Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/15
KARAR NO : 2012/15
KARAR TR : 14.5.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Jandarma personeli olan sanıklar hakkında mülki
görevleri sırasında işledikleri ileri sürülen suç nedeniyle, açılan kamu davasının
ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Sanıklar : 1- S. Ö. 2- A. T. 3- C. T.
O L A Y : Şebinkarahisar/Giresun İlçe Jandarma
Komutanlığı emrinde görevli sanıklar J. Er S. Ö., J. Er A. T. ve J. Er C. T.’in, 12.3.2011
günü, Şebinkarahisar K-2 tipi Ceza İnfaz Kurumunun çevre emniyet
nöbetçileri oldukları sırada, nöbet talimatına aykırı davranmaları
nedeniyle eylemlerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde
düzenlenen suç kapsamında değerlendirildiği belirtilerek yargılanmalarının
adliye mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle, 48. Motorlu Piyade Tugayı
Komutanlığı’nca hazırlanan soruşturma dosyasının, Şebinkarahisar Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmesi üzerine, cezaevi dış koruma görevinin jandarmanın
mülki görevlerinden olması nedeniyle görevli merciin Disiplin Mahkemeleri
olduğu gerekçesiyle Şebinkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı’nca görevsizlik
ve evrakın 48. Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı Askeri Disiplin
Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verildikten sonra, sanıklar hakkında
nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu işledikleri ileri sürülerek eylemlerine
uyan 477 sayılı Disiplin Mahkemelerinin Kuruluşu, Yargılama Usulü ve
Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunu’nun 56. maddesi uyarınca cezalandırılmaları
istemiyle 48. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı’nın 27.5.2011 gün ve
E:2011/476, K:2011/137 sayılı iddianamesiyle aynı Komutanlık Disiplin
Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
48. MOTORLU
PİYADE TUGAYI KOMUTANLIĞI DİSİPLİN MAHKEMESİ: 3.6.2011 gün ve E:2011/476,
K:2011/1 sayıyla, sivil cezaevi dış koruma görevinin jandarmanın askeri
görevi olmayıp idari kolluk görevlerinden olduğu, yüklenen eylemin Türk
Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde düzenlenen suç kapsamında değerlendirildiği
açıklanarak, yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
sanıkların bir üst Disiplin Mahkemesi’nde itiraz talebinde
bulunabilecekleri belirtilerek görevsizlik kararı vermiş, karar sanıklara
tebliğ edilmiş; sanıklar süresi içinde karara karşı bir üst Disiplin
Mahkemesi nezdinde itirazda bulunmamıştır.
ŞEBİNKARAHİSAR
SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.8.2011 gün ve E:2011/138, K:2011/124 sayıyla, sanıklara
yüklenen eylemin Jandarmanın mülki görevleri sırasında işlendiği konusunda
bir şüphenin bulunmadığı ancak asker olan sanıkların bu eylemleri askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri ve dolayısıyla yargılama
görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, kendisine
gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU,
Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in,
katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında,
I-İLK
İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’da belirtilen
süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı
yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi
yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli
yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı
Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın çözümünün adli yargı yerinin görev
alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise öğretide ve uygulamada:
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b) Unsurları
kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında gösterilen
suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Ancak,
sanıklar Jandarma Personeli olduğuna göre, Jandarmanın hangi nitelikteki
görevler ile görevlendirildiğine ilişkin yasal düzenlemenin göz önünde
tutulması, suça konu olayın meydana geldiği sırada yerine getirilmekte olan
görevin, Yasa'da belirtilen görevlerden hangisine uygun olduğunun incelenmesi,
görevli yargı yerinin buna göre belirlenmesi gerekmektedir.
2803
sayılı Jandarma Teşkilat Görev Ve Yetkileri Kanunu’nun 7. maddesinde,
Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri:
a) Mülki
görevleri;
Emniyet
ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak,
korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç
işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz
kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak,
b) Adli
görevleri;
İşlenmiş
suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara
ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek,
c)
Askeri görevleri;
Askeri
kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay Başkanlığı'nca verilen
görevleri yapmak,
d) Diğer
görevleri;
Yukarıda
belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin
icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri
yapmak, şeklinde sayılmıştır.
Jandarma
Teşkilatı Görev Ve Yetkileri Yönetmeliğinin, “Mülki Görevlerin Esasları”
başlığı altında düzenlenen 45. maddesinde, “Jandarma:
a.Halkın
can, ırz ve malını korur.
b…….
………..
h.Ceza
infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri
alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar”
denilmektedir.
Dosyanın
incelenmesinden, dosya içinde mevcut bilgi ve belgelerden sanıklar Seyithan
Öztan, Adil Topçu ve Cihan Tekin’in olay sırasında Şebinkarahisar K-2 tipi
Ceza İnfaz Kurumunun çevre emniyet nöbetçileri olarak görevli oldukları, bu
görevin Jandarmanın askerlik görevi ile ilgili olmayıp mülki görevi ile
ilgili olduğu anlaşılmıştır.
2803
sayılı Kanun’un 15 ve Yönetmeliğin 186. maddelerine göre jandarma
personelinin ancak askeri hizmete ilişkin eylemlerinden dolayı askeri
yargıya tabi bulundukları kuşkusuzdur. Sanıklara yüklenen eylemlerin
nitelendirilmesinin, yargılama aşamasında davaya bakan mahkemece delillerin
değerlendirilmesi sonucu yapılacağı açıktır.
Açıklanan
nedenlerle, asker kişi sanıkların mülki görevleri sırasında işledikleri
ileri sürülen suç nedeniyle haklarında açılan kamu davasının adli yargı
yerinde görülmesi ve Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.8.2011 gün
ve E:2011/138, K:2011/124 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/16
KARAR NO : 2012/16
KARAR TR : 14.5.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker kişi sanıklar hakkında “hırsızlık ve mala
zarar verme” suçları nedeniyle açılan kamu davasının, suçların askeri suç
olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle, ADLİ YARGI yerinde
görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Sanıklar : 1-D. K. 2-K. K.
O L A Y : Konya Hv. Svn. Eğt. Tb. Krş. Er Eğt.
Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanıklar Hv. Svn. Onb. D. K. ile Hv. Svn.
Onb. K. K.’un, 24.4.2009 günü saat 01.00 sıralarında, birlik içersinde yer
alan Dileksu A.Ş.’ne ait çay kahve makinesinin para haznesini kırarak
içindeki madeni paraların tümünü aldıkları, böylece, geceleyin açıkta kilitlenmek
suretiyle bırakılmış eşya üzerinde iştirak halinde hırsızlık ve kamunun
yararlanmasına ayrılmış eşya üzerinde iştirak halinde mala zarar verme
suçlarını işledikleri ileri
sürülerek, eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
142/1-b,143/1,37/1,142/4,152/1-a,37/1,168/1. maddeleri uyarınca
cezalandırılmaları istemiyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Savcılığı’nın 11.9.2009 gün ve E:2009/266, K:2009/276 sayılı iddianamesiyle
kamu davası açılmıştır.
DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 3.11.2010 gün
ve E:2010/93, K:2010/360
sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin askeri mahalde işlendiği ileri sürülmüş
ise de, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle yargılama
görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Konya 12. Asliye
Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
KONYA
12. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 9.2.2011 gün ve E:2011/312, K:2011/14 sayıyla,
353 sayılı Yasa’nın 9. maddesinin halen yürürlükte olduğu, Mahkemelerin
kanunları uygulamakla yükümlü oldukları Anayasa’ya aykırı bir durum
olduğunda, durumun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiği,
bu hususları yerine getirmeden yargılamanın adli yargı yerinde yapılmasının
mümkün olmadığı, bu nedenlerle görevli yargı yerinin askeri yargı yeri
olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş,
dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
gönderilmiştir.
Mahkememize
gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 3.10.2011 gün ve
E:2011/24, K:2011/23 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden,
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1
ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar
verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik
giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek
dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca,
Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut
SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın
çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna
göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha
önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini
değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça
bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup
olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Sanıklara
yüklenen eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza
Kanunu’nda bu suçlara ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle
yüklenen eylemlerin “askeri suç” olmadığı kuşkusuzdur. Sanıkların yargılama
aşamasında terhis edildikleri de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden
anlaşılmaktadır.
353
sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri
bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklara yüklenen eylemlerin
askeri suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi
uyarınca davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği açıktır.
Öte yandan, 12.9.2010 tarihinde yapılan
halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu
Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C.
Anayasa’sının 145. maddesinin
birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler ve
disiplin mahkemeleri tarafından
yürütülür. Bu mahkemeler; asker
kişiler tarafından işlenen
askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait
davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu
düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye
mahkemelerinde görülür” denilmiştir.
Olumsuz
görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararında, asker kişi sanığı askeri mahalde işlediği ileri
sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu
gerekçesine yer verilmiş ise de, yargılama aşamasında sanıkların terhis
edilmiş olmaları nedeniyle askeri mahkemede yargılanmalarını gerektiren
ilginin kesilmiş olması nedeniyle yukarıda açıklandığı üzere sanıkları
yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu açık olmakla birlikte aksi
durumda dahi, özel kanun niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesinde yer alan “askeri mahal” kavramının
Anayasa’da yapılan yeni düzenleme ile kaldırıldığı, ayrıca Anayasa Mahkemesi’nde iptale konu
olduğu, Mahkemece 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı karar ile
“…..askeri mahallerde…..” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline
karar verildiği de gözetildiğinde, artık asker kişilerin askeri mahalde
işledikleri suçlara ait davaların askeri yargı yerinde görülemeyeceği
kuşkusuzdur.
Açıklanan
nedenlerle, davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Konya 12. Asliye Ceza
Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Konya 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 9.2.2011 gün ve
E:2011/312, K:2011/14 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/17
KARAR NO : 2012/17
KARAR TR : 14.5.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker kişi sanık hakkında “hırsızlık” suçuna uygun
eyleminden dolayı açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri
suça bağlı bulunmaması ve askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin
kesilmiş olması nedeniyle, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K. H.
Sanık : F. Ş.
O L A Y : Aydın/Kuşadası Dayıoğlutepe SGR
İstasyon Komutanlığı emrinde görevli sanık Dz. Er F. Ş.’in, 16.4.2009
tarihinde birlik kantininde yapılan sayım sonucu kasa hesabında 375 liranın
eksik olduğunun tespit edilmesi üzerine yapılan soruşturma sonucunda,
13.4.2009 günü, birlik kantinine ait 375 lirayı aldığının anlaşıldığı,
böylece sanığın askeri eşyayı çalmak suçunu işlediği ileri sürülerek
eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1. maddesi uyarınca
cezalandırılması istemiyle Güney Deniz Saha Komutanlığı Askeri
Savcılığı’nın 6.4.2010 gün ve E:2010/163, K:2010/235 sayılı iddianamesiyle
kamu davası açılmıştır.
GÜNEY
DENİZ SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ
MAHKEMESİ: 31.8.2010 gün ve
E:2010/642, K:2010/707 sayıyla, sanığın olay tarihinde asker kişi olduğu ve
yüklenen eylemin askeri mahalde işlendiği ileri sürülerek yargılamasının
askeri yargı yerinde yapılması için kamu davası açılmış ise de, eylemin
Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “hırsızlık” suçunu oluşturacağı ve
yargılama aşamasında sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle askeri
mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesildiği açıklanarak, 353 sayılı
Yasa’nın 17. maddesi uyarınca yargılama görevinin adli yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Kuşadası
1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
KUŞADASI
1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 14.4.2011 gün ve E:2011/167, K:2011/238 sayıyla,
olay tarihinde asker kişi olan sanığı, askeri birliğe ait kantin kasasından
askeri eşya niteliğinde bulunan parayı çaldığı ileri sürüldüğünden,
yüklenen suçun askeri suç olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 17.
maddesinin uygulanma olanağı bulunmadığından, yargılama görevinin askeri
yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik
kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.
Mahkememize
gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 3.10.2011 gün ve
E:2011/19, K:2011/19 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden,
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1
ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar
verilip dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik
giderilip, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek
dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca,
Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA,
Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in davanın
çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile cezalandırılmayan
suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması,
askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona
ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının
açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, 16.4.2009 günü kantin
sorumlusu tarafından yapılan sayımda kantin parasının eksik olduğunun
tespit edilmesi üzerine, daha önce meydana gelen ancak ispatlanamayan bir
olay nedeniyle sanıktan şüphelenildiği ve 13.4.2009 günü çarşı iznine
çıkmadan önce parasının olmadığını söyleyen sanığın izin dönüşü yüklü
miktarda alışveriş yapmış olarak birliğe döndüğü de düşünülerek
sorgulandığında parayı aldığını kabul ettiği, dosya içinde mevcut Dayıoğlu
SGR İstasyon Komutanlığı’nın 5.5.2009 gün ve Güv. Hiz. :3000-651-09 sayılı
yazısından sanığın olay tarihinde veya öncesinde kantinde
görevlendirilmediğinin bildirildiği anlaşılmıştır.
Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı
yerince verilen görevsizlik kararında, askeri birliğe ait kantin kasasından
askeri eşya niteliğinde bulunan paranın çalındığı ileri sürüldüğünden,
yüklenen eylemin askeri suç olduğu gerekçesine yer verilmiş ise de,
yerleşmiş Askeri Yargıtay İçtihatlarıyla da kabul edildiği üzere, askeri
kantinlere ait eşya ve paranın askeri eşya niteliğinin olmadığı, kantinde
görevlendirilmemek kaydıyla buraya ait paraya karşı hırsızlık suçunu
işleyen sanığın eyleminin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “hırsızlık” suçunu
oluşturacağı sonucuna varılmıştır.
Bu
durumda sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri
Ceza Kanunu’nda bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle
yüklenen eylemin “askeri suç” olmadığı açıktır. Sanığın yargılama aşamasında
terhis edildiği de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
353
sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri
bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanığa yüklenen eylemin askeri
suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca
davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Kuşadası 1. Asliye Ceza
Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Kuşadası 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.4.2011 gün ve
E:2011/167, K:2011/238 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
14.05.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/18
KARAR NO : 2012/18
KARAR TR : 14.5.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar
oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun
bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K. H.
Sanık : O. K.
O L A Y : Silivri Cezaevi J. Tb. K. lığı 1. J.
Sevk Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık J. Er O. K.’in, devriye görevlisi olduğunda
görev yerinden Devriye Komutanı veya Unsur Komutanının bilgisi olmadan
ayrılmanın, uzaklaşmanın yasak olduğuna dair tebliğ edilen emre rağmen,
5.10.2009 günü, Fatih Adliyesinde devriye olarak görevli iken izin almadan
adliyeyi terk ettiği, böylece, emre itaatsizlikte ısrar etmek suçunu
işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu’nun 87/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 3. Kolordu
Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 12.11.2009 gün ve E:2009/1099, K:2009/996
sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
3. Kolordu
Komutanlığı Askeri Mahkemesi, sanığın yüklenen eylem nedeniyle
cezalandırılmasına karar vermiş, kararın sanık tarafından temyiz edilmesi
üzerine, Askeri Yargıtay 1. Dairesi’nce, tutuklu ve hükümlülerin sevk ve
nakilleriyle muhafazalarını sağlama usul ve esaslarının, Jandarma Teşkilatı
Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin 45/4. maddesinde belirtilen, jandarmanın
mülki görevleri arasında yer alması nedeniyle, sanığın mülki görevlerinin
ifası sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle adli yargı yerinde
yargılanması gerektiği açıklanarak, hükmün görev yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
3. KOLORDU
KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 5.5.2011 gün ve E:2011/374, K:2011/192
sayıyla, bozma ilamında belirtilen hususları tekrar ederek sanığı mülki
görevi sırasında işlediği ileri sürülen suç nedeniyle yargılama görevinin
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz
edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Silivri 1. Asliye Ceza
Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
SİLİVRİ 1.
ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 24.11.2011 gün ve E:2011/437, K:2011/457 sayıyla,
sanığa yüklenen eylemin Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanununa göre
askeri hizmete ilişkin askeri suç olduğu, mülki görev kapsamında
bulunmadığı, bu nedenle sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle Silivri Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak
üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet
DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in,
katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G.
Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in,
başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2.
fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve
şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı
dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu
bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
“Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde,
“Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli,
idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda
verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.
Uyuşmazlığın
incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca,
yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması
gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48
sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik
görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece,
başvuracağı kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen
kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa
yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz
süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın
Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Silivri 1. Asliye Ceza
Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kara-rının kesinleşmemiş olması
nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar
oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun
bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde
belirtilen koşullar oluşmadığından aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca
yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.05.2012 günü
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/19
KARAR NO : 2012/19
KARAR TR : 14.5.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar
oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun
bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Sanıklar : 1- B. K. 2- S. K.
3- T. S. 4- A. S.
O L A Y : Çanakkale Boğaz Komutanlığı emrinde
Lojistik Şube Müdürü olarak görevli sanık Dz. İk. Bnb. T. S.’in, 2003-2006
yılları arası, kendi sağlık karnesi ve aynı Komutanlık emrinde görevli
diğer subay ve astsubayların sağlık karnelerine “pilokarbin nitrat” isimli
yüksek fiyatlı ve sivil eczane tarafından hazırlanan ilacı yazdırdığı,
hastane revir sevk evraklarını birinci amire onaylatması gerektiği halde
bizzat kendisinin tanzim ettiği, Çanakkale 18 Mart Eczanesinin reçete kabul
işlemlerinin öncelikle ve tahakkuk işlemlerinin ivedilikle
sonuçlandırılması konusunda mahiyeti altındaki personele ısrarcı ve takipçi
bir politika sergilediği, kendisi ve adına reçete yazdırdığı personelden kesilmesi
gereken ilaç katkı paylarını zamanında kestirmediği ve ileriki aylara
ertelenmesi konusunda direktif verdiği iddialarıyla hakkında suç dosyası
düzenlendiği ve açılan soruşturma sonunda, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri
Ceza Kanunu’nun 115/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan
ve halen devam eden kamu davası dışında, reçeteler ve protokol kayıtlarının
incelenmesinden sonra, ayrıca Çanakkale Asker Hastanesi’nde görevli askeri
doktorlardan sanık Tbp. Bnb. A. S.’in 6.1.2006 tarihinde İk. Kd. Bçvş. Y.
S.’ın, sanık J. Tbp. Atğm. S. K.’nin 20.9.2006 günü, İk. Yzb. K. B.’un,
Çanakkale Boğaz Komutanlığı Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı Revirinde
görevli askeri doktorlardan sanık Dz. Tbp. Atğm. B. K.’nın 23.5.2005 günü
Ütğm. E. B.’ın sağlık fişlerine “pilokarbin nitrat” isimli saç ilacı
yazdıkları, sağlık fişlerine ilaç yazılan kişilerin ilaç yazan doktorlar
tarafından muayene edilmediği, ilaçların gıyaplarında T. S.’in isteği
doğrultusunda sağlık fişlerine yazıldığı, esasen sağlık fişlerine “pilokarbin
nitrat” isimli saç ilacı yazılan kişilerin herhangi bir saç
rahatsızlıklarının olmadığı, ilaçların yazıldığı tarihler dikkate
alındığında, T. S.’in kendisine ait ilaçları yazdırırken genellikle yanında
ilaç yazdıracağı kişiye ait sağlık cüzdanını da getirdiği ve kendisinin
kullandığı ilaçları sağlık fişi sahibinin gıyabında onun sağlık fişine
yazdırdığı, böylece sanık İk. Bnb.
T. S.’in kendi sağlık fişi dışında başkalarının sağlık fişine yüksek
fiyatlı “pilokarbin nitrat” isimli saç ilacını yazdırması ve ilaç katkı
payını Devlete ödetmesi nedeniyle hazineyi zarara uğrattığı nedeniyle sanık
T.S.’in memuriyet görevini kötüye kullanmak suçuna iştirak etmek suçunu
işlediği ileri sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun
114. maddesi delaleti ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/1,43.,
sanıklar A. S., S. K. ve B. K.’nın memuriyet görevini kötüye kullanmak
suçunu işledikleri ileri sürülerek eylemlerine uyan aynı Kanun’un 257/1.
maddesi uyarınca aynı eylemi işledikleri ileri sürülen onüç sanık ile
birlikte cezalandırılmaları istemiyle Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri
Savcılığı’nın 15.4.2008 gün ve E:2008/135, K:2008/235 sayılı iddianamesiyle
kamu davası açılmıştır.
KUZEY DENİZ
SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 26.10.2011 gün ve E:2011/32, K:2011/187
sayıyla, sanıklara yüklenen eylemin resmi evrakta sahtekarlık suçunu
oluşturacağı, bu suçun da askeri suç olmadığı, askeri bir suça bağlı
bulunmadığı, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili
olarak da işlenmediğinden, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik
nedeniyle de yargılamanın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş, karar sanıklar T. S., A. S., S. K. ve B. K. tarafından temyiz
edilmediğinden bu sanıklar açısından kesinleşmiş, dava dosyası, Çanakkale
Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
ÇANAKKALE AĞIR
CEZA MAHKEMESİ: 21.3.2012 gün ve E:2012/82, K:2012/84 sayıyla, sanıklara yüklenen
eylemin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 134. maddesinde düzenlenen suç
kapsamında kaldığı, bu suçtan sanıkları yargılama görevinin de askeri yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası,
aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet
DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA, Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in,
katılımlarıyla yapılan 14.05.2012 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G.
Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Birol DİNLER’in,
başvurunun reddine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince dosya
üzerinde yapılan inceleme sonucu verilen görevsizlik kararının sanıklara
tebliğ edilmediği, Yasa’da belirtilen hususları içermediği anlaşılmıştır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi 2.
fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve
şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin 10. fıkrasında, “Adli yargı
dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu
bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almıştır.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
“Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde,
“Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli,
idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda
verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.
Uyuşmazlığın
incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca,
yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması
gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48
sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik
görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece,
başvuracağı kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen
kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle,
sanıklara yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat
yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten
sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi'nce
verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı
Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı
Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine
karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından
aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN
REDDİNE, 14.05.2012 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/20
KARAR NO : 2012/20
KARAR TR : 4.6.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Suç tarihinde asker kişi olan sanık hakkında
Askeri Ceza Kanunu’nun 130/1. maddesine uygun eylemi nedeniyle açılan kamu
davasının ASKERİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Sanık : T. Y.
O L A Y : Kıbrıs 14.Zh.Tug.Kh. Ve Kh.Bl.
Komutanlığı emrinde görevli sanık Tnk. Er T. Y.’ın, 20.7.2011 günü, birlik
içersinde bulunan ankesörlü telefonda eşi ile görüşme yaptığı sırada,
yumruğu ile vurmak suretiyle telefon kabin camını kırdığı, kırılan kabin
camının Tugay Muhabere Bölük Komutanlığı’na ait olduğunun bildirildiği,
böylece, sanığın askeri eşyayı kasten tahrip suçunu işlediği ileri
sürülerek eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 130/1. maddesi
uyarınca cezalandırılması istemiyle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri
Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 27.9.2011 gün ve E:2011/268, K:2011/128
sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
KIBRIS
TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 11.11.2011 gün ve E:2011/357, K:2011/232
sayıyla, kırılan kabin camının birlik envanterinde kayıtlı olmaması
nedeniyle “askeri eşya” niteliği bulunmadığından sanığa yüklenen eylemin
Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “mala zarar verme” suçunu oluşturabileceği,
Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik sonucu maddede ki “askeri
mahal” ibaresinin de kaldırılmış olduğu açıklanarak, sanığı yargılama
görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası, Doğubayazıt 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne
gönderilmiştir.
DOĞUBAYAZIT
1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 20.1.2012 gün ve E:2012/38, K:2012/84 sayıyla,
suça konu telefon görüşmelerinin yapıldığı ankesörün KKTC Telekom
Müdürlüğüne ait olduğu, ankesörü kavrayan kabinlerin ise Muhabere Bölük
Komutanlığı’nca yaptırıldığı fakat askeri envanterde kayıtlı olmadığının ve
mülkiyetinin de herhangi bir kuruma ait bulunmadığının anlaşıldığı, belirtilen
eşyanın sehven ya da başka bir nedenle envantere alınmamış olmasının askeri
eşya olduğu hususunu değiştirmeyeceği açıklanarak, yüklenen eylemin Askeri
Ceza Kanunu’nun 130. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu, bu nedenle
sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize
gönderilmiştir.
Mahkememize
gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 5.3.2012 gün ve
E:2012/6, K:2012/6 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik
kararı kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14.
maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip
dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip,
adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava
dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA,
Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde askeri
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın askeri yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın
çözümünün askeri yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Öte yandan, 12.9.2010 tarihinde yapılan
halkoylaması sonucu kabul edilip, buna ilişkin Yüksek Seçim Kurulu
Kararı’nın 23.9.2010 gün ve 27708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik T.C.
Anayasa’sının 145. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri yargı, askerî mahkemeler
ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler
tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait
davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu
düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde
görülür” denilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, olay sırasında camı kırılan
telefon kabininin, Mu. Bl. Komutanlığı’nca yaptırıldığı, askeri hizmete
tahsisli olduğu fakat envanterde olmadığının K.K.T.C. /Değirmenlik 14.
Zırhlı Tugay Komutanlığı’nın 17.10.2011 gün ve KH.BL.9100-532-11 sayılı
yazısı ile bildirildiği anlaşılmıştır.
Yerleşik Askeri Yargıtay kararlarının incelenmesinden, olayına
özgü olarak ordunun envanterinde olan eşyanın yanı sıra, fiili kullanımında
olan eşyaların da askeri eşya kapsamında değerlendirildiği, doktrinde
mülkiyeti devlete ait olan ve kullanılması Silahlı Kuvvetlere bırakılan
eşya olarak tanımlandığının da kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, envanterde kaydı olmamakla birlikte,
Komutanlıkça yaptırıldığı yani Devlet malı olduğu anlaşılan ve askeri
birliğe tahsis edilen telefon kabininin “askeri eşya” olarak kabulünün
mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.
Olumsuz görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, askeri
yargı yerince verilen görevsizlik kararında, suça konu telefon kabininin
Türk Silahlı Kuvvetlerinin mülkiyetinde olmadığı, bu nedenle “askeri eşya”
sayılamayacağı gerekçesine yer verilmiş ise de, Devlet malı olduğu ve
kullanımının Türk Silahlı Kuvvetlerine bırakıldığı gözetildiğinde, suça
konu eşyanın “askeri eşya” ve yüklenen eylemin de “askeri suç” olduğu
kuşkusuzdur.
Açıklanan
nedenlerle, davanın askeri yargı yerinde görülmesi ve Kıbrıs Türk Barış
Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Mahkemesi’nin 11.11.2011 gün ve E:2011/357, K:2011/232 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/21
KARAR NO : 2012/21
KARAR TR : 4.6.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker kişi sanıklar hakkında “yaralama ve bu suça
iştirak etmek” suçlarına uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının,
suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve askeri
mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ
YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Sanıklar : 1- R. Ö., 2- B. U., 3- M. B.,
4- Y. I., 5- S. D., 6- O. Y.,
7- O.Ç., 8- A. H.
O L A Y : Tunceli / Hozat 51. Mot. P. Tug.Kh.Bl. Komutanlığı
emrinde görevli sanık P.Er R. Ö. ile aynı Komutanlık emrinde görevli P. Er
S. Y.’ın, 3.1.2010 günü öğle içtimasında tartıştıkları, “akşam seni sinkaf
edeceğim” diyerek olay yerinden ayrılan R. Ö.’ın, sanıklardan P. Er O. Y.
ile S.’ın kaldığı koğuşa gelerek yeniden tartışmaya ve birbirlerine vurmaya
başladıkları sırada,S.’ın küfrederek bıçak salladığı, daha sonra sanıklar
P. Onb. E. F., P. Er A. H., P. Er O. Ç., P. Er M. B., P. Er Y. I., P. Er S.
D. ve P.Er B. U.’ın da kavgaya dahil olarak S. Y.’ı darp ettikleri, orada
bulunan diğer askerlerin araya girerek S. Y.’ı gazino koğuşuna
götürdükleri, sanıkların burada da S.’ı dövdükleri ve sanıklar M. B. ile Y.
I.’ın S.’ın koğuşuna gelerek, M.’ın “adam bayıldı, gelin alın”, Y.’in “adam
dövecekseniz aha böyle dövülür gidin alın” dediği, revire sonra da
hastaneye kaldırılan S. Y.’ın muayeneleri sonucunda “kraniumda otuz cm²
kemik defekti” tespit edildiği, kesin raporunda, “yaralamanın kişinin
yaşamını tehlikeye sokacak nitelikte olduğu, duyulardan veya organlardan
birinin işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğu ve basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığının”
belirtildiği, böylece sanıklar R. Ö., O. Y., A. H., O. Ç., M. B., Y. I., S.
D. ve B. U.’ın neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçunu işledikleri, S.
Y.’ın O. Y.’ı darp ederek kasten yaralama suçunu işlediği, sanıklardan E.
F.’ın bu eylemi ile 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde
düzenlenen “asta müessir fiil” suçu ile birlikte bu suçu da işlediği, ancak
eyleminin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen ve daha ağır cezayı
gerektiren 87/2. maddesindeki suç kapsamında kaldığı ve sanıkların terhis
edildikleri açıklanarak 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca
görevsizlik kararı verilmesi üzerine yapılan itiraz sonucu, 2. Ordu Komutanlığı
Askeri Mahkemesi, itirazın kabulüne, görevsizlik kararının sanıklardan E.
F. açısından kaldırılmasına karar vermiş, diğer sanıklar açısından
görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, Hozat Cumhuriyet
Başsavcılığı’nca, görevsizlik kararında anlatıldığı şekilde olay
anlatılarak sanıklardan R. Ö.’ın eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun
125/1-4, 87/2-b, 37., sanıklar O. Y., A. H., O. Ç., S. D., B. U., M. B. ve
Y. I.’ın eylemlerine uyan aynı Kanun’un 87/2-b, 37., S. Y.’ın eylemine uyan
aynı Kanun’un 125/1-4, 43/2 ve 106/2-a maddeleri uyarınca
cezalandırılmaları istemiyle 16.3.2011 gün ve E:2011/39, K:2011/16 sayılı
iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
HOZAT
ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 31.3.2011 gün ve E:2011/15, K:2011/23 sayıyla,
silahla tehdit ve hakaret suçları nedeniyle açılan kamu davalarının tefriki
ile devamına karar verdikten sonra, sanıklara yüklenen yaralama eyleminin
Onbaşı rütbesinde olan E. F. ile iştirak halinde gerçekleştirildiği ileri
sürüldüğünden, bu kapsamda Askeri Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde
düzenlenen suça iştirak ettikleri iddiasıyla yargılanmalarının gerektiği ve
353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca yargılamanın askeri yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar
kesinleşerek, dava dosyası, 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne
gönderilmiştir.
8.
KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 17.1.2012 gün ve E:2012/159,
K:2012/14 sayıyla, sanıkların diğer sanık E. F.’ın eyleminden ayrı olarak
mağdura karşı ayrı bir yaralama eyleminde bulundukları, iddianamede
anlatıldığı gibi Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “yaralama” suçuna iştirak
ettikleri ve statülerinin aynı olduğu, yargılama aşamasında terhis
edildikleri açıklanarak, yüklenen eylemin askeri suç olmaması ve askeri
mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi nedeniyle sanıkları
yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava
dosyası, 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize
gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA,
Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın
çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna
göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha
önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez.
Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça bağlı
bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği açıktır.
İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup
olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, iddianame içeriği ve
görevsizlik kararı veren yargı yerlerince de kabul edildiği üzere, sanıklar
hakkında S. Y.’ı, hep birlikte iştirak halinde dövdükleri ve bu nedenle
hayati tehlike oluşturacak ve duyulardan ve organlardan birinin işlevini
yitirecek şekilde yaraladıkları ileri sürülerek kamu davası açıldığı, bu
davadan ayrı olarak askeri yargı yerinde davası devam eden diğer sanık E.
F.’ın bu eyleme iştirakinin söz konusu olduğu, statüsü nedeniyle eyleminin
ayrıca “asta müessir fiil” suçunu oluşturup oluşturmadığı ve hukuki
durumunun yargılamanın devam ettiği mahkemece değerlendirileceği, sanıklar
hakkında E. F.’ın ayrıca işlediği ileri sürülen suça ilişkin ve bu suça
iştirak ettiklerinden bahisle açılmış bir kamu davasının bulunmadığı
anlaşılmıştır.
Bu
durumda olumsuz görev uyuşmazlığına konu “yaralama” suçuna uygun sanıklara
yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, Askeri Ceza Kanunu’nda
bu suça ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen eylemin
“askeri suç” olmadığı açıktır. Sanıkların yargılama aşamasında terhis
edildikleri de dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
353
sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri
bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklara yüklenen eylemin askeri
suç olmadığı anlaşıldığından, 353 sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca
davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Hozat Asliye Ceza Mahkemesi’nin
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Hozat Asliye Ceza Mahkemesi’nin 31.3.2011 gün ve
E:2011/15, K:2011/23 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/22
KARAR NO : 2012/22
KARAR TR : 4.6.2012
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker kişi sanık hakkında “bilinçli taksirle
yaralama” suçuna uygun eylemi nedeniyle açılan kamu davasının, suçun askeri
suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması, davası ayrı yürüyen diğer
sanığın terhis edilmesiyle askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin
kesilmiş olması nedeniyle 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca ADLİ
YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.H.
Katılan : Ö. U.
Sanık : M. B. G.
O L A Y : Isparta İç Güv. Eğt. Tatb. Mrk. 2.
Tb. 3. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık P. Uzm.Çvş. M. B. G.’in
Isparta 30 Yataklı İaşeli Revir Baş-tabipliğinde Nöbetçi Uzman Çavuş olarak
görevli olduğu 13.10.2008 günü, aynı Komutanlık emrinde görevli sanık Ulş.
Er B. E. D.’nin de 018143 plakalı Land Rover ambulans aracının şoförü
olduğu, 19:10 sıralarında nöbetçi doktorun U.B. isimli hastayı Isparta
Asker Hastanesi Acil Servisine sevk etmesi ve ambulansla götürülmesini
istemesi, sanık M. B. G.’i de araç komutanı olarak görevlendirmesi üzerine,
kışla revirinden hastaneye doğru hareket ettikleri sırada, tanık
beyanlarına göre aracın hız limitinin 20 km/saat olması
gerekirken 50-60
km/saat olduğu ve tepe lambası ile sireninin açık
olmadığı, bu sırada takımlar halinde gece eğitimi için kışla içersinde
yürüyüş kolunda ilerleyen 40. P. Eğt. A. 2. Tb. 3. Bl. Komutanlığı
personeli ile karşılaştıkları, havanın kararmış olması nedeniyle şoförün
bölüğü geç fark ettiği ve hızı nedeniyle yavaşlayamadığı, karşıdan gelmekte
olan bir aracın farlarının gözünü aldığı, bölüğün ise ambulansın sireni ve
tepe lambası açık olmadığından arkalarından yaklaşmakta olan tehlikeyi fark
edemediği, şoförün manevra yapmasına ve frene basmasına rağmen P. Er Ö.
U.’a çarptığı, her iki bacağının kırılmasına sebep olduğu ve yaralamanın
“hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu” nun
belirtildiği, böylece araç komutanı olan sanık M. B. G.’in, memuriyet
görevini ihmal, diğer sanık B. E. D.’nin bilinçli taksirle yaralama
suçlarını işledikleri ileri sürülerek, sanık M. B. G.’in eylemine uyan 1632
sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 144. maddesi delaletiyle 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 257/2., sanık B. E. D.’nin eylemine uyan aynı Kanun’un
22/3, 89/1, 89/2-b ve 89/5. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle
Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın
19.3.2009 gün ve E:2009/80, K:2009/251 sayılı iddianamesiyle kamu davası
açılmıştır.
Dağ Komando
Okulu Ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Askeri Mahkemesi,sanıklardan M.B.G’in yüklenen eylem nedeniyle
cezalandırılmasına, diğer sanık hakkında açılan kamu davasında ise, sanığın
yargılama aşamasında terhis edilmiş olması ve yüklenen eylemin askeri suç
olmaması nedeniyle adli yargı yerinde yargılanması gerektiği açıklanarak
görevsizlik kararı vermiş, kararın sanık M. B. G. tarafından temyiz
edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 2. Dairesi, katılan Ö. U.’ın araç şoförü
olan sanık ile araç komutanı olan sanık M. B. G.’in ihmali eylemleri
sonucunda meydana gelen trafik kazasında yaralandığının kabul edildiği
dikkate alındığında, sanığın eyleminin yasal koşulları oluştuğu takdirde
özel bir suç tipi olan “taksirle yaralamaya sebebiyet vermek” suçunu
oluşturacağı, bu durumda 353 sayılı Yasa’nın 12 ve 17. maddeleri uyarınca
davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği açıklanarak, hükmün suç
vasfına bağlı görev ilişkisi yönünden bozulmasına karar vermiştir.
DAĞ KOMANDO
OKULU VE EĞİTİM MERKEZİ KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 30.11.2011 gün ve
E:2011/692, K:2011/371 sayıyla, bozma ilamında yazılı hususları tekrar
ederek sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava
dosyası, Isparta 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
ISPARTA 1. SULH
CEZA MAHKEMESİ:19.1.2012 gün ve E:2012/36, K:2012/32 sayıyla, sanıklardan
B. E. D.’ye yüklenen eylemin taksirle işlenen suçlardan, sanık M. B. G.’e
yüklenen eylemin kasıtla işlenebilen suçlardan olduğu ve bu iki suçun
müştereken işlenemeyeceği, bu sanığın eylemi ile B.’ın eylemine katıldığı
ileri sürülmekte ise de, adli yargı yerinde yolcu ya da yayalara öngörülen
idari yaptırımlara ilişkin suçu oluşturabileceği, sanığın yolcu niteliğinde
olduğu ve adli yargı yerinde üzerine yüklenebilecek bir suç olmadığı, araç
komutanı olarak Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen suç nedeniyle
yargılamasının askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyası,
kendisine gelmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize
gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ali Cengiz ÖZBEK, Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Y. Sezai KARAA,
Turgut SÖNMEZ, Haluk ZEYBEL’in katılımlarıyla yapılan 04.06.2012 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Filiz TÜRKOĞLU’nun davanın
çözümünün adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmektedir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a) Unsurları
ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir
anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevini değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması,
askeri bir suça bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona
ereceği açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının
açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
353
sayılı Yasa’nın “Müşterek Suçlar” başlığı altında düzenlenen 12.
maddesinde "Askeri mahkemelere
ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken
işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise
sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza
Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir"
denilerek, Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suçun müştereken
işlenmesi halinde sanıkların yargılamalarının adliye mahkemelerinde
yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden, dosya içinde mevcut dört kişiden oluşan idari tahkikat
heyetince yapılan soruşturma sonucu düzenlenen idari tahkikat raporunda,
sanık P. Uzm. Çvş. M.B.G.’in hız limitleri konusunda sürücüyü ikaz etmediği
ve ambulans aracının esas güzergahını değiştirdiğinin tespit edildiğinin
belirlendiği, bilirkişi raporunda ise, kazanın neden-sonuç ilişkisine
bakıldığında, ambulansın hastaneye giderken siren ve tepe lambalarının
yanmadığı ve hızlı olduğunun saptandığını, şayet aksi olsa idi gece
karanlığında ışığın rahat görülebileceği ve sirenin duyulabileceği
belirtilerek hız kuralına da uyulmadığı nedeniyle sanık M. B. G.’in
ambulansın siren ve tepe lambalarının yakılması konusu ile hız sınırlarına
uyulması konusunda araç şoförünü yeterli şekilde uyarmadığı için kusurlu
olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, sanıklar M. B. G. ile B. E. D.’nin bilirkişi raporu ile tesbit
edildiği şekilde kusurlu hareketleriyle, meydana gelen olaya sebebiyet
vermiş olmaları, sanık M. B. G.’in eylemi ile sonuç arasında doğrudan
doğruya ilişki bulunduğu da gözetildiğinde, eylemlerinin müşterek işlenmiş
suç niteliğinde bulunduğu, sanığa yüklenen eylemin de bu suç kapsamında
değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.
Sanık B.
E. D.’nin yargılama aşamasında terhis edilmiş olması nedeniyle sanıkların
ortak kusurlarıyla Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan taksirli
suçlarından dolayı, 353 sayılı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca birlikte
yargılanmalarının mümkün olup olmayacağının incelenmesi gerekmektedir.
Anılan
Yasa’nın 12. maddesinde yer alan “bir suçun müştereken işlenmesi halinin,
iştirak hükümlerini de içine almakla beraber daha geniş bir mana ifade
etmesi, bir eylemin birlikte beraber işlenmesi, eylemi ile başka eylemlerin
meydana gelmesine ve sonuçta bir eylemin oluşmasına ayrı ayrı kusurlarıyla
birlikte sebep olan sanıklar arasında Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 8.
maddesinde düzenlenen “bağlılık” durumunun da mevcut olması, ayrıca kusur
derecelerinin belirlenmesinde, kanıtların değerlendirilmesinde, ceza
miktarlarının saptanmasında çelişkilerin meydana gelmemesi bakımından da
ortak kusurla birlikte işlendiği anlaşılan eylem nedeniyle sanıklar
hakkında açılan kamu davalarının aynı yargı yerinde birlikte görülmesi, bu
nedenle yüklenen suçun da askeri suç olmaması göz önüne alınarak 353 sayılı
Yasa’nın 12. maddesi hükmü uyarınca sanıkların birlikte adli yargı yerinde
yargılanmaları, bu nedenle Isparta 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli
olduğuna, bu nedenle Isparta 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.1.2012 gün ve
E:2012/36, K:2012/32 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
04.06.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2010/95
KARAR NO : 2012/93
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Yatırım malları dolayısıyla tahakkuk ettirilen
katma değer vergisinin, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı
tarihe kadar ertelenebilmesinin teminatın verilmesi şartına bağlandığı,
dolayısıyla, teminatın çözülebilmesi için yatırımcı firmanın vergiye tabi
işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının,
ertelenen vergi miktarına ulaşması gerektiği, bu durumda teminatı verenin
mutemet ya da yatırımcı firma olduğuna bakılmaksızın, kanunen öngörülen
koşulun gerçekleşmesinin aranacağı nedeniyle adli yargı kararının KALDIRILMASI,
hukuk ve usule uygun bulunan İDARİ YARGI kararının BENİMSENMESİ suretiyle
HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ giderilmesi hk.
K
A R A R
Hüküm
Uyuşmazlığının
Giderilmesini
İsteyen:T.C.Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat
Md.lüğü
Vekili : Av. G. V.
Karşı
Taraf : …………dTic. San. A.Ş.
Vekili : Av. M. Y.
O L A Y : Davacı şirket (.......... Tic. San.
A.Ş.), mutemet sıfatıyla bir yatırımcı firmaya ait yatırım teşvik belgesine
dayanılarak, Haydarpaşa Giriş Müdürlüğünce tescilli çeşitli gün ve sayılı
giriş beyannameleri ile ithal edilen eşyaya ait, katma değer vergilerinin,
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 46. maddesinin 6. fıkrası
gereğince ertelenmesi için teminat mektupları vermiştir.
İthalatın
gerçekleşmesinden sonra, yatırım teşvik belgesinin sahteliğinin ortaya
çıkması nedeniyle davacı şirket adına, ertelen gümrük vergi ve resimlerine
ilişkin ödeme emirleri düzenlenerek tebliğ edilmiştir.
Anılan
ödeme emirlerine karşı davacı şirket tarafından açılan davalarda, İstanbul
2. Vergi Mahkemesinin kararlarıyla ödeme emirlerinin iptaline hükmedilmiş,
sözü edilen kararlar temyiz incelenmesinden geçerek kesinleşmiştir.
Buna
karşın davalı kurumca, 13.4.1994 günlü, 4270 sayılı yazı ile sözü edilen
ödeme emirleri içeriği alacakların 15 gün içinde ödenmesi, aksi halde 6183
sayılı Yasa uyarınca işleme devam olunacağı davacı şirkete bildirilmiştir.
Davacı
şirket, 2.5.1994 günlü dilekçesi ile yukarıda değinilen iptal kararlarından
söz ederek 13.4.1994 günlü işleme davalı kurum nezdinde itiraz etmiştir.
Davalı
kurumun (Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı) 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı
işlemi ile alacakların derhal ödenmemesi durumunda teminatların irada
intikali ile yeterli olmayan kısmının haczen tahsisli yoluna gidileceği
belirtilmiştir.
1-
Davacı Şirket vekili, teminat mektuplarının irada kaydedileceği yolundaki
5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
İstanbul
2. Vergi Mahkemesi: 19.4.1995 günlü, E:1994/1606; K:1995/1053 sayı ile,
olayda davacı şirketin mutemet sıfatıyla ithalatını gerçekleştirdiği eşyayı
ithalatçı firmaya teslim ettikten ve bu yolla aralarındaki mutemetlik
sözleşmesinin gereğini yerine getirdikten sonra yatırımcı firmanın aldığı
teşvik belgesinin ve çeki, listelerinin sahteliğinin ortaya çıktığının ve
söz konusu belgelerin düzenlenmesinde mutemet firma temsilcilerinin bir
kusuru olmadığının Üsküdar Savcılığının 5.12.1988 gün ve Hz.1988/10314
sayılı takipsizlik kararından anlaşıldığı; bu durumda, çeşitli beyannameler
kapsamı eşyanın vergiden muaf olarak ithaline dayanak oluşturan teşvik
belgesi ile çeki, listelerinin sahteliği konusunda mutemet firmaya kusur
yüklenemeyeceğinden ve ödevli şirket adına düzenlenen ödeme emirleri
Mahkemece iptal edildiğinden, davacı şirketin ithal edilen eşya için
tahakkuk ettirilen gümrük vergisi ile diğer vergi ve resimler, fon ve
hazine hissesine karşılık olarak verdiği teminat mektuplarının nakte
çevrileceğine ilişkin 5.8.1994 günlü işlemin yasal dayanağının bulunmadığı
gerekçesiyle davanın kabulüne, 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı işlemin iptaline
karar vermiş, bu karar davalı kurumca temyiz edilmiştir.
Danıştay
Yedinci Dairesi: 26.12.1996 günlü, E:1995/5187, K:1996/5299 sayı ile,
aynen;
“Dosyanın
incelenmesinden, davanın, yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen
eşyaya ait katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun
46’ncı maddesinin 6’ncı fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet
firma sıfatıyla yükümlü tarafından verilen banka teminat mektuplarının
iadesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açıldığı
anlaşılmıştır.
3065
sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun olay tarihinde yürürlükte olan 46’ncı
maddesinin 6 numaralı fıkrasında, “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
tarafından verilen teşvik belgesinde gösterilen yatırım mallarının
ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisi, bu verginin fiilen
indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenir. Bu ertelemede 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun süre ve tecil faizi
ile ilgili hükümleri uygulanmaz. Şu kadar ki yatırımın teşvik belgesinde
öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi halinde ertelenen vergi tahakkuk ettiği
tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun 48. maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli
tecil faizleri % 50 zamlı uygulanmak
suretiyle tahsil edilir. Erteleme süresince zamanaşımı işlemez.” denilmiş,
31.12.1984 gün ve 18622 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9 seri nolu Katma
Değer Vergisi Genel Tebliğinin Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığı
tarafından verilen Teşvik Belgelerine bağlanan yatırımlarda kullanılacak
yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisine ilişkin
işlemleri düzenleyen (a) bendinde; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
tarafından verilen Teşvik Belgelerinde kayıtlı yatırım mallarının ithalinde
ödenmesi gereken katma değer vergisi, 3065 sayılı Kanunun ilgili hükümleri
gereğince gümrük idareleri tarafından tarh ve tahakkuk ettirilerek, bu
verginin indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği, (b)
bendinde; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48.
maddesinde; amme borcunun vadesinde ödenmesi veya haczin tatbiki veyahut
haczolunmuş malların paraya çevrilmesi amme borçlusunu çok zor duruma
düşürecekse, borçlu tarafından yazı ile istenilmiş ve teminat gösterilmiş
olmak şartıyla, alacaklı amme idaresince veya yetkili kılacağı makamlarca
amme alacağının iki yılı geçmemek üzere ve faiz alınarak tecil olunabileceği,
Teşvik Belgesine bağlı yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının
ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisinin ertelenebilmesi için, bu
yatırım mallarını ithal edecek yatırımcının, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesi ile ithal edilecek yatırım
mallarını gösteren çeki listesinin birer örneğinin gümrük idaresine
ibrazının yeterli olacağı, bu durumda 6183 sayılı Kanunun yukarıda yazılı
48. maddesinde belirtilen sürenin dikkate alınmayacağı ve ertelenen katma
değer vergisine tecil faizi uygulanmayacağı, ancak, aynı madde hükmüne göre
ithal edilen yatırım malları dolayısıyla ertelenen katma değer vergisi
miktarı kadar teminat alınacağı, (c) bendinde; mükelleflerce, yatırımın
gerçekleştiği tarihten sonra mal teslimleri ve hizmet ifaları dolayısıyla
vergi dairesine beyan edilip ödenen katma değer vergisi toplamı yatırım
mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi toplamına ulaştığında,
söz konusu tecil tutarında katma değer vergisi ödendiğine dair vergi
dairesinden alınacak bir yazının ilgili gümrük idaresine ibraz edileceği ve
gümrük idaresince de daha önce yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma
değer vergisinin terkip edileceği, terkin edilen vergi ödenmediği için
hiçbir şekilde indirim konusu yapılmayacağı ve gider kaydedilemeyeceği, (d)
bendinde de, yatırımın teşvik belgelerinde öngörüldüğü şekilde
gerçekleşmemesi halinde, gümrük idarelerince, ertelenen verginin tahakkuk
ettirildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 48. maddesine göre ilgili yıllar için geçerli olan tecil
faizleri % 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği, erteleme
süresince zamanaşımının işlemeyeceği açıklanmış bulunmaktadır.
Yine
22.11.1986 gün ve 19289 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 24 seri nolu Katma
Değer Vergisi Genel Tebliğinin “Mutemet Eliyle İthalat” başlıklı (F)
bölümünün beşinci paragrafında, ithalatın mutemet eliyle yapılması halinde,
gümrük giriş beyannamesi adına tescil edilen mutemet firmanın veya bu
firmayı mutemet tayin eden firmanın mutemet firma lehine teminat vermesinin
mümkün bulunduğu, söz konusu teminatın yatırımının gerçekleştirilmesinden
sonra ithalatçı firmanın vergiye tabi işlemleri dolayısıyla vergi dairesine
beyan edip ödediği katma değer vergisi tutarının ithalat sırasında
ertelenen vergi miktarına ulaşması sonucu, ilgili vergi dairesinden
alınacak yazının gümrük idaresine ibrazı ile çözülebileceği belirtilmiştir.
Olayda,
mutemet .......... Ticaret Sanayi A.Ş. tarafından çeşitli yatırımcı
firmalara ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar
nedeniyle ödenmesi gereken katma değer vergileri tahakkuk ettirildikten
sonra bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar
ertelendiği ve ertelenen katma değer vergisi tutarı kadar banka teminat
mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığı anlaşılmaktadır.
Yatırım
malları dolayısıyla tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin, bu verginin
fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenebilmesi teminatın
verilmesi şartına bağlandığı cihetle ister mutemet firma, isterse yatırımcı
firma tarafından verilmiş olsun verginin ancak teminat karşılığı
ertelenmesi mümkündür.
Teminatın
çözülebilmesi bakımından kanunen yerine getirilmesi gereken koşul ise,
yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği
katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşması olduğuna
göre, bu halde de teminatı verenin mutemet veya yatırımcı firma olduğuna
bakılmaksızın kanunen öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin
aranması gerekir.
Teminatın
çözülmesine yönelik davada belirtilen hususlar üzerinde durulmak suretiyle
bir sonucu varılması zorunlu iken, yazılı gerekçe ile verilen vergi
mahkemesi kararında isabet görülmemiştir..”
Gerekçesiyle
temyiz istemi kabul edilerek Vergi Mahkemesi kararı bozulmuştur,
İSTANBUL
2. VERGİ MAHKEMESİ: 18.5.1998 günlü, E: 1998/261; K:1998/663 sayı ile,
bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılamada, 5.3.1998 ve 13.4.1998
günlü, 1998/260-261 sayılı ara kararı ile davalı kurumdan yatırımcı
firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV
toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşıp ulaşmadığının, ilgili
belgelerin gümrük idaresine ibraz edilip edilmediğinin, edilmiş ise
örneklerinin ve yatırımcı firma unvanının bildirilmesinin istendiği, davalı
yönetimin ara kararına verdiği yanıttan, davacı şirketin mutemet firma
olarak Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünde işlem gören ve sahteliği
saptanan yatırım teşvik belgelerinden kaynaklanan KDV ertelenmesiyle ilgili
olarak erteleme tarihinden sonra gerek anılan firmalar ve gerekse yatırımcı
firmalar tarafından KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığını
belgeleyecek ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz
edilmediğinin dosyanın incelenmesinden anlaşıldığı, söz konusu yatırım
teşvik belgelerinin adlarına düzenlendiği firmaların teşvik sayı ve
tarihleri ile FOB değer ve miktarlarını da içerir biçimde ilişik listede
belirtildiğinin görüldüğü, bu durumda teminatın çözülebilmesi için yasal
olarak yerine getirilmesi gereken koşullar gerçekleşmediğinden mutemet
firma tarafından verilen teminat mektuplarının geri verilmesine olanak
bulunmadığı gerekçesiyle DAVANIN REDDİNE 5.8.1994 günlü, 9113 sayılı
işlemin ONANMASINA hükmetmiş; bu karar DANIŞTAY YEDİNCİ DAİRESİ’nin
12.5.1999 günlü, E:1998/2638; K:1999/1987 sayılı kararıyla ONANMIŞ, aynı
Dairenin 9.10.2000 gün ve E:2009/2733, K:2009/2660 sayılı kararıyla kararın
düzeltilmesi istemi reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.
2-..........
Tic. San. A.Ş. vekili mutemet sıfatıyla gerçekleştirdiği ithalat için
verdiği teminat mektuplarının iadesine karar verilmesi istemiyle 18.8.1994
tarihinde Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığına karşı adli yargı yerinde dava
açmıştır.
İSTANBUL
ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ: 19.12.1995 günlü, E: 1994/1155, K:1995/1461 sayı ile davacının mutemet
firma olarak vergiden muaf eşyanın ithaline dayanak oluşturan teşvik
belgeleri ile çeki, listelerinin sahteliğinden dolayı mutemet firmaya bir
kusur yüklenemeyeceğine göre belgelerin sahteliğinin mahkemece araştırılmasının
esasa etkisinin bulunamayacağı ve ödeme emirlerinin de Vergi Mahkemesinin
kesinleşen ilamları ile iptal edildiği, varsa vergi alacağının ithalatçı
firmadan tahsilinin gerekeceği, bu nedenle davalı yönetim yönünden davanın
kabulü gerektiği, diğer davalılar olan Yapı ve Kredi Bankası ile Egebank’ın
davalı yönetime davacı lehine teminat mektubu verdiklerinden davanın
bunlara yöneltilmesinin olanaklı olmadığı, bu nedenle bu iki davalı
yönünden pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle davanın reddinin
gerekeceği, bu durumda, vergilerden sorumlu olmayan mutemetin kendi adına
vermiş olduğu teminat mektuplarının davalı yönetimden alınarak davacıya
verilmesine, diğer davalılar yönünden davanın husumet nedeniyle reddine,
karar vermiş; anılan karar YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ’nin 9.9.1996 günlü,
E:1996/4890; K:1996/5496 sayılı kararıyla, ONANMIŞ ve kararın düzeltilmesi
istemi de aynı Dairenin 5.12.1996 gün ve E:1996/8251, K:1996/8575 sayılı
kararıyla reddedilmiş ve kesinleşmiştir.
Bunun
üzerine Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığınca Uyuşmazlık Mahkemesine
hitaplı dilekçe ile 3.2.2010
tarihinde İSTANBUL ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ’ne başvurulmuştur.
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNDEN İSTEK; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat
Müdürlüğü vekilince, teminat mektuplarının iadesi istemiyle .......... San.
A.Ş. tarafından açılan davada İstanbul Asliye 7. Ticaret Mahkemesinin
19.12.1995 günlü, E:1994/1155; K:1995/1461 sayılı kararıyla istemin
kabulüne karar verildiği, bu kararın kesinleştiği; aynı konuda, aynı
taraflar arasında açılan davanın, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 8.5.1998
günlü, E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararıyla reddedildiği ve bu kararın
da kesinleştiği; kararlardaki uyuşmazlık nedeniyle hakkın yerine getirilemediği;
bu nedenle İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul Asliye 7. Ticaret
Mahkemesi kararları arasında doğduğu öne sürülen HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ
GİDERİLMESİNE karar verilmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda
bulunulmuştur.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasanın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı
düşünceleri istenilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI: .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından, mutemet sıfatıyla
teşvik belgesine dayanılarak Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünce yapılan
ithalat sırasında mutemet firmaca gümrük idaresine verilen banka teminat
mektuplarının iadesi istemiyle Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat
Müdürlüğü, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş ve Egebank A.Ş. Elmadağ Şubesine karşı
açılan davada, davanın kabulü ve 23 adet teminat mektubunun iadesine
ilişkin olarak verilen ve Yargıtay 11'inci Hukuk Dairesinin 9.9.1996 gün ve
E:1996/4890, K:1996/5496 sayılı kararı ile onanan İstanbul 7'nci Asliye
Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı
kararı ile davacı şirketin Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğüne sözkonusu
banka teminat mektuplarının iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
dair işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin olarak
İstanbul İkinci Vergi Mahkemesince verilen ve Danıştay Yedinci Dairesinin
12.5.1999 gün ve E:1998/2638, K:1999/1987 sayılı kararı ile onanan
18.5.1998 gün ve E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararı arasında oluştuğu
ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenildiği idari ve adli
yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü
için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesinin
gerektiği 2247 sayılı Yasanın 24'üncü maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının
varlığı için, idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasında çelişki yüzünden
hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının aranmadığı,
hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlardan İstanbul 7'nci Asliye Ticaret
Mahkemesi kararı ile, .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından mutemet
firma sıfatıyla ithal edilen demirlerden dolayı gümrük vergileri nedeniyle
sorumlu tutulamayacağı, bu vergilerin sorumlu olan fiilen ithalat yapan
şirketten aranması gerektiği gerekçesine dayalı olarak 23 adet teminat
mektubunun iadesine karar verildiği, İstanbul İkinci Vergi Mahkemesi kararı
ise, davacı şirket tarafından mutemet sıfatı ile teşvik belgelerine dayalı
olarak ithal edilen eşyalara ait katma değer vergilerinin, 3065 sayılı
Katma Değer Vergisi Kanunu ile aynı Kanunun uygulanmasına ilişkin 9 ve 24
seri numaralı Genel Tebliğler ile getirilen düzenlemelere dayanılan ve
katma değer vergisi ile ilgili mutemet veya bu firmayı mutemet tayin eden
firmanın yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden sonra söz konusu teminat
mektuplarının iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin bir
karar olduğu, bu açıklamalara göre; adli ve idari yargı mercileri
tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen aynı konu ve sebebe
dayalı davacısı aynı olan sözkonusu kararlar arasında çelişki olduğu gibi,
bu çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesi de olanaksız bulunduğundan;
olayda, 2247 sayılı Yasanın 24'üncü maddesinde öngörülen anlamda hüküm
uyuşmazlığının varlığının kabulünün gerektiği, anılan uyuşmazlığın ne yolda
çözümleneceğine gelince; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun olay
tarihinde yürürlükte olan 46'ncı maddesinin 6'ncı fıkrasında; Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgesinde
gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer
vergisinin bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar
erteleneceği; bu ertelemede, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun süre ve tecil faizi ile ilgili hükümlerinin
uygulanmayacağı; şu kadarki, yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü
şekilde gerçekleşmesi halinde, ertelenen verginin tahakkuk ettiği tarihten
itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48'inci
maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil faizlerinin%
50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği ve erteleme süresince zamanaşımı
işlemeyeceğinin öngörüldüğü, dosyanın incelenmesinden; mutemet ..........
Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından çeşitli yatırımcı firmalara ait yatırım
teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle ödenmesi gereken
katma değer vergilerinin tahakkuk ettirilmelerinden sonra bu verginin
fiilen indirilmelerinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiğinin ve
ertelenen katma değer vergisi tutarları kadar banka teminat mektuplarının
yükümlü mutemet firmadan alındığının anlaşılması ve teminatın çözülmesinin,
yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği
katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına ulaşmasına bağlı
olması karşısında; teminatın iadesi için, teminatı verenin mutemet veya
ithalatçı firma olduğuna bakılmaksızın, bu koşulun gerçekleşmiş olmasının
aranması gerektiği, oysa, olayda, davacı şirketin yasada öngörülen
yükümlülüklerini yerine getirmediği, dolayısıyla; davanın, Vergi
Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümünün isabetli olduğu, bu kararla
çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, açıklanan nedenle,
İstanbul 7'nci Asliye Ticaret Mahkemesinin kesinleşen 19.12.1995 gün ve
E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı davanın kabulü yolundaki kararının
kaldırılması ve dava hakkında, İstanbul İkinci Vergi Mahkemesinin kararı
doğrultusunda hüküm kurulmasının gerektiği yolunda yazılı düşünce
verilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Hüküm uyuşmazlığının
İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 18.5.1998 gün ve 1998/261 Esas, 1998/663
sayılı kararı ile İstanbul 7. Ticaret Mahkemesinin 19.12.1995 gün ve
1994/1155 Esas, 1996/1461 sayılı kararı arasında oluştuğu ileri sürülerek
müracaatın yapıldığı, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 1998/261 Esas sayılı
dava dosyasının yapılan incelemesinde: davacı .......... Ticaret ve Sanayi
A.Ş. vekili tarafından Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğüne karşı açılan
davada, yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma
değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46. maddesinin
6. fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet firma sıfatıyla yükümlü
tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı ve yapılan yargılama
sonucunda; mutemet davacı şirket tarafından çeşitli yatırımcı firmalara ait
yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle katma
değer vergilerinin tahakkuk ettirildikten sonra bu verginin fiilen
indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelendiği ve ertelenen katma
değer vergisi tutarı kadar banka teminat mektuplarının yükümlü mutemet
firmadan alındığı, teminatın· çözülebilmesi bakımından kanunen yerine
getirilmesi gereken koşulun "yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri
nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV toplamının, ertelenen vergi miktarına
ulaşması olduğu", bu nedenle teminat verenin mutemet veya yatırımcı
firma olduğuna bakılmaksızın kanunen öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin
aranması gerektiğinden, 5.3.1998, 13.4.1998 tarih ve 1990/260-261 sayılı
ara kararları ile davalı Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünden yatırımcı
firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi dairesine ödediği KDV
toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşıp ulaşmadığı ve ilgili belgelerin
gümrük idaresine ibraz edilip edilmediği hususundaki ara karara verilen
14.5.1998 gün ve 85/1-(G. Eks.)-5541 sayılı yazıda "davacı firmanın
mutemet firma olarak gümrükte işlem gören ve sahteliği tespit edilen
yatırım teşvik belgelerinden kaynaklanan KDV ertelenmesi ile ilgili olarak
erteleme tarihinden sonra gerek anılan firmalar gerek yatırımcı firmalar
tarafından KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaştığını belgeleyecek
ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz edilmediği dosyanın
tetkikinden anlaşılmıştır..." şeklinde alınan cevap üzerine dava
konusu olan teminatın çözülebilmesi için kanunen yerine getirilmesi gereken
koşullar gerçekleşmediğinden mutemet firma tarafından verilen teminat
mektuplarının iade edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılarak davanın
reddine karar verildiği ve kararın temyiz incelemesi sonucunda Danıştay 7.
Dairenin 12.05.1999 tarih ve 1998/2638 Esas, 1999/1987 sayılı kararı ile
uyuşmazlığın yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait
katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46'nci
maddesinin 6'ncı fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet sıfatıyla
davacı tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin
reddine ilişkin işlemin iptali isteminden doğmuş bulunduğu belirtildikten
sonra, yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş ve karar düzeltme
talebinin de reddi üzerine söz konusu kararın 5.1.2010 tarihinde
kesinleştiği, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1994/1155 Esas sayılı
dava dosyasında: Davacı .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. vekili tarafından
davalılar T.C. Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına İstanbul Muhakemat
Müdürlüğü, Yapı Kredi Bankası A.Ş. ile Egebank A.Ş. aleyhine açılan davada,
davacı şirketin mutemet sıfatı ile ithal ettiği demirler için davalı Gümrük
İdaresine Yapı ve Kredi Bankası Sultanhamam ve Aşirefendi şubeleri ile
Egebank A.Ş.’nin Elmadağ şubesindeki kendi hesaplarından toplam 435.679.760
TL değerli 23 adet teminat mektuplarının davalı Gümrük İdaresine
verildiğini davalı gümrük idaresinin davacının mutemet sıfatı ile yaptığı
bu ithalatın teşvikli olduğu ve teşviklerin sahte olduğunun ithalattan
sonra ortaya çıktığını ileri sürerek mutemet olan davacıya gümrük
vergilerinden dolayı 23 adet ödeme emri gönderdiği ve her bir ödeme emri
hakkında İstanbul 2 numaralı vergi mahkemesinde 1990/455 ile 1990/474
arasındaki numaraları içeren 23 adet dava açıldığını ve davacının vergi
mükellefi olmaması sebebiyle hakkında düzenlenen ödeme emirlerinin iptal
edildiğini ve bu suretle davacının bir vergi borcu olmadığının kesin olarak
ortaya çıktığını ve davacının verdiği 23 adet teminat mektubunun davalı
idarede sebepsiz ve karşılıksız olarak kaldığı, davacının hiçbir gümrük
borcu olmadığı halde bu mektupların iade edilmediği, ayrıca paraya
çevrileceğinin ısrarla beyan edildiğini ileri sürerek davalı idarece
Danıştay nezdinde yapılan temyiz başvurusunun da tashihi karar başvurusunun
da reddedildiğini ve haklarında kesin hüküm hasıl olduğunu mutemet olan
davacı hakkında hiçbir cezai işlemde bulunmadığını yargı kararlarının
herkes gibi davalı idareyi de bağlayacağı kuşkusuz olduğuna göre teminat
mektuplarının iade edilmemesinin sadece taciz olduğunu, ayrıca davalı
idarenin gönderdiği 5.8.1994 tarihli yazı ile mektupların paraya
çevrilmesinin isteyeceğini bildirdiğini bu durumun davacının ticari
hayatını sona erdirenini bildirerek 435.679.760 TL bedelli 23 adet teminat
mektubunu davalı idareden alınarak taraflarına verilmesi talep edilmiş ve
yapılan yargılama sonucunda davacının ithalat işlemini mutemet sıfatı ile
yaptığı ve gümrük vergilerinden sorumlu olmadığı hususu dosyaya ibraz
edilen idare mahkemesinin kesinleşmiş kararı ile sabit olduğu gibi davalı
yetkilisi hakkında Cumhuriyet Savcılığınca takipsizlik kararı verildiği ve
hakkında açılmış bir dava bulunmadığından davalı idarenin vergi nedeniyle
alacağı varsa bunu fiilen ithalat yapan şirketten tahsil etmesi
gerektiğinden vergilerden sorumlu olmayan mutemedin kendi adına vermiş
olduğu teminat mektuplarının davalı idareden alınarak davacıya verilmesine
gerektiği sonucunda ulaşarak davanın kabulüne karar verildiği, yapılan
temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 9.9.1996 tarih ve
1996/4890 esas ve 1996/5496 sayılı kararı ile Mahkemece, toplanan kanıtlara
göre, davacının ithalat işlemini mutemet sıfatıyla yaptığı, dosyaya ibraz
edilen idare mahkemesinin kesinleşmiş kararına ve davacı idare yetkisi
hakkında C.savcılığınca takipsizlik kararına göre gümrük vergilerinden
sorumlu olmadığı, varsa vergi alacağının ithalatçı firmadan tahsili
gerektiği gerekçesiyle davalı Muhakemat Müdürlüğü hakkındaki davanın
kabulüne, diğer davalı bankalar açısından davanın pasif husumet yönünden
reddine dair kararın onanmasına karar verilmiş ve tashihi karar talebinin
reddi üzerine söz konusu kararın 5.12.1996 tarihinde kesinleştiği, 2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592
sayılı Kanun ile değişik 24. maddesinin birinci fıkrasında, "1nci
maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle
ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve
sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki
çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm
uyuşmazlığının varlığı kabul edilir." hükmünün yer aldığı, hüküm
uyuşmazlığına konu kararların, adli ve idari yargı mercileri tarafından
esasa ilişkin olarak verilip kesinleştiği ve taraflarının aynı olduğu,
İstanbul 2. Vergi Mahkemesi tarafından verilen kararın konusunun;
"yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen eşyaya ait katma değer
vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46. maddesinin 6.
fıkrası hükmü gereğince ertelenmesi için mutemet firma sıfatıyla yükümlü
tarafından verilen banka teminat mektuplarının iadesi isteminin reddine
ilişkin işlemin iptali" olduğu, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi
tarafından verilen kararın konusunun; "davacının ithal ettiği demirler
için davalı gümrük idaresine vermiş olduğu teminat mektuplarının davalı
idarenin ithalatın teşvikli olduğu ve teşviklerin sahte bulunması iddiası
ile davacıya gönderdiği gümrük vergilerinden kaynaklanan 23 adet ödeme
emrinin açılan idari davalarda davacının vergi mükellefi olmaması nedeniyle
reddedilip kesinleşmesine rağmen davacıya iade edilmemeleri ve 5.8.1994
tarihli yazı ile söz konusu teminat mektuplarının paraya çevrileceğinin
bildirilmesi üzerine söz konusu teminat mektuplarının iade edilmesi"
istemi olduğu uyuşmazlık konusu teminat mektuplarının davacı tarafa
verilmesi hususunda adli ve idari yargı yerlerince verilen kararlar
nedeniyle 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesinde ifade edilen hüküm
uyuşmazlığının doğması için ''kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın
yerine getirilmesinin de olanaksız bulunması" hususunun söz konusu
olduğu, dava konusu uyuşmazlığın cereyan ettiği tarihte yürürlükte olan
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 46'ncı maddesinin 6'ncı
fıkrasında; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen
teşvik belgesinde gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken
katma değer vergisinin bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı
tarihe kadar erteleneceği; bu ertelemede, 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un süre ve tecil faizi ile ilgili hükümlerinin
uygulanmayacağı; şu kadar ki, yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü
şekilde gerçekleşmesi halinde, ertelenen verginin tahakkuk ettiği tarihten
itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un
48'inci maddesine göre tespit olunan ilgili yıllar için geçerli tecil
faizlerinin % 50 zamlı uygulanmak suretiyle tahsil edileceği ve erteleme
süresince zamanaşımı işlemeyeceği hükmünün yer aldığı, uyuşmazlık konusu
olayda, davacı mutemet .......... Ticaret tarafından çeşitli yatırımcı Firmalara
ait yatırım teşvik belgeleri kapsamında yapılan ithalatlar nedeniyle
ödenmesi gereken katma değer vergilerinin tahakkuk ettirilmelerinden sonra
bu verginin fiilen indirilmelerinin mümkün olacağı tarihe kadar
ertelendiğinin ve ertelenen katma değer vergisi tutarları kadar banka
teminat mektuplarının yükümlü mutemet firmadan alındığının anlaşılması ve teminatın
çözülmesinin, yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi
dairesine ödediği katma değer vergisi toplamının, ertelenen vergi miktarına
ulaşmasına bağlı olması karşısında; teminatın iadesi için, teminatı verenin
mutemet veya ithalatçı firma olduğuna bakılmaksızın, bu koşulun
gerçekleşmiş olmasının aranması gerektiği, dava konusu uyuşmazlıkta, davacı
şirketin yasada öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit
edilmiş ve bu nedenle de İstanbul 2. Vergi Mahkemesi tarafından davacı şirket
tarafından mutemet sıfatı ile teşvik belgelerine dayalı olarak ithal edilen
eşyalara ait katma değer vergilerinin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi
Kanunu'nun uygulanmasına ilişkin 9 ve 24 seri numaralı Genel Tebliğler ile
getirilen düzenlemelere dayanılan ve katma değer vergisi ile ilgili mutemet
veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın yükümlülüklerinin yerine
getirmesinden sonra söz konusu teminat mektuplarının iadesi gerektiği
gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, dolayısıyla, davanın İstanbul
2.Vergi Mahkemesince karara bağlandığı biçimde çözümü uygun olup, bu
kararla çelişen adli yargı kararının kaldırılması gerektiği, açıklanan
nedenle, İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin kesinleşen 19.12.1995 gün
ve 1994/1155 esas, 1995/1461 sayılı kararının kaldırılması gerektiği
yönünde düşünce verilmiştir.
USULE İLİŞKİN İNCELEME:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümünün 3.10.2011 günlü Görüşme ve Arakarar tutanağı ile
konunun, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 18.5.1998 günlü, E:1998/261,
K:1998/663 sayılı kesinleşen kararı ile İstanbul 7. Asliye Ticaret
Mahkemesinin 19.12.1995 günlü, E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kesinleşen
kararı arasında, 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinin öngördüğü biçimde
doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle, Başbakanlık
Gümrük Müsteşarlığı vekili tarafından yapılan başvuru olduğu belirtildikten
sonra incelemenin tamamlanması için,
K A R A
R :
1-
İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi
kararları arasında 2247 sayılı yasanın 24. maddesinde öngörülen koşulların
gerçekleştiği anlaşıldığından HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI BULUNDUĞUNA;
2- 2247 sayılı Yasanın 25. maddesi hükümleri
uyarınca,
a) İdari
Yargılama Usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya
ait dilekçe ve eklerinin 30 gün içinde yanıt verilmek üzere ..........
Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ne bildirilmesine, anılan Şirketçe verilen yanıtın
karşı tarafa tebliği suretiyle dosyanın tekemmülünün sağlanmasına,
b) Usulü
işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra Başkanlıkça
belirlenecek günde işin esasının görüşülmesine, OY BİRLİĞİ İLE KARAR
VERİLDİ denilmiştir.
Bunun
üzerine, Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe ve ekleri
karşı tarafa (.......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ne) tebliğ edilmiş, yasal
süresi içerisinde cevap verilmemiştir.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 24.
maddesinin 2592 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, “1’inci maddede
gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili
olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe
ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki
yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm
uyuşmazlığının varlığı kabul edilir” hükmü yer almaktadır.
Anılan
hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a)
Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu,
dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her
iki kararın da kesinleşmiş olması,
d)
Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)
Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı
bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden:
a)
Ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş kararlar bulunmaktadır.
b)
.......... Ticaret A.Ş. tarafından mutemet sıfatıyla gerçekleştirilen
ithalat kapsamında Gümrük İdaresine verilen banka teminat mektupları ile
ilgili olarak her iki yargı yerinde görülen davada konu aynı olduğu gibi,
dava nedeni ve taraflar da aynıdır.
c) Her
iki karar da derecattan geçerek kesinleşmiştir.
d) Söz
konusu kararlarda davanın esası hükme bağlanmıştır.
e) VERGİ
MAHKEMESİ’nce; Davacı şirket tarafından mutemet sıfatıyla teşvik
belgelerine dayalı olarak ithal edilen eşyaya ait katma değer vergilerinin
3065 sayılı Yasa ve bu Yasanın uygulanmasına ilişkin 9 ve 24 seri numaralı
Genel Tebliğler ile getirilen düzenlemelere dayanılan ve katma değer
vergisi ile ilgili mutemet veya bu firmayı mutemet tayin eden firmanın
yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden sonra söz konusu teminat
mektuplarının iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmesine karşılık; ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’nce davacı şirket tarafından
mutemet firma olarak vergiden muaf eşyanın ithaline dayanak oluşturan
teşvik belgeleri ile listelerinin sahteliğinden mutemet firmaya bir kusur
yüklenemeyeceğine göre, belgelerin sahteliğinin Mahkemece araştırılmasının
sonuca etkili olamayacağı, ödeme emirlerinin de Vergi Mahkemesinin
kesinleşmiş ilamları ile iptal edilmiş bulunduğu, varsa vergi alacağının
ithalatçı firmadan alınmasının gerekmesi karşısında, davalı yönetim yönünden
dosyanın kabulüne, davalılar Yapı ve Kredi Bankası ve Egebank’ın ise davacı
lehine teminat mektupları vermeleri nedeniyle davanın bunlara yöneltilmesi
mümkün görülmediğinden bunlar yönünden davanın reddine, karar verilmiş
olup; adli yargı kararı ile teminat mektuplarının iadesi yolunda verilen
hükmün idari yargı yerince verilen iade isteminin reddi yolundaki karar
nedeni ile infaz edilebilme olanağının kalmadığı anlaşılmaktadır.
Belirtilen
nedenlerle, İstanbul 2. Vergi Mahkemesi ile İstanbul 7. Asliye Ticaret
Mahkemesi kararları arasında, 2247 sayıl Yasanın 24.maddesinde öngörülen
koşulların gerçekleştiği; verilen kararlar arasında HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI
BULUNDUĞUNA OY BİRLİĞİ İLE karar verilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE:
Başvuru
dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin adli yargı
dava dosyası ile imha edilen idari yargı dosyasının kesinleşmiş karar
örnekleri, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, dayanılan Yasa ve
Yönetmelik kuralları ile Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın hazırladığı
rapor okunup incelendikten; ilgili Başsavcılarca gönderilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın
yazılı düşünceler doğrultusundaki açıklamaları da dinlendikten sonra 2247
sayılı Yasanın 25.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Uyuşmazlık,
.......... Ticaret A.Ş. tarafından mutemet sıfatıyla gerçekleştirilen
ithalat kapsamında Gümrük İdaresine verilen banka teminat mektuplarının
iadesi isteminden kaynaklanmıştır.
15.12.1984
günlü ve 18606 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren olay
tarihinde yürürlükte olan 3099 sayılı, 25.10.1984 tarihli ve 3065 sayılı
Katma Değer Vergisi Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin
Kanunun 4.maddesi ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun
46.maddesine 6.fıkra eklenmiştir, bu fıkra uyarınca;
“Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen teşvik belgelerinde
gösterilen yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken Katma Değer
Vergisi, bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar
ertelenir. Bu ertelemede 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun’un süre ve tecil faizi ile ilgili hükümleri uygulanmaz şu
kadar ki yatırımın teşvik belgesinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi
halinde ertelenen vergi, tahakkuk ettiği tarihten itibaren 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 nci maddesine göre tespit
olunan ilgili yıllar için geçerli tecil faizleri %50 zamlı uygulanmak
suretiyle tahsil edilir. Erteleme süresince zaman aşımı işlemez” hükmüne
yer verilmiştir.
31.12.1984
gün ve 18622 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9 seri nolu Katma Değer
Vergisi Genel Tebliğinin 3. maddesinde, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik Belgesine bağlanan yatırımlarda
kullanılacak yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer
vergisinin göreceği işlemlerin;
a
bendinde, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından verilen Teşvik
Belgelerinde kayıtlı yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer
vergisinin, 3065 sayılı Kanunun ilgili hükümleri gereğince Gümrük İdareleri
tarafından tarh ve tahakkuk ettirilerek, bu verginin fiilen indirilmesinin
mümkün olacağı tarihe kadar erteleneceği,
b
bendinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48.
maddesinde; amme borcunun vadesinde ödenmesi veya haczin tatbiki veyahut
haczolunmuş malların paraya çevrilmesi amme borçlusunu çok zor duruma
düşürecekse, borçlu tarafından yazı ile istenmiş ve teminat gösterilmiş
olmak şartıyla, alacaklı amme idaresince veya yetkili kılacağı makamlarca
amme alacağının iki yılı geçmemek üzere ve faiz alınarak tecil olunabileceğinin
hükme bağlandığı,
Teşvik
Belgesine bağlanan yatırımlarda kullanılacak yatırım mallarının ithalinde
ödenmesi gereken katma değer vergisinin ertelenebilmesi için, bu yatırım
mallarını ithal edecek yatırımcının Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
tarafından verilen Teşvik Belgesi ile ithal edilecek yatırım mallarını
gösteren çeki listesinin birer örneğinin gümrük idaresine ibrazının yeterli
olacağı, bu durumda, 6183 sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen sürenin
dikkate alınmayacağı ve ertelenen katma değer vergisine tecil faizi
uygulanmayacağı ancak aynı madde hükmüne göre, ithal edilen yatırım malları
dolayısıyla ertelenen katma değer vergisi miktarı kadar teminat alınacağı,
c
bendinde, mükelleflerce, yatırımın gerçekleştiği tarihten sonra mal
teslimleri ve hizmet ifaları dolayısıyla vergi dairesine beyan edilip
ödenen katma değer vergisi toplamı, yatırım mallarının ithalinde ertelenen
katma değer vergisi toplamı, yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma
değer vergisi toplamına ulaştığında, söz konusu tecil tutarında katma değer
vergisi ödendiğine dair vergi dairesinden alınacak bir yazı ile Gümrük
İdaresine ibraz edileceği ve Gümrük İdaresince de daha önce yatırım
mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisinin terkin edileceği,
terkin edilen vergi ödenmediği için hiçbir şekilde indirim konusu
yapılmayacağı ve gider kaydedilemeyeceği,
d
bendinde, Yatırımın Teşvik Belgelerinde öngörüldüğü şekilde gerçekleşmemesi
halinde, Gümrük İdarelerince, ertelenen vergi tahakkuk ettirildiği tarihten
itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun
48.maddesine göre ilgili yıllar için geçerli olan tecil faizleri %50 zamlı
uygulanmak suretiyle tahsil edileceği erteleme süresince zamanaşımının
işlemeyeceği şeklinde düzenlendiği,
22.11.1986
gün ve 19289 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 24 Seri Nolu Katma Değer
Vergisi Genel Tebliğinin “Mutemet Eliyle İthalat” başlıklı F bölümünde,
“…Bilindiği
üzere 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1/2 nci maddesi gereğince,
her türlü mal ve hizmet ithali katma değer vergisine tabi bulunmaktadır.
Aynı
Kanunun 46’ncı maddesine 3099 sayılı Kanunla eklenen 6’ncı fıkra hükmü
uyarınca Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından teşvik belgesine
bağlanan yatırım mallarının ithalinde ödenmesi gereken katma değer vergisi
tarh ve tahakkuk ettirilerek bu verginin fiilen indirilmesinin mümkün
olacağı tarihe kadar ertelenmekte ve ertelenen katma değer vergisi kadar
teminat alınmaktadır. Yatırımın gerçekleşmesinden sonra, mükellefin vergiye
tabi işlemleri üzerinden hesaplanıp beyan edilerek ödenen katma değer
vergisi toplamı yatırım mallarının ithalinde ertelenen katma değer vergisi
toplamına ulaştığında vergi dairesinden alınacak bir yazı Gümrük İdaresine
ibraz edilerek teminat çözülmektedir.
26.12.1985
tarih ve 18970 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İthalat
Yönetmeliğinin 16 ncı maddesi hükmü gereğince Teşvik Belgesine bağlı olarak
mutemet eliyle yapılan ithalatta yukarıda belirtilen Kanun hükmünün
uygulanmasında aşağıdaki şekilde hareket edilmesi gerekmektedir.
Bilindiği
gibi, ithalatın mutemet eliyle yapılması durumunda vekalet akdine benzer
bir durum söz konusu olup; mutemet, ithalatçının vekili gibi ithalat
işlemlerini takip etmesine rağmen, ithal edilen malın mülkiyeti kendisine
geçmemekte malın mülkiyeti asıl ithalatçıya ait bulunmaktadır.
Buna
göre ithalatın yukarıda belirtildiği şekilde mutemet eliyle yapılması
halinde, Gümrük Giriş beyannamesi adına tescil edilen mutemet firmanın veya
bu firmaya mutemet tayin eden firmanın mutemet firma lehine teminat vermesi
mümkün bulunmaktadır. Söz konusu teminat, yatırımın gerçekleştirilmesinden
sonra, ithalatçı firmanın vergiye tabi işlemleri dolayısıyla vergi
dairesine beyan edip ödediği katma değer vergisi tutarının, ithalat
sırasında ertelenen vergi miktarına ulaşması sonucu, ilgili vergi
dairesinden alınacak yazının gümrük idaresine ibrazı ile çözümlenecektir.
Diğer
taraftan mutemet firmanın, bu ithalat işlemi için yaptığı aracılık işlemi
nedeniyle elde ettiği komisyonculuk geliri katma değer vergisi kapsamında
vergilendirilecektir.” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, İstanbul Deniz Nakliyatı A.Ş. adına Başbakanlık Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Teşvik ve Uygulama Başkanlığı’nca 22.9.1986
günlü ve 15698 belge nolu Yatırım Teşvik Belgesi ve Yatırım İndirimi
Belgesi düzenlendiği, bu belgenin içeriğinde Yatırım ile ilgili Gümrük
Muafiyeti, Yatırım İndirimi, Döviz Tahsisi, Vergi – Resim Harç İstisnası
gibi teşvik tedbirlerinin bu belgede öngörülen değer ve şartlar esas olmak
üzere Bakanlar Kurulu Kararnamesi ve Tebliğler gereği herhangi bir uygulama
belgesi aranmaksızın ilgili kuruluşlar tarafından tatbik edileceğinin
belirtildiği; 20.10.1987 tarihli protokol ile İstanbul Deniz Nakliyatı A.Ş.
firmasının yapacağı 1315 ton Profil’in ithal işlemini yaptırmak üzere
.......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin mutemet tayin ettiği; ..........
Ticaret ve Sanayi A.Ş.’ni yatırım malı ithal eden mükelleflerin bu malların
ithali sırasında ödemeleri gereken KDV için teminat mektubu verdiği; Maliye
ve Gümrük Bakanlığının 10.10.1988 günlü 141-3608 sayılı yazısı ile, yapılan
soruşturma nedeniyle Yatırım Teşvik Belgesi ve çeki listelerinin sahte
düzenlendiğinin tespit edildiğinden bahisle .......... Ticaret ve Sanayi
A.Ş.’ince vergi ve resimler toplamının noksan ödendiğinin anlaşıldığı;
noksan alınan vergi ve resimlerin ödenmesi gerektiğinin bildirildiği;
.......... Ticaret ve Sanayi A.Ş. tarafından muhtelif ithalatçılar adına
mutemet sıfatıyla yapılan ithalata ilişkin vergilerin esas ithalatçılardan
tahsil edilememesi, teşvik belgeleri ile çeki listelerinin sahte
olduklarının tespiti üzerine, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığınca, ithal
sırasında ödenmeyen gümrük vergi ve resimlerinin ithalatı mutemet sıfatıyla
gerçekleştiren İltaş A.Ş.’den tahsili amacıyla ödeme emirleri düzenlendiği;
İltaş A.Ş.’nin ödeme emirlerinin iptali istemiyle açtığı davaların,
İstanbul 2. Vergi Mahkemesinde iptalle sonuçlandığı ve Danıştay
incelenmesinden geçerek onandığı; .......... Ticaret ve Sanayi A.Ş.
vekilince, ithalat sırasında verilen KDV’ne ilişkin teminat mektuplarının
iade edilmediği; ödeme emirlerinin iptal edilmesi nedeniyle teminat
mektuplarının da iade edilmesi gerektiği öne sürülerek çeşitli tarihlerde
Haydarpaşa Gümrük Müdürlüğüne başvuruda bulunulduğu; Başbakanlık Gümrük
Müsteşarlığı, Haydarpaşa Giriş Gümrük Müdürlüğünün 5.8.1994 günlü ve 9113
sayılı yazısı ile itirazlarının kabulünün mümkün olmadığı; alacakların
derhal ödenmesi gerektiği aksi halde uhdelerinde bulunan teminatların irada
intikali ile yeterli olmayan kısmının da haczen tahsili cihetine
gidileceğinin bildirilmesi üzerine uyuşmazlık doğduğu anlaşılmıştır.
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden, katma değer vergisi
yatırım malları dolayısıyla tahakkuk etmekte ve teminatın verilmesi
şartıyla fiilen indirilmesinin mümkün olacağı tarihe kadar ertelenebilmekte
ve teminat ister mutemet firma isterse yatırımcı firma tarafından verilmiş
olsun katma değer vergisi ancak teminat karşılığı ertelenebilmektedir.
Teminatın
çözülmesi ise yatırımcı firmanın vergiye tabi işlemleri nedeniyle vergi
dairesine ödediği KDV toplamının ertelenen vergi miktarına ulaşması
koşuluna bağlıdır.
Diğer
yandan, düzenlenen Yatırım Belgesinde katma değer vergisi ile ilgili bir
düzenlemeye yer verilmediği gibi, verilen teminat mektubunun Katma Değer
Vergisinin ertelenmesine ilişkin olduğu dolayısıyla, KDV toplamının
ertelenen vergi miktarına ulaştığına ilişkin bir belgenin de dosyaya
sunulmadığı açıktır.
Bu
durumda teminatı verenin mutemet veya yatırımcı firma olduğuna
bakılmaksızın öngörülen koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin aranması
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Katma Değer Vergisi toplamının ertelenen vergi miktarına
ulaştığını belgeleyecek ilgili vergi dairesinden herhangi bir belge ibraz
edilmediği nedeniyle teminatın çözülebilmesi için kanunen yerine getirilmesi
gereken koşullar gerçekleşmediğinden mutemet firma tarafından verilen
teminat mektuplarının iade edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın
reddi yolunda verilen ve kesinleşen İSTANBUL 2. VERGİ MAHKEMESİ kararı
hukuk ve usule uygun bulunmuştur.
Belirtilen
durum karşısında İSTANBUL ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ’nin 19.12.1995 gün ve
E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kesinleşen kararının kaldırılmak suretiyle
hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
KARAR:
1-
Teminat mektubunun iadesi istemiyle İSTANBUL ASLİYE 7.TİCARET MAHKEMESİ’nde
açılan davada, davacının ithalat işlemini mutemet sıfatıyla yaptığı ve
gümrük vergilerinden dolayı sorumlu olmadığı hususunun dosyaya ibraz edilen
idare mahkemesinin kesinleşen kararı ile sabit olduğu gibi, davalı yetkilisi
hakkında C. Savcılığınca takipsizlik kararı verilmiş ve hakkında açılmış
dava bulunmadığından davalı idarenin vergi nedeniyle alacağı varsa bunu
fiilen ithalat yapan şirketten tahsil etmesi gerektiğinden vergilerden
sorumlu olmayan mutemedin kendi adına vermiş bulunduğu teminat
mektuplarının davalı idareden alınarak davacıya verilmesi gerektiği yönünde
verilen 19.12.1995 gün ve E:1994/1155, K:1995/1461 sayılı kararın
KALDIRILMASINA,
2- Hukuk
ve usule uygun bulunan İSTANBUL 2. VERGİ MAHKEMESİ’nin 18.5.1998 gün ve
E:1998/261, K:1998/663 sayılı kararının BENİMSENMESİNE,
Bu
suretle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/18
KARAR NO : 2012/94
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Mera Kanunu uyarınca ödenen fon bedelinin yanlış
ödendiği ileri sürülerek iadesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi
K A R A R
Davacı :
Hazineye İzafeten Ferizli Mal Müdürlüğü (Adli Yargıda)
Sakarya Valiliği (Defterdarlık Milli
Emlak Müdürlüğü) (İdari
Yargıda)
Davalı :
Ferizli Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A. İ. Y.
O L A Y : Sakarya İli,
Ferizli İlçesi, Köyiçi Mevkiinde 15 pafta 2752 parsel sayılı taşınmaz 1967
yılında yapılan tapulama sırasında mera vasıflı olarak ayrılmıştır.
Bu taşınmaz ifraz edilmiş 37 adedi
Ferizli Belediye Başkanlığı adına tescil edilmiş, 152 adedinin ise aynı Belediye
Başkanlığınca satışı yapılmıştır.
Satışı yapılması sonucunda taşınmaz el
değiştirerek muhtelif kişiler adına tescilleri yapılmış, Hazine tarafından
tapu iptali ve tescil davaları açılmış, taşınmazlardan bir kısmının Ferizli
Asliye Hukuk Mahkemesince tapu kayıtlarının iptaline ve dava konusu
taşınmazın mera olarak sınıflandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar
verilmiş ve kararlar kesinleşmiştir.
Sakarya Valiliği Defterdarlık Milli
Emlak Müdürlüğü tarafından 14.12.2005 gün ve 5703 sayılı yazıyla Ferizli
Belediye Başkanlığına başvurularak “…Bu
konuda, 08.06.2004 tarih, 25486 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5178
sayılı Kanunun 5. maddesi ile 4342 Sayılı Mera Kanununa eklenen geçici 3.
maddesinde ‘Belediye ve Mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 1.10.2003
tarihinden önce kesinleşen imar planları içerisinde yerleşim yeri olarak
işgal edilerek mera olarak kullanımı teknik olarak mümkün olmayan yerlerin
tahsis amacı değiştirilerek hazine adına tescilleri yapılır. Ancak ilgili
Belediye veya Kamu Kurum ve Kuruluşları adına tescil edilmiş olanların dava
konusu olup olmadığına bakılmaksızın ücretsiz olarak tescilleri aynen ibka
edilir. Hazine adına, tescil edilmesi gerekirken gerçek veya tüzel kişiler
adına tescil edilmiş taşınmazlara ilişkin açılan davalardan, emlak ve rayiç
bedellerinin toplamının yarısı üzerinden taşınmazların halen maliki olan
kişilerce hazineye bedelinin ödenmesi kaydıyla vazgeçilir. Evvelce açılan
davalarda, hazine lehine kesinleşen kararlara konu taşınmazların tapuları
aynı esaslara göre önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına
devredilir…’ hükmü yer almaktadır.
4342 sayılı Mera Kanununun geçici 3. maddesi uyarınca
yapılan özel nitelikteki satışların 4706 sayılı Kanun kapsamında kalmadığı,
Bakanlık (Milli Emlak Genel Müdürlüğü) 17.11.2005 tarih 45352 sayılı
yazılarına ekli Milli Emlak Kontrolörlerinin 14.10.2005 tarih ve 2005/06,07
sayılı raporunun sonuç kısmının (A) bendi gereğince önceki maliklerine veya
kanuni mirasçılarına satışı yapılan ekli listede adı-soyadı ve belediyeye yatırılan
fon bedeli belirtilen taşınmaz mal satış bedellerinden Belediye adına, 775
sayılı Kanuna göre kesilen %10 belediye fonu olan 24.316,98.-YTL ve %30
Belediye payı olan 65.655,15.-YTL olmak üzere toplamda 89.972,13.-YTL
(Seksendokuzmilyardokuzyüzyetmişiki YTL onüç YKR.) İdaremize iade edilmesi,
rızaen ödenmemesi durumunda dava açılarak tahsilatın sağlanması
istenilmiştir.
İş bu yazımızın (postada meydana gelebilecek
gecikmelerde, yazının postaya verildiği
tarihi takip eden 7 (yedi) nci gün tebliğ tarihi
sayılacaktır. Tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde 89.972,13.-YTL'nin
İdaremize müracaatla ödenmesi aksi takdirde dava yoluna gidilerek yapılacak
mahkeme masrafları ile birlikte tahsili cihetine gidilecektir…”
denilmiştir.
Bu başvuruya karşın Belediye Başkanlığınca
herhangi bir cevap verilmemesi üzerine davacı idarenin adli yargı yerinde
açtığı davada, 6.2.2006 havale tarihli dilekçesinde, özetle Sakarya İli, Ferizli
İlçesi, köyiçi mevkiinde bulunan evveliyatı mera olan ve 15 pafta 2752
parsel numarasında, senetsizken 1967 yılında yapılan tapulamada mera
vasfıyla tescil edilen taşınmaz maldan ifraz edilen ve 37 adedinin halen
Ferizli Belediyesi adına tescilli bulunduğunu, 152 adedinin usule aykırı
olarak Belediyece satışının yapıldığını, satışının yapılması sonucu el
değiştirerek muhtelif kişiler adına tescil edilen taşınmazlar hakkında,
hazine adına taraflarınca tapu iptali ve tescil davası açıldığını, bunların
bir kısmının mahkemece tapu kaydının iptali ve dava konusu taşınmazın mera
olarak sınıflandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar verilerek
kesinleştiğini, söz konusu taşınmazlarla ilgili olarak 08.06.2004 tarih ve
25486 sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 5178 sayılı Kanunun 5. maddesi ile
4342 sayılı Mera Kanununa eklenen geçici 3. Maddesinde "Belediye ve
mücavir alan sınırları içinde kalan ve 1.10.2003 tarihinden önce kesinleşen
imar planları içersinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek mera olarak
kullanımı teknik olarak mümkün olmayan yerleri tahsis amacı değiştirilerek
hazine adına tescilinin yapılacağı ancak ilgili belediye veya kamu kurum ve
kurulları adına tescil edilmiş olanların dava konusu olup olmadığına
bakılmaksızın ücretsiz olarak tescillerinin aynen ikba edileceği Hazine
adına tescil edilmesi gerekirken gerçek veya tüzel kişiler adına tescil
edilmiş taşınmazlara ilişkin açılan davalardan, emlak ve rayiç bedellerinin
toplamının yarısı üzerinden taşınmazların hala maliki olan kişilerce
hazineye bedelinin ödenmesi kaydıyla vazgeçileceği, daha önce açılan
davalarda, hazine lehine kesinleşen kararlara konu taşınmazların tapuları
aynı esaslara göre önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına
devredilir." hükmünün düzenlendiği, evveliyatı mera olduğu gerekçesi
ile daha önce tapu iptali, tescil davasına konu edilen taşınmazların belirtilen
kanun hükmü doğrultusunda taşınmazın önceki maliklerine veya kanuni
mirasçılarına satışının yapıldığı, söz konusu satışların 4706 sayılı
"Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" hükümlerine
göre taşınmaz mal satış bedellerinden 755 sayılı kanuna göre kesilen %10
Belediye Fonu olan 24.316;98 YTL ve % 30 Belediye payı olan 65.655,15 YTL
olmak üzere toplam 89.972,13 YTL nin davalı kurum adına yatırıldığını, söz
konusu işlemin 4706 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda incelendiğinde
işlemin hatalı olduğu ve Büyükşehir Belediyesi adına yatırılan meblağın
haksız olduğu ve iade edilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, tapu iptali ve
tescil davalarına konu olan 2752 parsel numarasıyla kayıtlı evveliyatı mera
olan taşınmazın imar planına göre infaz sonucu oluşarak Ferizli Belediyesi
adına kaydedilen ve belediyece çeşitli şahıslara yapılan satışlarla
mülkiyeti el değiştiren taşınmazların Mera Kanununa eklenen geçici 3.
maddesinin son şekli karşısında bu maddenin tamamen uygulama alanı dışında
kaldığı, hazine adına tescil edilmesi gerekirken doğrudan şahıslar adına
tescil edilmiş taşınmazın satışının yapılabileceği, 2752 numaralı parselden
oluşan taşınmazların maliklerinin ise doğrudan değil akdi bir işlemle
taşınmazları Ferizli Belediyesinden satın almış kişiler olduğu, kanunun bu
kişiler için uygulama imkanının ortadan kalktığı, mera kanunun geçici 3.
maddesi uyarınca yapılan özel nitelikteki satışların 4706 sayılı kanun
kapsamında değerlendirilmesinin doğru olmadığı, bu kanuna istinaden
Büyükşehir Belediyesine yapılan Büyükşehir Belediyesi payı ödenmesinin de
yasal dayanağının ortadan kalktığı öne sürülerek, Sakarya Defterdarlığı
Milli Emlak Müdürlüğü'nün 14.12.2005 tarih ve 5703 sayılı yazısı ile ödenen
meblağın yazı tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde iadesinin istendiği,
davalı kurum 16.12.2005 tarihinde tebliğ yapılmış ise de herhangi bir ödeme
yapmaması nedeni ile Belediye adına haksız olarak kesilen % 10 belediye
fonu 24.316,98 YTL ve % 30 Belediye payı olan 65.655,15 YTL olmak üzere
toplam 89.972,13 YTL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren gecikme faizi ile
birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle,
talebin hukuki olmadığını, davacı tarafın bu satışın 4342 sayılı Mera
Kanununun geçici 3. maddesine dayandığını iddia ettiğini ve dolayısıyla
4706 sayılı yasasının 5. maddesindeki payların belediyeye
aktarılamayacağını iddia ettiğini, halbuki 4706 sayılı Yasanın 5.maddesinin
5. bendine bakıldığında "belediye ve mücavir alan sınırları içindeki
hazineye ait taşınmazların satış bedellerinin tahsil edilen kısmından
öncelikle yerinde muhafaza edilmeyen yapıların tasfiyesinde kullanılmak
şartıyla % 10'u ilgili belediyelerin 20.07.1966 tarihli ve 775 sayılı Kanun
hükümlerine göre oluşturulan fon hesabına aktarılır. Kalan kısmından ise
ilgili Belediyeye % 30, varsa Büyükşehir Belediyesine % 10 pay
verilir" dendiğini, yine durumun "706 sayılı Yasanın 3. maddesi
kapsamında olduğu" ve "taşınmazların malikleri ise doğrudan değil
akdi bir işlemle taşınmazları Belediyeden satın almış kişilerdir" gibi
hukuki olmayan gerekçelere dayalı olarak bu payın geri istenmesinin yasal
olmadığını ileri sürerek, davanın reddini talep etmiştir.
Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi: 23.10.2007 gün ve
E:2006/14, K:2007/73 sayı ile, açılan davanın “alacak” davası olduğu, dosya
kapsamından dava konusu paranın evveliyatı mer'a olan taşınmazların önceki
maliklerine veya kanuni mirasçılarına yapılan satışların satış bedelinden
davalı belediyeye ayrılan pay olduğunun anlaşıldığı dava konusu paranın
belediyeye ödenmesinin dayanağını oluşturan 4706 sayılı Kanunun 5.
maddesinin belediye ve mücavir alan sınırları içindeki Hazineye ait
taşınmazların satılması haline ilişkin oIup evveliyatı mer'a olan
taşınmazların önceki maliklerine veya Kanuni mirasçılarına satılması
halinde uygulanmasının mümkün olmadığı, Mahkemelerince dosya bilirkişiye
tevdii edilerek dava konusu taşınmazların satış bedellerinden davalı
belediyeye ayrılan pay miktarı hususunda rapor alınmış olup bilirkişinin
raporunda Ferizli Belediye Başkanlığı adına yatırılmış olan paylar
toplamının 89.972,13 YTL olduğunu rapor ettiğinden davanın kabulüne karar
vermek gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş, bu karar
Ferizli Belediye Başkanlığınca temyiz edilmiş ise de Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi 19.11.2009 gün ve E:2009/585, K:2009/12999 sayı ile 3533 sayılı
Kanununun 6.maddesine göre bu Kanun uyarınca verilen kararların temyiz
edilebilme niteliği olmayıp, sadece itirazının mümkün olduğu bu durumda
dilekçenin itiraz niteliğinde olduğunun kabulüyle isteğin hakemce
incelenmesi gerektiği gerekçesiyle gerekli inceleme hakemce yapılmak üzere
dosyanın geri çevrilmesine karar vermiştir.
FERİZLİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla):
12.7.2010 gün ve E:2010/1, Hakem Karar:2010/1 sayı ile, dava konusu edilen
alacağın 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Hükümlerine göre taşınmaz mal satış bedellerinden 755 sayılı Kazanç Vergisi
Kanununa göre kesilen %10 Belediye Fonu ve %30 Belediye payından kaynaklandığı,
2576 sayılı yasanın 6. maddesi gereğince Vergi Mahkemesinin görevlerinin
genel bütçeye, İl Özel İdareleri, Belediye ve Köylere ait vergi, resim ve
harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile
tarifelere ilişkin davaları, 6813 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü
Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların ve diğer kanunlarla
verilen işlerin çözümlenmesi olarak sayıldığı, bu hükme göre belediyelere
ait vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlerin tarh, tahakkuk ve tahsil
işlemlerinden doğan uyuşmazlıkların vergi mahkemelerinin ana görevlerinden
birini oluşturduğu, somut olayda belediyelerce alınan fon ve payın “benzeri
mali yükümler” kapsamına girdiği, bu davalara bakma görevinin Vergi
Mahkemelerine ait olduğu dava konusunun özel hukuk hükümlerine tabi bir
alacakmış gibi mahkemeye başvurulmasının alacağın niteliğini
değiştirmeyeceği davanın genel mahkemelerde açılamayacağı, davanın idari
yargı yerinde sonuçlandırılması gerektiği gerekçesiyle Mahkemelerinin
görevsizliğine karar vermiş bu karar kesinleşmiştir.
Davacı Sakarya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak
Müdürlüğü, bu kez Sakarya İli, Ferizli İlçesi sınırları dahilinde bulunan
ve 4342 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi uyarınca hak sahibi şahıslara
yapılan özel nitelikli satışlardan 4706 sayılı Yasanın 5.maddesi uyarınca
sehven kesilerek (%10 belediye fonu olan 24.316,98 TL ve %30 belediye payı
olan 65.655,15 TL) Ferizli Belediye Başkanlığına ödenen toplam 89.972,13
TL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
tahsili istemiyle 11.10.2010 havale tarihli dilekçesi ile Sakarya Vergi
Mahkemesinde dava açmıştır.
Sakarya Vergi Mahkemesi 13.10.2010 gün ve E:2010/785,
K:2010/844 sayı ile, Vergi Mahkemelerinin görevlerini düzenleyen 2576
sayılı Kanunun 6.maddesinin Vergi Mahkemelerinin; genel bütçeye il özel
idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali
yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları ve bu
hususlarda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun
Uygulanmasından doğan davaları çözümleyeceğinin hükme bağlandığı dava
dilekçesi ve eki belgelerinin incelenmesinden, uyuşmazlığa konu alanın Mera
Kanunundan kaynaklanan satış sırasında olduğu ve alacağın genel bütçeye, il
özel idareleri belediye ve köylere ait vergi, resim ve harç ile benzeri
mali yükümlere ilişkin olmadığı, bu durumda, uyuşmazlığın çözümlenmesinde
Mahkemelerinin görevli olmadığı, uyuşmazlığın çözümlenmesinde genel görevli
mahkeme olan idare mahkemelerinin görevli olduğu ve dava dosyasının Sakarya
İdare Mahkemesine gönderilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14 ve 15/1-a maddeleri
uyarınca görev yönünden reddine, dava dosyasının görevli Sakarya İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
SAKARYA 1. İDARE MAHKEMESİ: 23.11.2010 gün ve
E:2010/1061 sayı ile, 3533 sayılı Umumi ve Mülhak ve Hususi Bütçelerle
İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayenin Tamamı Devlete veya
Belediyeye veya Hususi İdarelere Ait Daire ve Müesseseler Arasındaki
İhtilafların Tahkim Yolu ile Halli Hakkında Kanunun 1,2,4 ve 6.
maddelerinden sözederek, yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte
değerlendirilmesinden, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları İdari
Yargı dava türleri arasında sayılmış olup, Umumi, mülhak ve hususi
bütçelerle idare edilen daireler ve belediyelerle sermayesinin tamamı
Devlete veya belediye veya hususi idarelere ait olan daire ve müesseseler
arasında çıkan uyuşmazlıkların tahkim usulü ile yüksek dereceli hukuk
mahkemesi başkanı veya hakimi tarafından hakem sıfatıyla çözümleneceği,
yapılan yargılama sonucu verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren
30 gün içinde kararı veren mahkemeye itiraz olunabileceği, itiraz üzerine
verilecek kararların kesin olduğunun anlaşıldığı, uyuşmazlıkta; görülmekte
olan davanın, olumlu veya olumsuz idari bir işlemin tesis edilmesi üzerine
o işlemin iptali istemiyle açılan bir dava olmadığı, sehven ödendiği ileri
sürülen paranın iade edilmesi talebiyle açılan bir dava olduğu, diğer bir
ifade ile alacak davası niteliğinin bulunduğu sonucuna varıldığı, bu
haliyle; uyuşmazlığı çözme görevinin hakem sıfatı ile Adli Yargı
Mahkemelerinde bulunduğu sonucuna varıldığından, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi
tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde açılan davaya
ilişkin uyuşmazlığın görüm ve çözümünün hangi yargı koluna ait olduğunun
ortaya konulabilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi
gerektiği gerekçesiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 19.maddesi uyarınca dava
konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olan yargı kolunun
belirlenmesi amacıyla dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne
gönderilmesine, davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi'nin karar
vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; İdare Mahkemesi’nce 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen
durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin
edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık
yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve
idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Sakarya İli,
Ferizli İlçesi sınırları içerisinde bulunan 2752 parsel numaralı taşınmazın
4342 sayılı Yasa'nın geçici 3. maddesi uyarınca hak sahibi şahıslara
yapılan özel nitelikteki satışlardan 4706 sayılı Yasa'nın 5.maddesi
gereğince sehven kesilerek Ferizli Belediye Başkanlığı'na ödendiği ileri
sürülen % 10 belediye fonu olarak 24.316,98 TL ile %30 belediye payı olan
65.655,15 TL olmak üzere toplam 89.972,13. TL’nin 1.1.2006 tarihinden
itibaren isleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 45.
maddesinde,
“Devlet,
tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve
tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel
ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların
işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını
kolaylaştırır.
Devlet,
bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin
üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” hükmüne yer
verilmiştir.
4342
sayılı Mera Kanununun geçici 3.maddesinde,
“…Belediye
ve mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 1.1.2003 tarihinden önce
kesinleşen imar plânları içerisinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek
mera, yaylak ve kışlak olarak kullanımı teknik açıdan mümkün olmayan
yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek Hazine adına
tescilleri yapılır. Ancak, bu nitelikteki taşınmazlardan ilgili belediye
veya
kamu kurum ve kuruluşları adına tescil edilmiş olanların tescilleri bedel
talep edilmeksizin aynen devam eder. Bunlar hakkında Hazinece dava açılmaz,
açılmış davalardan vazgeçilir. Hazinece bu nitelikteki taşınmazlar hakkında
ilgili belediye veya kamu kurum ve kuruluşları aleyhine açılan davalar
sonucunda Hazine adına tesciline veya mera, yaylak ve kışlak olarak
sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilen, kesinleşen
ve henüz tapuda işlemleri yapılmamış olan taşınmazlar hakkında da aynı
hüküm uygulanır.
Birinci
fıkrada nitelikleri belirtilen taşınmazlardan Hazine adına tescil edilmesi
gerekirken gerçek ya da özel hukuk tüzel kişileri adına tescil edilmiş
taşınmazlara ilişkin Hazinece açılan davalardan, taşınmazların emlak ve
rayiç bedellerinin toplamının yarısı üzerinden hesaplanacak bedelin
ilgililerce Hazineye ödenmesi kaydıyla vazgeçilir. Bu hüküm, henüz dava
açılmamış taşınmazlar hakkında da uygulanır. Evvelce açılan davalarda
Hazine adına tesciline veya mera, yaylak ve kışlak olarak
sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilen ve
kesinleşen kararlara konu olan bu nitelikteki taşınmazların tapuları da
talep etmeleri halinde aynı esaslara göre önceki kayıt maliklerine veya
kanuni mirasçılarına devredilir.
Birinci
fıkrada nitelikleri belirtilen taşınmazlardan, Hazine adına tescil edilmesi
gerekirken belediyeler adına tescil edilen ve belediyelerce konut veya
işyeri yapılmak üzere bedelsiz olarak veya bedeli karşılığında gerçek ve
özel hukuk tüzel kişilerine tahsis edilen, daha sonra Hazine tarafından
ilgili belediye aleyhine açılan davalar sonucu mera, yaylak ve kışlak
olarak sınırlandırılmasına ve özel siciline yazılmasına karar verilerek
mera, yaylak ve
kışlak
özel siciline yazılan, fakat daha sonra bu Kanun hükümlerine göre mera,
yaylak ve kışlak vasfı değiştirilerek Hazine adına tescil edilen
taşınmazlardan; herhangi bir kamu hizmeti için gerekli olmayan, Hazinece
herhangi bir tasarrufa konu edilmeyen ve halen tapuda Hazine adına kayıtlı
olan taşınmazlar, tahsis tarihindeki arsa değerine devir tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz eklenerek belirlenecek bedelin ilgililerce
Hazineye ödenmesi kaydıyla adlarına tahsis yapılanlara devredilir. Bu
fıkranın uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlığın görüşü alınarak
Maliye Bakanlığınca belirlenir” denilmiş,
4706
sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5.maddesinin 5.
bendinde,
“…Belediye
ve mücavir alan sınırları içindeki Hazineye ait taşınmazların satış
bedellerinin tahsil edilen kısmından öncelikle yerinde muhafaza edilemeyen
yapıların tasfiyesinde kullanılmak şartıyla % 10'u, ilgili belediyelerin
20.7.1966 tarihli ve 775 sayılı Kanun hükümlerine göre oluşturulan fon
hesabına aktarılır. Kalan kısmından ise ilgili belediyeye % 30, varsa
büyükşehir belediyesine % 10 oranında pay verilir. Belediye mücavir alan
sınırları dışındaki köylerde bulunan Hazine taşınmazlarının satış
bedellerinin tahsil edilen kısmından, % 25 oranında; dörtte biri ilgili köy
tüzel kişiliğine ödenmek ve kalanı diğer köylere götürülecek hizmetlerde
kullanılmak üzere, il özel idarelerine pay verilir. Bu paylar tahsilini
takip eden ayın yirmisine kadar ilgili idarelerin hesaplarına aktarılır.
Belediyelere veya köy tüzel kişiliklerine yapılan satış ve devirlerden elde
edilen gelirler ile özel ödenek kaydedilen satış gelirlerinden pay
verilmez.(Ek cümle:
23/7/2010-6009/33 md.) Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin
özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tarım
arazilerinin kiracılarından tahsil edilen kira gelirlerinin yüzde onu, 442
sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı
izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzelkişiliği hesabına
aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu
oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir…” hükmüne yer verilmiş,
Sözü
edilen madde hükmünde, mevcut gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden
gecekondu yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alınması gereken tedbirleri
kapsayan 775 sayılı Gecekondu Kanununa atıf yapılmış, Kanunun 12.
maddesinde, hizmetlerin yürütülebilmesi için sağlanacak gelirlerin
belediyeler adına açılacak özel hesaplarda toplanacağı ve birer fon teşkil
edileceği belirtilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, Sakarya İli, Ferizli İlçesi, Köyiçi Mevkiinde bulunan
evveliyatı mera olan 15 pafta, 2752 parsel numarasındaki taşınmazın
senetsizden 1967 yılında yapılan tapulamada mera vasfıyla tescil edildiği;
taşınmaz malın ifraz edildiği ve 37 adedinin Ferizli Belediye Başkanlığı
adına tescilli bulunduğu; 152 adedinin ise belediyece satışının yapılması
sonucu el değiştirerek muhtelif kişiler adına tescil yapıldığı; taşınmazlar
hakkında Hazine adına “tapu iptali ve tescil” davası açıldığı; bunların bir
kısmının mahkemece tapu kaydının iptali ve dava konusu taşınmazın mera
olarak sınırlandırılıp özel siciline yazdırılmasına karar verildiği ve
kesinleştiği; evveliyatı mera olduğu gerekçesiyle daha önce tapu iptali,
tescil davasına konu edilen taşınmazların Mera Kanunu hükümleri doğrultusunda
önceki maliklerine veya kanuni mirasçılarına satışının yapıldığı ve söz
konusu satışların 4706 sayılı Yasa hükümleri nedeniyle taşınmaz mal satış
bedellerinden 775 sayılı Kanununa göre kesilen %10 belediye fonu olan
24.316,98 TL ve %30 belediye payı olan 65.655,15 TL olmak üzere 89.972,13
TL’nin davalı belediye adına yatırıldığı; ancak 4706 sayılı Yasa hükümleri
uyarınca bu miktarların belediye adına yatırılmaması gerektiği öne
sürülerek 89.972,13 TL’nin 1.1.2006 tarihinden itibaren gecikme faizi ile
birlikte tazmini istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Yukarıda
sözü edilen Kanun hükümleri ile birlikte 775 sayılı Yasa genel olarak
değerlendirildiğinde, kamu tüzel kişisi olan Bakanlıkların ve Belediyelerin
bu Kanunlar uyarınca hesaplanan alacaklarının kamu alacağı niteliğinde
olduğu; dava konusu edilen parsel miktarının Kamu Kanununun emredici
hükümlerine göre ve idari usullerle toplanacağı, hesaplanacağı ve
dağıtılacağı; olayın her yönü ile kamu hukukuna dayalı olduğu ve onun
esaslarına uygun olarak cereyan ettiği açıktır.
Hazinece,
kanunun verdiği görev ve yetkiyle gelirlerinden yerel yönetimlere pay
dağıtması bir idari işlemdir.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2. maddesinde “İdari eylem ve
işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı
davaları” nın idari dava türü olduğu belirtilmiştir.
Uyuşmazlık, kamu kuruluşu olan, davacı Hazine ile davalı Belediye Başkanlığı arasında, gelirden ayrılacak olan payın belediyelere
dağıtılmasına(aktarılmasına) ilişkindir.
Bakılan dava, kamu kuruluşları arasındaki hizmet ilişkisi
sonucu belediyelere aktarılan pay nedeniyle oluşan ihtilafın giderilmesine
ilişkin olduğundan, varsa hatalı
işlemin düzeltilmesi veya geri alınmasının gerekip gerekmediğinin, idare
hukuku çerçevesinde tayin ve takdiri idari yargıya aittir.
Olayda Belediyenin haksız zenginleşmesi ve kusurunun
bulunup bulunmaması işlemin idarilik vasfını değiştirmeyecektir.
Bu
itibarla davada idari yargı yeri görevli olduğundan İdare Mahkemesinin
başvurusunun reddi gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 21.5.2012
gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/197
KARAR NO : 2012/95
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Hüküm
Uyuşmazlığının
Giderilmesini
İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. Ş. R.
Karşı
Taraf : İçişleri Bakanlığı
Vekili : Av. E. A.
O L A Y : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli
iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet olarak,
Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06 A 18402 plakalı resmi araç (panzer), içinde polis memuru
H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal
Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinden aşağıya düşmüştür.
Bu
olayda, polis memuru H. Y. yaralanmış, Mersin Devlet Hastanesinde tedavi
görmüş, 15 gün iş ve gücünden kalacağı belirtilen polis memuruna İçişleri
Bakanlığınca 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun
uyarınca 4.652.625.000 TL tazminat ve 4.400,00 TL hastane masrafı
ödenmiştir.
I-İçişleri
Bakanlığı vekilince, söz konusu kazanın Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığı tarafından yaptırılan Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün
yapım-proje hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurptan
kaynaklandığının olay mahallinde tutulan trafik raporunda belirtilmiş
olduğu; köprü üzerinde proje ve yapım hatasından oluşan kurbun
trafik-sürücü emniyetini tehlikeye soktuğu; bu hususun yetkili makamlarca
Mersin Büyükşehir Başkanlığına bildirildiği ancak, Belediye Başkanlığınca
hiç bir önlem alınmadığı ve kazalara sebep olduğu; netice itibariyle
panzerin kaza yapmasına sebep olması nedeniyle, İçişleri Bakanlığınca
yaralanan polis memuruna tazminat ödemek zorunda kalındığı, bu nedenle
Hazine zararının ödeme yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi
ile birlikte Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığından tahsiline karar
verilmesi istemiyle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli
yargı yerinde dava açılmıştır.
MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla):
21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili
tüm delilleri toplanmış, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/5 esas
sayılı dava dosyası aynı mahiyette açılan Mahkememize ait 2003/10 Hakem sayılı
dosyaya celb edilmiş bu dosyanın tetkikinde kazada ölen H. Y.'ın
mirasçıları tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat
davası açıldığı, bu dosyada yaptırılan bilirkişi incelemesinde davalı
belediyenin köprünün hatalı yapımından dolayı 3/8 oranında kusurlu
olduğunun kabul edildiği tazminata karar verildiği derecattan geçerek
kesinleştiği anlaşılmış olup, bu dosyada davalı belediyenin yer almaması ve
davanın da ihbar edilmemesi nedeni ile 2003/10 hakem sayılı dosyada
bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş o dosyaya verilen rapor
örneği dava dosyamıza konulmuş ve bilirkişi kurulu vermiş bulundukları
14.5.2006 tarihli raporlarında panzerde meydana gelen teknik arızanın olaya
5/8 oranında etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir Belediyesinin olayda 3/8
oranında kusurlu bulunduğu panzeri kullanan dava dışı Ç. A.'ın kusursuz
olduğunun bildirildiği görülmüştür.
Dava, meydana gelen trafik kazası nedeni ile kazada
yaralanan polis memuru H. Y.'a ödenen tazminat ile hastane masrafının rücuen
tahsili istemine ilişkin olup davacının davası, toplanan deliller, Ankara
4. Asliye hukuk mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyasında kesinleşen
kusur oranı, keza dava dosyamızda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu
verilen bilirkişi kurulu raporu ve tüm tekmil dosya münderecatı ile kısmen
sabit olmuş olup kusura ilişkin raporun uzman bilirkişilerce düzenlenmesi
gerekçeli ve hüküm vermeye yeterli bulunması nedeni ile bu rapor hükme esas
alınmış, nakdi tazminat komisyonu kararının olayın olduğu tarihle aynı
olması durumunda dikkate alınarak ve davalı belediyenin tespit edilen kusur
oranına göre hesap edilen alacak miktarının rücuen tahsiline karar verilmesi
gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Yukarıda açıklandığı gibi,
Açılan davanın Kısmen Kabulü ile 1.746,38 YTL alacağın
davalıdan alınıp davacıya verilmesine, alacağın 1.744,73 YTL lik kısmına
ödeme tarihi olan 12.8.2002 tarihinden itibaren, 1.65 YTL lik kısmına da
9.5.2002 tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal faizi yürütülmesine,
fazlaya ilişkin talebin reddine…”
karar vermiş, bu karara taraflarca itiraz edilmiş, Mersin 1. Asliye
Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 22.1.2007 gün ve E:2002/7, K:2006/3
sayılı Ek kararıyla itiraz reddedilerek kesin olarak karar verilmiştir.
ll-İçişleri
Bakanlığı vekili, İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz
kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı
panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki
panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner
Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü
ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün yapımındaki
proje hatasından kaynaklandığını; köprünün orta kısmında bulunan 40 m uzunluğundaki “keskin
kurbun” kazaya neden olduğunu, kazanın meydana gelmesinde davalı
belediyenin %80 oranında kusurlu olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp
panzerin hızını yol ve hava şartlarına göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da
%20 kusuru bulunduğunu, panzerdeki hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk
Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı dosyasında 7.827.779.466 TL sı olarak
tespit ettirildiğini hasar bedelinin ödenmemesi nedeniyle iş bu davanın
açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere hazine
zararı (7.827.779.466) TL sının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal
faizi ile birlikte ve kusurları oranında davalılardan müştereken
müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle İçel Büyükşehir Belediye
Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.
İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, davaya cevap
dilekçesinde, davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde
kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından
dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurbdan kaynaklandığının ileri sürülmüş
olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını, bu nedenle
idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı verilmesini,
biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul edilse dahi
haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini,
davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın
4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili
belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit
köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını,
projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra
projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz
açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve
esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.
Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve
E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı
belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet
kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup
bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği,
açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı
aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmadığı,
uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı
belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye
vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri
sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle
uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya
bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii
önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
İçişleri
Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç.
A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851,
K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği
olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577
sayılı Yasanın 36. maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu
uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu
gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki
yönünden reddine karar vermiştir.
Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880,
K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara
Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret
kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına
karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın davalı
sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın adı
geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı
yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma
olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın
konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net
olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577
sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu
edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin
reddine karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava
dilekçesi yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava
açılmıştır.
Mersin
İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile,
21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana
gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı
Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu
anlaşıldığından, söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana
gelen, 7.827.770.000.-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden
2.935.413.750.-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği
sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile
2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın açıldığı
15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı
idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat talebinin
reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek bozulması
istemi üzerine,
Danıştay
8. Dairesi: 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı
tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde
hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol
trafik uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu
yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi
ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir
kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya
dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz
isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi
kararının bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi
doğrultusunda inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın
anılan Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.
MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636,
K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen
panzerin şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada oluşan
hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.
2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.
Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu
hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli
kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla
yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle
hizmetin kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet
kusurunu oluşturur.
Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş
ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir
etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması,
idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir
yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet
vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin
gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini
kusurlu işlettiği kabul edilmektedir.
Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek
için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye
yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik
bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında
doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının
bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.
Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait
olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü
yetkisinde görevlendirilen 06
A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin
şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer
şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden
düşmesiyle sonuçlanan ölümlü yaralamalı
trafik kazasında, olayın köprünün yapım hatasının sebep olduğu iddiasıyla
davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının sorumlu olduğu hasar
bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın
İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk
Dairesince onaylanıp kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı
anlaşılmıştır.
Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj
(kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının
araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli
ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden
incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına
karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri
naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin
birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması
gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi üzerine
mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince
düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım
için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli
uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde
yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan
ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak
yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu
hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun
olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.
Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi
heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya
sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde
yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya
konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş,
bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt
ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım
hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı
işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye
uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun
tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım
hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani
kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.
Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara
tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına
davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü
Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O. N. Ç.,
aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile
aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim
üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri,
bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik
görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre
yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde
görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.
Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde
görevlendirilen 06 A
0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet
Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir
kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması
karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle
sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…” karar vermiş bu karar Danıştay 8.
Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877 sayılı kararıyla
onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNDEN İSTEK:
Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek
üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile,
Mersin 1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı
kararı ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili
olarak, köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun
projeye uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve
levhalarının bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı
idarelerinin teknik bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu
hazırlanan bilirkişi raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın
reddine karar verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin
(Hakem Sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3 sayılı kararı ile,
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun
tespit edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini
dolayısıyla aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm
uyuşmazlığının doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada
birbiri ile çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm
uyuşmazlığının 2247 sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi
istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
Başkanlıkça
2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı
düşünceleri istenmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk
Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2002/7, K:2006/3 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları
arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının
giderilmesi istenilmektedir...
D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci
fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’
hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya
askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı
olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri
sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince
verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her
iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı
olduğu anlaşılmıştır.
Her iki yargı yerinde açılan davalar
konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana
geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla,
belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan
bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına
dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat
isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup
bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin
aynı olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan; konuları, sebebi ve
tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar
arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale
geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında
hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.
E) Hüküm uyuşmazlığının esasına
gelince:
T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu,
hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin
kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk,
aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü
işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve
idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve
idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri
arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari
yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir
Olayımızda ise, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan
iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde açılmıştır.
Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda
anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda
sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu
bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi
dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması gerekmektedir.
Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı
doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas
alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş
olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu
kanısına varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı
kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;
2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı
kararının kaldırılmasına,
3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve
E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;.
Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar
verilmesi gerekeceği…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı
tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru
bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı,
kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini
amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile
) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının
kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle 3/8
oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2002/7 E, 2006/3 K sayılı
kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına isabet eden
tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından davacı
Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile de karar
kesinleşmiştir.
Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde
açılan davada ise;
İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin Büyükşehir
Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol kusuruna
dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL hasar
bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış ise
de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre
köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek
teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu
tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar
verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8.
Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile
kesinleşmiştir.
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından
anılan iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm
uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda
bulunulmuş ise de;
Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için,
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun
24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az
ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm
uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen
koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı
olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş
kararlar olduğu anlaşılmaktadır.
Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma
nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda olduğu
kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan
kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.
Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın konusu, kazada yaralanan polis memuruna ve tedaviyi gerçekleştiren
hastaneye İçişleri Bakanlığınca ödenen ve 2330 sayılı Yasaya dayanan
tazminat ve tedavi giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın
oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini
davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise,
kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar
bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan
ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.
Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen
tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar
verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan
kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı
Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında
sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın
yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı
idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi
gerekmektedir…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul
ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247
sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
“Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde,
“Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş,
adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev
yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 -
2592/7 md.) ise, 1 nci
maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle
ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve
sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki
çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm
uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.
Anılan
hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a)
Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu,
dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her
iki kararın da kesinleşmiş olması,
d)
Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)
Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm
uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının
incelenmesinden ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve
kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme
bağlandığı davaların taraflarının aynı olduğu anlaşılmaktadır.
Konu ve
dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi:
21.3.2002
tarihinde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet
Taner Kışlalı Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı
panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H. Y. ve Ç.
A.’ın hayatını kaybettiği; H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak
İçişleri Bakanlığınca 2330 sayılı Yasa uyarınca H.Y.’a nakdi tazminat ile,
hastane masraflarının ödenmesinden sonra, bilirkişilerce olayda kusuru
bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı bu
zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde rücuen alacak davası açılmış;
davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.6.2006 gün ve E:2002/7, K:2006/3
sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş; ayrıca İçişleri Bakanlığı
tarafından, meydana gelen trafik kazasında panzerde oluşan hasar bedelinin
tazmini istemiyle idari yargı yerinde açılan davada İdare Mahkemesince,
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına atfedilecek bir kusurun bulunmadığı
nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Olayda,
her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada
yaralanan polis memuruna ödenen nakdi tazminat miktarının rücuen tazmini
istemi adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle
panzerde oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde
açılan davanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu durumda,
İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere ilişkin
olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından
sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar
arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.
Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24.maddesinde
öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız
bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN
REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/198
KARAR NO : 2012/96
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Hüküm
Uyuşmazlığının
Giderilmesini
İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. Ş. R.
Karşı
Taraf : İçişleri Bakanlığı
Vekili : Av. E. A.
O L A Y : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli
iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet
olarak, Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06 A 18402 plakalı resmi araç (panzer) ,
içinde polis memuru H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin İli, Akdeniz
İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı Köprüsü üzerinden
aşağıya düşmüştür.
Bu
olayda, polis memuru H. Y. hayatını kaybetmiş, mirasçıları vekili müteveffa H. Y.'ın Ankara Emniyet
Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü emrinde 213480 sicil numaralı polis
memuru olarak görev yapmakta iken İçişleri Bakanlığınca geçici olarak İçel
İli Çevik Kuvvet Müdürlüğü emrinde görevlendirildiğini, ve 21.3.2002 tarihinde
davalının işleteni ve malik olduğu resmi araçla göreve giderken içinde
bulunduğu Dragon marka panzerde meydana gelen direksiyon kilitlenmesi
arızası nedeni ile geçirdiği trafik kazasında öldüğünü, müteveffanın eşinin
1978 doğumlu E. Y. ve ortak çocukları 2000 doğumlu A. Z. Y.'ın müteveffanın
desteğinden yoksun kaldıklarını, maddi ve manevi zararlarının olduğunu
belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davacı E. Y. için
500.000,000 TL maddi, 1.000.000,000 TL manevi, müşterek çocuk A. Z. Y. için
500,000,000 TL maddi ve 1.000.000,000 TL manevi olmak üzere toplam
3.000.000,000 TL tazminatın olay tarihi olan 21.3.2002 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini
talep ederek 3.1.2003 tarihinde İçişleri Bakanlığına karşı adli yargı
yerinde dava açmış, duruşmalarda da dava dilekçesini tekrarla birlikte
verdikleri 15.5.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile davacı E. Y. için maddi
tazminat taleplerini 71.700.622.649 TL’ye, müşterek çocuk A. Z. Y. için
maddi tazminat taleplerini 7.748.960.415 TL’ye yükselttiklerini
bildirmiştir.
Ankara
4. Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.6.2003 gün ve E:2003/5, K:2003/461 sayı ile,
dosyadaki mevcut delil, tutanak, hazırlık evrakı ve eklerine göre oluşan
uygun ve yerinde olduğu kabul takdir edilen ve davalı vekilinin itirazları
yerinde görülmeyen 21.3.2003 tarihli kusur bilirkişileri kurulu raporuna
göre meydana gelen olayda davacıların murisinin kusursuz, davalı bakanlığın
teknik hatadan dolayı %62,5, köprünün hatalı yapımından dolayı ilgili Belediye
Başkanlığının %37,5 oranında kusurlu olduklarının anlaşıldığı gerekçesiyle
davacı E. Y. için 71.700.622.649 TL destekten yoksunluk nedeni ile maddi ve
takdiren 1.000.000.000 TL manevi, davacı A. Z. Y. için 7.748.960.415 TL
destekten yoksunluk nedeni ile maddi ve takdiren 1.000.000.000. TL manevi
tazminatın 21.3.2002 olay tarihinden itibaren ve tahsil tarihine kadar
değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak kendi adına
asaleten oğlu A. Z. Y.’a velayeten davacıya verilmesine karar vermiş, bu
karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28.10.2003 gün ve E:2003/1986;
K:2003/12441 sayıl kararıyla onanmıştır.
I-Bu
karardan sonra İçişleri Bakanlığınca, Ankara 24. İcra Müdürlüğünün
E:2003/2929 sayılı dosyasına 9.3.2004 tarihinde 4.730.150.000 TL vekalet
ücreti ve mahkeme masrafı ile 24. İcra Müdürlüğünün 2003/2938 sayılı
dosyasına 10.3.2004 tarihinde asıl alacak ve faiz toplamı olarak
148.847.100,00 TL yatırılmış, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen
davada, Mersin Büyükşehir Belediyesinin %37,5 oranında kusurlu olduğu
tespit edildiğinden, kusur oranındaki değişiklik ve fazlaya ilişkin istem
hakkı saklı kalmak kaydıyla Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı
adli yargı yerinde rücu’en tazminat davası açılmıştır.
MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla):
21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili
delilleri toplanmış, dava dilekçesinde belirtilen Ankara 4. Asliye Hukuk
mahkemesinin 2003/5 esas sayılı dava dosyası mahkememize ait 2003/10 hakem
sayılı dosyaya celb edilmiş bu dosyada kesinleşen karar örneği ve yine bu
dosyada yaptırılan kusura ilişkin bilirkişi kurulu raporu dava dosyamıza
ibraz edilmiş tetkikinde söz konusu kazada vefat eden H. Y. mirasçıları
tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat davası
açıldığı mahkemece yapılan bilirkişi incelemesinde davalı belediyenin
olayda köprünün hatalı yapımından dolayı 3/8 oranında kusurlu olduğunun
tesbit edildiği ve mahkemece tazminata karar verilip derecattan geçerek
kesinleştiği verilen kararın icraya konulması üzerine davacı idare
tarafından hak sahiplerine ödeme yapıldığı anlaşılmıştır.
Dava, kesinleşen mahkeme kararı üzerine davacı idare
tarafından hak sahiplerine ödenen tazminatın rücuen tahsili istemine ilişkin
bulunması nedeni ile ve davaya bakmakla mahkememiz görevli bulunduğundan
açılan davaya bakılmış, ayrıca davalının zamanaşımı def'i yerinde
görülmemiş, davalı belediyenin kesinleşen Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesi
dosyasında taraf olmaması davanın davalıya ihbar edilmemesi nedeni ile aynı
mahiyette bulunan mahkememize ait 2003/10 hakem sayılı dosyada mahkemece
bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş o dosyaya verilen bilirkişi
kurulu raporunun bir örneği dosyamıza konulmuş ve bilirkişi kurulu vermiş
bulundukları 14.5.2006 tarihli raporlarında panzerde meydana gelen teknik
arızanın olaya 5/8 oranında etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir
belediyesinin olayda 3/8 oranında kusurlu bulunduğu ve panzeri kullanan
dava dışı Ç. A.'ın olayda kusursuz olduğunun bildirildiği görülmüştür.
Dava, rücuen tazminat istemine ilişkin olup, davacının
davası, toplanan deliller, Ankara 4. Asliye Hukuk mahkemesinin 2003/5 esas
sayılı dava dosyası kesinleşen kusur oranı ayrıca dava dosyamızda
yaptırılan bilirkişi sonucunda da davalı belediyenin olayda 3/8 oranında
kusurlu olduğunun tesbit edilmesi ve raporun hadiseye uygun düşmesi
gerekçeli ve hüküm vermeye yeterli bulunması nedeni ile bu rapor hükme esas
alınarak aşağıda açıklandığı şekilde hüküm tesisi gerektiği sonuç ve
kanaatine varılmıştır.
1- Açılan davanın kabulü ile 57.591,45YTL alacağın
davalıdan alınıp davacıya verilmesine, alacağın 55.817,65 YTL’lik kısmına
ödeme tarihi olan 10.3.2004 tarihinden itibaren, 1.773,80 YTL’lik kısmına
da 9.3.2004 tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal
faizi yürütülmesine,…” karar vermiş, bu karara Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekili tarafından itiraz edilmiş, Mersin 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla): 30.11.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı
ek kararıyla itirazın reddine, dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde
kesin olarak karar verilmiştir.
II-İçişleri
Bakanlığı vekili İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz
kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı
panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki
panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner
Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü
ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün
yapımındaki proje hatasından meydana geldiğini; köprünün orta kısmında
bulunan 40 m
uzunluğundaki “keskin kurbun” kazaya
neden olduğunu, kazanın meydana gelmesinde davalı belediyenin %80 oranında
kusurlu olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp panzerin hızını yol ve hava
şartlarına göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da %20 kusuru bulunduğunu,
panzerdeki hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı
dosyasında 7.827.779.466 TL sı olarak tespit ettirildiğini hasar bedelinin
ödenmemesi nedeniyle iş bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak üzere hazine zararı (7.827.779.466) TL sının kaza
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve kusurları
oranında davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesi
istemiyle İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde
dava açmıştır.
İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili davaya cevap
dilekçesinde davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde
kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından
dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurb'dan kaynaklandığının ileri
sürülmüş olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını,
bu nedenle idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı
verilmesini, biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul
edilse dahi haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini,
davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın
4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili
belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit
köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını,
projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra
projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz
açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve
esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.
Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve
E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı
belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet
kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup
bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği
açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı
aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmaması,
uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı
belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye
vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri
sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle
uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya
bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii
önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
İçişleri
Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç.
A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851,
K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği
olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577
sayılı Yasanın 36.maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu
uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu
gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki
yönünden reddine karar vermiştir.
Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880,
K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara
Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret
kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığına karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın
davalı sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın
adı geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı
yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma
olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın
konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net
olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577
sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu
edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin
reddine karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava
dilekçesi yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava
açılmıştır.
Mersin
İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile,
21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana
gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı
Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu anlaşıldığından,
söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana gelen,
7.827.770.000-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden
2.935.413.750-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği
sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile
2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın
açıldığı 15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat
talebinin reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek
bozulması istemi üzerine,
Danıştay
8. Dairesi 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı
tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde
hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol
trafik uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu
yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi
ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir
kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya
dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz
isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi
kararının bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi
doğrultusunda inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın
anılan Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.
MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636,
K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen
panzerin, şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada
oluşan hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.
2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.
Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu
hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli
kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla
yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle hizmetin
kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet kusurunu
oluşturur.
Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş
ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir
etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması,
idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir
yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet
vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin
gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini
kusurlu işlettiği kabul edilmektedir.
Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek
için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye
yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik
bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında
doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının
bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.
Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait
olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü
yetkisinde görevlendirilen 06
A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin
şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer
şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden
düşmesiyle sonuçlanan ölümlü
yaralamalı trafik kazasında, olayın köprünün yapım hatasının sebep olduğu
iddiasıyla davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının sorumlu olduğu
hasar bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4.
Hukuk Dairesince onaylanıp kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı
anlaşılmıştır.
Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj
(kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının
araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli
ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden
incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına
karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri
naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin
birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması
gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi
üzerine mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince
düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım
için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli
uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde
yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan
ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak
yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu
hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun
olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.
Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi
heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya
sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde
yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya
konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş,
bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt
ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım
hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı
işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye
uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun
tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım
hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani
kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.
Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara
tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına
davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü
Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O. N. Ç.,
aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile
aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim
üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri,
bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik
görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre
yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde
görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.
Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde
görevlendirilen 06 A
0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet
Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir
kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması
karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle
sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…” karar vermiş bu
karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877
sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNDEN İSTEK:
Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek
üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile,
Mersin 1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı
kararı ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili
olarak, köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun
projeye uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve
levhalarının bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı
idarelerinin teknik bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu
hazırlanan bilirkişi raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın
reddine karar verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin
(Hakem Sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile,
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun tespit
edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini dolayısıyla
aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının
doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada birbiri ile
çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm uyuşmazlığının 2247
sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık
Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
Başkanlıkça
2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı
düşünceleri istenmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk
Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları
arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi
istenilmektedir…
D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin
birinci fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’
hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya
askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı
olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri
sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince
verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her
iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı
olduğu anlaşılmıştır.
Her iki yargı yerinde açılan davalar
konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana
geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla,
belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan
bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına
dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat
isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup
bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin
aynı olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan; konuları, sebebi ve
tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar
arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale
geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında
hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.
E) Hüküm uyuşmazlığının esasına
gelince:
T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu,
hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin
kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk,
aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü
işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve
idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve
idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri
arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari
yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir
Olayımızda ise, konusu, sebebi ve tarafları aynı olan
iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde açılmıştır.
Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda
anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda
sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu
bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi
dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması
gerekmektedir.
Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı
doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas
alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş
olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu
kanısına varılmıştır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı
kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;
2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5
sayılı kararının kaldırılmasına,
3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve
E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;.
Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar
verilmesi gerekeceği düşünülmektedir…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı
tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru
bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı,
kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini
amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile
) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının
kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle
3/8 oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2004/4 E, 2006/5 K
sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına
isabet eden tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi
tarafından davacı Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile
de karar kesinleşmiştir.
Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde
açılan davada ise;
İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol
kusuruna dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL
hasar bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış
ise de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre
köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek
teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu
tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar
verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8.
Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile kesinleşmiştir.
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından
anılan iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm
uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda
bulunulmuş ise de;
Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için,
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun
24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az
ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş,
aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve
kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız
bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm
uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen
koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı
olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş
kararlar olduğu anlaşılmaktadır.
Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma
nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda
olduğu kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan
kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.
Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın konusu, kazada ölen polis memurunun yakınlarına destekten yoksun
kalma nedeniyle maddi ve manevi tazminat olarak içişleri Bakanlığınca
ödenen ve yukarıda anılan Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına
dayanan tazminat giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın
oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini
davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise,
kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar
bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan
ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.
Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen
tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar
verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan
kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı
Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında
sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın
yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı
idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi gerekmektedir…”
şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul
ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247
sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği
yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
“Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri
yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak
çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek
mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik
birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği
belirtilmiştir.
Anılan
hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a)
Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu,
dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her
iki kararın da kesinleşmiş olması,
d)
Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)
Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm
uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının
incelenmesinden ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve
kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme
bağlandığı davaların taraflarının aynı olduğu anlaşılmaktadır.
Konu ve
dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi: 21.3.2002 tarihinde,
Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı
Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı
panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H.Y. ve Ç.
A.’ın hayatını kaybettiği, H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak,
İçişleri Bakanlığınca hayatını kaybeden H. Y.’ın mirasçılarına destekten
yoksunluk nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesinden sonra,
bilirkişilerce olayda kusuru bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir
Belediye Başkanlığına karşı bu zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde
rücuen alacak davası açılmış, davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin
21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar
verilmiş; ayrıca İçişleri Bakanlığı tarafından, meydana gelen trafik
kazasında panzerde oluşan hasar bedelinin tazmini istemiyle idari yargı
yerinde açılan davada, İdare Mahkemesince Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına
atfedilecek bir kusurun bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Olayda,
her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada ölen
polis memurunun yakınlarına ödenen tazminat miktarının rücuen tazmini
istemi adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle
panzerde oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde
açılan davanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu
durumda, İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere
ilişkin olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından
sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar
arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.
Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinde
öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız
bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN
REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/202
KARAR NO : 2012/97
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Hüküm
Uyuşmazlığının
Giderilmesini
İsteyen : Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. Ş. R.
Karşı
Taraf : İçişleri Bakanlığı
Vekili : Av. E. A.
O L A Y : Ankara Emniyet Müdürlüğünde görevli
iken, 21.3.2002 tarihinde nevruz kutlamaları nedeniyle takviye kuvvet
olarak, Mersin İline gönderilen sürücü Ç. A. yönetimindeki 06 A 18402 plakalı
(panzer) resmi araç içinde polis memuru H. Y. ve H. Y. olduğu halde, Mersin
İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet Taner Kışlalı
Köprüsü üzerinden aşağıya düşmüştür.
Bu olay
nedeniyle, vefat eden polis memuru H. Y. ve panzer sürücüsü Ç. A.
mirasçılarına 2330 sayılı, Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanun uyarınca İçişleri Bakanlığı tarafından nakdi tazminat ödenmiştir.
I-İçişleri
Bakanlığı vekilince söz konusu kazanın İçel Büyükşehir Belediyesi
tarafından yaptırılan Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje
hatasından dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurptan kaynaklandığının
olay mahallinde tutulan trafik raporunda belirtilmiş olduğu; köprü üzerinde
proje ve yapım hatasından oluşan kurbun trafik sürücü emniyetini tehlikeye
soktuğu; bu hususun yetkili makamlarca Mersin Büyükşehir Başkanlığına
bildirildiği ancak, Belediye Başkanlığınca hiç bir önlem alınmadığı ve
kazalara sebep olduğu; netice itibariyle panzerin kaza yapmasına sebep
olması nedeniyle, İçişleri Bakanlığınca vefat eden polis memurlarının
yakınlarına tazminat ödemek zorunda kalındığı, bu nedenle Hazine zararının
ödeme yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığından tahsiline karar verilmesi istemiyle
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava
açılmıştır.
MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (Hakem Sıfatıyla):
21.6.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/4 sayı ile, “…Tarafların dava ile ilgili
tüm delilleri toplanmış, Ankara 18. Asliye hukuk mahkemesinin kesinleşen
2002/955 esas sayılı dosyası istenmiş tetkikinde davacı Bakanlık tarafından
E. A. aleyhine alacak davası açıldığı reddine karar verildiği derecattan
geçerek kesinleştiği keza Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesinin 2003/5 esas
sayılı dava dosyası istenmiş tetkikinde kazada vefat eden H.Y. mirasçıları
tarafından davacı Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat davası
açıldığı mahkemece yaptırılan bilirkişi tetkikatında davalı belediyenin
köprünün hatalı yapımından dolayı olayda 3/8 oranında kusurlu olduğunun
tesbit edildiği tazminata karar verilip derecattan geçerek kesinleştiği
anlaşılmış olup, bu dosyada davalı belediyenin yer almaması davanın da
ihbar edilmemesi nedeni ile mahkememizce yeniden kusur incelemesi
yapılmasına karar verilmiş bilirkişi kurulu vermiş bulundukları 14.5.2006 tarihli
raporlarında panzerde meydana gelen teknik arızanın olaya 5/8 oranında
etken olduğu davalı Mersin Büyükşehir belediyesinin olayda 3/8 oranında
kusurlu bulunduğu panzeri kullanan dava dışı Ç. A.'ın kusursuz olduğunun
bildirildiği görülmüştür.
Dava, meydana gelen trafik kazası nedeni ile kazada
vefat eden polis memurlarının mirasçılarına 2330 sayılı yasa uyarınca nakdi
tazminat komisyonu kararı ile ödenmesine karar verilen miktarın rücuen
tahsili istemine ilişkin bulunması nedeni ile açılan davaya bakmakla
mahkememizin görevli bulunduğu toplanan delillere göre davacının davasının
kısmen sabit olduğu davanın davalı belediyenin %80 oranında kusurlu kabul
edilerek açıldığı gerek kesinleşen Ankara 4. Asliye hukuk mahkemesinin
2003/5 esas sayılı dosyasında tesbit edilen kusur gerekse mahkememizce
yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde tesbit edilen kusur nisbeti
nazara alındığında davalı belediyenin olayda 3/8 nisbetinde kusurlu
bulunduğu aşıldığından bu kusur oranına göre hesap edilen 21.588,75 YTL
alacağın ödeme tarihinden itibaren tahsiline karar verilmesi gerektiği
sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Yukarıda açıklandığı gibi,
1-Açılan davanın kısmen kabulü ile 21.588,75 YTL
alacağın ödeme tarihinden itibaren hesap edilecek değişen oranlarda yasal
faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya
ilişkin talebin reddine…” karar vermiş, bu karara taraflarca itiraz
edilmiş, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla) 16.1.2007
gün ve E:2003/10, K:2006/4 Ek kararı ile itiraz reddedilerek, kesin olarak
karar verilmiştir.
ll-İçişleri
Bakanlığı vekili, İçel İlinde 21.3.2002 tarihinde yapılacak Nevruz
kutlamaları nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğünden 06 A 0402 plaka sayılı
panzerin görevlendirildiğini, davalı E. A.’ın murisi Ç. A. yönetimindeki
panzerin olay günü ring yaptığı sırada İçel merkezinde bulunan Ahmet Taner
Kışlalı köprüsü üzerinden inerken panzerin köprüden düşmesi sonucu ölümlü
ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kazanın, köprünün yapımındaki
proje hatasından kaynaklandığını; köprünün orta kısmında bulunan 40 m uzunluğundaki “keskin
kurbun” kazaya neden olduğunu,
kazanın meydana gelmesinde davalı belediyenin %80 oranında kusurlu
olduğunu, ayrıca gerekli önlemi almayıp panzerin hızını yol ve hava şartlarına
göre ayarlamayan sürücü Ç. A.’ın da %20 kusuru bulunduğunu, panzerdeki
hasarın Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/149 D. İş sayılı dosyasında
7.827.779.466 TL sı olarak tespit ettirildiğini hasar bedelinin ödenmemesi
nedeniyle iş bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak üzere hazine zararı (7.827.779.466) TL sının kaza tarihinden
itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve kusurları oranında
davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle
İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava
açmıştır.
İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, davaya cevap
dilekçesinde, davanın görevli mahkemede açılmadığını, dava dilekçesinde
kazanın Ahmet Taner Kışlalı üst geçit köprüsünün yapım-proje hatasından
dolayı köprü üzerinde oluşan keskin kurbdan kaynaklandığının ileri sürülmüş
olmasına göre davanın idarenin hizmet kusuruna dayandırıldığını, bu nedenle
idari yargı merciinin görevli olduğunu, görevsizlik kararı verilmesini,
biran için davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği kabul edilse dahi
haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde davanın açılabileceğini,
davaya bakmakta Mersin mahkemelerinin yetkili olduğunu, 3533 sayılı Yasanın
4. maddesi uyarınca uyuşmazlığın hakem sıfatıyla Mersin 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesinde müvekkili
belediyeye kusur yüklenemeyeceğini, kazanın meydana geldiği üst geçit
köprüsünün projeye uygun yapıldığını ve imalat hatası bulunmadığını,
projenin Karayolları 5. Bölge Müdürlüğünce onaylandığını, onaydan sonra
projeye uygun olarak köprünün inşa edildiğini, davanın bu sebeplerle yersiz
açıldığını savunup yargı yolu, görev, yetki itirazlarının kabulüne ve
esastan reddine karar verilmesini dilemiştir.
Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi: 15.10.2003 gün ve
E:2003/752, K:2003/833 sayı ile, dava dilekçesinde, açıkça davalı
belediyenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürüldüğüne göre olayda hizmet
kusurunun bulunup bulunmadığı, davalı belediyenin sorumluluğu bulunup
bulunmadığı hususlarının idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiği,
açıklanan bu durum karşısında davalı İçel Büyükşehir Belediye Başkanlığı
aleyhine açılan davanın görülmesinde mahkemelerinin görevli olmadığı,
uyuşmazlığın idari yargı mercii önünde çözümlenmesi gerektiğinden davalı
belediye vekilinin yargı yolu itirazının yerinde görüldüğü, davalı belediye
vekilinin yargı yolu itirazı yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin ileri
sürdüğü diğer usul itirazların incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle
uyuşmazlığın hizmet kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından davaya
bakmakla mahkemelerinin görevsizliğine uyuşmazlığın idari yargı mercii
önünde çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
İçişleri
Bakanlığı vekili aynı istemle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ç.
A. mirasçısı E. A.’a karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 5. İdare Mahkemesi: 11.3.2004 gün ve E:2004/851,
K:2004/369 sayı ile, bakılan davada davacının tazminat isteğine konu ettiği
olayın Mersin Büyükşehir Belediyesinde meydana gelmiş olması nedeniyle 2577
sayılı Yasanın 36.maddesindeki yetki kuralı uyarınca tazminata konu
uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mersin İdare Mahkemesinin yetkili olduğu
gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-a bendi uyarınca davanın yetki yönünden
reddine karar vermiştir.
Mersin İdare Mahkemesi: 15.10.2004 gün ve E:2004/880,
K:2004/1309 sayı ile, Dava dosyasının incelenmesinden, davanın Ankara
Asliye 18. Hukuk Mahkemesinin 15.10.2003 tarih ve 2003/833 sayılı görev ret
kararı üzerine açıldığı, bu davanın sadece Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığına karşı açılan tazminat davası olduğu, Ç. A. mirasçısı E. A.'ın
davalı sıfatının bulunmadığı, Ç. A. mirasçısı E. A.'a karşı açılan davanın
adı geçen mahkemenin E:2002/955 Esası üzerinden yürütüldüğü, İdari yargı
yerinde kişilere karşı (kişilerin davalı konumda yer aldığı) dava açma
olanağı bulunmadığı hususu da gözönünde bulundurulmak suretiyle davanın
konusunun ve davalı olarak kimler gösterileceği hususunun açık ve net
olarak ortaya konması gerektiği, öte yandan hem Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığına hem de Ç. A. mirasçısı E. A.' a birlikte dava açılacaksa 2577
sayılı Kanunun 5. maddesine göre ayrı ayrı dilekçelerle dava konusu
edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine
karar vermiş, bu karar üzerine İçişleri Bakanlığı vekilince dava dilekçesi
yenilenerek, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı dava açılmıştır.
Mersin
İdare Mahkemesi: 31.3.2006 gün ve E:2004/1689, K:2006/738 sayı ile,
21.3.2002 tarihinde Mersin Merkez Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünde meydana
gelen trafik kazasının oluşumunda köprüdeki yapım hatasından dolayı davalı
Mersin Büyükşehir Belediyesinin 3/8 (%37,5) oranında kusurunun bulunduğu
anlaşıldığından, söz konusu olay nedeniyle davacı kuruma ait araçta meydana
gelen, 7.827.770.000-TL'lik hasar bedelinin kusur oranına isabet eden
2.935.413.750.-TL'lik kısmının davalı belediyece tazmin edilmesi gerektiği
sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davacı isteminin kısmen kabulü ile
2.935.413.750.-TL tazminatın ilk kez görevsiz yargı yerinde davanın
açıldığı 15.11.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat
talebinin reddine karar vermiş, bu kararın taraflarca temyizen incelenerek
bozulması istemi üzerine,
Danıştay
8. Dairesi 4.2.2008 gün ve E:2006/6271, K:2008/622 sayı ile, davacı
tarafından ileri sürülen, köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinde
hata bulunduğu iddialarının, bilirkişi kurulunda yer verilecek bir yol trafik
uzmanının teknik bilgisiyle aydınlatılabilecek nitelikte olması, bu
yapılmaksızın Makine Mühendislerinden oluşan kurulun yalnız tanık ifadesi
ve ilgili idarelerin konuya ilişkin yazıları doğrultusunda genel bir
kanaatle kusur oranı tespiti yoluna gitmesi karşısında, yeterli araştırmaya
dayanmayan rapor esas alınarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle davacının temyiz isteminin reddine, davalı idarenin temyiz
isteminin kabul edilerek eksik incelemeye dayalı Mersin İdare Mahkemesi kararının
bu yönden bozularak, bozulan kısım hakkında bozma gerekçesi doğrultusunda
inceleme yapılıp yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye
gönderilmesine karar vermiştir.
MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 30.6.2009 gün ve E:2008/636,
K:2009/713 sayı ile, “…Uyuşmazlık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde görevlendirilen
panzerin, şehir merkezindeki köprüden düşmesiyle meydana gelen kazada
oluşan hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir.
2709 sayılı T.C. Anayasası'nın 125. maddesinin son
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğu hükmü yer almaktadır.
Kamu idareleri, yürütmekle yükümlü bulundukları kamu
hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle, bu hizmetin işleyişini sürekli
kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla
yükümlüdürler. İdarelerin bu yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle
hizmetin kötü veya geç işlemesi, gereği gibi islememesi idarenin hizmet
kusurunu oluşturur.
Genel olarak hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin kuruluş
ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin iyi olmayan bir
etkinliği, kusurlu bir davranışı, hizmetin gereği gibi yapılmaması,
idarenin yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu bir
yetkiyi kullanmamak ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet
vermesi, kamu hizmetinin işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin
gerektirdiği çabukluğun gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmetini kusurlu
işlettiği kabul edilmektedir.
Öte yandan idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek
için önce bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem ve eylemin idareye
yüklenebilir olması ve zararla işlem veya eylem arasında nedensellik
bağının bulunması gerekir. Zarar ile yürütülen kamu hizmeti arasında
doğrudan bir ilişkinin olmaması, bir başka ifadeyle nedensellik bağının
bulunmaması halinde idarenin tazmin sorumluluğu olmayacağı açıktır.
Dosyanın incelenmesinden; Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait
olup 2002 yılı nevruz; olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü
yetkisinde görevlendirilen 06
A 0402 sayılı panzerin 21.3.2002 tarihinde Mersin
şehir merkezindeki Ahmet Taner Kışlalı Köprüsünden geçerken panzer
şoförünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi üzerine köprüden düşmesiyle
sonuçlanan ölümlü yaralamalı trafik kazasında, olayın köprünün yapım
hatasının sebep olduğu iddiasıyla davalı Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığının sorumlu olduğu hasar bedelinin tazmini için Ankara 17. Asliye
Hukuk Mahkemesinde açılan davanın İdari Yargının görevli olduğu
gerekçesiyle reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onaylanıp
kesinleşmesi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Davacı tarafından ileri sürülen köprünün keskin viraj
(kurp) ve dever teşkilinde hata bulunduğu yönündeki iddialarının
araştırılması teknik bilgi gerektirdiğinden, Mahkememizin 18.4.2008 tarihli
ara kararı ile trafik kazasının meydana geldiği köprünün teknik yönden
incelenmesine yönelik olarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına
karar verilmiş, bu inceleme için re'sen görevlendirilen bilirkişi isimleri
naip üye yazısıyla taraflara bildirmiş, davacı idarenin; bilirkişilerin
birbirini tanımayan, farklı yerlerde görev yapan uzman kişilerden oluşması
gerektiği yolundaki itirazının 18.8.2008 tarihli ara kararla reddedilmesi
üzerine mahallinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda bilirkişi heyetince
düzenlenen 18.9.2008 havale tarihli raporda, incelenen projelerin yapım
için uygun olduğu, şehir içi yollarda güvenlik önlemleri alınarak gerekli
uyarı işaret ve levhaları ile proje hızının 30 km/saat'e kadar
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem oluşturmadığı, 29.8.2008 tarihinde
yerinde yapılan teknik ölçüm ve inceleme sonucunda halihazır alınarak, plan
ve boykesitlerin elde edildiği, buna göre köprünün projesine uygun olarak
yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğu
hususlarının tespit edildiği, sonuç olarak meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun
olmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.
Mahkememizin 31.12.2008 tarihli ara kararı ile bilirkişi
heyetinden; köprünün keskin viraj (kurp) ve dever teşkilinin kazaya
sebebiyet verip vermeyeceğinin ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde
yerleşim yeri içi öngörülen hız sınırının kazaya olan etkisinin ortaya
konulmasına yönelik ek raporun hazırlanarak Mahkememize sunulması istenmiş,
bu istem üzerine düzenlenen ek raporda, şehiriçi ve şehirlerarası taşıt alt
ve üst geçitlerinde, köprü ve kavşaklarda trafik güvenliği ve ulaşım
hizmetlerinin devamlılığı açısından hız üst limitlerinin gerekli uyarı
işaret ve levhaları ile azaltılabileceği, bu uygulamada da proje hızının 30 km/saat'e
düşürülmesinin teknik açıdan bir problem görülmediği, halihazırın projeye
uygun yapıldığı, yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının bulunduğunun
tespit edildiği, sonuç olarak adı geçen trafik kazasında köprünün yapım
hatasından dolayı davalı idarenin teknik bir kusurunun bulunmadığı yani
kusur oranının 0/8 olduğu kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.
Bilirkişi raporları (ilk rapor ve ek rapor) taraflara
tebliğ edilmiş olup, davalı idarece itiraz edilmeyen bilirkişi raporlarına
davacı idarece yapılan itirazın, konusunda uzman öğretim üyelerinin (Selçuk
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü
Ulaştırma Ana Bilim Dalı Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi Doç. Dr. O.N.Ç.,
aynı ana bilim dalında araştırma görevlisi olarak görev yapan A. K. ile
aynı Üniversitenin Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümünde öğretim
üyeliği yapan Yard. Doç. Dr. İ. K.) bilirkişi olarak görevlendirilmeleri,
bu şahısların benzer nitelikteki uyuşmazlıklarda daha öncede bilirkişilik
görevinde bulunmaları, teknik cihazlarla yapılan ölçüm sonuçlarına göre
yaptıkları değerlendirmeler ve vardıkları sonuç karşısında yerinde
görülmeyerek anılan raporlar hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.
Bu durumda, Ankara Emniyet Müdürlüğüne ait olup 2002
yılı nevruz olayları sırasında Mersin Emniyet Müdürlüğü yetkisinde
görevlendirilen 06 A
0402 sayılı panzerin 21.03.2002 tarihinde Mersin şehir merkezindeki Ahmet
Taner Kışlalı Köprüsünden düşmesiyle meydana gelen trafik kazasında
köprünün yapım hatasından dolayı davalı idareye atfedilebilecek teknik bir
kusurun mevcut olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya konulması
karşısında, anılan kazadan dolayı davalı idarenin oluşan zararın tazminiyle
sorumlu tutulmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine,…” karar vermiş bu
karar Danıştay 8. Dairesinin 29.9.2010 gün ve E:2009/9531, K:2010/4877
sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNDEN İSTEK:
Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek
üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben verdiği dilekçe ile, Mersin
1. İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararı
ile, 21.3.2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasıyla ilgili olarak,
köprü projesinin yapım için uygun olduğunun, hali hazır durumun projeye
uygun olarak yapıldığının yolda gerekli uyarı işaret ve levhalarının
bulunduğunun, kazada köprünün yapım hatasından dolayı idarelerinin teknik
bir kusurunun olmadığının yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi
raporuyla sabit bulunduğu gerekçesiyle açılan davanın reddine karar
verilmesine karşın, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem Sıfatıyla)
21.6.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararı ile, yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda idarelerinin kusurlu olduğunun tespit
edilmiş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verildiğini dolayısıyla
aynı konudaki esasa ilişkin kararlar arasında hüküm uyuşmazlığının
doğduğunu, böylece tarafları ve konusu aynı olan bir davada birbiri ile
çelişik iki kararın ortaya çıktığını önesürerek, hüküm uyuşmazlığının 2247
sayılı Yasanın 24. Maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık
Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
Başkanlıkça
2247 sayılı Yasanın 24.ve16.maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı
düşünceleri istenmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Mersin 1'inci Asliye Hukuk
Mahkemesinin (Hakem sıfatıyla) E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin E:2008/636, K:2009/713 sayılı kararları
arasındaki çelişki nedeniyle doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının
giderilmesi istenilmektedir…
D) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin
birinci fıkrasında ‘1’inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az
ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.’
hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya
askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı
olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri
sürülen kararların incelenmesinden, ortada, adli ve idari yargı yerlerince
verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararlar oldukları, her
iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı, taraflarının da aynı
olduğu anlaşılmıştır.
Her iki yargı yerinde açılan davalar
konu yönünden incelendiğinde ise; her iki davanın da, kazanın meydana
geldiği köprünün hatalı yapıldığı iddiasına dayalı olduğu; dolayısıyla,
belediyenin bu nedenle kazanın oluşumunda hizmet kusuru bulunduğundan
bahisle tazminata mahkum edilmesi gerektiği talebini içeren, rücu hakkına
dayalı tazminat davaları olduğu görülmüştür. İki davada da, tazminat
isteminin kabulü ya da reddi, belediyenin olayda hizmet kusurunun bulunup
bulunmadığının tespitine bağlı olduğundan, bu davalarda konunun ve sebebin
aynı olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan; konuları, sebebi ve
tarafları aynı olan ve biri ret, diğeri kabulle sonuçlanan kararlar
arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale
geldiği anlaşıldığından, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında
hüküm uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.
E) Hüküm uyuşmazlığının esasına
gelince:
T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu,
hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin
kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk,
aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü
işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve
idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
Öte yandan; 2577 sayılı Yasanın ‘İdari dava türleri ve
idari yargı yetkisinin sınırı’ başlıklı 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri
arasında sayılmış olup; buna göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari
yargı yerlerinde görülmesi gerekmektedir. Olayımızda ise, konusu, sebebi ve
tarafları aynı olan iki ayrı tazminat davası farklı yargı yerlerinde
açılmıştır.
Oysa; kamu idaresi olan belediyenin hizmet kusurundan
doğduğu iddia edilen ve Adli Yargıda açılan tam yargı davasının, yukarıda
anılan 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının yukarıda
sözü edilen bendi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerekmekteydi. Bu
bakımdan; Mersin 1 'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin hakem sıfatıyla görevi
dışında bakmış olduğu davada, bu mahkemece, verilen kararın kaldırılması
gerekmektedir.
Davalardaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ise; Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı
doğrultusunda, konusunda uzman bilirkişilerin hazırladığı raporu esas
alarak, olayda belediyenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle vermiş
olduğu davanın reddi yolundaki karardaki çözümün hukuka uygun olduğu
kanısına varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
1- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5 sayılı kararı ile Mersin
Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve E:2008/836, K:2009/713 sayılı
kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;
2- Mersin 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hakem
sıfatıyla) davanın kabulü yolundaki 21.6.2006 gün ve E:2004/4, K:2006/5
sayılı kararının kaldırılmasına,
3- Mersin Birinci İdare Mahkemesinin 30.6.2009 gün ve
E:2008/636, K:2009/713 sayılı davanın reddi yolundaki hükmünün kabulüne;
Ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar
verilmesi gerekeceği…” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…İçişleri Bakanlığı
tarafından, kazanın oluşumunda kaza yerinde bulunan köprüde yol kusuru
bulunduğu gerekçesi ile Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı,
kazada ölen polis memuru H. Y.'ın ailesine ödenen tazminatın rücuen tazmini
amacıyla açılan davada, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( Hakem sıfatı ile
) alınan bilirkişi raporuna göre Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığının
kazanın oluşumunda kaza yeri olan köprüden kaynaklanan hatalar nedeniyle
3/8 oranında kusurlu çıkması sonucu, 21.6.2006 gün ve 2003/10 E, 2006/4 K
sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek kusur oranına
isabet eden tazminat miktarının davalı Mersin Büyükşehir Belediyesi
tarafından davacı Bakanlığa ödenmesine karar verilmiş, itirazın reddi ile
de karar kesinleşmiştir.
Hüküm uyuşmazlığına konu, Mersin 1. İdare Mahkemesinde
açılan davada ise;
İçişleri Bakanlığı tarafından kazanın oluşumunda Mersin
Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın bakım ve gözetiminde olan köprüdeki yol
kusuruna dayanılarak kaza yapan panzer aracında meydana gelen 7.827,770 YTL
hasar bedelinin tazmini istemi ile hizmet kusuruna dayanılarak dava açılmış
ise de, yargılama sonucunda yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına göre
köprünün yapım hatasından dolayı davalı Belediye Başkanlığına yüklenecek
teknik kusurun bulunmadığı ve idarenin oluşan zararın tazmininden sorumlu
tutulmasının hukuken imkansız olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar
verilmiş, 30.6.2009 gün ve 2008/636, 2009/713 K sayılı karar Danıştay 8.
Dairesinin 29.9.2010 gün ve 2009/9531 E, 2010/4877 K sayılı kararı ile
kesinleşmiştir.
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından anılan
iki karar arasında hüküm uyuşmazlığının bulunduğu iddiası ile hüküm
uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda
bulunulmuş ise de;
Hüküm uyuşmazlığının varlığından söz edilebilmesi için,
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkındaki Kanunun
24. maddesine göre, adli, idari ya da askeri yargı mercilerinden en az
ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan
ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız
bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. Hüküm
uyuşmazlığının oluşması için 24. maddenin 1. fıkrasında gösterilen
koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu kararlarda, davanın taraflarının aynı
olduğu, iki farklı yargı mercii tarafından karar verilip kesinleşmiş
kararlar olduğu anlaşılmaktadır.
Her iki yargı yerinde de tazminat davalarının açılma
nedenleri davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı sorumluluğunda
olduğu kabul edilen Akdeniz ilçesinde yer alan köprüdeki yol kusurundan
kaynaklanmakta olup davaların sebepleri de bu yönü ile aynıdır.
Ancak, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
davanın konusu, kazada ölen polis memurunun yakınlarına destekten yoksun
kalma nedeniyle maddi ve manevi tazminat olarak içişleri Bakanlığınca
ödenen ve yukarıda anılan Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına
dayanan tazminat giderlerinin davalı Belediye Başkanlığından kazanın
oluşumunda köprüden kaynaklanan yol kusuru nedeniyle rücuen tazmini
davasıdır. Ancak Mersin 1. idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise,
kazadan dolayı Bakanlık envanterinde bulunan araçta meydana gelen hasar
bedelinin ödenmesinden ibarettir. Bu yönü ile her iki yargı yerinde açılan
ve karar bağlanan davaların konusu aynı değildir.
Diğer taraftan, Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
çözüme kavuşturulan dava sonucunda, kazada ölen polis memuruna ödenen
tazminatın rücuen kısmen davalı Belediye Başkanlığından tahsiline karar
verilmiş iken, idari yargı yerinde açılan davada ise, aynı kazadan
kaynaklanmakla beraber araçta meydana gelen hasarın ödenmesine dair davacı
Bakanlık talebinin reddi ile sonuçlanmış olmakla, kararlar arasında
sonuçları ve dava konuları itibariyle çelişki bulunmadığından bir hakkın
yerine getirilmesinin de olanaksız hale geldiği söylenemeyeceğinden, davalı
idarenin hüküm uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin talebinin reddi
gerekmektedir…” yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul
ARSLANOĞLU, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247
sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği
yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
“Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri
yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak
çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek
mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik
birinci fıkra: 21/1/1982-2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi
olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği
belirtilmiştir.
Anılan
hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a)
Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu,
dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her
iki kararın da kesinleşmiş olması,
d)
Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)
Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm
uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adil ve idari yargı kararlarının
incelenmesinden ortada adli ve idari yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş
kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı davaların
tarafların aynı olduğu anlaşılmaktadır.
Konu ve
dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesi:
21.3.2002
tarihinde, Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ahmet
Taner Kışlalı Köprüsü üzerinde seyreden İçişleri Bakanlığına ait 06 A 18402 plakalı
panzerin köprüden düşmesi sonucu araçta bulunan polis memurları H. Y. ve Ç.
A.’ın hayatını kaybettiği, H. Y.’ın yaralandığı olayla ilgili olarak
İçişleri Bakanlığınca hayatlarını kaybeden H. Y. ve Ç. A.’ın mirasçılarına
2330 sayılı Yasa uyarınca nakdi tazminat ödenmesinden sonra, bilirkişilerce
olayda kusuru bulunduğu tespit edilen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı
tarafından bu zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde rücuen alacak
davası açılmış, davada Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.6.2006 gün ve
E:2003/10, K:2006/4 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiş;
ayrıca İçişleri Bakanlığınca, meydana gelen trafik kazasında panzerde
oluşan hasar bedelinin tazmini istemiyle idari yargı yerinde açılan davada,
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına atfedilecek bir kusurun bulunmadığı
nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Olayda,
her iki yargı kolunda açılan tazminat davaları, Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanlığının kusurlu bulunduğu sebebine dayanmakta ise de; kazada ölen
polis memurlarına ödenen nakdi tazminat miktarının rücuen tazmini istemi
adli yargı yerinde açılan davanın; meydana gelen kaza nedeniyle panzerde
oluşan hasar miktarının tazmini istemi ise idari yargı yerinde açılan
davanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu
durumda, İçişleri Bakanlığınca iki ayrı yargı kolunda farklı istemlere
ilişkin olarak açılan tazminat davalarının konularının aynı olmasından
sözedilemeyeceği gibi, konuları farklı olan iki davada verilen kararlar
arasında çelişki olduğundan bahisle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksızlığından da sözedilemeyecektir.
Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinde
öngörülen “konunun aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız
bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.
SONUÇ : 2247
sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/211
KARAR NO : 2012/98
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İşe
giriş tarihi itibariyle 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi iştirakçi
olan davacının, çalışma gücünü %55 kaybettiğinden bahisle kendisine aylık
bağlanması yolundaki isteminin reddi üzerine açtığı davanın, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A. G.
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekilleri : Av. S. Ç., Av. F. T.
O L A Y : Davacı dilekçesinde; 17.12.1993
tarihinden beri Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde 657 sayılı Yasaya
tabi dağıtıcı kadrosunda görev yapmakta olduğunu, işe giriş tarihinden
sonra özür oranının tespiti amacıyla Maliye Bakanlığı tarafından Gaziantep
SSK Bölge Hastanesine sevk edildiğini, Hastane sağlık kurulunca maluliyet
oranının % 55 olarak saptandığını;
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun
geçici 4. maddesinde, çalışma
gücündeki kayıp oranları %50 ila %59 aralığında olduğu anlaşılan
sigortalıların 5760 gün, %40 ila %49 arasında olduğu anlaşılan
sigortalıların 6480 gün uzun vadeli sigorta kolları primi bildirmiş olması
kaydıyla haklarında bu fıkra hükümlerinin uygulanacağı hükmüne yer
verildiğini; Yasanın bu hükmüne istinaden, Gaziantep Sosyal Güvenlik İl
Müdürlüğü'ne yapmış olduğu başvuru üzerine 13.1.2009-1360926 sayılı yazı
ile Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesine sevk edildiğini, yapılan göz
muayeneleri sonucunda 15.1.2009/132893 tarih/sayılı raporun düzenlendiğini,
bu raporda görme kayıp oranının daha da artmış olduğunun görüldüğünü ancak,
bu raporun Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Sağlık Kurulunca
değerlendirildiğini ve idarece "Çalışma gücünü en az % 60 oranında
kaybetmediğine" karar verildiğini; Maliye Bakanlığı Gelirler Genel
Müdürlüğünün Sağlık Kurulu Raporu ile belirlemiş olduğu % 55 maluliyet
oranının, davalı Kurumun talebine istinaden, 15.1.2009 tarihli Av. Cengiz
Gökçek Devlet Hastanesinden alınan raporda kusur oranının daha fazla olduğu
tespit edilmesine ve 5510 sayılı Kanunun Geçici 4. maddesine rağmen kabul
edilmeyip emeklilik talebi hakkında maluliyetinin % 60'tan az olması
gerekçesiyle, Maliye Bakanlığı'nın sağlık kurulu raporuyla çelişki
yaratılarak olumsuz işlem tesis edilmesi nedeniyle dava açmak zorunda
kaldığını ifade ederek; sonuç itibariyle,
12.1.2010 tarihli dilekçe ile yaptığı başvurusunun reddine ilişkin
davalı idarenin 13.1.2010 tarih, XII-88916-9 sayılı işlemi ve bu işlemin
dayanağı işlemlerin iptali istemiyle 13.01.2010 tarihinde idari yargı yerinde
dava açmıştır.
GAZİANTEP
2. İDARE MAHKEMESİ; 27.10.2010 gün ve E:2010/204, K:2010/1038 sayı ile,
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101.
Maddesinde “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun
hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş
mahkemelerinde görülür." hükmüne yer verildiği; dava dosyasının
incelenmesinden; davacının Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde
dağıtıcı olarak görev yaptığı, özür oranının tespiti amacıyla Av. C. G. Devlet
Hastanesi'nde yapılmış olan muayene neticesinde %55 oranında özürlü
olduğuna ilişkin 10.10.1996 tarih ve 7468 sayılı sağlık raporu tanzim
edildiği, anılan rapor uyarınca özürlü grubundan emekli olmak için
12.1.2010 tarihli dilekçe ile başvuruda bulunduğu, yapılan başvurunun
13.1.2010 tarih ve 9 sayılı Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü
işlemiyle reddedildiği, anılan işlem ile bu işlemin dayanağı işlemlerin
iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu
durumda; davacının emekliliğine karar verilmesi yönündeki isteminin, 5510
sayılı Yasa kapsamında olduğu ve bu Yasa hükmü uyarınca uyuşmazlığın görüm
ve çözümünün Mahkemelerinin görev alanına girmeyip adli yargı yerinin görev
alanına girdiği gerekçesiyle;
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi
hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz
edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı
bu kez, aynı istemle 17.12.2010
tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
GAZİANTEP 1. İŞ MAHKEMESİ;17.2.2011 gün ve E:2010/647,
K:2011/63 sayı ile, Davacının işe
girişi itibarıyla 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu, özlük
işlerinde bu Yasa ile 5510 sayılı Yasa’nın geçiş hükümlerinin
uygulanacağı, 5510 sayılı Yasa’nın
101. maddesine göre, 5510 sayılı
Yasadan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davalarda iş mahkemesinin görevli
olduğunun açıkça belirtildiği, 5434 sayılı Yasa hükümlerine tabi çalışanlar
yönünden ise idare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle
Mahkemelerinin görevsizliğine, dava dilekçesinin görev yönünden reddine
karar vermiş; davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10.Hukuk
Dairesi; 02.06.2011 gün ve E:2011/4470, K:2011/8128 sayı ile; davanın, 5510
sayılı Kanunun geçici 4'üncü maddesindeki düzenleme gözetilerek davalı SGK
Başkanlığı (devredilen T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) tarafından
aylık tahsis başvurusunun reddine yönelik işlemin iptali istemine ilişkin
bulunduğu; 01.10.2008 tarihinde
yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
"Uyuşmazlıkların çözüm yeri" başlığını taşıyan 101'inci
maddesinde, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan durumlarda, bu Kanun
hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş
mahkemelerinde görüleceği belirtilmiş; "5434 sayılı Kanuna ilişkin
geçiş hükümleri" başlıklı geçici 4 'üncü maddesinin beşinci
fıkrasında, bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması hakkında
bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun
hükümlerine göre işlem yapılacağı, altıncı fıkrasında, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmaya
başlamış olup, çalışmaya başlamadan önce ilgili mevzuatına göre alınmış ve
en az % 40 oranında özürlü olduklarını gösterir sağlık kurulu raporu bulunanlar
ile en az % 40 oranında doğuştan özürlü olduklarını belgeleyenlerden aylık
talep tarihinde bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının c bendi
kapsamında sigortalı olanlara; en az 5400 gün uzun vadeli sigorta kolları
primi bildirilmiş ya da emekli keseneği ödenmiş olması kaydıyla, istekleri
halinde bu madde hükümleri esas alınarak yaşlılık aylığı bağlanacağı,
ancak, çalışmaya başladıktan sonra, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet
sunucularının sağlık kurullarınca yöntemince düzenlenecek raporlar ve
dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu, Kurum Sağlık Kurulunca
çalışma gücündeki kayıp oranının; a) % 50 ila % 59 arasında olduğu anlaşılan
sigortalıların, en az 5760, b) % 40 ila % 49 arasında olduğu anlaşılan
sigortalıların, en az 6480 gün uzun vadeli sigorta kollan primi bildirilmiş
olması kaydıyla, haklarında bu fıkra hükümlerinin uygulanacağının
açıklanmış olduğu; yasal düzenlemeler ışığı altında inceleme konusu dava
değerlendirildiğinde; davacı tarafından Gaziantep 2. İdare Mahkemesi'ne açılan,
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, uyuşmazlığın çözümünde 5510
sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği ve dolayısıyla adli
yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilen 27.10.2010 gün ve 204/1038
sayılı "davanın görev yönünden reddine" ilişkin kararın temyiz
edilmeksizin kesinleşmesi üzerine adli yargıda işbu temyize konu kararı
veren mahkemeye dava açıldığı belirgin bulunmakla, dosyadaki yazılara,
kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle; 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre memur, 5434 sayılı T.C.
Emekli Sandığı Kanunu hükümleri kapsamında iştirakçi olan davacının,
kendisinde var olan özür durumuna göre aylık bağlanması için davalı Kuruma
yönelttiği isteminin reddedilmesi üzerine açılan iş bu davanın, taraflar
arasındaki hukuki uyuşmazlığın türü ve niteliği dikkate alındığında 5510
sayılı Kanunun 101 'inci madde hükmü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğine,
diğer taraftan, idari ve adli yargı makamlarınca verilen görevsizlik
kararları ile ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının, 2247 sayılı Kanun
hükümlerine göre Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından giderilmesi olanağı
bulunmasına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve
kanuna uygun olan hükmün Onanmasına karar vermiş; karar düzeltme isteminde
bulunulmadığından Mahkeme kararı kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri
arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine,
önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden
gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da
ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında
doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar
verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, işe giriş tarihi itibariyle 5434 sayılı
Emekli Sandığı Kanunu’na tabi iştirakçi olan davacının, çalışma gücünü %55
kaybettiğinden bahisle kendisine aylık bağlanması yolundaki isteminin
reddine ilişkin 13.1.2010 tarih, XII-88916-9 sayılı işlem ile bu işlemin
dayanağı işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun (Değişik: 17/4/2008-5754/68 md.) Geçici
4.maddesinin altıncı fıkrasında, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmaya başlamış olup,
çalışmaya başlamadan önce ilgili mevzuatına göre alınmış ve en az % 40
oranında özürlü olduklarını gösterir sağlık kurulu raporu bulunanlar ile en
az % 40 oranında doğuştan özürlü olduklarını belgeleyenlerden aylık talep
tarihinde bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi
kapsamında sigortalı olanlara; en az 5400 gün uzun vadeli sigorta kolları
primi bildirilmiş ya da emekli keseneği ödenmiş olması kaydıyla, istekleri
halinde bu madde hükümleri esas alınarak yaşlılık aylığı bağlanır. Ancak
çalışmaya başladıktan sonra, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet
sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve
dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu, Kurum Sağlık Kurulunca
çalışma gücündeki kayıp oranının;
a) % 50
ilâ % 59 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 5760,
b) % 40
ilâ % 49 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 6480,
gün uzun
vadeli sigorta kolları primi bildirilmiş olması kaydıyla, haklarında bu
fıkra hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacının
17.12.1993 tarihi itibariyle Gaziantep Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde 657
sayılı Yasaya tabi dağıtıcı kadrosunda görev yapmakta olduğu, 68.641.286 Emekli sicil numaralı davacı
adına Gaziantep SSK Hastanesince düzenlenen 10.10.1996 tarih, 7468 sayılı
ve Gaziantep Devlet Hastanesince düzenlenen 15.01.2009 tarih, 132893-930
sayılı sağlık kurulu raporlarının, 5510 sayılı Kanunun Geçici 4. ve 6.
maddeleri gereğince davalı Kurum, Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü
Maluliyet ve Sağlık Kurulları Daire Başkanlığı tarafından incelendiği ve
her iki rapordaki göz rahatsızlığının 16.07.2006 tarih, ve 26230 sayılı
Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkındaki Yönetmelikte yazılı
olanlardan, en az % 40 oranında olmadığına karar verildiği; bunun üzerine
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı,
Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri
Daire Başkanlığı’nın 09.01.2009 tarih, .../68.641.286 sayılı işlemi ile,
davacının emekliye ayrılmasına imkan bulunmadığı hususunun davacının
çalıştığı Müdürlüğe bildirildiği; davacının 12.1.2010 tarihli dilekçe ile
yeniden talepte bulunduğu;
“talebinin daha önceki yazışmalarda reddedildiğinden, lüzumsuz
yazışmalara meydan verilmemesi amacıyla dilekçenin İnsan Kaynakları Daire
Başkanlığına gönderilmediği” yolundaki Gaziantep Sosyal Güvenlik İl
Müdürlüğü’nün 13.1.2010 tarih, XII-88916-9 sayılı işlemi ile reddedilmesi
üzerine, bu işlem ile dayanağı işlemlerin iptali istemiyle bakılan davanın
açıldığı anlaşılmıştır.
31.5.2006
tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine
göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar
(Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım
Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları),
devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı
İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik
ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı
emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir
sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali
amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111,
K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte,
bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu
görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c
maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen
17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler
yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle,
5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510
sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında
olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri
hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754
sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa
Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E:2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
5510
sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde
görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla
(RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz
konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu
gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu
gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri
bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri
olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca,
bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı
Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak;
ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun
yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet
gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak
bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve
yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara
ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya
devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim
esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin
niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın
bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması
ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin
görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda
açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde
bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik
mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki
uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte
değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur
ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere
5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri
bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak,
bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak
çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı
Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı
dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın
158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev
uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca
Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı
tartışmasızdır.
Bu
durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve
yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya
devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep,
konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları
kapsamında bulunan, kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın,
görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesinin
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Gaziantep 2. İdare Mahkemesi’nin 27.10.2010 gün ve E:2010/204,
K:2010/1038 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/235
KARAR NO : 2012/99
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : ……….Hizmetleri Ltd. Şti.
Vekili : Av. Ş.
U.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
O L A Y : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
İzmir Bölge Müdürlüğü’nün 2.5.2006 tarih ve 15465
sayılı işlemi ile, istenilen kayıt ve belgelerin Bakanlık iş
müfettişine ibraz edilmeyerek denetimin engellendiği belirtilerek; 4857
sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108.
maddesine dayanılarak 107. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.
Davacı
vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde dava açmıştır.
ŞİŞLİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 17.1.2008 gün ve
Müteferrik:2007/1689 sayı ile; her ne davacı vekili idari para cezasına
itiraz etmiş ise de, verilen idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların
görüm ve çözümü görevinin İdari Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Bu kez
Davacı, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İZMİR 4.
İDARE MAHKEMESİ: 11.6.2008 gün ve E: 2008/878, K:2008/867 sayı ile; 5326
sayılı Kabahatler Kanununun 2. maddesinde; kabahat deyiminden, kanunun
karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın
anlaşılacağının belirtildiği,
06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunun 31. maddesi ile değişik 3.
maddesinde: "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması
halinde…” uygulanacağı, 27.
maddesinde; idari yaptırım kararı ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden
itibaren en geç 15 (onbeş) gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine
başvurulabileceği, bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde
idari yaptırım kararının kesinleşeceği, idari yaptırım kararının mahkeme
tarafından verilmesi halinde bu madde hükmünün uygulanmayacağı kuralına yer
verilmiş olduğu; 4857 sayılı İş Kanunu'nda, bu kanun hükümleri uyarınca
verilecek idari para cezalarına ilişkin yargı yolunu gösteren hüküm
bulunmadığı; 4857 sayılı İş
Kanunu’nun 107 ve 108. maddeleri uyarınca para cezası uygulandığı, anılan
Kanunda bu kanun uyarınca verilen para cezalarına karşı açılan davaların
hangi mahkemede çözümleneceğine ilişkin hüküm bulunmaması karşısında
yukarıda anılan Kabahatler Kanunu'nun 3. ve 27. maddeleri uyarınca
uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görev alanı içerisinde
olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, bu karar Danıştay 10. Dairesinin 25.5.2011 gün ve
E:2008/9964, K:2011/1829 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel
Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14.maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.maddede
belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren Mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme
durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı
Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
4857 sayılı Kanun’un 92, 107 ve 108.
maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
4857
sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesinde, yetkili makam ve memurlara ilişkin
düzenlemeye yer verilmiş; “İş
hayatının denetim ve teftişi ile ilgili hükümlere aykırılık” başlığını
taşıyan 107 maddesinde,
Kanunun; 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine
getirmeyen, 96 ncı maddesindeki
yasaklara uymayan, işveren veya
işveren vekiline sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği, iş müfettişlerinin bu Kanundan veya diğer
kanunlardan doğan her çeşit teftiş, denetleme yetki ve görevleri gereğince
görevlerinin yerine getirilmesi sırasında, görevlerini yapma ve
sonuçlandırmaya engel olan kimselere, fiil suç oluşturmadığı takdirde,
sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği hükmü yer almış; 108.
maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en
geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği
öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003
tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası
yürürlükten kaldırılmış; anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un
10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı
maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106
ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş
Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.
106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun
20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş;
madde hükmü 26.5.2008 tarihinde
yürürlüğe girmiş; son olarak maddenin ikinci cümlesi, 25.2.2011 tarihinde
yürürlüğe giren 6111 sayılı
Kanun’un 79.maddesiyle “101 inci ve 106 ncı maddeler
kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu il müdürü
tarafından; birden fazla ilde işyerleri bulunan işverenlere uygulanacak
idari para cezası ise işyerlerinin merkezinin bulunduğu yerdeki Türkiye İş
Kurumu il müdürünce verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.” şeklinde
değiştirilmiştir.
4857
sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme yer almamaktadır.
Öte yandan;
30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560
sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında
ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren
en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre
içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir”
düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği;
ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden
sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı
halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı
İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3.
maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması
halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde
5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı
açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1)
numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin
görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.1.2008 gün ve
Müteferrik:2007/1689 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/237
KARAR NO : 2012/100
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile davacı
şirket arasında imzalanan hizmet alım sözleşmesinde muvazaa olduğuna
ilişkin Müfettiş Raporu ile muvazaanın onanması halinde yasa gereği idari
para cezası uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın,
ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
……….Teks.Nak.
San.Ltd.Şti./ Karahan
Bilişim.Hizm.Org.San.Tic.Ltd.Şti./ Ş.Urfa ……Temizlik Tic. San. Ltd. Şti. /
Ş.Urfa ………. San. Tic. Ltd. Şti. (Ş.Urfa İş Ortaklığı)
Vekili
: Av. Ş. A.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı
Vekili : Haz. Av. E. T.
O L A Y : 1-Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi tarafından Tigem Karacabey Tarım
İşletme Müdürlüğü işyerinde 12/08/2009-13/08/2010 tarihlerinde yapılan
inceleme sonucunda düzenlenen 31/08/2010 tarih ve 69 sayılı İnceleme
Raporunda; TİGEM Karacabey Tarım İşletme Müdürlüğü ünvanlı asıl işveren ile
davacı ……….Teks.Nak. San.Ltd.Şti / Karahan Bilişim Hizm. Org. San. Tic.
Ltd. Şti./Ş.Urfa …… Temizlik Tic. San. Tic. Ltd. Şti.-Ş.Urfa ………. San. Tic.
Ltd. Şti. (Ş.Urfa İş Ortaklığı) ünvanlı alt işveren arasında
01/06/2010-31/05/2011 yürürlük süreli Sığırcılık, Atcılık, Tarım İşçiliği,
Makine İkmal İşleri konulu hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl
işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı; TİGEM Karacabey
Tarım İşletme Müdürlüğü Alt İşverenliği işyerinde Hizmet Alım Sözleşmesinin
gereği olarak Sığırcılık, Atcılık, Tarım İşçiliği, Makine İkmal
hizmetlerini yürüttükleri, bu işlerde Kurumun kendi personelinin yetersiz
kaldığı ve ek personele ihtiyaç duyulduğu durumlarda ve Kurumun talep
ettiği sayıda işçinin kendileri tarafından hizmet alım sözleşmesinde
belirlenen koşullarda kendilerince sağlandığı, işyerinde kaç işçinin kaç
gün süre ile nerede çalışacağına İşletme Müdürlüğünün karar verdiği, iş
durumuna ve asıl işverenin talebine göre işçi işe alındığı, halen işyerinde
kendilerine bağlı işçilerin olduğu; Müdürlükçe hizmet alımı sözleşmesine
istinaden çalıştırılan işçilerin asıl işveren işçileri ile birlikte onların
yetersiz kaldığı alanlarda istihdam edildiklerinden aynı işleri yaptıkları,
bu işçilerin Müdürlükçe görevlendirilen Kahya ya da Çavuş olarak anılan
kişiler tarafından yönlendirildikleri, ilgili araç ve malzemelerin İşletme
Müdürlüğü tarafından tedarik edildiği; hizmet alım sözleşmesi ile alt
işverene bırakılan hizmetlerinin asıl işveren tarafından öteden beri
yürütülen ve halen yürütülmekte olan asıl işlerden olduğu; ek personele ihtiyaç duyulduğu zamanlarda
ve ihtiyaç duyulan sayıda işçinin yüklenici firmalar tarafından
sağlandığı; olayın özelliği,
Yargıtay Kararları dikkate alındığında TİGEM Karacabey Tarım İşletme
Müdürlüğünde belirtilen hizmetlerin asıl işin bir parçası olduğu, söz
konusu bölümlerde yapılan işlerin 4857 sayılı İş Kanunun 2.maddesi gereği
alt işverene verilebilecek nitelikte işlerden olmadığı anlaşıldığından,
TİGEM Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile davacı arasında akdedilen
hizmet alımı sözleşmesinin muvazaalı olduğu kanaatine varıldığı
belirtilerek; 4857 sayılı Yasanın 3. maddesine muhalefet eden işverenler
hakkında aynı yasanın 98. maddesi gereğince idari para cezası
uygulanmasının gerektiği ifade edilmiştir.
2-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge
Müdürlüğü’nce, 7.10.2010 tarih ve 17787 sayılı Tebligat yazısı ile; Bakanlık İş Müfettişi tarafından yapılan
inceleme sonucunda; hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl
işveren alt işveren ilişkilerinin muvazaalı işleme dayandığının tespit
edilmiş olduğu, söz konusu raporun,
4857 sayılı İş Kanununun 3’üncü maddesi ile Alt İşverenlik Yönetmeliğinin
13. maddesi uyarınca ilişikte gönderildiği; bu itibarla, 4857 sayılı İş
Kanununun 3. Maddesine dayanılarak çıkarılan Alt İşverenlik Yönetmeliğinin
13. maddesi gereğince, asıl işveren - alt işveren ilişkisinin İş
Müfettişince tespitinden sonra muvazaanın tespitine ilişkin gerekçeli
müfettiş raporunun Bölge Müdürlüklerince işverenlere tebliğ edildiği
tarihten itibaren 6 iş günü içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde itiraz
edilebileceği, itiraz halinde itiraz dilekçesinin bir örneğinin Müdürlüklerine
gönderilmesi, bu süre içinde itiraz edilmemesi ya da mahkeme kararı ile
muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işverene aynı kanunun 5763
sayılı kanunla değişik 98/1 maddesi gereğince idari para cezası
uygulanacağı hususu davacı Şirkete bildirilmiştir.
3-Davacı
şirketler grubu temsilcisi davalı olarak, ……… Teks. Nak. San. Ltd.
Şti./ Karahan Bilişim. Hizm. Org.
San. Tic. Ltd. Şti. / Ş. Urfa ……Temizlik Tic. San. Ltd. Şti./ Ş. Urfa ……… San. Tic. Ltd. Şti.(Ş.Urfa İş
Ortaklığı)’ni gösterdiği dava dilekçesinde; şirketleri ile Tigem Karacabey
Tarım İşletme Müdürlüğü arasında hizmet alım sözleşmesi imzalandığını,
ancak davalı Kurum Müfettişliği tarafından yapılan inceleme sonucu
düzenlenen 31.08.2010 tarih 69 sayılı rapora göre, Şirketleri ile ilgili İdare arasındaki
hizmet alım sözleşmesi çerçevesinde kurulan asıl işveren alt işveren
ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı gerekçesiyle Şirketlerine para
cezası işlemi uygulandığını, Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunu ifade
ederek, 31.08.2010 tarihli 69 sayılı
raporla düzenlenen ve 4857 Sayılı Yasanın 98. maddesi gereğince idari para
cezası getiren raporun iptaline ve idari para cezasının kaldırılmasına
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
BURSA 1. İŞ
MAHKEMESİ; 18.04.2011 gün ve E: 2010/965, K:2011/204 sayı ile, Davacı
şirketler grubu ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü arasında
01.06.2010 - 31.05.2011 tarihlerini kapsar Tigem işyerindeki Sığırcılık,
Atçılık, Tarım işçiliği, Makine İkmal İşlerinin Sağlanmasına ilişkin
imzalanan hizmet alım sözleşmesi davalı kurumun incelemesi sonucu
düzenlenen 31.08.2010 tarihli rapor ile sözleşmede yapılması belirlenen
işlerin asıl işlerden olduğu ve taraflar arasında sözleşmede belirtilen
asıl işveren alt işveren ilişkisinin bu nedenlerle muvazaaya dayandığı
tespit edilerek, kurulan asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya
dayandığı, işbu raporun tebliğinden itibaren 6 gün içinde yetkili İş
Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği, itiraz halinde dilekçenin bir
örneğinin kuruma gönderilmesi, itiraz edilmemesi halinde ya da mahkeme
kararı ile muvazaanın onanması halinde haklarında yasa gereği idari para
cezası uygulanacağının 07.10.2010 tarihli yazı ile davacı şirketler grubuna
ve Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğüne tebliğ edildiği, davacı
şirketler grubunun da itirazlarına konu eldeki bu davayı ikame ettiği; uyuşmazlığın idari işleme dayandığı ve
davanın para cezasına itiraz olduğunun anlaşıldığı, özel yasa olan 506
Sayılı (Yeni 5510 Sayılı Sosyal Güvenlik Yasası) Sosyal Güvenlik Yasasından
kaynaklanan dava konusu idari para cezasına karşı yapılacak itiraza konu
davaya bakma görevinin en son yasal düzenlemelere göre idari yargının görev
alanında kaldığı, bu nedenlerle eldeki davanın görülme yerinin
Mahkemelerinin görevi kapsamında kalmadığı;
her ne kadar iptali istenen para cezasına konu kurum işlemi Sosyal
Güvenlik Yasası'ndan kaynaklanmakta ise de para cezasına itiraza konu
davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini belirleyen yasal düzenlemeler
karşısında eldeki davanın görev nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği
sonucuna varıldığı gerekçesiyle görev nedeniyle davanın reddine karar
vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
4-Bu kez
Davacı vekili tarafından, davalı olarak yalnızca ……….Teks. Nak. San. Ltd.
Şti. gösterilerek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tanzim edilen
31.08.2010 tarih ve 69 sayılı rapora itirazlarının kabulü ile müvekkili
bulunduğu şirkete idari para cezası verilmesine dair idari kararın iptali
istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 05.08.2011 gün ve E: 2011/1116
sayı ile, 4857 sayılı İş Kanunu'nun
2. maddesinin 6. fıkrasında; bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya
hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde
işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren
işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu
işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren
arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denildiği, bu
ilişkide asıl işverenin, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili
olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu
iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumlu
olduğu, 3. maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanun'un kapsamına giren nitelikte
bir işyerini kuran, her ne suretle olursa olsun devralan, çalışma konusunu
kısmen veya tamamen değiştiren veya herhangi bir sebeple faaliyetine son
veren ve işyerini kapatan işverenin, işyerinin unvan ve adresini,
çalıştırılan işçi sayısını, çalışma konusunu, işin başlama veya bitme
gününü, kendi adını ve soyadını yahut unvanını, adresini, varsa işveren
vekili veya vekillerinin adı, soyadı ve adreslerini bir ay içinde bölge
müdürlüğüne bildirmek zorunda olduğu, 2. fıkrasında; bu Kanun'un 2.
maddesinin altıncı fıkrasına göre iş alan alt işverenin; kendi işyerinin
tescili için asıl işverenden aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve
gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla
yükümlü olduğu, bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait
belgelerin gerektiğinde iş müfettişlerince inceleneceği, inceleme sonucunda
muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş
raporunun işverenlere tebliğ edileceği, bu rapora karşı tebliğ tarihinden
itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz
edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu, rapora altı
iş günü içinde itiraz edilmemiş veya mahkemenin muvazaalı işlemin tespitini
onanmış olması halinde ise tescil işleminin iptal edileceği ve alt işverenin
işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılacağı, 98.
maddesinin 1. fıkrasında; bu Kanun’un 3. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarındaki işyeri bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya
işveren vekiline, çalıştırılan her
işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 85. madde kapsamındaki işyerlerinde ise
çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası, 3. maddesinin ikinci
fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt
işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin Yeni Türk Lirası idari para
cezası verileceği hükmüne yer verilmiş olduğu; 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesine dayalı
olarak hazırlanan ve 27.09.2008 tarih ve 27010 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanan Alt İşverenlik Yönetmeliği'nin 12. maddesinin 1. fıkrasında; 7.
madde uyarınca tescili yapılan işyeri için 6. maddede belirtilen belgelerde
Kanun'a aykırılık veya muvazaa kanaatini oluşturan delillerin bulunması
halinde, söz konusu belgelerin gerekçesi ile birlikte incelenmek üzere
bölge müdürlüğünce iş teftiş grup başkanlığına intikal ettirileceği, 13.
maddesinin 1. fıkrasında; asıl işveren-alt işveren ilişkisinin iş
müfettişlerince incelenmesi sonucunda muvazaanın tespitine ilişkin
gerekçeli müfettiş raporunun bölge müdürlüğünce işverenlere tebliğ
edileceği, tebliğ tarihinden itibaren 6 işgünü içinde isverenlerce yetkili
iş mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların
kesin olduğu, 2. fıkrasında; rapora 6 iş günü içinde itiraz edilmemiş veya
mahkemenin muvazaanın tespitini onamıs olması halinde ise tescil işleminin
bölge müdürlüğünce iptal edileceği ve alt işveren işçilerinin başlangıçtan
itibaren asıl işverenin işçileri sayılacağı, 3. fıkrasında; iş müfettişinin
muvazaalı işlemi tespit etmesi durumunda itiraz süresinin geçmesi ya da
mahkeme kararı ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işveren
veya vekillerine idari para cezası uygulanacağının kurala bağlandığı; dosyanın incelenmesinden, aralarında
davacı Şirketin de bulunduğu şirketler topluluğu ile Tigem Karacabey Tarım
İşletmesi Müdürlüğü arasında 05.7.2010 tarihinde 01.06.2010 - 31.05.2011
tarihlerini kapsayacak şekilde Tigem işyerindeki sığırcılık, atçılık, tarım
isçiliği, makine ikmal işlerinin sağlanmasına ilişkin hizmet alım
sözleşmesi yapıldığı ve davacı Şirketin 01.8.2010 tarihinde işe başladığı,
işyerinde Bakanlık iş müfettişi tarafından 4857 sayılı Kanun'un 3.
maddesinin 2. fıkrası ile Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında
12.08.2010 - 13.08.2010 tarihleri arasında inceleme yapıldığı ve " ...
sözleşmede yapılması belirlenen işlerin asıl işlerden olduğu ve taraflar
arasında sözleşmede belirtilen asıl işveren alt işveren ilişkisinin bu
nedenlerle muvazaaya dayandığı… " hususunun dava konusu 31.08.2010
tarih ve 69 sayılı raporla tespit edildiği, bu tespite ilişkin raporun da
dava konusu işlemle birlikte 13.10.2010 tarihinde davacı şirkete tebliğ
edildiği, davacı şirket tarafından 6 gün içerisinde 31.08.2010 tarih ve 69
sayılı rapor ile ceza uygulanacağına ilişkin Bursa Bölge Müdürlüğü'nün
07.10.2010 tarih ve 17787 sayılı işleminin iptali istemiyle 19.10.2010
tarihinde Bursa 1. İş Mahkemesi'nde dava açıldığı, bu davanın da “ ….
uyuşmazlığın idari işleme dayandığı ve davanın para cezasına itiraz olduğu,
özel yasa olan 506 sayılı (Yeni 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası) Sosyal
Güvenlik Yasası'ndan kaynaklandığı, yapılan son düzenlemelere göre davaya
bakma görevinin idari yargının görev alanında kaldığı… " gerekçesiyle
görev yönünden reddedilmesi üzerine Mahkemelerinde bakılan bu davanın
açıldığı; olayda, davacı Şirkete 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu
kapsamında herhangi bir para cezası verilmediği gibi dava konusu işlemlerin
de yukarıda anılan 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile
Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında tesis edildiği ve yapılan
inceleme sonucunda hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren
ilişkisinin muvazaaya dayandığına ilişkin tespit raporu ile bu raporun
bildirilmesine ve süresi içerisinde itiraz edilmemesi veya mahkemenin
muvazaanın tespitini onamış olması halinde idari para cezası uygulanacağına
ilişkin olduğu görüldüğünden, dava konusu işlemlerin iptali istemiyle
açılan bu davanın yukarıda anılan 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2.
fıkrası ile Yönetmeliğin 13. maddeleri uyarınca Mahkemelerinin görevine
girmediği, İş Mahkemesi'nin görevine girdiğinin anlaşıldığı; ancak, bu davanın, Bursa 1. İş Mahkemesi'nin
18.4.2011 tarih ve E:2010/965, K:2011/204 sayılı görevsizlik kararı üzerine
Mahkemelerinde açıldığı görüldüğünden, görevli yargı yerinin belirlenmesi
için 2247 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi'ne
başvurulmasına, dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve
karar alınana kadar davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19.
maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu
açıklığa kavuşturulmadan ve önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise
de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği;
adli ve idari yargı yerleri arasında davalı “Ronya İnşaat Tr. Teks. Nak.
San. Ltd. Şti.” yönünden görev uyuşmazlığın
doğduğu ve sonuçta
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve
idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın, davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü ile içinde bulunduğu şirketler
topluluğu arasında imzalanan hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt
işveren ilişkisinde muvazaa olduğuna ilişkin 31.08.20l0 tarihli 69 sayılı
Müfettiş Raporu ile bu raporun tebliğinden itibaren 6 gün içinde yetkili İş
Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceğine, itiraz halinde dilekçenin bir
örneğinin kuruma gönderilmesine, itiraz edilmemesi halinde ya da mahkeme
kararı ile muvazaanın onanması halinde yasa gereği idari para cezası
uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle açılmıştır.
4857
sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde, (…) “Bir
işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı
işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile
teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için
görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer
işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt
işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine
karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt
işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt
işveren ile birlikte sorumludur.
Asıl
işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya
devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde
çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel
olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı
kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin
işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik
nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt
işverenlere verilemez.(…)” hükmüne;
“İşyerini bildirme” başlıklı 3. maddesinde, “ Bu
Kanunun kapsamına giren nitelikte bir işyerini kuran, her ne suretle olursa
olsun devralan, çalışma konusunu kısmen veya tamamen değiştiren veya
herhangi bir sebeple faaliyetine son veren ve işyerini kapatan işveren,
işyerinin unvan ve adresini, çalıştırılan işçi sayısını, çalışma konusunu,
işin başlama veya bitme gününü, kendi adını ve soyadını yahut unvanını,
adresini, varsa işveren vekili veya vekillerinin adı, soyadı ve adreslerini
bir ay içinde bölge müdürlüğüne bildirmek zorundadır.
(Değişik ikinci fıkra: 15/5/2008-5763/1 md.) Bu Kanunun 2 nci maddesinin altıncı fıkrasına
göre iş alan alt işveren; kendi işyerinin tescili için asıl işverenden
aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte,
birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür. Bölge müdürlüğünce
tescili yapılan bu işyerine ait belgeler gerektiğinde iş müfettişlerince
incelenir. İnceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite
ilişkin gerekçeli müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir. Bu rapora
karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş
mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.
Rapora altı iş günü içinde itiraz edilmemiş veya mahkeme muvazaalı işlemin
tespitini onamış ise tescil işlemi iptal edilir ve alt işverenin işçileri
başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır.
(Ek fıkra:11/6/2003-4884/10 md.) Ancak, şirketlerin tescil kayıtları ise ticaret
sicili memurluklarının gönderdiği belgeler üzerinden yapılır ve bu belgeler
ilgili ticaret sicili memurluğunca bir ay içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı ilgili bölge müdürlüklerine gönderilir.
(Ek fıkra: 15/5/2008-5763/1 md.) Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulması,
bildirimi ve işyerinin tescili ile yapılacak sözleşmede bulunması gerekli
diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” hükmüne; “İşyerini
bildirme yükümlülüğüne aykırılık” başlıklı 98.maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 15/5/2008-5763/8
md.) Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki
işyeri bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya işveren
vekiline, çalıştırılan her işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 85 inci madde
kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk
Lirası, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak
bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin Yeni
Türk Lirası idari para cezası verilir.
Bu para
cezasının kesinleşmesinden sonra bildirim yükümlülüğüne aykırılığın sürmesi
halinde takip eden her ay için aynı miktar ceza uygulanır.” hükmüne;
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin
birinci fıkrasında, “İş Kanununa göre işçi
sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E
fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren
vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak
iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak
lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, aralarında davacı Şirketin de
bulunduğu şirketler topluluğu ile Tigem Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü
arasında, Tigem işyerindeki sığırcılık, atçılık, tarım isçiliği, makine
ikmal işlerinin sağlanmasına ilişkin hizmet alım sözleşmesi yapıldığı; davacı Şirketin alt işveren olarak işe başladığı, işyerinde Bakanlık İş
müfettişi tarafından 4857 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 2. fıkrası ile
Yönetmeliğin 12. ve 13. maddeleri kapsamında inceleme yapıldığı ve
31.08.2010 tarih ve 69 sayılı raporla
" ... sözleşmede yapılması belirlenen işlerin asıl işlerden
olduğu ve taraflar arasında sözleşmede belirtilen asıl işveren alt işveren
ilişkisinin bu nedenlerle muvazaaya dayandığı… " hususunun tespit
edildiği, bu tespite ilişkin raporun; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Bursa Bölge Müdürlüğü’nün, 7.10.2010 tarih ve 17787 sayılı yazısı ile birlikte
davacı şirkete tebliğ edildiği, bu yazıda söz konusu Rapordan bahisle; 4857
sayılı İş Kanununun 3. Maddesine dayanılarak çıkarılan Alt İşverenlik
Yönetmeliğinin 13. maddesi gereğince, asıl işveren - alt işveren
ilişkisinin İş Müfettişince tespitinden sonra muvazaanın tespitine ilişkin
gerekçeli müfettiş raporunun Bölge Müdürlüklerince işverenlere tebliğ
edildiği tarihten itibaren 6 iş günü içinde yetkili İş Mahkemesi nezdinde
itiraz edilebileceği, itiraz halinde itiraz dilekçesinin bir örneğinin
Müdürlüklerine gönderilmesi, bu süre içinde itiraz edilmemesi ya da mahkeme
kararı ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt işverene aynı
kanunun 5763 sayılı kanunla değişik 98/1 maddesi gereğince idari para
cezası uygulanacağı hususu davacı Şirkete bildirildiği, bunun üzerine;
hizmet alım sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinde muvazaa
olduğuna ilişkin 31.08.20l0 tarihli 69 sayılı Müfettiş Raporu ile idari
para cezası uygulanacağına ilişkin kararın iptali istemiyle dava açıldığı
anlaşılmıştır.
Buna göre uyuşmazlığa konu raporun 4857 sayılı
Kanun ve ilgili Yönetmelik kapsamında düzenlendiği, hizmet alım
sözleşmesindeki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığına
ilişkin Müfettiş raporu ile muvazaanın onanması halinde asıl işveren ve alt
işverene, yine 4857 sayılı Kanun
gereğince idari para cezası uygulanacağına ilişkin bildirim işleminin
iptalinin talep edildiği ve 5521 sayılı Yasanın 1. maddesi gözetildiğinde,
uyuşmazlığın “İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk
uyuşmazlıkları” kapsamında iş mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin
başvurusunun kabulü ile İş Mahkemesinin verdiği görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa
1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Bursa 1. İş Mahkemesi’nce verilen 18.04.2011 gün ve
E:2010/965, K:2011/204 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/239
KARAR NO : 2012/101
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
3194 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden
doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : K.
K., A. G., M. C.,
S. G. Mirasçıları: A. G.,H.
G., M.G.I., H.G.U., S.G.D.
Vekilleri : Av.
S. Ç., Av. S. Ç.
Davalı : Altındağ
Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A. A.
O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde, Altındağ İlçesi,
Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda 1994 yılında yeni
bir imar düzenlemesi yapıldığını, yapılan imar düzenlemesi sonucunda
müvekkillerinin toplam 182 m2’sinin bu parsel ile şuyulandırıldığını,
parsel üzerinde davalıya ait pazar yeri bulunduğunu, parselde davacı ve
diğer hissedarların müştereken malik olduklarını, söz konusu yer İmar
Kanunu’nun 18. maddesi gereğince oluşturulmuş olduğundan, hissedarların
hisseleri miktar olarak belli olmakla beraber bir bütün içerisinde hangi
bölümde olduklarının belirsiz bulunduğunu, Davalıya karşı daha önce açılmış
olan davalar nedeniyle, davalı Belediyenin Pazaryerini kısmen kaldırdığını,
idarenin kamulaştırmasız el atma eylemini gerçekleştirdiğini, bu eylemi
gerçekleştiren davalı Kurumun, taşınmazın dava tarihindeki gerçek ve rayiç
bedelini müvekkillere ödemekle yükümlü bulunduğunu ileri sürerek fazlaya
ilişkin talep hakları saklı kalmak üzere şimdilik 5.000 TL'nin dava
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiliyle
müvekkillerine hisseleri oranında verilmesine, müvekkillerinin hisselerinin
iptali ile davalı idare adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Belediye vekili birinci savunma
dilekçesinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek
görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 11. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ;
08.06.2011 gün ve E:2011/192
sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Belediye vekilince süresi içinde verilen dilekçe
ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması
üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; her ne kadar,
uyuşmazlık konusu parselin imar planında pazar yeri alanı olarak ayrılmış
olması nedeniyle ve imar uygulama işlemi ile pazar alanından yer tahsis
edilmiş bulunduğu iddiasıyla söz konusu taşınmazların bedellerinin tazminat
olarak ödenmesi istemiyle açılan davada, davanın hukuksal dayanağı olarak,
kamulaştırmasız el atma gösterilmiş ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında
imar planında ilköğretim tesisi alanına ayrılan taşınmaz yönünden
kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı kabul edilmiş; yine, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu kararında, 3194 sayılı Kanun'un 18'inci maddesine göre
yapılan uygulamada davacıya tahsis edilen imar parselinin, imar planında
lise alanı olarak ayrılması halinde kamulaştırmasız el atma koşullarının
gerçekleştiği yönündeki mahkeme direnme kararı yerinde bulunmuş ise de;
davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın, yukarıda açıklandığı
üzere, genel ve düzenleyici işlem olan imar planında ilgili taşınmazın
pazar yeri alanı olarak gösterilmesinden, bu planlarda öngörülen
kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulaması
işleminden kaynaklandığında ihtilaf bulunmadığından; bu kısıtlama ve
hareketsizlikten doğan zararın da idari işlem ve eylemden kaynaklandığının
kabulünün gerektiği; bu bakımdan;
davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Altındağ Belediyesinin
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. Maddesi uyarınca arazi ve imar
uygulamalarına ilişkin işlemler kapsamında, davacının da hissesinin
bulunduğu 21620 Ada 1 Parsel sayılı yerin imar planında pazaryeri olarak
ayrılmış bulunması karşısında, bu parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin
dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu
kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un
14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun
kabulüne olanak bulunmadığı; Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri
arasında sayıldığı; imar planı ve
buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin
gerektiği düşünüldüğü; bu nedenle,
Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış
olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/192
esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Belediye vekilinin anılan
Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacıların, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1
sayılı parselde bulunan hissesine davalı idare tarafından kamulaştırmasız
el atıldığı ileri sürülerek şimdilik 5.000 TL’nin yasal faizi ile birlikte
tazmini, hissenin tapusunun iptali ile davalı adına tesciline karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı
veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin
muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu
kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları
yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli
veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen
tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler
belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Anılan madde uyarınca, yapılan imar
düzenlemesi sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler
yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini
yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama
işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya
yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda,
davacılar vekili tarafından, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar
Mahallesi, 21620 ada, 1 parselde bulunan ve pazar olarak kullanılan
taşınmazdaki davacıların hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle
taşınmazın bedelinin şimdilik 5.000 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte
tahsili ile tapunun idare adına tescilinin talep edildiği; İdarece,
kesinleşen İmar Planının uygulanması kapsamında imar düzenlemesi yapıldığı;
imar uygulaması kapsamındaki parsellerden alınan kamu ortaklığı paylarından
dava konusu Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 21620 ada, 1
sayılı parselin oluşturulduğu ve bu parselin imar planında
"pazaryeri" olarak ayrıldığı; imar uygulaması tamamlandıktan
sonra, davacıların, bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Dava
konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında
bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanunun 14. maddesinde
işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak
bulunmadığı; davacıların davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının
giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.
Bu
durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin
18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Belirtilen
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Belediye
vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde İDARİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcı’sınca yapılan
BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı Belediye vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE
İLİŞKİN Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
08.06.2011 gün ve
E:2011/192 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde Üyelerden Mustafa AYSAL ile Eyüp
Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davalı Belediye Başkanlığınca yapılan imar
uygulaması sonucunda, pazaryeri olarak ayrılan davacılara ait taşınmazın, davalı
idarece kamulaştırma işlemlerine tevessül edilmeksizin pazaryeri olarak
kullanılması nedeniyle davacı tarafından kamulaştırmasız el atma nedeni ile
tazminat davası Adli Yargı ilk derece mahkemesinde açılmış,
Davalı idare vekilinin süresi içinde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği dilekçe üzerine Danıştay
Başsavcılığınca uyuşmazlığın imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari
yargıda çözümlenmesi gerektiği düşüncesiyle 2247 sayılı yasanın 10. maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek, dosya
yüksek mahkemeye gönderilmiş,
Yüksek Mahkemece çoğunluk görüşü ile Danıştay
Başsavcılığının başvurusu kabul edilerek davanın çözümünde idari yargının
görevli olduğuna karar verilmiştir.
Yüksek çoğunluk görüşüne katılamamaktayız. Zira;
3194 sayılı yasanın 18/10 md "Bu maddede
belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapıların belediye
veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamayacağı” öngörülmüştür.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
16.05.1956 gün 1956/1-6 sayılı kararında da "Usulü dairesinde istimlak
muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın
ilgili amme hükmi şahsiyeti aleyhine men' i müdahale davası açmaya hakkı
bulunduğu gibi fiili duruma rıza göstererek mülkiyet hakkının amme hükmi
şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün bedelinin tahsilini de dava
edebileceği" vurgulanmıştır.
Bu halde kamulaştırmasız el atma davasında görevli
yargı kolu Adli Yargıdır.
Maruz nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının 2247
sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar
verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan
görüşüne katılamıyoruz. 21.5.2012
Üye
Mustafa AYSAL
|
Üye
Eyüp Sabri BAYDAR
|
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/247
KARAR NO : 2012/102
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç
Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama
Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin
iptali ile faturada yer alan zamlı konaklama ücretinin iadesine karar
verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Türk Hava Yolları A.O.
Vekilleri :
Av. M. Ş. – Av. H. S. D.
Karış Taraf :
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. O. K.
O L A Y : Davacı
şirket vekili dava dilekçesinde, davalı idarenin hava limanı ve
havaalanlarında uçakların konma ve konaklaması ile ilgili olarak tek yanlı
iradesi ile 2009 yılı Tarifesinde “Uluslararası Konma ve Konaklama
Tarifesi” ile “İç Hat Konma ve Konaklama Tarifesi” başlıkları altında
düzenlemeler getirerek, tüm yerli ve yabancı hava yollarından Zamlı Konaklama
Ücreti (slot cezası) adı altında hukuka aykırı tahsilat yaptığını; bu
tahsilatın ne Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunla
ne de Türk Sivil Havacılık Kanununda yeri olduğunu; dünyada hiçbir
havaalanında bu tür bir uygulamanın bulunmadığını; Devlet Hava Meydanları
İşletmesinin aksaklıkları tespit edip gidermediği sürece hava yollarından
kaynaklanmayan sebeplerle meydana gelen gecikmeler için “Zamlı Konaklama
Ücreti” adı altında fahiş idari para cezaları tahsil etmesinin hukuka
aykırı olduğunu; operasyon günü gerçekleşen tek bir seferden varış ya da
kalkış saatinde yaşanan 20-30 dakikalık sapmanın, konaklama ücretinin
yanında ek olarak konaklamaya tabi tutulmak için yeterli görüldüğünü;
hiçbir slot uyumsuzluklarının olmadığını; Devlet Hava Meydanları İşletmesi
tarafından, slota uygun iniş kalkış yapılmaması halinde, havayollarınca ek
bir hizmet verilmediğinden havayollarına zamlı ücret tarifesi adı altında
ceza uygulanmasını gerektirecek bir sebebinde bulunmadığını; düzenlemenin
ücret olarak da değerlendirilse, ceza olarak da değerlendirilse tamamıyla
hukuka aykırı olduğunu önesürerek, davalı idarenin 2009 yılı
Uluslararası/İçhat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama
Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (Slot Cezası) düzenlemelerine istinaden
yapılan tahsilat işleminin iptali ile Devlet Hava Meydanları İşletmesi
Genel Müdürlüğünce düzenlenen 1.7.2009 gün ve AI09-010813 numaralı faturada
yer alan 2.400,00 TL zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren
6183 sayılı Yasaya göre işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar
verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü
vekilinin savunma dilekçesinde, iç hat ve dış hat ücret tarifelerinde yer
alan Zamlı Konaklama Ücretinin Konma ve Konaklamanın Hava Yolu
Şirketlerince alınan slot saatleri (iniş-kalkış saatleri) içersinde
yapılmamasından kaynaklanan zamlı ücret uygulaması olduğu; slot uygulamasında
en büyük aksaklığın sebebinin iddia edildiği gibi meydan kapasitesinin
yeterli olmamasının değil, hava yolu kuruluşlarının tamamının aynı saatte
uçma istekleri sonucu kapasitenin belirli saatlerde sıkışması, diğer
saatlerde ise boş olması olduğu; bu durumun da uçuş güvenliği riskini oraya
koyduğu; ülkemizde havacılık ve buna bağlı diğer sektörlerin gelişiminin
desteklenmesi ve uçuş operasyonundaki hızlılığın sağlanması bakımından,
uçakların ilk iki saatlik konaklaması için ücret alınmadığı; ülke
ekonomisine olumsuz etki yapmasının önüne geçilmesi bakımından da mecburen
slotsuz veya slotuna uygun olmayan uçakların geri çevrilmesi yerine inişine
izin verildiği ve zamlı konaklama ücreti alındığı; zamlı konaklama
ücretinin bir cezai müeyyide değil verilen hizmetlerin bir karşılığı olarak
alındığı; slotuna uygun gelmeyen bir uçağın tüm hava trafiğini riske ettiği
gibi çalışan personelinde iş yükünü arttırdığı; hava trafik hizmetlerinin
sağlanmasında esas olanın uçuş emniyetinin riske edilmemesi, can ve mal
güvenliğinin korunması ile düzenli bir hava trafiğinin akışının sürdürülmesi
ilkelerine uygun hareket edilmesi olduğu önesürülerek davanın reddi
gerektiği savunulmuştur.
ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ: 29.12.2009 gün ve
E:2009/1670, K:2009/2399 sayı ile, slot uygulamasının, hava trafiği yoğun
olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını
temin etmek amacıyla, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş
taleplerinin değerlendirilerek, talep edilen veya talebe müsait en yakın
iniş-kalkış seferi için havaalanı olanaklarının kullanımı hakkını ifade ettiği,
zamlı konaklama ücreti uygulaması ise, slot dahilinde iniş-kalkış
yapılmaması halinde, slot almayan veya slotuna uymayan uçaklara, hava
trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde
kullanılmasını temin etme amacıyla slot almayı ve slotuna uymayı teşvik
eden bir önlem niteliğinde olup; ceza olarak nitelendirilmesinin mümkün
olmadığı gibi, havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığının da
olmadığı, idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem
niteliğinde olmayan dava konusu tahsilat işleminin, idare mahkemelerinde
yargısal denetime tabi tutulmasının olanaklı olmadığı, diğer taraftan, dava
konusu zamlı konaklama ücretinin, Konaklama Tarifesi uyarınca hesaplanmış
olmasının da, tarifenin uygulanmasına ilişkin olarak tesis edilen tüm
işlemlerin tamamının yargısal denetiminin, idari yargının görevalanına
girmesi sonucunu doğurmayacağı, buna göre uyuşmazlığın görev ve çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu, nitekim, Danıştay Onuncu Dairesi'nin
11.2.2009 gün ve E:2008/169, K:2009/979 sayılı kararının da bu yönde
bulunduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15.
maddesinin 1-a bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş,
bu karar Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 28.10.2010 gün ve E:2010/5839,
K:2010/7502 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
Davacı Türk Hava Yolları A.O. vekili bu kez aynı istemle
adli yargı yerinde dava açmış ve davanın çözümünde idari yargı yeri görevli
olduğundan görevsizlik kararı verilmesini talep etmiştir.
BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 22.3.2011 gün ve E:2010/1296, K:2011/269 sayı ile,
HUMK.nun 7. maddesinin 1. fıkrasında "diğer bir mahkeme yahut idari
makam veya yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz
olunan mahkeme, duruşma yapmadan görevsizlik kararı verebileceği gibi
davanın her safhasında kendiliğinden görevli olmadığına da karar
verir" hususunun düzenlendiği, hal böyle olunca: Davada HUMK.nun 7.
maddesinde anılan "İdari Makamların” görevli olduğu gerekçesi ile dava
dilekçesinin görev nedeni ile reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle;
HUMK.nun 7. maddesine göre davada idare mahkemesi görevli olduğundan dava
dilekçesinin görev yönünden reddine, karar vermiş, bu karar taraflarca
temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14.
maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı
dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına
ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de;
Başkanlıkça idari yargı dosyasının da
ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında
doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı idarenin 2009 yılı Uluslararası İç Hat Konma ve Konaklama Ticari
Faaliyetlerindeki zamlı konaklama ücreti pist ve parklama cezası (slot cezası)
düzenlemelerine istinaden davacı şirketten yapılan tahsilat işleminin
iptali ile, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünce düzenlenen
1.7.2009 gün ve 10813 numaralı faturada yer alan 2.400,00 TL zamlı
konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek gecikme faiziyle
birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
1933
yılından bu yana değişik isim ve statülerle hizmetlerini yürüten, 8.6.1984
tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ve Ana Statüsü çerçevesinde 1984 yılından itibaren faaliyetlerini
Kamu İktisadi Tesebbüsü olarak sürdüren,
tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, sorumluluğu sermayesi
ile sınırlı, Ulaştırma Bakanlığı ile ilgili ve hizmetleri imtiyaz sayılan
bir Kamu İktisadi Kuruluşu(KİK) olan davalı Devlet Hava Meydanları
İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün amaç ve faaliyetleri, Kuruluşun Ana
Statüsü’nde; “Sivil Havacılık faaliyetlerinin gereği olan, hava taşımacılığı, hava
alanlarının işletilmesi, meydan yer hizmetlerinin yapılması, hava trafik
kontrol hizmetlerinin ifası, seyrüsefer sistem ve kolaylıklarının kurulması
ve işletilmesi, bu faaliyetler ile ilgili diğer tesis ve sistemlerinin
kurulması, işletilmesi ve modern havacılık düzeyine çıkarılmasını
sağlamak…” şeklinde belirlenmiştir.
2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret
Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, Havaalanlarının kullanılması ve
tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin karşılığında alınacak
ücretlerin, yapılacak tarifelerle saptanacağı; yapılmış olan tarifelerin
Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe gireceği hükmü yer almış; aynı
Kanunun 44 ncü maddesinde, Ulaştırma Bakanlığı'nın havaalanlarında yolcu ve
yük trafiğinin ve her türlü hizmetlerin çağdaş sivil havacılık ilkelerine ve
ülke çıkarlarına uygun bir biçimde yürütülmesi amacı ile gereken önlemleri
almaya veya aldırmaya yetkili olduğu kurala bağlanmış olup, bu hükümle
birlikte (işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan ancak
01/11/2011 tarih ve 28102 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
26/09/2011 tarih ve 655 sayılı "Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin
1. maddesi ile yürürlükten kaldırılan) Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında 3348 sayılı Kanunun 2 nci, (mülga)12 nci ve 35 nci
maddelerine dayanılarak havaalanları yer hizmetlerinin uluslar arası
seviyede yapılmasını sağlamak için uygulanacak usul ve esasları düzenlemek,
hizmet türlerini belirlemek ve bu hizmetlerle ilgili ücret tarifelerini
tespit etmek amacıyla, 28/08/1996 tarih ve 22741 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Havaalanları Yer Hizmetleri Yönetmeliği
çıkarılmıştır.
"Slot Uygulama Prensipleri Talimatı"nın 4.
maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki
uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından değerlendirilerek, talep
edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı
imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde de;
Ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin tamamının aynı anda karşılanamadığı
havalimanı/meydanlarında mevcut kapasitenin en etkin ve verimli şekilde
kullanılması amacıyla, slot uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot
zamanına göre konaklama yapan, tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda
sefer düzenleyen yerli ve yabancı tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı
kuralına yer verilmiştir.
İç Hat
Konma ve Konaklama Tarifesi’nin 1. maddesinde; tarifenin, DHMİ tarafından işletilen hava alanlarını
iç hat uçuş amacıyla kullanan Türk tescilli veya yabancı tescilli kiralık
uçak kullanan yerli hava taşıyıcılarının hava araçlarına uygulanacak konma
ve konaklama ve ek hizmetlere ilişkin tarifeyi ve uygulama esaslarını
kapsayacağı belirtildikten sonra 2. maddesinde, Tarife Tablolarına yer
verilmiş, Uygulama Esasları başlıklı 3. maddesinde, konma ve konaklama
ücretlerinin, hava aracının “Tescil Belgesinde” kayıtlı olan azami kalkış
ağırlığı üzerinden hesaplanacağı,
hesaplamada ton kesirlerinin 1000 kg olarak hesaba alınacağı,konaklamanın,
hava aracının piste inişini izleyen ikinci saatten sonra başlayacağı ve
motor çalıştırma izni verilmesiyle sona ereceği; bir konaklama ücretinin 24 saatlik süreyi
kapsayacağı, 24 saatten az konaklamalarda 24 saat konaklama ücreti alınacağı,
24 saati geçen konaklamalarda işleyen her 24 saat için tablodaki ücretlerin
alınacağı, konaklama süresinin 30
günü aşması durumunda konaklama ücretinin üç katı, 90 günü aşması durumunda
ise beş katı ücret uygulanacağı, Slot uygulanmakta olan Hava Liman /
Alanları ve uygulama tarihlerinin SHGM’nce yayınlanan “Slot Koordinasyonu
Kitapçığında” belirtilmekte olduğu,
yaz tarife döneminin (Mart ayının son Pazar günü başlayıp, Ekim
ayının son haftası Cumartesi gününe kadar), kış tarife döneminin (Ekim
ayının son Pazar Günü başlayıp, bir sonraki yılın Mart ayının son haftası
Cumartesi gününe kadar) olan dönem olduğu; slota tabi uçuşlara ilişkin slot
koordinasyon merkezince bildirilecek uyumsuzluklar hususunda yapılacak
uygulamaların sayma suretiyle belirlendiği ve “Slotuna uygun gelen ve giden uçaklara
sadece Tarifesindeki konaklama ücreti uygulanır. Slot almayan ya da slota
uymayan uçaklara, Tarifesindeki konaklama ücretine ilaveten aşağıdaki zamlı
konaklama ücreti uygulanır…” denildiği görülmüş; “Ücretlerin ödenmesi
başlıklı 4.maddesinde ise, bu tarifede belirtilen ücretlerin tahakkuk ve
fatura edilmesinde DHMİ Hasılat Yönergesi esasları, tahsilatlarda ise DHMİ
Tahsilat Yönetmeliği esaslarının uygulanacağı belirtilmiştir.
Benzer
düzenlemeler “Uluslararası Konma ve Konaklama Tarifesi”nde de yer almıştır.
Öte
yandan, DHMİ Genel Müdürlüğünün,
DHMİ Hâsılat Yönergesi ile kanun, tüzük, yönetmelik, protokol, tarife,
karar ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde doğan alacaklarının takip,
tahsil, taksitlendirme, erteleme, mahsup ve terkinlerinde uygulanacak usul
ve esasların belirlenmesi amacıyla çıkarılan ve Yönetim Kurulunun 8.5.2001
gün ve 100 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tahsilat Yönetmeliği”nin
11.maddesinde, kişi ve kuruluşlarca faturalara yapılan itirazların;
tahakkuk ünitesi tarafından incelenerek (araştırmayı gerektirecek konular
hariç) 15 gün içinde sonuçlandırılacağı ve sonucun, tahsilât ünitesine
bildirileceği, tahakkuk birimlerince sonuçlandırılamayan itirazların ise
Hâsılat Daire Başkanlığına intikal ettirileceği, Hâsılat Dairesi
Başkanlığının, konu üzerinde
çalışmasını tamamladıktan sonra, tahakkuk ve tahsilât ünitelerine gereği
için bilgi vereceği, fatura tutarında düzeltme yapılması gerektiğinde madde
7’de belirtildiği gibi hareket edileceği hususuna yer verilmiş, “Son Ödeme Tarihinde Ödenmeyen Alacaklar
İçin Yapılacak İşlemler” ise Yönetmeliğin 15 ila 20. maddelerinde yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin slot ihlali
yaptığından bahisle Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat
Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama
Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin
iptali ile 1.7.2009 gün ve 10813 numaralı faturada yer alan 2.400,00 TL
zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek gecikme faizi
ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın
açıldığı anlaşılmaktadır.
Somut olay ve konuya ilişkin düzenlemeler bir bütün
olarak irdelendiğinde; Ülkemizdeki havalimanlarının işletilmesi, meydan
kullanım taleplerinin değerlendirilmesi, verilen hizmetlerin karşılığında
Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe giren tarife gereğince ücret
alınması, verilen hizmetin ücretlendirilmesinde hangi esasların benimseneceği,
meydan kullanımı esnasında bir kural ihlali yapılıp yapılmadığının
değerlendirilmesi ve kullanıcı havayolunun eyleminin bir müeyyide
gerektirip gerektirmediğine karar verilmesi yolundaki işlemlerin davalı
İdare tarafından yürütüldüğü; hava trafiğinin artması sonucu, talebe uygun
bir hizmet vermek ve hava liman hizmetlerini en verimli şekilde
değerlendirmek üzere planlama safhasında varış/kalkış saatlerinin
düzenlenmesini amaçlayan slot uygulaması ile ortaya çıkan zamlı konaklama
ücretinin ise, konma ve konaklamanın hava yolu şirketlerince alınan slot
saatleri (iniş-kalkış saatleri)içerisinde yapılmamasından kaynaklanan bir
zamlı ücret uygulaması olduğu; bu bağlamda ceza olarak
nitelendirilemeyeceği ancak,
havayolu şirketine verilen ek bir hizmetin karşılığı da olmadığı
gözetildiğinde; idarece kamu gücü
kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğini taşımayan dava konusu fatura
düzenlenmesi yolundaki işlemin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi
tutulamayacağı, uyuşmazlığın özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözüme
kavuşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, 2577 sayılı Yasa kapsamında görülmeyen uyuşmazlığın çözümünde
adli yargı yerleri görevli olduğundan Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Bakırköy 4.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 22.3.2011 gün ve
E:2010/1296, K:2011/269 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/249
KARAR NO : 2012/103
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç
Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve
Parklama Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat
işleminin iptali ile faturada yer alan zamlı konaklama ücretinin iadesine
karar verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Türk Hava Yolları A.O.
Vekilleri : Av.
M. Ş.-Av. H. S. D.
Davalı : Devlet Hava Meydanları İşletmesi
Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. O. K.
O L A Y : Davacı vekili, Davalı İdare tarafından,
2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı
Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama
Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin
iptali ile 30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro
zamlı konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre
işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle
15.09.2009 tarihinde idari yargı
yerinde dava açmıştır.
ANKARA 15. İDARE MAHKEMESİ; 14/10/2009 gün ve
E:2009/1109, K:2009/1223 sayı ile,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 2. maddesinde, idari
davaların; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları;
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları ve genel hizmetlerden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak belirlendiği; aynı
Yasanın 14/3. maddesinde de, dilekçelerin; Görev ve yetki, İdari merci
tecavüzü, Ehliyet, İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken
bir işlem olup olmadığı, Süre aşımı,
Husumet, 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, yönlerinden sırasıyla inceleneceği;
15/1-a maddesinde ise, Yasa'nın 14/3-a maddesine göre adli ve askeri
yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği
hükmüne yer verilmiş olduğu; İdare hukuku
kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü
kullanılarak tesis edilen tek yanlı idari işlemler ile aynı amaçla
gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan
uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği;
dava dosyasının incelenmesinden; slot ihlali yaptığından bahisle, söz
konusu ihlal karşılığı olarak 740 euro zamlı konaklama ücretinin davacıdan
istenilmesine ilişkin 30.06.2009 tarih ve BA09-012150 numaralı fatura ile
tesis edilen işlemin iptali ile 704 euro zamlı konaklama ücretinin gecikme
faizi ile birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığının
anlaşıldığı; 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret
Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, "Havaalanlarının
kullanılması ve tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin
karşılığında alınacak ücretler, yapılacak tarifelerle saptanır. Yapılmış
olan tarifeler Ulaştırma Bakanlığının onayı ile yürürlüğe girer."
hükümlerine yer verildiği; Slot Uygulama Prensipleri Talimatının 4.
maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman
dilimlerindeki uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından
değerlendirilerek, talep edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış
seferi için havaalanı imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği
belirtilmiş, 5. maddesinde de; ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin
tamamının aynı anda karşılanamadığı havalimanı/meydanlarında mevcut
kapasitenin en etkin ve verimli şekilde kullanılması amacıyla, slot
uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot zamanına göre konaklama yapan,
tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda sefer düzenleyen yerli ve yabancı
tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı kuralına yer verilmiş olduğu;
görüldüğü üzere, slot uygulamasının, hava trafiği yoğun olan hava
alanlarının kapasitelerinin en verimli şekilde kullanılmasını temin etmek
amacıyla, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki uçuş taleplerinin
değerlendirilerek, talep edilen veya talebe müsait en yakın iniş-kalkış
seferi için havaalanı olanaklarının kullanım hakkını ifade ettiği; zamlı konaklama ücreti uygulamasının ise,
slot dahilinde iniş-kalkış yapılmaması halinde, slot almayan veya slotuna
uymayan uçaklara, hava trafiği yoğun olan hava alanlarının kapasitelerinin
en verimli şekilde kullanılmasını temin etme amacıyla sIot almayı ve
slotuna uymayı teşvik eden bir önlem niteliğinde olduğu; ceza olarak
nitelendirilmesi mümkün olmadığı gibi, havayolu şirketine verilen ek bir
hizmetin karşılığı da olmadığı; bu
durumda, idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir işlem niteliğinde
olmayan dava konusu fatura düzenlenmesi yolundaki işlemin, idare
mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulmasının olanaklı bulunmadığı;
diğer taraftan, dava konusu zamlı konaklama ücretinin Konaklama Tarifesi
uyarınca hesaplanmış olmasının da, tarifenin uygulanmasına ilişkin olarak
tesis edilen tüm işlemlerin tamamının yargısal denetiminin, idari yargının
görev alanına girmesi sonucunu doğurmayacağı; nitekim, Danıştay 10. Dairesinin
11.02.2009 tarih ve E.2008/4424, K.2009/979 sayılı kararının da bu yönde
olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın
15/1-a. maddesi hükmü uyarınca, görev yönünden reddine karar vermiş; davacı
tarafın temyiz istemi Danıştay 10. Dairesinin 18.05.2010 tarih ve
E.2010/780, K.2010/4504 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış, karar
düzeltme isteminde bulunulmadığından Mahkeme kararı kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu defa; Davalı Devlet Hava Meydanları
İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından davacı/müvekkili Ortaklıktan, hukuka aykırı olarak tahsil edilen 704.-EURO'nun
29.07.2009 tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek ticari avans faizi ile
birlikte istirdadı istemiyle 20.10.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava
açılmıştır.
BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 19.04.2011 gün ve
E:2010/1089, K:2011/386 sayı ile, Davacı Türk Hava Yolları A.O. vekilinin
dilekçesinde de izah ettiği üzere, davalı DHMİ, arasında davacı/müvekkili
ortaklık uçaklarının da bulunduğu havayolu uçaklarının konma ve konaklaması
ile ilgili olarak tek yazılı iradesi ile 2008 ve 2009 yılları uluslararası
konma ve konaklama tarifesi ile iç hat konma ve konaklama tarifesi ile
herhangi bir hizmet karşılığı olmaksızın ve neye göre, nasıl hesaplandığı
belli olmaksızın hukuka aykırı olarak tüm yerli ve yabancı hava yollarından
davalının hukuka aykırı olarak tahsil etmiş olduğu 704 euro karşılığı 1.478,40 TL'nin 29/07/2009
tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte tahsiline
karar verilmesini talep ve dava etmiş olduğu, ayrıca davanın çözümünde idare
yargı görevli olduğundan mahkemece görevsizlik kararı verilmesini istediği;
Davalı vekilinin cevap dilekçesinde hukuki dayanaktan yoksun bulunan
davanın reddine karar verilmesini istediği;
davanın, 30/06/2009 tarih ve B A09-012150 faturadaki hukuka aykırı
tahsil edilen 704 EURO karşılığı 1.478,40 TL'sinin 29/07/2008 tarihinden
itibaren faizi ile birlikte tahsiline ilişkin bulunduğu; toplanan deliller ve HUMK.nun 7. maddesi
hükmüne göre davada idare mahkemesi görevli olduğundan görevsizlik kararı
verildiği; HUMK.nun 7-74 maddelerine göre hakimin mahkemenin görevli olup
olmadığını kendiliğinden gözetmek zorunda olduğu; HUMK.nun 7. maddesinin 1.
fıkrasında "Diğer bir mahkeme yahut idari makam veya yargı merciinin
görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme, duruşma
yapmadan görevsizlik kararı verebileceği gibi davanın her safhasında kendiliğinden
görevli olmadığına da karar verebilir" hükmüne yer verildiği; buna göre, dosyaya intikal eden bilgi ve belgelerden
taraflar arasındaki ilişki idari işten kaynaklandığından ve bu gibi
davalarda yargılama yeri idare mahkemesi olduğundan iş bu davada
mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle; HUMK.nun 7 maddesine göre
davada İdare Mahkemesi görevli olduğundan dava dilekçesinin görev yönünden
reddine karar vermiş, tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine hüküm
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri
arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine
son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün
aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden
gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da
ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında
doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar
verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat Konma ve Konaklama
Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama Cezası (slot
cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali ile
30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro zamlı
konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre
işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
1933
yılından bu yana değişik isim ve statülerle hizmetlerini yürüten, 8.6.1984
tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ve Ana Statüsü çerçevesinde 1984 yılından itibaren faaliyetlerini
Kamu İktisadi Tesebbüsü olarak sürdüren, tüzel kişiliğe sahip,
faaliyetlerinde özerk, sorumluluğu sermayesi ile sınırlı, Ulaştırma
Bakanlığı ile ilgili ve hizmetleri imtiyaz sayılan bir Kamu İktisadi
Kuruluşu(KİK) olan davalı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel
Müdürlüğü’nün amaç ve faaliyetleri, Kuruluşun Ana Statüsü’nde; “Sivil Havacılık faaliyetlerinin gereği
olan, hava taşımacılığı, hava alanlarının işletilmesi, meydan yer
hizmetlerinin yapılması, hava trafik kontrol hizmetlerinin ifası,
seyrüsefer sistem ve kolaylıklarının kurulması ve işletilmesi, bu faaliyetler
ile ilgili diğer tesis ve sistemlerinin kurulması, işletilmesi ve modern
havacılık düzeyine çıkarılmasını sağlamak…” şeklinde belirlenmiştir.
2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun "Ücret
Tarifeleri" başlıklı 37. maddesinde, Havaalanlarının kullanılması ve
tesislerinden faydalanılması ve verilen hizmetlerin karşılığında alınacak
ücretlerin, yapılacak tarifelerle saptanacağı; yapılmış olan tarifelerin
Ulaştırma Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe gireceği hükmü yer almış; aynı
Kanunun 44 ncü maddesinde, Ulaştırma Bakanlığı'nın havaalanlarında yolcu ve
yük trafiğinin ve her türlü hizmetlerin çağdaş sivil havacılık ilkelerine ve
ülke çıkarlarına uygun bir biçimde yürütülmesi amacı ile gereken önlemleri
almaya veya aldırmaya yetkili olduğu kurala bağlanmış olup, bu hükümle
birlikte (işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan ancak
01/11/2011 tarih ve 28102 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
26/09/2011 tarih ve 655 sayılı "Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin
1. maddesi ile yürürlükten kaldırılan) Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında 3348 sayılı Kanunun 2 nci, (mülga)12 nci ve 35 nci
maddelerine dayanılarak havaalanları yer hizmetlerinin uluslar arası
seviyede yapılmasını sağlamak için uygulanacak usul ve esasları düzenlemek,
hizmet türlerini belirlemek ve bu hizmetlerle ilgili ücret tarifelerini
tespit etmek amacıyla, 28/08/1996 tarih ve 22741 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Havaalanları Yer Hizmetleri Yönetmeliği
çıkarılmıştır.
"Slot Uygulama Prensipleri Talimatı"nın 4.
maddesinde, "Slot" teriminin, önceden belirlenmiş zaman dilimlerindeki
uçuş taleplerinin slot koordinatörü tarafından değerlendirilerek, talep
edilen veya talebe uygun olan en yakın iniş-kalkış seferi için havaalanı
imkanlarının kullanım hakkını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde de;
Ülkemizde bulunan uçuş taleplerinin tamamının aynı anda karşılanamadığı
havalimanı/meydanlarında mevcut kapasitenin en etkin ve verimli şekilde
kullanılması amacıyla, slot uygulanan havalimanı/meydanlarında alınan slot
zamanına göre konaklama yapan, tarifeli ve tarifesiz iç ve dış hatlarda
sefer düzenleyen yerli ve yabancı tüm havayolu işletmelerine uygulanacağı
kuralına yer verilmiştir.
İç Hat
Konma ve Konaklama Tarifesi’nin 1. maddesinde; tarifenin, DHMİ tarafından işletilen hava alanlarını
iç hat uçuş amacıyla kullanan Türk tescilli veya yabancı tescilli kiralık
uçak kullanan yerli hava taşıyıcılarının hava araçlarına uygulanacak konma
ve konaklama ve ek hizmetlere ilişkin tarifeyi ve uygulama esaslarını
kapsayacağı belirtildikten sonra 2. maddesinde, Tarife Tablolarına yer
verilmiş, Uygulama Esasları başlıklı 3. maddesinde, konma ve konaklama
ücretlerinin, hava aracının “Tescil Belgesinde” kayıtlı olan azami kalkış
ağırlığı üzerinden hesaplanacağı,
hesaplamada ton kesirlerinin 1000 kg olarak hesaba alınacağı,
konaklamanın, hava aracının piste inişini izleyen ikinci saatten sonra
başlayacağı ve motor çalıştırma izni verilmesiyle sona ereceği; bir konaklama ücretinin 24 saatlik süreyi
kapsayacağı, 24 saatten az konaklamalarda 24 saat konaklama ücreti alınacağı,
24 saati geçen konaklamalarda işleyen her 24 saat için tablodaki ücretlerin
alınacağı, konaklama süresinin 30
günü aşması durumunda konaklama ücretinin üç katı, 90 günü aşması durumunda
ise beş katı ücret uygulanacağı,
Slot uygulanmakta olan Hava Liman / Alanları ve uygulama
tarihlerinin SHGM’nce yayınlanan “Slot Koordinasyonu Kitapçığında”
belirtilmekte olduğu, yaz tarife
döneminin (Mart ayının son Pazar günü başlayıp, Ekim ayının son haftası
Cumartesi gününe kadar), kış tarife döneminin (Ekim ayının son Pazar Günü
başlayıp, bir sonraki yılın Mart ayının son haftası Cumartesi gününe kadar)
olan dönem olduğu; slota tabi
uçuşlara ilişkin slot koordinasyon merkezince bildirilecek uyumsuzluklar
hususunda yapılacak uygulamaların sayma suretiyle belirlendiği ve “Slotuna uygun gelen ve giden uçaklara
sadece Tarifesindeki konaklama ücreti uygulanır. Slot almayan ya da slota
uymayan uçaklara, Tarifesindeki konaklama ücretine ilaveten aşağıdaki zamlı
konaklama ücreti uygulanır…” denildiği görülmüş; “Ücretlerin ödenmesi
başlıklı 4.maddesinde ise, bu tarifede belirtilen ücretlerin tahakkuk ve
fatura edilmesinde DHMİ Hasılat Yönergesi esasları, tahsilatlarda ise DHMİ
Tahsilat Yönetmeliği esaslarının uygulanacağı belirtilmiştir.
Benzer
düzenlemeler “Uluslararası Konma ve Konaklama Tarifesi”nde de yer almıştır.
Öte
yandan, DHMİ Genel Müdürlüğünün,
DHMİ Hâsılat Yönergesi ile kanun, tüzük, yönetmelik, protokol, tarife,
karar ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde doğan alacaklarının takip, tahsil,
taksitlendirme, erteleme, mahsup ve terkinlerinde uygulanacak usul ve
esasların belirlenmesi amacıyla çıkarılan ve Yönetim Kurulunun 8.5.2001 gün
ve 100 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tahsilat Yönetmeliği”nin
11.maddesinde, kişi ve kuruluşlarca faturalara yapılan itirazların;
tahakkuk ünitesi tarafından incelenerek (araştırmayı gerektirecek konular
hariç) 15 gün içinde sonuçlandırılacağı ve sonucun, tahsilât ünitesine
bildirileceği, tahakkuk birimlerince sonuçlandırılamayan itirazların ise
Hâsılat Daire Başkanlığına intikal ettirileceği, Hâsılat Dairesi
Başkanlığının, konu üzerinde
çalışmasını tamamladıktan sonra, tahakkuk ve tahsilât ünitelerine gereği
için bilgi vereceği, fatura tutarında düzeltme yapılması gerektiğinde madde
7’de belirtildiği gibi hareket edileceği hususuna yer verilmiş, “Son Ödeme Tarihinde Ödenmeyen Alacaklar
İçin Yapılacak İşlemler” ise Yönetmeliğin 15 ila 20. maddelerinde yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin slot ihlali
yaptığından bahisle Davalı İdare tarafından, 2009 yılı Uluslararası/İç Hat
Konma ve Konaklama Tarifelerindeki Zamlı Konaklama Ücreti/Pist ve Parklama
Cezası (slot cezası) düzenlemelerine istinaden yapılan tahsilat işleminin iptali
ile 30.06.2009 gün ve BA09-012150 sayılı faturada yer alan 704 Euro zamlı
konaklama ücretinin ödeme tarihinden itibaren 6183 sayılı Yasaya göre
işleyecek gecikme faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle
bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Somut olay ve konuya ilişkin düzenlemeler bir bütün
olarak irdelendiğinde; Ülkemizdeki
havalimanlarının işletilmesi, meydan kullanım taleplerinin
değerlendirilmesi, verilen hizmetlerin karşılığında Ulaştırma Bakanlığı'nın
onayı ile yürürlüğe giren tarife gereğince ücret alınması, verilen hizmetin
ücretlendirilmesinde hangi esasların benimseneceği, meydan kullanımı
esnasında bir kural ihlali yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi ve
kullanıcı havayolunun eyleminin bir müeyyide gerektirip gerektirmediğine
karar verilmesi yolundaki işlemlerin davalı İdare tarafından yürütüldüğü;
hava trafiğinin artması sonucu, talebe uygun bir hizmet vermek ve hava
liman hizmetlerini en verimli şekilde değerlendirmek üzere planlama
safhasında varış/kalkış saatlerinin düzenlenmesini amaçlayan slot
uygulaması ile ortaya çıkan zamlı konaklama ücretinin ise, konma ve
konaklamanın hava yolu şirketlerince alınan slot saatleri (iniş-kalkış
saatleri)içerisinde yapılmamasından kaynaklanan bir zamlı ücret uygulaması
olduğu; bu bağlamda ceza olarak nitelendirilemeyeceği ancak, havayolu şirketine verilen ek bir
hizmetin karşılığı da olmadığı gözetildiğinde; idarece kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş
bir işlem niteliğini taşımayan dava konusu fatura düzenlenmesi yolundaki
işlemin, idare mahkemelerinde yargısal denetime tabi tutulamayacağı,
uyuşmazlığın özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözüme kavuşturulması
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, 2577 sayılı Yasa kapsamında görülmeyen uyuşmazlığın çözümünde
adli yargı yerleri görevli olduğundan Bakırköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bakırköy
4.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 19.04.2011 gün ve E:2010/1089, K:2011/386 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/259
KARAR NO : 2012/104
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi
zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
İ. Ö.
Vekilleri : Av.
N. K.
Davalılar :
Bağcılar Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. İ. Ü.
O L A Y : Davacı
vekili tarafından, müvekkilinin İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Kirazlı
Köyü, Güneşliçiftliği mevkii F21c22a3c pafta, 2803 ada, 31 parsel 160.00 m2
gayrimenkulün maliki olduğu ve sözkonusu taşınmazın 1981 yılında yapılan
imar planında kısmen yol, kısmen yeşil alan ağaçlandırılacak alan olarak
ayrıldığı ileri sürülerek, kamulaştırmasız el atmadan doğan ve fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla işleyecek yasal faiziyle birlikte
şimdilik 8.000,00-TL’nin davalı Belediyelerden tahsili istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili süresinde
verdiği cevap dilekçesinde, imar planları yapmanın idarelerinin tek yanlı,
re’sen ve kamu gücüne dayalı gerçekleştirdiği işlemlerden olduğu, imar
planlarının 3194 sayılı Yasa çerçevesinde gerçekleştirildiği bu itibarla
idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetiminin ise ancak idari yargı
mercilerince gerçekleştirilebileceği ileri sürülerek görev itirazında
bulunmuştur.
BAKIRKÖY
3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 9.8.2011 gün ve E:2011/316 sayı ile, davalı İlçe
Belediye Başkanlığı vekilinin yargı yolu itirazının dava konusunun gerek
Kamulaştırma Kanunu, gerekse İmar Kanunu uyarınca adli yargı görevi
kapsamında kalması nedeniyle reddine karar vermiştir.
Davalı Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolundaki süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava
dosyası Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerinin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin
de, "idari eylem" olarak tanımlandığı, bu tanıma göre; idarelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8'nci maddesi uyarınca tek yanlı irade
açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu
planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi
bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak
zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı, taşınmazın fiilen el atılmayan kısmına yönelik
davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlama, yukarıda açıklandığı
üzere, genel ve düzenleyici işlem olan imar planlarında taşınmazın yol,
yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak gösterilmesinden, bu planlarda
öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından
kaynaklandığında ihtilaf bulunmadığından; bu kısıtlama ve hareketsizlikten
doğan zararın da idari işlem ve eylemden kaynaklandığının kabulü gerektiği
bu bakımdan; davanın taşınmaza fiilen el atılmayan kısmına yönelik bedel
istenilmesine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan yer
alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Bağcılar Belediyesi
tarafından yapılan ve 19.10.2004 ve 15.9.2008 tarihlerinde onaylanan 1/1000
ölçekli uygulama imar planlarında davacının tapulu arsasının yol ve yeşil
alan ilan edildiği, belediye yönetimlerinin 3194 sayılı İmar Kanunu 8.
maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar
planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi
gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan
işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis
edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve
işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi
gerektiği, dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan
Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde
olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri
arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin, imar planı ve buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiğinin düşünüldüğü, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy
3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/316 Esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare
vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının, maliki olduğu İstanbul İli, Bağcılar
İlçesi, Kirazlı Köyü, Güneşliçiftliği 2803 ada, 31 parsel sayılı taşınmazın
imar planında kısmen yol, kısmen yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak
ayrıldığı, bu kısmın uzun süre kamulaştırılmadığı ileri sürülerek şimdilik
8.000,00-TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı
veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin
muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu
kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları
yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli
veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden
önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir
düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Anılan
madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “... resen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir...” denildiğine göre,
idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini
idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak
kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin
icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda,
Bağcılar Belediyesi tarafından yapılan imar planlarında davacının tapulu
arsasının kısmen yol, kısmen yeşil alan ve ağaçlandırılacak alan olarak
ayrıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı
idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı
görülmektedir.
Bu
durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin
18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin
görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Bakırköy 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 9.8.2011 gün ve E:2011/316 sayılı KARARIN KALDIRILMASINA,
21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2011/264
KARAR NO : 2012/105
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İdarenin
görevinde olan ve bir plan ve projeye dayalı kamu hizmetini yürüttüğü
sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan ve
2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1-
B. G., 2-N. Y, G., 3-A. G.
Vekili :
Av. Ö. G.
Davalı : İzmir İl Özel İdaresi
Vekili :
Av. G. S.
İhbar Edilen : (Adli Yargıda) İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanlığı
Vekili :
Av. Ş. O.
O L A Y : 1-Davacılar
vekili, (davalı olarak 1- H. S. ve 2-Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü
gösterdiği) dava dilekçesinde, müvekkillerine ait İzmir İli, Menderes
İlçesi, Çatalca Köyü, Köyiçi Mevki, L18 – a – 22 – d – 3 pafta, 233 ada, 1
parsel sayılı taşınmaz üzerinde; davalılarca 11.11.2004 günü tarlada mevcut
5 adet ceviz ağacının kökleri ile birlikte sökülerek alınıp götürüldüğünü,
1 zeytin ağacının ise köklenmiş ve tarlada bırakılmış olduğunu, yapılan haksız tecavüz nedeniyle meydana
gelen zarar ve tecavüz edilen kısmın tespiti için Menderes Sulh Hukuk
Mahkemesine tespit talebinde bulunulduğunu,
Mahkemenin 2004/52 D.İş dosyası ile yapılan keşif neticesi tecavüzün
varlığının tespit edildiğini;
03.12.2004 tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazın 604 metrekarelik
kısmı üzerine yol açmak maksadıyla, davalı Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü’nün
dozer ve kepçesi kullanılarak hafriyat doldurulmak suretiyle tecavüzde
bulunulduğunun, taşınmaz üzerinde 5 adet ceviz ağacı ve 1 adet zeytin
ağacının sökülmüş olduğunun, sökülen ceviz ağaçlarının davalı H. S.
tarafından alınıp götürüldüğünün, mahalli bilirkişi ifadesiyle tespit
olunduğunun belirtildiği; tecavüz edilen kısmın değerinin 3.624.000.000-TL,
sökülen zeytin ağacının bedelinin 180.000:000- TL, ve 5 adet ceviz ağacının bedelinin ise
1.100.000.000-TL’sı olmak üzere toplam zararın 4.904.000.000-TL’sı olduğunun
bilirkişi raporuyla subuta erdiğini ifade ederek, sonuç itibariyle; haksız fiil neticesi meydana gelen
4.904.000.000 TL zarar ziyanın 11.11.2004 tarihinden olmak üzere kanuni
faizi ile birlikte tazminine,
taşınmaza vaki el atmanın önlenmesine, yapılan yolun kal’ine karar
verilmesi istemiyle 10.12.2004 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
2- Menderes Sulh Hukuk Mahkemesi 26.04.2006 gün ve E:
2004/585, K:2006/201 sayı ile, uyuşmazlığın esasını inceleyerek; 1. Davacı
taraf men' i müdahale talebinden vazgeçtiğinden açılan men’i müdahale
talebinin reddine, 2. Yapılan yol
çalışmaları nedeniyle davacının taşınmazının bir köy yolu içine alındığı ve
bazı ağaçların kesildiği anlaşıldığından bilirkişi raporu ile tespit edilen
4.904,00 YTL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tazminat
olarak davalı İl Özel İdaresi ve davalı İzmir Büyükşehir Belediyesinden
tahsili ile davacıya ödenmesine, 3. Davalı İl Özel İdaresinin yapılan kanun
değişikliği ile davalı taraf sıfatı kalmadığından hakkında açılan davanın
reddine, 4. Davalı H. S.'nün şahsi sorumluluğu bulunmadığından hakkında
açılan davanın reddine, 5.Davalı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün dava
konusu köyde tüzel kişiliği kalmadığından hak ve borçları ile birlikte özel
idaresine devredildiğinden bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına,
6. 02.01.2006 tarihli fen bilirkişisi raporunun tapu sicil müdürlüğüne
gönderilerek tazminat bedeli ödenen yolun krokide belirtildiği şekilde
tapuya tescilinin yol olarak sağlanmasına(…) karar vermiş, bu karar temyiz
edilmiştir.
3- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi: 26.12.2006 gün ve E:
2006/17918, K: 2006/18937 sayı ile, Belediyeler ve onun gibi kamu
kurumlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelere uygun olmak
üzere tesisler yaptırmış olmaları veya bu tesisleri kullanmaları veya bu
tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların
tazminine ilişkin davalarda idari yargının görevli bulunduğu; Mahkemece, dava konusu yol yapımına
ilişkin plan ve projelerin ilgili yerden celbedilip mahalline uygulanmadığı
ve doğan zarar ve ziyanın sözü edilen
plan ve projenin uygulanması ile ilgili olup olmadığının
araştırılmadığı; Davalıların plan ve
proje haricinde, vermiş oldukları zararın Borçlar Kanununun 41. maddesi ve
devamında öngörülen haksız fiil mahiyetinde olduğunun anlaşıldığı takdirde,
taraflardan iddia ve savunmaları ile ilgili delilleri toplanarak doğacak
uygun sonuç dairesinde karar verilmesinin gerektiği, aksi halde, plan ve projenin
uygulanmasından kaynaklanan bir zarar söz konusu ise yukarıdaki ilkeler
doğrultusunda idari yargının görevli olacağı; zararın idareye atıf ve isnat
edilebilecek bir nitelikte olmakla birlikte, işlem ve eylemin bozularak idari
karakterini kaybettiği hallerde zorunluluğun özel hukuk kurallarına göre ve
adli yargı yerinde belirleneceği; öyle ise, mahkemece öncelikle,
davalılardan Hasan Sürücü köy muhtarı olup, dava şahsına karşı açıldığından
bu davalı hakkında tefrik kararı verilmesinden sonra, yukarıdaki ilke ve
esaslar doğrultusunda yapılacak yargılama neticesinde hasıl olacak sonuca
göre bir karar verilmesi gerekirken, yanlış gerekçeler ile davanın esası hakkında bir karar verilmesinin
bozmayı gerektirmiş olduğu gerekçesiyle, temyiz itirazlarının kabulü ile
hükmün bozulmasına karar vermiş; kararın düzeltilmesi istemi, aynı Dairenin
12.11.2007 gün ve E:2007/17030, K:2007/16998 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
MENDERES SULH HUKUK MAHKEMESİ; 25.02.2009 gün ve
E:2007/769, K:2009/89 sayı ile,
Davacılar vekilinin Mahkemelerine verdiği ve duruşmada tekrar ettiği
dava dilekçesini özetledikten sonra;
davalı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün dava konusu işlemin idari
eylem neticesi meydana geldiğini, idari hukuk ilkeleri gereği İdare
Mahkemesinde dava açılması gerektiğini ileri sürerek öncelikle davanın
görev yönünden reddini, esas yönden ise Çatalca köyünce İzmir Büyükşehir
Belediyesi Tahtalı Barajı Koruma havzası içinde kalması nedeni ile
Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan imar planı doğrultusunda 2003
yılı yatırım programında inşaatı tamamlanan köprünün bağlantıyı sağlayan
yolların bakımı, 2004 yılı yatırım programına istinaden ve köy
muhtarlığının talebi doğrultusunda gerçekleştirildiğini, yapılan işlerin
Büyükşehir Belediyesi imar planı doğrultusunda olduğunu, Çatalca köyünün
233 ada 1 nolu parsele müdahalesinin olmadığını, köprü bağlantı yolların
2004 yılı yatırım programı ve köy muhtarlığı talebi doğrultusunda
yapıldığını, Çatalca köyü
muhtarlığının yolun yapımı esnasında meydana gelebilecek zararları
ödeyeceğine dair Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce taahhütte bulunduğunu
ileri sürerek davanın reddine talep etmiş olduğu; davalı H. S.’nün
vekilinin 03.03.2005 tarihli cevap dilekçesi ile müvekkilinin iddia edilen
fiil hakkında aleyhinde dava açılmasının yerinde olmadığını, davalı
sıfatının bulunmadığını, davacı iddiaları doğru sayılsa bile müvekkilinin
muhtarlık sıfatı ile bu eylemleri yapmış olabileceğini bu nedenle öncelikle
müvekkili hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, esasa ilişkin
olarak ise davacının tecavüzüne konu olduğu iddia edilen yerin onaylı imar
planında yol alanında kaldığını, imar planı onandıktan sonra Çatalca köyü
muhtarlığının Köy Hizmetleri Müdürlüğü ile irtibata geçerek plan doğrultusunda
yol çalışmalarına başladığını, davacının talep ettiği ağaç bedellerinin
yüksek ve fahiş olduğunu, davacının ağaçların kesimine muvafakat ettiğini
ileri sürerek davanın reddini talep ettiği;
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 13.01.2005 tarih ve 5286 sayılı
yasa ile 16.03.2005 tarihli itibariyle kaldırılarak 3202 sayılı Kanunda
sayılan görevlerle Özel İdare Müdürlüğüne devredildiğinden Özel İdare
Müdürlüğü’nün taraf sıfatını kazandığı;
Mahkemece yapılan yargılama sırasında davaya konu edilen taşınmazın
imar durumu İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlanmış olması nedeni ile
08.03.2006 tarihli ara kararı ile İzmir Büyükşehir Belediyesine dava ihbar
edilmiş ise de HUMK’da belirtilen ihbar şartlarının oluşmadığının tespit
edildiği; Mahkemece mahallinde
yapılan keşif neticesinde, dava konusu edilen taşınmazın üzerinde 604
m2’lik kısmın tecavüzlü olduğunun, kesilen 5 adet ceviz ve 1 adet zeytin
ağacının değerinin dava tarihi itibariyle 4.904 YTL olduğunun bildirildiği;
Mahkemenin 26.04.2006 tarihli kararı ile davacı taraf meni müdahale
talebinden vazgeçtiğinden, açılan davanın reddine, yapılan yol çalışmaları
nedeni ile davacının taşınmazının bir kısmının köy yolu içine alındığı ve
bazı ağaçların kesildiği anlaşıldığından bilirkişi raporu ile tespit edilen
4.904 YTL zararın dava tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile birlikte
davalı İl Özel İdaresi ile davalı İzmir Büyükşehir Belediyesinden
tahsiline, davalı İl Özel İdaresinin yapılan kanun değişikliği ile davalı
taraf sıfatı kalmadığından, hakkında açılan davanın reddine, davalı H.
S.’nün şahsi sorumluluğu bulunmadığından hakkında açılan davanın reddi
cihetine gidildiği; ilgili kararın
davacılar vekili ve davalı H. S. vekilinin temyizi üzerine dosyanın
Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanlığının 26.12.2006
tarih ve 2006/17918 E, 2006/18937 Karar sayılı bozma ilamı ile belediyeler
ve onun gibi kamu kurumlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve
projelere uygun olmak üzere tesisler yaptırmış olmaları veya bu tesisleri
kullanmaları, bu tesislere bakmaları nedeni ile kişilerin uğramış olduğu
zararların tazminine ilişkin davalarda idari kaza yerinin görevli olduğu,
dava konusu yol yapımına ilişkin plan ve projeler ilgili yerden celbedip
mahallinde uygulanmamış ve doğan zarar ve ziyanı sözü edilen plan ve
projede uygulanması ile ilgili olup olmadığı araştırılmamış olup,
davalıların plan ve projede uygulanması ile ilgili olup olmadığı
araştırılmamış olup, davalıların plan ve proje haricinde vermiş oldukları
zararın borçlar kanunun 41. Maddesi ve devamında öngörülen haksız fiil
mahiyetinde olduğu anlaşıldığı takdirde taraflardan iddia ve savunmaları
ile ilgili delileri toplanarak doğacak uygun sonuç dairesinde karar
verilmesi gerektiği aksi halde plan ve projenin uygulanmasından kaynaklanan
bir zarar söz konusu ise İdari Yargı yerinin görevli olacağı, zarar idareye
atıf ve idareye isnat edilecek bir nitelikte olmakla birlikte işlem ve
eylemin bozularak idari karakterini kaybettiği hallerde özel hukuk
kurallarına göre adli yargı yerinde davanın bakılması gerektiği,
davalılardan H. S. köy muhtarı olup dava şahsına karşı açıldığından bu
davalı hakkında tefrik kararı verilmesinden sonra yapılacak yargılama
neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği
noktasında bozulduğu ve dava dosyasının Mahkemelerinde yeni bir esasa
kaydının yapıldığı; Yargıtay bozma
ilamına karşı tarafların beyanlarının alındığı usul ve yasaya uygun olan
Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verildiği; davalı köy muhtarı H. S. hakkında açılan
davanın tefrik edildiği ve Mahkemelerinin 2008/325 Esas sayılı sırasına
kaydının yapıldığı; dava konusu yol
yapımına ilişkin plan ve projelerin dosya kapsamına alındığı, mahallinde resen seçilip refakate alınan
bilirkişiler marifetiyle keşif icra edildiği; yapılan keşif neticesinde
Mahkemelerine verilen jeodezi Mühendisi E. Ç.’ın 18.06.2008 tarihli raporu
ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Harita Şube Müdürlüğünden gönderilen 1/1000
ölçekli Çatalca Köyü uygulama imar planı ile tespit dosyasında yer alan
krokinin mahallinde uygulandığı;
dava konusu parselin kadastrol sınırlarının siyah, uygulama imar
planındaki durumunun yeşil, zeminde niza konusu yerin ise mavi renkli kalem
ile çizildiği, zeminde açılmış olan yolun 229 m2 ve 205 m2’lik
kısımlarının uygulama imar planında yol olarak ayrılmış kısımda, 24 m2 ve 117 m2’lik
kısımlarının ise park olarak ayrılan kısımda kaldığı, bilirkişinin 10.11.2008 tarihli ek raporu
ile zeminde parsel içinde açılmış yolun sadece 434 m2’lik kısmının uygulama
planında yol olarak ayrılmış kısımda kaldığı, 141 m2’lik kısmının park
olarak ayrılan kısımda kaldığı, zeminde açılmış yol ile ilgili herhangi bir
istimlak ya da kamulaştırma işlemi olmadığının bildirildiği; İzmir İl Özel İdaresinin 2 Mart 2008
tarihli yazısı ile 1/25 paftasında bulunan köy yolu güzergahını gösterir
krokinin dosya içine alındığı;
yapılan keşif ve bilirkişi incelemeleri ile zarar gören kısmın
inşaat mühendisi K. A.’dan ve harita mühendisi E. Ç.’ın 1/1000 ölçekli
krokide gösterdikleri mavi kalem ile taralı yol yapımına ilişkin kısımda
kaldığının tespit edildiği; Köy
Hizmetleri İl Müdürlüğü’nün 30.05.2005 tarihli yazısı ile İzmir Valiliği İl
Özel İdare Müdürlüğü Daimi Encümenliğinin 06.08.2003 gün ve 408 nolu
kararlarına istinaden, 2003 yılı ek yatırım programında yapılmasına karar
verilen Menderes Çatalca Köyü köprüsü bağlantı yollarının bu yatırım
programlarına istinaden 2004 yılı içinde yaptırıldığı yol açma işi içine
girilmemiş olduğu, imar paftasında
bulunan ve hali hazırdaki yolun bakımı yapılarak her iki yönden bağlantısı
yapıldığı ve geçiş verildiğinin bildirildiği ve ekinde buna ilişkin encümen
kararı ile birlikte ihale onay belgesi, ihale komisyon karar tutanağının
dosya içine celbedildiği; dosya içinde toplanan tüm delil durumuna göre,
zarar gören 233 ada 1 parsel sayılı taşınmaz üzerinde oluşan zararın İzmir
Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün 06.08.2003 gün ve 408 sayılı encümen
kararına istinaden Menderes Çatalca Köyü köprüsü bağlantı yolları işine
istinaden plan ve projelerin uygulanması sırasında meydana geldiği, belediyeler
ve onun gibi kamu kurumlarının plan ve projelere uygun olmak üzere tesis
yaptırmış olmaları veya bu tesisleri
kullanmaları, bu tesislere bakmaları nedeni ile kişilerin uğramış olduğu
zararların tazminine ilişkin davaların idari kaza yerinde görülmesinin
gerektiği; davada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığının taraf sıfatının
bulunmadığı; dava konusu uyuşmazlığın İdari Yargının görev alanına
girdiğinin tespit olunduğu gerekçesiyle; yargı yolu yönünden Mahkemelerinin
görevsizliği ile davanın reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3.Hukuk
Dairesi, 19.1.2010 gün ve
E:2009/18508, K:2010/270 sayı ile bu kararı onamış ve Mahkeme kararı
kesinleşmiştir.
4-Davacılar vekili, bu kez, (yalnızca İzmir İl Özel
İdaresi’ni davalı göstererek) müvekkillerine ait arazinin yol haline
getirilmesi nedeniyle oluşan 4.904,00-TL zararın, 11.11.2004 tarihinden
itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
27.03.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
5- İzmir 4.İdare Mahkemesi: 01.04.2010 gün ve E:
2009/600, K: 2010/420 sayı ile, dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile
Menderes Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan bilirkişi incelemesi sonucu
düzenlenen bilirkişi raporlarının incelenmesinden, yol açma çalışması
sırasında gerekli önlemi almadığı anlaşılan davalı idarenin hizmeti kusurlu
işletmesi nedeniyle davacılara ait taşınmazda meydana gelen 4.904,00-TL
zararın davalı idarece tazmininin gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne,
4.904,00-TL'nin zararın dava açma tarihi olan 27.03.2009 gününden itibaren
isleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacılara
ödenmesine karar vermiştir.
6- Davalı İzmir
il Özel İdaresi vekilinin itirazı üzerine, İzmir Bölge İdare Mahkemesi,
08.03.2011 gün ve E: 2010/3325, K: 2011/802 sayı ile, uyuşmazlık konusu
olayda, davacıya ait taşınmaza, idarenin müdahalesi bir idari karara
dayanmadığından, müdahalenin idari eylem değil haksız eylem (haksız fiil)
niteliğinde olduğu, dolayısıyla ortada davacının kamulaştırma işlemi tesis
edilmeksizin taşınmazının yola katıldığı; bu durumda, davalı idarenin
haksız fiil niteliğindeki eyleminden doğan zararın tazmini istemiyle açılan
davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2577
sayılı Yasanın 15.maddesinin 1.fıkrasının (a) bendi uyarınca davanın görev
yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek karar
verilmesinde yasal isabet görülmediği gerekçesiyle, itirazın kabulüne,
itiraza konu kararın bozulmasına karar vermiş, karar düzeltme istemi de
aynı Mahkemenin 12.7.2011 gün ve E:2011/2143, K:2011/3201 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
İZMİR 4.İDARE MAHKEMESİ; 21.09.2011 gün ve E: 2011/1472,
K: 2011/1342 sayı ile,
Mahkemelerince verilen 01.04.2010 gün ve E:2009/600, K:2010/420
sayılı kararın İzmir Bölge İdare Mahkemesi'nin 08.03.2011 gün ve
E:2010/3325, K:2011/802 sayılı kararıyla “uyuşmazlığın çözümünde adli
yargının görevli olduğu” gerekçesiyle bozulduğu görüldüğünden, dava dosyası
hakkında gereğinin düşünüldüğü; 2942
sayılı Yasanın 1. maddesine göre kamulaştırmanın, Devlet ve Kamu Tüzel
kişileri tarafından, kamu gücüne dayanılarak, kamu yararının gerektirdiği
hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan
taşınmaz malların ve kaynakların kanunla gösterilen esas ve hükümlere göre
yetkili organlarca verilen karar uyarınca parası peşin ödenerek
mülkiyetinin alınması veya irtifak kurulması olarak tanımlanabileceği,
kamulaştırmasız el atmanın ise, genel olarak kamu kuruluşlarının
kamulaştırma kararı olmadan veya kamulaştırma kararı kesinleşmeden kişinin
taşınmazına müdahale etmeleri ve taşınmaz üzerinde kişinin zilyetliğine son
vermeleri hali olduğunun ifade edildiği;
dosyanın incelenmesinden; uyuşmazlık konusu olayda, davacıya ait
taşınmaza, idarenin müdahalesi idari bir karara dayanmadığından,
müdahalenin idari eylem değil haksız fiil niteliğinde olduğu, dolayısıyla
ortada davacının kamulaştırma işlemi tesis edilmeksizin taşınmazının yola
katıldığının anlaşıldığı; bu
durumda, davalı idarenin haksız fiil niteliğindeki eyleminden doğan zararın
tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının
15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; bu
karara itiraz edilmemiş ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Yasa’nın 14. maddesine göre
olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları,
konusu ve sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında,
adli ve idari yargı yerleri arasında davalı İzmir İl Özel İdaresi aleyhine
açılan dava yönünden ve her iki yargı yerinde ortak talep olan “davacılara
ait arazinin yol haline getirilmesi nedeniyle oluşan 4.904,00-TL zararın
11.11.2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar
verilmesi istemi” yönünden görev uyuşmazlığın
doğduğu; idari yargı dosyasının; 15. maddede
belirtilen yönteme uygun olarak davacılar vekilinin istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği, adli yargı dosyasına
ilişkin bilgi ve belgelerin de dosya içerisinde yer aldığı ve usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacılara ait İzmir İli, Menderes İlçesi;
Çatalca Köyü, Köy İçi Mevkiinde bulunan ve tapunun 233 ada, 1 sayılı
parselinde kayıtlı 4821
m2 yüzölçümlü taşınmaza, davalı İdarece yapılan yol
çalışması sonucu tecavüzde bulunulduğu ve anılan taşınmazda bulunan 5 adet
ceviz ağacı ile 1 adet zeytin ağacının kesildiği ve taşınmazın 604 m2'lik kısmının
tecavüze uğradığı ileri sürülerek, oluşan 4.904,00.-TL zararın tazminine
karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdarenin
yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya
koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı
plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su
şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında
kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm
ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan
idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede
bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya
plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i
ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün
önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli
yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş
bulunmaktadır.
Dava
dosyasındaki bilgi belgeler incelendiğinde;
Adli yargı yerinde acılan davada davalı olarak gösterilen Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve daha sonra davalı olarak belirlenen İzmir İl
Özel İdaresi vekillerince verilen dilekçelerde; Çatalca Köyünün, İzmir Büyükşehir
Belediyesi Tahtalı Barajı Koruma havzası içinde kaldığının, Büyükşehir Belediyesi tarafından
yaptırılan İmar Planı doğrultusunda, 2003 yılı yatırım programında inşaatı
tamamlanan köprüye bağlantıyı sağlayan yolların bakımının, 2004 yılı
yatırım programına istinaden ve Köy Muhtarlığının talebi doğrultusunda
gerçekleştirildiğinin, işlerin
Büyükşehir Belediyesi İmar Planı doğrultusunda yapıldığının ifade edildiği;
İzmir İl Daimi Encümeni’nin 6.8.2003 tarih, 408 sayılı Kararında da, dava
konusu taşınmazın bulunduğu Çatalca Köyünü de kapsayan yolların ve sanat
yapılarının 2003 yılı ek yatırım programına alındığının görüldüğü; dava konusu yol yapımına ilişkin olarak
Sulh Hukuk Mahkemesi’nce mahallinde yaptırılan keşif sonucunda Mahkemeye
verilen, Jeodezi Mühendisi’nin 18.06.2008 tarihli raporu ile İzmir
Büyükşehir Belediyesi Harita Şube Müdürlüğünden gönderilen 1/1000 ölçekli
Çatalca Köyü uygulama imar planı ile tespit dosyasında yer alan krokinin
mahallinde uygulandığı, dava konusu
parselin kadastral sınırlarının, uygulama imar planındaki durumunun, nizalı yerin belirlendiği; açılmış olan yolun 229 m2 ve 205 m2’lik
kısımlarının uygulama imar planında yol olarak ayrıldığının, 24 m2 ve 117 m2’lik kısımlarının ise park
olarak ayrılan kısımda kaldığının ifade edildiği, bilirkişinin 10.11.2008 tarihli Ek Raporu
ile de, zeminde parsel içinde
açılmış yolun 434 m2’lik kısmının uygulama planında yol olarak ayrılmış
kısımda kaldığının, 141 m2’lik
kısmının park olarak ayrılan kısımda kaldığının, zeminde açılmış yol ile ilgili herhangi
bir istimlak ya da kamulaştırma işlemi olmadığının bildirildiği
anlaşılmıştır.
Dava dilekçesi,
idarelerin savunma dilekçeleri ve yukarıda sözü edilen bilirkişi
raporlarında yer alan tespitler karşısında, idarenin görevinde olan kamu
hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan ve plan ve projelerin uygulanması
sırasında meydana gelen zararın giderilmesine yönelik olarak dava açıldığı
anlaşılmaktadır.
Kamu hizmetinin
yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru ya
da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal
denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde
“idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı
zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında idari
yargı yerlerince yapılacağı açıktır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin 21.09.2011 gün ve E: 2011/1472, K:
2011/1342 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/12
KARAR NO : 2012/106
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2981 sayılı Yasa uyarınca tapu tahsis belgesi verilen davacı tarafından,
davalı Belediyeye başvurusuna rağmen tapusunun verilmemesi üzerine tapu
iptali ve tescil istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : N. K.
Vekili :
Av. D. K.
Davalılar : 1- Altındağ Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. İ. G.
2- Maliye Hazinesi
O L A Y : 2981 sayılı İmar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Yasa’dan
yararlanmak üzere başvuran davacıya Ankara İli, Hasköy Gülpınar Mahallesi,
23682 ada, 2 parselde bulunan gecekondusu nedeniyle 28.3.1993 tarihinde
tapu tahsis belgesi verilmiştir.
Davacı
vekilince, davacının tapusunu alabilmek için davalı belediyeye müracaat
etmiş olmasına rağmen bugüne kadar verilmediği, bu nedenle, tapunun
verilmesi için sözü edilen yerin 2981 sayılı Yasa gereği tapu kaydının
iptali ve davacı adına tescili istemiyle adli yargı yerinde dava
açılmıştır.
Davalı
belediye vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının
görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA
17. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 24.5.2011 gün ve E:2008/250 sayı ile, davalı
belediye vekilinin yargı yolu itirazını, davalı belediye adına tapulu
bulunduğu iddia edilen taşınmaz ile ilgili davanın tapu iptali ve tescil
olması nedeniyle reddederek görevlilik kararı vermiştir.
Davalı
belediye vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki
dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; Davacının, üzerinde gecekondusunun
bulunduğu taşınmaz için 2981 sayılı Yasa gereği tapu tahsis belgesi
verilmesine karşın, tahsise konu yer için tapu verilmesi talebinin davalı
Belediye’ce yerine getirilmediği gerekçesiyle, davalı Belediye’ye karşı
açtığı tapu iptali ve tescile ilişkin davada; davalı tarafça davanın görüm
ve çözümünün idari yargının görevine girdiğinden bahisle görev itirazında
bulunulduğu ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasının istenildiği, imar ve
gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün
yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair
müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili
diğer hususları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 2981 sayılı İmar ve
Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Valilik veya Belediyelerce, yetki ve
sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden
gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası
mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak
sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlandığı, bu amaçtan hareketle anılan Yasanın 9 ve 10. maddeleri
ile idarelerin, devir, tescil ve tapuların re'sen iptali hususunda yetkili
kılındığı, bu yetkinin idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan
sonucu ve tahsis kararının gereği olarak uygulandığı, dolayısıyla, bu
kararlar ortadan kaldırılmadan tapu kaydının adli yargı tarafından
iptalinin de mümkün bulunmadığı, dava
konusu olayda; davacının sahibi bulunduğu gecekondu için 2981 sayılı Yasa
gereği başvurusu üzerine tapu tahsis belgesi verildiği, davacının tapu
verilmesi talebiyle davalı idareye başvuruda bulunduğu, davalı idarece
başvuru gereğinin yerine getirilmediğinin anlaşılması nedeniyle tapu iptali
ve tescili istemiyle dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 2981 sayılı Yasa gereğince tesis edilen
idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın
görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girdiğinden, Ankara 17. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin davalının görev itirazının reddine ilişkin kararının
kaldırılmasının icap ettiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa’nın 10. ve 13. maddelerine göre
görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istemiştir.
Başkanlıkça 2247 sayılı
Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacıya, gecekondusu için, 2981 sayılı İmar ve
Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında
Kanun’un 10. maddesi uyarınca 1983 tarihinde tapu tahsis belgesi verildiği,
tapusunu alabilmek için yaptığı müracaatın reddi üzerine, 2981 sayılı Yasa
gereğince Belediye adına olan tapu kaydının iptali ile kendi adına tescili
için dava açması üzerine davalı belediye tarafından görev itirazında
bulunulduğunun anlaşıldığı, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı
Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile imar ve gecekondu mevzuatına
aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında
uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit,
değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarına ve sorumluluk alanlarında
ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasını
önlemek için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen
gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği
belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlandığı, anılan Yasanın 9/b-son maddesine göre, idare tarafından
tahsisi yapılan gecekondunun sahibine devir ve tescilinin yapılacağı,
10/b-son maddesinde de, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin
tapularının resen iptal edileceğinin belirtilmesi karşısında, idarenin
tescil etmek ve tapuları resen iptal etmek biçimindeki yetkilerinin idari
nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanılması
ve ayrıca tescil ile kurulan mülkiyet, gayrimenkul mülkiyetine ilişkin
Medeni Kanun hükümleri dışında idari tasarrufa dayandığı gibi, tapuda
yapılan tescilin bu idari işlemin icrası niteliğinde olması karşısında,
plana dayalı idari uygulama işlemleri ile ilgili olduğunun anlaşıldığı,
davacının, gecekondu için, 2981 sayılı Kanun’un
10. maddesi uyarınca kendisine verilen tapu tahsis belgesine dayanarak,
tapusunu alabilmek için Belediye Başkanlığı’na yaptığı müracaatın reddi
üzerine, 2981 sayılı Yasa gereğince Belediye adına olan tapu kaydının
iptali ile kendi adına tescilini istemesi karşısında; taşınmaz üzerindeki
iddiasının gayrimenkulün iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine
göre değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen tapu tahsis belgesine dayanıldığı
nazara alındığında, idarenin kamu gücünü kullanarak tek taraflı olarak
tesis ettiği işlemle ilgili olduğundan denetimin de idare hukuku
kurallarına göre idari yargı yerine ait bulunduğu, bu nedenle 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda
yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı belediye
vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2981 sayılı Yasa’dan yararlanmak için başvuruda bulunması üzerine kendisine
tapu tahsis belgesi verilen davacı tarafından, davalı belediyeye müracaatına
rağmen tapunun verilmediği ileri sürülerek sözü edilen yerin 2981 sayılı
Yasa gereği tapu kaydının iptali ve adına tescili istemiyle açılmıştır.
2981
sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı
İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve
inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve
bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru
esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup,
valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar
düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi
için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların
Yasa’da öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere
verilmesine olanak sağlamıştır.
Nitekim,
anılan Yasa’nın “Tapu Verme” başlıklı 3290 sayılı Yasa ile değişik 10.
maddesinin (a) bendi, “Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel
idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya
araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde
hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca
bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin
beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verilir.
Tapu
tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra
hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.
(Ek:
18/5/1987-3366/4 md.) Ancak ıslah imar planı veya kadastro planları ile
belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan
tapuları verilebilir” denilmektedir.
Buna
göre, Yasa’da öngörülen usul ve koşullara uygunluğu saptananlara hak
sahipliği ölçütüne dayalı olarak arsa veya hisse tahsis edilmekte ve
gerekli düzenlemeler tamamlandıktan sonra da, yapılmış olan tahsis esas
alınarak idarece hak sahiplerine tapu verilmektedir.
2981
sayılı Yasa hükümlerine göre,
idarenin hak sahiplerine "tapu vermek" ya da 10.
maddesinin b bendinde belirtildiği gibi hak sahibi olmadıkları anlaşılanlara
verilmiş olan "tapuları resen iptal etmek" şeklindeki bu
yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu
olarak kullanması ve ayrıca bu şekilde kurulan mülkiyet, Medeni Kanun
hükümleri dışında ve özel bir kanun hükmü gereğince idari tescile dayandığı
gibi tapuya yapılan tescilin de, bu idari işlemin icrası niteliğinde olması
karşısında, uyuşmazlığın sözü edilen uygulama işlemlerinin dayanağı olan
yasal düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği açıktır.
Davacı
vekili dava dilekçesinde, davacının davalı belediyeye müracaat ettiği halde
tapu tahsis belgesine rağmen tapusunun verilmediğini, bu nedenle, davacıya
tahsis edilen yerin tapusunun verilmesi için söz konusu yerin 2981 sayılı
Yasa gereği tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili amacıyla bu
davanın açılması zorunluluğunun doğduğunu belirtmiştir.
Bu
duruma göre, davacının taşınmaz üzerindeki iddiası, gayrimenkul
mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981
sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin
tespiti ve geri alınmasının idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği
göz önüne alındığında, 2981 sayılı
Yasa’ya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil
davasının görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan
başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlilik kararının
kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
24.5.2011 gün ve E:2008/250 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/13
KARAR NO : 2012/107
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın
iptali ile takibin devamına, %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesi
istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Gediz EDAŞ İzmir İl Müdürlüğü
Vekili :
Av. Ç. Y.
Davalı :
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. H. K.
O L A Y : Davacı
vekili dava dilekçesinde; davalı belediye tarafından İzmir Metro Projesi
kapsamında Karşıyaka 1671 Sok. üzerinde yapılan kazı işlemleri sırasında
enerji nakil hatlarına zarar verildiğini, bu zararlara ilişkin olarak
davacı tarafından 10.09.2009 tarih ve 1476 sayılı tespit evrakının tanzim
edildiğini; bu evraka ilişkin olarak tutulan tutanak ve zarar miktarını
belirleyen raporun mevcut olduğunu; zararın tazmini için davalı belediyeye
yapılan başvuru sonuçsuz kaldığından, İzmir 11. İcra Müdürlüğü’nün
2010/1786 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını; takibin
davalının itirazı ile durduğunu beyan etmiş, itirazın iptali ile takibin
devamına, % 40 İcra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiş ve bu istemle
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
idare vekilinin birinci savunma dilekçesinde, kamu hizmeti yürütmekle
yükümlü olan belediyenin verdiği zarardan dolayı özel hukuk hükümlerinin
uygulanamayacağı davanın görev yönünden reddinin gerektiği savunulmuştur.
İZMİR 6. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 8.2.2011 gün ve
E:2010/687, K:2011/90 sayı ile; davacı tarafından; belediyenin vermiş
olduğu kamu hizmeti sırasında meydana gelen zararın tazmini davalı
belediyeden talep edilmiş olup, belediye tarafından bu istemin reddedildiği,
idari işlem niteliğinde olacağı açık bulunan bu ret işlemine karşı idari
yargıda iptal istemiyle dava açılması gerektiği, gerekçesiyle yargı yolu
bakımından davanın reddine karar vermiş, davacı vekilinin temyiz istemi,
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 19.9.2011 gün ve E.2011/8854, K:2011/13149
sayılı kararı ile, bu gibi kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağı
yönündeki gerekçesiyle temyiz isteminin reddi üzerine kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ: 3.11.2011 gün ve E:2011/2241,
K:2011/1624 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.
maddesinin 1/a bendinde idari işlemler hakkında şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının dava
türleri arasında sayıldığı, Kanunun 15. maddesinin 1/a bendinde, adli ve
askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar
verileceği hükmüne yer verildiği, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun
"İcra Mahkemesi" başlıklı 4. maddesinde; "İcra ve iflas
dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların
incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine
verilmiş olan hakim tarafından yapılır." hükmüne, "İtirazın
İptali" başlıklı 67. maddesinde ise; “Takip talebine itiraz edilen
alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye
başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle
itirazın iptalini dava edebilir." hükmüne yer verildiği yukarıda
anılan mevzuat hükümleri uyarınca, davacı kurum tarafından yürütülen icra
takibine davalı idarece yapılan itirazın, idari bir işlem niteliği
bulunmayıp, ancak icra mahkemesinde açılacak itiraz davasına konu
edilebileceği açık olduğundan, uyuşmazlığın çözümünün adli yargının
görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı, gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili görevsizlik kararları nedeniyle ortaya
çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi talebiyle Başkanlığımıza
dilekçe ile başvurmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosya örneğinin 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği
Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacı kurumun İzmir 11. İcra Müdürlüğünün E:2010/1786 sayılı dosyasında başlattığı
icra takibine davalı idarece yapılan itirazın iptali ile takibin devamına
,%40 icra inkar tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
2004
sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49.
maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip
talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret
edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince
düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip
borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere
yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın
takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.
İtiraz
nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada
iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye
göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine
göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.
İncelenen
uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye
göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.
Söz
konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci
fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı,
itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak,
genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın
iptalini dava edebilir.
(Değişik:
9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar
verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı;
diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan
şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı
olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.
İtiraz
eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması
kötü niyetin sübutuna bağlıdır.
(Mülga dördüncü fıkra:
17/7/2003-4949/103 md.)
Birinci
fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler
dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.
Anılan
Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin
yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup,
yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra
dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye
mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali
davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.
Öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri:
a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri
ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.
Bu
duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan
itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İzmir 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 8.2.2011 gün ve E:2010/687,
K:2011/90 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/14
KARAR NO : 2012/108
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasa’nın
1.maddesinde sayılan yargı mercilerinden olmayan Uyuşmazlık Çözüm
Kurulu’nun, TFF Tahkim Kurulu’nca onanan kararı nedeniyle görev uyuşmazlığı
doğduğu ileri sürülerek yapılan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Mediation Berti Sports
Vekili : Av. M. H. B.
Davalı : Vestel Manisaspor Kulübü Derneği
Vekili : H. G. O.
O L A Y : Davacı vekili, davalı Vestel Manisaspor
Kulübü Derneği yetkilisi S. V.'in müvekkili Şirketin yetkilisi C. C.'yi
yazılı olarak yetkilendirmesi ertesinde, FC Metz Kulübü oyuncusu S. B. ile
davalı arasında 3 sezon geçerli olmak üzere bir transfer sözleşmesi
akdedildiğini; iki kulüp arasındaki
transferin tüm görüşmelerinin müvekkili Şirket tarafından yürütüldüğünü,
Davalı tarafından transfer karşılığında 144.000 Avronun sözleşmenin
akdedildiği aynı tarihte ödenmesinin taahhüt edildiğini; müvekkili Şirket tarafından Davalıya
144.000 Avro bedelli faturanın 03.08.2006 tarihinde keşide edildiğini,
elden 10.08.2006 tarihinde teslim edildiğini; faturayı elden teslim etmek
ve ödemeyi almak üzere ülkemize gelen Şirket Yetkilisi C. C.'ye Davalı
Kulübün anılan dönemde İdari Menajerliğini yapmakta olan Yetkilisi M. T.
tarafından, el yazısıyla bu miktarın 3 eşit taksitte 48.000 Avro olmak
üzere toplam 144.000 Avro olarak ödenmesinin imzasıyla taahhüt
edildiğini; Davalı Kulüp tarafından,
müvekkili Şirket banka hesabına 2006 yılı karşılığı gecikmeli olarak
29.09.2006 tarihinde 48.000 Avro ödenmesine rağmen, 2007 ve 2008 yıllarında
ödenmesi gereken bakiye miktarların ödenmediğini, ödeneceğinin taahhüt edildiğini ancak
gereğinin yerine getirilmediğini;
Ankara 33. Noterliği'nin 04.02.2009 gün ve 02704 yevmiyeli
ihtarnamesi keşide edilerek davalının bir kez daha ihtar edildiğini, ancak
Manisa 1. Noterliği'nin 09.02.2009 tarih ve 03619 yevmiye ihtarnamesi ile
ödeme isteminin reddedildiğini öne sürerek; üçüncü kişilere ve fazlaya
ilişkin cezai ve hukuki yasal haklar saklı kalmak üzere, ödemelerin
yapılmasının yazılı olarak taahhüt edildiği tarihlerden itibaren
hesaplanacak ticari faiziyle 10.000 TL’nin davalıdan tahsiline karar
verilmesi istemiyle adli yargı yerinde
dava açmıştır.
ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 05.11.2009 gün ve
E:2009/88, K:2009/335 sayı ile, davacı vekilinin istemine yer verdikten
sonra; davalı vekilinin, menajerlik şirketinin alacağı ile ilgili olarak
FİFA'ya başvurduğunu, FİFA Oyuncu Statüleri hakim kararı ile davanın
reddedildiğini, 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri
Hakkındaki Kanunun 5719 sayılı Kanunla değişik 12/A maddesi gereğince
uyuşmazlığa Türkiye Futbol Federasyonu "Uyuşmazlık çözüm
Kurulunda" bakılması gerektiğini, müvekkili kulübün adres ve
merkezinin Manisa olduğunu, davaya bakmakla Manisa Mahkemelerinin yetkili
olduğunu ileri sürmüş olduğunu; Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve
Görevleri Hakkındaki 3813 sayılı Kanun'a 5917 sayılı Kanun'la eklenen 12/A
maddesine göre ihtilafa Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nda bakılmasının
gerektiği; nitekim dosyaya ibraz
edilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.6.2009 T. 2009-220 E, 2009/280 K.
sayılı kararında da aynı hususun vurgulandığı gerekçesiyle; dava
dilekçesinin görevsizlik sebebiyle reddine karar vermiş; temyiz istemi Yargıtay 13. Dairesinin
26.1.2011 gün ve E:2010/9339, K:2011/906 sayılı kararıyla reddedilerek
karar onanmış; karar düzeltme istemi
de aynı Dairenin 8.7.2011 gün ve E:2011/6674, K:2011/11261 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez; davalı Kulübün aldığını ikrar
ettiği hizmetten dolayı müvekkili şirkete borçlu olup olmadığının
belirlenmesi, bakiye alacağı
96.000,00 Avronun ödemelerin yapılmasının yazılı olarak taahhüt edildiği
15.07.2007 ve 15.07.2008 tarihlerinden itibaren hesaplanacak ticari avans
faiziyle kulüpten tahsiline karar verilmesi istemiyle TFF Uyuşmazlık Çözüm
Kurulu’na başvurmuştur.
TFF-UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM KURULU: 26.03.2010 gün ve
E:2009/KM/1262, K:2010/185 sayı ile, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun, 5894
sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5.
maddesi ile kurulduğu, ilgili kanunun kabul edilmesiyle birlikte yürürlüğe
giren Türkiye Futbol Federasyonu Statüsünün, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nun
futbolcu temsilcisi ile kulüp arasındaki uyuşmazlıkları inceleyerek karara
bağlamakta münhasırın görevli ve yetkili olduğunu öngördüğü; Uyuşmazlık
Çözüm Kurulu’nun yargı yetkisini belirleyen Ana Statü hükümleri
değerlendirildiğinde, kulüpler ile futbolcu temsilcileri arasında sözleşmeden
doğan futbolla ilgili tüm uyuşmazlıkların çözümleneceğinin kabul edildiği,
bu noktada, futbolcu temsilcilerinin kimlerden olduğunun tespit edilmesi
halinde Kurulun yargı yetkisinin saptanmış olacağı; ihtilafın gerçekleştiği
dönemde yürürlükte bulunan Futbolcu Temsilcileri Talimatı’nın, Tanımlar
Başlıklı 4. maddesinde futbolcu temsilcisi “Bu talimat hükümleri çerçevesinde
federasyon tarafından futbolcu temsilcisi lisansı verilmiş gerçek
kişiyi” ve 19.03.2010 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren Futbolcu Temsilcisi Talimatı’nın “Tanımlar ve
Kısaltmalar” başlıklı 2. maddesinde futbolcu temsilcisi “Bu talimat ve FIFA
futbolcu temsilcilerine ilişkin Düzenleme (FIFA PLAYERS AGENT REGULATİONS)
uyarınca elde edilen lisansla, bir ücret karşılığında profesyonel futbolcu
sözleşmesi müzakeresi yürütmek amacı ile bir futbolcu ile bir kulübü veya
bir temsilci sözleşmesi müzakeresi yürütmek amacıyla iki kulübü bir araya
getiren gerçek kişiyi” ifade ettiğinin belirtildiği; gerek Uyuşmazlık Çözüm Kurulu ve gerekse Tahkim
Kurulu’nun oyuncu temsilcisi ile kulüp/futbolcu arasındaki uyuşmazlık
hakkında yargı yetkisinin bulunabilmesi için öncelikli şartın, oyuncu
temsilcisinin gerçek kişi olması olduğu;
gerçek kişi oyuncu temsilcisi dışındaki “temsilci” olduğu iddia edilen
tüzel kişilerin ihtilaflarında Kurulların görevinin bulunmadığı; benzer şekilde FIFA nezdinde temsilci ile
kulüp veya futbolcu arasındaki ihtilaflarda temsilcinin hak talep
edebilmesi için, temsilcinin gerçek kişi olma zorunluluğunun
bulunduğu; sonuç olarak gerçek kişi
davacı şirket ile davalı kulüp arasındaki ihtilafın Uyuşmazlık Çözüm
Kurulu’nun görev alanına girmediği gerekçesiyle; davacı şirketin davasının,
kurulun görevsizliği nedeni ile reddine karar vermiş, bu karara karşı
yapılan başvuru, TFF Tahkim Kurulu’nun 14.05.2010 tarihli kararıyla
reddedilmiş ve karar onanmıştır.
Davacı
vekili, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verdiği 12.09.2011 havale
tarihli dilekçe ile; 2247 sayılı Yasanın 14.maddesi uyarınca yargı
merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne dosyanın gönderilmesini
istemiş, bunun üzerine Mahkemece dava dosyasının aslı Mahkememize
gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp
Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan
AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında: Raportör-
Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasaya uygun bulunmayan başvurunun reddi
gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile
Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin
sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararının sonuç
kısmında, “ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un bütünü ile incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanun’un
uygulanması yönünden, 2. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Ceza Uyuşmazlıkları” ibaresinden, savcının ya da şahsi
davacının talebiyle başlayan yargılanması sonucunda sanığın mahkûmiyetine
ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda Askeri ve Adli Ceza Mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması; bunun dışında
kalan tüm görev ve hüküm uyuşmazlıklarının “Hukuk Uyuşmazlığı” sayılması
gerektiği sonucuna varılmaktadır.” denilmekte olup, Asliye Hukuk Mahkemesi
ile TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu arasında görev uyuşmazlığı doğduğu öne sürüldüğüne
göre, başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın uygulanması yönünden “hukuk
uyuşmazlığı” kapsamında bulunduğu açıktır.
2709
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 158. maddesinin birinci fıkrasında
“Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki
görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir”.
denilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun’un 1. maddesinde “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri
arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve
bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.
Özel
kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer
hakemlik görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın
konusuna göre, yukarıdaki fıkrada yazılı adli veya idari yargı
mercilerinden sayılır.” hükümleri yer almış; aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise,
Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına
yer verilmiştir.
Anılan
hükümlere göre, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir görev ya da hüküm
uyuşmazlığının incelenebilmesi için, uyuşmazlığa konu edilen karar veya
kararların, adli, idari veya askeri yargı mercilerince ya da hakemliğin
hakim tarafından yerine getirilmesinde olduğu gibi yargı merci sayılanlarca
verilmiş bulunması gerekmektedir.
Olayda,
Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve kesinleşen görevsizlik kararı
üzerine başvurulan ve Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu’nun kararıyla
onanan Uyuşmazlık Çözüm Kurulu kararıyla verilen görevsizlik kararının
görev uyuşmazlığına konu edildiği anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın
“ Sporun geliştirilmesi ve tahkim” başlıklı 59.maddesinde, “ Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının
beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere
yayılmasını teşvik eder.
Devlet başarılı sporcuyu korur.
(Ek fıkra: 17/3/2011-6214/1 md.) Spor federasyonlarının spor
faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak
zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu
kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz.” hükmü
yer almıştır.
5.5.2009
günlü, 5894 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun’un 1. maddesinde, Kanunun amacının; her türlü futbol
faaliyetlerini milli ve milletlerarası kurallara göre yürütmek, teşkilatlandırmak,
geliştirmek ve Türkiye'yi futbol konusunda yurt içinde ve yurt dışında
temsil etmek üzere, özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliğe sahip,
özerk Türkiye Futbol Federasyonunun kurulması, teşkilat, görev ve
yetkilerine ait esas ve usulleri düzenlemek olduğu ifade edilmiş; 5. maddesinde, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu,
TFF'nin ilk derece hukuk kurulları arasında sayılmış, ilk derece hukuk
kurullarının, kulüp lisansı ile ilgili kararlar almaya veya bu Kanun, TFF
Statüsü, TFF'nin diğer talimat ve düzenlemeleri ile diğer yetkili TFF kurul
ve organları tarafından alınacak kararlara ilişkin olarak çıkacak
ihtilaflarda karar vermeye münhasıran yetkili olduğu; TFF talimatları
ilgili talimatın yayımından, ilk derece hukuk kurulları tarafından alınan
kararlar ise ilgili kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz
edilmez ise kesinleşeceği, ilk
derece hukuk kurullarının görevlerine giren konularda ve bunlar tarafından
verilen kararlara karşı yargı yoluna başvurulamayacağı; ilk derece hukuk
kurullarının görevleri, yetkileri, hakları ve üyelerinin sahip olmaları
gereken nitelikler ile her bir kurulun usul kurallarının TFF Statüsü ve
ilgili talimatlarda düzenleneceği;
ilk derece hukuk kurullarının üyelerinin TFF Statüsünde öngörülen
şekilde belirleneceği; ilk derece hukuk kurullarının hiçbir üyesinin,
TFF'nin başka kurul ve organlarında görev alamayacağı gibi TFF üyesi herhangi
bir kulüp ya da diğer bir özel hukuk tüzel kişisi bünyesinde de görev
alamayacağı, bu üyelerin tam bir bağımsızlık ve tarafsızlık içinde
görevlerini icra etmek zorunda olduğu belirtilmiş; “Tahkim Kurulu” başlığını taşıyan
6.maddesinde, “ (1) Tahkim Kurulu, bu Kanun uyarınca bağımsız ve tarafsız
bir zorunlu tahkim mercii olup TFF'nin en üst hukuk kuruludur ve TFF
Statüsü ve ilgili talimatlarda belirtilen nitelikteki uyuşmazlıklar ile
ilgili nihai karar merciidir.
(2) Tahkim Kurulu, TFF Statüsü ve ilgili talimatlar uyarınca karar
verme yetkisine sahip kurul ve organlar tarafından verilecek kararları
nihai olarak inceleyerek münhasıran karara bağlar. Tahkim Kuruluna başvuru
süresi TFF talimatlarının yayımından veya itiraz edilen kararın tebliğinden
itibaren yedi gündür.
(3) Tahkim Kurulunun oluşumu, görev, yetki, hak ve sorumlulukları
ile üyelerinin sahip olması gereken nitelikler TFF Statüsünde belirlenir.
Tahkim Kurulunun işleyişi ve usul kuralları TFF tarafından çıkarılacak
talimatta yer alır.
(4) Tahkim Kurulu kendisine yapılan başvuruları kesin ve nihai
olarak karara bağlar (İptal ibare: Anayasa
Mah;6/1/2011-2010/61 E.2011/7.K)
(5) Tahkim Kurulu üyeleri de bu Kanunun 5 inci maddesinin altıncı
fıkrası hükümlerine tabidir.” hükmüne yer verilmiştir.
Türkiye
Futbol Federasyonu Statüsü’nün 62. maddesinde de, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu
kararlarını, ilgililerinin başvurusu üzerine inceleyerek kesin olarak
karara bağlama, Tahkim Kurulunun görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.
Anayasa
hükmü ve anılan düzenlemelere göre, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu ve Türkiye
Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasa’nın
1. maddesinde belirtilen yargı mercilerinden olmadığından, ortada
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözümü gereken bir görev uyuşmazlığı bulunduğundan
söz etmek olanaksızdır.
Bu durum
karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun olmayan başvurunun,
aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247
sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/15
KARAR NO : 2012/109
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davalı vakıf
Üniversitesinde Öğretim Üyesi
(profesör) olan davacının, Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul edilen
bir Bilimsel Araştırma Projesinde, Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevi
ile görevlendirilmesi isteminin reddine ilişkin, Dekanlık işlemin
iptali istemiyle açtığı davanın
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Prof.Dr.Y. Ö.
Vekili : Av. İ. Ç.
Davalı : Atılım Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili : Av. F. Ö. Ş.
O L A Y :
Davacı vekili, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi İktisat Bölümünde
Öğretim üyesi olarak görev yapan müvekkili Prof. Dr. Y. Ö.'ın,
Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul edilen bir Bilimsel Araştırma
Projesi ( BAP ) olan, "Katılımcı Yerel Yönetim ve Yavaş Şehir Uygulama
Gereksinimleri çerçevesinde Akyaka Beldesi Örnek Alan Araştırması"
isimli projede, proje eş yürütücüleri Yrd. Doç. Dr. C. A. ve Öğr. Gör. Ş.
T.'nın, Projenin Saha Araştırma Koordinatörlüğü görevini üstlenmesine
ilişkin tekliflerini kabul ederek; anılan projenin Saha Araştırma Koordinatörlüğü
görevi ile görevlendirilmesine ilişkin talebinin, müvekkili davacının
görevli olduğu İktisat Bölüm Başkanlığının 08/02/2011 gün ve …/11-015
sayılı olumlu görüşüne rağmen, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi
Dekanlığı'nın 14/02/2011 gün ve B.30.2.ATL.00.03.10/11-108 sayılı yazıları
ile reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle, idari yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı vekili, ortada idare hukuku kapsamında tesis
edilen bir idari işlem olmadığını ileri sürerek, görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ: 25.05.2011 gün ve E: 2011/479
sayı ile, İdare hukukunun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların idari
yargının görev alanını oluşturduğu;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde; idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan davaların iptal davaları, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan davaların ise tam yargı davaları olduğu ve bu davaların da idari
yargı denetimine tabi olduğunun belirtildiği; idarelerin, idare hukuku
alanında kamu gücüne dayalı olarak re'sen ve tek yanlı irade açıklaması
sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla
idari işlem kimliği kazandırdığı ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal
düzenlemeler dışında idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dosyanın incelenmesinden, BAP Projesi
çerçevesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin 14.02.2011 günlü,
11-108 sayılı Atılım Üniversitesi işletme Fakültesi Dekanlığı işleminin
iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda;
uyuşmazlık konusu işlemin idarenin tek yanlı iradesiyle, üstün emredici
yetkisi dahilinde tesis edildiği ve taraflar arasında özel hukuk
hükümlerinin uygulanmasının söz konusu olmadığı anlaşıldığından, bakılmakta
olan davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu sonucuna
varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine,
Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Uyuşmazlığın, bir Vakıf Üniversitesi olan davalı
Atılım Üniversitesi bünyesinde sözleşmeli olarak görev yapan öğretim üyesi
davacının Üniversitenin Bilimsel Araştırma Projesinde saha araştırma
koordinatörü olarak görev alma talebinin reddine dair işlemin, idare hukuku
kurallarına göre idari yargı yerinde mi, yoksa özel hukuk hükümlerine göre
adli yargı yerinde mi görüm ve çözüme kavuşturulması noktasında
toplandığı; davaya konu işlemin
hukuki niteliğinin ve davalı ile davacının hukuki statülerinin belirlenmesi
bakımından ilgili mevzuatın incelenmesinin gerektiği, buna göre; davalı
Atılım Üniversitesinin T.C. Anayasasının 130. maddesi ve 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunun Ek-2 ve Ek- 18 maddelerine göre kurulmuş bir Vakıf
Üniversitesi olduğu, kuruluş ve
faaliyetlerinde anılan yasal mevzuat ile birlikte faaliyetlerine 2547
sayılı yasa ile 31/12/2005 gün ve 26040 sayılı R.G.'de yayımlanan
"Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği" ile Üniversitenin iç
yönetmelik ve yönergelerinin esas alındığı; 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanunu'nun ek 2. maddesi uyarınca "Vakıflar; kazanç amacına yönelik
olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar,
öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda
gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, yükseköğretim kurumları veya
bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite
veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç
duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun
hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu
meslek yüksekokulu kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim
Kurulu'nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak
meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim
duyulması esastır"; aynı Kanun'un ek 5. maddesine göre
"Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı
dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli
heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir,
süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş
sınırlaması hariç devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en
az üçte ikisinin lisans düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir.
Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer. Mütevelli heyet
vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf
yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulu'nun olumlu
görüşü alınarak mutevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf
yükseköğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini
devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve
öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını
ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar
ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfça hazırlanan yönetmelik hükümlerine
göre diğer görevleri yürütür";
öğretim görevlilerinin görevlendirilme şekillerinin ise 2547 sayılı
kanunun 31. maddesinde belirlenmiş olduğu, bu düzenlemeye göre;
"Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı birimlerinde bu Kanun
uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin
özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim-öğretim ve uygulamaları
için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile tanınmış
kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler. Öğretim
görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak fakültelerde
dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının önerileri
üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı ve
öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın
ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim
üyesi kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile
atanabilirler; bu süre sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim
üyesi bulunmadığı ve görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı
usulle yeniden atanabilirler. Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden
sona erer. Bunların yeniden atanmaları mümkündür" denildiği; 36.
maddede profesörlerin üniversitede devamlı veya kısmi statüde
çalışacaklarının belirtildiği, Vakıf Yükseköğretim Kurumları
Yönetmeliği'nin 23/2. maddesi uyarınca "Vakıf yükseköğretim
kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma
esasları 2547 sayılı Kanun'da devlet üniversiteleri için öngörülen
hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından
ise, 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır" hükmünün yer aldığı; davalı vakıf üniversitesinin, kamu
hizmeti gören ve kanunla kurulmuş bir üniversite olduğu, davacının ise bu
kurumda özel hukuk hükümlerine tabi bir sözleşmeye dayanarak, İşletme
Fakültesi Dekanlığı, İşletme Bölüm Başkanlığında Profesör olarak istihdam
edilmekte olduğu; davanın konusu
işlemin ise, davalı Vakıf Üniversitesinin 15/12/2010 gün ve 10 sayılı
Senato kararı ile kabul edilip Mütevelli Heyeti Başkanlığı'nın 10/02/2011
tarihli onayı ile yürürlüğe giren "Atılım Üniversitesi Araştırma,
Geliştirme, Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık Projeleri Yönergesi"
(ARGEDA) kapsamında hazırlanan ve Üniversite tarafından kabul edilen
Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirilme talebine ilişkin bulunduğu; ARGEDA yönergesinin amacının 1. maddede,
"Bu Yönerge Atılım Üniversitesi bünyesinde yürütülen ve 2 inci maddede
kapsamı belirtilen tüm araştırma, geliştirme, uygulama ve danışmanlık
projelerinin desteklenmesi, çalışma esaslarının belirlenmesi ile Üniversite
içinde işbirliği ve koordinasyonun sağlanması amacı ile hazırlanmıştır. İş bu
Yönerge çerçevesinde belirlenen amacı gerçekleştirmek üzere Atılım
Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak "Araştırma, Geliştirme,
Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık Projeleri Koordinatörlüğü Birimi"
kurulmuştur." şeklinde tarif edildiği, Yönergenin 9.maddesinin ise,
projelerde görevlendirilecek kişilerin istihdam şeklini "Rektör'ün
önerisi ve Müteveli Heyeti'nin onayı ile ARGEDA Koordinatörlüğü 'nün
teknik, idari, mali ve sekreterya işlerini yürütmek üzere Üniversite
bünyesinde görevli uzman/idari personel görevlendirilebilir veya dışarıdan
hizmet alımı veya sürekli istihdam seklinde görevlendirme yapılabilir.
" şeklinde düzenlemiş olduğu;
ARGEDA yönergesinde kabul gören projelerin uygulama esas ve
koşullarının düzenleneceği ve projede görev alanların taraf olacağı, diğer
tarafta ise Üniversite tüzel kişiliğinin bulunduğu ve taraflara çeşitli
hukuki yükümlülüklerin yükleneceği bir sözleşme imzalanacağının hüküm
altına alınmakta olduğu, Yönergenin
10 maddesi B bendi son fıkrasına göre, Proje Yürütücüsünün, bilimsel ve
akademik etik kurallar içinde sözleşme hükümlerine, bütçesine uygun,
projeyi zamanında ve en iyi şekilde tamamlamakla yükümlü olduğu, 11. maddede ise projenin yapım ve
sözleşmenin yapılmasına ilişkin esaslar düzenlenirken taraflara yüklenen
yükümlülük ve hakların bir taahhütname ile imza altına alınacağı,
dolayısıyla tarafların serbest iradeleri ile bir sözleşme
imzalayacaklarının belirlendiği;
davaya konu "Katılımcı Yerel Yönetim ve Yavaş Şehir Uygulama
Gereksinimleri çerçevesinde Akyaka Beldesi Örnek Alan Araştırması"
isimli proje ile ilgili sözleşmenin ise Üniversiteyi temsilen Rektör Prof.
Dr. A. Ö. ile proje eş yürütücüleri Yrd. Doç. Dr. C.A. ve Öğr. Gör. Ş.T.
arasında 07/02/2011 tarihinde imzalandığı, bu sözleşmenin 15. maddesinde ise
sözleşmeden doğan ihtilafların halli konusunda Ankara mahkeme ve icra
dairelerinin yetkili olduğunun kabul edildiği; anılan sözleşmenin, 2547 sayılı Yasa ve
Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği ve bu kapsamda davalı
üniversitenin (ARGEDA) Yönergesine göre yapılmış bulunduğu; Vakıf Yükseköğretim Kurumları
Yönetmeliğinin 23. maddesine göre iş sözleşmesi ile istihdam edilen davacı
ile davalı arasındaki ilişkinin; özel hukuk kurallarına göre belirlenen
özel hukuk ilişkisi olduğu; davalı vakıf üniversitesinin, mali ve idari
konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması
ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için
Anayasa'da belirtilen hükümlere tabi olmasının, özel hukuk hükümlerine göre
istihdam edilen davacının Üniversite idaresinden istihdam edildiği alan ile
ilgili ya da alan dışı yer ve ya da projelerde görevlendirilmesine yönelik
talebinin de özel hukuk hükümlerine göre değerlendirilmesini
gerektirdiği, Uyuşmazlık
Mahkemesinin emsal olabilecek ve sorunun çözümünde davacı üniversite
öğretim üyesinin kamu görevi niteliğinde olan üniversite öğretim üyeliği
görevindeki istihdam şeklinin sözleşmeye dayalı olması nedeniyle üniversite
ile olan ilişkisinin özel hukuk kurallarına tabi olması gerektiğine,
dolayısıyla uyuşmazlıkların adli yargı yerinde görülmesi gerektiğine dair,
18.03.1985 gün ve 1985/2 E., 1985/8 K. sayılı kararının da bu yönde olduğu
anlaşıldığından, davanın adli yargı yerinde görülmesinin gerekmekte olduğu
gerekçesiyle; 2247 sayılı kanunun 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı
düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (a) bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından
dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal
davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu işlemin, davalı Vakıf
üniversitesinin 15.12.2010 gün ve 10 sayılı Senato kararı ile kabul edilip
Mütevelli Heyeti Başkanlığı'nın onayı ile yürürlüğe giren "Atılım
üniversitesi Araştırma, Geliştirme, Uygulama, Eğitim ve Danışmanlık
Projeleri Yönergesi" (ARGEDA) kapsamında hazırlanan ve üniversite
tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirme
talebinin reddine ilişkin bulunduğu; Atılım Üniversitesi Mütevelli Heyetince
uygun görülen uygulama ve danışmanlık projelerinin desteklenmesi, çalışma
esaslarının belirlenmesi ile üniversite içinde işbirliği ve koordinasyonun
sağlanması amacıyla hazırlanan ARGEDA yönergesinde kabul gören projelerde
görev alanlarının taraf olacağı ve taraflara çeşitli yükümlülükler
yükleneceği bir sözleşme imzalanacağı hüküm altına alınmış; bu yönergeye
göre yapılan ve üniversite temsilcilerince imzalanan sözleşmede ise,
sözleşmeden doğan ihtilafların halli konusunda Ankara Mahkemelerinin
yetkili olduğunun kabul edilmiş bulunduğu; Anayasa koyucunun, Anayasanın
130'uncu maddesiyle, üniversiteleri, anayasal kuruluş olarak kabul ettiği;
üniversitelerle ilgili başlıca kuralları belirttiği; üniversitelerin,
"kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe" sahip olmalarını
öngördüğü; Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliğinin 23'üncü maddesinin
2'inci fıkrasında, Vakıf Yüksek Öğretim Kurumlarında görev alacak olan
akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanun'da Devlet
üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabi kılınarak, bu personelin aylık
ve diğer özlük hakları bakımından 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri
uygulanması esasının kabul edildiği;
Anayasanın 130'uncu maddesinde belirtilen vakıf yüksek öğretim
kurumlarının mali ve idari konular yönünden Devlet eliyle kurulan
Yükseköğretim kurumundan farklı olması, bu kurumlarda istihdam edilen
akademik personelin mesleki güvenceden yoksun kılınması sonucuna yol
açamayacağı gibi; bilimsel özerlik ilkesinin gereği olarak, herhangi bir
ayırım yapılmaksızın tüm yükseköğretim kurumlarında, bilimsel özgürlük,
serbestçe araştırma ve yayın yapabilme, eğitim ve öğretimi özgürlük içinde
sürdürebilme hak ve yetkilerinin, akademik personele tanınmış
bulunduğu; bu akademik personelce
yürütülen söz konusu hizmetlerin, Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri
tarafından, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için
topluma sunulan sürekli ve düzenli hizmetler olarak tanımlanan ve toplumsal
yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan birer kamu hizmeti olduğu; sürekli
ve düzenli nitelikteki bu hizmetlerde çalıştırılan akademik personelin de,
statüleri, göreve alınmaları, hak ve yetkileri, İdare Hukuku esaslarına
göre belirlenen birer kamu personeli olduğu; bu bakımdan; Üniversitenin anılan
personel hakkında, proje ile ilgili sözleşme yapılıncaya kadar, idarenin
tek yanlı iradesiyle, kamu gücü kullanarak tesis etmiş bulunduğu
görevlendirmeme ya da bu konudaki isteklerinin reddi yolundaki işlemlerin,
2577 sayılı Kanunun 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde tanımı
yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte birer idari işlem olduğu
ve bu işlemlerin hukuka uygunluklarının denetimi, Anayasayla bu denetim
için oluşturulan İdari Yargı'nın görev alanında bulunduğu, sözleşme
yapıldıktan sonra taraflar arasında sözleşmenin uygulanmasından doğan
uyuşmazlıkların çözümleneceği yargı yerini belirleyen sözleşme hükmünün,
İdari Yargı'nın bu görev alanını sınırlaması veya değiştirmesinin, anayasal
olarak mümkün olmadığı; dolayısıyla, kamu hizmeti görevi yapan davacının,
görev yaptığı üniversite tarafından kabul edilen Bilimsel Araştırma
Projesinde görevlendirme talebinin reddine ilişkin olan ve idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli nitelikte bulunan işlemin
iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde İdari Yargı'nın görevli
olduğu konusunda hukuksal olarak, duraksama bulunmadığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi
uyarınca yapılan başvurunun kabulüne olanak bulunmadığı yolunda yazılı
düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı Üniversitede Öğretim Üyesi (profesör)
olarak görev yapan davacının, Üniversitenin yetkili kurullarınca kabul
edilen bir Bilimsel Araştırma Projesinde(BAP) Saha Araştırma
Koordinatörlüğü görevi ile görevlendirilmesi yolundaki isteminin reddine
ilişkin, Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı'nın 14/02/2011 gün
ve B.30.2.ATL.00.03.10/11-108 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Anayasanın
“Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. maddesinin birinci fıkrasında,
“Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve
ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime
dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve
danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli
birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip
üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.”; 2. fıkrasında, “Kanunda gösterilen usul
ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar
tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları
kurulabilir.”; 10. fıkrasında
“Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari
konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması
ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için
Anayasada belirtilen hükümlere tabidir.” hükmüne yer verilmiş; 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu’na 5772 sayılı Kanun ile eklenen ve vakıflarca
kurulacak yükseköğretim kurumları ile ilgili düzenlemeler getiren Ek Madde
2'de, “Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari
hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve
güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla,
Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden
fazlasını ya da bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı
olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü
yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla
meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini
haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı
ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim
bölgesinde gereksinim duyulması esastır.” denilmiş; Ek Madde 5'de, “(Ek
madde: 17/08/1983 - 2880/32 md.) (Değişik fıkra: 28/12/1999 - 4498/1 md.)
Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı
dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli
heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir,
süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş
sınırlaması hariç Devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en
az üçte ikisinin lisans düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir.
Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer.
Mütevelli
heyet vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf
yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulunun olumlu
görüşü alınarak mütevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf
yüksek öğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini
devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve
öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını
ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar
ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfca hazırlanan yönetmelik hükümlerine
göre diğer görevleri yürütür.
Mütevelli
heyetin toplantı nisabı ve karar alınması ile ilgili hususlarda bu Kanunun
61 inci maddesi hükmü uygulanır.”kuralına; aynı Yasadaki Ek Madde 8'de ise,
“(Ek madde: 17/08/1983 - 2880/32 md.) Vakıfca kurulacak yükseköğretim
kurumlarındaki akademik organlar, Devlet yükseköğretim kurumlarındaki
akademik organlar gibi düzenlenir ve onların görevlerini yerine getirir.
Öğretim elemanlarının nitelikleri Devlet yükseköğretim kurumlarındaki
öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır. Devlet Yükseköğretim
kurumlarında çalışmaları yasaklanmış veya disiplin yoluyla bu kurumlardan
çıkarılmış kişiler, vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alamazlar.”
kuralına yer verilmiştir.
Vakıf
Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğretim elemanları” başlıklı 23.
maddesinde ise, “Öğretim elemanlarının seçimi, değerlendirilmesi,
seçilenlerin uygun görülen akademik unvanlarla görevlendirilmeleri ve
yükseltilmeleri yürürlükteki kanun ve yönetmelik hükümlerine uyularak vakıf
yükseköğretim kurumunun yetkili akademik organlarınca yapılır. Öğretim
elemanlarının atamalarında, devlet yükseköğretim kurumlarındaki atamalarda
aranan şartlara ilaveten vakıf yükseköğretim kurumunun akademik yönden
gerekli gördüğü şartlar da aranabilir. Vakıf meslek yüksekokullarında
özellikle uygulamalı derslerde görevlendirilecek öğretim elemanlarının
atanmasında çalışma deneyimine sahip olması gözetilir.
Vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan
akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanunda devlet
üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve
diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri
uygulanır.” kuralı yer almıştır.
Davalı
Atılım Üniversitesi de anılan mevzuat hükümleri çerçevesinde 2809
sayılı “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu”na 4281
sayılı Yasa ile eklenen Ek 40. madde ile vakıf yükseköğretim kurumlarına
ilişkin hükümlere tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak
kurulmuştur.
İdari
rejime dayalı olarak düzenlenmiş bulunan Türkiye'nin idari yapısında, kamu
tüzel kişiliği idari yargının görev alanının belirlenmesinde kullanılan
ölçütlerden birisidir. Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacı kamu yararı,
faaliyet konuları ise kamu hizmetidir. Bu bağlamda, Kamu Tüzel Kişileri,
özel hukuk tüzel kişilerine nazaran üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne
sahiptirler ve tek taraflı işlemlerle yeni hukuki durum yaratabilirler. Bu
nedenle de personeli kamu hukukuna tabidir.
Kanunla
kurulma ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmanın yanı sıra, Devlet
Üniversitelerinde olduğu gibi Vakıf Üniversitelerinin de Anayasal güvence
altına alınmış olan "Bilimsel Özerkliğe sahip olmaları” bir diğer
ayrıcalığıdır. Üniversitelerde bilimsel özerklik ilkesi benimsenirken
güdülen amaç, yükseköğretimin çeşitli siyasal çevre ve baskı grupları ile
düşünce kümelerinin etkisinin dışında tutarak, bilimsel amaç, hedefler ve gereksinimlerine
bağlı olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle de, bilimsel faaliyetin asli
unsurları olan yükseköğretim elemanlarının, görevleri, unvanları, atama,
yükselme ve emeklilikleri gibi özlük haklarının kanunla düzenleneceği
konusu, anayasal teminat altına alınmıştır.
Somut
olay ve mevzuat hükümleri birlikte irdelendiğinde; davalı Üniversitenin,
sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalıştırdığı davacının;
statüsü, göreve alınması, hak ve yetkileri gözetildiğinde, İdare Hukuku kapsamında bir kamu
personeli olduğu açıktır. Bu açıdan davacının, üniversite tarafından kabul
edilen Bilimsel Araştırma Projesinde görevlendirme talebinin reddine
ilişkin işlemin de 2577 sayılı Kanunun 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasının
(a) bendinde tanımı yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte
birer idari işlem niteliği taşıdığı;
bu işlemin hukuka uygunluğunun denetiminin de, Anayasayla bu denetim
için oluşturulan İdari Yargı'nın görev alanında bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddi
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 21.5.2012 gününde OY
BİRLİĞİYLE İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/18
KARAR NO : 2012/110
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacıya ait bulunan ve ruhsatsız olduğu iddia
edilen gecekondu ve dükkanların, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle
yıktırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk
K A R A R
Davacı : N.
A.
Vekili : Av. S. B.
Davalı : Altındağ Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.A. A.
O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin Ankara ili, Altındağ ilçesi,
Feridun Çelik Mah. 1652 (eski 8. Cad.) Cadde No:105 ve 103 adresindeki iki
adet gecekondu ile 103/A-B-C adresindeki 3 adet dükkanın maliki olduğunu;
2009 yılında imar çalışmaları sonucu müvekkilinin tapulu yerlerinin, hiçbir
tebligat yapılmadan, davalının personeli ve iş makineleri tarafından kısmen
yıkıldığını, dükkanların su saatlerinin söküldüğünü; mağdur olan müvekkilinin Ankara 6. Sulh
Hukuk Mahkemesinin 2009/1137 D.iş sayılı dosyası ile enkaz bedelinin
tespiti talebinde bulunduğunu, sonuçta gecekondular, dükkanlar, kömürlük ve
ağaçların enkaz bedelinin 103.912,40 TL olarak belirlendiğini ifade ederek;
imar çalışma tarihinden itibaren şimdilik 103.912,40TL’nin yasal faiziyle
birlikte dayalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı
vekili, süresinde verdiği birinci savunma dilekçesinde, bedeli talep edilen
gecekondunun 80450 nolu İmar Planı kapsamında imar yolunda kaldığını, bu
davaların idare mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğinden bahisle görev
itirazında bulunmuş, ayrıca;
Belediyelerince davacıya ait binanın yıkılması işleminin tamamen
İmar uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret
olduğunu; Davacının binası ile
ilgili olarak Kamulaştırma Kanununa göre hiçbir işlem yapılmadığını ifade
etmiş, işin esasına ilişkin olarak da; dava konusu iki adet gecekondu ile 3
dükkanın ruhsatsız ve kaçak olduğunu,
zira; Davacının dava konusu gecekondular ile ilgili imar affı müracaatının
bulunmadığını, davacı tarafından imar affı müracaatı esnasında 2981 sayılı
Yasanın 9. maddesinin ( c ) bendine göre gerekli harçların yatırılmadığını,
15. maddeye göre de Yapı Kullanma İzin Belgesi alınmadığını, bu nedenle
davacının gecekondunun bulunduğu yerde hissesi bulunsa da İmar Affı
Kanununa göre, söz konusu bina ile ilgili işlemler tamamlanmadığı ve bina
ruhsata bağlanmadığı için, davacıya ait binanın Kaçak Yapı konumunda bulunduğunu;
zeminde davacıya ait belli bir ver bulunmadığından diğer hissedarların
hisselerine tecavüzlü durumda olduğunu;
hem 3194 sayılı Kanun hem de 775 sayılı Kanun hükümleri gereği
Belediyelerin kaçak yapıları herhangi bir bedel ödemeksizin kaldırma
yetkisi ve sorumluluğunun bulunduğunu,
bu çerçevede davacıya ait kaçak ve ruhsatsız yapının tasfiye
edilmesi sonucu herhangi bir bedel ödenmesinin yasal olarak mümkün
bulunmadığını; ''kaçak yapıların kaldırılarak yol açılması"
işlemlerinin tamamen Kamu Yararı gözetilerek yapıldığını, İmar Planında davacıya ait kaçak yapının
yolda kaldığı hususunun önceden belli olduğunu, davacının imar planına
itiraz etmemesi veya iptal davası açmaması sonucu kesinleştiğini,
kesinleşmiş İmar Planının uygulanması sonucu davacıya tapulu hissesinin
başka parselden tahsis edildiğini,
yolda kalan kaçak yapısının da yıkıldığını belirtmiştir.
ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 10.05.2011 gün ve E:2010/537 sayı ile, davalı
tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyası Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari dava türlerinin,
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları olarak sayılmış, 12'inci maddesinde de,
ilgililerin haklarını ihlal eden bir işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare
ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası açabileceklerinin
belirtilmiş olduğu; dosyanın
incelenmesinden; davacı vekili tarafından müvekkiline ait tapulu arsa
üzerinde bulunan bina ve eklentilerinin, herhangi bir tebligat yapılmadan
idarece yıktırıldığı ileri sürülmüşse de dosyada bulunan 08.12.2010 gün ve
1020 sayılı Belediye Encümeni kararıyla, ruhsatsız yapılan binaların, 3194
sayılı İmar Kanunu'nun 32'nci maddesi uyarınca yıktırılmasına karar
verildiği, bu kararın davacıya tebliğine çalışıldığı, imzadan imtina etmesi
üzerine tebliğ evrakının muhtara bırakıldığının anlaşıldığı; 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun 12'nci maddesinde "İlgililer haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu
davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun
yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin
icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava
süresi içinde tam yargı davası açabilirler" hükmünün yer aldığı;
olayda; davacının ileri sürdüğü zararın, belediye encümenince alınmış olan
yıkım kararının uygulanmasının sonucu olduğu, yıkım kararının, kamu, gücü kullanılarak
tesis edilmiş, kesin ve yürütülmesi gerekli bir idari işlem olduğu, dolayısıyla; bu idari işlemin uygulama
(icra) aşamasını oluşturan eylemlerden kaynaklanan zararların tazmini
isteklerinin, yukarıda yer verilen 12'nci madde hükmüne dayanılarak, idari
yargı yerlerinde açılacak davalara konu edilmelerinin gerektiği; idari yargı yerinde açılması gereken bu
davanın türünün ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, "idari eylem ve işlemlerden
dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" olarak açıklanan dava türü olduğu, bu bakımdan; idari yargı yerinde açılacak
tam yargı davasının konusu olması gereken tazminat taleplerini konu edinen
davanın görüm ve çözümünün, Adli Yargı'nın görev alanının dışında kaldığı
gerekçesiyle; 2547 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI;
davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mahallesi 1652 cadde
105 ve 103 numarada yer alan iki adet gecekondunun ve üç adet iş yerinin
kaçak ve ruhsatsız yapı olması nedeniyle davalı idare tarafından
yıktırılması sonucu uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemi ile
adli yargı yerinde dava açtığı; tazminata konu gecekondu tabir edilen
ruhsatsız ve izinsiz yapıların 3194 sayılı İmar Kanunun 32. maddesi
uyarınca Belediye Encümeni tarafından alınan yıkım kararının infazı
nedeniyle davalı idare tarafından yıktırıldığının anlaşıldığı; Anayasa'nın
125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri
arasında sayıldığı; 3194 sayılı İmar
Kanununun uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin
gerektiği, bu nedenle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10.
maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 2010/537 Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına
karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun Çelik Mahallesi, 1652
cadde, 105 ve 103 numarada yer alan iki adet gecekondusunun ve üç adet iş
yerinin kaçak ve ruhsatsız yapı olması nedeniyle davalı idare tarafından
kısmen yıktırılması sonucu uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini
istemiyle açılmıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; Davacının, Ankara ili, Altındağ ilçesi, Feridun
Çelik Mah. 1652 (eski 8. Cad.) Cadde No:105 ve 103 adresindeki iki adet
gecekondu ile 103/A-B-C adresindeki 3 adet dükkanının, 2009 yılında imar
çalışmaları sonucu İdarece kısmen yıkıldığı, Sulh Hukuk Mahkemesi’nce
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu, gecekondular, dükkanlar, kömürlük
ve ağaçlar için belirlenen 103.912,40 TL enkaz bedelinin tahsili istemiyle
dava açıldığı görülmüş; İdarece verilen savunma dilekçesinde; gecekonduların 80450 no.lu İmar Planı
kapsamında imar yolunda kaldığı,
yıkım işleminin de, İmar
uygulaması sonucu İmar Yolunda kalan binanın tasfiyesinden ibaret olduğu,
davacının geçerli bir imar affı müracaatı bulunmadığından, söz konusu binaların ruhsatsız ve kaçak
olduğu; İmar Planında davacıya ait
kaçak yapının yolda kaldığı hususunun önceden belli olduğu, davacının imar
planına itiraz etmediği, iptal
davası açmadığı, kesinleşmiş İmar Planının uygulanması sonucu davacıya
tapulu hissesine karşılık başka parselden yer tahsis edildiği, yolda kalan kaçak yapısının da yıkıldığı
ifade edilmiş; öte yandan, dosyada
bulunan 08.12.2010 gün ve 1020 sayılı Altındağ Belediye Encümeni kararıyla,
davacıya ait kaçak ve ruhsatsız yapılan gecekonduların, 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun 32'nci maddesi uyarınca yıktırılmasına karar verildiği,
davacının imzadan imtina etmesi üzerine tebliğ evrakının muhtara
bırakıldığı anlaşılmıştır.
Bu
durumda, her ne kadar davacı tarafından Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde
açılan tespit dosyasında yapılar ve ağaçlar için bedel tespiti yaptırılmış
ve “şimdilik” bu bedel dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın
anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası
niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması
sonucu imar yolu üzerinde kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait
tapulu hissenin başka imar parsellerinden karşılandığı anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Altındağ Belediye
Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı Altındağ
Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 13.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.05.2011
gün ve E:2010/537 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde Üyelerden Mustafa AYSAL ile Eyüp
Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davalı Belediye Başkanlığınca yapılan imar
uygulaması sonucunda yolda kalan ve ruhsatsız olduğu iddia edilen davacıya
ait gecekondu ve dükkanların, davalı idarece kamulaştırma işlemlerine
tevessül edilmeksizin yıktırılması nedeniyle davacı tarafından
kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası Adli Yargı ilk derece
mahkemesinde açılmış,
Davalı idare vekilinin süresi içinde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda verdiği dilekçe üzerine Danıştay Başsavcılığınca
uyuşmazlığın imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargıda
çözümlenmesi gerektiği düşüncesiyle 2247 sayılı yasanın 10. maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek, dosya
yüksek mahkemeye gönderilmiş,
Yüksek Mahkemece çoğunluk görüşü ile Danıştay
Başsavcılığının başvurusu kabul edilerek davanın çözümünde idari yargının
görevli olduğuna karar verilmiştir.
Yüksek çoğunluk görüşüne katılamamaktayız.
Zira;
3194 sayılı yasanın 18/10 md "Bu maddede
belirtilen kamu hizmetlerine ayrılan yerlere rastlayan yapıların belediye
veya valilikçe kamulaştırılmadıkça yıktırılamayacağı" öngörülmüştür.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
16.05.1956 gün 1956/1-6 sayılı kararında da "Usulü dairesinde istimlak
muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın
ilgili amme hükmi şahsiyeti aleyhine men'i müdahale davası açmaya hakkı
bulunduğu gibi fiili duruma rıza göstererek mülkiyet hakkının amme hükmi
şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün bedelinin tahsilini de dava
edebileceği" vurgulanmıştır.
Bu halde kamulaştırmasız el atma davasında görevli
yargı kolu Adli Yargıdır.
Maruz nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının 2247
sayılı yasanın 10. maddesi uyarınca yaptığı başvurunun reddine karar
verilmesi düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan
görüşüne katılamıyoruz. 21.05.2012
Üye
Mustafa AYSAL
|
Üye
Eyüp Sabri BAYDAR
|
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/28
KARAR NO : 2012/111
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Emekli
Sandığı(Devredilen) emeklisi olan davacının, serbest diş hekimine yaptırdığı diş
tedavisine ait fatura bedelinin ödenmeyen kısmının ödenmesi istemiyle
açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H. İ.
Vekili :
Av. E. L. D.
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekilleri : Av. B. M., Av. H. D. H.
O L A Y :
Emekli Sandığının (Devredilen) 52.858.106.0 emekli sicil numaralı
emeklisi olan Davacı; diş
tedavisinin hastanelerinde 90 gün içinde yapılamayacağından bahisle
Yeşilyurt H. Çalık Devlet Hastanesinin 11.08.2008 tarihli reçetesi ile
serbest diş hekimine sevk edilmiş; bu sevke istinaden davacıya serbest diş
hekimince diş tedavisi uygulanarak 03.09.2008 tarihli, 2.190,00 YTL
miktarlı serbest meslek makbuzu düzenlenmiştir.
Davacı, davalı Kurum kayıtlarına 18.09.2008 tarihinde
giren dilekçesi ile tedavi bedelinin ödenmesini istemesi üzerine,
İdarece, 5434 sayılı T.C. Emekli
Sandığı Kanunu’nun Geçici 139. maddesi ve 2007 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu
Sağlık Uygulama Tebliği hükümleri doğrultusunda hesaplanan bedele Sağlık
Uygulama Tebliğinin 26. maddesi uyarınca katma değer vergisi ilave edilmek
ve bu miktardan 6. madde uyarınca katılım payı düşülmek suretiyle
belirlenen 291,60.TL 19.09.2008 tarih ve 947854 sayılı ödeme emrine
istinaden 26.9.2008 tarihinde davacıya ödenmiştir.
Davacı vekili,
emekli olan müvekkiline yapılan 291,60-TL ödemenin dışında,
kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898,00YTL’nin dava
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi
istemiyle, 24.11.2008 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 8.İDARE MAHKEMESİ; 21.12.2009 gün ve E:2008/1741,
K:2009/1978 sayı ile, 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 1. maddesinde; bu Kanun’un
amacının, sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortası bakımından kişisel
güvence altına almak, bu sigortalardan yararlanacak kişileri ve sağlanacak
hakları, bu haklardan yararlanma şartları ile finansman ve karşılanma
yöntemlerini belirlemek, sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının
işleyişi ile ilgili usul ve esasları düzenlemek olduğu belirtilmiş olup,
Finansmanı Sağlanan Sağlık Hizmetleri ve Süresi başlıklı 63.maddesinin (d)
bendinde de "Kişilerin hastalanmaları halinde ayakta veya yatarak;
ağız ve diş muayenesi, diş hekiminin göreceği lüzum üzerine ağız ve diş
hastalıklarının teşhisi için gereken klinik muayeneler, laboratuar tetkik
ve tahlilleri ile diğer tanı yöntemleri, konulan teşhise dayalı olarak
yapılacak tıbbi müdahale ve tedaviler, diş çekimi, konservatif diş tedavisi
ve kanal tedavisi, hasta takibi, diş protez uygulamaları, ağız ve diş
hastalıkları ile ilgili acil sağlık hizmetleri, 18 yaşını doldurmamış
kişilerin ortodontik diş tedavilerinin 72 nci maddeye göre belirlenen
tutarının" ödeneceğinin hüküm altına alınmış olduğu; aynı Kanunun 101.
maddesinde, "Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun
hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş
Mahkemelerinde görülür." hükmünün getirildiği; dava dosyasının
incelenmesinden; Emekli olan davacının Malatya Devlet Hastanesi
Başhekimliği’nce yapılan sevk üzerine, serbest diş hekimine yaptırdığı diş
tedavisine ait 2.190-TL tutarındaki fatura bedelinin ödenmesi istemiyle
yaptığı başvuru sonucu davalı idarece tarifeye göre yapılan 291,60- TL
ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan 1.898- TL
nin dava tarihinden itibaren isleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına
ödenmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda;
5434 sayılı Kanun kapsamındaki uyuşmazlıkların önceden idari yargı
yerlerinde görülüp çözümlenmesi mümkün iken, yukarıda yer alan yasal
hükümlerden de anlaşılacağı üzere 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra söz konusu ödemelerin bu kanun kapsamında yapılması ve işlem tarihi
itibariyle bu kanunun yürürlükte bulunması dikkate alındığında, bu kanuna
göre yapılacak ödemelerden kaynaklanan uyuşmazlığın da İş Mahkemesi
tarafından çözülmesi gerektiği kanaatine varıldığı gerekçesiyle; 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15. maddesinin 1/a bendi uyarınca
davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin
kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez, aynı istemle
15.02.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Malatya İş Mahkemesi: 24.11.2010 gün ve E:2010/127, K:
2010/848 sayı ile, davacının yasanın
ve yönetmeliğin aradığı sevk zincirlerine uyduğu, davalı kurumun aradaki
farkı ödemeyi hukuken zorunlu olduğu halde ödemediğinin tespit
edildiği, mahkemelerinin de 5510
sayılı yasanın 101. maddesi gereğince davanın çözümünde yetkili ve görevli
olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş; hükmün, davalı idarenin temyizen incelenerek
bozulması istemi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi; 17.02.2011 gün ve E:2011/526, K:2011/1885
sayı ile, 5510 sayılı Kanunun geçici 4. maddesinin; “…Bu madde kapsamına
girenlerin aylıklarının bağlanması, arttırılması, kesilmesi, yeniden
bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer
ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine
göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun
hükümleri ayrıca dikkate alınır…” hükmünü içermekte olduğu; davaya konu edilen sağlık harcamalarının
01.10.2008 tarihinden önceki döneme ait olması karşısında, uyuşmazlığın,
idari yargının görev alanına girdiği gözetilip, yargı yolu yanlışlığı
nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, davanın
esasına girilip yazılı biçimde hüküm tesis edilmiş olmasının, usul ve
yasaya aykırı görüldüğü gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir.
MALATYA İŞ MAHKEMESİ; 24.11.2011 gün ve E: 2011/892, K:
2011/1144 sayı ile; Yargıtay bozma ilamına uyularak, yapılan yargılama ve
toplanan deliller, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin ilamı ve tüm dosya
kapsamına göre; 5510 sayılı Yasanın geçici 4. Maddesinde" Bu madde
kapsamına girenlerin aylıkların bağlanması, arttırılması diğer ödemeler ve
yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu kanun ile yürürlükten
kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı kanun hükümlerine göre işlem
yapılır, hükmü gereğince davaya konu harcamaların 01.10.2008 tarihinden
önceki döneme ait olduğu ve resen gözetilmesinin gerektiği, davaya konu
uyuşmazlığın idari yargıda görülüp ve çözümleneceği gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri
arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz
görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi
üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen
hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin
edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı
dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Emekli Sandığının (Devredilen) emeklisi
olan davacının, serbest diş hekimine
yaptırdığı diş tedavisine ait 2.190,00TL tutarındaki fatura bedelinin
ödenmesi istemiyle yaptığı başvuru sonucu, davalı idarece tarifeye göre
yapılan 291,60 TL ödemenin dışında, ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan
1.898,00TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte
ödenmesi istemiyle açılmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden Emekli Sandığının (Devredilen) 52.858.106.0 emekli sicil
numaralı emeklisi olan Davacının; diş tedavisinin hastanelerinde 90 gün
içinde yapılamayacağından bahisle Yeşilyurt H. Çalık Devlet Hastanesinin
11.08.2008 tarihli reçetesi ile serbest diş hekimine sevk edildiği; bu
sevke istinaden davacıya serbest diş hekimince diş tedavisi uygulanarak,
03.09.2008 tarihli, 2.190,00YTL. miktarlı
serbest meslek makbuzu
düzenlendiği; Davacının, davalı Kurum kayıtlarına 18.09.2008 tarihinde giren dilekçesi ile tedavi bedelinin
ödenmesini istediği ancak, İdarece,
davacıya 19.09.2008 tarih ve 947854 sayılı ödeme emrine istinaden 26.9.2008
tarihinde 291,60.TL. ödendiği,
bunun üzerine Davacı vekili tarafından, emekli olan müvekkiline yapılan 291,60-
TL ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve tarifeyi aşan kısmı olan
1.898,00YTL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte
tarafına ödenmesi istemiyle, dava açıldığı anlaşılmıştır.
31.5.2006
tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine
göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar
(Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım
Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları),
devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı
İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik
ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı
emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir
sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali
amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111,
K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte,
bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu
görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c
maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen
17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler
yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle,
5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510
sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında
olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri
hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754
sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa
Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
5510
sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde
görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla
(RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz
konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu
gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu
gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri
bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri
olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca,
bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı
Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak;
ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun
yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet
gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak
bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve
yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara
ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya
devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim
esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin
niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın
bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması
ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin
görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda
açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde
bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik
mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki
uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte
değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur
ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere
5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri
bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak,
bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak
çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı
Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı
dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Kaldı
ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa
Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı
esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın
çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.
Bu durumda,
5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve
yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya
devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep,
konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları
kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan
davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Ankara 8. İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 21.12.2009 gün ve E:2008/1741,
K:2009/1978 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/33
KARAR NO : 2012/112
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemiyle
açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
R. A.
Vekili : Av. M. A.
Davalı :
Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av. F. Ç.
O L A Y : Davacı
vekili tarafından, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyünde bulunan
43266 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın, 88/9959 hissesinin yapılan imar planında
ilköğretim alanı olarak ayrıldığı, taşınmazın imarlı alan olduğu, uzun
yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmesi nedeniyle
kamulaştırma cihetine gitmeyen davalı idarelerce pasif ve suskun kalınmak
ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği, bu haliyle
davalı idarelerin eyleminin mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan
kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el atma olgusunun
varlığı için yeterli bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin hukuka aykırı
eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi müvekkilinin dava
yolu ile kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele
çevrilmesi yani davalı idarece değer karşılığının verilmesi gerektiği öne
sürülerek, fazlaya ilişkin tüm yasal talebi dava ve ıslah hakları saklı
kalmak kaydıyla şimdilik dava konusu taşınmazın toplam bedelinden 9.000,00
TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı
idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.
Davalı vekilince, Bakanlık tarafından Kamulaştırma
Kanununun 7. maddesine istinaden konulmuş bir şerhin mevcut olmadığı, böyle
bir şerh olsa bile süresi geçtikten sonra davacı tarafından kaldırılmasının
mümkün olduğu, davalı idarece yapılan hiçbir hukuksal işlem olmadığı,
idarelerin aleyhine dava açılmasının hukuka aykırı olduğu gibi, taşınmazın
imar planında okul alanı olarak ayrılması ve tapu kaydına şerh konulması
işlemiyle ilgili olarak idari yargı yerinde dava açılması gerektiği öne
sürülerek, görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve
E:2011/401 sayı ile, davalı Hazine vekilinin yargı yolu itirazı ile
talebinin reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcısına
gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18'inci
maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamalarına
ilişkin işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis
edilen idari işlemler niteliğinde olduğu, dosyanın incelenmesinden; imar
uygulaması sonucu imar planında "ilköğretim alanı" olarak
belirlenen, davacının, söz konusu taşınmazına davalı idarece
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, alacağın şimdilik 9.000,00-TL'lik
kısmının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle dava
açtığının anlaşıldığı, parselin imar planında "ilköğretim alanı"
olarak ayrılmış olması nedeniyle, bu parselin bedelinin ödenmesi gerektiği
iddiasıyla açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak
istenmiş ise de; davanın konusu, imar planında "ilköğretim alanı"
olarak ayrılmış bulunan ve davalı idarece 3194 sayılı Kanunun 18'inci
maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan
uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait taşınmaz bedelinin tazminine
ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinden kuşku
bulunmadığı, bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde
idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği nedenleriyle 2247 sayılı Yasanın
10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Belediyenin 3194 sayılı
İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve imar uygulamalarına ilişkin
işlemler kapsamında, davacının da taşınmazının bulunduğu yerin imar
planında okul tesisi alanı olarak ayrılmış bulunması karşısında, bu
parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta,
idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin
bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret
edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı,
Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari
eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin
imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda; uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde
yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar
görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247
sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi
gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare
vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacının, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyü, 43266 ada, 1 sayılı
parseldeki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle
9.000,00-TL’nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı
veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin
muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu
kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları
yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli
veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen
tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler
belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Anılan madde uyarınca, yapılan imar
düzenlemesi sonucunda “...resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler
yetkilidir...” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini
yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama
işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya
yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda,
davacı vekili tarafından taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız
elatıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 9.000,00 TL’lik kısmının
yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu
sözkonusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu
anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı
idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı
görülmektedir.
Bu durumda,
3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18.
maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı vekilinin
görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının
kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 23. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 17.11.2011 gün ve E:2011/401 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/42
KARAR NO : 2012/113
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında Vakıf
Müdürü olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev unvanının
değiştirilmesine ilişkin vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi
K A R A R
Davacı : M. D.
Davalı : 1- Adli Yargıda
Savaştepe
İlçesi Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı
2- İdari
Yargıda
Savaştepe
Kaymakamlığı
O L A Y : Savaştepe Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/686
dosya numarası ile soruşturmasını sürdürdüğü “Gebe Düve ve Yem Alımı”
ihalesi ile ilgili olarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
tarafından Savaştepe İlçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
denetlenmiştir.
Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından Vakfa gönderilen yazıda Vakıf
Müdürü (Davacı) M. D.’nin sözleşmesinin feshedilerek, iş akdinin sona
erdirilmesi istenilmiştir.
Bu konu
Savaştepe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı mütevelli heyetinin 17.3.2011/3
sayılı toplantısında görüşülmüş, mütevelli heyeti Mehmet Demirci’nin Vakıf
Müdürlüğü unvanının yargı süreci sonuçlanıncaya kadar alınmasına, bu arada
Sosyal Yardım ve İnceleme Görevlisi olarak görevine devam etmesine, Genel
Müdürlüğün yayınlamış olduğu 1.1.2010 tarihinden itibaren geçerli olan
ücret skalası cetvelinde belirtilen tavan ücret üzerinden
ücretlendirilmesine karar vermiştir.
Davacı,
dava dilekçesinde Savcılık soruşturma dosyasında hakkında suç unsuruna
rastlanmadığını; idari soruşturma sonucu düzenlenen 21.2.2011 tarihli
raporda da hakkında herhangi bir istinat ve kusurun saptanmadığını; çalışma
koşullarını düzenleyen “belirsiz süreli iş sözleşmesi örneği”nde de bu
yönde bir hüküm bulunmadığı tüm bu maddi ve hukuki verilere rağmen işveren
durumunda bulunan Vakıf Mütevelli Heyetinin 17.3.2011 gün ve 3 sayılı
kararıyla “Vakıf Müdürü” unvanının geri alındığını önesürerek, 13.7.2011
gün ve 3 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ: 11.5.2011 gün ve
E:2011/830, K:2011/761 sayı ile, 4857 sayılı
İş Kanunu'nun 9,11 ve12. maddelerinde belirsiz süreli iş akdine ilişkin
hükümler, yine aynı yasanın 17,18 ve 19. maddelerinde belirsiz süreli iş
akdinin feshi ve 20. maddesinde ise feshe karşı iş mahkemesinde dava
açılabileceği hükmünün düzenlendiği, bakılan davada, davacının İş Kanunu
hükümlerine uygun olarak hazırlanan ve uyuşmazlık halinde İş Kanunu
hükümlerinin uygulanacağı belirtilen belirsiz süreli iş akdi ile Savaştepe
Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda Vakıf Müdürü olarak
istihdam edildiğinin anlaşıldığı, bu durumda; İş Kanunu hükümleri uyarınca
yapılan akitten kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün İş
Mahkemelerinin dolayısıyla adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle
davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
SAVAŞTEPE
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İş Mahkemesi Sıfatıyla): 30.11.2011 gün ve
E:2011/78, K:2011/92 sayı ile, Medeni Kanun'a göre faaliyette bulunan
sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının başkanlarının mülki idare
amiri olması, yönetim organının büyük oranda kamu görevlilerinden oluşması,
kuruluş amacı ve gelirlerinin çoğunun kamu kaynaklarından karşılanması
hususları dikkate alındığında, bu vakıfların kamu gücüne dayanan bir
statüye sahip olduğu, yürüttüğü hizmetin, kamu hizmeti olduğu ve bu
hizmetin yürütülmesine ilişkin konularda yetkili organ kararlarının iptali
istemiyle açılacak davalarda idari yargı yerlerinin görevli olması
gerektiğinde kuşku bulunmadığı, dosyanın incelenmesinden, davacının,
Savaştepe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda 7.11.2008 tarihinde
imzaladığı belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile vakıf müdürü olarak
çalışırken, hakkında yürütülen adli soruşturma nedeniyle 17.3.2011 tarih
2011-3 sayılı Yönetim Kurulu kararı ile davacının vakıf müdürlüğü unvanının
yargı süreci tamamlanıncaya kadar alınmasına karar verildiğinin
anlaşıldığı, davacının işlemin iptali amacıyla önce Balıkesir İdare
Mahkemesi'nde dava açtığı, Balıkesir İdare Mahkemesi'nce görevsizlik kararı
verilmesi üzerine Mahkemelerinde dava açmış bulunduğu, olayda, sözleşmeden
kaynaklanan bir uyuşmazlık bulunmadığı, bu durumda, adı geçen Vakıfta İş
Kanunu'na tabi olarak çalışan davacının, vakıf mütevelli heyetince, vakıf
müdürü unvanının kendisinden alındığı yolunda tek yanlı irade ile kurulan
işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a kapsamında görüm ve çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle Mahkemelerinin
yargı yolu yönünden görevsizliğine, idare mahkemesi ile mahkemeleri
arasında çıkan yargı yolu uyuşmazlığının çözümü amacıyla dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde yapılan 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesindeki "Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin
görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler."
hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce
görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli
bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurma olanağına sahiptir.
Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce
karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva
etmesi gerekir.
Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev
uyuşmazlığı, doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş
olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme
nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile,
daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen
yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı
verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi
için re'sen Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa'da öngörülen
yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı
gözetilerek, Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla)
re'sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi'nin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse
Uyuşmazlık Mahkemesi'nin kuruluş amacına uygun olacağından;
Öte
yandan Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik
kararına ilişkin idari yargı dava dosyası temin edilmeden başvurulduğu
görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı dosya örneğinin,
Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında vakıf müdürü
olarak görev yapan davacının, görevinin ve görev unvanının değiştirilmesine
ilişkin Vakıf mütevelli heyeti kararının
iptali istemiyle açılmıştır.
29/5/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun
1. maddesinde(Değişik: 16/6/1989 -
3582/1 md.), “Bu Kanunun amacı; fakru zaruret içinde ve muhtaç
durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun
Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal
adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde
tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik
etmektir”, 3. maddesinde, “Bu Kanunda
öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C.
Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu
kurulmuştur” ve 7. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 1/12/2004 –
5263/19 md.) Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak
ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il
ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.
(Değişik ikinci fıkra:
1/12/2004 – 5263/19 md.) Mülkî
idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı,
defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il
sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde
belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının
ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın
mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il
dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı
toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri
birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik
faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi
aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il
genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle
muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların
salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede
kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil
toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir
temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki
kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda
belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu
olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin
seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.
Vakıf senetleri
mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere
göre tescil ettirilir.
(Mülga dördüncü fıkra:
1/12/2004 – 5263/19 md.)” hükmü yer almıştır.
8.6.2011 tarih ve 27958 mükerrer
sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 35. maddesi ile yürürlükten kaldırılan ancak, davanın açıldığı
tarihte yürürlükte olan 1/12/2004 gün ve 5263 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, 29.5.1986 tarihli ve
3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun
uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine
ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu
ifade edilmiş, 2. maddesinde, bu Kanunda geçen vakfın, il ve ilçe
sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını ifade
ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde, Vakıflarda çalıştırılacak
personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili
belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak
Fon Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.
Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu’nun 2.8.2006 tarihli ve 2006/4
sayılı kararı ile, 5263 sayılı Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin (c)
bendi uyarınca hazırlanan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları
Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma
Şartlarına İlişkin Esaslar” yürürlüğe konulmuştur.
Bu
düzenlemede, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu
hükümlerine dayanılarak kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları
personelinin norm kadro standartları, nitelikleri, özlük hakları ve çalışma
şartları yer almış olup, Esasların 7. maddesinde, personelin işe alınması,
ücret, görev ve sorumluluklarının bu Esaslara göre belirlenmesinin mütevelli
heyet kararıyla yapılacağı belirtilmiştir.
Anılan 3294 sayılı
Yasa ile, bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için
Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonu ile bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar
yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere
her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulacağı
öngörülmüş; 5263 sayılı Yasa’da ise, 3294 sayılı Yasa’nın uygulanmasını sağlamak üzere
Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün
kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esaslar
düzenlenmiştir.
3294 sayılı Yasa’ya
göre faaliyette bulunacak vakıfların mütevelli heyetlerinde görev
alacakların bir kısmı kamu görevlisi ise de; Yasada vakıf senetlerinin
mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere
göre tescil ettirileceğinin öngörülmesi, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliği şeklinde örgütlendiklerini göstermektedir.
Vakıf çalışanları ile akdedilen belirli ve belirsiz süreli iş
sözleşmelerinde mülki idare amirinin taraf olması, Yasa gereği vakfın tabii
başkanı olmasından kaynaklanmaktadır.
Olayda,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında başkan olarak görev yapan Kaymakam
ile belirsiz süreli iş sözleşmesi imzalayarak, bu sözleşmeye istinaden
vakıf müdürü olarak çalışan davacı, görevinin ve görev unvanının
değiştirilmesine ilişkin Vakıf
Mütevelli Heyeti kararının iptali istemiyle dava
açmıştır.
Bu durumda, Vakıf mütevelli heyeti kararının iptali istemiyle
açılan davada, dava konusu işlemin kamu gücü kullanılmak suretiyle tesis
edildiğinin kabulü mümkün bulunmadığından, davanın görüm ve çözümünde adli
yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi Sıfatıyla)
2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun reddi ile
aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Savaştepe Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi
Sıfatıyla) 2247 sayılı Yasanın 19.
maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile, aynı Mahkemece ayrıca
verilen 30.11.2011 gün ve E:2011/78, K:2011/92 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/58
KARAR NO : 2012/114
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi
zararın tazmini istemiyle açılan
davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1) F. U. 2) E. Ö.
3) M. D. 4) F. D. 5) S. B. 6)
H. Ö. 7) N. O. 8) Z. O.
9) H. O.
10) M. A. ve İ. Y. Mirasçıları 11) C. Y. 12) N. Y.
13) N. Y.
Vekili :
Av. Z. T.
Davalılar :
1) Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Haz.Av. N. K. Ç.
2) Ankara İl Özel İdaresine izafeten
Ankara Valiliği
Vekili :
Av. M. İ.
3) Çankaya Belediyesi
Vekili :
Av. D. B.
O L A Y :
Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedarı ve maliki bulunduğu, Ankara
ili, Çankaya ilçesi, Çukurca mevkiinde 26783 ada, 1 parsel sayılı
taşınmaza, davalı idare tarafından herhangi bir Kamulaştırma işlemi yapmaksızın
okul alanı olarak kullanılmak suretiyle fiilen/hukuken el atıldığını;
Kamulaştırma Kanunun Geçici 6. maddesine atıfta bulunan 6111 sayılı Kanunun
geçici 2. maddesi uyarınca davalılara uzlaşma dilekçeleri verildiğini,
ancak davalıların uzlaşmak istemediklerini belirten, talebi sürüncemede
bırakan cevap yazıları gönderdiklerini;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun son içtihadında, fiili el atma olmadan da hukuki el atmayı
kamulaştırmasız el atma olarak kabul ederek taşınmaz bedelinin ödenmesi
gerektiğine hükmetmiş bulunduğunu; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 21.03.2011
tarih, 2010/16894 E., 2011/4865
K.sayılı ilamında da aynen " Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki
15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında park,
yol ve okul alanı gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere, el
atılmamış olsa dahi bedeline hükmedileceğine ilişkin kararı da gözetilerek,
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10.maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000
ölçekli uygulama imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl
içerisinde davalı belediyece, ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma
görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz
şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedeli ödenmelidir."
denildiğini; el atılan taşınmazın arsa vasfında olduğunu, konumu itibariyle
Ankara'nın değerli bir bölgesinde bulunduğunu öne sürerek; fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik, 8.000 TL kamulaştırmasız eI atma
tazminatının, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi birlikte
davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekili, dava konusu
taşınmazın Çankaya Belediyesinin yapmış olduğu imar planıyla okul alanı
olarak ayrıldığını, arsa üzerinde
davalı Bakanlığa ait herhangi bir tesis de bulunmadığını, sadece imar
planında okul alanı olarak ayrılmış ve fiilen el atılmamış bir taşınmaz
için kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası da açılamayacağını;
davacının mülkiyet hakkı sona ermediğinden, taşınmazın bedelini talep etme
hakkının doğmayacağını öne sürerek, görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve
E:2011/359 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı örneği Danıştay
Başsavcısına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemelerinin; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; davacı
tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010
günlü kararında, fiili el atma olmadan da hukuki el atmanın kamulaştırmasız
el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, imar planında
okul yeri olarak ayrılan taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin
istenildiği; davalı idarelerin yazı ve savunma dilekçelerinden de, anılan
taşınmaz üzerine henüz yapılmış bir okul bulunmadığının anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın,
davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planında okul alanına ayrılması
hadisesi sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların,
yukarıda da söylenildiği üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari
işlem olan imar planında taşınmazın okul yeri olarak gösterilmesinden; bu
planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerinin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar
konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden
kaynaklanmakta olduğu; idari işlem
ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı
yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa
hükümlerinin gereği olduğu; bu
bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği nedenleriyle; 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125/son
madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2/l-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı
zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava
türleri arasında sayılmış olduğu;
dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu
kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un
14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun
kabulüne olanak bulunmadığı;
belediye yönetimlerinin 3194 sayılı İmar Kanunu 8. maddesi ve 18.
maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının
hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi
faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan
işlemlerin, tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis
edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu, bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi gerektiğinin
anlaşıldığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10.
maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 2011/359 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına
karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,Davacıların
hissedarı oldukları taşınmaza davalı idare tarafından herhangi bir
kamulaştırma işlemi yapılmaksızın okul alanı olarak kullanılmak suretiyle
fiilen/hukuken el atıldığından bahisle,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 8.000.TL’nin yasal
faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların
hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;
“Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin
gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından
meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına
uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve
uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır.
Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik cümle: 08/08/2011-648 s.K.H.K./21. md.) Bu
planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi
içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye
meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün
içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar
valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü
takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
cümle: 08/08/2011-648 s.K.H.K./21. md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir
aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe
yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek
kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki
usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili
idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek
bend: 03/07/2005-5403 S.K./25.mad) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” denilmiş;
Aynı
Kanun’un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Olayda, davacılar vekili tarafından,
müvekkillerinin taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 8.000,00 TL’lik kısmının yasal
faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu söz
konusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı
idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı
görülmektedir.
Bu
durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin
18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalılardan
Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalılardan Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.11.2011
gün ve E:2011/359 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/73
KARAR NO : 2012/115
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve
Denetlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.
Y.
Davalı :
Kozan Kaymakamlığı İlçe Tarım Müdürlüğü
O L A Y : Adana
İli, Kozan İlçe Tarım Müdürlüğü Kontrol ve Denetim Ekibince 27.4.2010
tarihinde davacının iş yerinde yapılan denetim ve kontrolde ekmek
numunesinin TGK Ekmek Tebliğindeki şartları taşımadığı nedeniyle
davacı, 5179 sayılı Kanunun
29.maddesinin (d) bendi gereğince Kozan Kaymakamlığının 13.5.2010 tarihli
oluru ile 723,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmıştır.
Davacı vekili, Kozan Kaymakamlığı İlçe Müdürlüğünce
tesis edilen 13.5.2010 gün ve 1726 sayılı idari yaptırım kararına adli
yargı yerinde itiraz etmiştir.
Kozan Sulh Ceza Mahkemesi: 2.11.2010 gün ve Değişik İş
N:2010/545 sayı ile, dosyanın tetkikinden; 27.4.2010 tarihli analiz
raporunda başvuranın fırınından alınan 6 adet numune ekmeklerin 2 adedinin
300 gramın altında çıkmış olup toplamının ağırlık ortalamasının ise 300.115 gram
olduğunun anlaşıldığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel
Müdürlüğü'nün 3.5.2010 tarihli "ekmekte gramaj” konulu yazısında;
"ekmek tanımına giren ekmelerin en az 300 gram olması
gerektiği" nin belirtildiği, aynı yazının son cümlesinde ise
"fırınlarda ambalajsız olarak satılan ekmeler için tebliğde bir
tolerans değeri bulunmadığı" nın ifade edildiği, fırınlarda açıkta
tüketime sunulan ekmeklerde tolerans değerinin tebliğde düzenlenmemiş
oluşunun, başvuranın fırınından alınan numune ekmelerin ortalamasının da
300 gramın üzerinde olması nedeniyle yerinde görülen başvurunun kabulüyle
idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar vermek gerektiği gerekçesiyle
yerinde görülen başvurunun kabulüne karar vermiş, bu karara Kozan İlçe
Tarım Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiştir.
KOZAN AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 15.12.2010 gün ve D.İş
N:2010/526 sayı ile, esasen Sulh Ceza Mahkemesinin itiraza bakmaya görevli olmadığı,
zira 5179 sayılı Yasanın 30.maddesinde bu Kanunlarda yazılı olan idari para
cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine başvurulabileceğinin
düzenlendiği, bu açık düzenleme karşısında Sulh Ceza Mahkemesinin itiraza
konu kararının yok hükmünde sayılarak ortadan kaldırılmasına, M. Y.’ın
itiraz dilekçesi hakkında inceleme yapıp karar vermek üzere ilgili evrakın
yetkili ve görevli olan Adana İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine
kesin olarak karar verilmiştir.
Davacı aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ: 2.1.2012 gün ve E:2011/1891
sayı ile, davacıya 5179 sayılı Kanun uyarınca dava konusu idari para
cezasının verildiği, 5179 sayılı Kanunun 30.maddesinde yer alan bu Kanun
uyarınca verilmiş olan idari para cezalarına karşı idare mahkemesinde
itirazda bulunabileceğine ilişkin hükmün 8.2.2008 yürürlük tarihli 5728
sayılı Kanunun 543. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığının anlaşıldığı, bu
durumda, dava konusu idari yaptırım kararına yapılan itirazların görüm ve
çözümüne ilişkin özel bir düzenleme bulunmadığından, dava konusu idari
yaptırımın Kabahatler Kanunu kapsamında olduğundan, görüm ve çözümünün 5326
sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca adli yargı mercilerinin görev
alanında bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın hangi mahkemenin
görev alanına girdiğinin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasanın 19.maddesi
uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine ve uyuşmazlığın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinin
kararına kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel
Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
İdare
mahkemesince, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen biçimde
Mahkemelerinin dosya aslıyla birlikte, adli yargı kararının kesinleşme
şerhli örneğini de göndererek Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulduğu görülmekte
ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim
Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı
Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (d) bendi uyarınca verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve
Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanun’un 29. maddesinde, bu Kanuna
uymayanlara uygulanacak cezai hükümler düzenlenmiş; 30. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idari para
cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen
idari para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201
sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara
karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken; bu
madde, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 543. maddesiyle, “Bu Kanunda yazılı olan idari yaptırımlara karar
vermeye, mahallî mülki amir yetkilidir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728
sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde
yürürlüğe girmiştir.
5179
sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle
idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
13/6/2010 gün ve 27610 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki
Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 47. maddesinde, “(1) 27/5/2004 tarihli ve
5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun yürürlükten
kaldırılmıştır” ve 49. maddesinde, “(1) Bu
Kanunun;
a) 46 ncı maddesinin birinci fıkrası, 1/4/2010 tarihinden
itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,
b) 31 inci maddesinin birinci fıkrası, 33 üncü maddesi, 46 ncı
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile geçici 1 inci maddesinin dördüncü
fıkrası yayımı tarihinde,
c) Diğer hükümleri yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,
yürürlüğe girer” denilmiştir.
Olayda,
para cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış olup; 5996 sayılı
Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para
cezası verilecek hususlar düzenlenmiş; ancak, idari para cezasına karşı
kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Öte
yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27.
maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya
tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5179 sayılı
Kanun’u yürürlükten kaldıran 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki
Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda
görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler
Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına
karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin
(1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Adana 1. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile, Ağır Ceza
Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Adana 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Kozan
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.12.2010 gün ve D.İş N:2010/526 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/89
KARAR NO : 2012/116
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Borçlar Kanununa göre yüklenici Şirketin, Kooperatif ile arasında yaptığı
Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesine dayanılarak
elde ettiği ve sözleşme gereği kendisine tekabül eden alacağının, davacıya
temliki sonucu ortaya çıkan Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi
Sözleşmesinin Medeni Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline
şerh verilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : E.
A.
Vekili :
Av. Dr. M. B.
Davalı :
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
O L A Y :
1- Çankaya İlçesi, Yıldızevler Mahallesi'nde bulunan, 7765
ada, 13 parsel sayılı, B Blok 2.kat 9 numaralı konut vasıflı taşınmazın
hali hazırdaki maliki S.S........Arsa Tahsis Islah Konut Yapı Koop. ile
..........Müt. Müh. Tur. ve Tic. Anonim Şti. arasında imzalanan, Ankara
3.Noterliği'nin 03/06/1998 tarih ve 0113809 yevmiye numaralı Düzenleme
Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, Tapu
Sicil Müdürlüğünün 15/09/2000 tarih ve 10454 yevmiye numaralı işlemi ile
taşınmazın tapu kaydına şerh verilmiştir.
2- Vaat alacaklısı ..............Müteahhit Mühendislik
Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi ile
davacı arasında, söz konusu
taşınmaza ilişkin, daha önceki sözleşmeden doğan hakkın temlikine yönelik
Ankara 3.Noterliği'nde 03.09.2010 tarih ve 12919 yevmiye numaralı Düzenleme
Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi düzenlenmiş; taşınmazın kaydına
şerh verilmesi için Tapu Sicil Müdürlüğüne yapılan başvuru sonrasında talep
karşılanmadığı için, davacı vekili tarafından konu Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü'ne intikal ettirilmiştir.
3- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü I.Bölge Müdürlüğü,
10.11.2010 gün ve …/6219 sayılı yazı ile; kanun ve tüzük hükümleri ile tapu
kütüğünün şerhler hanesine nelerin ya da hangi hakların şerh
verilebileceğinin sınırlı olarak belirlendiği, bunların arasında satış vaadi
sözleşmesinden doğan hakların temlikine yönelik sözleşmenin bulunmadığı;
bununla birlikte Tapu ve Kadastro Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi
Başkanlığı'nın 09/01/1996 tarih ve B021TKG0100001-168/103-169 sayılı
talimatlarında belirtildiği üzere,
taşınmazın daha önceki sözleşme ile kendisine satışı vaad edilen
kişi (Of-Taş Of Müteahhitlik Mühendislik Turizm Ticaret Anonim Şirketi)
adına tescilli de olmadığı nedenleri ile talebin karşılanması imkanının
bulunmadığını davacı vekiline bildirmiştir.
4- Davacı vekili,
Davalı İdarenin işlemine dayanak yaptığı Türk Medeni Kanunu’nun 1009
maddesinin, şerhe engel olmadığını;
Tapu Sicil Tüzüğü hükümlerini değerlendirmesinin yerinde
bulunmadığını; Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı'nın 09/01/1996 tarih
ve B021 TKG010001-168/103-169 Sayılı Genelgesinin, hukukun temel ilkelerine ve istikrar
bulmuş uygulamaya aykırı olduğunu; tapu kaydı incelendiğinde, kat karşılığı
inşaat sözleşmesi yanında, kira şerhinin de sicile işlenmiş bulunduğu
gözetildiğinde, idarenin yapmış bulunduğu işlemin hiç bir dayanağının
bulunmadığını iddia ederek, sonuçta; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
I.Bölge Müdürlüğü'nün 10/11/2010 Tarih Sayı: B.09.1.TKG1010001-106.03/6219
sayılı işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı
İdarenin birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİ; 17.03.2011 gün ve E:
2010/2457 sayı ile, 2577 sayılı
Yasanın 2. maddesinde; idari dava türlerinin, idari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin açılan
davalar olarak sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka
uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; İdarenin, idare hukuku alanında kamu
gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis
etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari
işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal
düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunduğu; dava dosyanın
incelenmesinden, davacının satış vaadi sözleşmesinin tapuya şerh edilmesi
istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin davalı idarece tesis edilen
dava konusu işlemin, davalı idarenin tek yanlı irade açıklaması sonucu
oluşan ve kamu gücüne dayalı olarak tesis edilen bir işlem niteliğinde olduğu
anlaşıldığından, kamu hukuku esaslarına dayanılarak tesis edilen işlemden
kaynaklanan davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerinin görevinde bulunduğu
gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, Mahkemelerinin
görevliliğine karar vermiştir.
Davalı İdarece
süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı bir
örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; S.S……… Yapı Koop. ile
yüklenici ………. Müteahhitlik Turizm ve Tic. A.Ş. arasında düzenlenmiş
bulunan ve Ankara 3. Noterliğinin 03/06/1998 gün ve 0113809 yevmiye numaralı
Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat
Sözleşmesine dayanılarak yüklenici firmaya ait bağımsız bölümlerden B Blok
9 no'lu dairenin yüklenici firma tarafından davacı E. A.'a harici satış
yöntemi ile ve Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi düzenlenerek satıldığı ve
davacı tarafından da fiilen kullanılmaya başlanıldığı; davacı E. A.'ın satış vaadi sözleşmesine
dayanarak harici satış yöntemi ile satın aldığı taşınmazın yüklenici
tarafından bir kez daha satışını önlemek ve hukuki korumaya kavuşturmak
amacıyla gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerh verilmesi
talebinin, davalı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 10/11/2010 gün ve
B.09.1. TKG1010001-106.03/6219 sayılı yazısı ile reddedilmesi üzerine
davacının idari yargı yerinde işlemin iptali istemi ile dava açtığının
anlaşıldığı; idari yargı yerinde
açılan davanın konusunun, haricen satın alınan taşınmaz bakımından alıcı
ile satıcı arasında yapılan ve Borçlar Kanunun 163 ve 164. maddelerine göre
yüklenicinin Koop. ile arasında yaptığı Gayrimenkul Satış vaadi ve Kat
Karşılığı İnşaat sözleşmesine dayanılarak elde ettiği ve tapu siciline
önceden şerh verilmiş, sözleşme gereği kendisine tekabül eden alacağının
davacıya temliki sonucu ortaya çıkan satış vaadi sözleşmesinin Medeni
Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline şerh verilmesi
istemi olduğunun anlaşıldığı; yüklenici firmanın, kat karşılığı inşaat
sözleşmesi kapsamında işin bitiminde alacağı karşılığı olan taşınmazlardan
davaya konu B Blok 9 numaralı daireye ilişkin mülkiyet hakkına ilişen
alacağını, davacı E. A.’a aralarındaki sözleşme gereğince alacağın temliki
yolu ile devretmiş olduğu; Borçlar
Kanunu’nun 162. maddesinin “Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı
olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını
üçüncü bir şahsa temlik edebilir./Borçlu alacağın temlik edilmemesi şart
edilmiş olduğunu bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat
ile, alacağını temellük eden üçüncü bir sahsa karşı iddia edemez."
hükmü ile alacağın temlikinin herhangi bir rızaya tabi olmaksızın üçüncü sahsa
temlik edilebileceğini hüküm altına aldığı; Kanunun 163. maddesinin ise
"Tahriri şekilde yapılmış olmadıkça alacağın temliki muteber olmaz./
Bir alacağın temlikini va'detmek, hususi tekle tabi değildir." hükmü
ile taraflar arasındaki temlikin yazılı şekil şartına tabi olduğunu
gösterdiği; davaya konu taşınmaz
bakımından gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin bu yazılı şekil şartını
taşıdığının anlaşıldığı; Medeni
Kanunun 1009. maddesinde ise "Arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz
satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile
şerh edilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer haklar tapu kütüğüne
şerh edilebilir./ Bunlar şerh verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan
kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir." hükmü ile
Medeni Kanunun 705. maddesinde birinci fıkrada "Taşınmaz mülkiyetinin
kazanılması, tescille olur." hükmünün yer almakta olduğu, taraflar
arasında yapılan satış vaadi sözleşmesi ile temlik edilen taşınmazın tapu
siciline şerh verilmesinin, taşınmazın mülkiyet sorunu ile ilgili ve
tamamen özel hukuk hükümlerine göre çözülmesi gerekli bir sorun olduğu,
Medeni Kanunun 1015. maddesinde dahi "Tescil, terkin ve değişiklik
gibi tasarruf işlemlerinin yapılabilmesi, istemde bulunanın, tasarruf
yetkisini ve hukuki sebebi belgelemiş olmasına bağlıdır./ İstemde bulunan
kimse, kendisinin, sicilde hak sahibi görünen kişi veya bu kişinin
temsilcisi olduğunu ispat etmek suretiyle tasarruf yetkisini belgelemiş
olur./ Hukuki sebebin belgelenmesi, bu sebebin geçerliliği için gerekli
şekle uyulduğunun ispatı suretiyle olur." hükmü ile tescil isteminin
hukuken geçerliliğinin denetiminin özel hukuka ait bir sorun olduğunu
ortaya koyduğu; bu durumda
gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerh verilmesi konusunda
ortaya çıkan sorunun çözüm yerinin de adli yargı yeri olduğu
gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un
10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına,
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 4721 sayılı Türk Medeni Kanun'un
1009'uncu maddesinde; "Arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış
vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile
şerhedilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer haklar tapu kütüğüne
şerhedilebilir" hükmüne yer verilmiş ve aynı Kanun'un 1027'nci maddesinde
ise, "İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça tapu memuru, tapu
sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme, eski
tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu
memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen
düzeltir." hükmünün getirildiği; buna göre, ilgililerin yazılı
muvafakatları dışında tapu sicilinde yapılacak değişikliklerin mahkemenin
bu konuda bir karar vermesine bağlı olduğunun belirtildiği ve tapu
kayıtları üzerinde terkin, tescil ve tashih gibi işlemlere ilişkin
davaların görüm ve çözümünün Adli Yargı'nın görevinde olduğu gerekçesiyle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında 2247 sayılı Kanunun 10' uncu maddesi uyarınca
yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı İdarenin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Davacının …………Müteahhitlik Mühendislik Turizm ve Ticaret Anonim Şirketinden
alacağın temliki yoluyla satın aldığı ve halen içerisinde oturmakta olduğu
taşınmaza ilişkin Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin, tapuya şerh
edilmesi isteminin reddine ilişkin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü I.
Bölge Müdürlüğünün 10.11.2010 gün ve 6219 sayılı işleminin iptali istemiyle
açılmıştır.
4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde, taşınmaz mülkiyetinin
kazanılmasının tescille olacağı,
miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile
kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı,
ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesinin, mülkiyetin
tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlı olduğu; 1009. maddesinde; arsa
payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım
sözleşmelerinden doğan haklar ile şerhedilebileceği kanunlarda açıkça
öngörülen diğer hakların tapu kütüğüne şerhedilebileceği; bunların şerh
verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine
karşı ileri sürülebileceği belirtilmiş; 1027. maddesinde “İlgililerin
yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak
mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme eski tescilin terkini ve yeni bir
tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı
yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen düzeltir.” hükmüne yer
verilmiştir.
Öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin 1 numaralı
bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak
sayılmıştır.
Olayda
davanın, haricen satın alınan taşınmaz bakımından alıcı ile satıcı arasında
yapılan ve Borçlar Kanununa göre yüklenici Şirketin, Kooperatif ile
arasında yaptığı Gayrimenkul Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesine
dayanılarak elde ettiği ve tapu siciline önceden şerh verilmiş, sözleşme
gereği kendisine tekabül eden alacağının, davacıya temliki sonucu ortaya
çıkan Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin Medeni
Kanunun 1009 ve devamı maddeleri uyarınca tapu siciline şerh verilmesi
istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne
kadar, davacı vekili tarafından davalı İdare işleminin iptali talep
edilmekte ise de, talebin doğrudan tapu
sicilinde tescil istemine yönelik, bir başka ifade ile tescil sonucu
doğuracak bir talep olduğu gözetildiğinde, ortada idari yargı yetkisi kapsamına
giren bir idari dava bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümlenmesinde, Medeni
Kanun hükümlerine göre adli yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 16. İdare
Mahkemesi’nin 17.03.2011 gün
ve E: 2010/2457 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/121
KARAR NO : 2012/117
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi
uyarınca REDDİ gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı : E. Ç.
Vekili : Av. B. S. B.
Davalı :
Adalet Bakanlığı
O L A Y : Davacı
vekili, müvekkilinin Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/215, K:2007/52
sayılı ilamı ile 4 yıl 2 ay hapis cezasına ve 100,00-TL para
cezasına çarptırıldığını, dosya kapsamında 25.12.2002 tarihinde gözaltına
alınarak tutuklandığını, 09.11.2004 tarihinde tahliye olduğunu, ancak Ağır
Ceza Mahkemesi'nin kararı kesinleştikten sonra müvekkilinin, 2007/5-2512
ilamat numaralı idari işlemle, müddetname tanzim edilmeden cezasını çekmek
üzere Mersin E Tipi Kapalı Cezaevine götürüldüğünden, toplam 2 gün hükümlü
kalması gerekirken, 19.07.2009 ile 03.08.2009 tarihleri arasında olmak
üzere toplam 16 gün cezaevinde özgürlüğünden mahrum edildiğini öne sürerek,
fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, olay tarihi
olan 21.07.2009 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte,
2.250.00-TL maddi, 5.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 7.5.2010 gün ve E: 2010/877,
K: 2010/863 sayı ile, davacının tazminini istediği zararın, idari eylem ve
işlemlerden kaynaklanan bir zarar olmadığı, Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
kesinleşmiş 20.03.2007 tarih ve E:2006/215, K:2007/52 sayılı kararı
gereğince cezaevine müddetname tanzim edilmeden gönderildiği iddia edilen
davacının, cezaevinde hükümlü kalması gereken süreden fazla olarak 16 gün
haksız ve yasal dayanaktan yoksun olarak özgürlüğünden mahrum edildiği
iddiasına dayandığı, yani yargısal kararın uygulanmasından doğduğu
iddiasına dayandığı sonucuna varıldığından, yargısal karardan dolayı uğranıldığı
ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm
yerinin Adli Yargı yeri olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş;
yapılan itiraz Adana Bölge İdare Mahkemesi’nin 7.7.2010 gün ve E:2010/3241,
K:2010/3024 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez, aynı istekle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
MERSİN 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:23.12.2010 gün ve E:2010/635,
K:2010/613 sayı ile, davanın haksız hükümlülük ve tutukluluk nedeni ile
tazminat istemine ilişkin bulunduğu;
kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesi
hakkındaki 466 sayılı Kanunun 2. maddesine göre, 1. maddede yazılı sebeplerle
zarara uğrayanların kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas
olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen
kararların kesinleştiği veya bu iddiaların merciilerince karara bağlandığı
tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal, Ağır Ceza
Mahkemesine bir dilekçe ile başvurarak uğradıkları her türlü zararının
tazminini isteyebileceği, Yasanın bu
hükmüne göre davacının, tazminat istemini Ağır Ceza Mahkemesine açacağı
davada ileri sürebileceği, Mahkemelerinin görevli olmadığı
gerekçesiyle, görev yönünden davanın
reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı
vekili, her iki mahkemenin de görevsizlik kararları verdiğini, görev
uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürülerek giderilmesi istemiyle Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvuruda bulunması üzerine, Mersin 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce
ait adli yargı dosyasının aslı başvuru dilekçesi ekinde; Başkanlık yazısı
ile de İdari yargı dosyasının aslı Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
21.5.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı
Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Anayasa’nın
158. maddesinde, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili olduğu belirtilmiş;
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile
görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup
görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir…”, 14. maddesinde, “Olumsuz
görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya
askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı
olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri
kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” denilmiştir.
Aynı
Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya
veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda,
Asliye Hukuk Mahkemesince; davacının
tazminat istemini, Ağır Ceza Mahkemesine açacağı davada ileri sürebileceği,
bu nedenle Mahkemelerinin görevli olmadığı belirtilerek, davanın görev yönünden reddine karar
verildiği anlaşılmıştır.
Görüldüğü üzere, İdare
Mahkemesinin kararı görevsizlik kararı olmasına karşılık; Asliye Hukuk Mahkemesinin
kararı, idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik
kararı niteliğinde olmadığından, adli ve idari yargı yerleri arasında görev
uyuşmazlığı oluştuğundan söz etmek mümkün değildir.
Belirtilen
durum karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu
taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 21.5.2012 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/123
KARAR NO : 2012/118
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Yalıkavak Belediye Başkanlığı / Muğla
Vekilleri : Av.
S. T., Av. M. T., Av. A. A.
Davalı :
Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. G. E.
O L A Y : Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye İş Kurumu Muğla İl Müdürlüğü’nün
17.08.2006 tarih ve 5662 sayılı işlemi ile, Davacının 4857 sayılı İş
Kanunu’nun 30.maddesine göre özürlü ve eski hükümlü işçi çalıştırma
yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle, 108. maddesine dayanılarak
101. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezasının iptali istemiyle adli
yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
BODRUM 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 26.01.2007 gün ve Müt. E.
No: 2006/79, Müt. Kar. No: 2007/57 sayı ile, itiraz eden vekilinin itiraz
dilekçesi ile; Çalışma ve Sosyal Güvenlik: Bakanlığı Türkiye İş Kurumu
Muğla Iİ Müdürlüğü tarafından verilen özürlü ve eski hükümlü
çalıştırılmamasından dolayı verilen 51.166,89 YTL idari para cezasının usul
ve yasaya aykırı olduğunu bu nedenle İdari para cezası kararının iptalini
talep etmiş olduğu; başvuru konusu idari yaptırım kararına 4857 Sayılı
Yasanın 108/son ve 5326 Sayılı Yasanın 3/a.maddeleri uyarınca İdare
Mahkemesine itiraz edilmesi gerektiğinden, 5326 sayılı Kabahatler Kanunun
28/b.maddesi uyarınca başvuru konusu idari yaptırım kararının Sulh Ceza
Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ: 19.02.2008 gün ve E:
2007/1171, K: 2008/288 sayı ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142.
maddesi'nde; Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğinin öngörüldüğü; 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde;
dilekçelerin görev ve yetki yönünden inceleneceği, 14. maddesinin 6.
fıkrasında; ilk inceleme esnasındaki hususların ilk incelemeden sonra
tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün
uygulanacağı; 15. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde ise; adli ve askeri
yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar
verileceğinin hüküm altına alındığı;
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.
maddesi'nde; Bu Kanunun; / a) İdari
yaptırım kararlarına karsı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde, / b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası
veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında uygulanacağı, aynı Kanun'un 16. maddesinde, Kabahatler karşılığında uygulanacak olan
idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu
belirtilerek, idari tedbirlerin de, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili
kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu, 27. maddesinin 8. fıkrasında
ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile
ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceğinin hüküm altına alındığı;
anılan yasa hükmü uyarınca; idari yaptırım kararlarına karşı, açıkça
idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm
bulunmaması durumunda adli yargının görevli olduğu, yargı yoluna ilişkin
açıkça idari yargı merciinde dava açılabileceğine ilişkin hüküm bulunması
durumunda veya aynı kişiyle ilgili olarak, idari yaptırım kararının
verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren kararların da
verilmiş olması halinde idari yargı merciinde dava açılabileceğinin anlatıldığı;
öte yandan; 4857 sayılı İş Kanunu'nun idari para cezalarına karşı yetkili
idare mahkemelerine itiraz edilebileceğine ilişkin 108. maddesinin 2.
fıkrasının, 5728 sayılı Yasanın 578. maddesinin (öö) fıkrasıyla yürürlükten
kaldırıldığının anlaşıldığı; bu
durumda; dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak ilgili yasada idari merciine
dava açılabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmaması ve idari
yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmemesi nedeniyle, dava konusu idari para cezasının
görüm ve çözümünün, yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı
mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş;
temyiz istemi Danıştay 10. Dairesi’nin 27.5.2011 gün ve E:2008/9464, K:
2011/1897 sayılı kararıyla reddedilerek bu karar onanmış ve kesinleşmiştir.
Davacı vekili olarak İ. Ü. S. tarafından olumsuz görev
uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesi talep edilmiş, daha sonra adı geçen Avukat, sözleşme süresi
bittiğinden bahisle vekalet görevinin sona erdiğini beyan etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle
incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden,
savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda
sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve
adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması,
bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’
sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan
itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi
gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde
yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak
davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece,
ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
4857 sayılı Kanun’a göre verilen idari para cezasının kaldırılması
istemiyle açılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 101 maddesinde, Kanunun 30 uncu maddesindeki hükümlere
aykırı olarak özürlü ve eski hükümlü çalıştırmayan işveren veya işveren
vekiline çalıştırmadığı her özürlü ve eski hükümlü ve çalıştırmadığı her ay
için yediyüzelli milyon lira para cezası
verileceği, Kamu kuruluşlarının da
bu para cezasından hiçbir şekilde muaf tutulamayacağı hükmüne yer verilmiş;
108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren
en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği
öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile,
22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci
fıkrası yürürlükten kaldırılmış; anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı
Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve
106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek
suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101
ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye
İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil
edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı
Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde
değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş; son olarak
maddenin ikinci cümlesi, 25.2.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı
Kanun’un 79.maddesiyle “101 inci ve 106 ncı maddeler
kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu il müdürü
tarafından; birden fazla ilde işyerleri bulunan işverenlere uygulanacak
idari para cezası ise işyerlerinin merkezinin bulunduğu yerdeki Türkiye İş
Kurumu il müdürünce verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.” şeklinde
değiştirilmiştir.
4857
sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme yer almamaktadır.
Öte yandan;
30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560
sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27.
maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya
tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı
İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3.
maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması
halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde
5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı
açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1)
numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin
görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bodrum 1. Sulh
Ceza Mahkemesi’nin 26.01.2007 gün ve Müt. E. No: 2006/79, Müt. Kar. No:
2007/57 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/137
KARAR NO : 2012/119
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi
uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, özelleştirme tarihinden sonra
tesis edilen işlemin iptali istemiyle
açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A.
Ç.
Davalı :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. A. B.
O L A Y : Türk Telekomünikasyon A.Ş. İstanbul İl
Telekom Müdürlüğü, Ankesörlü Telekom Müdürlüğü emrinde sözleşmeli personel
statüsünde Teknisyen olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen davacı, 15.12.2009 tarihinde İstanbul Valiliği Tarım İl
Müdürlüğü emrine Teknisyen olarak atanmıştır.
Davacı, 30.03.2010 tarihli dilekçesi ile, 5473 sayılı
Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine yansıtılmaması
nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle başvurmuş; ancak bu isteği
Türk Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 31.03.2010
tarihli TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909 sayılı işlemiyle reddedilmiştir.
Davacı, söz konusu işlemin iptali, 30.03.2010 tarihinden
itibaren ek ödemelerinin yasal faizleriyle birlikte tarafına ödenmesi
istemiyle 21.04.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 26.04.2011 gün ve
E:2010/735 sayı ile; 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinden bahisle; idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri
olduğu, idari işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı
denetimine tabi bulunduğu; uyuşmazlık konusu olayda, 406 sayılı Yasanın
Ek.29. maddesi uyarınca kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden
hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı yasanın 22. maddesi uyarınca
yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin
hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda Türk
Telekom A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya
esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek
olması dolayısıyla Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarafından düzenlenen maaş
nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte
yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi
karşısında, kamu görevlisinin maaşına yansıtılmadığı iddiasına dayandırılan
ve bu nedenle söz konusu ek ödemelerin tarafına ödenmesi istemiyle yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık oluşturduğu, bu
nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak kayıplarının tazmini istemiyle
açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait
bulunduğu; bu durumda anılan yasa
doğrultusunda kamu gücü kullanılarak tesis edilen dava konusu işlemin idari
işlem kimliği taşıdığı, bu işlemle ilgili uyuşmazlığın görüm ve çözümünün
idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle; davalı idarenin görev
itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması
üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki
kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan
bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar
Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına
İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında
Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde,
"Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüz seksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekom’da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük haklan Türk Telekom tarafından karşılanır... " hükmünün yer
aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen
gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlık,
01.01.2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar
geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil
ilmuhaberinin düzenlendiği 15.04.2010 tarihinden itibaren ödenmesi
gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve
davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklandığı; öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin
değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000–4577/5md) idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) (Değişik: 18.12.1999–4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar"ın idari dava türleri olarak sayıldığı; kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı
mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin
davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu
hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile
özelleştirilen kuruluş arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu
gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki,
şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı
Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu
maddesinde, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a)
bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen
süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine
ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil
talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü
fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından
Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu
tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti
ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden
itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmü yer almakta; aynı maddenin üçüncü
fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar
hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinin dördüncü ve beşinci
fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığına
bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulunca
15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer
mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri
tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar
geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya
miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının
belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye
satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu
niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak Kanun koyucunun, 5398 sayılı
Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği
düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi
personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesi ile
uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde
oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel
görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine
bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak
çalışmalarına olanak sağlamış olduğu; 406 sayılı Yasa'nın Ek-29'uncu
maddesinde yer alan düzenleme ile Türk Telekomünikasyon A.Ş. hisselerinin
devri tarihinden itibaren kamu görevinden 180 gün süreyle aylıksız izinli
sayılan personelden iznin bitiminden sonra Türk Telekom'da özel hukuk
hükümleri uyarınca akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden
hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde sözleşmesi
feshedilenlerin, 4046 sayılı Yasa'nın 22'nci maddesi uyarınca atanmalarının
sağlanması için Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi ve bu bildirim
yapılırken personelin atamaya esas ücretlerinin yasada belirtilen şekliyle
hesaplanması ve bu hesaplamaya göre maaş nakil ilmuhaberi düzenlenmesi
görevinin, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'ne verildiği, söz konusu görevin
kanunla anılan kuruma verilen ve ifası sırasında kamu gücüne has yetkilerin
kullanılmasını da içeren bir kamu hizmeti oluşturduğu, bu yetkileri
kullanarak tek yanlı irade açıklamasıyla davacının maaş nakil ilmuhaberini
düzenleyen anılan kuruluşun, 14.11.2005 gününden itibaren kamu kuruluşu
niteliğini kaybederek Özel Hukuk hükümlerine tabi hale gelmiş olmasının da,
anılan görevin kamu hizmeti niteliğini değiştirmediği; dolayısıyla; kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen ve kamu hizmetinin
yürütülmesine ilişkin olan maaş nakil ilmuhaberinin hukuka uygunluğunun
denetimi bakımından, adı geçen kuruluşun organik anlamda değil, fakat,
maddi ve fonksiyonel anlamda kamu idaresi olduğunun kabulünün zorunlu bulunduğu; öte yandan; 1.1.2006 tarihinden enflasyon
oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması
nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline
enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki
%2,32'lik farkın, esasen, 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı
sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında; Ocak ayında
yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış
hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet
Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil
ilmuhaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi
yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL. denge tazminatının da
1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz
konusu ödemeler ile aynı nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekomda
kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut
uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak
İstanbul İl Telekom Müdürlüğü, Ankesörlü Telefon Müdürlüğü emrinde
sözleşmeli personel olarak çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu
maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği ve 21.12.2009 tarihinde
ilişiğini keserek İstanbul İl Tarım Müdürlüğü emrinde göreve başladığı; bu
süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi
yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda, 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı
Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın
İdari Yargıda çözümlenmesi gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin
17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer
nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle,
davayı görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne
hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette sözleşmeli personel statüsünde Teknisyen olarak görev
yapmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 15.12.2009
tarihinde İstanbul Valiliği Tarım İl Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından;
5473 sayılı Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine
yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle yapılan
başvurunun Türk Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün
13.04.2010 tarihli B.11.2.TTŞ.4.34.02.20/P9 8228031.03.2010 tarihli
TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909 sayılı işlemiyle reddedilmesine ilişkin işlemin
iptali, 30.03.2010'dan itibaren ek ödemelerinin yasal faizleriyle birlikte
tarafına ödenmesi istemiyle açılmıştır.
1953
tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve
Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon
Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi
ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi
Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde
yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde: Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:(Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.08.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda,
davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde sözleşmeli personel statüsünde
Teknisyen olarak görev yapmakta iken,
406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için
adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 15.12.2009 tarihinde
İstanbul Valiliği Tarım İl Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından, 5473
sayılı Kanun ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine
yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin tazmini istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Türk
Telekom Anonim Şirketi İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 13.04.2010 tarihli
B.11.2.TTŞ.4.34.02.20/P9 8228031.03.2010 tarihli TTŞ.4.34.02.020./P9/ 69909
sayılı işlemin iptali ile 30.03.2010 itibaren ek ödemelerinin yasal
faizleriyle birlikte tarafına ödenmesi istemiyle 21.04.2010 tarihinde dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 9. İdare
Mahkemesi’nin 26.04.2011 gün
ve E:2010/735 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 21.5.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/138
KARAR NO : 2012/120
KARAR TR : 21.5.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İdari para cezasından kaynaklanan ödeme emrinin iptali istemiyle açılan
davanın, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde ADLİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : E.
A.
Davalı :
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. A. E. S.
O L A Y : Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Beşiktaş
Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından;
davacı hakkında, vermesi gereken işyeri bildirgesini süresinde
davalı kuruma vermediğinden bahisle kesilen idari para cezasının tahsili
amacıyla 6183 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi uyarınca
28.04.2010 gün ve 2010/930 takip no.lu ödeme emri düzenlenmiştir.
Davacı tarafından, bu ödeme emrinin iptali istemiyle
idari yargı yerinde dava açılmış; davalı vekilince, ödeme emrinin iptaline
ilişkin davaların çözüm yerinin iş mahkemesi olduğu öne sürülerek görev
itirazında bulunulmuştur.
İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ; 14.07.2011 gün ve E: 2010/866 sayı ile,
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 102.
maddesinde; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ
tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili
hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir.
İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine
tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine
başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari
para cezası kesinleşir. / İdari para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden
veya yargı yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün
içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme
idari para cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak
Kurumca veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce
tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci
fıkrası hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir. / Mahkemeye başvurulması
idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, 89 uncu madde
hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte
tahsil edilir. / İdari para cezaları on yıllık; zamanaşımı süresine
tabidir. Zamanaşımı süresi, fiilin işlendiği tarihten itibaren baslar. /
İdari para cezaları hakkında, bu Kanun ve 16/5/2006 tarihli ve 5502 sayılı
Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununda hüküm bulunmayan hallerde 30/3/2005 tarihli
ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır." Hükmü; 'Primlerin Ödenmesi' başlıklı
88. maddesinde de; "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde,
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından
doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin
bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması
alacakların takip ve tahsilini durdurmaz." hükmünün yer aldığı; 5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinde
ödenmeyen idari para cezalarının 89. maddede belirtilen gecikme zammı ve
gecikme cezası oranlarına göre tahsil edileceğinin belirtildiği; 89. maddenin, madde başlığının 'Prim
Borçlarına Halef Olma, Gecikme Cezası Ve Gecikme Zammı İle İadesi Gereken
Primler' olduğu, 'Primlerin Ödenmesi' başlıklı 88. maddede de; kurumların
ödenmeyen prim ve diğer alacaklarında 6183 sayılı Yasa'nın uygulanacağı, bu
uygulamadan doğan uyuşmazlıklarda iş mahkemesinin yetkili olduğu
belirtilmiş; söz konusu maddelerde para cezalarının tahsiline ilişkin bir düzenleme
getirilmemiş olduğu; diğer taraftan 5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinde,
para cezalarına dair işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda idari
yargının görevli olduğu açıkça belirtildiğinden bunun hem tahakkuka hem de
tahsile yönelik işlemleri kapsadığının kabul edilmesi gerekmekte olup,
davalı idarenin görev itirazının yerinde görülmemiş bulunduğu
gerekçesiyle; uyuşmazlığın görüm ve
çözüm yerinin adli yargı bünyesindeki Mahkemelere ait olduğundan bahisle
yapılan görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar
vermiştir.
Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması
üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davanın, 5510 sayılı
yasa uyarınca SGK İstanbul il Müdürlüğü tarafından davacı E. A.'e verilen
idari para cezasına itiraz davası değil, idari para cezasının 5510 ve 6183
sayılı yasalar uyarınca takip ve tahsiline ilişkin ödeme emrinin iptaline
ilişkin bulunduğu; konuya ilişkin
hukuki mevzuat incelendiğinde; 31.05.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 17.04.2008 tarih ve 5754
sayılı Kanun ile değişik 102'nci maddesinin dördüncü fıkrasında,
"idari para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ
tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili
hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir.
İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine
tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine
başvurabilirler, Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari
para cezası kesinleşir." denildikten sonra altıncı fıkrasında,
"Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini
durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para
cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve
gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir." hükmüne; 89. maddenin ikinci
fıkrasının son cümlesinde ise, "Dava ve icra takibi açılmış olsa bile,
prim ve diğer Kurum alacaklarının ödenmemiş kısmı için gecikme cezası ve
gecikme zammı tahsil edilir." kuralına yer verilmiş olduğu; yine sözü
edilen Kanunun 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 88'inci
maddesinin onbeşinci fıkrasında “Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve
diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri
uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile
diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri
kullanır." hükmü yer almış olup; aynı maddenin onsekizinci fıkrasında
da, "Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme
Alacaklarıının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak
uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş
mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip
ve tahsilini durdurmaz." denilmek suretiyle, Kurumun süresi içinde
ödenmeyerek kesinleşmiş prim ve diğer alacaklarının takibinde 6183 sayılı
Kanun hükümlerinin uygulanması; bu uygulama sonucunda doğacak uyuşmazlıkların
çözümünde de, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin
yetkili olması esasının kabul edilmiş olduğu; SGK İstanbul İl Müdürlüğü tarafından
verilen idari para cezasının, ödenmemesi nedeniyle Kurum alacağına
dönüşmesi üzerine gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsili için
düzenlenen ödeme emrine karşı dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda,
idari para cezasından doğan Kurum alacağının tahsili için düzenlenen ödeme
emrine karşı açılan davanın görümü ve çözümünde 5510 sayılı 88. maddesinde
yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan iş mahkemesinin görevli
bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı kanunun 10 ve 13
maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir..
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanununun "Primlerin ödenmesi" başlıklı
88'inci maddesinin 19'uncu fıkrasında, "Kurumun prim ve diğer
alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde,
Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili
iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz."
hükmüne yer verildiği; Anayasa'nın
2'nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu
belirtilmek suretiyle, devletin bütün kamusal faaliyetinin ve bağlamda idarenin
işlem ve eylemlerinin hukuksal denetiminin amaçlandığı, zira idarenin yargısal denetimi
kavramının, hukuk devleti kavramının bir devamı, hukuk devletinin olmazsa
olmaz koşulu olduğu; Anayasanın
125'inci maddesinin birinci fıkrasında, "idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolu açıktır", 140'ıncı maddesinin birinci
fıkrasındaki "Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı hakim ve
savcıları olarak görev yaparlar" 142'nci maddesindeki
"mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usulleri kanunla düzenlenir" ve 155'inci maddesinin birinci
fıkrasındaki "Danıştay, idari mahkemelerince verilen ve kanunun başka
bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar" biçimindeki düzenlemelerin, hukuk devleti olmanın gereği
olan idarenin yargısal denetiminin ve idari-adli yargı düzeni ayrılığının
anayasal düzeydeki normlarına ilişkin bulunduğu; bu bağlamda Anayasanın 125'inci
maddesinin birinci fıkrasından sonra yer alan düzenlemelerin, idari yargı
alanında geçerli olan ilkeleri belirlediği,
bunların, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı
bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde
veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme
yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan
koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve
idarenin verdiği zararı ödeme yükümlüIüklerine ilişkin olduğu, ağırlıklı
olarak adli yargı düzeni için değil, idari yargı düzeni için geçerli olan
temel ilkeler oldukları; bu itibarla, idarenin yargısal denetiminin anlamlı
ve etkin bir şekilde gerçekleşebilmesinin, söz konusu hukuksal denetimin,
idari yargı alanında görevli mahkemelerce yapılmasına bağlı olduğu, idari ve adli yargı ayrımının bulunduğu
yargı düzeninde, haklı bir neden bulunmadıkça İdari Yargı'nın görev alanına
giren bir uyuşmazlığın çözümünün adli yargı yerine bırakılması olanaklı
bulunmadığı; dava konusu ödeme
emirlerinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanunun, usul hukukunun bir dalı olan
cebri icra hukuku, dolayısıyla kamu hukuku alanında kalan ve kamu idaresine
kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi
veren bir idari usul kanunu olduğu;
alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu
kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, bütün unsurları ile idare
hukukunda tanımı yapılan birer idari işlemden başka bir şey olmadığı, bu
nedenle; 6183 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak düzenlenen ödeme
emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm yerinin, idari
yargı yeri olmasının gerektiği; buna göre, kamu alacağının takip ve tahsili
gibi, özellikle kamu hukuka alanına ilişkin bulunan bir faaliyet kapsamında
tesis olunan kamu alacağının, kamu gücü kullanarak cebren tahsili amacıyla
düzenlemiş olan ve bu haliyle birer idari işlem olan ödeme emirlerine karşı
açılacak davaların görüm ve çözüm yerinin, adli yargı yeri olarak
belirlenmiş olmasında, Yasa Koyucu'nun bir takdir yetkisinin bulunmadığı;
dolayısıyla, 5510 sayılı Kanunun 88'inci maddesinin ondokuzuncu fıkrasında
yer alan göreve ilişkin kuralın, Anayasa'nın 2'nci,125'inci ve 155'inci
maddelerine aykırılık oluşturduğu sonucuna ulaşılmış ise de;
Başsavcılıklarınca, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine götürme
olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği
gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın
10'uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı
düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 21.5.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10.
maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından,
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, işyeri bildirgesinin süresinde davalı
kuruma verilmediğinden bahisle kesilen idari para cezasından kaynaklanan
28.04.2010 gün ve 2010/930 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle
açılmıştır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140.
maddesinin 9.5.2007 gün ve 5655
sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 4. fıkrasında, “İdarî para
cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun
ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı
reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün
içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun
yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması
cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün
içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi
hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte
tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna
başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi
halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına
karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez.
Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar
verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza
tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” denilmiş;
80. maddesinin yedinci fıkrasında ise, "Kurum alacaklarının tahsilinde
21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak
uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu
yer İş Mahkemesi yetkilidir" hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, bu düzenlemelere göre, idarî para cezalarının ilgiliye tebliğ edilmekle
tahakkuk edeceği ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma
ödeneceği veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz
edilebileceği, itirazın takibi durduracağı, Kurumca itirazı reddedilenlerin,
kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili
idare mahkemesine başvurabilecekleri nedeniyle
tahakkuk aşamasında idare mahkemelerinin görevli oldukları, kurum
alacaklarının tahsilinde ise, 6183 sayılı Yasa hükümleri uygulanmak
suretiyle düzenlenecek ödeme emrine karşı açılacak davalara bakma
görevinin, 80. maddenin yedinci fıkrasında açıkça belirtildiği gibi Sigorta
Müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesine ait olduğu sonucuna varmıştır.
Ancak,
506 sayılı Kanun’un yukarıda sözü edilen maddeleri 31.5.2006 gün ve 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106. maddesi ile yürürlükten
kaldırılmıştır.
5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde, “…İdarî para cezaları
ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün
içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre
içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı
reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün
içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun
yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.
İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz edilmeden veya yargı
yoluna başvurulmadan önce tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin
ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme idari para
cezasına karşı yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak Kurumca veya
mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş
olan dörttebirlik ceza tutarı, 89 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü de
dikkate alınarak tahsil edilir.
Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini
durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmeyen idari para
cezaları, 89 uncu madde hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve
gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir…” denilmiş; 88. maddesinde ise,
“…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde,
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102
nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183
sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve
kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.
Kurum, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen alacakları
hariç olmak üzere her türlü alacağın teminatını teşkil etmek üzere Yeni
Türk Lirası ve/veya yabancı para birimi üzerinden ticari işletme, taşınır
ve/veya taşınmaz rehni dahil olmak üzere her türlü teminat almaya yetkilidir.
Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve
diğer alacakları amme alacağı niteliğinde olup, imtiyazlı alacaktır.
Kurumun taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya
tamamen aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda
yazılı tazminat ve cezalar Kurum hakkında uygulanmaz.
Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak
uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş
mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip
ve tahsilini durdurmaz…” hükmü yer almıştır.
Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu
Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen
sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası
primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum
alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı
maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
Olayda, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü,
Beşiktaş Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından; vermesi gereken işyeri bildirgesini
süresinde davalı kuruma vermediğinden bahisle kesilen idari para cezasının
tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi
uyarınca davacı adına 28.04.2010 gün ve 2010/930 takip no.lu ödeme emri
düzenlenmesi üzerine, sözkonusu ödeme emrinin iptali istemiyle dava
açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, söz konusu
ödeme emrine karşı açılan davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi
gözetildiğinde İş Mahkemesinin görevli olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare
Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin 14.07.2011 gün ve E:2010/866 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 21.05.2012
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/26
KARAR NO : 2012/121
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Konut Yapı Kooperatifi üyesi olan davacı
tarafından, Kooperatif olağan genel
kurul toplantısında alınan karar uyarınca, Ana Sözleşmenin “Süre”
başlıklı" 5. maddesinde 30 olarak yer alan sürenin, 60 yıl olarak değiştirilmesi
talebinin onaylanmasına ilişkin, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olurunun
iptali istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : T. Ö. (Ölümü üzerine
Mirasçıları:1- D. Ö., 2- N. Ö.)
Davalı :
Aydın Valiliği (Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)
O L A Y :
S.S.Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifi, 10.11.1973 tarihinde konut yapı
kooperatifi olarak kurulmuş, 16.01.1974 tarihinde ticaret siciline tescil
ettirilmiş, 06.02.1974 tarih ve 5066 sayılı Türkiye Ticaret Sicili
Gazetesinde yayımlanarak hükmü şahsiyet kazanmış, bila tarih ve 2003.06
sayılı yazı ile Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğüne müracaat edilerek,
kooperatif ana sözleşmesinin "kooperatifin süresi başlıklı" 5.
maddesinde yazılı olan 30 yıl sürenin 60 yıl olarak değişiklik yapılması
için ön izin verilmesi talebinde bulunulmuş; Müdürlüğün 01.04.2003 tarih ve
MD.03/0 sayılı onayı ile izin verilmiş, 06.07.2003 tarihinde yapılan Genel
Kurul Toplantısında "Madde Tadilatı" kabul edilerek, 18.07.2003
tarih ve 5844 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak tescil
edilmiştir.
Davacı T. Ö.;
Kooperatifin 154 no.lu ortağı olduğunu, yıllar önce, kooperatifin
konut yapıp, ortaklarına dağıtmasının imkansızlığının görülmesi üzerine,
kooperatif genel kurul kararı ve davalı idarenin onayı ile kooperatif
arsasının ortaklarına dağıtıldığını; Kooperatifin, amaçsız olarak
yöneticiler ve çevresinin yararına, ortaklarının zararına faaliyetine
devam ettirildiğini, ana sözleşmedeki süre dolmasına rağmen, yine davalı
idarenin onayı ile amacı olmayan kooperatifin süresinin 30 yıl daha
uzatıldığını, ortakların zarar görmesine, yönetici ve çevresinin
faydalanmasına fırsat verildiğini; 02.08.2007 tarihli dilekçeyle davalı
idarenin, hukuka ve yasaya uygun olmayan süre uzatımı onayının iptalini
istediğini, talebinin 13.08.2007 tarih ve 114 İLM 0 09 00 03/II-I-I(87)2300
yazı ile reddedildiğini ifade ederek; Aydın Sanayi ve Ticaret İl
Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Kooperatifinin
süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD
03/07sayılı onayının iptali istemiyle 19.09.2007 tarihinde idari yargı
yerinde dava açmıştır.
AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ; 13.11.2007 gün ve E:
2007/1181, K: 2007/1359 sayı ile,
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun "Davaların niteliği ve
Muhakeme usulü" başlıklı 99. maddesinde, bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan
hukuk davaları tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari
dava sayılır. Bu davalarda basit yargılama usulü uygulanır." hükmünün
yer aldığı; uyuşmazlıkta 1163 sayılı
Kooperatifler Kanunu uyarınca S.S. Kuşadası Özkent Konut Yapı
Kooperatifinin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin Aydın Sanayi ve
Ticaret İl Müdürlüğü’nün 01.04.2003 gün ve MD. 03/07 sayılı işleminin
iptali istemiyle açılan bu davada yukarıda anılan mevzuat uyarınca ticari
dava sayılacağından, davaya özel hukuk hükümleri uygulanmak üzere Adli
Yargı mercilerinde bakılmasının gerektiği gerekçesiyle; davanın görev
yönünden reddine karar vermiş bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı T. Ö. bu defa, S.S Kuşadası Özkent Konut Yapı
Kooperatifi'nin süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin Aydın Sanayi ve
Ticaret İl Müdürlüğünün 01.04.2003 gün MD 03/07 sayılı işleminin iptali,
adı geçen Kooperatifin tasfiye sürecine girmesinin sağlanması, süre uzatımı nedeniyle uğradığı 3.000.00
YTL maddi zararın tazmini istemiyle 08.01.2008 tarihinde adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Aydın 2.Asliye Hukuk Mahkemesi; 24.07.2008 gün ve
E:2008/50 K:2008/518 sayı ile, olayda hukuk kuralları ile 1163 sayılı
Kooperatifler Kanunu’nun uygulanması bahis konusu olup, bu kanundan doğan
uyuşmazlıkların çözümü adli mahkemelere ait olduğundan mahkemelerinin
görevli bulunduğu belirtilerek esasa girilmiş ve Kooperatifi adına kayıtlı
bulunan arsaların kura ile ortaklara dağıtılmış olduğu, ana sözleşmenin 6.
maddesine göre ortaklarına konut yaptırma amacının ortadan kalkmış olduğu
gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile,
Aydın Sanayi Ticaret İl Müdürlüğünün 01.04.2003 tarih M.D 2003/7
sayılı süre uzatımı işleminin iptaline, davacının fazlaya ilişkin ve maddi
tazminat talebinin reddine karar vermiş; kararı, davacı ile davalı
temsilcisinin temyiz etmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi; 12.04.2010
gün ve E: 2010/2831, K:2010/4048 sayı ile,
mahkemece, her ne kadar uyuşmazlığın 1163 sayılı Kanun'dan
kaynaklanması nedeni ile adli yargı mahkemelerinin görevli bulunduğu sonuca
varılmış ise de, davalı tarafından verilen ön izin işleminin idari bir
işlem olduğunda kuşku bulunmadığı;
bu bağlamda, ana sözleşme değişikliğinin Kooperatif]er Kanunu'na
uygun olup olmadığını denetlemek ve sonucuna göre izin vermek ya da
vermemenin Bakanlık yetkisi içinde bulunduğu, gerek izin isteminin reddi
kararı, gerekse kabulü yönündeki kararın idari bir karar olmasına göre, ön
izin işleminin iptaline yönelik davada genel mahkemelerin değil idari
yargının görevli olduğunun kabulünün gerektiği, mahkemece, davanın yargı yolu bakımından görevsizlik
kararı verilmesi yerine yanılgılı değerlendirme ile işin esasına girilerek
yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru görülmediği gerekçesiyle davalı temsilcisinin
temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına bozulmasına, davalı
temsilcisinin diğer, davacının ise tüm temyiz itirazlarının incelenmesine
yer olmadığına karar vermiştir.
AYDIN 2.
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; davanın geçirdiği aşamaları özetledikten sonra;
davanın, ana sözleşme süresi biten dava dışı kooperatifin süresinin 30 yıl
daha uzatılması yönündeki davalı tarafından verilen ön izne ilişkin işlemin
iptali, bu isteme bağlı olarak kooperatifin tasfiye sürecine girmesinin
sağlanması ve süre uzatımı nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın
tahsili istemine ilişkin bulunduğu;
bozma ilamında da açıklandığı üzere, davalı tarafından verilen ön
izin işleminin idari bir işlem olması karşısında, ana sözleşme
değişikliğinin kooperatifler kanununa uygun olup olmadığını denetlemek ve
sonucuna göre izin vermek ya da vermemek bakanlık yetkisi içinde idari bir
karar niteliği taşıdığından, ön izin işleminin iptaline yönelik davanın
Mahkemelerince görülemeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu
karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Davacı
T. Ö.’ın vefatı üzerine mirasçıları D. ve N. Ö. tarafından, Aydın 1. İdare
Mahkemesi’ne aynı istemle bir kez daha dava açılmış; Mahkeme’ce 21.10.2010 gün ve E:2010/1940,
K:2010/1767 sayı ile, aynı işlemin iptali istemiyle “İlk Görevsizlik
Kararını veren” Mahkemelerine açılan davanın esasının incelenmesinin mümkün
olmağı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine
karar verilmiş; Davacıların, Aydın
1. İdare Mahkemesi’nin 21.10.2010 gün ve E:2010/1940, K:2010/1767 sayılı
kararı ile Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.4.2010 gün ve E:2010/2831, K:2010/4048 (belirtilen
tarih ile Esas ve Karar sayıları
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma kararına aittir) kararları arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek uyuşmazlığın giderilmesi
istemiyle, İdare Mahkemesi kanalıyla Mahkememize başvurması üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 06.06.2011 tarih, E:2011 / 74,
K:2011/130 sayı ile, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan
Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı görevsizlik kararı olmasına
karşılık; Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin
21.10.2010 gün ve E:2010/1940, K:2010/1767 sayılı kararı görevsizlik
değil, davanın incelemeksizin reddine ilişkin karar olduğundan, 2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle
başvurunun reddine karar vermiş; son
olarak, Davacıların kesinleşen görevsizlik kararları nedeniyle ortaya çıkan
olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesine verdikleri
dilekçeye istinaden dava dosyaları Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri
arasında “Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Kooperatifinin
süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD
03/07sayılı onayının iptali istemi”
yönünden anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz
görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen
yönteme uygun olarak davacıların istemi üzerine son görevsizlik kararını
veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Kooperatifinin
olağan genel kurul toplantısında alınan karar uyarınca, Ana Sözleşmenin
“Süre” başlıklı" 5. maddesinde 30 olarak yer alan sürenin, 60 yıl
olarak değiştirilmesi talebinin onaylanmasına ilişkin, Aydın Sanayi ve Ticaret
İl Müdürlüğü’nün 01.04.2003 tarih ve MD.03/0 sayılı olurunun iptali
isteminden ibarettir.
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun
“Tarif” başlıklı 1. maddesinde, “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının
belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait
ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma
ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler
tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara
kooperatif denir.” denilmiş; Kanun’un 2. maddesinde, bir kooperatifin en az
7 ortak tarafından imzalanacak ana sözleşme ile kurulacağı; 3.maddesinde,
ana sözleşmenin, Ticaret Bakanlığına verileceği, Bakanlığın kuruluşa izin
vermesi halinde, kooperatif merkezinin bulunduğu yerin ticaret siciline
tescil ve ilan olunacağı, kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresinin,
tescil ve ilan olunacak hususlar arasında sayıldığı, ana sözleşmenin
değişikliklerinin de kuruluştaki usullere bağlı olacağı; 81 ila 85.
maddeleri kapsayan Yedinci Bölümde Kooperatiflerin dağılması koşullarının
yöntemi ve sonuçlarının neler olacağı hususlarına;
“Anonim şirket hükümlerine atıf” başlıklı
98.maddesinde, “ Bu kanunda
aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunundaki Anonim
şirketlere ait hükümler uygulanır.;
“Davaların niteliği ve muhakeme usulü” başlıklı 99.
maddesinde ise, “Bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları,
tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılır.
Bu davalarda basit muhakeme usulü uygulanır.” hükümlerine yer verilmiştir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun
“İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları,
c) (Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar” idari dava türleri olarak sayılmıştır.
Olayda, davaya konu kooperatifin 10.11.1973 tarihinde 30
yıl süreli konut yapı kooperatifi olarak kurulduğu, 16.01.1974 tarihinde
ticaret siciline tescil ettirilip, 06.02.1974 tarih ve 5066 sayılı Türkiye
Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak hükmi şahsiyet kazandığı;
Kooperatif tarafından, 30 yıl süresinin dolacağına binaen, bila tarih ve
2003.06 sayılı yazı ile Aydın Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğüne müracaat edilerek, kooperatif ana sözleşmesinin "Süre”
başlıklı 5. maddesinde yazılı olan 30 yıl sürenin 60 yıl olarak
değiştirilmesi için ön izin verilmesi talebinde bulunulduğu, Müdürlüğün
01.04.2003 tarih ve MD 03/07 sayılı onayı ile izin verildiği, 06.07.2003 tarihinde yapılan kooperatif
genel kurul toplantısında gündemin 5. maddesinde "madde
tadilatı"nın görüşülerek kabul edildiği; davacı tarafından, Aydın Sanayi ve
Ticaret İl Müdürlüğünün S.S.Kuşadası Özkent Konut Yapı Kooperatifinin
süresinin 30 yıl daha uzatılmasına İlişkin 01.04.2003 tarih ve MD 03/07
sayılı onayının iptali istemiyle açtığı davada; davalı İdare;
Kooperatiflerin, madde tadili ile ilgili olarak "Müdürlüklerince"
istenilen evrak ve belgeleri ibraz etmeleri halinde "Bakanlığın Müdürlüklerine
vermiş olduğu yetkiye istinaden" ön izin verilmekte olduğunu, ancak; madde tadilatının kabul
edilmesinin ve onaylanmasının ana sözleşmenin “Genel kurulun görev ve
yetkileri" başlıklı 23. maddesinde belirtildiği üzere, genel kurulun
yetkisinde olduğunu, ortakların vereceği karara bağlı bulunduğunu, madde
tadilatının da genel kurul toplantısında oy birliği ile kabul edilmiş
bulunduğunu; ayrıca; Kooperatifin
tasfiyeye girmesi ve fesih edilmesinin de yine 23. maddede belirtildiği
üzere genel kurulun yetkisinde olduğunu, ortakların vereceği karara bağlı
bulunduğunu ifade ederek, yapılan işlemin yasalara uygun olduğunu
savunmuştur.
Bu durumda, adli ve idari yargı yerleri arasında “Aydın
Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğünün, S.S. Kuşadası Özkent Sitesi Konut Yapı Kooperatifinin
süresinin 30 yıl daha uzatılmasına ilişkin 01.04.2003 tarih ve MD
03/07sayılı onayının iptali istemi”
yönünden olumsuz görev uyuşmazlığının doğduğu; her iki yargı
yerinde, kooperatif genel kurulu kararlarına ilişkin bir itirazın ve iptal
isteminin mevcut bulunmadığı; davalı İdare tarafından verilen ve idari bir
işlem niteliği taşıyan ön izin
işleminin iptalinin istenildiği; bu
bağlamda, ana sözleşme değişikliğinin Kooperatifler Kanunu'na uygun olup
olmadığını denetlemenin, sonucuna
göre izin verme ya da vermemenin Bakanlığın yetkisinde bulunduğu, gerek
izin isteminin reddi, gerekse kabulü yönündeki kararın idari bir karar
olduğu gözetildiğinde; bu idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın
görüm ve çözümünde, 2577 sayılı
Yasanın 2/1-a maddesi uyarınca idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle Aydın 1. İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 13.11.2007 gün ve E:2007/1181,
K:2007/1359 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/32
KARAR NO : 2012/122
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : D. S.
Vekili : Av. G. A.
Davalı : Ankara Diş Hekimleri Odası
Vekili : Av. Z. Ö.
O L A Y : Diş Hekimi olan davacı, banka ile aralarında
yapılan anlaşma uyarınca P0S cihazı almış ve bu P0S cihazı nedeniyle çıkan
sorunlardan dolayı davalı kurumla yazışmalar yapmış, bu sorunların bir kısmını
Diş Hekimi Dergisine yansıtması nedeniyle hakkında disiplin soruşturması
başlatılmış, bu soruşturma sonunda Ankara Diş Hekimleri Odası Yönetim
Kurulunun 19.8.2010 tarih ve 030 toplantı nolu kararıyla “eylemini kasıtla
gerçekleştirmediğinden bahisle disiplin kuruluna sevk edilmesine yer
olmadığı” kararı verilmiştir.
Davacı
vekili, basına müvekkiliyle ilgili olarak gerçeğe aykırı yazıların
yansıtıldığını, isminin zikredilerek yalancı, ucuz siyasetçi biri olarak
tanıtılarak haksız yere itham edildiğini, bu suretle kişilik haklarına ağır
saldırıda bulunulduğunu ve açılan disiplin soruşturması nedeniyle mesleki
ve kişisel onurunun ağır bir şekilde zedelendiğini önesürerek 15.000,00 TL
manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
idare vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev
alanına girdiği önesürülerek görev yönünden itirazda bulunulmuştur.
ANKARA 12. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 20.9.2011 gün ve
E:2010/510 sayı ile, haksız fiilden kaynaklı manevi tazminat davasında adli
yargının görevli olduğu gerekçesiyle davalının görev itirazının reddine
karar vermiştir.
Davalı idare vekilince 5.10.2011 günü verilen dilekçe
ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması
üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 135'inci
maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst
kuruluşlarının, maddede sayılan amaçlara uygun olarak kanunla kurulan ve
organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı
gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişileri olarak
tanımlandığı, 3224 sayılı Türk Diş Hekimleri Birliği Kanununun 3'üncü maddesinde,
Diş Hekimleri Odalarının tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde
meslek kuruluşu olduğunun belirtildiği; aynı Kanunun 11'inci maddesinde de
oda üyeleri hakkında disiplin cezası uygulanmasını gerektiren veya suç
teşkil eden fiillerin öğrenilmesi halinde inceleme yaparak sonucu disiplin
kuruluna tevdi etmek görevinin Oda Yönetim Kurulu'na ait olduğunun hükme
bağlandığı, Oda disiplin kurulunun, anılan Kanunun kendisine vermiş olduğu
yetkiyi kullanarak, üyeleri hakkında almış olduğu disiplin kararları, kamu
gücü kullanılarak, tek yanlı irade beyanı ile tesis edilmiş kesin ve
yürütülmesi gerekli idari işlem niteliğinde bulunduklarından; 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a)
bendi uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak iptal davalarına konu
edilmelerinin gerektiği, aynı şekilde; bu işlemden doğan zararların tazmini
isteklerinin de, aynı fıkranın (b) bendi uyarınca, yine idari yargı
yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilebilecek nitelikte olduğu,
her ne kadar, davacının tazminini istediği zararın, Oda Disiplin Kurulu
kararından değil; bu karara hazırlık ya da ön işlem niteliğinde olan ve Oda
Yönetim Kuruluna aynı kanunla verilen inceleme yapma görevinin yerine
getirilmesinden doğmuş olduğu ileri sürülmekte ise de; disiplin
soruşturmasına esas olmak üzere incelemeye başlama işleminden doğan zararın
tazmini istemlerinin de, bu inceleme sonucuna göre yapılacak disiplin
soruşturması sonunda verilen disiplin kararlarının hukuka uygunluklarının
denetimi veya bu kararlardan kaynaklanan zararların tazmini istekleriyle
açılacak davaların görümüyle görevli yargı yerlerinde bakılmasının, idari
işlemin, hazırlık aşamasıyla bütünlük arzetmesinin doğal sonucu olduğu, bu
bakımdan; davanın görüm ve çözümü, adli yargı yerlerinde değil; idari yargı
yerlerine ait olduğu bu nedenle, 2247 sayılı yasanın 10 uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça
2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından
yazılı düşünce istenmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilen görev itirazının
davalı idare vekiline hazır bulunduğu 20.9.2011 tarihli oturumda tefhimle
tebliğ edildiği; idarece, Danıştay Başsavcılığına sunulmak üzere verilen
dilekçenin, itirazı reddeden Mahkemenin kaydına 5.10.2011 gününde girdiği,
buna göre, kararın tebliğ edildiği 20.9.2011 günü başlayan onbeş günlük
sürenin 4.10.2011 gününde sona erdiği anlaşıldığından; başvuru için
öngörülen yasal sürenin geçirilmiş olduğu ve 2247 sayılı Yasa'nın 13.
maddesinin birinci fıkrası gözetildiğinde süresinde ileri sürülmeyen
başvuru ve bu başvuru nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca yapılan olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması başvurusunun reddi gerektiğinin düşünüldüğü,
dava konusu işin esası bakımından yapılan incelemede ise; davacının manevi
tazminat istemine esas teşkil eden işlemin, davalı Oda yönetiminin,
davacının İzmir ilinde yayınlanan ve mesleki konuları ele alan bir dergiye
yazdığı yazı nedeniyle başlatılan ve sonuçta işlemsiz olarak kapatılan
soruşturmanın haksız fiil özelliği nedenine dayandırılmış olmakla davanın
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu düşünülmekle, esas
bakımından yapılacak incelemede de Danıştay Başsavcılığının başvurusunun
reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada başvurunun reddi
gerektiğine, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada idari yargının
görevli olduğuna ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev
uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan
davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık
Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için,
görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza
mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde
de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı
yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları
şarttır.
Görev itirazının yargı
merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev
konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın
bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar
verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık çıkarma
isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli
yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı
yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı
yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.
Görev itirazının
reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında
ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş;
12.maddesinde, “Görev itirazında bulunan kişi veya makam itirazının reddine
ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa
tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret
kararının kesinleştiği tarihten başlayarak 15 gün içinde, uyuşmazlık
çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi
itirazı reddeden yargı merciine verir.
Bu yargı mercii
dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı mercii, itiraz
dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik
kararı vermediği takdirde yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen
dilekçeyi alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını,
dava dosyası müktevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma
isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir davada uyuşmazlık
çıkarılması için yalnız bir kez başvurabilir.” hükmü yeralmış, 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda, Ankara 12.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, birinci oturum tarihi olan
10.3.2011 gününden önce (24.12.2010 tarihinde), davalı idare vekilince
görev itirazında bulunulduğu; Mahkemenin 20.9.2011 günlü kararıyla görev
itirazı reddedilerek tebliğ edildiği ve davalı idare vekilinin 5.10.2011
günü kayda giren dilekçesi ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
istemiyle başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.
Yukarıda sözü edilen
Kanun hükümleri uyarınca, görev itirazının reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten başlayan onbeş gün içinde uyuşmazlık çıkarılmasının
istenebileceği gözetildiğinde verilen görevlilik kararı nedeniyle,
onaltıncı gün olan 5.10.2011 günü kayda giren dilekçenin süresi içerisinde
verildiğinin kabulü olanaksızdır.
Bu durumda, davalı
idare vekili tarafından Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada
verilen görevlilik kararı nedeniyle, 4.10.2011 tarihinden sonra olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle yapılan başvuru süresinde
olmadığından, davalı idare vekilince yapılan başvurunun reddi gerektiği
açıktır.
Açıklanan
nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
başvurunun anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN
anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/49
KARAR NO : 2012/123
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin
Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname
uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan
davanın; anılan Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmemesi nedeniyle; ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : B.
Y.
Vekili :
Av. E. Y.
Davalı :
İzmir Büyükşehir Belediyesi
O L A Y :
16.03.2011 tarihinde Karşıyaka Bostanlı Pazar yerinde davalı Belediye ekiplerince
yapılan denetimlerde, aralarında davacının da bulunduğu kişilerin, 552
sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesine aykırı olarak toptan
mal satışı yaptığından bahisle
düzenlenen tutanağa istinaden, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce,
31.03.2011 tarih, …/01.167 No.lu
Encümen Kararıyla, aynı KHK’nin 26/A maddesi uyarınca para cezası verilmiş; Encümen Kararı, 12.04.2011 tarihli,
M.35.1.İBB.028.02-321-470 sayılı üst yazı ile davacıya 26.04.2011 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı 10.05.2011 tarihinde
adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
İZMİR 8. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.08.2011 gün ve Değ.İş
E.No: 2011/325, Değ.İş.K. No:
2011/325 sayı ile, muteriz vekilinin dilekçesinde; müvekkili hakkında idari
yaptırım kararına esas
tutanağın 16.03.2011 tarihinde tutulduğunu, Mevzuata göre, tutanak
tarihinden itibaren, 10 iş günü içinde Büyükşehir Belediyesi Encümenince
karar verilmesi gerekirken, süresi içinde karar verilmediğini, 10 iş günlük
sürenin hak düşürücü süre olduğu, süresi içinde karar verilmediği takdirde
adı geçen işlemle ilgili bir daha karar verilemeyeceğini, bu sebeple
Encümen kararının geçersiz olduğunu, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi Hal
Şube Müdürlüğünce müvekkiline gönderilmiş olan idari para cezasına karşı
başvurulabilecek yasa yolları, yasa yollarının başvuru süreleri ve başvuru
merciinin karara yazılmadığını, idarenin art niyetli olduğu düşüncesini
yaratan bu yöndeki usulü eksikliğe de dikkat çektiğini, yasal yolların
gösterilmemiş olması nedeniyle tutanağın geçersiz olduğunu belirterek idari
para cezasının iptalini talep ve dava etmiş olduğu; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın
cevap yazısında: 16.03.2011 Çarşamba günü saat: 05:30’da Gelir İdaresi
Başkanlığı, Emniyet, Büyükşehir Belediyesi Zabıtası ve Hal Müdürlüğünden
görevlilerce oluşmuş ekiplerce Karşıyaka katlı Pazar yerine gidildiğini, B.
Y. isimli şahsın 35 AF 7526 plakalı kamyonla 026729 seri numaralı fatura
ile 2.150 kg
muz, yine 043888 seri numaralı fatura ile 7.000 kg salatalığı
getirdiği ve sorulduğunda kendisine ait olduğunu beyan ettiği sebze ve
meyveyi toptan olarak sattığının tespit edildiğini, kendisine 552 sayılı
K.H.K.’nin 17. maddesine göre işlem yapılmak üzere aracın Hal’e çekilmesi
gerektiğinin bildirildiğini, hiçbir şekilde gelmeyeceği cevabı verilmesi
üzerine, Emniyet yetkilileri ile görüşülerek olay çıkmasının engellenmesi
amacı ile 552 sayılı K.H.K ve 4367 sayılı Yasanın 26/A maddesince işlem
yapılmak üzere İdari Yaptırım Kararına
Esas Tutanak düzenlenerek birer sureti ilgilisine bırakıldıktan
sonra karar alınmak üzere Encümene sevkinin gerçekleştirildiğini ve alınan
kararın adresine tebliğ edildiğini, Belediye Encümeninin 31.03.2011 tarih
ve 167 sayılı kararı ile 552 sayılı Kararnamenin 5.maddesine aykırı hareket
eden ve hakkında idari yaptırım kararına esas tutanak düzenlenen B. Y.’ın
4.534,00 TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, itiraz
eden hakkında düzenlenen tutanak ve encümen kararı ile verilen para
cezasının hukuka uygun bulunduğunun belirtildiğinin görülmüş olduğu; itiraza konu 31.03.2011 tarih ve 01-167
sayılı idari para cezasının kanun ve mevzuata uygun olarak düzenlendiği
anlaşılmış olup, 552 Sayılı Kanunun 5. maddesi gereğince Belediye sınırları
ile mücavir alanlar içerisinde malların toptan alım ve satımının Hallerde
yapıldığı, Belediyelerin, belediye
sınırları ve mücavir alanlar içerisinde malların toptan alım ve
satımlarının münhasıran toptancı hallerde yapılmasını sağlamak amacıyla
gerekli her türlü önlemi almakla görevli ve yükümlüğü olduğu, yine aynı
Kanunun 26/A maddesi, 5. maddenin birinci, ikinci ve üçüncü, 7’nci maddenin
ikinci fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında yüz milyon lira para cezasına
ve yine aynı maddenin son fıkrasına yukarıda sayılan fiillerin bir yıl
içerisinde tekrarı halinde para cezasının 2 misli uygulandığı, para
cezalarının belediyelerce tahsil edildiği, tebellüğden imtina edilmesi
halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş sayıldığı, yedi gün içinde encümen
kararına idare mahkemesi nezdinde itirazın caiz olduğu,itirazın idarece
verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmadığı, itiraz üzerine idare
mahkemesince verilen kararların kesin olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; başvurunun konusu idari para cezası ile
birlikte idari yargı merciine çözümlenmesi gereken pazaryerinde toptan mal
satışı yaptıkları yönünde idari yaptırım kararı da söz konusu olduğundan,
5560 Sayılı Yasa ile Değişik 5326 Sayılı Yasanın 27/8 ve 28/1-b maddeleri
gereğince görev nedeniyle başvurunun reddine karar vermiş, bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz
konusu para cezasının iptali istemiyle, 14.10.2011 tarihinde idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ; 04.11.2011 gün ve E:2011/2012,
K:2011/1608 sayı ile, 2576 Sayılı
Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri'nin Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun'un "İdare Mahkemeleri'nin görevleri"
başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında; İdare Mahkemelerinin, Vergi
Mahkemeleri'nin görevine giren davalarla ilk derece Danıştay'da
Çözümlenecek olanlar dışındaki; iptal davalarını; tam yargı davalarını,
tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlarına ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği, 2. fıkrasında
ise, özel kanunlarda Danıştay'ın görevli olduğu belirtilen ve İdari
Yargılama Usulü Kanunu ile İdare Mahkemeleri'nin görevli kılınmış bulunduğu
davaları çözümleyeceğinin hüküm altına alındığı; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3/a bendinde dilekçelerin görev
ve yetki yönünden inceleneceği, 15. maddesinin l/a bendinde ise, 14.
maddenin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda
açılan davanın reddine, idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli
veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden
reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine
karar verileceğinin hüküm altına alındığı; diğer yandan, 5326 Sayılı
Kabahatler Kanunun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. maddesinde
"Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde ...
uygulanır." kuralının yer aldığı;
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı
Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 26/ A maddesinde bu Kanun
gereğince tesis edilen idari para cezalarına karşı yedi gün içinde idare
mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceği kural altına alınmışken, 26.03.2010
gün ve 27533 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanarak yürürlüğe giren 5957 sayılı
Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların
Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 18. maddesi ile Yürürlükten
kaldırılmış ve 19. maddesinin c bendi gereğince de yayım tarihinden
itibaren bir yıl sonra (26.03.2011 tarihinde) yürürlüğe girmesinin
kararlaştırıldığı; dava konusu
olayda, konuya ilişkin tespitin yapıldığı 16.03.2011 tarihi ile konunun
encümen havale edildiği 23.03.2011 tarihinde, 552 sayılı Kanun yürürlükte
iken dava konusu işlemin tesis edildiği 31.03.2011 tarihinde yürürlükten
kalktığı ve bu Kanun yerine yürürlüğe konulan 5957 sayılı Kanunda da yargı
yoluna ilişkin olarak somut bir mahkemeye değinilmediği; her ne kadar
davalı idarece 552 sayılı Kanun gereğince işlem tesis edildiği görülmekte
ise de olayın idarece nitelemesi mahkemeyi bağlamayacağından ve eylem
26.03.2011 tarihinden itibaren 5957 sayılı Kanun kapsamında
irdeleneceğinden, uyuşmazlığın çözümünde 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3
ve 27. maddesi hükmü gereğince Sulh Ceza Mahkemeleri'nin görevine
girdiğinin açık olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar
vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın
14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari
yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını
veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi
ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesinde, toptancı halde satış zorunluluğuna
ilişkin hususlara; 26/ A maddesinde, bu
Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci, ikinci ve
üçüncü… fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında … para cezasına
belediye encümenlerince karar verileceği,
sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezalarının
iki misli olarak uygulanacağı, para cezalarının belediyelerce tahsil
olunacağı, para cezasına ilişkin encümen kararının ilgilisine tebliğ
edileceği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş
sayılacağı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde
itirazın caiz olduğu, itirazın
idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine
idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğu… öngörülmüşken, 26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi
Gazetede Yayımlanan 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep
Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”un
18. maddesi ile “24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve
Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”
yürürlükten kaldırılmış; Kanun’un “Yürürlük”
başlıklı 19. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;
a) 15 inci maddesi yayımı tarihinde,
b) 6 ncı maddesinin beşinci fıkrası yayımı
tarihinden itibaren üç yıl sonra,
c) Diğer
maddeleri “yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra” yürürlüğe girer.”
denilmiş; 12/04/2011 tarih ve 27903 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
29/03/2011 tarih ve 6215 sayılı Kanunun 17. maddesi ile birinci fıkranın
(c) bendinde yer alan "yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra"
ibaresi "1/1/2012 tarihinde" olarak değiştirilmiştir.
5957
sayılı Sebze ve Meyveler İle
Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme yer almamaktadır.
Öte
yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27.
maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya
tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 552 sayılı
Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki
Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle İzmir 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 16.08.2011 gün ve Değ.İş E.No:
2011/325, Değ.İş.K.No: 2011/325 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/60
KARAR NO : 2012/124
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046
sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının,
özelleştirme tarihinden sonra tesis edilen işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.
T.
Vekili :
Av. A. K.
Davalı :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. B. B. K.
O L A Y : Davalı Kuruluşta kapsam dışı personel
olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046
sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen davacı, 16.4.2009 tarihinde Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine
atanmıştır.
Davacı
18.1.2011 tarihli dilekçesiyle, ataması sırasında en son aldığı maaş tutarı
nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın ve yılda 4 defa
verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesini istemiş; bu isteği
zımnen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımnen reddine ilişkin
işleminin iptaline, 21.11.2010 tarihinden geçerli olmak üzere eksik ve
yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve aradaki farkın
yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 20.04.2011
tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
RİZE İDARE MAHKEMESİ: 3.6.2011 gün ve E:2011/362 sayı
ile, davacı tarafından Türk Telekom'da görev yapmakta iken kurumun
özelleştirilmesi sonucu Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrine yapılan ataması
sırasında en son aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40
denge tazminatı, yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaş ilave
edilmesi istemiyle yapılan 18.01.2011 tarihli başvurunun zımnen reddine
ilişkin işlemin iptali ile 21.11.2010 tarihinden geçerli olmak üzere eksik
ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesi, aradaki farkın
yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel
Müdürlüğü'ne karşı bakılmakta olan davanın açıldığı; çalıştığı dönemdeki statüsü itibariyle
kamu personeli olan davacı ile geçiş işlemlerinin yapıldığı tarihte bir
kamu kuruluşu olduğu çekişmesiz bulunan Türk Telekomünikasyon Genel
Müdürlüğü arasındaki ilişkinin, kamu gücüne bağlı idare hukuku ilkelerine
dayanan ve idare hukuku kurallarıyla düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisi
olduğu gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve
Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı vekilince süresi içinde verilen
dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda
bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki
kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan
bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar
Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına
İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında
Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde,
"Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer
aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen
gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın,
01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar
geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil
ilmuhaberinin düzenlendiği 15/04/2010 tarihinden itibaren ödenmesi
gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve
davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklanmakta olduğu;
öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin
değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı
mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin
davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu
hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının
isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan
davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin
görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri
gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı
düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki,
şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı
Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu
maddesinde, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a)
bendinin bu Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen
süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine
ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil
talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü
fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından
Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu
tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti
ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden
itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmü yer almakta; aynı maddenin üçüncü
fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar
hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinin dördüncü ve beşinci
fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığına
bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulunca
15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer
mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri
tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar
geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya
miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının
belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye
satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu
niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak Kanun koyucunun, 5398 sayılı
Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği
düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi
personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesi ile
uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde
oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel
görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine
bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak
çalışmalarına olanak sağlamış olduğu; 406 sayılı Yasa'nın Ek-29'uncu
maddesinde yer alan düzenleme ile Türk Telekomünikasyon A.Ş. hisselerinin
devri tarihinden itibaren kamu görevinden 180 gün süreyle aylıksız izinli sayılan
personelden iznin bitiminden sonra Türk Telekom'da özel hukuk hükümleri
uyarınca akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir
tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde sözleşmesi feshedilenlerin, 4046
sayılı Yasa'nın 22'nci maddesi uyarınca atanmalarının sağlanması için
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi ve bu bildirim yapılırken
personelin atamaya esas ücretlerinin yasada belirtilen şekliyle hesaplanması
ve bu hesaplamaya göre maaş nakil ilmuhaberi düzenlenmesi görevinin, Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'ne verildiği, söz konusu görevin kanunla anılan
kuruma verilen ve ifası sırasında kamu gücüne has yetkilerin kullanılmasını
da içeren bir kamu hizmeti oluşturduğu, bu yetkileri kullanarak tek yanlı
irade açıklamasıyla davacının maaş nakil ilmuhaberini düzenleyen anılan
kuruluşun, 14.11.2005 gününden itibaren kamu kuruluşu niteliğini kaybederek
Özel Hukuk hükümlerine tabi hale gelmiş olmasının da, anılan görevin kamu
hizmeti niteliğini değiştirmediği; dolayısıyla; kamu gücü kullanılarak tek
yanlı irade beyanıyla tesis edilen ve kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin
olan maaş nakil ilmuhaberinin hukuka uygunluğunun denetimi bakımından, adı
geçen kuruluşun organik anlamda değil, fakat, maddi ve fonksiyonel anlamda
kamu idaresi olduğunun kabulünün zorunlu bulunduğu; öte yandan; 1.1.2006 tarihinden enflasyon
oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması
nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline
enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki
%2,32'lik farkın, esasen, 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı
sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında; Ocak ayında
yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması
ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel
Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmuhaberinin
düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi
olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL. denge tazminatının da
1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz
konusu ödemeler ile aynı nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekomda
kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut
uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak
Rize İl Telekom Müdürlüğü emrinde sözleşmeli statüde çalışmakta iken
yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği
ve 16.04.2009 tarihinde ilişiğini keserek Rize İl Sağlık Müdürlüğü emrinde
göreve başladığı; bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev
itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda, 406 sayılı
Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından
doğan bu uyuşmazlığın İdari Yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim,
Danıştay Beşinci Dairesinin 17.07.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607
sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme
kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü
maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406
sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre
adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 16.4.2009 tarihinde Rize İl
Sağlık Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; ataması sırasında en son
aldığı maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın
ve yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesi
istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali, eksik
ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesi ve aradaki farkın
yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti
Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf
ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen
1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler,
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise,
“Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek
şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten
kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde
çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk
Telekom)’nin % 55 Oranındaki
Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın
Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse
Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon
A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle
yürütülür. Bu personel hakkında
bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406 sayılı
Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda,
davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde kapsam dışı personel
statüsünde görev yapmakta iken, 406
sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre
diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet
Personel Başkanlığına bildirilen ve 16.4.2009 tarihinde Rize İl Sağlık
Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından, ataması sırasında en son aldığı
maaş tutarı nazara alınarak bu maaş tutarına 40+40 denge tazminatın ve
yılda 4 defa verilen ikramiye tutarının bir maaşa ilave edilmesi istemiyle
yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile eksik ve
yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve aradaki farkın
yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 20.04.2011
tarihinde dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma
ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi
için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup;
kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı
açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği
taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız
olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Rize İdare Mahkemesi’nin 3.6.2011 gün ve
E:2011/362 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/62
KARAR NO : 2012/125
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M. S. vd.
Vekili : Av. H. K.
Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av. A. G.
O L A Y :
Davacılar vekili, Müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar
Mahallesi, 27379 ada, 1 parsel sayılı taşınmaz üzerinde pay sahibi
olduklarını, taşınmazın imar planında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
okul alanı olarak ayrıldığını, taşınmaz üzerinde 5.1.1996 tarihinden bu
yana herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığını; 3194 sayılı İmar
Kanununun 18.maddesine göre uygulamaya tabi tutulan ve imar planında okul
yeri olarak ayrılan taşınmazdan müvekkillerinin bağımsız faydalanma
olanağının kalmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları
saklı kalmak kaydı ile, kamulaştırmasız el konulan taşınmazdaki
müvekkillerine ait payların bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’sinin davalı
idareden, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekilince, süresi içerisinde verilen
dilekçe de görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 31.1.2012 gün ve
E:2011/352 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının, dava konusu
itibariyle reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı,
dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Dava
konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında
bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14.
maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun
kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait
taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı ile okul alanı olarak kullanıma tahsis
edilip, Milli Eğitim Bakanlığı tasarrufuna terk edilmekle, dava tarihine
kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı,
davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa
düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta
olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b
maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında
idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay
Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu
başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/352 esas
sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi,
Kırkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 parsel sayılı taşınmazına, imar planında okul alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile
birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planında
okul alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı
bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 31.1.2012 gün ve
E:2011/352 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/63
KARAR NO : 2012/126
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : F. D. v.d.
Vekili : Av. A. B.
Davalılar : 1- Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. G. K.
2- İl
Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği
Vekili : Av. Z. T.
O L A Y :
Davacılar vekili, Müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Beytepe
mevkiinde kain, 28105 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda hisseleri oranında
malik bulunduğunu, sözkonusu taşınmazın yapılan imar düzenlemesi sonucu
2000 yılında okul alanı olarak ayrıldığını ve fiilen el atıldığını fakat
herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığını ileri sürerek, davalının
taşınmaza kamulaştırmasız el koyma nedeni ile fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydıyla alacaklarının şimdilik 8.000,00 TL’sinin dava tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan tahsil edilmesi istemiyle
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilince, süresinde
verilen savunma dilekçesinde davanın idari yargı yerinde görülmesi
gerektiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 29.11.2011 gün ve
E:2011/451 sayı ile, davanın konusu itibariyle davaya bakmaya mahkemelerinin
görevli olduğu gerekçesiyle davalının yargı yolu itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı,
dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Dava
konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında
bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14.
maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun
kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait
taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı ile okul alanı olarak kullanıma tahsis
edilip, Milli Eğitim Bakanlığı tasarrufuna terk edilmekle, dava tarihine
kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı,
davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa
düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta
olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b
maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında
idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay
Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu
başvurunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/451 Esas
sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Beytepe
Mevkiinde kain 28105 ada, 1 parsel sayılı taşınmazda, imar planında okul
alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren
işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 8.000,00 TL’nin davalı
idareden tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere planlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planında
okul alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı
bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2011
gün ve E:2011/451 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/69
KARAR NO : 2012/127
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H. K. v.d.
Vekili : Av. D. S.
Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A. D.
O L A Y :
Davacılar vekili, müvekkillerinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Osman Temiz Mahallesi,
7418 ada, 8 parsel sayılı taşınmazın imar planında trafo alanı olarak
ayrıldığını ve fiilen el atıldığını, herhangi bir kamulaştırma işleminin
yapılmadığını ileri sürerek, davalının taşınmazına kamulaştırmasız el koyma
nedeni ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00
TL’nin davalıdan dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili
ile ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekilince, süresinde verilen dilekçe ile idari
işlem ve eylemlere karşı açılacak davalarda adli yargının görevli olmadığı,
idare mahkemelerinin görevli olduğu önesürülerek, görev itirazında
bulunulmuştur.
ANKARA 20. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.12.2011 gün ve
E:2011/277 sayı ile, davalı tarafın yargı yolu itirazının usul ve yasaya
uygun bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı'na
gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı,
dolayısıyla; davanın 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Dava
konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında
bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14.
maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun
kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, davacılara ait
taşınmazın 1/1000 imar planı ile trafo alanı olarak kullanıma tahsis
edilip, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen
el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylemin, 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18. maddesinin
uygulamalarından kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı
davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle,
Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış
olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/277
Esas sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği yolunda yazılı
düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Osman
Temiz Mahallesi, 7418 ada, 8 parsel sayılı taşınmazlarına, imar planında
trafo alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden
itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin
davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planında
trafo alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı
bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.12.2011 gün ve
E:2011/277 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/75
KARAR NO : 2012/128
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET
: Davacıya ait gecekondunun
yıkılmasından doğan bina bedeli alacağı nedeniyle açılan davanın, İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : F.
S.
Vekili : Av. S. B.
Davalı : Altındağ Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. İ. G.
O L A Y : Davacı vekili tarafından mülkiyeti müvekkiline ait
Altındağ İlçesi, Beşikkaya Mahallesi, 20853 ada ve 7 nolu parseldeki
gayrimenkulün üzerinde imar planı gereğince yol çalışması yapıldığını,
davalı idare tarafından işgal edilen gayrimenkule karşılık başka bir
gayrimenkulün tahsis edildiğini, devamında da iki katlı betonarme binanın
yıkıldığını, el atmaya uğrayan gayrimenkulün tek tapulu olduğunu
müvekkilinin söz konusu gayrimenkulde hissesinin bulunduğunu ve tasarruf
yetkisinin sınırlı olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin dava ve talep
hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik bina bedeli alacağından doğan
4.000,00 TL, gayrimenkullerin değer farkından doğan 4.000,00 TL’nin el atma
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili süresinde verdiği dilekçe
ile, davanın gecekondunun imar planında yol da kaldığı için yıkılan
gecekondunun bedelinin tahsili ve imar planından dolayı uğranılan zararın
karşılanması istemiyle açıldığı ve davanın çözümünde idari yargının görevli
olduğunu savunmuştur.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi: 9.6.2010 gün ve E:2010/62, K:2010/256 sayı ile,
davacının dava dilekçesini görev yönünden reddine davacının idari yargıda
dava açmakta muhtariyetine karar vermiş, bu karar davacı tarafından temyiz
edilmiş.
Yargıtay
5. Hukuk Dairesi: 11.4.2011 gün ve E:2010/20034, K:2011/6276 sayı ile, imar
uygulaması sonucu davacıya tahsis edilen arsa ile davacının maliki olduğu
eski parsel arasındaki değer farkı idarenin işleminden kaynaklandığından
dava dilekçesinin bu istemle ilgili olarak görev yönünden reddine karar
verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği, 3194 sayılı Kanunun
18/10.maddesi uyarınca imar düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri için
ayrılan yere rastlayan yapıların kamulaştırılmadıkça yıktırılmayacağı, bu
nedenle imar uygulaması sırasında yolda kalması nedeniyle yıkılan bina
bedelinin tahsili istemi bakımından idarenin eylemi kamulaştırmasız el atma
olarak kabul edilip 1956 gün 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı
uyarınca işin esasına girilip talep hakkında karar verilmesi gerekirken
yazılı gerekçelerle görevsizlik kararı verilmesinin doğru görülmediği
gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olmadığından hükmün
açıklanan nedenlerle H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince bozulmasına karar
vermiştir.
ANKARA 3. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ: 15.12.2011 gün ve E:2011/270 sayı ile, Yargıtay 5. Hukuk
Dairesinin bozma ilamında gösterilen sebeplerin usul ve yasaya uygun olduğu
gerekçesiyle uygulamasına karar verilmiş, duruşmaya devam edilmiş.
Davalı Altındağ Belediye
Başkanlığı vekilinin idari yargı kararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava
dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Dosyanın incelenmesinden; davacıya
ait tapulu arsa üzerinde ruhsatsız (kaçak) yapılan bina ve eklentilerinin,
imar planında yol alanında kalması nedeniyle, tapulu arsa hissesine
karşılık başka ada ve parsellerde arsa tahsisi yapıldığı; binanın ise,
idarece yıktırıldığı; davacı tarafından kamulaştırılmasız el atıldığı ileri
sürülerek bina ile ilgili olarak fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla
4.000 TL. zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı
olayda; davacıya ait ve ruhsatsız (kaçak) olarak yaptırılan binanın, imar
planında yol alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı bir bedel
ödenip ödenmeyeceğine ilişkin olan ve sonuçta, bir idari işlem olan imar
planına dayanılarak sözü edilen yapıların yıktırılması sebebiyle doğacak
zararın tazminine ilişkin bulunan dava, kamu mevzuatı hükümleri
çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tesis edilecek idari işlem ve
eylemden kaynaklanan bir uyuşmazlığa konu edilmiş olduğundan; 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b)
bendinde yer alan, "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği, bu bakımdan; imar uygulaması
sonucunda uğranıldığı öne sürülen zararın tazminine ilişkin bulunan dava
konusu uyuşmazlığın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı
yerinde çözümlenmesinin görev ayrımına ilişkin kurallara uygun bulunduğu,
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI;
Davacının, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Beşikkaya Mahallesi, 20853 ada 7
parselde bulunan taşınmaz ve üzerindeki ruhsatsız yapının imar planında yol
olarak belirlenmesi sonucunda, davacıya tapulu arsasına isabet eden hisse
oranında başka yerde arsa tahsisi yapıldıktan sonra, taşınmaz üzerinde
bulunan ruhsatsız ve imara aykırı yapıların yıkılması sonucu yapı bedelinin
tazmini, kamulaştırmasız el atma koşullarının gerçekleştiği iddiası ile
talep ettiği davada; davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması
üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığı, Anayasa'nın 125/son madde
ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında
sayıldığı, dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan
Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde
olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde,
davacılara ait taşınmazın imar planı ile yol olarak bırakılması ve tapulu
arsasına isabet eden oranda başka yerden arsa verilmesi karşısında,
taşınmaz üzerinde bulunan kaçak ve imara aykırı yapıların yıkılması
işleminin idarenin tek taraflı ve kamu gücü kullanarak meydana getirdiği
idari bir işlem niteliğinde bulunduğundan, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları
kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay
Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu
başvurunun kabulü ile Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/62 esas
sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği
yönünde yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan
Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde davanın yapıların
yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin kısmının da idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği nedeniyle görev itirazında bulunulduğu ve
12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacıya ait binanın, imar planında imar yolu üzerinde kalması nedeniyle
tapulu parselinin başka imar parselinden karşılandığı, herhangi bir bedel
ödenmeksizin davalı idarece binanın yıktırılmasından dolayı fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla bina bedeli olarak 1.000,00 TL’nin faiziyle
birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.
Davacı
vekili, dava dilekçesinde, mesken
kullanımlı binanın maliki bulunduğunu;
davalı Belediye tarafından İmar Kanunu uygulaması sureti ile
davacının parselinin, bir başka
parsele kaydırıldığını ancak üzerinde bulunan binanın, kamulaştırmasız el
atma sureti ile yıkılmış olduğunu belirtmiştir.
Davalı
vekilince, savunma dilekçesinde, Belediyelerince davacılara ait binanın
yıkılması işleminin tamamen imar uygulaması sonucu imar yolu üzerinde kalan
binanın tasfiyesinden ibaret olduğu, davacının kaçak yapı niteliğindeki
binası ile ilgili olarak Belediyelerince Kamulaştırma Kanunu’na göre hiçbir
işlem yapılmadığı, yapılan ve kesinleşen imar planı gereği davacıya ait
tapulu hissenin başka bir imar parsellerinden karşılandığı, imar yolu üzerinde kalan kaçak yapının da
yıkıldığı ileri sürülmüştür.
Bu
durumda, bina bedeli ve gayrimenkulün değer farkı dava konusu edilmiş ise
de, ortada idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir
işleminin bulunmadığı, davanın anılan Yasanın 14. maddesinde işaret edilen
bedel arttırma davası niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Olayda, yapılan ve kesinleşen imar planının uygulaması
sonucu imar yolu üzerinde kalan binanın yıkılmasıyla birlikte davacıya ait
tapulu parselin başka imar parsellerinden karşılandığı anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan
tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın bina bedeline ilişkin olan başvurusunun
kabulü ile Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye
Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın bina bedeline ilişkin olan BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE
İLİŞKİN Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
15.12.2011 gün ve E:2011/270 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
4.6.2012 gününde Üyelerden Mustafa
AYSAL ile Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/76
KARAR NO : 2012/129
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat
davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk
K A R A R
Davacı : M. S.
Vekili : Av. A. B.
Davalılar : 1- Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı
Vekili :
Av. H. Y. G.
2- Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. B. C.
O L A Y :
Davacı vekili, müvekkilinin Ankara İli, Çankaya İlçesi, Emek mevkiinde kain
5623 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hissesi oranında maliki bulunduğunu,
söz konusu taşınmazın imar düzenlemesi sonucu kamulaştırılacak alan olarak
ayrıldığını, davalı idare tarafından da yol yapılmak sureti ile fiilen el
atıldığını, fakat bu el atma nedeni ile müvekkiline ait herhangi bir
kamulaştırma bedeli ödenmediği gibi el atmanın üzerinden 20 yıl geçtiğini
ileri sürerek müvekkilinin payı oranında maliki bulunduğu taşınmaza
davalıların kamulaştırmasız el atması nedeni ile fazlaya ilişkin hakkı
saklı kalmak kaydı ile alacağının şimdilik 8.000,00 TL’sinin yasal faizi
ile davalılardan tahsil edilerek ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığı vekili, süresi
içerisinde verdiği ilk itiraz dilekçesinde, görev itirazında bulunarak,
davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirtmiştir.
ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve
E:2011/448 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içersinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Dosyanın
incelenmesinden; davacının hissedarı olduğu 5623 ada, 1 parselde bulunan
hisseli taşınmazın bir kısmının, imar planında, imar yolu üzerinde kalması
nedeniyle kamulaştırmasız el atıldığının anlaşıldığı, her ne kadar, davacı
tarafından, dava konusu taşınmazın bir kısmına kamulaştırılmasız el
atılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan dava,
kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de; davanın
konusu, davalı idarece tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri
sonucunda davacıya ait taşınmaz için bir bedel ödenip ödenmeyeceğinden
kaynaklanmakta olup, sonuçta bir idari işlem olan imar planına dayanılarak,
söz konusu taşınmazın yola katılmasından doğan zararın tazminine ilişkin
bulunduğundan; uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem
ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları" kapsamına girdiği bu bakımdan; imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği
bu nedenle, 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, durumun Ankara Yirmiüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesine
bildirilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkla, idarenin 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu
işlemde, davacıya taşınmazın bir kısmının imar planı uygulaması sonucu yol
alanında kalması sonucu, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma
işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylem, 3194
sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 8 ve 18.
maddesinin uygulamalarından kaynaklanmakta olup, imar planı ve buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiğinin düşünüldüğü bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara
23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/448 Esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Emek
mevkii, 5623 ada, 1 parsel sayılı taşınmazına, imar planında yol alanı
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek
kanuni faizi ile birlikte şimdilik 8.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili
istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında yol alanında kaldığı, uzun süredir düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırılmadığı,
taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yol alanı olarak yer alan
davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Çankaya
Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çankaya
Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 17.11.2011
gün ve E:2011/448 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/78
KARAR NO : 2012/130
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesi uyarınca
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen idari para cezasının kaldırılması
istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S. B.
Vekili : Av. Ö. O.
Davalı : İçişleri Bakanlığı
O L A Y : 7.9.2009 tarihinde yapılan kontrolde,
alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle davacı hakkında 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin 5. fıkrasına aykırı davranışı
nedeniyle 329782 sayılı Trafik Suç Tutanağı düzenlenmiş; ayrıca davacıya
aynı madde kapsamında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Kadıköy Kabahat
Bürosunun 7.9.2009 günlü, Kabahat
Defteri No: 2009/1018, Karar Numarası: 2009/962 sayılı İdari Para Cezası Kararı
ile 4.500,00.-YTL. idari para cezası verilmiştir.
Davacı
vekili, söz konusu idari para cezası
ile trafik suç tutanağının iptali ve eski hale iadesi istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 10.2.2010 gün ve
E:2010/179, K:2010/182 sayı ile, dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı
Kanunda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3.
maddesinde idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin
diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının
belirtilmesi nedeniyle görevli mahkemenin tespitinde 5326 sayılı Kanun hükümleri
dikkate alınacağından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde aynı Kanunun 27/1.
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu, bu durumda, yukarıda
anılan yasa hükmü dikkate alındığında davanın görüm ve çözümünün adli
yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın
görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez, idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
KADIKÖY
4. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.4.2010 gün ve Değ. İş:2010/688 sayı ile, 5326
sayılı Yasanın 27/8. fıkrasında idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı
merciinde görülür hükmünü içerdiğinden itirazının görev yönünden reddine,
idari yargı ve adli yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan
görevli mahkemenin belirlenmesi amacıyla, karar kesinleştiğinde dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
karı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte
olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli
olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.”
Hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce
görevsizlik karı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli
bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir.
Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva
etmesi gerekir.
Yasakoyucu 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz
görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş
olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme
nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19.madde ile, daha
önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı
merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma
olanağını tanımıştır.
Olayda adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik
kararı verilmekle birlikte bununla yetinilmemiş ve görevli merciin
belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar
verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymamakta ise da, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı
gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı
Yasa’nın 19.maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme
kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin
kuruluş amacına uygun olacağından, öte yandan Sulh Ceza Mahkemesince 2247
sayılı Yasanın 19.maddesinde öngörülen durumun aksine önceki görevsizlik
kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise
de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının
da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, davacının idari para cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin karar yönünden adli ve idari yargı yerleri
arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5. maddesine
aykırılık nedeniyle Savcı tarafından verilen idari yaptırım kararının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
13.10.1983 tarih ve
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
48. maddesinin beşinci fıkrasında (Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen
miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin,
suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci
defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265
300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki
yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası
uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve
İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü
davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla
tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten
fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan
aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif
para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri
uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında
uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir.
Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına
dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” hükmü yer almış; 112.
Maddesinde (Değişik birinci fıkra :
8/3/2000 - 4550/2 md.), sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla
birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya
işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara
trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh
ceza mahkemelerinde bakılacağı belirtilmiştir.
4/11/2004 gün ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Hafif hapis ve hafif para
cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi” başlığını taşıyan 7.
maddesinde (Değişik: 11/5/2005 –
5349/3 md.), “(1) Kanunlarda, "hafif hapis" veya
"hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para
cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi
hükümleri uygulanır. İlgili kanunda "hafif hapis"
cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının
hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.
(2)
Kanunlarda, "hafif hapis cezası" ile "hafif para
cezası"nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari
para cezası yaptırımının belirlenmesinde "hafif hapis cezası"
esas alınır.
(3)
Kanunlarda, sadece "hafif para cezası"nın öngörüldüğü ve cezanın
alt veya üst sınırının belirtilmediği
hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar
Türk Lirasından fazla olamaz.
(4) Bu
madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı
yetkilidir” denilmiş, maddenin
işaret ettiği 5327 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Adli Para Cezası” başlıklı 52.maddesinde, “ (1)
Adlî para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde
yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir
gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle
hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden
ibarettir.
(2) En az yirmi ve
en fazla yüz Türk Lirası olan bir gün karşılığı adlî para cezasının
miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsî hâlleri göz önünde bulundurularak
takdir edilir.
(3) Kararda, adlî para
cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı
olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir.
(4) Hâkim, ekonomik
ve şahsî hâllerini göz önünde bulundurarak, kişiye adlî para cezasını
ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak
üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler hâlinde
ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit
miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi
hâlinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adlî para
cezasının hapse çevrileceği belirtilir.” hükmüne yer verilmiştir.
30.3.2005
gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi”
başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1)
Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat
dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
(2) Bir
suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini
öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna
bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.
(3)
Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde
Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun
için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı
verilmemiş olması gerekir”
denilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, 7.9.2009 tarihinde yapılan kontrolde, davacının
alkollü olduğu saptandığından bahisle; hakkında 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanununun 48.maddesinin 5. fıkrası uyarınca 329782 sayılı Trafik Suç
Tutanağı düzenlenmiş; bu tutanak üzerine, davacıya anılan madde kapsamında,
Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Kadıköy Kabahat Bürosunun 7.9.2009 günlü, Kabahat Defteri No:2009/1018, Karar
Numarası:2009/962 sayılı İdari Yaptırım Para Cezası Kararı ile 4.500,00 TL
idari para cezası verilmiştir.
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan,
görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle,
yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili
olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
Bu
durumda, 2918 sayılı Kanun’un 48/5. maddesi, 5349
sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ve 5326 sayılı
Kanun’a dayanılarak Cumhuriyet Savcısı tarafından davacıya verilen
idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari
yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı
Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, davanın
görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi
uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 2247 sayılı Yasanın 19. madde kapsamında
görülen başvurusunun reddi ile aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kadıköy 4.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasanın 19. madde kapsamında görülen
BAŞVURUSUNUN REDDİ ile, aynı Mahkemece ayrıca verilen 28.4.2010 gün ve Değ.
İş:2010/688 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/84
KARAR NO : 2012/131
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi
ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen
idari para cezasına karşı açılan davanın;
anılan Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmemesi nedeniyle; ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : F.
E.
Vekili :
Av. E. Y.
Davalı :
İzmir Büyükşehir Belediyesi
Vekili : Av. E. Ö. B.
O L A Y :
16.03.2011 tarihinde Karşıyaka Bostanlı Pazar yerinde davalı Belediye
ekiplerince yapılan denetimlerde, aralarında davacının da bulunduğu
kişilerin, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve
Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesine aykırı
olarak toptan mal satışı yaptığından bahisle düzenlenen tutanağa istinaden,
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce, 31.03.2011 tarih, …/01.167 No.lu Encümen Kararıyla, aynı KHK’nin 26/A
maddesi uyarınca para cezası
verilmiş; Encümen Kararı, 12.04.2011
tarihli, M.35.1.İBB.028.02-321-471 sayılı üst yazı ile davacıya 14.04.2011
tarihinde tebliğ edilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı 29.04.2011 tarihinde
adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
KARŞIYAKA 3.SULH CEZA MAHKEMESİ; 04.10.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/367
sayı ile, İtiraz eden vekili Av. E.
Y.’ın, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin encümen kararı ile verilen 31.03.2011
tarih ve 01-167 sayılı 4.534 TL idari para cezasına itiraz ettiği; İzmir Büyükşehir
Belediyesi’ne yazı yazılarak idari para cezasına dayanak tüm belgelerin
celp edilerek incelendiği; Karşıyaka Bostanlı pazar yerinde toptan mal
satışı yaptıkları belirtilerek idari yaptırım düzenlendiği KHK’nın 26.
maddesinin (A) fıkrası uyarınca söz konusu encümen kararına itirazın
çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğunun açık olduğu
gerekçesiyle, davacı vekilinin itirazının görev yönünden usulen Başvurunun
Reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, söz
konusu para cezasının iptali istemiyle, 04.11.2011 tarihinde idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 22.11.2011 gün ve E:2011/2291,
K: 2011/1772 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin
1/a bendinde, idari işlemler hakkında şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri
ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının dava türleri arasında
sayıldığı, Kanunun 15. maddesinin 1/a bendinde adli ve askeri yargının
görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmüne
yer verildiği; 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve
Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 26/A maddesinde;
"Bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci.
ikinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında yüz milyon
lira para cezasına .... belediye encümenlerince karar verilir. Para
cezasına ilişkin encümen kararı ilgilisine tebliğ edilir, tebellüğden
imtina edilmesi halinde dahi tebligat gerçekleşmiş sayılır, yedi gün içinde
encümen kararına idare mahkemesi nezdinde itiraz caizdir." hükmüne yer
verilmiş olduğu; yukarıda anılan 552 sayılı KHK’nın, 26.03.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan ve yayımlanmasından 1 yıl sonra yürürlüğe giren 5759
sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer
Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 18. maddesi ile
yürürlükten kaldırıldığı, anılan Yasanın 14. maddesinde; Kanunda yasaklanan
eylemlere uygulanacak idari para cezalarının belirtildiği, ancak söz konusu
yaptırım kararlarına karşı yapılacak itirazlara bakmakla görevli
mahkemelere yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş olduğu; öte yandan. 5326 sayılı Kabahatler
Kanununun 3. maddesinin (a) bendinde. "Bu Kanunun; a) İdari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde ... uygulanır." hükmü, 16. maddesinde;
"Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlar, idari
para cezası ve idari tedbirlerden ibarettir. İdari tedbirler, mülkiyetin
kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir."
Hükmü, 27. maddesinin 1. fıkrasında ise; İdari para cezası ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği
veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza
mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması
halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.” hükmünün yer aldığı;bu
düzenlemelere göre, Kabahatler Kanununun idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı, diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin
olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak
doğmayacağı, bu nedenle, yeni bir
yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı; dava
dosyasının incelenmesinden, 16.03.2011 tarihinde belediye ekiplerince
yapılan denetim sırasında davacının Karşıyaka/Bostanlı pazaryerinde 552
sayılı KHK'nin 5. maddesine aykırı olarak toptan mal satışı yaptığı yönünde
tutanak tutulduğu, bunun üzerine dava konusu idari yaptırım kararının
alındığı, davacının söz konusu karara karşı itirazen başvurduğu Karşıyaka
3. Sulh Ceza Mahkemesinin 04.10.2011 tarih ve D. İş: 2011/367 sayılı
kararıyla uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı verilmesi üzerine iş bu davanın açıldığının
anlaşıldığı; olayda, devacıya
verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen
idari yaptırım türlerinden olduğu, 5759 sayılı Yasada bu idari yaptırımlara
karşı itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
5326 sayılı Kanunun 3. maddesi uyarınca görevli mahkemenin belirlenmesinde
5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, is bu davanın görüm ve
çözümünde anılan Kanunun 27/1 maddesi uyarınca adli yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna ulaşıldığı; her ne
kadar, dava konusu 31.03.2011 tarihli işlem, 26.03.2011 tarihi itibariyle
yürürlükten kalkan 552 sayılı KHK uyarınca tesis edilmiş ve anılan KHK'nin
26/A maddesi uyarınca idari yargı yerleri görevli kılınmış ise de, gerek
idari yaptırım kararının alındığı tarih gerekse iş bu davanın açıldığı
tarih itibariyle yürürlüğü sona ermiş olan 552 sayılı KHK'nin görevli yargı
yerinin belirlenmesinde uygulama alanı bulamayacağı, bunun yerine yürürlüğe
giren 5759 sayılı Yasanın ise idare mahkemelerini görevli kılan bir hüküm
taşımadığının açık olduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayı h idari Yargılama
Usulü Yasasının 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca görev yönünden
reddine karar vermiş; bu karar,
itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel
Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu, idari yargı dosyasının onaylı örneğinin; davacı vekilinin istemi
üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen
hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden
gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının
kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği
ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi
ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesinde, toptancı halde satış zorunluluğuna
ilişkin hususlara; 26/ A maddesinde, bu
Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci, ikinci ve
üçüncü… fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında … para cezasına
belediye encümenlerince karar verileceği,
sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezalarının
iki misli olarak uygulanacağı, para cezalarının belediyelerce tahsil
olunacağı, para cezasına ilişkin encümen kararının ilgilisine tebliğ
edileceği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş
sayılacağı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde
itirazın caiz olduğu, itirazın idarece
verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine idare
mahkemesince verilen kararların kesin olduğu… öngörülmüşken, 26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi
Gazetede Yayımlanan 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep
Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”un
18. maddesi ile “24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve
Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”
yürürlükten kaldırılmış; Kanun’un “Yürürlük”
başlıklı 19. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;
a) 15 inci maddesi yayımı tarihinde,
b) 6 ncı maddesinin beşinci fıkrası
yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra,
c) Diğer
maddeleri “yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra” yürürlüğe girer.”
denilmiş; 12/04/2011 tarih ve 27903 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
29/03/2011 tarih ve 6215 sayılı Kanunun 17. maddesi ile birinci fıkranın
(c) bendinde yer alan "yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra"
ibaresi "1/1/2012 tarihinde" olarak değiştirilmiştir.
5957
sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli
Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme yer almamaktadır.
Öte
yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27.
maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi
tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 552 sayılı
Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki
Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’da da idari para
cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ
görevli olduğuna, bu nedenle Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin
04.10.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/367 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/97
KARAR NO : 2012/132
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş.
Vekillleri : Av.
Ü. A., Av. A. K. K.,
Av. B. G., Av. M. K.
Davalı :
Telekomünikasyon Kurumu Başkanlığı (İstanbul Bölge Müdürlüğü)
Vekili : Av.
M. B.
O L A Y : 1-Davacı
şirkete ait GSM baz istasyonuyla ilgili ölçüm değerleri formunun süresinde
ilgilisine gönderilmediğinden bahisle, 4.550,00-TL para cezası verilmesine
ilişkin 22.03.2007 tarih ve 2007-500904 sayılı "Telekomünikasyon
Kurumu Ücret Tarih ve Ödeme Fişi" düzenlenmiş ve 22.03.2007 tarih ve
14449-3998 sayılı yazı ekinde davacı şirkete tebliğ edilmiştir.
2-Davacı vekili, Telekomünikasyon Kurumu İstanbul Bölge
Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 22.03.2007 gün ve 2007-500904 sayılı
"Telekomünikasyon Kurumu Ücret Tarih ve Ödeme fişi" ile müvekkili
şirkete verilen idari para cezasının iptali istemiyle 10.4.2007 tarihinde
adli yargı yerinde dava açmıştır.
KÜÇÜKÇEKMECE 2.SULH CEZA MAHKEMESİ; 07.09.2007 gün ve
Sayı: 2007/1444 Müt. İle, itiraz
eden vekili her ne kadar davalı idare aleyhine tahakkuk ettirilen 22.3.2007
tarihli 4.550.00 YTL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasını
mahkemelerinden talep etmiş ise de, 19.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı çeşitli kanunlarda değişiklik
yapılmasına ilişkin kanunun 31. maddesi gereğince 30.03.2005 tarihli ve
5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3.maddesinde yapılan değişiklik ile idari
yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının düzenlendiği, oysa idari
para cezasına konu olan 2813 sayılı telsiz Kanunu ile 12.7.2001 tarih ve
24460 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "0 KHz-60 GHz frekans bandında
çalışan sabit telekomünikasyon cihazlarından kaynaklanan elektromanyetik
alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, ölçüm yöntemleri ve
denetlenmesi hakkında yönetmelik” gereğince verilecek olan idari para
cezalarına karşı yetkili ve görevli idare mahkemesine itiraz edip dava
açılabileceği, mahkemelerinin anılan kanunlar gereğince görevsiz konuma
düştüğü gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek
kesinleşmiştir.
3-Davacı vekili bu kez, GSM baz istasyonuyla ilgili
ölçüm değerleri formunun süresinde ilgilisine gönderilmediğinden bahisle
müvekkili şirkete 4.550,00 TL para cezası verilmesine ilişkin 22.03.2007
tarih ve 2007-500904 sayılı işlem ile bu işlemin tebliğine yönelik
22.03.2007 tarih ve 14449-3998 sayılı işlemin iptali istemiyle 25.10.2007
tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
4- İstanbul 2. İdare Mahkemesi; 30.04.2009 gün ve
E:2007/1854 K:2009/811 sayı ile, ölçüm değerleri formunun süresinde davalı
idareye bildirmediği anlaşıldığından tesis edilen 22.03.2007 tarih ve
2007-500904 sayılı işlemde hukuka aykırılık; anılan işlemin tebliğine
ilişkin 22.03.2007 tarih ve 14449-3998 sayılı işlem ise kesin ve
yürütülebilir bir idari işlem olmadığından, esasının incelenmesine olanak
bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, bu karara davacı Şirket itiraz etmiştir.
5- İstanbul Bölge İdare Mahkemesi; 11.02.2010 gün ve E:
2009/13654, K:2010/2179 sayı ile, Uyuşmazlık Mahkemesinin yerleşik
içtihatları uyarınca, idari para cezaları veya idari yaptırım kararlarına
karşı açılan davalarda görevli yargı yerinin açıkça belirtilmediği durumlarda
sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğunun belirtildiği; incelenen uyuşmazlıkta idari para
cezasının 5326 sayılı, Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2813 sayılı Kanunda da görevli yargı yerinin
belirtilmediği; bu durumda,
Kabahatler Kanununun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı
nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri
dikkate alınacağından itiraza konu idari para cezasına karşı açılan davanın
görüm ve çözümünde, anılan 5326 sayılı Kanunun 27. maddesinin 1 numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu soncuna ulaşıldığından,
idare mahkemesince işin esası incelenerek karar verilmesinde hukuka uyarlık
görülmediği gerekçesiyle; İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nin
30.04.2009 gün ve E: 2007/1854 K: 2009/811 sayılı kararının 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunun 45/4. maddesi uyarınca bozulmasına, yeniden
bir karar verilmek üzere dosyanın ait olduğu mahkemeye gönderilmesine karar
vermiş, karar düzeltme istemi aynı Mahkeme’nin 7.10.2010 gün ve
E:2010/12404, K:2010/16843 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
6- İstanbul 2. İdare Mahkemesi; 20.12.2010 gün ve E:
2010/2660, K:2010/2345 sayı ile, incelenen uyuşmazlıkta, idari para
cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2813 sayılı
Kanunda da görevli yargı yerinin belirtilmediği; bu durumda, Kabahatler
Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere,
idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli
mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate
alınacağından, söz konusu idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve
çözümünün, 5326 sayılı Kanun'un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca
adli yargı yerinde olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; davanın 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev
yönünden reddine karar vermiş, davacı Şirket bu karara da itiraz etmiştir.
7- İstanbul Bölge İdare Mahkemesi; 23.11.2011 gün ve E:2011/5879, K:2011/17055
sayı ile, 10.11.2008 günlü Resmi
Gazetede yayımlanan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun 61.
maddesinde kurum tarafından verilen idari para cezalarına karşı açılan
davalarda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun uygulayacağı kurala
bağlanmış, 65. maddesinde ise, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ile
2813 sayılı Telsiz Kanununa yapılan atıflar ile bu kanunların kendi içinde
yapılan atıfların konuları itibariyle bu kanuna yapılmış sayılacağının
hükme bağlanmış bulunduğu; olayda,
para cezası verilmesine neden olan yönetmelik, 2813 sayılı Telsiz Kanunu ve
406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunlarına dayanılarak çıkartılmış ve bu
kanunlarda idari para cezalarına ilişkin itiraz yolu olarak yargı yeri
gösterilmemiş ise de, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 65.
maddesi uyarınca idari yargının görevli kılındığı ve görev konusunun kamu
düzeninden olduğu hususları dikkate alındığında, idare mahkemesince yeniden
dosyanın esasının incelenmesi gerektiğinden bahisle; davacı itirazının kabulüne, itiraza konu
İstanbul 2. İdare Mahkemesi Hakimliği'nce verilen 20.12.2010 günlü ve
E:2010/2660, K:2010/2345 sayılı kararın bozulmasına, yeniden bir karar
verilmek üzere 2577 sayılı Yasa'nın 45/4. maddesi hükmü uyarınca dava
dosyasının mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İSTANBUL 2. İDARE MAHKEMESİ; 20.03.2012 gün ve E:
2012/178, K: 2012/444 sayı ile,
davanın görev yönünden reddine ilişkin Mahkemelerinin 20.12.2010
günlü, E:2010/2660, K:2010/2345 sayılı kararının, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin
23.11.2011 gün ve E:2011/5879, K:2011/17055 sayılı kararıyla bozulduğu
görüldüğünden, anılan bozma kararı uyarınca dava dosyası yeniden incelenmek
suretiyle işin gereğinin düşünüldüğü belirtilerek, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nda yer alan ilkeler ile idari yaptırımlara ilişkin Kabahatler
Kanunu dikkate alındığında; yaptırım gerektiren eylem ve karşılığında
uygulanacak yaptırım, yasada tanımlanmaksızın, Yönetmelikte düzenIenen
eylem ve yaptırım hükümlerine dayanılarak tesis edilen idari yaptırım
kararı ve bu kararın uygulanmasına ilişkin diğer işlemlerde hukuka uyarlık
görülmediği gerekçesiyle; dava konusu idari yaptırım kararı ile bu kararın
uygulanmasına ilişkin işlemin iptaline karar vermiş, bu karar itiraz
edilmeksizin kesinleşmiştir.
8-İdari yargıdaki dava süreci devam ederken, davacı
vekili aynı istemle 8.11.2010 tarihinde bir kez daha adli yargı yerinde
dava açmıştır.
9- Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi; 31.05.2011 gün
ve Değ. İş No:2010/1681 sayı ile, evrakın incelenmesinde iş bu başvuru ile
ilgili Mahkemelerinin 07/09/2007 tarih 2007/1444 müteferrik sayısı ile
idare mahkemesine görevsizlik kararı verildiği, görevsizlik kararı üzerine
ilgilisinin bu kez İstanbul İdare Mahkemesi Hakimliği’ne başvurusu üzerine
İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 2007/1854 esas 2009/811 karar sayılı kararı
ile karşı görevsizlik verildiği, ancak Uyuşmazlık Mahkemesine dosya görev
uyuşmazlığının Çözümü için gönderilmeyip İstanbul Bölge İdare Mahkemesine
itirazen başvuruda bulunulduğu ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin
2009/13654 esas 201012179 karar sayılı kararına istinaden tekrar
Mahkemelerine başvuruda bulunulduğun anlaşıldığı gerekçesiyle; iş bu başvuru ile ilgili Mahkemelerinin
07/09/2007 tarih 2007/1444 sayılı görevsizlik kararı ile İstanbul 2. İdare
Mahkemesi Hakimliğinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar, sayılı karşı
görevsizlik kararı bulunduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının
giderilmesi için dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine Gönderilmesine karar
vermiştir.
10- Yargıtay 5. Ceza Dairesi; 29.12.2011 gün ve E:2011/13034,
K:2011/25884, Tebliğname No: TM-2011/290500 sayı ile, Küçükçekmece 2. Sulh
Ceza Mahkemesinin 31.05.2011 tarih ve 2010/1681 Değişik İş nolu kararında
belirtilen İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar,
İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 2009/13654 Esas, 2010/2179 Karar,
Küçükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 07.09.2007 tarih ve 2007/1444
müteferrik sayılı dosyalarının asıllarının veya onaylı suretlerinin
denetime olanak verecek biçimde dosya içine konulmaması ve ayrıca 2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 14/1.
maddesi gereğince iki farklı yargı mercii arasında oluşan olumsuz görev
uyuşmazlığının çözüm yerinin Uyuşmazlık Mahkemesi olduğu anlaşılmakla,
dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesi için Yargıtay
C.Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir.
10- Küçükçekmece 2.Sulh Ceza Mahkemesi; 27.02.2012 gün
ve Değ. İş No:2010/1681 sayılı üst yazı ile, “Mahkemelerinin 07/09/2007
tarih 2007/1444 sayılı görevsizlik kararı ile İstanbul 2. İdare Mahkemesi
Hakimliğinin 2007/1854 Esas, 2009/811 Karar, sayılı karşı görevsizlik
kararı bulunduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının giderilmesini” talep
etmiş ve yazı ekinde dava dosyasını Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermiş; Başkanlık
yazısıyla istenilmesi üzerine,
İstanbul 2. İdare Mahkemesi’ne ait E:2007/1854, K:2009/811 sayılı
dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
4.6.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı
Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya
üzerinde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre:
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” ve 19. maddesinde, “Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin
görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra:
23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına
ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile
birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir.
Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre
açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda; Küçükçekmece
2.Sulh Ceza Mahkemesi tarafından olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğu ileri
sürülerek, giderilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ise de, Sulh Ceza Mahkemesi’nin işaret ettiği
İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.04.2009 gün ve E:2007/1854 K:2009/811
sayılı kararında Mahkemece, davanın
reddine karar verildiği; İdare Mahkemesindeki dava süreci sonucunda
kesinleşen 20.03.2012 gün ve E: 2012/178, K:2012/444 sayılı kararın ise
görevsizlik değil, işin esasına yönelik bulunduğu anlaşılmıştır.
Bu
durumda, olumsuz görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan, Küçükçekmece
2.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 07.09.2007 gün ve 2007/1444 Müt. Sayılı kararı görevsizlik kararı olmasına
karşılık; İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin nihai kararı, görev yönünden
değil, işin esası yönünden verilmiş bir karar olduğundan, 2247 sayılı
Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde
öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/101
KARAR NO : 2012/133
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk
davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
K A R A R
Davacı : İçişleri Bakanlığı (Adli
Yargıda)
Vekili : Av. M. T.
Sivas
Valiliği (İl Emniyet Müdürlüğü) (İdari
Yargıda)
Davalı : Sivas Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. N. E.
O L A Y : Sivas
İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü hizmetinde kullanılan resmi araç, 26.7.2010
tarihinde Türkmenistan Caddesi üzerinde seyir halinde iken; önünde giden
Belediye otobüsünün logar kapağı üzerinden geçmesi ile logar kapağının
yerinden çıkması ve İçişleri Bakanlığına ait resmi aracın da kapağın
üzerinden geçmesi sonucu araçta hasar meydana gelmiştir.
Araçta meydana gelen hasarın tespiti için Sivas 1. Sulh Hukuk
Mahkemesinin Değişik İş N:2010/66 sayılı dosyası ile yaptırılan hasar
tespiti sonucu düzenlenen 13.8.2010 tarihli bilirkişi raporu ile logar
kapağının yerinden çıkması nedeniyle araçta 4.918,09 TL tutarında hasar
meydana geldiği tespit edilmiştir.
İçişleri Bakanlığına ait resmi araç tamir ettirilmiş,
4.919,46 TL fatura bedelinin ödenmesi için davalı Belediye Başkanlığına
8.10.2010 tarih ve 1179 sayılı yazı ile başvuruda bulunulmuş; Belediye
Başkanlığınca 20.10.2010 gün ve 7393 sayılı yazı ile, olayda Sivas Belediye
Başkanlığının herhangi bir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığından bahisle
hasar bedelinin ödenemeyeceği bildirilmiştir.
İçişleri Bakanlığı, kazaya neden olduğu önesürülen logar
kapağının bakım ve onarımından birinci derecede sorumlu olduğu nedeniyle ve
bu görevini zamanında ve gerektiği şekilde yerine getirmeyerek hizmet
kusuru bulunduğunu belirttiği Sivas Belediye Başkanlığından; İçişleri
Bakanlığına ait araçta meydana gelen 4.919,46 TL’lik hasar bedeli, 165,00
TL tespit masrafı ile 5,00 TL’lik tebligat masraflarından oluşan toplam
5.089,46 TL’lik tazminatın, hasar bedeli için olay tarihi olan 26.7.2010
tarihinden itibaren, tespit masrafları için ödeme tarihi olan 30.7.2010
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar
verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Sivas Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde,
idarenin herhangi bir işlemi veyahut eylemi nedeni ile kişisel bir hakkın
doğrudan muhtel olduğunu iddia edenlerin idari aleyhine açacakları tazminat
davalarında, görevli mahkemenin idare mahkemeleri olduğu nedeniyle davanın
görev yönünden reddi gerektiğini savunmuştur.
SİVAS 1. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 23.2.2011 gün ve
E:2010/1364, K:2011/240 sayı ile, her ne kadar davacı vekili dava
dilekçesinde İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğüne ait olduğu
belirtilen 58 A
0065 plaka sayılı Renault Megane aracın Türkmenistan caddesi üzerinde seyir
halinde iken 58 DA 544 plakalı Belediye otobüsünün logar kapağı üzerinden
geçmesi ile logar kapağının yerinden çıkması ve çıkan logar kapağının İl
Emniyet Müdürlüğüne ait bulunan araca zarar verdiğini ve Sivas Belediye
Başkanlığının logar kapağının bakım ve onarımını gerçekleştirmediğinden
bahisle bu kazanın meydana geldiğini ve bu hususun hizmet kusurundan
kaynaklandığını iddia etmek sureti ile tazminat davası açmış ise de, mevcut
davanın Sivas Belediye Başkanlığının hizmet kusurundan kaynaklandığı iddia
edilmiş olup, idari yargılama usulü kanununun 2 ve 13. maddelerine göre bu
hususun yargılamasının idare mahkemesinin görev sahasına girmiş olduğu
anlaşılmış olduğundan, davacının davasının İdari Yargılama Usul Kanununun
2. ve 13. maddelerine göre İdare Mahkemesinin görev sahası içinde yer almış
olduğu anlaşıldığından Sivas İdare Mahkemesinin görevli olduğunun tespitine
ve mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Bu kez Sivas Valiliği (İl Emniyet Müdürlüğü) aynı
istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
SİVAS İDARE MAHKEMESİ: 29.2.2012 gün ve E:2012/182 sayı
ile, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden;
uyuşmazlıkta uygulanacak mevzuatın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu
hükümleri olduğu, ancak 2918 sayılı Kanun'dan kaynaklı uyuşmazlıkların
çözümünün, Kanunun 110. maddesi gereğince adli yargının görev alanında
bulunduğu; söz konusu hükmün, 19.1.2011 tarih ve 27820 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, bu tarihten
önce idari veya askeri idari yargıda açılan davaların görevsizlikle adli
yargıya gönderilip gönderilmeyeceği hususundaki tereddüdün de, geçici 21.
maddesiyle ortadan kaldırıldığı, nitekim geçici maddede; 110. maddenin
birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmünün, yürürlüğe girdiği tarihten önce
idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara
uygulanmayacağının açıkça düzenlendiği, tüm bu açıklamalar ışığında;
görülmekte olan davanın ilk olarak 2.11.2011 tarihinde Sivas 1. Sulh Hukuk
Mahkemesinde açıldığı, 23.2.2011 tarihinde hakkında görevsizlik kararı
verildiği görülmekle; sulh hukuk mahkemesince, 19.1.2011 tarihinde
yürürlüğe giren 2918 sayılı Yasanın göreve ilişkin 110. maddesi göz önünde
bulundurulmaksızın karar verildiği, aynı Yasanın Geçici 21. maddesinde;
110. maddenin yürürlüğe girdiği 19.1.2011 tarihinde, idari yargı makamları
önünde açılan ve yeni düzenlemeyle adli yargının görevine giren davaların
mahkemelerince görülmeye devam edileceği düzenlendiğinden, bu tarihte henüz
mahkemelerinde açılmamış olan davanın (2.6.2011 tarihinde dava açılmıştır)
mahkemelerinin görevinde olmadığı sonucuna varıldığı, açıklanan nedenlerle,
Mahkemelerinin görevine girmeyen ve Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesince de
görevsizlik kararı verilen bu davada görevli mahkemenin belirlenmesi için
dava dosyasının 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar
yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı
Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari
yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığın
doğduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası
ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı
İçişleri Bakanlığına ait resmi aracın, seyir halinde iken yoldaki logar
kapağına çarpması sonucu araçta oluştuğu önesürülen maddi zararın yasal
faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve
trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve
denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında
uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları
trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli
görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları
koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve
yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu
maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği
tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış
bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, 27.6.2010 tarihinde Sivas Merkez, Türkmenistan Caddesi
üzerinden seyreden Sivas Emniyet Müdürlüğüne ait 58 A 0065 plakalı resmi
aracın yolda bulunan logar kapağına çarpması nedeniyle hasara uğradığı,
meydana geldiği ileri sürülen maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini
istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Yukarıda
açıklanan nedenler ve 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe
giren 110. maddesi gözetildiğinde meydana gelen zararın tazmini istemiyle
açılan davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden
İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdare Mahkemesi’nin
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Sivas 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.2.2011 gün ve E:2010/1364, K:2011/240 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞIOYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/107
KARAR NO : 2012/134
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasanın 110. maddesinin yürürlüğe
girdiği tarihten önce, hizmet kusuruna dayalı olarak açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : S. G. – G. G. – E. G.
Vekili : Av. K. C. Y.
Davalı : Balıkesir Valiliği İl Özel İdaresi
Vekili : Av. H. E.
O L A Y :
Davacıların vekili, müvekkillerinin murisi olan M. G.’in 27.10.2009
tarihinde Balıkesir İli, İvrindi İlçesi, Korucu Beldesi, Kaşağıl Köyünün 5. km sinde bulunan
köprüde trafik kazası yaparak yaşamını yitirdiğini, yolun ve köprünün yol
bakım, onarım ve yapımının uygun olmadığını, hiçbir işaretlemenin
bulunmadığını, bu eksiklerin oluşan kazaya büyük ölçüde sebebiyet
verdiğini, kazanın hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiğini ileri sürerek,
G. G. için 50.000,00 TL, S. G. için 50.000,00 TL, E. G. için 50.000,00 TL
olmak üzere toplam 150.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte
davalı idareden tazmini istemiyle 14.5.2010 tarihinde idari yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içerisinde verdiği cevap
dilekçesinde trafik kazaları nedeni ile açılacak olan maddi ve manevi
tazminat davalarının adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek
görev itirazında bulunmuştur.
BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ: 20.10.2011 gün ve E:2010/768
sayı ile, idari işlem veya eylemlerden dolayı kişisel hakları doğuran
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının; idari dava
türlerinden biri olduğunun idare hukukunun bilinen ilkelerinden olduğu,
davalı idarece dava konusu olayın trafik kazası olduğu ve trafik kazaları
nedeni ile açılacak maddi ve manevi tazminat davalarının da adli
mahkemelerde görüleceği iddia edilmişse de, davalı idarece yürütülen kamu
hizmetinden kaynaklanan ve hizmet kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu
ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm
yerinin genel kural olarak idare mahkemeleri olduğu, bu durumda, davalı
idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek açılan bu davada
uyuşmazlığın çözümünün Mahkemelerinin görevinde bulunduğu sonucuna
varıldığı gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine, davaya
bakmakla Mahkemelerinin görevli olduğuna,
karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI; 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanununun 2. maddesinde "Bu Kanun, trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve
denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsar." hükmü ile kanunun
uygulanmasında trafik düzeni ile kişi ve kurumların bu kanuna tabi
olduğunun belirlendiği, Ek 10. maddesinde ise "Karayollarının yapım,
bakım ve işletmesinden sorumlu olan tüm kamu ve özel kuruluşların
projelerini yapan ve uygulayan yetkili ve sorumlu kişiler, çağdaş ilim ve
teknik esaslarına uymak ve uygulamak konusunda Karayolu Trafik Güvenliği
Kurulunun önerilerini kuruluş kanunlarına uygun olacak şekilde
değerlendirmek zorundadırlar." hükmüne yer verilerek, karayollarının
bakım ve onarım faaliyetlerinde uyulacak kurallara atıf yapılmadığı, diğer
taraftan, 2918 sayılı Yasa'nın "Görevli ve Yetkili Mahkeme"
başlığını taşıyan 110. maddesinde (Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.),
"İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. / Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir" denildiği, Yasa'nın Geçici 21. maddesinde
ise (Ek: 11/1/2011-6099/15 md.), "Bu Kanunun 110 uncu maddesinin
birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce
idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara
uygulanmaz" hükmü ile de dava konusu idarenin sorumlu olduğu köy
yolunun bakım ve onarım ve işaretleme kurallarını ihmal ettiği nedeni ile
kusurlu olduğu tezine dayanan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinde
yapılması gerektiği, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
idare ile davacı gerçek kişiler arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
bulunduğu, bu nedenle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2918 sayılı Yasanın 110. madde
hükmünün, Devlete ve diğer kamu kuruluşlarına ait araçların sebebiyet
verdiği zararlar dolayısıyla bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli
yargıda görüleceğini öngördüğü, buna göre; bir tazminat davasının 110'uncu
madde kapsamına girebilmesi için Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait
araçların neden olduğu zararlara ilişkin bulunması gerektiği, oysa olayda,
tazmini istenilen manevi zarara, Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait araçların
neden olduğu kazadan değil, kamu kuruluşuna ait köprü ve yol yapım, bakım,
onarım ve işaretlenmesi konusundaki hizmetin kusurlu işleyişinden
kaynaklandığı, dolayısıyla; olayda 2918 sayılı Kanununun 110'uncu
maddesinin uygulanması mümkün bulunmadığından, uyuşmazlığın çözümünün,
idari yargı yerine ait olduğu, kaldı ki; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununun yukarıda sözü geçen 110'uncu madde hükmünün, kapsamında olan
olaylarda dahi, Ek 21'inci madde hükmü gereğince, yürürlük tarihi olan
11.1.2011 gününden önce açılan davalara uygulanma olanağı bulunmadığı
nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 13'üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun
kabulüne hukuki olanak bulunmadığı,
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, 10.
maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın
ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacılar murisinin trafik kazasında hayatını kaybetmesinden dolayı, toplam
150.000,00 TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
5302
sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 6. maddesinin b bendinde, imar, yol, su,
kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma, orman köylerinin
desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri
belediye sınırları dışında yapmakla il özel idaresinin görevli ve yetkili
olduğu hüküm altına alınmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve
trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve
denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında
uygulanacağı; Tanımlar başlıklı 3.maddesinde ise, trafik için kamunun
yararlanmasına açık olan arazi şeridi, köprüler ve alanların karayolu
olduğu belirtilmiştir.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde
de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin
birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce
idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara
uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacılardan, S. G. ile E. G.'in babası, G. G.'in eşi
olan, M. G.'in 27.10.2009 tarihinde Balıkesir İli, İvrindi İlçesi, Korucu
Beldesi istikametinden, Kaşağıl Köyüne doğru, sevk ve idaresindeki 10 P
5611 plakalı aracı ile seyir halinde iken, direksiyon hakimiyetini
kaybederek Kaşağıl Köyü istikametinin 2100 metresinde bulunan köprüden dere
yatağına düşmesi sonucu meydana gelen tek taraflı trafik kazasında hayatını
kaybettiği;Davacılar vekilince, İvrindi Sulh Hukuk Mahkemesinin Değ.iş
no:2009/29 sayılı dosyasında yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu
hazırlanan rapor uyarınca, yolun yapım, bakım ve onarımı ile gerekli
işaretlerin yapılmamasında idarenin hizmet kusuru bulunduğunun tespit
edildiği ileri sürülerek, toplam 150.000,00 TL. manevi tazminatın yasal
faiziyle birlikte tahsili istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.
İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu
hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı
olduğu nedeniyle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılacak davalar ile idarenin aynı plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj,
su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı
sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm ve çözümünün, iptal ve
tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait
olduğu yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Olayda,
İl Özel İdaresinin, yukarıda açıklanan İl Özel İdaresi Yasası hükümlerinden
doğan görevini belirlenen şekilde yerine getirip getirmediğinin, kamu
hizmetini yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütüp yürütmediğinin, idarenin
hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının yargısal denetimi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem
ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası”
kapsamında, idari yargı yerlerine aittir.
Yukarıda
sözü edilen 2918 sayılı Yasanın 110.maddesinin 19.1.2011 tarihinde
yürürlüğe girdiği gözetildiğinde, göreve ilişkin hükmün bu tarihten önce
idari yargı yerinde açılmış olan davalara uygulanmayacağı açıktır.
Bu durumda,
görev maddesinin yürürlük tarihi olan 19.1.2011 tarihinden önce (14.5.2010
tarihinde) idari yargı yerinde açılmış olan iş bu davanın idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü idari
yargı yerinin görevine girdiğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE,
4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/109
KARAR NO : 2012/135
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle
açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
R. B.
Vekili :
Av. A. K.
Davalı :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. M. A. P.
O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
26.1.2008 tarihinde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı
12.7.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil
ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin
iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ: 27.9.2011 gün ve
E:2010/2210 sayı ile, 406 sayılı
Yasa'nın Ek 29. maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu
kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne
girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari
nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin
görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre
personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması
dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil
ilmuhaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan
davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi
karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına
dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık
yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak
istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya
ait olduğu, gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve
Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini
taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş
tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine
göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı
Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde;
"Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin
altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu
Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen
süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine
ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil
talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü
fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu
tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti
ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden
itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin
üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar
hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası
hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri
tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi
itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına,
bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro
ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde
kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle
bulunacak tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait
bulunan hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146
sayılı kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih
itibariyle kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak
kanun koyucunun, 5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak
yukarıda getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi
sonucunda, nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un
22. maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve
uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi
için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız
personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız
izinli sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı, kanun koyucunun amacı göz önünde
bulundurulduğunda Ek 29 uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen
görevin bir kamu görevi olduğunun kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006
tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun
beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin
olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen
enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden
itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması
karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların,
enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme
nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra
ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle
davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu
olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle
ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemelerin davacının
Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun kabulünün
gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye
tabi olarak Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken yukarıda
belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği
ve 26.1.2008 tarihinde ilişiğini keserek, Kamu Kurumunda göreve başladığı,
bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü
göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik
Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009
gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın
idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden
reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı
Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak
bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü
toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, 26.1.2008 tarihinde Kamu Kurumu emrine atanan davacı
tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32
enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yaptığı
başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon
hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından
yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom,
bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi
Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk
Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine
ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri
uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı
Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel
hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk
Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin
Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne
satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam
dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan
anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı
kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle
yürütülür. Bu personel
hakkında bu Kanunda
öngörülen hükümler saklı
kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır.
Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş
mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu
tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189
sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü:
(Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına
düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda
Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört
yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde
çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 26.1.2008
tarihinde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından;
1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon
farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yapılan
başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin Görevlilik
Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 27.9.2011
gün ve E:2010/2210 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/111
KARAR NO : 2012/136
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M. S. M.
Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. T. K.
O L A Y : Davacının maliki olduğu Ankara İli, Çankaya
İlçesi, Küçükesat Mahallesi, 6000 ada, 21 parseldeki apartmanın çatı
katındaki, 12 nolu daireye ait terasa ilave yapılarak, tam kata
dönüştürülmüş ve ruhsata aykırı olan hususların giderilmediğinden bahisle
davacı hakkında 3194 sayılı İmar Kanununun 32.maddesi uyarınca yıkım ve
42.maddesi uyarınca 10.000,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına
ilişkin 16.6.2005 gün ve c/2005 /2137.15 sayılı Çankaya Belediye Encümeni
kararı verilmiştir.
Bu
kararın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
ANKARA
9. İDARE MAHKEMESİ: 6.4.2006 gün ve E:2005/1296, K:2006/812 sayı ile, 3194
sayılı Kanun hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para
cezalarına karşı açılacak davalarda Sulh Ceza Mahkemelerinin görevli
kılınması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde mahkemelerinin
görevli bulunmadığı sonucuna varıldığı, buna göre dava konusu işlemin
10.000,00 TL idari para cezasına ilişkin kısmının Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevli kılınması karşısında uyuşmazlığın görüm ve çözümünde mahkemelerinin
görevli bulunmadığı, uyuşmazlığın yıkım ve elektrik ve suyunun kesilmesine
ilişkin kısmına gelince, 3194 sayılı Kanuna aykırı olarak yapılan
tadilatların 1.9.2005 tarihinde 14.10.2005 onay tarihli mimari projeye
işlendiğinin anlaşılması karşısında uyuşmazlığın konusunun kalmadığı,
açıklanan nedenlerle, davanın 10.000,00 TL idari para cezasına ilişkin
kısmının görev yönünden reddine, yıkım, elektrik ve suyun kesilmesine
ilişkin kısmı hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş,
bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA
2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.7.2006 gün ve E:2006/868 D.İş, K:2006/868 D.İş
sayı ile, davaya konu idari para cezasının İmar Yasasına aykırılıktan
dolayı davalı Belediye Başkanlığınca verildiği, 2001 yılında Anayasa
Mahkemesince İmar Yasasına aykırılıktan dolayı verilen idari para cezasına
karşı başvuru yolunun Sulh Ceza Mahkemesi olduğunu gösteren hükmün iptal edilmesi
karşısında ve Anayasa Mahkemesinin açıkça başvuru yolunun idari para
cezalarına karşı idare mahkemesini görevli kılan kararı karşısında
Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karara davacı tarafından
itiraz edilmesi üzerine, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 31.3.2011 gün ve
Değ. İş N:2011/808 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir.
Davacı
tarafından yeniden aynı istemle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
ANKARA
8. İDARE MAHKEMESİ: 18.10.2011 gün ve E:2011/2168, k:2011/1631 sayı ile,
dava konusu işlemin idari para cezasına ilişkin kısmına karşı açılan davada
idari yargı ve adli yargı mercilerince görev ret kararı verildiği, yıkıma
ilişkin kısmına ilişkin olarak idari yargıda karar verilmesine yer olmadığı
kararı verildiği anlaşıldığından davacı tarafından idari para cezasına
ilişkin olarak 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanununun 14. ve 15.
maddeleri hükümleri uyarınca olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılarak
Uyuşmazlık Mahkemesine gidilmesi, yıkıma ilişkin karara karşı da süresi içerisinde
temyiz yoluna başvurulması gerekirken, yıkım ve idari para cezasına ilişkin
olarak adli ve idari yargı mercilerince verilen kararlar üzerine aynı
işleme karşı Mahkemelerinde açılan davanın kesin hüküm nedeniyle
incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin
reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
tarafından, Ankara 8. İdare Mahkemesi Başkanlığına verilen dilekçe ile,
Mahkemelerinin E:2011/2168, K:2011/1631 sayılı kararı ile, Ankara 2. Sulh
Ceza Mahkemesinin E:2006/868 sayılı kararları arasında olumsuz görev
uyuşmazlığı bulunduğundan bahisle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmesi isteminde bulunulmuştur.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2012 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet
AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine
hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan
görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı
başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde,
“Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş,
adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev
yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” ve 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun
ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz
görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması
gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Davacının görev uyuşmazlığı bulunduğundan bahisle
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verdiği dilekçesinde sözü edilen
kararlardan:
Ankara 9. İdare Mahkemesi kararı, davada adli
yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı;
Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi kararı, davada idari
yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı;
Ankara 8. İdare Mahkemesinin kararı ise, davanın
aynı işlem hakkında Mahkemelerinde açılan davanın kesin hüküm nedeniyle
incelenme olanağı olmadığı nedeniyle incelenmeksizin reddine ilişkindir.
Olayda, idari yargı merciince (Ankara 9. İdare
Mahkemesi) adli yargının, adli yargı merciince idari yargının görevli
olduğu yönünde karar verilmiş olmasına karşın, davacı tarafından üçüncü bir
mahkeme olan Ankara 8. İdare Mahkemesince verilmiş olan incelenmeksizin ret
kararı ile, adli yargı merciince verilmiş olan görevsizlik kararı arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı olduğu önesürülerek bu uyuşmazlığın
giderilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Ancak
yukarıda sözü edilen Kanunun 15. maddesi hükmü uyarınca, davacının son
görevsizlik kararını veren yargı merciine başvurarak, (olayda Adli yargı
mercii) ilk görevsizlik kararını veren yargı mercii (Ankara 9. İdare
Mahkemesi) kararı ile aralarında olumsuz görev uyuşmazlığının doğduğunu
ileri sürmesi gerektiği açıktır.
Bu
durumda, adli yargı merciince idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı verilmiş olmasına karşın, Ankara 8. İdare Mahkemesince
adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı
bulunmaması karşısında, davacının olumsuz görev uyuşmazlığı oluştuğunu
ileri sürerek yaptığı başvurunun, 2247 sayılı Yasanın 14.maddesinde öngörülen
koşulları taşıdığından söz etmek olanaksızdır.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmektedir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN aynı
Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/112
KARAR NO : 2012/137
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle
açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A.
T.
Vekili :
Av. C. Ş.
Davalı :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. A. T. T.
O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
16.2.2010 tarihinde Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı
24.9.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil
ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin
iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ: 2.6.2011 gün ve E:2010/2478
sayı ile; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı
bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde
kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı,
bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı,
anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı
kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T.
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu
görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu
kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu
görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu
nedenle maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz
olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın
görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle,
davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine
karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini
taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş
tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki,
şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı
Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde;
"Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin
altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu
Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen
süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine
ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil
talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü
fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu
tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti
ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden
itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin
üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde
çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve
beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na
bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca
15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer
mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri
tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar
geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya
miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının
belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye
satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu
niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun, 5398 sayılı
Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği
düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi
personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu
olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde
oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel
görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine
bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak
çalışmalarına olanak sağladığı,
kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu
maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun
kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında yapılan
artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006
yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon oranında
yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik farkın
esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi
gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken söz
konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden
kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden
sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi
itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin
söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi
itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemelerin
davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme ilişkin olduğunun
kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş.’de çalışmakta iken yukarıda
belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği
ve 16.2.2010 tarihinde ilişiğini keserek, Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
emrinde göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev
itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı
Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından
doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim,
Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607
sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme
kararının bozulmuş bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü
maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406
sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre
adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 16.2.2010 tarihinde Şişli
Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde
personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil
ilmühaberine yansıtılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti
Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı
Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla
değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin
hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon
hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından
yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde
çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte yandan;
406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan 4502
sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin
(a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl
tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür
ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve
Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam
edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu
Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş
mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere
ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne
yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde
çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 16.2.2010
tarihinde Şişli Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanan davacı tarafından;
1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon
farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması istemiyle yapılan
başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare
Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 2.6.2011
gün ve E:2010/2478 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/113
KARAR NO : 2012/138
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Maaş nakil belgesinin düzeltilmesi istemiyle
açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.
Ç.
Vekili :
Av. A. K.
Davalı :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. Z. B.
O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
23.12.2009 tarihinde Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrine
atanmıştır.
Davacı
23.10.2010 tarihli dilekçesiyle, 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil
ilmühaberine yansıtılmasını istemiş; bu isteği zımmen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin
iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ: 24.6.2011 gün ve E:2011/201
sayı ile; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin yukarıda yazılı hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı
bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde
kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı,
bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı,
anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı
kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon
A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinin kamu görevlisi olan
kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla
kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının
hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil
ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu
işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve
çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle, davalı
idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar
vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi
ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde,
"Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini
taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş
tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki,
şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı
Yasa'nın 3.7.2005 günlü, 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29. maddesinde;
"Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin
altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da Ek-22. maddenin (a) bendinin bu
Kanun'la yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen
süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine
ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil
talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü
fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu
tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti
ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden
itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün yer aldığı, aynı maddenin
üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren personelden, sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel statüsünde
çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin dördüncü ve
beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığı'na
bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak Yönetim Kurulu'nca
15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer
mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildikleri
tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar
geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış, oran ve/veya
miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutarın dikkate alınacağının
belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan hisselerden %55'inin
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı kararı uyarınca
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye
satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle kamu kuruluşu
niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun, 5398 sayılı
Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda getirdiği
düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, nakle tabi
personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile uyumlu
olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve uluslararası düzeyde
oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi için, işlevsel
görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine
bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak
çalışmalarına olanak sağladığı,
kanun koyucunun amacı göz önünde bulundurulduğunda Ek 29 uncu
maddede öngörülen süre içinde yürütülen görevin bir kamu görevi olduğunun
kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006 tarihinden enflasyon oranında
yapılan artıştan sonra, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması nedeniyle
2006 yılının ilk altı ayına ilişkin olarak kamu personeline enflasyon
oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon oranı arasındaki %2,32'lik
farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren yapılan maaş artışı sırasında
ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında, Ocak ayında yapılması gereken
söz konusu artışların, enflasyonun başlangıçta yanlış hesaplanması ve
idareden kaynaklı gecikme nedeniyle davacının Devlet Personel Başkanlığına
bildirilmesinden sonra ödenmesinin, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi
talebi tarihi itibariyle davacının kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü
etkilemesinin söz konusu olmadığı, ayrıca 40+40 YTL denge tazminatının da
1.1.2006 tarihi itibariyle ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz
konusu ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü döneme
ilişkin olduğunun kabulünün gerektiği; somut uyuşmazlıkta davacının 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom A.Ş.’de
çalışmakta iken yukarıda belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca
Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na
bildirildiği ve 23.12.2009 tarihinde ilişiğini keserek, Marmara
Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrinde göreve başladığı, bu süre içinde
bulunduğu statü ve yaptığı görev itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz
önünde bulundurulduğunda 406 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik
Ek-29'uncu maddesi uygulamasından doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesinin gerektiği; nitekim, Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009
gün ve E:2009/3113, K:2009/4607 sayılı kararında da benzer nitelikteki
uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davayı
görev yönünden reddeden mahkeme kararının bozulmuş bulunduğu; bu
nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan
başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla
yapılan 4.6.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın ise davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406
sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre
adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, 23.12.2009 tarihinde Kamu
Kurumu emrine atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel
ücretlerine yapılan 40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine
yansıtılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti
Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı
Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla
değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin
hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon
hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından
yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini
ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve
görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra,
anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa
ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin
altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden
önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3.
maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki
“B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar
listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde
çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve
23.12.2009 tarihinde Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Müdürlüğü emrine
atanan davacı tarafından; 1.1.2006 tarihinde personel ücretlerine yapılan
40+40+2,32 enflasyon farkının maaş nakil ilmühaberine yansıtılması
istemiyle yapılan başvurusunun zımmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare
Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmektedir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 24.6.2011
gün ve E:2011/201 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/154
KARAR NO : 2012/139
KARAR TR : 4.6.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1-S. K. (Kendi adına asaleten)
2-K. S. K.
Vekili : Av. S. K.
Davalı : Muğla Valiliği (İl Özel İdare
Müdürlüğü/ İl İdare Kurulu)
Vekili : Av.C. S.
O L A Y : Davacılar vekili, Muğla İli, Köyceğiz İlçesi, Zeytinalanı
Köyü, Çayıralan Mevkiinde bulunan taşınmazda davacıların kaçak ve ruhsatsız
yapı yaptığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca
yıkım cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin Muğla Valiliği İl İdare
Kurulunun 15.06.2005 tarih ve 1260 sayılı işlemi ile aynı Yasanın 42.
maddesi uyarınca 6.000-YTL idari para cezasıyla cezalandırılmalarına
ilişkin Muğla Valiliği İl Özel İdare Genel Sekreterliğinin 17.06.2005 tarih
ve 271 sayılı işlemin iptali istemiyle 16.9.2005 tarihli dilekçe ile idari
yargı yerinde dava açmıştır.
MUĞLA İDARE MAHKEMESİ; 04.10.2005 gün ve E:2005/1907, K:
2005/1408 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14.maddesi
uyarınca dava dilekçesi ve eklerinin incelendiği, anılan, Kanun'un
5.maddesinin 1. bendinde; her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı,
ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep- sonuç
ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile dava
açılabileceği, 2. bendinde; birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava
açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve
davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerektiğinin
kurala bağlanmış bulunduğu; dava dilekçesinin incelenmesinden, 3194 sayılı
yasanın 32. maddesi uyarınca verilen yıkıma ilişkin 15.06.2005 gün ve 1266
sayılı işleme karşı idari yargıda, 3194 sayılı yasanın 42. maddesi uyarınca
verilen 6.000-YTL idari para cezasına ilişkin 17.06.2005 gün ve 271 sayılı
işleme karşı ise adli yargı yerinde dava açılması gerekirken birlikte dava
açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 Sayılı Kanun'un 15.maddesinin
1/d bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren (30) otuz gün
içinde aynı Kanun'un 5. maddesine uygun biçimde düzenlenecek iki örnek
dilekçe ile her işlem için ayrı ayrı dava açılmak üzere dilekçenin REDDİNE,
dilekçe ve eklerinin davacıya geri gönderilmesine, aşağıda dökümü yapılan
32,20.YTL tutarındaki yargılama giderlerinin davacı üzerinde
bırakılmasına, karar verilmediğinden 18,20-YTL tutarındaki yürütmenin
durdurulması harcı ile artan posta ücretinin istemi halinde davacıya
iadesine, yeniden verilecek dilekçelerde de aynı yanlışlığın tekrarı
halinde yine 15. maddenin 5. fıkrası uyarınca davanın reddedileceğinin
bilinmesine karar vermiştir.
Davacılar
vekili dilekçesini yenileyerek, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesi
uyarınca yıkım cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin işlemin iptali
istemiyle Muğla İdare Mahkemesi’nde dava açmış, dava Mahkeme’nin E:
2005/2501 sayısına kaydedilmiş; buna karşılık, Yasanın 42. maddesi uyarınca
6.000-YTL idari para cezasıyla cezalandırılmalarına ilişkin 17.06.2005
tarih ve 271 sayılı işlemin iptali ve kaldırılması istemiyle 07.12.2005
tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
KÖYCEGİZ SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.02.2007 tarih ve D. İş
E. No: 2005/23, Değ. İş K. No: 2007/6 sayı ile, itiraz edenlerin idari
işlemin iptali için ve idari para cezasının iptali için yürütmenin
durdurulması talebi ile Muğla İdari Mahkemesine dava açtığı, ancak Muğla
İdare Mahkemesinin 4.10.2005 tarih 2005/1907 E. 2005/1408 K.sayılı kararı
ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanunun 5. maddesi gereğince her
idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağından dava dilekçesinin reddine
karar verilmiş olduğu; idare mahkemesinin bu kararının dava dilekçesinin
Reddine ilişkin olduğu, idari işlemin iptali için ve idari para cezasının
iptali için her iki talep için ayrı dava açılması gerektiğinin belirtildiği
dikkate alındığında, idare mahkemesinin dilekçenin reddine ilişkin
kararının görevsizlik kararı niteliğinde olmadığı, zira talepte
bulunanların idari işlemin iptali için ayrı, idari para cezasının iptali
için ayrı dava açmaları halinde Muğla İdare Mahkemesince idare para
cezasının iptaline ilişkin davanın adliye mahkemelerinde açılması
gerekeceği belirtileceğinden, Muğla İdare Mahkemesince sadece dava dilekçesinin
Reddine karar verilmiş olduğu, bunun
üzerine itiraz edenlerin Mahkemelerine 07.12.2005 tarihinde Muğla Valiliği
il Özel idaresi Müdürlüğü tarafından verilen 17.06.2005 tarih 271 nolu
6.000 YTL tutarındaki İdari para cezasının iptali için bu dosyada talepte
bulunmuş olduğu, yine itiraz edenlerin Muğla İdare Mahkemesine yeniden
2005/2501 esas sayılı dosyası üzerinden idare işlemin iptali için yürütmeyi
durdurma talepli olarak talepte bulunmuş oldukları, itiraz edenlerin yürütmeyi durdurma
taleplerinin 27.06.2006 tarihinde reddedildiği ancak idari işlemin iptali
için açılan ve 2005/2501 esas sayılı dava dosyası üzerinden yürütülen
davanın Muğla İdari mahkemesinde derdest olduğu ve devam ettiğinin
görüldüğü, Mahkemelerinde yapılan yargılama aşamasında Çeşitli Kanunlarda
Değişik Yapılmasına ilişkin 5560 Sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği, 5560
Sayılı Yasanın 34 maddesi ile 5326 Sayılı Kanun 27.maddesinin 5. fıkrasının
değiştirildiği ve maddeye fıkralar eklendiği, 5326 sayılı kanunun 5560
sayılı yasanın 34.maddesi ile değişik 27/8 maddesi gereğince "İdari
Yaptırım Kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari Yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde;
idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin
iptali talebi ile birlikte İdari Yargı Merciinde görülür" hükmüne yer
verilmekle, itiraz edenler ile ilgili olarak Muğla Valiliği Özel İdare
Müdürlüğünce İdari Yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında idari
Yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olduğu görüldüğünden ve
bu kararın iptali ile ilgili olarak Muğla İdare Mahkemesinin 2005/2501 E.
Sayılı dosyası derdest olduğundan, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka
aykırılık iddialarının bu işlemin iptali ile birlikte İdari Yargı Merciince
görüleceği gerekçesiyle; 5326 Sayılı
Kabahatler Kanununun 5560 Sayılı kanunun 34.maddesi ile değişik 27/8
maddesi gereğince, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddialarının idari yargı merciinde görülmesi gerekeceğinden Mahkemelerinin
GÖREVSİZLİĞİNE, karar vermiş; bu
karara karşı davacı tarafın yaptığı itiraz, Muğla 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin
08.05.2007 gün ve Değ.İş:2007/407 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Davacı taraf, Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığına Sunulmak üzere Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliğine
verdiği 9.10.2007 havale tarihli dilekçe ile; 16.9.2005 tarihinde Muğla İdare
Mahkemesinde açılan iptal davası kapsamında, para cezasının da
kaldırılması taleplerine ait davada,
idari para cezasına ait olarak verilen 4.10.2005 tarih ve E:2005/1907,
K:2005/1408 sayılı görevsizlik kararından sonra, Köyceğiz
Sulh Ceza Mahkemesinde açılan D. İş E. No: 2005/23, Değ. İş K. No: 2007/6
sayılı davanın da görevsizlik kararı verilerek kesinleşmiş olmasından
dolayı gerçekleşen görev uyuşmazlığının giderilmesini talep etmiştir.
Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi; 03.12.2007 gün ve D. İş E: 2005/23, Değ.
İş K:2007/6 sayılı EK KARAR ile, Muğla İdare Mahkemesi ile Köyceğiz Sulh
Ceza Mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığının bulunmadığı, zira 5560
Sayılı Yasa’nın, Muğla İdare Mahkemesinin 04/10/2005 tarihinde vermiş
olduğu dilekçenin reddi yönündeki kararından sonra yürürlüğe girmiş olduğu
gerekçesiyle itiraz edenlerin bir dilekçe ile Muğla İdare Mahkemesi Başkanlığına
idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarını ileri
sürebileceklerinden, itiraz edenlerin talebinin REDDİNE, karar vermiş; davacılar tarafından
yapılan itiraz üzerine; Muğla 1.Ağır
Ceza Mahkemesi; 1.4.2008 gün ve Değ.İş:2008/376 sayı ile, ek kararın usul
ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazın reddine karar vermiş; davacı
tarafın yeni bir dilekçe ile başvurması üzerine Muğla 1. Ağır Ceza
Mahkemesi; 17.7.2008 gün ve Değ. İş No: 2008/799 sayı ile, Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesinin
03.12.2007 tarih ve 2005/23 değişik iş esas, 2007/6 değişik iş karar sayılı
ek kararın itirazı üzerine mahkemelerinin 01.04.2008 tarih ve 2008/376
değişik iş nolu kararı ile itirazın reddine karar verilmiş olduğu; Mahkemelerince
verilen kararı K. S. K. vekili avukat S. K.’ın 20.05.2008 havale tarihli
dilekçesi ile temyiz etmiş olduğu, ancak itiraz üzerine verilen karar kesin
olduğu için burada adli yargı ile idari yargı arasında görev uyuşmazlığı
çıkmış bulunduğu gerekçesiyle; Mahkemelerince Karar Verilmesine Yer
Olmadığına, Dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Köyceğiz Sulh
Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; dosya bu defa Yargıtay’a gönderilmiş; Yargıtay 7.Ceza
Dairesi; 8.12.2011 gün ve E:2009/1600, K:2011/24593 sayı ile, dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi yerine zuhulen Yargıtay’a gönderildiğini belirterek,
temyiz incelemesi yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmaması
nedeniyle dosyanın incelenmeksizin gereği yapılmak üzere mahalline tevdiine
karar vermiş ve nihayetinde dava
dosyası Köyceğiz Sulh Ceza Mahkemesi’nce 3.4.2012 gün ve Değ.İş.No:2005/23
sayılı yazı ekinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan
4.6.2012 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı
Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.
maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri
sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz
görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması
gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında
ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Olayda; adli ve idari yargı yerlerinde
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca 6.000-YTL imar para cezası
verilmesine ilişkin 17.06.2005 tarih ve 271 sayılı işlemin iptali istemi
yönünden açılan davaların tarafları, konusu ve sebebi aynı ise de; Sulh
Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verilmiş olmasına karşılık, İdare
Mahkemesi’nce; Davacıların istemlerinden birisi olan 3194 sayılı yasanın
32. maddesi uyarınca verilen yıkıma ilişkin işleme karşı idari yargıda,
3194 sayılı yasanın 42. maddesi uyarınca verilen para cezasına ilişkin
işleme karşı ise adli yargı yerinde dava açılması gerekirken birlikte dava
açıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; 2577 Sayılı Kanun'un 15.maddesinin
1/d bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren (30) otuz gün
içinde aynı Kanun'un 5. maddesine uygun biçimde düzenlenecek iki örnek
dilekçe ile her işlem için ayrı ayrı dava açılmak üzere dilekçenin reddine
karar verilmiş olduğundan, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden
olacak şekilde idari yargı yerince göreve ilişkin olarak verilmiş bir karar
bulunmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2012 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
|