, 5759 sayılı Yasada bu idari yaptırımlara karşı itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, 5326 sayılı Kanunun 3. maddesi uyarınca görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, is bu davanın görüm ve çözümünde anılan Kanunun 27/1 maddesi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı;  her ne kadar, dava konusu 31.03.2011 tarihli işlem, 26.03.2011 tarihi itibariyle yürürlükten kalkan 552 sayılı KHK uyarınca tesis edilmiş ve anılan KHK'nin 26/A maddesi uyarınca idari yargı yerleri görevli kılınmış ise de, gerek idari yaptırım kararının alındığı tarih gerekse iş bu davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlüğü sona ermiş olan 552 sayılı KHK'nin görevli yargı yerinin belirlenmesinde uygulama alanı bulamayacağı, bunun yerine yürürlüğe giren 5759 sayılı Yasanın ise idare mahkemelerini görevli kılan bir hüküm taşımadığının açık olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayı h idari Yargılama Usulü Yasasının 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca görev yönünden reddine  karar vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının onaylı örneğinin; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından,  görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesinde, toptancı halde satış zorunluluğuna ilişkin hususlara; 26/ A maddesinde, bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü… fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında … para cezasına belediye encümenlerince karar verileceği,  sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezalarının iki misli olarak uygulanacağı, para cezalarının belediyelerce tahsil olunacağı, para cezasına ilişkin encümen kararının ilgilisine tebliğ edileceği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş sayılacağı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde itirazın caiz olduğu,  itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğu… öngörülmüşken,  26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”un 18. maddesi ile “24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” yürürlükten kaldırılmış;  Kanun’un “Yürürlük”  başlıklı 19. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) 15 inci maddesi yayımı tarihinde,

b) 6 ncı maddesinin beşinci fıkrası yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra,

c) Diğer maddeleri “yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra” yürürlüğe girer.” denilmiş; 12/04/2011 tarih ve 27903 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 29/03/2011 tarih ve 6215 sayılı Kanunun 17. maddesi ile birinci fıkranın (c) bendinde yer alan "yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra" ibaresi "1/1/2012 tarihinde" olarak değiştirilmiştir.

5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.   

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre;  Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ    : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 04.10.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/367 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/97

KARAR NO            : 2012/132

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş.

Vekillleri    : Av. Ü. A.,  Av. A. K. K.,

  Av. B. G., Av. M. K.

Davalı        : Telekomünikasyon Kurumu Başkanlığı (İstanbul Bölge Müdürlüğü)

Vekili      : Av. M. B.

O L A Y    : 1-Davacı şirkete ait GSM baz istasyonuyla ilgili ölçüm değerleri formunun süresinde ilgilisine gönderilmediğinden bahisle, 4.550,00-TL para cezası verilmesine ilişkin 22.03.2007 tarih ve 2007-500904 sayılı "Telekomünikasyon Kurumu Ücret Tarih ve Ödeme Fişi" düzenlenmiş ve 22.03.2007 tarih ve 14449-3998 sayılı yazı ekinde davacı şirkete tebliğ edilmiştir.

2-Davacı vekili, Telekomünikasyon Kurumu İstanbul Bölge Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 22.03.2007 gün ve 2007-500904 sayılı "Telekomünikasyon Kurumu Ücret Tarih ve Ödeme fişi" ile müvekkili şirkete verilen idari para cezasının iptali istemiyle 10.4.2007 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

KÜÇÜKÇEKMECE 2.SULH CEZA MAHKEMESİ; 07.09.2007 gün ve Sayı: 2007/1444 Müt. İle,  itiraz eden vekili her ne kadar davalı idare aleyhine tahakkuk ettirilen 22.3.2007 tarihli 4.550.00 YTL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasını mahkemelerinden talep etmiş ise de, 19.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanunun 31. maddesi gereğince 30.03.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3.maddesinde yapılan değişiklik ile idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının düzenlendiği, oysa idari para cezasına konu olan 2813 sayılı telsiz Kanunu ile 12.7.2001 tarih ve 24460 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "0 KHz-60 GHz frekans bandında çalışan sabit telekomünikasyon cihazlarından kaynaklanan elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, ölçüm yöntemleri ve denetlenmesi hakkında yönetmelik” gereğince verilecek olan idari para cezalarına karşı yetkili ve görevli idare mahkemesine itiraz edip dava açılabileceği, mahkemelerinin anılan kanunlar gereğince görevsiz konuma düştüğü gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

3-Davacı vekili bu kez, GSM baz istasyonuyla ilgili ölçüm değerleri formunun süresinde ilgilisine gönderilmediğinden bahisle müvekkili şirkete 4.550,00 TL para cezası verilmesine ilişkin 22.03.2007 tarih ve 2007-500904 sayılı işlem ile bu işlemin tebliğine yönelik 22.03.2007 tarih ve 14449-3998 sayılı işlemin iptali istemiyle 25.10.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

4- İstanbul 2. İdare Mahkemesi; 30.04.2009 gün ve E:2007/1854 K:2009/811 sayı ile, ölçüm değerleri formunun süresinde davalı idareye bildirmediği anlaşıldığından tesis edilen 22.03.2007 tarih ve 2007-500904 sayılı işlemde hukuka aykırılık; anılan işlemin tebliğine ilişkin 22.03.2007 tarih ve 14449-3998 sayılı işlem ise kesin ve yürütülebilir bir idari işlem olmadığından, esasının incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş,  bu karara davacı Şirket itiraz etmiştir.

5- İstanbul Bölge İdare Mahkemesi; 11.02.2010 gün ve E: 2009/13654, K:2010/2179 sayı ile, Uyuşmazlık Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, idari para cezaları veya idari yaptırım kararlarına karşı açılan davalarda görevli yargı yerinin açıkça belirtilmediği durumlarda sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğunun belirtildiği;  incelenen uyuşmazlıkta idari para cezasının 5326 sayılı, Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2813 sayılı Kanunda da görevli yargı yerinin belirtilmediği;  bu durumda, Kabahatler Kanununun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından itiraza konu idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan 5326 sayılı Kanunun 27. maddesinin 1 numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu soncuna ulaşıldığından, idare mahkemesince işin esası incelenerek karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle; İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nin 30.04.2009 gün ve E: 2007/1854 K: 2009/811 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 45/4. maddesi uyarınca bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın ait olduğu mahkemeye gönderilmesine karar vermiş, karar düzeltme istemi aynı Mahkeme’nin 7.10.2010 gün ve E:2010/12404, K:2010/16843 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

6- İstanbul 2. İdare Mahkemesi; 20.12.2010 gün ve E: 2010/2660, K:2010/2345 sayı ile, incelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,  2813 sayılı Kanunda da görevli yargı yerinin belirtilmediği; bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, söz konusu idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün, 5326 sayılı Kanun'un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinde olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, davacı Şirket bu karara da itiraz etmiştir.

7- İstanbul Bölge İdare Mahkemesi;  23.11.2011 gün ve E:2011/5879, K:2011/17055 sayı ile,  10.11.2008 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun 61. maddesinde kurum tarafından verilen idari para cezalarına karşı açılan davalarda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun uygulayacağı kurala bağlanmış, 65. maddesinde ise, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ile 2813 sayılı Telsiz Kanununa yapılan atıflar ile bu kanunların kendi içinde yapılan atıfların konuları itibariyle bu kanuna yapılmış sayılacağının hükme bağlanmış bulunduğu;  olayda, para cezası verilmesine neden olan yönetmelik, 2813 sayılı Telsiz Kanunu ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunlarına dayanılarak çıkartılmış ve bu kanunlarda idari para cezalarına ilişkin itiraz yolu olarak yargı yeri gösterilmemiş ise de, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 65. maddesi uyarınca idari yargının görevli kılındığı ve görev konusunun kamu düzeninden olduğu hususları dikkate alındığında, idare mahkemesince yeniden dosyanın esasının incelenmesi gerektiğinden bahisle;  davacı itirazının kabulüne, itiraza konu İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliği'nce verilen 20.12.2010 günlü ve E:2010/2660, K:2010/2345 sayılı kararın bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere 2577 sayılı Yasa'nın 45/4. maddesi hükmü uyarınca dava dosyasının mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İSTANBUL 2. İDARE MAHKEMESİ; 20.03.2012 gün ve E: 2012/178, K: 2012/444 sayı ile,  davanın görev yönünden reddine ilişkin Mahkemelerinin 20.12.2010 günlü, E:2010/2660, K:2010/2345 sayılı kararının, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin 23.11.2011 gün ve E:2011/5879, K:2011/17055 sayılı kararıyla bozulduğu görüldüğünden, anılan bozma kararı uyarınca dava dosyası yeniden incelenmek suretiyle işin gereğinin düşünüldüğü belirtilerek,  2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yer alan ilkeler ile idari yaptırımlara ilişkin Kabahatler Kanunu dikkate alındığında; yaptırım gerektiren eylem ve karşılığında uygulanacak yaptırım, yasada tanımlanmaksızın, Yönetmelikte düzenIenen eylem ve yaptırım hükümlerine dayanılarak tesis edilen idari yaptırım kararı ve bu kararın uygulanmasına ilişkin diğer işlemlerde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle; dava konusu idari yaptırım kararı ile bu kararın uygulanmasına ilişkin işlemin iptaline karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

8-İdari yargıdaki dava süreci devam ederken, davacı vekili aynı istemle 8.11.2010 tarihinde bir kez daha adli yargı yerinde dava açmıştır.

9- Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi; 31.05.2011 gün ve Değ. İş No:2010/1681 sayı ile, evrakın incelenmesinde iş bu başvuru ile ilgili Mahkemelerinin 07/09/2007 tarih 2007/1444 müteferrik sayısı ile idare mahkemesine görevsizlik kararı verildiği, görevsizlik kararı üzerine ilgilisinin bu kez İstanbul İdare Mahkemesi Hakimliği’ne başvurusu üzerine İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 2007/1854 esas 2009/811 karar sayılı kararı ile karşı görevsizlik verildiği, ancak Uyuşmazlık Mahkemesine dosya görev uyuşmazlığının Çözümü için gönderilmeyip İstanbul Bölge İdare Mahkemesine itirazen başvuruda bulunulduğu ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 2009/13654 esas 201012179 karar sayılı kararına istinaden tekrar Mahkemelerine başvuruda bulunulduğun anlaşıldığı gerekçesiyle;  iş bu başvuru ile ilgili Mahkemelerinin 07/09/2007 tarih 2007/1444 sayılı görevsizlik kararı ile İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar, sayılı karşı görevsizlik kararı bulunduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine Gönderilmesine karar vermiştir.

10- Yargıtay 5. Ceza Dairesi;  29.12.2011 gün ve E:2011/13034, K:2011/25884, Tebliğname No: TM-2011/290500 sayı ile, Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 31.05.2011 tarih ve 2010/1681 Değişik İş nolu kararında belirtilen İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 2009/13654 Esas, 2010/2179 Karar, Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 07.09.2007 tarih ve 2007/1444 müteferrik sayılı dosyalarının asıllarının veya onaylı suretlerinin denetime olanak verecek biçimde dosya içine konulmaması ve ayrıca 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 14/1. maddesi gereğince iki farklı yargı mercii arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının çözüm yerinin Uyuşmazlık Mahkemesi olduğu anlaşılmakla, dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir.

10- Küçükçekmece 2.Sulh Ceza Mahkemesi; 27.02.2012 gün ve Değ. İş No:2010/1681 sayılı üst yazı ile, “Mahkemelerinin 07/09/2007 tarih 2007/1444 sayılı görevsizlik kararı ile İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar, sayılı karşı görevsizlik kararı bulunduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının giderilmesini” talep etmiş ve yazı ekinde dava dosyasını Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermiş; Başkanlık yazısıyla istenilmesi üzerine,   İstanbul 2. İdare Mahkemesi’ne ait E:2007/1854, K:2009/811 sayılı dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde,Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” ve 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.

(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Olayda; Küçükçekmece 2.Sulh Ceza Mahkemesi tarafından olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek, giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ise de,  Sulh Ceza Mahkemesi’nin işaret ettiği İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.04.2009 gün ve E:2007/1854 K:2009/811 sayılı kararında Mahkemece,  davanın reddine karar verildiği; İdare Mahkemesindeki dava süreci sonucunda kesinleşen 20.03.2012 gün ve E: 2012/178, K:2012/444 sayılı kararın ise görevsizlik değil, işin esasına yönelik bulunduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan, Küçükçekmece 2.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 07.09.2007 gün ve 2007/1444 Müt.  Sayılı kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin nihai kararı, görev yönünden değil, işin esası yönünden verilmiş bir karar olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ    : 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/101

KARAR NO            : 2012/133

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği

K A R A R

Davacı        : İçişleri Bakanlığı                                  (Adli Yargıda)

Vekili         : Av. M. T. 

Sivas Valiliği (İl Emniyet Müdürlüğü)     (İdari Yargıda)

Davalı      : Sivas Belediye Başkanlığı

Vekili       : Av. N. E. 

O L A Y    : Sivas İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü hizmetinde  kullanılan resmi araç, 26.7.2010 tarihinde Türkmenistan Caddesi üzerinde seyir halinde iken; önünde giden Belediye otobüsünün logar kapağı üzerinden geçmesi ile logar kapağının yerinden çıkması ve İçişleri Bakanlığına ait resmi aracın da kapağın üzerinden geçmesi sonucu araçta hasar meydana gelmiştir.

Araçta meydana gelen hasarın tespiti için Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin Değişik İş N:2010/66 sayılı dosyası ile yaptırılan hasar tespiti sonucu düzenlenen 13.8.2010 tarihli bilirkişi raporu ile logar kapağının yerinden çıkması nedeniyle araçta 4.918,09 TL tutarında hasar meydana geldiği tespit edilmiştir.

İçişleri Bakanlığına ait resmi araç tamir ettirilmiş, 4.919,46 TL fatura bedelinin ödenmesi için davalı Belediye Başkanlığına 8.10.2010 tarih ve 1179 sayılı yazı ile başvuruda bulunulmuş; Belediye Başkanlığınca 20.10.2010 gün ve 7393 sayılı yazı ile, olayda Sivas Belediye Başkanlığının herhangi bir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığından bahisle hasar bedelinin ödenemeyeceği bildirilmiştir.

İçişleri Bakanlığı, kazaya neden olduğu önesürülen logar kapağının bakım ve onarımından birinci derecede sorumlu olduğu nedeniyle ve bu görevini zamanında ve gerektiği şekilde yerine getirmeyerek hizmet kusuru bulunduğunu belirttiği Sivas Belediye Başkanlığından; İçişleri Bakanlığına ait araçta meydana gelen 4.919,46 TL’lik hasar bedeli, 165,00 TL tespit masrafı ile 5,00 TL’lik tebligat masraflarından oluşan toplam 5.089,46 TL’lik tazminatın, hasar bedeli için olay tarihi olan 26.7.2010 tarihinden itibaren, tespit masrafları için ödeme tarihi olan 30.7.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Sivas Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde, idarenin herhangi bir işlemi veyahut eylemi nedeni ile kişisel bir hakkın doğrudan muhtel olduğunu iddia edenlerin idari aleyhine açacakları tazminat davalarında, görevli mahkemenin idare mahkemeleri olduğu nedeniyle davanın görev yönünden reddi gerektiğini savunmuştur.

SİVAS 1. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 23.2.2011 gün ve E:2010/1364, K:2011/240 sayı ile, her ne kadar davacı vekili dava dilekçesinde İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğüne ait olduğu belirtilen 58 A 0065 plaka sayılı Renault Megane aracın Türkmenistan caddesi üzerinde seyir halinde iken 58 DA 544 plakalı Belediye otobüsünün logar kapağı üzerinden geçmesi ile logar kapağının yerinden çıkması ve çıkan logar kapağının İl Emniyet Müdürlüğüne ait bulunan araca zarar verdiğini ve Sivas Belediye Başkanlığının logar kapağının bakım ve onarımını gerçekleştirmediğinden bahisle bu kazanın meydana geldiğini ve bu hususun hizmet kusurundan kaynaklandığını iddia etmek sureti ile tazminat davası açmış ise de, mevcut davanın Sivas Belediye Başkanlığının hizmet kusurundan kaynaklandığı iddia edilmiş olup, idari yargılama usulü kanununun 2 ve 13. maddelerine göre bu hususun yargılamasının idare mahkemesinin görev sahasına girmiş olduğu anlaşılmış olduğundan, davacının davasının İdari Yargılama Usul Kanununun 2. ve 13. maddelerine göre İdare Mahkemesinin görev sahası içinde yer almış olduğu anlaşıldığından Sivas İdare Mahkemesinin görevli olduğunun tespitine ve mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Bu kez Sivas Valiliği (İl Emniyet Müdürlüğü) aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SİVAS İDARE MAHKEMESİ: 29.2.2012 gün ve E:2012/182 sayı ile, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; uyuşmazlıkta uygulanacak mevzuatın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümleri olduğu, ancak 2918 sayılı Kanun'dan kaynaklı uyuşmazlıkların çözümünün, Kanunun 110. maddesi gereğince adli yargının görev alanında bulunduğu; söz konusu hükmün, 19.1.2011 tarih ve 27820 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, bu tarihten önce idari veya askeri idari yargıda açılan davaların görevsizlikle adli yargıya gönderilip gönderilmeyeceği hususundaki tereddüdün de, geçici 21. maddesiyle ortadan kaldırıldığı, nitekim geçici maddede; 110. maddenin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmünün, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmayacağının açıkça düzenlendiği, tüm bu açıklamalar ışığında; görülmekte olan davanın ilk olarak 2.11.2011 tarihinde Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde açıldığı, 23.2.2011 tarihinde hakkında görevsizlik kararı verildiği görülmekle; sulh hukuk mahkemesince, 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 2918 sayılı Yasanın göreve ilişkin 110. maddesi göz önünde bulundurulmaksızın karar verildiği, aynı Yasanın Geçici 21. maddesinde; 110. maddenin yürürlüğe girdiği 19.1.2011 tarihinde, idari yargı makamları önünde açılan ve yeni düzenlemeyle adli yargının görevine giren davaların mahkemelerince görülmeye devam edileceği düzenlendiğinden, bu tarihte henüz mahkemelerinde açılmamış olan davanın (2.6.2011 tarihinde dava açılmıştır) mahkemelerinin görevinde olmadığı sonucuna varıldığı, açıklanan nedenlerle, Mahkemelerinin görevine girmeyen ve Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesince de görevsizlik kararı verilen bu davada görevli mahkemenin belirlenmesi için dava dosyasının 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığın doğduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı İçişleri Bakanlığına ait resmi aracın, seyir halinde iken yoldaki logar kapağına çarpması sonucu araçta oluştuğu önesürülen maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, 27.6.2010 tarihinde Sivas Merkez, Türkmenistan Caddesi üzerinden seyreden Sivas Emniyet Müdürlüğüne ait 58 A 0065 plakalı resmi aracın yolda bulunan logar kapağına çarpması nedeniyle hasara uğradığı, meydana geldiği ileri sürülen maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Yukarıda açıklanan nedenler ve 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi gözetildiğinde meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.2.2011 gün ve E:2010/1364, K:2011/240 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde Üye Eyüp Sabri  BAYDAR’ın KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU  İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/107

KARAR NO            : 2012/134

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2918 sayılı Yasanın 110. maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten önce, hizmet kusuruna dayalı olarak açılan  tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : S. G. – G. G. – E. G.

Vekili         : Av. K. C. Y.                        

Davalı        : Balıkesir Valiliği İl Özel İdaresi

Vekili         : Av. H. E.

O L A Y    : Davacıların vekili, müvekkillerinin murisi olan M. G.’in 27.10.2009 tarihinde Balıkesir İli, İvrindi İlçesi, Korucu Beldesi, Kaşağıl Köyünün 5. km sinde bulunan köprüde trafik kazası yaparak yaşamını yitirdiğini, yolun ve köprünün yol bakım, onarım ve yapımının uygun olmadığını, hiçbir işaretlemenin bulunmadığını, bu eksiklerin oluşan kazaya büyük ölçüde sebebiyet verdiğini, kazanın hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiğini ileri sürerek, G. G. için 50.000,00 TL, S. G. için 50.000,00 TL, E. G. için 50.000,00 TL olmak üzere toplam 150.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazmini istemiyle 14.5.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde trafik kazaları nedeni ile açılacak olan maddi ve manevi tazminat davalarının adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ: 20.10.2011 gün ve E:2010/768 sayı ile, idari işlem veya eylemlerden dolayı kişisel hakları doğuran muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının; idari dava türlerinden biri olduğunun idare hukukunun bilinen ilkelerinden olduğu, davalı idarece dava konusu olayın trafik kazası olduğu ve trafik kazaları nedeni ile açılacak maddi ve manevi tazminat davalarının da adli mahkemelerde görüleceği iddia edilmişse de, davalı idarece yürütülen kamu hizmetinden kaynaklanan ve hizmet kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm yerinin genel kural olarak idare mahkemeleri olduğu, bu durumda, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek açılan bu davada uyuşmazlığın çözümünün Mahkemelerinin görevinde bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine, davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli olduğuna,  karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 2. maddesinde "Bu Kanun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsar." hükmü ile kanunun uygulanmasında trafik düzeni ile kişi ve kurumların bu kanuna tabi olduğunun belirlendiği, Ek 10. maddesinde ise "Karayollarının yapım, bakım ve işletmesinden sorumlu olan tüm kamu ve özel kuruluşların projelerini yapan ve uygulayan yetkili ve sorumlu kişiler, çağdaş ilim ve teknik esaslarına uymak ve uygulamak konusunda Karayolu Trafik Güvenliği Kurulunun önerilerini kuruluş kanunlarına uygun olacak şekilde değerlendirmek zorundadırlar." hükmüne yer verilerek, karayollarının bakım ve onarım faaliyetlerinde uyulacak kurallara atıf yapılmadığı, diğer taraftan, 2918 sayılı Yasa'nın "Görevli ve Yetkili Mahkeme" başlığını taşıyan 110. maddesinde (Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.), "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. / Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir" denildiği, Yasa'nın Geçici 21. maddesinde ise (Ek: 11/1/2011-6099/15 md.), "Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz" hükmü ile de dava konusu idarenin sorumlu olduğu köy yolunun bakım ve onarım ve işaretleme kurallarını ihmal ettiği nedeni ile kusurlu olduğu tezine dayanan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinde yapılması gerektiği, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı idare ile davacı gerçek kişiler arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2918 sayılı Yasanın 110. madde hükmünün, Devlete ve diğer kamu kuruluşlarına ait araçların sebebiyet verdiği zararlar dolayısıyla bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngördüğü, buna göre; bir tazminat davasının 110'uncu madde kapsamına girebilmesi için Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait araçların neden olduğu zararlara ilişkin bulunması gerektiği, oysa olayda, tazmini istenilen manevi zarara, Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait araçların neden olduğu kazadan değil, kamu kuruluşuna ait köprü ve yol yapım, bakım, onarım ve işaretlenmesi konusundaki hizmetin kusurlu işleyişinden kaynaklandığı, dolayısıyla; olayda 2918 sayılı Kanununun 110'uncu maddesinin uygulanması mümkün bulunmadığından, uyuşmazlığın çözümünün, idari yargı yerine ait olduğu, kaldı ki; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun yukarıda sözü geçen 110'uncu madde hükmünün, kapsamında olan olaylarda dahi, Ek 21'inci madde hükmü gereğince, yürürlük tarihi olan 11.1.2011 gününden önce açılan davalara uygulanma olanağı bulunmadığı nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 13'üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı,  yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacılar murisinin trafik kazasında hayatını kaybetmesinden dolayı, toplam 150.000,00 TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 6. maddesinin b bendinde, imar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma, orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında yapmakla il özel idaresinin görevli ve yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; Tanımlar başlıklı 3.maddesinde ise, trafik için kamunun yararlanmasına açık olan arazi şeridi, köprüler ve alanların karayolu olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacılardan, S. G. ile E. G.'in babası, G. G.'in eşi olan, M. G.'in 27.10.2009 tarihinde Balıkesir İli, İvrindi İlçesi, Korucu Beldesi istikametinden, Kaşağıl Köyüne doğru, sevk ve idaresindeki 10 P 5611 plakalı aracı ile seyir halinde iken, direksiyon hakimiyetini kaybederek Kaşağıl Köyü istikametinin 2100 metresinde bulunan köprüden dere yatağına düşmesi sonucu meydana gelen tek taraflı trafik kazasında hayatını kaybettiği;Davacılar vekilince, İvrindi Sulh Hukuk Mahkemesinin Değ.iş no:2009/29 sayılı dosyasında yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan rapor uyarınca, yolun yapım, bakım ve onarımı ile gerekli işaretlerin yapılmamasında idarenin hizmet kusuru bulunduğunun tespit edildiği ileri sürülerek, toplam 150.000,00 TL. manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

 İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye  göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak  davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Olayda, İl Özel İdaresinin, yukarıda açıklanan İl Özel İdaresi Yasası hükümlerinden doğan görevini belirlenen şekilde yerine getirip getirmediğinin, kamu hizmetini yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütüp yürütmediğinin, idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının yargısal denetimi  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerine aittir.

Yukarıda sözü edilen 2918 sayılı Yasanın 110.maddesinin 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe girdiği gözetildiğinde, göreve ilişkin hükmün bu tarihten önce idari yargı yerinde açılmış olan davalara uygulanmayacağı açıktır.

Bu durumda, görev maddesinin yürürlük tarihi olan 19.1.2011 tarihinden önce (14.5.2010 tarihinde) idari yargı yerinde açılmış olan iş bu davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girdiğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/109

KARAR NO            : 2012/135

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : R. B.

Vekili         : Av. A. K.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili         : Av. M. A. P.

O L A Y    : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 26.1.2008 tarihinde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmıştır.

Davacı 12.7.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ: 27.9.2011 gün ve E:2010/2210 sayı ile,  406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde; "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı,  kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 26.1.2008 tarihinde ilişiğini keserek, Kamu Kurumunda göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan  4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 26.1.2008 tarihinde Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin  % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi  teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.             

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel  eliyle  yürütülür.  Bu  personel  hakkında  bu  Kanunda  öngörülen   hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 26.1.2008 tarihinde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yapılan başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre,  iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan;  uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 27.9.2011 gün ve E:2010/2210 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/111

KARAR NO            : 2012/136

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET  : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.                                                   

K A R A R

Davacı        : M. S. M.

Davalı        : Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili         : Av. T. K.

O L A Y    : Davacının maliki olduğu Ankara İli, Çankaya İlçesi, Küçükesat Mahallesi, 6000 ada, 21 parseldeki apartmanın çatı katındaki, 12 nolu daireye ait terasa ilave yapılarak, tam kata dönüştürülmüş ve ruhsata aykırı olan hususların giderilmediğinden bahisle davacı hakkında 3194 sayılı İmar Kanununun 32.maddesi uyarınca yıkım ve 42.maddesi uyarınca 10.000,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 16.6.2005 gün ve c/2005 /2137.15 sayılı Çankaya Belediye Encümeni kararı verilmiştir.

Bu kararın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ: 6.4.2006 gün ve E:2005/1296, K:2006/812 sayı ile, 3194 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezalarına karşı açılacak davalarda Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli kılınması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde mahkemelerinin görevli bulunmadığı sonucuna varıldığı, buna göre dava konusu işlemin 10.000,00 TL idari para cezasına ilişkin kısmının Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli kılınması karşısında uyuşmazlığın görüm ve çözümünde mahkemelerinin görevli bulunmadığı, uyuşmazlığın yıkım ve elektrik ve suyunun kesilmesine ilişkin kısmına gelince, 3194 sayılı Kanuna aykırı olarak yapılan tadilatların 1.9.2005 tarihinde 14.10.2005 onay tarihli mimari projeye işlendiğinin anlaşılması karşısında uyuşmazlığın konusunun kalmadığı, açıklanan nedenlerle, davanın 10.000,00 TL idari para cezasına ilişkin kısmının görev yönünden reddine, yıkım, elektrik ve suyun kesilmesine ilişkin kısmı hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.7.2006 gün ve E:2006/868 D.İş, K:2006/868 D.İş sayı ile, davaya konu idari para cezasının İmar Yasasına aykırılıktan dolayı davalı Belediye Başkanlığınca verildiği, 2001 yılında Anayasa Mahkemesince İmar Yasasına aykırılıktan dolayı verilen idari para cezasına karşı başvuru yolunun Sulh Ceza Mahkemesi olduğunu gösteren hükmün iptal edilmesi karşısında ve Anayasa Mahkemesinin açıkça başvuru yolunun idari para cezalarına karşı idare mahkemesini görevli kılan kararı karşısında Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karara davacı tarafından itiraz edilmesi üzerine, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 31.3.2011 gün ve Değ. İş N:2011/808 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından yeniden aynı istemle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

ANKARA 8. İDARE MAHKEMESİ: 18.10.2011 gün ve E:2011/2168, k:2011/1631 sayı ile, dava konusu işlemin idari para cezasına ilişkin kısmına karşı açılan davada idari yargı ve adli yargı mercilerince görev ret kararı verildiği, yıkıma ilişkin kısmına ilişkin olarak idari yargıda karar verilmesine yer olmadığı kararı verildiği anlaşıldığından davacı tarafından idari para cezasına ilişkin olarak 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanununun 14. ve 15. maddeleri hükümleri uyarınca olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılarak Uyuşmazlık Mahkemesine gidilmesi, yıkıma ilişkin karara karşı da süresi içerisinde temyiz yoluna başvurulması gerekirken, yıkım ve idari para cezasına ilişkin olarak adli ve idari yargı mercilerince verilen kararlar üzerine aynı işleme karşı Mahkemelerinde açılan davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı tarafından, Ankara 8. İdare Mahkemesi Başkanlığına verilen dilekçe ile, Mahkemelerinin E:2011/2168, K:2011/1631 sayılı kararı ile, Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin E:2006/868 sayılı kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğundan bahisle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesi isteminde bulunulmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre: Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” ve 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

Davacının görev uyuşmazlığı bulunduğundan bahisle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verdiği dilekçesinde sözü edilen kararlardan:

Ankara 9. İdare Mahkemesi kararı, davada adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı;

Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi kararı, davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı;

Ankara 8. İdare Mahkemesinin kararı ise, davanın aynı işlem hakkında Mahkemelerinde açılan davanın kesin hüküm nedeniyle incelenme olanağı olmadığı nedeniyle incelenmeksizin reddine ilişkindir.

Olayda, idari yargı merciince (Ankara 9. İdare Mahkemesi) adli yargının, adli yargı merciince idari yargının görevli olduğu yönünde karar verilmiş olmasına karşın, davacı tarafından üçüncü bir mahkeme olan Ankara 8. İdare Mahkemesince verilmiş olan incelenmeksizin ret kararı ile, adli yargı merciince verilmiş olan görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı olduğu önesürülerek bu uyuşmazlığın giderilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.

Ancak yukarıda sözü edilen Kanunun 15. maddesi hükmü uyarınca, davacının son görevsizlik kararını veren yargı merciine başvurarak, (olayda Adli yargı mercii) ilk görevsizlik kararını veren yargı mercii (Ankara 9. İdare Mahkemesi) kararı ile aralarında olumsuz görev uyuşmazlığının doğduğunu ileri sürmesi gerektiği açıktır.

Bu durumda, adli yargı merciince idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş olmasına karşın, Ankara 8. İdare Mahkemesince adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmaması karşısında, davacının olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğunu ileri sürerek yaptığı başvurunun, 2247 sayılı Yasanın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşıdığından söz etmek olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmektedir.

SONUÇ  : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan  BAŞVURUNUN aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/112

KARAR NO            : 2012/137

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : A. T.

Vekili         : Av. C. Ş.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili         : Av. A. T. T.

O L A Y    : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 16.2.2010 tarihinde Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmıştır.

Davacı 24.9.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 2.6.2011 gün ve E:2010/2478 sayı ile;  406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde; "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı,  kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş.’de çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 16.2.2010 tarihinde ilişiğini keserek, Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emrinde göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 16.2.2010 tarihinde Şişli Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı   “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin  % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi  teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.             

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel  eliyle  yürütülür.  Bu  personel  hakkında  bu  Kanunda  öngörülen   hükümler   saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 16.2.2010 tarihinde Şişli Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yapılan başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre,  iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan;  uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 2.6.2011 gün ve E:2010/2478 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/113

KARAR NO            : 2012/138

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı        : M. Ç.

Vekili         : Av. A. K.

Davalı        : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili         : Av. Z. B.

O L A Y    : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 23.12.2009 tarihinde Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrine atanmıştır.

Davacı 23.10.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ: 24.6.2011 gün ve E:2011/201 sayı ile;  406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde; "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı,  kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş.’de çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 23.12.2009 tarihinde ilişiğini keserek, Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrinde göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 23.12.2009 tarihinde Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı   “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin  % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi  teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.             

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 23.12.2009 tarihinde Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yapılan başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre,  iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan;  uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 24.6.2011 gün ve E:2011/201 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012  gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

ESAS NO                 : 2012/154

KARAR NO            : 2012/139

KARAR TR             : 4.6.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET        : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar    : 1-S. K. (Kendi adına asaleten)

                     2-K. S. K.

Vekili         : Av. S. K.

Davalı        : Muğla Valiliği (İl Özel İdare Müdürlüğü/ İl İdare Kurulu)

Vekili         : Av.C. S.

O L A Y    : Davacılar vekili,  Muğla İli, Köyceğiz İlçesi, Zeytinalanı Köyü, Çayıralan Mevkiinde bulunan taşınmazda davacıların kaçak ve ruhsatsız yapı yaptığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca yıkım cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin Muğla Valiliği İl İdare Kurulunun 15.06.2005 tarih ve 1260 sayılı işlemi ile aynı Yasanın 42. maddesi uyarınca 6.000-YTL idari para cezasıyla cezalandırılmalarına ilişkin Muğla Valiliği İl Özel İdare Genel Sekreterliğinin 17.06.2005 tarih ve 271 sayılı işlemin iptali istemiyle 16.9.2005 tarihli dilekçe ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 04.10.2005 gün ve E:2005/1907, K: 2005/1408 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14.maddesi uyarınca dava dilekçesi ve eklerinin incelendiği, anılan, Kanun'un 5.maddesinin 1. bendinde; her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı, ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep- sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile dava açılabileceği, 2. bendinde; birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerektiğinin kurala bağlanmış bulunduğu; dava dilekçesinin incelenmesinden, 3194 sayılı yasanın 32. maddesi uyarınca verilen yıkıma ilişkin 15.06.2005 gün ve 1266 sayılı işleme karşı idari yargıda, 3194 sayılı yasanın 42. maddesi uyarınca verilen 6.000-YTL idari para cezasına ilişkin 17.06.2005 gün ve 271 sayılı işleme karşı ise adli yargı yerinde dava açılması gerekirken birlikte dava açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 Sayılı Kanun'un 15.maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren (30) otuz gün içinde aynı Kanun'un 5. maddesine uygun biçimde düzenlenecek iki örnek dilekçe ile her işlem için ayrı ayrı dava açılmak üzere dilekçenin REDDİNE, dilekçe ve eklerinin davacıya geri gönderilmesine, aşağıda dökümü yapılan 32,20.­YTL tutarındaki yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, karar verilmediğinden 18,20-YTL tutarındaki yürütmenin durdurulması harcı ile artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine, yeniden verilecek dilekçelerde de aynı yanlışlığın tekrarı halinde yine 15. maddenin 5. fıkrası uyarınca davanın reddedileceğinin bilinmesine karar vermiştir.

Davacılar vekili dilekçesini yenileyerek, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca yıkım cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin işlemin iptali istemiyle Muğla İdare Mahkemesi’nde dava açmış, dava Mahkeme’nin E: 2005/2501 sayısına kaydedilmiş; buna karşılık, Yasanın 42. maddesi uyarınca 6.000-YTL idari para cezasıyla cezalandırılmalarına ilişkin 17.06.2005 tarih ve 271 sayılı işlemin iptali ve kaldırılması istemiyle 07.12.2005 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

KÖYCEGİZ SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.02.2007 tarih ve D. İş E. No: 2005/23, Değ. İş K. No: 2007/6 sayı ile, itiraz edenlerin idari işlemin iptali için ve idari para cezasının iptali için yürütmenin durdurulması talebi ile Muğla İdari Mahkemesine dava açtığı, ancak Muğla İdare Mahkemesinin 4.10.2005 tarih 2005/1907 E. 2005/1408 K.sayılı kararı ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanunun 5. maddesi gereğince her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağından dava dilekçesinin reddine karar verilmiş olduğu; idare mahkemesinin bu kararının dava dilekçesinin Reddine ilişkin olduğu, idari işlemin iptali için ve idari para cezasının iptali için her iki talep için ayrı dava açılması gerektiğinin belirtildiği dikkate alındığında, idare mahkemesinin dilekçenin reddine ilişkin kararının görevsizlik kararı niteliğinde olmadığı, zira talepte bulunanların idari işlemin iptali için ayrı, idari para cezasının iptali için ayrı dava açmaları halinde Muğla İdare Mahkemesince idare para cezasının iptaline ilişkin davanın adliye mahkemelerinde açılması gerekeceği belirtileceğinden, Muğla İdare Mahkemesince sadece dava dilekçesinin Reddine karar verilmiş olduğu,  bunun üzerine itiraz edenlerin Mahkemelerine 07.12.2005 tarihinde Muğla Valiliği il Özel idaresi Müdürlüğü tarafından verilen 17.06.2005 tarih 271 nolu 6.000 YTL tutarındaki İdari para cezasının iptali için bu dosyada talepte bulunmuş olduğu, yine itiraz edenlerin Muğla İdare Mahkemesine yeniden 2005/2501 esas sayılı dosyası üzerinden idare işlemin iptali için yürütmeyi durdurma talepli olarak talepte bulunmuş oldukları,  itiraz edenlerin yürütmeyi durdurma taleplerinin 27.06.2006 tarihinde reddedildiği ancak idari işlemin iptali için açılan ve 2005/2501 esas sayılı dava dosyası üzerinden yürütülen davanın Muğla İdari mahkemesinde derdest olduğu ve devam ettiğinin görüldüğü, Mahkemelerinde yapılan yargılama aşamasında Çeşitli Kanunlarda Değişik Yapılmasına ilişkin 5560 Sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği, 5560 Sayılı Yasanın 34 maddesi ile 5326 Sayılı Kanun 27.maddesinin 5. fıkrasının değiştirildiği ve maddeye fıkralar eklendiği, 5326 sayılı kanunun 5560 sayılı yasanın 34.maddesi ile değişik 27/8 maddesi gereğince "İdari Yaptırım Kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari Yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebi ile birlikte İdari Yargı Merciinde görülür" hükmüne yer verilmekle, itiraz edenler ile ilgili olarak Muğla Valiliği Özel İdare Müdürlüğünce İdari Yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idari Yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olduğu görüldüğünden ve bu kararın iptali ile ilgili olarak Muğla İdare Mahkemesinin 2005/2501 E. Sayılı dosyası derdest olduğundan, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali ile birlikte İdari Yargı Merciince görüleceği gerekçesiyle;  5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 5560 Sayılı kanunun 34.maddesi ile değişik 27/8 maddesi gereğince, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının idari yargı merciinde görülmesi gerekeceğinden Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE,  karar vermiş; bu karara karşı davacı tarafın yaptığı itiraz, Muğla 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 08.05.2007 gün ve Değ.İş:2007/407 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

Davacı taraf,  Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına Sunulmak üzere Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliğine verdiği 9.10.2007 havale tarihli dilekçe ile;  16.9.2005 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde açı­lan iptal davası kapsamında, para cezasının da kaldırılması taleplerine ait davada,  ida­ri para cezasına ait olarak verilen  4.10.2005 tarih ve E:2005/1907, K:2005/1408  sayılı  görevsizlik kararından sonra, Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesinde açılan D. İş E. No: 2005/23, Değ. İş K. No: 2007/6 sayılı davanın da görevsizlik kararı verilerek kesinleş­miş olmasından dolayı gerçekleşen görev uyuşmazlığının gide­rilmesini talep etmiştir.

Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi;  03.12.2007 gün ve D. İş E: 2005/23, Değ. İş K:2007/6 sayılı EK KARAR ile, Muğla İdare Mahkemesi ile Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığının bulunmadığı, zira 5560 Sayılı Yasa’nın, Muğla İdare Mahkemesinin 04/10/2005 tarihinde vermiş olduğu dilekçenin reddi yönündeki kararından sonra yürürlüğe girmiş olduğu gerekçesiyle itiraz edenlerin bir dilekçe ile Muğla İdare Mahkemesi Başkanlığına idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarını ileri sürebileceklerinden, itiraz edenlerin talebinin REDDİNE,  karar vermiş; davacılar tarafından yapılan itiraz üzerine;  Muğla 1.Ağır Ceza Mahkemesi; 1.4.2008 gün ve Değ.İş:2008/376 sayı ile, ek kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazın reddine karar vermiş; davacı tarafın yeni bir dilekçe ile başvurması üzerine Muğla 1. Ağır Ceza Mahkemesi; 17.7.2008 gün ve Değ. İş No: 2008/799 sayı ile,  Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesinin 03.12.2007 tarih ve 2005/23 değişik iş esas, 2007/6 değişik iş karar sayılı ek kararın itirazı üzerine mahkemelerinin 01.04.2008 tarih ve 2008/376 değişik iş nolu kararı ile itirazın reddine karar verilmiş olduğu; Mahkemelerince verilen kararı K. S. K. vekili avukat S. K.’ın 20.05.2008 havale tarihli dilekçesi ile temyiz etmiş olduğu, ancak itiraz üzerine verilen karar kesin olduğu için burada adli yargı ile idari yargı arasında görev uyuşmazlığı çıkmış bulunduğu gerekçesiyle; Mahkemelerince Karar Verilmesine Yer Olmadığına, Dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; dosya bu defa  Yargıtay’a gönderilmiş; Yargıtay 7.Ceza Dairesi; 8.12.2011 gün ve E:2009/1600, K:2011/24593 sayı ile, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi yerine zuhulen Yargıtay’a gönderildiğini belirterek, temyiz incelemesi yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmaması nedeniyle dosyanın incelenmeksizin gereği yapılmak üzere mahalline tevdiine karar vermiş ve nihayetinde  dava dosyası Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi’nce 3.4.2012 gün ve Değ.İş.No:2005/23 sayılı yazı ekinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.

   Olayda; adli ve idari yargı yerlerinde 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca 6.000-YTL imar para cezası verilmesine ilişkin 17.06.2005 tarih ve 271 sayılı işlemin iptali istemi yönünden açılan davaların tarafları, konusu ve sebebi aynı ise de; Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verilmiş olmasına karşılık, İdare Mahkemesi’nce; Davacıların istemlerinden birisi olan 3194 sayılı yasanın 32. maddesi uyarınca verilen yıkıma ilişkin işleme karşı idari yargıda, 3194 sayılı yasanın 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına ilişkin işleme karşı ise adli yargı yerinde dava açılması gerekirken birlikte dava açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 Sayılı Kanun'un 15.maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren (30) otuz gün içinde aynı Kanun'un 5. maddesine uygun biçimde düzenlenecek iki örnek dilekçe ile her işlem için ayrı ayrı dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar verilmiş olduğundan, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince göreve ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.