Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/12
KARAR NO : 2013/15
KARAR TR : 08.04.2013
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker
kişi sanık hakkında, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen “6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet” suçu nedeniyle açılan kamu
davasının, ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
K.H.
Sanık :
F.D.
O L A
Y : 28.4.2010 günü, Nüfus
Müdürlüğündeki bir işi nedeniyle Elazığ Hükümet Konağı’na giden sanık
F.D.’ın, güvenlik noktasından geçerken üzerinde bulunan bir adet MKE yapımı
G-3 piyade tüfeği dolu fişeği ile bir adet HK-16 makineli tüfek fişeğini
polis memuruna teslim etmesi üzerine hakkında yasal işlem yapıldığı,
sanığın ifadesinde, söz konusu mermileri 1996-1997 yılları arasında
askerlik görevini yaptığı Diyarbakır İli Lice İlçesi Özel Görev
Komutanlığı’ndan, askerliğinin bitiminde hatıra kalması amacıyla alıp
getirdiğini söylediği, böylece, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçunu işlediği ileri sürülerek,
eylemine uyan 6136 sayılı Yasa’nın 13/4. maddesi uyarınca cezalandırılması
istemiyle Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 9.6.2010 gün ve E:2010/3001,
K:2010/1544 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
ELAZIĞ
1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.6.2010 gün ve E:2010/828, K:2010/713 sayı ile,
sanığa yüklenen eylemin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1.
maddesinde düzenlenen suça uygun olabileceği, bu hususta delillerin
değerlendirilme ve tartışılmasının askeri yargı yerince yapılmasının daha
uygun olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar
kesinleşerek, dava dosyası, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne
gönderilmiştir.
7.
KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 21.3.2011 gün ve E:2011/331,
K:2011/152 sayı ile, sanığın askerlik hizmet ve görevlerini yapmış olduğu
askeri birliklerden gelen yazılarda, sanığın askerlik hizmetini yaptığı
zamanda, suça konu eşyalar hakkında böyle bir mühimmat eksikliği
olmadığının bildirilmiş olması nedeniyle yüklenen suçun 6136 sayılı Yasa
kapsamında kaldığı, bu durumda sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz
edilmeyerek kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, 7. Kolordu Komutanlığı
Askeri Savcılığı’nca Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Dilaver KAHVECİ, Turgut SÖNMEZ, Haluk
ZEYBEL, A. Zeki LİMAN’ın katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin
işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluşu Ve İşleyişi
Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik
görülmediği, adli ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde
öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından,
esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma
BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Eser Cihat POYRAZ’ın davanın çözümünün
adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü
açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin
“….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve
28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30,
K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a) Unsurları
ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka bir
anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Dosyada
mevcut Elazığ Askerlik Şubesi Başkanlığı’nın 24.9.2010 günlü
AS.Ş.:1010-2109-10/Per. ve İd. İşl. Ks. sayılı yazısından, sanığın Manisa
1. P.Er Eğt. Tug. Avcı Er Eğt. Tb. Komutanlığı ile Diyarbakır/Dicle 16. Zh.
Tug. 1. Mknz. P. Tb. Muh. Ds. Bl. Komutanlığı emrinde 22 Kasım 1995 – 22
Mayıs 1997 tarihleri arasında askerlik görevini yaptığının, Diyarbakır 16.
Mknz. P. Tug. 1. Mknz. P. Tb.
Komutanlığı’nın 18.3.2011 gün ve PER:1000-292-11 sayılı yazısı ile, sanığın
askerlik görevini yaptığı tarihlere ait mühimmat sayım sonuçlarının arşivde
mevcut olmadığının, mevcut olan en son 2011 yılı mühimmat sayım sonucunda
da eksik mühimmat bulunmadığının ve HK-16 makineli piyade tüfeğinin birlik
kadrosunda olmadığı dolayısıyla birlik envanterinde mühimmatının da
bulunmadığının, Manisa 1. P. Eğt. Tug. Avcı Er Eğt. Tb. Komutanlığı’nın
26.10.2010 gün ve PER.:1530-1057-10 sayılı yazısı ile, kayıtların imha
edildiği ve bulunmadığının, yapılan sayımlarda da belirtilen miktarlarda
bir eksikliğin olmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, ele geçen mermilerin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131.
maddesinde düzenlenen suç kapsamında bulunmadığı, sanığa yüklenen eylemin
6136 sayılı Kanun kapsamında kaldığı sonucuna varılmıştır. 6136 sayılı
Kanun’a aykırılık suçunun ise askeri bir suç olmadığı, atıf suretiyle de
askeri suç kapsamına alınan suçlardan bulunmadığı açıktır.
Olumsuz görev
uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen görevsizlik
kararında,olay tarihinde asker olan sanığı, yüklenen eylemin askeri suça
uygun olabileceği nedeniyle yargılama görevinin askeri yargı yerine ait
olduğu gerekçesine yer verilmiş ise
de,yukarıda açıklanan nedenlerle sanığa yüklenen eylemin “askeri
suç”olmadığı sonucuna varıldığından ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu
ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun 9. maddesinde yer
alan “askeri mahal” kavramının Anayasa’da yapılan
yeni düzenleme ile kaldırıldığı, Anayasa Mahkemesi’nin
bahsedilen kararı ile de Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline
karar verildiği anlaşıldığından, artık asker kişilerin askeri mahalde
işledikleri askeri suç olmayan bu tür suçlara ait davaların askeri yargı
yerinde görülemeyeceği açıktır.
Açıklanan
nedenlerle, askeri suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve
görevleriyle ilgili olarak işlendiği de ileri sürülmeyen eylem nedeniyle
sanık hakkında açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi ve Elazığ 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Elazığ 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 18.6.2010 gün ve E:2010/828, K:2010/713 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/13
KARAR NO : 2013/16
KARAR TR : 08.04.2013
(Ceza Bölümü)
ÖZET: Türk
Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel
statüsünde bulunan sanık hakkında “tehdit” suçu nedeniyle açılan kamu
davasının, 353 sayılı Yasa’nın 10. maddesinin birinci fıkrası (C) bendinin
Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi nedeniyle ADLİ YARGI yerinde
görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
K.H.
Yakınan : Y.B.
Sanık :
E.A.
O L A
Y : Artvin 6. Hd. Tb. Komutanlığı
yemekhanesinde aşçı olarak görevli sivil personel sanık E.A.’ın, aynı
Komutanlık emrinde görevli ve aynı zamanda yemekhane denetiminden sorumlu
olan, aralarında bir süre önce çalışma koşulları ve prensipleri nedeniyle
anlaşmazlık bulunan yakınan İs. Tekns. Kd. Bşçvş. Y.B.’a, 8.6.2006 günü
saat 10:08 – 10:10 sıralarında kardeşi O.A. adına kayıtlı cep telefonundan
arayarak “Artvin’e iki ayaklı geldin, tek ayaklı gidersin” şeklinde tehdit
içeren sözler söylediği, böylece, vücut dokunulmazlığına yönelik bir
saldırı gerçekleştireceğinden bahisle yakınanı tehdit ettiği ileri
sürülerek, eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1. maddesinin
birinci cümlesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Artvin Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 14.7.2006 gün ve E:2006/229, K:2006/96 sayılı
iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.
ARTVİN
SULH CEZA MAHKEMESİ: 2.11.2006 gün ve E:2006/152, K:2006/216 sayı ile,
sanık ile yakınanın askeri personel olduğu ve aralarında amir-memur
ilişkisi bulun-duğundan sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar
kesinleşerek, dava dosyası, 48. Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı Askeri
Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
48.
Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı Askeri Mahkemesi, sanığın, hizmet
esnasında amiri tehdit etmek suçunu işlediğinin sübuta erdiği gerekçesiyle,
1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 82/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına
karar vermiş, kararın temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 1.
Dairesi’nce hükmün eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmiş,
dava dosyası Mahkemesine gönderilmiştir.
48.
MOTORLU PİYADE TUGAYI KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.6.2012 gün ve
E:2012/37, K:2012/145 sayı ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sivil
personel olan Mualla Gökçe İçen ile ilgili kararı ile konuya ilişkin Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları
gerekçe gösterilerek, sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın sanık tarafından
temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 1. Dairesi, Askeri Yargıtay
Daireler Kurulu’nun bu konudaki kararlarına dayanarak ve kararda gösterilen
gerekçeler ile hükmün onanmasına karar vermiş, bu şekilde kesinleşen karar
ve dava dosyası, 48. Motorlu Piyade Tugayı Komutanlığı Askeri
Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ahmet DURU, Ahmet KARADAVUT, Dilaver KAHVECİ, Turgut SÖNMEZ, Haluk
ZEYBEL, A. Zeki LİMAN’ın katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME: Yapılan incelemede, usule ilişkin
işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında
Kanun'da belirtilen süre ve biçim yönünden bir eksiklik görülmediği, adli
ve askeri yargı yerleri arasında Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından, esasın
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma
BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki
raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı,
Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Eser Cihat POYRAZ’ın davanın çözümünün
adli yargı yerinin görev alanına girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü
açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
353 sayılı
Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun "Askeri
Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci Bölümünde
yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde; "Askeri
Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri olan
suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut
askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait
davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin “….askeri
mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve 28335 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30, K:2012/36 sayılı
kararı ile iptal edilmiştir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
353
sayılı Yasa’nın “Asker kişiler” başlığı altında düzenlenen 10. maddesinin
birinci fıkrasında, “Bu Kanunun
uygulanmasında aşağıda yazılı olanlar asker kişi sayılırlar:
…..
C) Milli
Savunma Bakanlığı veya Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında
çalışan sivil personel” denilmekte iken,fıkranın (C) bendi, Anayasa
Mahkemesi’nin 1.12.2012 gün ve 28484 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
20.9.2012 gün ve E:2012/45, K:2012/125 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
Bu
durumda, usul kurallarının yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren öncelikle
ve derhal bütün olaylar hakkında uygulanmalarının gerektiği genel hukuk
ilkesi karşısında, artık 353 sayılı Yasa’nın 9. maddesi anlamında “asker
kişi” olarak kabulü mümkün olmayan sanığın sivil kişi olması nedeniyle 353
sayılı Yasa’nın asker olmayan (sivil) kişilerin askeri mahkemelerde
yargılanma koşullarını belirleyen maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 3. maddesi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.
5530 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile
değiştirilen 353 sayılı Yasa’nın
13. maddesinde, “Askeri Ceza
Kanunu’nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114
ve 131. maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine
tabi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu
kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza
Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır”;
5918
sayılı Yasa’yla değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 3. maddesine
eklenen ikinci fıkrasında, “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri
Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı
yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde
işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet
savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır”;
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 145. maddesinin ikinci fıkrasında da, “Savaş hali
haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz”
denilmiştir.
Bu
düzenlemeler gözetildiğinde, sivil kişilerin barış zamanında, Askeri Ceza
Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askeri mahkemelerin yargı
yetkisine tabi suçları tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemeleri
durumunda adli yargı yerinde yargılanacakları kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, sanık hakkında açılan kamu
davasının adli yargı yerinde görülmesi ve Artvin Sulh Ceza Mahkemesi’nin
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Artvin
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2.11.2006 gün ve E:2006/152, K:2006/216 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2011/196
KARAR NO: 2013/468
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Davacının, birinci yüksek lisans programıyla aynı dalda yaptığı ikinci yüksek
lisans eğitiminin, öğrenim kıdemi ve derecesinden sayılamayacağı yolunda
verilen ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ kararının BENİMSENMESİ ve hukuk ve
usule uygun bulunmayan İDARİ YARGI kararının kaldırılması suretiyle HÜKÜM
UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİ hk.
K A R A R
Hüküm
Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen
: Y.O.
Karşı
Taraf : Yüksek Öğretim Kurulu
Başkanlığı (İdari Yargıda)
Vekili : Av. Ö.Ş.
Milli
Savunma Bakanlığı (AYİM’de)
Vekili : Av. G.M.
O L A Y:
Kara Harp Okulu Sistem Mühendisliğinde lisans öğrenimini 1998 yılında
tamamlayan davacı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalındaki Yüksek Lisansını
2005 yılında tamamlamış kendisine 1 yıl lisans üstü öğrenim kıdemi
verilmiş; Aynı Anabilim Dalı, İşletme Bilim Dalındaki yüksek lisansını da
2006 yılında tamamlamıştır.
I- Davacı
30.10.2006 tarihinde Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına başvurarak, yandal
uzmanlığının ilave bir lisansüstü öğrenim olarak kabul edildiğine dair
belgenin tarafına verilmesini talep etmiş; bu talebi Yüksek Öğretim Kurulu
Başkanlığının 8.12.2006 gün ve 4062 sayılı yazısıyla, dilekçenin 1.12.2006
tarihli Yükseköğretim Genel Kurulu toplantısında incelendiği ve 2547 sayılı
Kanunun 43/b maddesi uyarınca iki yükseklisans öğreniminin farklı olmadığına
karar verildiği nedeniyle reddedilmiştir.
Davacı
1.12.2006 tarihli Genel Kurul Toplantısında alınan kararın iptali ve
okuduğu iki yükseklisans öğreniminin birbirinden farklı olduğuna karar
verilmesi ve yandal uzmanlığının ilave bir lisans üstü öğrenim olarak kabul
edildiğine dair belgenin tarafına verilmesi istemiyle Yüksek Öğretim Kurulu
Başkanlığına karşı 6.2.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 15. İDARE MAHKEMESİ: 22.11.2007 gün ve E:2007/601, K:2007/1573
sayı ile, ‘…Dava, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalının Yönetim ve Organizasyon programında 5.7.2005 tarihinde
yüksek lisans öğrenimini tamamlayan ve aynı Enstitünün İşletme Anabilim
Dalının işletme programında yüksek lisans öğrenimi yaparak 15.8.2006
tarihinde mezun olan davacı tarafından, iki tezsiz yüksek lisans
öğreniminin birbirinden farklı olduğuna ilişkin belgenin tarafına verilmesi
istemiyle 30.10.2006 tarihinde yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle açılmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 65/b maddesinde;
lisansüstü öğretim esaslarının Üniversitelerarası Kurul tarafından
çıkarılacak yönetmeliklerle düzenleneceği belirtilmiştir.
1.7.1996 tarih ve 22683 sayılı Resmi Gazete'de
yayınlanan Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği'nin Tezsiz Yüksek
Lisans Programı başlıklı 14.maddesinde; ''Tezsiz yüksek lisans programının
amacı, öğrenciye mesleki konuda derin bilgi kazandırmak ve mevcut bilginin uygulamada
nasıl kullanılacağını göstermektedir. Tezsiz yüksek lisans programı İkinci
Lisansüstü Öğretim’de de yürütülebilir. Bu program toplam otuz krediden az
olmamak koşuluyla en az on adet ders ile dönem projesi dersinden oluşur.
Dönem projesi dersi kredisiz olup başarılı veya başarısız olarak
değerlendirilir. Öğrenci, dönem projesinin alındığı yarıyılda dönem
projesine kayıt yaptırmak ve yarıyıl sonunda yazılı bir rapor vermek
zorundadır. İlgili senato tarafından belirlenen esaslara bağlı olarak
tezsiz yüksek lisans programının sonunda yeterlik sınavı
uygulanabilir." hükmüne, 17. maddesinde “Kredili derslerini ve dönem
projesini başarıyla tamamlayan yüksek lisans öğrencisine Yüksek Lisans
Diploması verilir. Yüksek Lisans Diploması üzerinde öğrencinin izlemiş
olduğu enstitü anabilim dalındaki programın onaylanmış adı buluN.."
hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalının Yönetim ve
Organizasyon programında 5.7.2005 tarihinde tezsiz yüksek lisans öğrenimini
ve aynı Enstitü'nün İşletme Anabilim Dalı İşletme programında 15.8.2006
tarihinde ise tezsiz yüksek lisans öğrenimini tamamladığı, 31.10.2006
tarihinde iki yüksek lisans öğreniminin farklı olduğuna ve İşletme programında
yaptığı yüksek Iisansın ilave bir lisansüstü öğrenim olarak kabul
edilmesine karar verilmesi ta lebiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine bakılan
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davalı idare tarafından davacının öğrenimini
tamamladığı iki yüksek lisans programının aynı anabilim dalının altında yer
aldığı ve 2547 sayılı Kanunun 43/b maddesi uyarınca işlem tesis edildiği
belirtilmesine karşın, İşletme Anabilim Dalının altında yer almalarına
rağmen yönetim ve organizasyon bilim dalı ile işletme bilim dallarının,
alınan dersler ve derslerin amaçları bakımından birbirinden farklı olduğu,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün 16.7.2007 tarih ve 5920
sayılı yazısında iki bilim dalının birbirinden farklı olduğunun
belirtildiği, 2547 sayılı Kanunun 43/b maddesinde "Aynı meslek ve
bilim dallarında, eğitim- öğretim yapan üniversitelerde, eğitim - öğretim,
metod, kapsam, öğretim süresi ve yıl içindeki değerlendirme esasları
bakımından eşdeğer olması ve öğrenimden sonra kazanılan unvanların aynı ve
elde edilen hakların eşdeğer sayılması hususu Üniversitelerarası Kurulun
önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulu'nca düzenlenir." hükmünün yer
aldığı, bu hükmün lisans düzeyinde öğrenimle ilgili olması nedeniyle yüksek
lisans öğrenimi ile ilgili esasların belirlenmesinde kriter olamayacağı,
davalı idare tarafından emsal gösterilen 12.11.2004 tarihli Genel Kurul
kararında farklı üniversitelerin işletme anabilim dalı altında yer alan
yönetim ve organizasyon programında öğrenimini tamamlayan bir öğrencinin
yaptığı iki yüksek Iisansın birbirinden farklı olmadığının belirtildiği
ancak dava konusu olayda aynı üniversitenin enstitü anabilim dalının
altında yer alan farklı iki bilim dalında yapılan yüksek lisans öğreniminin
söz konusu olduğu görülmektedir.
Bu durumda alınan derslerin ve derslerin amaçlarının
farklı olduğu işletme bilim dalı ile yönetim ve organizasyon bilim dalında
yapılan iki yüksek lisansın birbirinden farklı olduğu sonucuna
varıldığından davacının görmüş olduğu iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden
farklı olmadığına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline,…’
karar vermiş bu karar Danıştay 8. Dairesinin 20.3.2009 gün ve E:2008/1376,
K:2009/1938 sayılı kararıyla onanmış, kararın düzeltilmesi istemi de, ayın
Dairenin 26.4.2010 gün ve E:2009/5502, K:2010/2045 sayılı kararı ile
reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.
II- Davacı, Kara
Kuvvetleri Komutanlığına verdiği 27.9.2006 günlü dilekçesi ile, öğrenim
kıdeminin ve derece kıdeminin yeni duruma göre yeniden görüşülmesini talep
etmiş; Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığının 6.2.2007 gün ve130 sayılı işlemi ile, lisansüstü öğrenim
kıdemi talebi hakkındaki müracaat belgelerinin incelendiği ve Subay Sicil
Yönetmeliğinin 116/b maddesindeki şartı taşımadığından lisansüstü öğrenim
kıdemi verilmesine kanunen imkan bulunmadığı davacıya bildirmiştir.
Davacı bu işlemin iptali istemiyle Milli Savunma
Bakanlığı’na karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığında 11.4.2007
tarihinde dava açmıştır.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BİRİNCİ DAİRESİ: 6.10.2010
gün ve Gensek No:2007/1774,
E:2007/719, K:2010/1066 sayı ile, ‘…17 Nisan 2007 tarihinde yürürlüğe
giren, 5621 Sayılı T.S.K. Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 3'üncü maddesi ile 926 Sayılı Kanuna eklenen Ek Geçici 85'inci
maddenin 2'nci fıkrası ile “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
yüksek lisans öğrenimine başlamış veya yüksek lisans eğitimini tamamlamış
ve henüz kıdem almamış olan subaylar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren yedi aylık süre içerisinde yüksek lisans öğrenim kıdemi almak
maksadıyla müracaat etmeleri halinde, bu Kanundan önceki esaslar
dahilindeki yüksek lisans kıdeminden ve birinci fıkra hükümlerinden
istifade eder.” hükmü getirilmiştir.
Davacı, 5621 Sayılı Kanun yürürlüğe girmeden ikinci yüksek lisans
öğrenimine başladığından ve bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
yedi aylık süre içinde mezun olup, müracaatta bulunduğundan; yüksek lisans
kıdemi ile ilgili olarak, 926 Sayılı T.S.K. Personel Kanununun 5621 Sayılı
Kanunla yapılan değişiklerinden önceki hükümlerine tabi olacaktır.
926 sayılı T.S.K Personel Kanununun, 17.4.2007 tarih ve
5621 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki 36/1-d maddesinin 5’inci bendi,
“Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığının insan gücü temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek
ihtiyaç duyulan dallarda, general ve amiraller hariç olmak üzere, daha önce
lisansüstü öğrenim yaptığı daldan farklı bir dalda ilave bir lisansüstü
öğrenim yapan subaylara en fazla bir yıl daha; Kıdem verilir.” Hükmünü
içermektedir. Keza Subay Sicil Yönetmeliğinin 116/b maddesinde de paralel
bir hüküm mevcuttur.
Görüldüğü üzere ilave lisansüstü öğrenim kıdeminden
yararlanabilmek için en temel koşul ilave lisansüstü öğrenimin ilkinden
farklı bir dalda yapılmış olması gereğidir. Dava konusu işlem tesis
edilmeden önce idare tarafından sorulması üzerine; YÖK Başkanlığının
15.1.2007 tarihli cevabi yazısında davacının görmüş olduğu iki yüksek
lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığına karar verildiği
bildirilmiştir. Davacının eğitimlerini tamamladığı tarihlerde yürürlükte
olan 2004-2012 K. K. K. Lığı Uzman Personel Temin ve Yetiştirme Planında
mensubu olduğu piyade sınıfı için yüksek lisans yaptığı bilim dallarının
ayrı ayrı belirtilmesinin, bu bilim dallarının farklı olduklarına karine
teşkil etse bile; mutlaka farklı olmaları sonucunu doğurmamaktadır. İki
yüksek lisans programının birbirinden farklı olup olmadığına karar
verilirken esas alınacak ölçüt programların ya da alınan derslerin isimleri
değildir. Çünkü, içeriği benzer olan kimi yüksek lisans programları farklı
adlarla açılabildiği gibi, farklı isimlerdeki programlar kısmen de olsa
ortak içeriğe sahip olabilmekte veya ilgili oldukları alan kısmen de olsa
kesişebilmekte ya da iki program birbiri ile ilişkili olabilmektedir. YÖK
Başkanlığının aynı mahiyetlerdeki 8.12.2006 ve 15.1.2007 tarihli davacının
görmüş olduğu iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığına
yönelik yazıları birer mütalaa niteliğindedir. YÖK Başkanlığının belirtilen
yazıları davacıyı idareyi ve görevli yargı mercii olarak Askeri Yüksek
İdare Mahkemesini ilgili konuda aydınlatıcı nitelikte olup, görüş
belirtilen bu nitelikteki yazıların kesin ve yürütülebilir işlem olarak kabulü
ve bu nedenle de idari davaya konu yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla
idari davaya konu yapılması mümkün olmayan YÖK Başkanlığının 8.12.2006
tarihli yazısının yukarıda belirtildiği şekilde dava konusu yapılıp, iptal
edilmiş olması Dairemiz tarafından yürütülen idari yargı denetimi
kapsamında, yasal düzenlemelerde aranan ölçütlere bağlı olarak bir
değerlendirmeyi içermesi gereken mütalaa niteliğindeki bir yazıda
belirtilen görüşün kabul edilip edilmemesi yine o yasal düzenlemelerin
çizdiği kamu yararı amacı doğrultusunda olmak zorundadır. Bu bağlamda iki
yüksek lisans programının birbirinden farklı olup olmadığı konusunda
mütalaa bildirmeye en yetkili kurul olan YÖK Başkanlığının görüşünü
yansıtan yazının iptali niteliğindeki bu yargı kararının Dairemiz açısından
hukuki bir bağlayıcılığı bulunduğunu söylemek mümkün değildir. 926 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 36/1-d maddesinde belirtilen “farklı dal” kavramı, aynı yasal
düzenlemede belirtilen ve idare tarafından takip edilen kamu yararı amacı
gözetilerek YÖK Başkanlığı tarafından önceden istikrarlı bir şekilde
belirttiği yönde ve Yönetim Organizasyon Bilim ile İşletme Bilim dallarının
farklı bilim dalları olmadığı yönünde bir sonuca varılmıştır. Dolayısıyla;
daha önce lisansüstü öğrenim gördüğü daldan farklı bir dalda yüksek lisans
yapmış olma koşulunu sağlayamayan davacı hakkında bağlı yetki ile tesis
edilen ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminde hukuka
aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki
dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine…’ karar vermiş, kararın
düzeltilmesi istemi de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin
1.3.2011 gün ve Gensek No:2010/6484, E:2011/358, K:2011/473 sayılı kararı
ile reddedilmiş bu karar kesinleşmiştir.
UYUŞMAZLIK
MAHKEMESİNDEN İSTEK:
Y.O., Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere, Ankara
15. İdare Mahkemesi Başkanlığına sunulmak üzere Bingöl Asliye Hukuk
Mahkemesine verdiği dilekçe ile, Yükseköğretim Kurulu’nun 1.12.2006 tarihli
Genel Kurul Toplantısında alınan kararının iptali istemiyle Ankara 15.
İdare Mahkemesi’ne 2007/601 Esas konu ile ilgili dava açtığını,bu davanın
iptalle sonuçlandığını, aynı konu
kaynaklı AYİM’de 11.4.2007 tarihinde dava açtığını AYİM’in davada Ankara
15. İdare Mahkemesinde açtığı davayı bekletici sorun olarak kabul ettiğini
ancak davanın reddedildiğini önesürerek, Mahkemelerce verilen kararlar
arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesi isteminde bulunmuştur.
Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 24 ve 16.maddelerine
göre ilgili Başsavcıların düşünceleri istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: ‘…OLAY: 1- Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Programında 05.07.2005 tarihinde
yüksek lisans öğrenimini tamamlayan ve aynı Enstitü İşletme Anabilim
Dalının İşletme Programından 15.08.2006 tarihinde mezun olan davacının, iki
tezsiz yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olduğuna ilişkin belgenin
tarafına verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Yüksek
Öğretim Kurulu Başkanlığının 08.12.2006 gün ve 30454 sayılı işleminin
iptali istemiyle Ankara Onbeşinci İdare Mahkemesinin E:2007/601 esasında
açılan davada; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 65'inci maddesinin (b)
fıkrası ile 01.07.1996 tarihli ve 22683 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliğinin 14 ve 17'nci maddelerinden
bahsedilerek, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün 16.7.2007
günlü ve 5920 sayılı yazısında, yüksek lisans eğitimi alınan iki bilim
dalının birbirinden farklı olduğunun belirtildiği gerekçesiyle 22.11.2007
gün ve K:2007/1573 sayılı kararla dava konusu işlemin iptaline karar
verilmiş; bu kararın temyizi üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesinin
20.3.2009 gün ve E:2008/1376 K:2009/1939 sayılı kararı ile temyiz istemi
reddedilerek Mahkeme kararı onanmış ve karar düzeltme istemi de, aynı
Dairenin 26.4.2010 gün ve E:2009/5502, K:2010/2045 sayılı kararı ile
reddolunmuş, karar bu şekilde kesinleşmiştir.
2- Kara Kuvvetleri
Komutanlığına bağlı subay olan davacının, çalıştığı kuruma ikinci yüksek
lisans öğrenimi nedeniyle kıdem verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun,
ikinci yüksek lisans öğreniminin farklı alanda kabul edilmemesi nedeniyle
reddine ilişkin işlemin 16.2.2007 tarihinde tebliği üzerine bu işlemin
iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin
E:2007/719 sayılı esasında açtığı davada; 926 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununun Nasıp Düzeltilmesi başlıklı 36'ncı maddesinin
5621 sayılı Kanunla değişmeden önceki (d) fıkrasının, "Kuvvet
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının insan gücü temin ve yetiştirme
planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan alanlarda, general ve amiraller
hariç olmak üzere, daha önce lisansüstü öğrenim yaptığı daldan faklı bir
dalda ilave bir lisansüstü öğrenim yapan subaylara en fazla bir yıl daha
kıdem verilir." hükmünü içerdiği;
Subay Sicil Yönetmeliğinin 116'ncı maddesinin 6'ncı
bendinde de, benzer düzenlemeye yer verildiği; davacının, 17.04.2007
tarihinde yürürlüğe giren 5621 sayılı Kanunun 3'üncü maddesi ile 926 sayılı
Kanuna eklenen Ek Geçici 85'inci madde uyarınca ek kıdem için
süresinde başvurulmasına karşın, bu davaya konu işlem tesis edilmeden önce
konunun sorulması üzerine Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nca gönderilen
15.1.2007 sayılı cevabi yazıda, davacının gördüğü yüksek lisans
eğitimlerinin birbirinden farklı olmadığının belirtildiği; görüş belirten
bu tür yazıların idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu
işlem olarak kabulünün mümkün bulunmadığı; daha önce dava konusu edilen
08.12.2006 tarihli Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı yazısının dava konusu
edilip iptal edilmiş olmasının bağlayıcı olmadığı, Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığınca belirtildiği gibi Yönetim Organizasyon ve İşletme Bilim
Dallarının farklı dallar olmadığı, daha önce eğitim gördüğü daldan farklı
bir dalda yüksek lisans öğrenimi görmüş olma koşulunu sağlayamayan davacı
hakkında bağlı yetki ile tesis edilen ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi
işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesi ile 06.10.2010 gün ve
K:2010/1066 sayılı kararla dava reddedilmiş; davacının kararın düzeltilmesi
istemi de, aynı Dairenin 01.03.2011 gün ve E:2011/358, K:2011/473 sayılı
kararı ile reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.
3- Yukarıda anılan
davaların tarafı olan davacı tarafından iki karar arasında çelişki
bulunduğu ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği iddia
edilerek hüküm uyuşmazlığının giderilmesi isteminde bulunulmuştur.
USULE İLİŞKİN İNCELEME: Genel İdari Yargı yerince
verilen karar ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesince verilen kararlar
arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için;
öncelikle, hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun 24'üncü maddesine göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için,
idari adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle
ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve
sebebe ilişkin taraflarından en az biri aynı olan iki ayrı kararın
bulunması ve bu kararlar arasında çelişki yüzünden hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız bulunması koşulları aranmaktadır.
Ankara Onbeşinci İdare Mahkemesinde açılan davada,
alınan iki tezsiz yüksek lisans eğitiminin ayrı bilim dallarına ilişkin
olup olmadığı konusunda uyuşmazlık çıkarılmış; Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Birinci Dairesinde açılan davada da, ikinci yüksek lisans
öğrenimi nedeniyle ilave kıdem verilmemesine ilişkin işlem idari davaya
konu edilmiş ise de; davacının her iki davayı açmaktaki nihai amacının,
aldığı her iki yüksek lisans eğitiminin iki ayrı bilim dalında olduğunu
tesbit ettirerek ikinci (ilave) yüksek lisans eğitimini sicilinde ve
mesleki kıdeminde saydırmak olması karşısında; her iki davanın sebebinin ve
konusunun aynı olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan; olayda, hüküm uyuşmazlığının usule ilişkin
koşullarının bulunması nedeniyle işin esasının incelenmesi gerekmektedir.
ESASA İLİŞKİN İNCELEME: Anayasanın 2'nci
maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu belirtilmiş;
138'inci maddesinin ilk fıkrasında da, "Hakimler görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine
göre hüküm verirler." son fıkrasında da; "yasama ve yürütme
organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve
idare mahkemesi kararlarını hiç bir surette değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez." hükümlerine yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28'inci
maddesinin birinci fıkrasında ise; idarenin Danıştay, bölge idare
mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararlarının icaplarına göre en geç otuz gün içinde işlem tesis
etmeye ya da eylemde bulunmaya mecbur oldukları, bu sürenin hiç bir şekilde
kararın idareye tebliğinden itibaren otuz günü geçemeyeceği hükme
bağlanmıştır.
Ankara Onbeşinci İdare Mahkemesinin 22.11.2007 gün ve
E2007/601, K:2007/1573 sayılı kararının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin
Birinci Dairesinde açılan davada, bu Dairece getirtilerek incelenmiş ve
karar, bu dava devam etmekte iken Danıştay Sekizinci Dairesince onanarak
kesinleşmiş bulunmasına karşın; Askeri Yüksek İdare Mahkemesince, kesin
hükümle oluşan hukuki gerçeklik gözardı edilerek, davacının yapmış olduğu
iki yüksek lisans eğitiminin aynı dallara ilişkin olup olmadığı konusunda
yeniden inceleme yaparak, kesin hüküm halini alan karardan farklı sonuca
varmış ve varılan bu sonuca göre hüküm kurmuş olması, Anayasanın 138'inci
maddesi hükmü ile kesin hükmü oluşturduğu hukuki güvenliğe aykırıdır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Birinci Dairesinin kesinleşen 06.10.2010 gün ve E:2007/719,
K:2010/1066 sayılı davanın reddi yönündeki kararının kaldırılması ve Ankara
Onbeşinci İdare Mahkemesinin kesinleşen 22.11.2007 gün ve E:2007/601
K:2007/1573 sayılı kararı doğrultusunda karar verilmesinin uygun olacağı…’
şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI: ‘…Davacının,
5.7.2008 tarihinde Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalı, “Yönetim Organizasyon” Bilim Dalında tamamladığı birinci
yükseklisans nedeniyle 1 yıl lisansüstü öğrenim kıdemi verildiği bilahare
15.8.2006 tarihinde Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalı “İşletme” Bilim Dalında ikinci yüksek lisans eğitimini
tamamlayarak, ilave yüksek lisans kıdemi verilmesi talebiyle idari
müracaatta bulunduğu, kıdem vermeye yetkili makam olan K.K.K.’lığı
tarafından davacının tamamladığı yükseklisans öğrenimlerinin farklı
dallarda olup olmadığının K.K.K.’lığının 29.12.2006 tarihli yazısı ile YÖK
Başkanlığından sorulduğu YÖK Başkanlığının 15.1.2007 tarihli cevabi yazısı
ile davacının görmüş olduğu iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden
farklı dallardan olmadığına karar verildiğinin bildirilmesi üzerine
K.K.K.’lığının 29.1.2007 tarihli yazısı ile davacının ilave yüksek lisans
kıdemi verilmesi talebinin Subay Sicil Yönetmeliğinin 116’ncı madde b
fıkrasında belirtildiği şartı sağlamadığı gerekçesiyle reddedilmesi
üzerine; AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinin reddedilmesi üzerine,
13.6.2007 gün ve 13.8.2007 tarihlerinde AYİM kayıtlarına geçen yenileme ve
savunmaya cevap dilekçelerinde özetle; farklı tarihlerde aynı anabilim
dalına bağlı ancak içerik ve muhtevası birbirinden farklı olan iki bilim
dalından yüksek lisans eğitimini tamamlayarak, ilave lisansüstü öğrenim
kıdemi verilmesi için idareye müracaat ettiğini ancak ilave kıdem verilmediğini
belirterek; ilave yüksek lisans kıdemi verilmemesi işleminin iptalini talep
ettiği, AYİM Birinci Daire Başkanlığının 6.10.2010 gün ve 2010/719-1066
Esas ve Karar sayılı kararıyla; 926 sayılı TSK Personel Kanununun 36/1-d
maddesinde belirtilen “farklı dal” Kanununun aynı yasal düzenlemede
belirtilen ve idare tarafından takip edilen kamu yararı amacı gözetilerek
YÖK Başkanlığı tarafından önceden istikrarlı bir şekilde belirttiği yönde
ve Yönetim Organizasyon Bilimi ile İşletme Bilim dallarının farklı bilim
dalları olmadığı yönünde bir sonuca varıldığı, bu nedenle daha önce
lisansüstü öğrenim gördüğü daldan farklı bir dalda yüksek lisans yapmış
olma koşulunu sağlayamayan davacıya ilave lisansüstü öğrenim kıdemi
verilmemesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek, davanın
reddine karar verildiği, davacının karar düzeltme talebinin de AYİM Birinci
Daire Başkanlığının 1.3.2010 gün ve 2011/358-473 Esas ve Karar sayılı
kararıyla reddedilerek, kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.
Davacının 30.1.2005 tarihinde AYİM’de kayda geçen
dilekçesinde, 15’inci İdare Mahkemesi ile AYİM 1’inci Dairesi kararları
arasında hüküm uyuşmazlığının doğduğunu ileri sürerek uyuşmazlığının
giderilmesini talep etmesi üzerine; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
tarafından 2247 sayılı Kanunun 15’inci ve 24’üncü maddeleri gereğince her
iki mahkemeye ait dava dosyası temin edilerek Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmiş, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığının 27.2.2012 gün ve E:2011/196
sayılı yazısı ile hüküm uyuşmazlığı yazısı ile AYİM Başsavcılığının düşüncesinin
bildirilmesi talep edilmiştir.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun 24.maddesinin 1.fıkrasında;
“1’nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az
ikisi tarafından, Görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan
ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız
bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.” hükmü yer
almaktadır.
Anılan hükme göre hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin adli, idari ve askeri
yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı
olması
c) Her iki kararında kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması
e) Kararlar arsındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi
aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen yargı kararlarının
incelenmesinden: ortada askeri idari yargı ve idari yargı yerlerince
verilen kesinleşmiş kararlar bulunduğu; tüm kararlarda davacı Y.O.
yönünden, taraflardan en az birinin aynı olması koşulunun gerçekleştiği
anlaşılmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığına konu edilen Ankara 15. İdare
Mahkemesinde açılan davanın konusu; “YÖK’ün 1.12.2006 tarihli davacının
yaptığı iki yükseklisans öğreniminin farklı olmadığı yönündeki genel kurul
kararının iptali istemi” iken; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan
davanın konusu “ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin
iptali istemi” dir.
Görüldüğü üzere iki davanın konuları farklıdır. AYİM
Birinci Dairesi tarafından davanın görülmesi sırasında; Ankara 15. İdare
Mahkemesi’nin 22.11.2007 gün ve 2007/601-1573 E.K. sayılı kararı ve bu
kararı onayan Danıştay 8. Dairesinin 20.3.2009 gün ve 2008/1376E, 2009/1939
K. Sayılı kararı dikkate alınmış ve karar içeriğinde ayrıntılı
değerlendirilmiş ve YÖK Başkanlığı tarafından önceden istikrarlı bir
şekilde belirtilen Yönetim Organizasyon Bilim ile İşletme Bilim Dallarının
farklı bilim dalları olmadığı yönündeki kararı esas alınarak, davanın
reddine karar vermiştir.
Belirtilen duruma göre ve olayda, uyuşmazlığa konu
kararların “konularının farklı olması” koşullarının gerçekleşmemesi
karşısında, uyuşmazlığa konu edilen yargı kararları arasında hakkın yerine
getirilmesini imkansız kılan bir çelişkinin varlığından sözetmek
olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 24.maddesinde
öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden başvurunun reddi
gerektiği…’ şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında:
I-İLK
İNCELEME:
Uyuşmazlık
Mahkemesi Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp
Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, M. Ali DURAN, Sedat ÇELENLİOĞLU ve M. AYDAN
AL’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2012 günlü toplantısında, dosyanın usul
yönünden incelenmesi sonunda;
1-
Ankara 15. İdare Mahkemesi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesi’nin
kararları arasında, 2247 sayılı Yasanın 24. Maddesinde öngörülen koşulların
gerçekleştiği anlaşıldığından hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;
2- 2247
sayılı Yasanın 25. maddesi hükümleri uyarınca
a)
İdari Yargılama Usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan
başvuruya ait dilekçe ve eklerinin 30 gün içinde yanıt verilmek üzere
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı ile Milli Savunma Başkanlığına bildirilmesine,
taraflarca verilen yanıtın Y.O.’e tebliği suretiyle dosyanın tekemmülünün
sağlanmasına,
b)
Usulü işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra
Başkanlıkça belirlenecek günde işin esasının görüşülmesine üyelerden
Mustafa AYSAL, Nurdane TOPUZ ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun karşı oyları ve
oyçokluğu ile karar verilmiş; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın
düşüncesi usule ilişkin olduğu nedeniyle, Başsavcı’nın dosyanın esasına
ilişkin düşüncesi de istenilmiştir:
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI: “… Davacının, 31.05.2011
tarihinde AYİM'de kayda geçen dilekçesinde, 15'inci İdare Mahkemesi ile
AYİM 1 ’inci Dairesi kararları arasında hüküm uyuşmazlığının doğduğunu
ileri sürerek, uyuşmazlığın giderilmesini talep etmesi üzerine; Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi tarafından 2247 sayılı Kanunun 15’inci ve 24’üncü
maddeleri gereğince, her iki mahkemeye ait dava dosyası temin edilerek
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiş, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığının
27.02.2012 gün ve Esas No: 2011/196 sayılı yazısı ile hüküm uyuşmazlığı ile
ilgili olarak AYİM Başsavcılığının düşüncesinin bildirilmesi talep edilmiş;
AYİM Başsavcılığının 12.03.2012 tarih ve 2012/9 sayılı düşüncesi ile
koşulları oluşmadığı belirtilmek suretiyle uyuşmazlığın giderilmesi
talebinin reddi gerektiği bildirilmiştir.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 24’üncü
maddesinin birinci fıkrasında;
“1'nci
maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle
ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve
sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki
çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm
uyuşmazlığının varlığı kabul edilir. " hükmü yer almaktadır.
Anılan
hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a)
Uyuşmazlık yaratan hükümlerin adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu,
dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her
iki kararın da kesinleşmiş olması,
d)
Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)
Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm
uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen yargı kararlarının incelenmesinden;
ortada askeri idari yargı ve idari yargı yerlerince verilen kesinleşmiş
kararlar bulunduğu; tüm kararlarda davacı Y.O. yönünden, taraflardan en az birinin
aynı olması koşulunun gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Ancak,
her iki hükmün ilişkili olduğu davaların konularına bakmak gerekirse;
Hüküm
uyuşmazlığına konu edilen Ankara 15’inci İdare Mahkemesinde açılan davanın
konusu; “YÖK’ün 01.12.2006 tarihli davacının yaptığı iki yüksek lisans
öğreniminin farklı olmadığı yönündeki genel kurul kararının iptali istemi”
dir. Askeri Yüksek idare Mahkemesinde açılan davanın konusu ise “İlave
lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin iptali istemi” dir. Belirtilen
konuların aynı olmadığı açıktır.
Belirtilen
duruma göre olayda, uyuşmazlığa konu kararların “konularının farklı
olması" koşullarının gerçekleşmemesi karşısında, uyuşmazlığa konu
edilen yargı kararları arasında hakkın yerine getirilmesini imkânsız kılan bir
çelişkinin varlığından söz etmenin de mümkün olmadığı sonuç ve kanaatine
varılmıştır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle,
1- Usul
Yönünden, 2247 sayılı Yasının 24’üncü maddesinde öngörülen koşullar
birlikte gerçekleşmediğinden,
bulunduğu iddia edilen hüküm uyuşmazlığının giderilmesine yönelik
başvurunun REDDİNE;
2-
Heyetçe hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna karar verilmesi halinde;
Yükseköğretim Yürütme Kurulunun 08.12.2010 tarihli toplantısında davacının
görmüş olduğu yüksek lisans öğrenimlerinin farklı olduğuna, aksi yöndeki
01.12.2006 tarihli kararların da iptaline karar verildiği gözetildiğinde;
hukuka aykırı olduğu anlaşılan davacıya yüksek lisans kıdemi verilmemesi
işleminin İPTALİNE;
Karar verilmesi
gerektiği düşünülmektedir.” şeklinde yazılı
düşünce vermiştir.
Danıştay Başsavcılığı’nca daha önce dosyanın esası hakkında
karar verildiğinden tekrar düşünce alınmamıştır.
Bunun
üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne yapılan başvuruya ait dilekçe Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı’na tebliğ edilmiş, taraflarca
yasal süresi içerisinde cevap verilmiş, verilen cevap dilekçelerinde
iddiaların tekrarlandığı görülmüştür.
II-ESASIN
İNCELENMESİ:
Başvuru
dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin dava
dosyaları, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, dayanılan Yasa ve
Yönetmelik kuralları, taraflarca verilen dilekçe ve ekleri ve
Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın hazırladığı rapor okunup
incelendikten; 2247 sayılı Yasa’nın 25. maddesinin verdiği yetkiye
dayanılarak sözlü açıklama için önceden belirlenen 8.4.2013 gününde,
istemde bulunan Y.O., Milli Savunma Bakanlığı vekili Av. G.M. ile Yüksek
Öğretim Kurulu Başkanlığı vekili Av. Ö.Ş.’in sözlü açıklamaları
dinlendikten ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın yazılı düşünceleri
doğrultusundaki açıklamaları da alındıktan sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Uyuşmazlık,
davacının almış olduğu yüksek lisans öğrenimlerinin ilave bir üst öğrenim
olarak kabul edilip, kıdem ve özlük haklarının tanınmasına ilişkindir.
17
Nisan 2007 tarihinde yürürlüğe giren 5621 Sayılı T.S.K. Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 ncü maddesi ile 926 sayılı Kanuna
eklenen Ek Geçici 85 nci maddenin 2 nci fıkrası ile; “Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce yüksek lisans öğrenimine başlamış veya yüksek lisans
eğitimini tamamlamış ve henüz kıdem almamış olan subaylar, bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi aylık süre içerisinde yüksek
lisans öğrenim kıdemi almak maksadıyla müracaat etmeleri halinde, bu
Kanundan önceki esaslar dahilindeki yüksek lisans kıdeminden ve birinci
fıkra hükümlerinden istifade eder.” hükmü getirilmiştir.
926
Sayılı T.S.K. Personel Kanununun, 17.4.2007 tarih ve 5621 sayılı Kanunla
değiştirilmeden önceki 36/1-d maddesinin 5 nci bendi; “Kuvvet
Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının
insan gücü temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan
dallarda, general ve amiraller hariç olmak üzere, daha önce lisansüstü
öğrenim yaptığı daldan farklı bir dalda ilave bir lisansüstü öğrenim yapan
subaylara en fazla bir yıl daha; Kıdem verilir.” hükmünü içermektedir.
2547
sayılı Yükseköğretim Kurulu Kanunu’nun 43/b maddesinde “(Değişik: 17/8/1983 - 2880/24 md.) Aynı meslek ve bilim dallarında, eğitim - öğretim
yapan üniversitelerde, eğitim - öğretim, metod, kapsam, öğretim süresi ve
yıl içindeki değerlendirme esasları bakımından eşdeğer olması ve öğrenimden
sonra kazanılan unvanların aynı ve elde edilen hakların eşdeğer sayılması
hususu Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine; öğretmen yetiştiren
birimler için belirtilen esasların tespiti Milli Eğitim Bakanlığı ile de
işbirliği yapılarak, Yükseköğretim Kurulunca düzenlenir.” hükmü yer almıştır.
Bu
çerçevede Üniversitelerarası Kurul Başkanlığının, 2.9.2004 gün ve 137
toplantı sayılı 21. karar örneğinde “Yükseköğrenim Kurulu Başkanlığından
alınan Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı
Yönetim ve Organizasyon (İnsan Kaynakları Yönetimi) bilim dalında öğrenim
gören Cem Güçer’in öğrenimini daha önce Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yönetim ve Organizasyon programında tamamladığı yüksek
lisans öğrenimi ile farklı olup olmadığı hakkındaki yazıyı inceleyen Eğitim
komisyonunun raporu görüşüldü; iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden
farklı olmadığına ilişkin komisyon raporunun kabulüne ve Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığına arzına karar verildi.” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacının 30.08.1998 tarihinde Kara Harp Okulundan mezun
olduğu; 2003 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Bilim dalında yüksek lisans
öğrenimine başladığı ve 5.7.2005 tarihinde bu programdan mezun olduğu; 2005
tarihinde yine Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme
Anabilim Dalı, İşletme Bilim Dalında ikinci yüksek lisans öğrenimine
başladığı ve 15.8.2006 tarihinde öğrenimini tamamladığı; 30.10.2006
tarihinde Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’na başvurarak, Kara Harp Okulunda
sistem mühendisliği alanında lisans öğrenimini 1998 yılında tamamladığını,
Selçuk Üniversitesinde 2005 yılında İşletme Anabilim Dalı Yönetim
Organizasyon lisansüstü eğitimini tamamladığını, 2006 yılında İşletme
Anabilim Dalı işletme lisansüstü eğitimini tamamladığını dolayısıyla,
yandal uzmanlığının ilave bir lisansüstü öğrenim olarak kabul edildiğine
dair belgenin tarafına verilmesini talep ettiği; bu talep üzerine
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 8.12.2006 gün ve 4062 sayılı yazısı ile,
dilekçesinin 1.12.2006 tarihli Yükseköğretim Genel Kurulu toplantısında
incelendiği ve 2547 sayılı Kanun’un 43/b maddesi uyarınca iki yüksek lisans
öğreniminin farklı olmadığına ilişkin alınan 12.11.2004 tarihli
Yükseköğretim Genel Kurul kararı ile Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalının
İşletme Anabilim Dalının altında yer aldığı dikkate alınarak, 2547 sayılı
Kanun’un 43/b maddesi uyarınca farklı olmadığına karar verildiğinin
davacıya bildirildiği; davacının Yüksek Öğretim Kurulunun 1.12.2006 tarihli
Genel Kurul Toplantısında alınan kararın iptali ve okuduğu iki yüksek
lisans öğreniminin birbirinden farklı olduğuna karar verilmesi istemiyle
idari yargı yerinde dava açtığı ve idare mahkemesince dava konusu işlemin
iptaline karar verildiği; davacının ilave lisans üstü öğrenim kıdemi
verilmesi için 22.9.2006 tarihinde idareye (MSB) müracaat ettiği, idarenin
iki Bilim dalının birbirinden farklı olup olmadığı konusunda Yükseköğretim
kurulundan görüş istediği, YÖK Başkanlığının 15.1.2007 gün ve 126 sayılı
cevabı yazısında iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı
olmadığının belirtildiği; bunun üzerine 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun
36/d maddesinde ve Subay Sicil Yönetmeliğinin 116/b maddesinde belirtilen
“daha önce lisansüstü öğrenim yaptığı daldan farklı bir dalda yüksek lisans
veya doktora yapmak” şartını sağlamadığından, davacıya lisansüstü öğrenim
kıdeminin verilmesinin kanunen mümkün olmadığının KKK’nın 29.1.2007 gün ve
34851 sayılı yazısı ile bildirildiği; bu yazının davacıya 6.2.2007 gün ve
130 sayılı Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı işlemi ile bildirildiği davacının bu işlemin iptali istemiyle
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açtığı ve bu davanın reddedilmesi
üzerine iki yargı kolunun verdiği kararlar arasında hüküm uyuşmazlığı
bulunduğu nedeniyle başvuruda
bulunulduğu anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim
Dalı Yönetim Organizasyon Bilim Dalında yaptığı yüksek lisans öğrenimini
5.7.2005 tarihinde tamamladığı ve yüksek lisans kıdemi aldığı; ancak konu
ile ilgili mevzuat hükümleri uyarınca, ilave lisansüstü öğrenim kıdemi
verilebilmesi için personelin yapmış olduğu ilave lisansüstü öğrenimin daha
önce yapmış olduğu lisansüstü öğreniminden farklı bir dalda olması gerektiği,
buradaki amacın da personeli farklı bir bilimsel dalda eğitime yönlendirmek
olduğu açıktır.
Diğer
yandan, Üniversitelerarası Kurulun yukarıda anılan kararında Yönetim ve
Organizasyon Bilim Dalının İşletme Anabilim Dalının alt dalı olarak kabul
edilmesi nedeniyle Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulunun 1.12.2006 tarihli
toplantısında da Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalının İşletme Anabilim
Dalının altında yer aldığı dikkate alınarak 2577 sayılı Yasa’nın 43/b
maddesi uyarınca iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığı
yönünde karar aldığı görülmektedir.
Doğan
hüküm uyuşmazlığına konu Ankara 15. İdare Mahkemesinin, Danıştay 8.
Dairesinin 20.3.2009 tarih ve E:2008/1376, K:2009/1938 sayılı kararıyla
onanmak ve vaki karar düzeltme istemi de aynı dairenin 26.4.2010 tarih ve
E:2009/5502, K:2010/2045 sayılı kararıyla reddedilmek suretiyle kesinleşen
22.11.2007 tarih ve E: 2007/601, K:2007/1573 sayılı kararının
incelenmesinde; davalı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının (YÖK) iptal
istemine konu 30.10.2006 tarihli işleminde, davacının tamamladığı Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalına bağlı
“Yönetim ve Organizasyon” ile “İşletme” bilim dallarının, İşletme Anabilim
Dalının altında yer alması hususu ile 12.11.2004 tarihli Üniversitelerarası
Kurul görüşü dikkate alınarak, her iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden
farklı olmadığının ifade edildiği, davalı YÖK tarafından emsal gösterilen
12.11.2004 tarihli Genel Kurul kararında farklı üniversitelerin İşletme
Anabilim Dalı altında yer alan Yönetim ve Organizasyon programında
öğrenimini tamamlayan bir öğrenicinin yaptığı iki yüksek lisansın
birbirinden farklı olmadığının belirtildiği, ancak dava konusu olayda aynı
üniversitenin enstitü anabilim dalının altında yer alan farklı iki bilim
dalında yapılan yüksek lisans öğreniminin söz konusu olduğu, bu durumda
alınan derslerin ve derslerin amaçlarının farklı olduğu işletme bilim dalı
ile yönetim ve organizasyon bilim dalında yapılan iki yüksek lisansın
birbirinden farklı olduğu sonucuna varılarak, dava konusu YÖK işleminin
iptali yoluna gidildiği anlaşılmıştır.Özetle, anılan iptal kararında; idari
işleme emsal ve dayanak gösterilen 12.11.2004 tarihli önceki işlemdeki
hukuki nedenle 30.10.2006 tarihli işlemdeki hukuki nedenin örtüşmediği, bir
anabilim dalı (İşletme) altında yer alan iki değişik bilim dalında (İşletme
ve Yönetim Organizasyon bilim
dalları) yapılan yüksek lisansın birbirinden farklı olduğu değerlendirmesi
yapılmış ve bu değerlendirme yapılırken de bilirkişiye başvurma, hukuki
mütalaa alma, Üniversitelerarası Kurul, Milli Eğitim Bakanlığı vb. resmi
mercilerden görüş isteme gibi yollara da başvurulmamıştır. Diğer bir
değişle, İşletme Anabilim Dalı altında yer alan “Yönetim ve Organizasyon”
bilim dalı ile “İşletme” bilim dalının, müfredat ve içerik yönünden
birbirinden tamamen farklı olduğuna dair edinilen kanaat esas alınarak
iptal kararı verilmiştir. Oysa anılan idari yargı yeri bu konuyu saptamaya
tek başına yetkili merci olmadığı gibi; bu konuda varacağı hukuki sonucu
mutlaka somut ilmi verilere dayandırması ve yetkili makamların görüşlerini
dikkate alarak objektif bir değerlendirme yapması gerekmektedir. Davanın
somutunda ise bu hukuki lazımeye riayet edilmeden hüküm tesis edildiği
görülmektedir.
Öte
yandan, hüküm uyuşmazlığına konu Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) 1.
Dairesinin 6.10.2010 tarih ve E:2007/719, K:2010/1066 sayılı “davanın
reddine” ilişkin kararında işaret edilen “…ilave lisansüstü öğrenim
kıdeminden yararlanabilmek için en temel koşul, ilave lisansüstü öğrenimin
ilkinden farklı bir dalda yapılmış olması gereğidir. Dava konusu işlem
tesis edilmeden önce idare tarafından sorulması üzerine; YÖK Başkanlığının
15.1.2007 tarihli cevabı yazısında, davacının görmüş olduğu iki yüksek
lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığına karar verildiği
bildirilmiştir… İki yüksek lisans programının birbirinden farklı olup
olmadığına karar verilirken esas alınacak ölçüt, programların ya da alınan
derslerin isimleri değildir. Çünkü, içeriği benzer olan kimi yüksek lisans
programları farklı adlarla açılabildiği gibi, farlı isimlerdeki programlar
kısmen de olsa ortak içeriğe sahip olabilmekte veya ilgili oldukları alan
kısmen de olsa kesişebilmekte ya da iki program birbiri ile ilişkili
olabilmektedir… 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun
36/1-d maddesinde belirtilen “farlı dal” kavramı, aynı yasal düzenlemede
belirtilen ve idare tarafından takip edilen kamu yararı amacı gözetilerek
YÖK Başkanlığı tarafından önceden istikrarlı bir şekilde belirtildiği yönde
ve Yönetim Organizasyon Bilim ile İşletme Bilim Dallarının farklı bilim
dalları olmadığı yönünde bir sonuca varılmıştır. Dolayısıyla; daha önce
lisansüstü öğrenim gördüğü daldan farklı bir dalda yüksek lisans yapmış
olma koşulunu sağlayamayan davacı hakkında bağlı yetki ile tesis edilen
ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminde hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır...” şeklindeki gerekçesinin
incelenmesinde de; AYİM 1. Dairesinin YÖK’ün “Yönetim Organizasyon” ve
“İşletme” yüksek lisans bilim dallarının birbirinden farklı olmadığı (aynı
mahiyette olduğu) yolundaki önceki istikrarlı görüşünün red kararı
tesisinde etken olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda
izah edildiği üzere, AYİM 1. Dairesi kararının YÖK Başkanlığının önceki
istikrarlı görüşüne dayalı olması, Ankara 15. İdare Mahkemesi kararının ise
ilmi ve objektif verilere ya da bilirkişi mütalaasına dayanmayan salt bir
hukuki değerlendirmeyle verilmiş olması olgusu birlikte
değerlendirildiğinde; Ankara 15. İdare Mahkemesi kararının usul ve kanuna
uyarlı düşmediği, YÖK Genel Kurulunun 8.12.2010 tarihli ve 1.12.2006
tarihli kararının iptaline dair kararın ise Danıştay 8. Dairesinin
kesinleşen ilamının infazına yönelik bir uygulama işlemi mahiyetinde bulunması
itibariyle varılan bu sonucu değiştirir bir yönünün olmadığı, dolayısıyla
doğan hüküm uyuşmazlığında AYİM 1. Dairesinin usul ve hukuka uygun olan
kararının esas alınması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, aynı anabilim dalının altında yer alan bilim dallarında yapılan
yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığı yönünde tesis edilen
Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı işlemini iptal eden Ankara 15. İdare
Mahkemesinin 22.11.2007 gün ve E:2007/601, K:2007/1573 sayılı kararının
kaldırılması, hukuk ve usule uygun bulunan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Birinci Dairesinin 6.10.2010 gün ve Gensek no:2007/1774, E:2007/719
K:2010/1066 sayılı kararının kabulü ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının
giderilmesi gerekmiştir.
KARAR: 1- Aynı anabilim dalının altında yer alan bilim
dallarında yapılan yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığı
yönünde tesis edilen Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı işlemini iptal eden Ankara
15. İdare Mahkemesinin 22.11.2007 gün ve E:2007/601, K:2007/1573 sayılı
kararının kaldırılmasına, 2- Hukuk ve usule uygun
bulunan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin 6.10.2010 gün ve
Gensek no:2007/1774, E:2007/719 K:2010/1066 sayılı kararının kabulü ve bu
suretle HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/2
KARAR NO: 2013/469
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Maden ruhsatı davacı şirket uhdesinde olan kÖ.
madeni sahasında, işletmeci
tarafından işletilen kÖ. ocağı işletmesi ile ilgili olarak, 4857 sayılı
İş Kanunu'nun 79.maddesine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa
Bölge Müdürlüğü tarafından oluşturulan komisyon tarafından tesis edilen
kararın iptali istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
B. Madencilik Turizm ve Ticaret AŞ.
Vekili : Av. Y.D., Av. Y.K., Av. M.U., Av. C.Ç.
Davalı :
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü
Vekili : Av. S.Ç.Ş. (Adli Yargıda)
O L A Y
: Davacı vekili özetle; Maden ruhsat hukuku davacı şirketin uhdesinde
bulunan ve işletmeci Fahrettin Şolpan tarafından işletilen Bursa İli,
Mustafa Kemalpaşa İlçesi, Devecikonağı Beldesinde faaliyet gösteren kÖ.
ocağı işletmesinin, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 79. maddesine göre Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından oluşturulan ve
08.02.2010 tarihinde toplanan komisyon tarafından tesis edilen 08.02.2010
tarihli ve "yeraltı ocağının SÜRESİZ KAPATILMASINA" ilişkin
kararının, maddi gerçeklere ve hukuka aykırı olduğundan bahisle, söz konusu
kararın ortadan kaldırılması ve bu karara ilişkin ön yazıda belirtilen
işyerinin kapatılması sebebiyle işsiz kalan işçilere ücretlerinin ödenmesi
veya ücretlerinde bir düşüklük olmamak kaydıyla meslek ve durumlarına göre
uygun bir iş verilmesi yönündeki istemin iptaline karar verilmesi istemiyle
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Mustafakemalpaşa
Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla); 19.10.2010 gün,
E:2005/401, K:2010/631 sayı ile özetle, davanın esastan reddine karar vermiş
olup, yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 14.06.2011
gün, E:2011/26290, K:2011/17875 sayı ile özetle, davaya konu Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığınca teşekkül ettirilen komisyon kararının idari
işlem niteliğinde olduğunu, idare işleminin iptaline yönelik olan davanın
idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, dava dilekçesinin
yargı yolu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken esastan reddine
karar verilmesinin hatalı olduğunu belirterek, temyiz olunan kararda hüküm
kısmının 1.bendinin çıkartılarak yerine ‘’1.Dava dilekçesinin yargı yolu
yanlışlığı nedeniyle reddine’’ yazılmasına ve hükmün bu şekilde
düzeltilerek onanmasına karar verilmiş ve görevsizlik kararı bu şekilde
kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez, 4857 sayılı İş Kanununun 79.maddesine göre teşekkül
ettirilen ve 08.02.2010 tarihinde toplanan komisyon tarafından tesis edilen
08.02.2010 tarihli süresiz kapatma kararının iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
Bursa 2. İdare Mahkemesi; 23.11.2011 gün, E:2011/1167
sayı ile özetle, her ne kadar Yargıtay 9. Hukuk Dairesi dava konusu edilen
komisyon kararının idari işlem olduğu gerekçesiyle Mustafakemalpaşa Asliye
Hukuk Mahkemesi kararını düzelterek onamış ise de, 4857 sayılı Yasanın
79.maddesinde bu madde kapsamında alınacak kapatma kararlarına karşı iş
mahkemelerinde dava açılacağının belirtilmesi karşısında, davanın görüm ve
çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olduğundan bahisle,2247 sayılı
Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri
arasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü
tarafından oluşturulan ve 08.02.2010 tarihinde toplanan komisyon tarafından
tesis edilen 08.02.2010 tarihli " B. Madencilik Turizm Ticaret AŞ.
Linyit İşletmesi ünvanlı işyerinin yeraltı ocağının süresiz kapatılmasına
’’ ilişkin kararın iptali istemi bakımından 2247 sayılı yasa’nın
19.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari
yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı
dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Bursa İli, Mustafakemalpaşa İlçesi, Devecikonağı Beldesi’nde bulunan ve
maden ruhsatı davacı şirket uhdesinde olan kÖ. madeni sahasında, işletmeci
Fahrettin Şolpan tarafından işletilen kÖ. ocağı işletmesi ile ilgili olarak,
4857 sayılı İş Kanunu'nun 79.maddesine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından oluşturulan ve 08.02.2010
tarihinde toplanan komisyon tarafından tesis edilen 08.02.2010 tarihli
kararın iptali istemiyle açılmıştır.
Dosya
kapsamında yapılan incelemede;Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş
Müfettişlerince, davacı şirkette yapılan denetim sonucunda düzenlenen
08.02.2010 günlü komisyon kararında ‘…4857 sayılı İş Kanunu’nun 79.maddesi
hükmü uyarınca noksan hususların tamamının giderilmesi ve işçiler için
herhangi bir hayati tehlike oluşturmayacak güvenli çalışma ortamının
sağlanmasına kadar B. Madencilik Turizm Ticaret AŞ. Linyit İşletmesi
ünvanlı işyerinin yer altı ocağının süresiz kapatılmasına’ karar verildiği,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Müdürlüğü’nün 09.02.2010
günlü yazısıyla komisyon kararının davacı şirkete gönderildiği, aynı yazıda
ayrıca ‘’ 4857 sayılı İş Kanununun 79.maddesinin son fıkrası hükmünce
işyerinin kapatılması sebebiyle işsiz kalan işçilerin ücretlerinin ödenmesi
veya ücretlerinde bir düşüklük olmamak kaydıyla meslek veya durumlarına
göre uygun bir iş verilmesi gerektiği ‘’ hususunun belirtildiği
anlaşılmıştır.
4857
sayılı İş Kanunu’nun ‘’İşin
Durdurulması veya İşyerinin Kapatılması’’ başlıklı 79.maddesinde; ‘’ Bir
işyerinin tesis ve tertiplerinde, çalışma yöntem ve şekillerinde, makine ve
cihazlarında işçilerin yaşamı için tehlikeli olan bir husus tespit
edilirse, bu tehlike giderilinceye kadar işyerlerini iş sağlığı ve
güvenliği bakımından denetlemeye yetkili iki müfettiş, bir işçi ve bir
işveren temsilcisi ile Bölge Müdüründen oluşan beş kişilik bir komisyon
kararıyla, tehlikenin niteliğine göre iş tamamen veya kısmen durdurulur
veya işyeri kapatılır. Komisyona kıdemli iş müfettişi başkanlık eder.
Komisyonun çalışmaları ile ilgili sekretarya işleri bölge müdürlüğü
tarafından yürütülür.
Askeri
işyerleri ile yurt emniyeti için gerekli maddeler üretilen işyerlerindeki
komisyonun yapısı, çalışma şekil ve esasları Milli Savunma Bakanlığı ile
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca birlikte hazırlanacak bir yönetmelikle
belirtilir.
Bu
maddeye göre verilecek durdurma veya kapatma kararına karşı işverenin yerel
iş mahkemesinde altı iş günü içinde itiraz etmek yetkisi vardır. ‘’ hükmü
yer almaktadır.
Olayda,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişlerince, davacı şirkette
denetim yapılmış ve denetim sonucunda düzenlenen 08.02.2010 günlü komisyon
kararında 4857 sayılı Kanunun 79.maddesi uyarınca işyerinin yeraltı
ocağının süresiz olarak kapatılmasına karar verilmiş olup, davacı
tarafından bu kararın iptali istenilmekle birlikte, Kanunun 79.maddesinin
3.fıkrasında açıkça, bu maddeye göre verilecek
durdurma veya kapatma kararına karşı iş mahkemesinde itiraz etme yetkisinin
bulunduğu belirtilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde
adli yargı yeri görevli olmakla, Bursa 2. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun
kabulü gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bursa 2. İdare
Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/125
KARAR NO: 2013/470
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacı Bankanın kredi
borçluları hakkında, söz konusu kredi borçlarının ödenmemesi üzerine İcra
Müdürlüklerince yürütülen icra takipleri sonucu, ödenen harçların tahsiline
ilişkin idari işlemin iptali ile söz konusu tutarın taraflarına iadesine
karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.
Vekili
: Av.G.K.
Davalı
: Sakarya Defterdarlığı
O L A Y
: T. Vakıflar Bankası T.A.O vekili, dava dilekçesinde, müvekkili banka tarafından
kullandırılan kredilerin dönüşümüne ilişkin, borçlular aleyhine Sakarya 2.,
5 ve 6. İcra Müdürlüklerinin çeşitli dosyalarında başlatılan ilamsız icra
takipleri ile ilgili olarak toplam 3.196,50TL tahsil, başvuru ve vekalet
harcı ödediklerini; icra takibinin “kredinin geri dönüşüne ilişkin”
olduğuna dair İcra Müdürlüğü belgesi Bakanlık görüşleri ve Harçlar Kanunu
İç Genelgeleri karşısında müvekkili bankanın harçlardan muaf olduğunun
açıkça belli olması nedeni ile İcra Müdürlükleri tarafından bankadan tahsil
edilen harçların fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla iade
edilmesi istemiyle Sakarya Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne
başvurduklarını, ancak Sakarya Valiliği Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğünce
icra dairesi tarafından tahsil edilen harcın iade talebinin işlemi
gerçekleştiren kurum, yani icra dairesi tarafından istenmesi gerektiğinden
bahisle, bu başvurunun reddedildiğini ileri sürerek, müvekkili banka
tarafından kullandırılan kredilerin dönüşümüne ilişkin açılan, muhtelif
icra takiplerinde ihtirazi kayıtla ödenen harçların iadesine dair taleplerinin
Sakarya Valiliği Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğünce reddine dair kararın
iptali ile ödemiş oldukları toplam 3.196,50TL’lik tahsil, başvuru ve
vekalet harçlarının müvekkili bankaya faiziyle birlikte iadesi istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
Sakarya Defterdarlığının birinci savunma dilekçesinde; davacı tarafından,
icra dairelerine ödedikleri harçların kanuna aykırı olduğunun düşünülmesi
halinde süresi içinde İcra Hukuk Mahkemesinde şikayet yoluna başvurulması
gerekmekte iken, İcra Müdürlüğünün işlemine karşı, işlemi yapan kurumun
dışındaki bir kurum aleyhine bu davanın açılmasının mesnedinin bulunmadığı,
bu bakımdan davanın öncelikle görevsizlik nedeniyle reddedilmesi gerektiği
öne sürülmüştür.
SAKARYA VERGİ MAHKEMESİ: 6.7.2011 gün ve E:2011/249 sayı
ile, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re’sen ve tek yanlı
irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni
durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak
bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi
bulunduğu, dava dosyanın incelenmesinden, davacı bankaca yapılan icra
takipleri esnasında ödenen harçların iadesi istemiyle davalı idareye başvurulduğu,
davalı idarece başvurunun reddine ilişkin tesis edilen 18.03.2011 tarih ve
B.07.4.DEF.0.54.05-II/436 nolu işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava
konusu işlemin 2576 sayılı Kanunun 6.maddesinde sayılan harçlara ilişkin
olduğu anlaşıldığından, davanın görüm ve çözümünün Vergi Mahkemelerine ait
olduğu gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı idare tarafından süresi içinde verilen dilekçe
ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine
dilekçe, dava dosyasının onaylı bir örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 492 sayılı Harçlar
Kanunun 123.; İcra ve İflas Kanunu’nun 16. ve 14. maddelerine yer vererek,
uyuşmazlığa neden olan işlemin, davacı bankadan tahsil harcı alınması
işlemi olduğu, ve bu işlemin İcra Müdürlüğü tarafından tesis edildiği,
dolayısıyla söz konusu harcın tahsiline ilişkin işlemin kanununa aykırı
olduğu ileri sürülerek şikayet başvurusu ile İcra Mahkemesinin, söz konusu
icra dosyası üzerinde inceleme yaparak İcra Müdürlüğünün işleminin kanununa
uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği adli yargılamanın bir
parçasını oluşturan uyuşmazlığın adli yargı içinde çözümlenmesi gerektiği,
aksi halde başvurma harcı, karar harcı gibi yargılama sırasında alınan
harçlara ilişkin olarak adli mahkemelerce verilen kararların da yasaya
uygun olup olmadığı hususunda denetimin vergi mahkemelerince yapılacağı
seklinde bir durumun ortaya çıkacağı, nihayet, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümünün 3.5.2010 gün, 2009/117 E, 2010/99 K sayılı emsal kararında da
özetle; davacı banka tarafından kullandırılan kredinin ödenmemesi
nedeniyle, teminata alınan taşınmazın icra yoluyla satın alınması üzerine,
icra dairesi aracılığı ile ödenen tahsil harcının tahsiline ilişkin işlemin
iptali ile harç tutarının iadesi istemiyle açılan davanın adli yargı
yerinde çözümlenmesinin gerektiğine karar verildiği gerekçesiyle, 2247
sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı
düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun
16'ncı maddesinde, Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar
müstesna olmak üzere, icra ve iflas dairelerinin yaptığı muameleler
hakkında, kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından
dolayı tetkik merciine şikayet olunabileceği kuralı yer almış ise de; bu
kuralın, ilgili memurların İcra ve İflas Kanununun uygulanması çerçevesinde
gerçekleştirdikleri işlemlerin icra tetkik merciince denetlenmesinin
sağlanmasına yönelik olduğu, buna karşılık, Harçlar Kanununun harcın
ödenmesinden sorumlu kıldığı icra dairesi memurları tarafından icra
harçlarının tahsili, Hazine adına, sorumlu sıfatıyla ve Harçlar Kanunun
uygulanması suretiyle gerçekleştirildiğinden, geniş anlamda bir
vergilendirme işlemi niteliğindeki söz konusu faaliyetin, İcra ve İflas
Kanununun uygulanması olarak değerlendirilerek bu Kanun kapsamında şikayet
müessesine konu edilmesine olanak bulunmadığı, kaldı ki, icra memurlarının
görevlerini İcra ve İflas Kanununa uygun yapmalarının sağlanması amacıyla
getirildiği açık olan bu hükmün, yargılama usulüne ilişkin yasalardaki
görev kurallarını değiştirdiğinin kabulünün de mümkün olmadığı, nitekim,
benzer uyuşmazlıklar hakkında verilen Danıştay Dokuzuncu Dairesinin
E:2008/4231, K:2010/1340 ve E:2008/4640, K:2010/5499 sayılı kararlarıyla,
davaları görev yönünden reddeden vergi mahkemesi kararlarının bozulmuş
bulunduğu, bu nedenle, 2247 sayılı Kanunun 13'üncü maddesi uyarınca yapılan
başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa’nın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi
ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay
Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı bankanın kredi dönüşümüne ilişkin olarak
çeşitli icra takiplerinde ihtirazi kayıtla ödenen harçların iade edilmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin kararın iptali ile ödenmiş
olan harçların faiziyle birlikte iadesi istemiyle açılmıştır.
Harç;
Kanunda yazılı belirli mercilerin, kanuna dayanarak yaptıkları belirli
işlemler için, ilgililerin yine kanunda yazılı tarifelere göre yerine
getirmek zorunda bulundukları mali bir yükümlülüktür.
17.7.1964
tarih ve 11756 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2.7.1964
tarih, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun gerekçesinde harçların; mahiyetleri
bakımından teorik olarak kamu alacağı kategorisini teşkil ettikleri
belirtildikten sonra harcı doğuran olayın, yapılan bir kamu hizmeti
olduğuna işaret edilmiş; ancak, bir
hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişinin bir kamu müessesinden
faydalanması, kişiye kamu eliyle özel bir yarar sağlanması, kamu idaresinin
kişinin bir işiyle uğraşması yani ferde bir hizmet vermesinin
gerektiği; bu esaslara göre harcın,
kişilerin özel menfaatlerine ilişkin olarak kamu müesseseleri ve
hizmetlerinden faydalanmaları karşılığında yaptıkları ödemeler olduğu ifade
edilmiştir
Dava
konusu icra harçları öğretide;
Devletin, icra hukukundaki faaliyetine karşılık aldığı para olarak
tanımlanmış; İcra ve İflas Harçları 492 Sayılı Harçlar Kanununun birinci
kısmında, yargı harçları bölümünde, 2-37.maddelerde düzenlenmiş; 19.6.1932
tarih ve 2128 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2004 Sayılı İcra ve İflas
Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasında; “İcra ve iflas harçlarını
kanun tayin eder. Kanunda hilafı yazılı değilse, bütün harç ve masraflar
borçluya ait olup neticede ayrıca hüküm ve takibe hacet kalmaksızın tahsil
oluN..” denilmiştir.
492
sayılı yasaya bağlı (1) sayılı tarifenin yargı harçları kısmının (B/1) bölümünde
düzenlenmiş bulunan “İcra harçları”; icra takibi sırasında ve takibin
niteliğine göre başvurma harcı, peşin harç, icra tahsil harcı ve yerine
getirme harcı olarak düzenlenmiştir.
Aynı Yasanın, "Nispi Harçlarda Ödeme Zamanı" başlığını
taşıyan 28. Maddesinde; "(1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar
aşağıdaki zamanlarda ödenir. (…) b) İcra Tahsil Harcı, İcra takiplerinde
Tahsil Harcı alacağın ödenmesi sırasında, ödeme yapılmayan hallerde harç
alacağının doğması tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenir./ Harç alacağı
icranın yerine getirilmesiyle doğar. Konunun değeri üzerinden alınacak
İflas Harçlarında da bu bent hükümleri uygulanır.” denilmiş; 29.maddesinde
ise, peşin harçların, takip sonunda alınacak asıl harca mahsup olunacağı
belirtilmiştir.
Bir kamu
hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve
bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de, kanunda yer
almasına bağlıdır. Nitekim T.C. Anayasası’nın 73.maddesinde; "Vergi,
resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir
veya kaldırılır." hükmünü içermektedir.
Medeni
Usul Hukukunda olduğu gibi, İcra Hukukunda da harç ve giderlerin sonuçta
haksız çıkan tarafa yükletildiği; bununla birlikte, bu işlemlerin hiçbir
vakit kendiliğinden oluşmadığı; harç konusu işlemin yapılmasını isteyen
veya tutumu, davranışı ile böyle bir işleme yol açan bir ilgilinin
varlığının, yani görevli merciin yapacağı işlemle gerçek veya tüzel kişi
arasında bağlantı bulunmasının şart olduğu açıktır.
Bu
açıklamalardan sonra, uyuşmazlık
konusu incelendiğinde:
492 sayılı Harçlar
Kanununun “Özel Kanunlardaki
Hükümler” başlığını taşıyan 123. maddesinde; “… (Değişik:20/3/1981-2430/3
md.)
Özel kanunlarla
harçtan muaf tutulan kişilerle, istisna edilen işlemlerden harç alınmaz.
Ancak, İş Kanununa
tabi işçilerin ve çırakların iş mahkemelerindeki dava ve bu mahkemelerden
almış oldukları ilamların takiplerinde harçtan muafiyet gündelikleri veya
aylık ücretleri 16 yaşını doldurmuş işçiler için belirlenen asgari ücreti
geçmeyen işçiler ve çıraklar hakkında uygulanır.
(Ek
fıkra: 20/6/2001 – 4684/23 md.; Değişik: 25/12/2003 – 5035/31 md.) Anonim, eshamlı komandit ve limited şirketlerin
kuruluş, sermaye artırımı, birleşme, devir, bölünme ve nev'i değişiklikleri
nedeniyle yapılacak işlemler ile Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet
Kooperatifleri (Bu kooperatifler ile Kredi Garanti Fonu İşletme ve
Araştırma Anonim Şirketi tarafından bankalardan kullandırılacak krediler
için verilecek kefaletler dahil) bankalar, yurt dışı kredi kuruluşları ve
uluslararası kurumlarca kullandırılacak kredilere, bunların teminatlarına
ve geri ödenmelerine ilişkin işlemler (yargı harçları hariç) bu Kanunda
yazılı harçlardan müstesnadır.
(Ek
fıkra:13/2/2011-6111/84 md.) Menkul, gayrimenkul ve maddi olmayan
varlıkların, varlık kiralama şirketine devri ile bunların varlık kiralama
şirketince devralınan kuruma devri ve bu devirlere bağlı olarak yapılan
ipotek işlemleri bu Kanunda yazılı harçlardan müstesnadır.
(Ek.
Fıkra:23/7/2010-6009/19 md.) Bu maddede veya diğer kanunlarda yer alan
harçtan muafiyete ilişkin hükümler, bu Kanunun
(1) sayılı Tarifesinin “(A) Mahkeme Harçları” bölümünün (V) numaralı
fıkrasındaki “keşif harcı” ve (1) sayılı Tarifesinin “B) İcra ve iflas
harçları” bölümünün (lll) numaralı fıkrasındaki “haciz, teslim ve satış
harcı” bakımından uygulanmaz…” hükmüne yer verilmiştir.
Öte yandan, 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun “Şikayet ve Şartlar” başlıklı 16.
maddesinde; “(Değişik madde: 03/07/1940 - 3890/1 md.) Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna
olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna
muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra
mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği
tarihten yedi gün içinde yapılır.
Bir hakkın yerine getirilmemesinden
veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet
olunabilir.”;
“Şikayet
üzerine yapılacak muameleler”
başlıklı 17. maddesinde “Şikayet tetkik merciince, kabul edilirse şikayet
olunan muamele ya bozulur, yahut düzeltilir.
Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği
işlerin icrası emroluN..”;
“Yargılama
usulleri” başlıklı 18. maddesinde “İcra Mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu
işlerde basit yargılama usulü uygulanır.”
Şu kadar
ki, talep ve cevaplar dilekçe ile olabileceği gibi tetkik merciine ifade
zaptettirmek suretiyle de olur.
(Değişik üçüncü fıkra:
17/7/2003-4949/4 md.) Aksine hüküm bulunmayan hâllerde tetkik
mercii, şikâyet konusu işlemi yapan icra dairesinin açıklama yapmasına ve
duruşma yapılmasına gerek olup olmadığını takdir eder;
duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda
duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir. Duruşma yapılmayan
işlerde tetkik mercii, işin kendisine geldiği tarihten itibaren en geç on
gün içinde kararını verir. Duruşmalar, ancak zorunluluk hâlinde ve otuz
günü geçmemek üzere ertelenebilir.”;
“İcra
Mahkemesi” başlıklı 4. maddesinde de,
“(Değişik: 3/7/1940 - 3890/1
md.)
(Değişik birinci fıkra:
17/7/2003-4949/1 md.) İcra ve iflâs
dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikâyetlerle itirazların
incelenmesi icra mahkemesi hâkimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine
verilmiş olan hâkim tarafından yapılır. İş durumunun gerekli kıldığı
yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet
Bakanlığınca icra mahkemesinin birden fazla dairesi kurulabilir. Bu durumda
icra mahkemesi daireleri numaralandırılır. İcra mahkemesinin birden fazla
dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna ilişkin esaslar, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra mahkemesi hâkimi, kendisine
Adlî Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca dönüşümlü olarak bağlanan icra ve
iflâs dairelerinin muamelelerine yönelik şikâyetleri ve itirazları inceler,
bu dairelerin gözetim ve denetimlerini yapar, idarî işlerine bakar.
İcra
yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet
ve itirazların icra mahkemesi o mahkemenin hakimidir.” denilmiştir.
Olayda, davacı Bankanın kredi borçluları hakkında, söz konusu kredi
borçlarının ödenmemesi üzerine İcra Müdürlüklerince yürütülen icra
takipleri sonucu, ödenen harçların tahsiline ilişkin idari işlemin iptali
ile söz konusu tutarın taraflarına iadesine karar verilmesi istemiyle dava
açtığı anlaşılmıştır.
Bu durumda; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun “Kanunun Şümulü” başlıklı 1. maddesinde,
bu kanun hükümlerinin ikinci maddede yazılı olanlar dışında, genel bütçeye
giren vergi, resim ve harçlar ile il özel idarelerine ve belediyelere ait
vergi, resim ve harçlar hakkında uygulanacağı belirtilmiş, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında
Kanunun "Vergi Mahkemelerinin Görevleri" başlıklı 6. maddesinde,
Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere
ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve
cezaları ile tarifelere ilişkin davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına
ilişkin davaları ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükmüne
yer verilmiş ise de; İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takip sonucu harç
alınması işleminin, kanuna aykırılığı iddiasının şikayet yolu ile İcra
Mahkemesinde çözümleneceği;
Mahkemenin incelemeyi, söz
konusu icra dosyası üzerinde yaparak, anılan işlemin Kanuna uygun olup
olmadığı hususunda karar vereceği kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir
parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın, İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir
işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde, bu işlemin yasaya uygun olup
olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin gerektiği sonucuna
varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde
adli yargı yeri görevli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun kabulü ile Vergi
Mahkemesi’nin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nca 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre yapılan
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Sakarya Vergi Mahkemesi’nin 6.7.2011 gün ve
E:2011/249 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/131
KARAR NO: 2013/471
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Eczacı olan davacının, muvazaalı olarak eczane
işlettiğinden bahisle Türk Eczacıları Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu
arasında imzalanan "Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk
Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol"ün
6.3.21. maddesindeki kural uyarınca Kurumla olan sözleşmesinin feshine
ilişkin işlemin ve bu işlemin dayanağı olan protokolün maddesinin iptali
istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A.B.S.
Davalılar : 1-Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili :
Av. M.A.
2-Türk Eczacıları Birliği
Vekili :
Av.G.P.
3-Sağlık Bakanlığı
O L A Y : Eczacı
olan davacının, muvazaalı olarak eczane işlettiğinden bahisle Türk Eczacıları
Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19.1.2009 tarihinde imzalanan
"Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği
Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol"ün 6.3.21.
maddesindeki "Muvazaalı olarak eczane işlettiği tespit edilen eczacı
ile sözleşme yapılmaz. Sözleşme yapılmış ise feshedilir ve bir daha
sözleşme yapılmaz." kuralı
uyarınca Kurumla olan sözleşmesinin feshine ilişkin 9.7.2009 tarih,
…/9017002 sayılı işlemin ve bu işlemin dayanağı olan sözü edilen protokolün
6.3.21. maddesinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
Davalı idarelerden Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
vekilince, davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargıya ait olduğu öne
sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ: 13.5.2011 gün ve E:2010/3652
sayı ile, kamu tüzelkişiliğini haiz ve genel sağlık sigortalısı ve bakmakla
yükümlü olduğu kişilerin ilaç ve diğer sağlık hizmetlerini karşılamakla
yükümlü olan Sosyal Güvenlik Kurumu ile kamu kurumu niteliğinde meslek
kuruluşu olan Türk Eczacılar Birliğinin ilaç teminine ilişkin usul ve
esasları birlikte belirledikleri protokolün düzenleyici işlem olduğu; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında bulunan genel sağlık sigortalısı ve
bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ilaçlarının temini ihale usullerine tabi
tutulmamış olsa da; dava konusu uygulama işleminde, davacı ile davalı Kurum
arasında herhangi bir süre şartı getirilmeksizin, bir başka ifade ile
davacıyla süresiz olarak sözleşme yapılmaması şeklinde ifade edilen
yaptırımın, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nda idareye tanınan bir yetki
olan "ihaleden yasaklama" yaptırımına benzer bir nitelik
taşıdığı, bu haliyle uygulama işleminin kamu gücüne dayalı olarak tesis
edildiğinin görüldüğü; bu durumda,
protokolün 6.3.21. maddesinin ve bu maddeye dayanılarak tesis edilen
işlemin iptali istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünün, idari
yargının görev alanında bulunduğu gerekçesiyle; davalı Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığının görev itirazının reddine, idari yargının görevli
olduğuna karar vermiştir.
Davalı idarelerden Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe dava dosyasının
onaylı örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dosyanın
incelenmesinden, Siirt ili Kurtalan ilçesinde bazı eczaneler ve sağlık
kuruluşlarında çalışan doktorlar arasında işbirliği ile sahte reçete
düzenlenmesi ve bu reçetelerin anlaşmalı kurum olan SGK'ya fatura edilmesi
şeklinde ortaya çıkan sahtecilik ve kamu kurumunun dolandırılması iddiası
ile yapılan soruşturma sonucunda, bu eylemlere karıştığı iddia edilen Yaşam
Eczanesinin eczacısı olan davacının gerçekte bu eczane ile ilgisi olmadığı
halde diplomasının Halil Petek isimli kişiye kullandırdığının, böylece muvazaalı
eczane çalıştırdığının tespit edilmesi nedeniyle, Türk Eczacılar Birliği ve
Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19/01/2009 tarihinde imzalanan "Sosyal
Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi
Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol uyarınca ekindeki Tip
sözleşmeyi imzalayarak SGK ile anlaşma yapan Yaşam Eczanesinin sözleşmesi
bu sözleşmeye ek anılan protokolün 6.3.21. maddesi uyarınca süresiz olarak
feshedildiği ve davanın konusunun da sözleşmenin feshine ilişkin idare
işleminin ve fesih işlemine dayanak gösterilen sözleşme eki protokol
maddesinin iptaline ilişkin olduğunun anlaşıldığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı "
başlıklı 2.maddesinin değişik (1/c) bendinde, "Tahkim yolu öngörülen
imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden
birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı
taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın idari davalar
arasında sayıldığı; 6197 sayılı
Eczacılar ve Eczaneler Hakkındaki Kanun'un 1. maddesinde eczacılık mesleği
ve faaliyetinin " Eczacılık; eczane, ecza deposu, ecza dolabı,
galenik, tıbbi ve ispençiyari mevat ve müstahzarat laboratuvarı veya
imalathanesi gibi müesseseler açmak ve işletmek veya tıbbi ve ispençiyari
müstahzarat ihzar veya imal etmek veyahut bu kabil resmi veya hususi
müesseselerde mesul müdürlük yapmaktır." şeklinde tarif edildiği,
kanunun 15. maddesindeki "Serbest eczane bulunmayan yerlerde bu
kanunla gösterilen umumi hükümlere tevfikan mesul müdür bulundurmak
şartiyle belediye veya özel idareler eczane açabilirler" hükmü ile
birlikte değerlendirildiğinde eczahane işyeri açma ve işletme faaliyetinin
özel yasasında belirlenen kurallara tabi, ancak Belediye ve Kaymakamlıklardan
izin ve ruhsat şartına tabi bir serbest meslek faaliyeti olduğu; davanın çözümünün, feshedilen sözleşmenin
idari sözleşme mi yoksa özel nitelikte bir sözleşme mi olduğunun tespitini
gerektirdiği; idari sözleşmelerin, konusu bir kamu hizmetinin yürütülmesine
ilişkin bulunan ve hüküm ve koşulları itibariyle idareye üstün hak ve
yetkiler tanıyan; dolayısıyla idarenin kamu gücüne dayalı, resen ve tek
yanlı hareket edebilme yetkilerini içeren sözleşmeler olduğu; bu nitelikte
olmayan diğer sözleşmelerin ise, genelde özel hukuk alanında özel hukuk
kurallarına göre düzenlendiği; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunun 68. maddesinin 7. fıkrası "Değişik fıkra:
25106/2009-5917 S.K.l40.mad) Katılım paylarını, gelir veya aylık alan
kişilerin gelir veya aylıklarından, çalışanların ücret veya maaşlarından
mahsup edilmek suretiyle veya eczaneler ile diğer kurum ve kuruluşlar
aracılığı ile tahsile ve katılım paylarının ödenme usulünü belirlemeye
Kurum yetkilidir. Sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularına, tahsil ettikleri
katılım payı düşüldükten sonra kalan tutar ödenir." hükmüne göre,
davalı kurumunun ilaçların alımı konusunda eczacılar ile protokol
yapabileceğinin belirlendiği; 5510
sayılı yasanın 101. maddesine göre de, Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan
hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan
uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüldüğü; serbest meslek erbabı olan eczacının
mesleğini icra edebilmesi için davalı idare ile sözleşme imzalaması gibi
bir zorunluluk bulunmadığı; ancak davalı SGK sigortalılarına ücretini daha
sonra davalı kurumdan tahsil etmek şartı ile ilaç satışına aracılık etmesi
için eczanelerin bağlı olduğu meslek örgütü olan Türk Eczacılar Birliği ile
davalı SGK arasında yapılmış olan ve ekinde Tip sözleşmeyi içeren protokol
kurallarına ve sözleşme hükümlerine uymayı kendi rızaları ile kurumla
karşılıklı sözleşme imzalayarak kabul edebilecekleri; dosyaya getirtilip
incelen 19/01/2009 tarihinde imzalanan "Sosyal Güvenlik Kurumu
Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç
Teminine İlişkin Protokol'ün ve sözleşmenin ise, taraflara karşılıklı
olarak çeşitli hak ve yükümlülükler getirdiği ve özel hukuk hükümlerine
tabi olduğu, davalı kurum tarafından hazırlanmış bir imtiyaz sözleşmesi
niteliğinde bulunmadığının anlaşıldığı;
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 04/05/2009 günlü ve 2008/104 E,
2009/103 K numaralı emsal sayılabilecek kararına göre de, İdare ile eczane
arasında, indirimli ilaç satışına ilişkin sözleşme uyarınca verilen
ilaçların bedelinin ödenmesi istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde
görülmesi gerektiğine karar verilmiş olduğu; Danıştay 10. Dairesinin 11/04/2005 günlü
ve 2004/12712 E, 2005/1612 K sayılı kararı ile de, eczaneler ile kamu kurum
ve kuruluşları arasında özel hukuk hükümleri çerçevesinde yapılan anlaşmaların
uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde adli yargı
yerinin görevli olduğu kararına varılmış bulunduğu; yukarıda açıklanan
nedenlerle, uyuşmazlığa konu sözleşmenin feshinin iptali işlemi ile fesih
işlemine dayanak olan eki protokol maddesinin iptaline dair istemin taraflar
arasında serbest iradeleri ile yapılan bir sözleşmenin uygulanması
aşamasında ortaya çıkan bir sorun olduğu ve özel hukuk hükümlerine göre
adli yargı yerinde görüm ve çözümü gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle;
2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı
düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uyuşmazlığın çözümü için öncelikli
olarak iki kamu kurumu arasında imzalanan protokolün ve kamu kurum ve
kuruluşları ile eczane arasında özel hukuk hükümleri çerçevesinde yapılan
anlaşmaların niteliklerinin ortaya konulmasının gerektiği; bu bağlamda, bir
sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin
görülmesi veya gördürülmesi amacını taşıması, taraflardan birinin idare
olması ve kamu hukukuna özgü kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin
sözleşmede yer almasının zorunlu bulunduğu;
uyuşmazlık konusu olayda, eczane ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında
imzalanan sözleşme ile davalı Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalılarına
ücretini daha sonra davalı kurumdan tahsil etmek şartı ile ilaç satışına
aracılık etmesi için eczanelerin bağlı olduğu meslek örgütü olan Türk
Eczacılar Birliği ile davalı Sosyal Güvenlik Kurumu arasında yapılmış olan
protokol kurallarına uymayı kendi rızaları ile kabul etmekte oldukları,
tarafların serbest iradeleri ile imzalanan sözleşmenin, taraflara karşılıklı
hak ve yükümlülükler getirdiği ve özel hukuk hükümlerine tabi
bulunduğu; dolayısıyla, taraflar
arasında kamu hukuku kuralları çerçevesinde yapılmayan ve kamu gücü
kullanılmayan özel hukuk sözleşmesinin uygulanmasından kaynaklanan
sözleşmenin feshine ilişkin işleme karşı açılan bu davanın görümü ve
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu;
öte yandan; dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelere göre, Siirt
Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına
hitaben yazılan 07.12.2010 gün ve B.13.2.SGK. 56.00.111-200 sayılı yazıdan,
davacı tarafından sözleşmenin feshi işlemine karşı İdari Yargı'da açtığı
davadan ayrı olarak Kurtalan Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2009/167 esasına
kayıtlı davanın açıldığının anlaşıldığı;
Türk Eczacılar Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19.1.2009
tarihinde imzalanan Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk
Eczacılar Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol'ün
6.3.21'inci maddesinin iptal istemine gelince; davalı, Sosyal Güvenlik
Kurumu sigortalılarına ücretini daha sonra davalı kurumdan tahsil etmek
şartıyla ilaç satışına aracılık etmesi için eczanelerin bağlı olduğu meslek
örgütü olan Türk Eczacılar Birliği ile davalı Sosyal Güvenlik Kurumu
arasında imzalan ve (2) numaralı maddesinde belirtilen kişiler için temin
edilecek ilaçlarla ilgili olarak eczanelerle yapılacak sözleşmeye ilişkin
usul ve esaslar ile karşılıklı hak ve yükümlülüklerin belirlendiği
protokolün, iki taraflı irade ile oluşan ve eczanelerden ilaç temini ile
ilgili oranları belirleyen bir idari sözleşme olduğu; 2577 Sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı
Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2'inci maddesinin 1 'inci fıkrasının (a)
bendinde, "İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları"; (c) bendinde
de, "Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlarına ve sözleşmelerinden
doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için
yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar"ın idari davalar arasında sayıldığı;
2577 sayılı Kanunun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (a) bendinde tanımı
yapılan iptal davasının konusunun, idarenin kamu hizmetinin yürütümü
sırasında, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade açıklamasıyla tesis etmiş
olduğu idari işlemler olduğu; oysa;
İdari sözleşmenin, biri idare eden, diğeri de, idare edilen konumundaki
tarafın karşılıklı irade açıklamalarıyla oluşan, iki yanlı hukuki durum
olduğu; bu nedenle de, bir idari
sözleşmenin iptal davasına konu edilmesinin "İptal Davası
Teorisine" ve Pozitif Hukukumuza aykırı olduğu; hukuki durum bu
olmakla birlikte, bir idari sözleşme olan protokolün iptali isteğinin,
hukuka uygun olmadığını söylemeye yetkili yargı yerinin, Anayasamızla,
idarenin hukuka uygunluğunu yargısal yöntemlerle denetlemekle
görevlendirilen İdari Yargı Düzenine dahil yargı yerleri olduğu; nitekim,
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 17.3.1986 gün ve 19050 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 21.10.1985 gün ve E:1985/14 K:1985/26 sayılı kararının
da bu yönde bulunduğu gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
10'uncu ve 13'üncü maddeleri uyarınca yapılan başvurunun sözleşme feshine
ilişkin kısmının kabuIü; davanın Türk Eczacılar Birliği ile Sosyal Güvenlik
Kurumu arasında 19.1.2009 tarihinde imzalanan Sosyal Güvenlik Kurumu
Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç
Teminine İlişkin Protokol'un 6.3.21 'inci maddesine ilişkin kısmıyla ilgili
olarak yapılan başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; davalı idarelerden Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde anılan davalı
İdare yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davanın adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise,
davanın, protokol maddesinin iptali istemine ilişkin kısmının idari
yargının, sözleşmenin feshine ilişkin kısmının adli yargının görevinde olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
eczacı olan davacının, muvazaalı olarak eczane işlettiğinden bahisle Türk
Eczacıları Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19.1.2009 tarihinde
imzalanan "Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk
Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin
Protokol"ün 6.3.21. maddesindeki "Muvazaalı olarak eczane
işlettiği tespit edilen eczacı ile sözleşme yapılmaz. Sözleşme yapılmış ise
feshedilir ve bir daha sözleşme yapılmaz." kuralı uyarınca Kurumla olan
sözleşmesinin feshine ilişkin 9.7.2009 tarih, …/9017002 sayılı işlemin ve
bu işlemin dayanağı olan sözü edilen protokolün 6.3.21. maddesinin iptali
istemiyle açılmıştır.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi için
ihtiyaç duyulan mal veya hizmet temini sırasında, "idarede
kanunilik" ilkesi gereğince idarenin belirli usul ve esaslara uyması
zorunlu olup; işin sözleşmeye bağlanmasından önce geçen bu süreçte tesis
edilen işlemlerin, kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olması nedeniyle
idari işlem niteliğini taşıması karşısında, yargısal denetiminin idare
hukuku ilkelerine göre idari yargı yerlerince yapılacağı tartışmasızdır.
Ancak, işin sözleşmeye bağlanmasından sonraki işlemlerin hangi hukuki
rejime tabi olacağının tespiti için: yapılan sözleşmenin konusu ile
içerdiği hüküm ve koşulların niteliğinin ayrıca incelenmesi gerekecektir.
İdari
sözleşme, idarenin kaM.l yetkisine dayanarak, kamu hizmeti gerekleri ve
kamu yararı nedeniyle yaptıkları sözleşmelerdir. Bunlar idarenin
ayrıcalıklı ve üstün hak ve yetkilerini içerirler. İdare, bu sözleşme
hükümlerinde tek yanlı değişiklik yapabilir ya da sözleşmenin feshine
gidebilir, Bu nitelikte olmayan diğer sözleşmeler ise, genelde özel hukuk
alanında, özel hukuk kurallarına göre düzenlenir.
Dava
dosyasının incelenmesinden; Siirt İli, Kurtalan İlçesi sağlık kurum ve
kuruluşları görevlileri hakkında Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu
Başkanlığı’nca yaptırılan soruşturma sonucunda düzenlenen 09/04/2009
tarihli ve 13/4 ve 16/7 sayılı Soruşturma Raporu’nun "Netice ve
Kanâat" kısmında; "C- Yaşam Eczanesi; "Yaşam Eczanesinin
asıl sahibi ve isletmecisi Halil Petek olup, Eczacısı A.B.S.'ün sadece
diplomasını kullandırdığı ve muvazaalı olduğu ifade ve belgelerden
anlaşıldığı cihetle, 6197 sayılı Eczaneler ve Eczacılar Hakkında Kanun ve
ilgili yönetmeliği ile Bakanlığın 19.12.2005 gün ve 62056 sayılı
Genelgeleri doğrultusunda eczanenin kapatılarak, ruhsatın iptal edilmesi
gerekmektedir."Yolunda görüş ve kanaat bildirilmesi üzerine; Rapordaki teklif doğrultusunda; Siirt
Valiliği’nin 24/06/2009 tarihli ve 5848 sayılı işlemi ile, davacıya ait
eczanenin kapatılarak, ruhsatının iptal edildiği; bilahare, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığı, Diyarbakır Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Diyarbakır
Sağlık Sosyal Güvenlik Merkez Müdürlüğü tarafından tesis edilen 09.07.2009
tarih B.13.2.SGK.4.21.20.01/9017002 sayılı işlem ile, Türk Eczacılar
Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19/01/2009 tarihinde imzalanan
“Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği
Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol”ün 6.3.21. maddesi
uyarınca davacının Kurumla olan sözleşmesinin feshedildiği; durumun davacıya tebliği üzerine; davacı
vekili tarafından, Kurumla olan sözleşmesinin feshine ilişkin 9.7.2009
tarih, …/9017002 sayılı işlemin ve bu işlemin dayanağı olan sözü edilen
protokolün 6.3.21. maddesinin iptali istemiyle dava açıldığı; davacıya ait
eczanenin kapatılarak, ruhsatının iptal edilmesinin, bu davanın
konusunu oluşturmadığı anlaşılmıştır.
Diğer taraftan, 2009 yılına ilişkin “SOSYAL GÜVENLİK KURUMU KAPSAMINDAKİ
KİŞİLERİN TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ ÜYESİ ECZANELERDEN İLAÇ TEMİNİNE İLİŞKİN
PROTOKOL” hükümleri incelendiğinde;
Protokolün taraflarının Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türk
Eczacıları Birliği olduğu; konusunun,
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sağlık yardımları karşılanan ve bu
protokolün (2) numaralı maddesinde belirtilen kişiler için temin edilecek
ilaçlarla ilgili olarak eczanelerle yapılacak sözleşmeye ilişkin usul ve
esaslar ile karşılıklı hak ve yükümlülüklerin belirlenmesi olarak
belirtildiği; dayanak olarak, protokolün; 5510 sayılı Kanunun 73. maddesi (Değişik:17/4/2008-5754/45 md.),
5502 sayılı Kanun ile 6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanununun
39 uncu maddesinin (j) fıkrası hükümlerinin gösterildiği; protokolün (2)
numaralı maddesinde, protokole göre
hizmet alacak kişilerin sayıldığı; 3.maddede, hastalara düzenlenen reçetelerin,
sözleşmeli eczaneler tarafından bu protokol çerçevesinde ve protokolün
imzalandığı tarihte yürürlükte olan SUT(Protokolün geçerli olduğu dönemde
Kurum tarafından uygulanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği)
hükümleri (Kamu kurum iskontosu ve eczacı iskontosu hariç) doğrultusunda
karşılanacağının belirtildiği, aynı maddede; reçete muhteviyatı ilaç bedellerinin eczaneye ödenebilmesi için;
reçetelerin özelliklerinin ve reçete ekinde bulunması gereken belgelerin
neler olduğunun; endikasyon uyumuna bakılacak durumların; reçete iadesinin
ve usule ilişkin olarak riayet edilmesi gereken hususların gösterildiği;
4.maddede, Ödeme Şartları ve Zamanı
üst başlığı altında, faturaların düzenlenmesi, teslimi, fatura inceleme ve
ödeme hususlarına; “Cezai Şart Tahsili”
başlıklı 5.maddenin
1.fıkrasında; Protokolün (6.3) numaralı maddesinde
(6.3.19) numaralı maddesi hariç olmak üzere belirtilen fiiller için Kurumca
uygulanacak cezai şart tutarının her fiil için 250 TL’den az olması
halinde, alınacak cezai şart bedelinin 250 TL’ye tamamlanacağı, Protokolün (6.3) numaralı maddesinde
(6.3.19) numaralı maddesi hariç olmak üzere belirtilen aynı
fiilin/fiillerin son bir yıl içinde tekrarlandığının tespit edilmesi
halinde uygulanacak cezai şart bedelinin her fiil için 500 TL’den az olması
halinde, alınacak cezai şart bedelinin 500 TL’ye tamamlanacağı hususuna yer
verildiği; “SÖZLEŞMENİN
FESHİ VE CEZAİ ŞARTLAR” başlığını taşıyan
6.maddesinde; tarafların bir ay önceden yazılı bildirimde
bulunmak şartıyla sözleşmeyi her zaman feshedebilecekleri; Eczanenin
kapanması halinde; kapanma tarihinde sözleşmenin kendiliğinden sona ereceğinin
belirtildiği; Cezai şart uygulanacak fiiller, fesih nedeni
fiiller ve sözleşme yapılmayacak sürelerin neler olduğunun sayıldığı alt
başlığın, (dava konusunu oluşturan) 6.3.21.kısmında, “Muvazaalı olarak
eczane işlettiği tespit edilen eczacı ile sözleşme yapılmaz. Sözleşme
yapılmış ise feshedilir ve bir daha sözleşme yapılmaz.” denildiği; aynı
maddenin diğer alt bentlerinde; bu protokol hükümleri ile ilgili olarak
ceza hukuku açısından suç teşkil eden fiillerin tespiti halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacağı; açılan Kamu davası sonucunda
ceza mahkemesi tarafından beraat kararı verilen eczacının beraat kararından
sonra talebi halinde sözleşme yapılacağı; fesih nedeniyle sözleşme
yapılmayacak süre içinde sözleşmesi feshedilen eczacının yeni bir isimle
veya başka bir adreste (il değişikliği dahil) eczane açması veya eczane
devir alması halinde eczacı ile sözleşme yapılmayacağı; gerek görüldüğü hallerde Kurumun (Tanımlarda, Kurum: Sosyal
Güvenlik Kurumu), bu protokolün uygulanmasıyla
ilgili hususları, eczane nezdinde yapılacak olan da dahil olmak üzere,
Kurum Başkanlık Müfettişleri veya Kurum yetkilileri marifeti ile her zaman
incelettirebileceği; Sağlık
Bakanlığı İl Sağlık Müdürlükleri, Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ve
Bölge Eczacı Odaları tarafından eczanelerde yapılan denetimlerde bu
protokolde sözleşmenin feshini ve/veya cezai şart
gerektiren hususların tespit edilerek Kuruma bildirilmesi halinde bu
durumun Kurum tarafından değerlendirilerek, belirtilen fesih hükümleri ve
süreleri ile cezai şartlara ilişkin işlem yapılacağı; Protokolün “PROTOKOLE İLİŞKİN USUL VE ESASLAR”
başlıklı 7.maddesinde; (7.1.)Kurumla eczaneler
arasında bu protokol esaslarına göre her yılın Şubat ayında sözleşme
yenileneceği, Kurum ile Türk
Eczacıları Birliği arasında yapılacak Ek Protokol veya Protokollerle düzenleme
yapılması halinde, sözleşmeli eczanelerin
bu düzenlemelere uymakla yükümlü oldukları; Kurumun, protokol
hükümlerini kabul eden ve başvuru formunu getiren her eczane ile (feshi gerektirecek hususlar
nedeniyle sözleşmeleri feshedilenlerin fesih süreleri boyunca ve muvazaalı
olarak açıldığı kanıtlanan eczaneler
hariç) sözleşme yapacağı; (7.9.) Eczanelerin,
sözleşme yaparken 6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanununun 39 uncu
maddesine dayanılarak TEB tarafından bastırılmış, bu protokole uygun “Tip
Sözleşmeleri” (EK-1) kullanacakları, eczanenin yapacağı indirim oranının
tespiti amacıyla SUT eki EK-3/B formunun bir örneğinin Kurum taşra teşkilatına
ibraz edileceği; “YETKİLİ
MAHKEME” başlıklı 8.maddesinde; protokolün uygulanmasında Kurum ile
TEB arasında doğan uzlaşmazlıklarda Ankara mahkemeleri ve icra
dairelerinin; taşra teşkilatı ile eczaneler arasında imzalanan
sözleşmelerin uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda sözleşmeyi yapan taşra
teşkilatının bulunduğu yer mahkemeleri ve icra dairelerinin yetkili
bulunduğu; 9.maddesinde, bu protokolün 01/02/2009 tarihinde yürürlüğe
gireceği, süresinin 3 (üç) yıl
olduğu; “YÜRÜTME” başlıklı
10.maddesinde; bu protokolün yürütümünün Sosyal Güvenlik Kurumu ve
Türk Eczacıları Birliği tarafından yapılacağı; Kurum ve TEB arasında 3’er
kişilik yetkililerden oluşan bir komisyon kurulacağı, Komisyonun 3 ayda
bir, müteakip ayın ilk haftasında toplanacağı ve protokol/sözleşmenin
yürütülmesindeki aksaklıkları değerlendireceği, tarafların bir ay önceden
yazılı bildirimde bulunmak şartıyla, bu protokolü feshetme hakkına sahip
oldukları; bu protokol gereği yapılan sözleşmenin yürütümünün Kurumun taşra
teşkilatı tarafından yapılacağı imza altına alınmış; Protokol eki “TİP SÖZLEŞME”de ise Sosyal Güvenlik
Kurumu ile Eczane sahibi ve mesul müdürü arasında, Sosyal Güvenlik Kurumu
ile Türk Eczacıları Birliğinin ortaklaşa imzaladıkları protokol esaslarına
uygun olarak hizmet sunulması amacıyla iş bu sözleşmenin yapılmış olduğu;
bu sözleşmenin; Sosyal Güvenlik Kurumu sağlık yardımlarından
yararlandırılanların tabi oldukları mevzuat hükümleri çerçevesinde muayene
ve tedavileri sonucunda düzenlenecek reçetelerdeki muhteviyatın (sözleşme
yapılan) eczaneden protokolde belirlenen hükümlere göre, belirlenen oranda
indirim uygulanmak suretiyle alınmasını kapsadığı; Kurum ile Türk
Eczacıları Birliği arasında yapılacak Ek Protokol/Protokollerle düzenleme
yapılması halinde, sözleşmeli eczanelerin
bu düzenlemelere uymakla yükümlü oldukları
hususlarına yer verildiği
görülmüştür.
Serbest meslek erbabı olan eczacıların, mesleklerini icra edebilmeleri için Kurum
ile sözleşme imzalaması gibi bir zorunluluk bulunmadığı; ancak olayda
olduğu gibi, davalılardan Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığının sigortalılarına, ücretini daha sonra Kurumdan
tahsil etmek şartı ile ilaç satışına aracılık etmesi için bağlı oldukları
meslek örgütü olan Türk Eczacılar Birliği ile yapılmış olan ve ekinde Tip
sözleşmeyi içeren protokol kurallarına ve sözleşme hükümlerine uymayı kendi
rızaları ile kurumla karşılıklı sözleşme imzalayarak kabul edebilecekleri
de açıktır.
Gerek
protokolün gerekse de sözleşmenin, taraflara
karşılıklı olarak çeşitli hak ve yükümlülükler getirdiği, tarafların
serbest iradelerine dayandığı, ticari nitelikli olduğu, Kamu Hukukunun ve dolayısıyla kamu
gücünün bu sözleşmede yerinin bulunmadığı; Protokolde, tarafların
karşılıklı fesih yetkilerinin bulunduğu,
belirlenen oranda indirim yapan her eczane ile anlaşma yapılacağı
gibi hususlara yer verildiği görülmektedir
Bu durum
karşısında, sözleşme kamu hukuku ağırlıklı değil, tarafların serbest
iradesi ile oluşmaktadır. İdarenin sözleşmedeki fesih ve diğer yetkilerinin
karşı taraftan fazla bulunması, bu sözleşmenin özel sözleşme niteliğini
etkilemediği gibi; kamu hizmetine
ilişkin bulunsa da idarenin üstün yetkilerle donatıldığı sonucunu
doğurmamaktadır. Yapılan protokol,
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sağlık yardımları karşılanan
kişilere eczaneden indirimi ilaç alınması koşullarını belirlediğine göre;
sözleşmenin devamı aşamasında ortaya çıkan ve taraflar
arasındaki sözleşmenin feshine ve fesih işlemine dayanak olan protokol
maddesinin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın; anılan sözleşme ve protokol hükümleri ile
özel hukuk kuralları uyarınca adli yargı yerinde çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
davalılardan SGK Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin
Danıştay Onuncu Dairesi’nin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
davalılardan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine
ilişkin, Danıştay Onuncu Dairesi’nin
13.5.2011 gün ve E:2010/3652 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üyelerden Sıdık YILDIZ ile Nurdane TOPUZ’un
KARŞI OYLARI VE OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
Dava, eczacı olan
davacının, muvazaalı olarak eczane işlettiğinden bahisle Türk Eczacıları
Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 19.1.2009 tarihinde imzalanan
"Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği
Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol"ün 6.3.21.
maddesindeki "Muvazaalı olarak eczane işlettiği tespit edilen eczacı
ile sözleşme yapılmaz. Sözleşme yapılmış ise feshedilir ve bir daha sözleşme
yapılmaz" kuralı uyarınca Kurumla olan sözleşmesinin feshine ilişkin
9.7.2009 tarih, .../9017002 sayılı işlemin ve bu işlemin dayanağı olan
Protokolün 6.3.21. maddesinin iptali istemiyle açılmıştır.
Sosyal Güvenlik
Kurumu ile Türk Eczacıları Birliği tarafından eczanelerden temin edilecek
ilaçlarla ilgili olarak Kurum ile eczaneler arasında yapılacak sözleşme
için imzalanan Protokol, iki tarafın karşılıklı olarak irade açıklaması ile
oluşan, yalnızca sözleşmeyi imzalayan taraflar için bağlayıcı nitelikte bir
sözleşme değil, Kurum tarafından eczanelerden temin edilecek ilaçlarla
ilgili olarak Kurum ile eczaneler arasında imzalanacak sözleşmelere esas
oluşturacak kuralların belirlendiği objektif, genel, kural koyucu nitelikte
yapılan idari bir düzenleme olduğundan, 19.1.2009 tarihinde imzalanan
"Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği
Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol"ün 6.3.21.
maddesindeki "Muvazaalı olarak eczane işlettiği tespit edilen eczacı ile
sözleşme yapılmaz. Sözleşme yapılmış ise feshedilir ve bir daha sözleşme
yapılmaz" kuralının iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümü
idari yargının görev alanında bulunmaktadır.
Öte yandan;
eczacı olan davacının, muvazaalı olarak eczane işlettiğinden bahisle Protokol"ün
6.3.21. maddesi uyarınca Kurumla olan sözleşmesinin feshine ilişkin
9.7.2009 tarih, .../9017002 sayılı işlemin iptali istemine gelince:
Yukarıda sözü
edilen Protokol maddesine göre sözleşmenin feshi, sözleşmesi feshedilenle
bir daha sözleşme yapılmaması gibi bir yaptırımı da beraberinde
getirdiğinden, bu haliyle uygulama işleminin kamu gücüne dayalı olarak
tesis edildiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla,
Protokolün 6.3.21. maddesi ile birlikte bu maddeye dayanılarak tesis edilen
uygulama işleminin iptali istemiyle açılan davanın idari yargı yerinde
çözümlenmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.
ÜYE ÜYE
Sıdık
YILDIZ Nurdane TOPUZ
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/136
KARAR NO: 2013/472
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacı tarafından başlatılan icra takibinde,
borçlunun taşınmazına haciz konulması istemiyle yazılan yazıya, Tapu Sicil
Müdürlüğü’nce borçlunun taşınmazının bulunmadığından bahisle cevap
verilmesi ve böylece haczin yapılamaması sonrasında, taşınmazın satıldığı
gerekçesiyle uğranıldığı iddia edilen maddi zararın davalı idarelerden tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : R.A.
Vekili : Av. K.A.
Davalılar : 1-Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü
2-Adalet Bakanlığı
O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;
davacının, E.A. isimli kişiden, 750.000 TL bedelli alacağı için,
Küçükçekmece 4. İcra Müdürlüğü’nün 2007/10076 sayılı dosyasıyla icra takibi
başlattığını, borçlunun tüm bilgileri belirtilerek borçlunun adına kayıtlı
gayrimenkullerin haczi için Çorlu Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı yazılmasının
talep edildiğini, İcra Müdürlüğü’nün, borçlunun adına kayıtlı
gayrimenkullerin haczi için Çorlu Tapu Sicil Müdürlüğü’ne 2 defa yazı
yazdığını, Çorlu Tapu Sicil Müdürlüğü’nün cevabi yazıları ile, yapılan
araştırma sonucunda, herhangi bir gayrimenkul kaydına rastlanılmadığının
belirterek haciz taleplerinin reddedildiğini, oysa ki borçlu adına kayıtlı
gayrimenkulün mevcut olduğunu ve bilahare 500.000 TL bedelle satıldığını
belirterek, hizmetin kusurlu işletilmesi nedeniyle, davacının zarara
uğratıldığından bahisle, fazlaya dair haklar saklı tutularak 175.000 TL
tazminatın ödenmesine ve 03.05.2010 tarihinden itibaren ticari faiz
işletilmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk
Müşavirliği’nce süresi içerisinde sunulan cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunulmuştur.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi; 27.09.2011 gün, E:2011/1002
sayı ile, davalı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği’nin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği’nin, adli
yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı; ‘’Dava konusu olayda, davacı adli yargı yerinde başlattığı
icra takibinin kesinleşmesi sonucu, alacağını cebren icra takibi yolu ile
tahsil edebilmek amacıyla, borçlunun gayrimenkullerinin kayıtlı bulunduğu
Küçükçekmece Tapu Sicil Müdürlüğü'ne haciz şerhi talimatını talep ettiği
halde, davalı idarenin ihmali nedeniyle borçlunun gayrimenkullerini tespit
edememesi ve talebi reddetmesi sonucu borçlunun adına kayıtlı bir
gayrimenkulü üçüncü kişilere satarak icra takibinden kaçırdığı ve icra
takibinin sonuçsuz kalmasından doğan zararda sorumluluğun devlete ait
olduğu belirtilerek, uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği
ileri sürülmüştür.Mevzuatımızda bazı durumlarda yargısal işlemlere yardımcı
kimi idari faaliyetlerden dolayı Devletin sorumluluğunu öngören istisnai
düzenlemeler bulunmaktadır. Yargılama sürecine katkıda bulunan işlemler
nedeniyle Devletin sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda, bu
sorumluluğun denetiminin de aynı yargı düzeni içinde yapılmasının
gözetildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Medeni Kanun'un 1007. maddesinde
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet
sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu
eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer
mahkemesinde görülür. " hükmü yer almaktadır. Dava konusu olayda,
davacı tarafından taşınmazın kesinleşmiş icra takibinin sonuçsuz
bırakılmasında, Tapu kayıtlarında gerekli incelemeyi yapmayan ve haciz
şerhi talimatının yerine getirilememesi sonucu borçlunun mal kaçırmasına
fırsat verilerek takibin kısmen sonuçsuz bırakmasında sorumluluğunun
devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması
gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın icra müdürlüğü kararı üzerine
tespit ve haciz şerhinin talep edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik
taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği görülmektedir.
Açıklanan duruma göre, Küçükçekmece 4. İcra Müdürlüğünün haciz takibinin
sonuçsuz bırakılması nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini
istemiyle açılan davada; tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar nedeniyle
devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen Türk Medeni
Kanunu'nun 1007. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davanın görüm ve
çözümünde adli yargı yeri görevlidir.’’ demek suretiyle, 2247 sayılı
Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre,
Danıştay Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; ‘’Anayasanın
125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları
ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. 2577 sayılı idari Yargılama
Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin
sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde de; idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları dava muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim
yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar
hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır. Görüldüğü üzere; İdari
Yargının görev alanı, İdare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin
yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla
tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan
uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümüyle sınırlıdır.
İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde
veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak
tanımlanan hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç
işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin
yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Öte yandan; her ne kadar, Türk
Medeni Kanununun 1007'
nci maddesinde, "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan
Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere
rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu
yer mahkemesinde görülür."denilmekte ise de; tapu sicilinin önemi ve
kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından tapu
sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletin sorumlu olacağı
ilkesini benimseyen bu madde, zararın, sicilin tutulması ile ilgili bir
işlemden veya böyle bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından doğmuş
bulunması halinde uygulanabilir niteliktedir. Oysa; olayda, tapu sicilinin
hatalı tutulmasından doğan bir zarar söz konusu değildir. Tazminat istemi,
zararın, davacının borçlusu adına kayıtlı taşınmaz bulunmasına karşın, icra
takibi sırasında yazılan yazıda taşınmazın bulunmadığı belirtilmek
suretiyle gerçeğe aykırı bilgi verilmesinden kaynaklanan hizmet kusurundan
doğduğu iddiasına dayalıdır. İdarenin hizmet kusurundan doğan zararların
tazmini istemini konu alan davaların görüm çözümü ise, yukarıda açıklandığı
gibi idari yargı yerlerine aittir.’’ demek suretiyle, 2247 sayılı Kanunun 13' üncü maddesi uyarınca
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
talebinin reddi gerektiğini belirtmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği’nin anılan
Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nca, davalı Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği açısından,10.maddede
öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN”ın davada adli yargının, Danıştay
Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının, borçlusu
aleyhine yürüttüğü icra takibi sırasında Çorlu Tapu Sicil Müdürlüğü'nün
borçlu adına taşınmaz bulunmadığına dair yazısı üzerine haczin gerçekleştirilememesi
ve sonrasında taşınmazın üçüncü kişiye satılması sonucu uğradığını iddia
ettiği maddi zararın faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlüdür” ve 129. maddesinin beşinci fıkrasında, “Memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine
açılabilir” denilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. Maddesinde;
‘’Kişiler kamu hukukuna tabi
görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan
dolayı bu görevleri yerine getiren
personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya
muhafaza edilen para ve para
hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde,
zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine
tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu
personele rücu hakkı saklıdır. İşkence ya da zalimane, gayri insani veya
haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince
verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu
personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin
sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça
düzenlenecek yönetmelikle belirlenir”
hükmü yer almıştır.
2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari
dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci
maddesinin 1'inci bendinde de; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep,
konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal
davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları dava muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen
imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden
dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava
türleri olarak sayılmıştır.
Anlaşıldığı üzere, İdari Yargının görev alanı, İdare
Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari
eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan
davaların görüm ve çözümüyle sınırlıdır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu
bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel
nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusuru;
hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik)
hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol
açmaktadır.
Her ne kadar, Türk Medeni Kanununun 1007' nci maddesinde,
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet
sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu
eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer
mahkemesinde görülür." denilmekte ise de; tapu sicilinin önemi ve
kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından tapu
sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletin sorumlu olacağı
ilkesini benimseyen bu madde, zararın, sicilin tutulması ile ilgili bir
işlemden veya böyle bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından doğmuş
bulunması halinde uygulanabilir niteliktedir. Olayda, tapu sicilinin hatalı
tutulmasından doğan bir zarar söz konusu olmayıp, tazminat istemi, zararın,
davacının borçlusu adına kayıtlı taşınmaz bulunmasına karşın, icra takibi
sırasında yazılan yazıda taşınmazın bulunmadığı belirtilmek suretiyle
gerçeğe aykırı bilgi verilmesinden kaynaklanan hizmet kusurundan doğduğu
iddiasına dayalıdır.
Hizmetle ilgili olarak veya hizmetin görülmesi sırasında
kamu görevlisinin ağır bir kusur işlemesi, genel olarak “kişisel kusur”
sayılmakla birlikte, bu olgu, kimi durumlarda ve olayda olduğu gibi,
personel üzerindeki gözetim ve denetim görevinin yerine getirilmesi
bakımından idarenin hizmet kusurunu ortadan kaldırmamaktadır.
Bu durumda, kamu görevlilerinin hizmetin yürütülmesi
sırasındaki kusurlu eylemlerinin, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan
“hizmet kusuru”nu oluşturmasına ve yukarıdaki düzenlemelere göre, idarenin
hizmet kusurunun, hizmetin kuruluş ve işleyişi ile personel üzerindeki
gözetim ve denetim görevinin yerine getirilmesi yönlerinden idare hukuku
esasları çerçevesinde yargısal denetiminin idari yargı yerlerince
yapılacağı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/162
KARAR NO: 2013/473
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Eczane işleten ve kendisiyle ilaçların indirimli alınması hususunda sözleşme imzalanmış
olan davacıya, Türk Eczacıları Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında
imzalanan "Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk
Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin
Protokol"ün 6.3.3 maddesine aykırı hareket ettiğinden bahisle, borç
tahakkuk ettirilmesine ilişkin borç bildirim belgelerinin iptali istemiyle
açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Ö.K.
Vekili : Av.A.G.Ö.
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av.A.A.
O L A Y
: 2009 yılına ilişkin, Sosyal
Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi
Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol
kapsamında, Serbest eczacılık yapan Davacı ile davalı Kurum
arasında, 2009 yılında, ilaçların %2,5 indirimli alınması
hususunda üç yıl süreli sözleşme
imzalanmıştır.
Davacıya ait işyeri hakkında davalı Kurum tarafından
anılan Protokol çerçevesinde yapılan teftiş sonucunda düzenlenen 17.05.2011
tarihli raporda; Protokolü'nün,
Sözleşmenin Feshi ve Cezai Şartlar başlıklı 6. maddesinin 6.3.3 alt
maddesine aykırı hareket ettiği ve böylece hasta A.F.E.'e ait 27.02.2009
tarih ve 3914 protokol no'lu reçeteye ilişkin 2113274 döküm no'lu fatura
bedeli olan 220,10-TL’nin davacıya ödenmiş olması nedeniyle hem bu bedelin
hem de Protokol'ün 6.3.3 alt maddesi gereğince bedelin 5 katı tutarındaki
1.100,50-TL cezai şartın davacıdan tahsil edilmesi gerektiğinin tespit
edildiği belirtildiğinden; davacıya, uyarı mahiyetinde ve aynı zamanda
yapılacak işlemleri anlatan 30.05.2011 tarih ve 11354027 sayılı yazı
gönderilmiş; daha sonra ise anılan yazı ilgi tutularak; 29.06.2011 tarih ve
13.682.919 sayılı, 228,02 TL miktarlı Borç Bildirim Belgesi ile aynı tarih
ve 132106702 sayılı, 1.106,50 TL miktarlı Borç Bildirim Belgesi gönderilmiştir.
Davacı vekili; müvekkili adına Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığı’nca haksız ve yersiz olarak uygulandığı iddiasıyla, 29.06.2011 tarihli 132106702 ve 13682919
sayılı toplam 1.334,52 TL idari para cezasının (borç bildirim belgeleri)
tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasına (iptaline) karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
MERSİN 6.SULH CEZA MAHKEMESİ: 26.09.2011 gün ve Değişik
İş Karar:2011/982 sayı ile, SGK tarafından gönderilen belgelerin
incelenmesinden, eczacılık yapan ve protokole dayalı olarak SGK
mensuplarına ilaç temin eden eczacı Ôzlem Karakaya hakkında, kuruma fatura
edilen reçetelerde bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete
sahibine ya da yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın reçete sahibi ya
da ilaçların teslim olunduğu yakınına ait olmadığının tespit edildiği
böylece adı geçen eczacının protokolün 6.3.3 maddesine aykırı davrandığı
gerekçesiyle 1106,50 TL, 228,02 TL ve 46,82 TL borç tahakkuk ettirildiğinin
anlaşıldığı; Kabahatlere ilişkin genel ilkeler ile kabahatler karşılığında
uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları, kabahatler
dolayısıyla karar alma süreci, idari yaptırım kararlarına karşı
gidilebilecek kanun yolu ile idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine
ilişkin esasların Kabahatler Yasasında belirlenmiş ve bu yasada çeşitli
kabahatlere yer verilmiş olduğu;
Kabahatler Yasasının 4/1-2. maddesi uyarınca hangi fiillerin kabahat
oluşturduğu kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi, kanunun kapsam ve
koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriğinin idarenin genel
ve düzenleyeceği işlemleriyle de doldurulabileceği; kabahat karşılığı olan
yaptırımların türü, süresi ve miktarının ancak kanunla belirlenebileceği;
aynı Yasanın 27/1 maddesi uyarınca idari para cezası ve mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliğ veya
tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içerisinde Sulh Ceza Mahkemesine
başvurulabileceği; somut olayda ise, itiraz edenin 2009 yılı eczane protokolünün
6.3.3 maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle hakkında toplam 1361,42 TL
borç tahakkuk ettirildiğinin anlaşıldığı; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler
ve itiraza konu olay birlikte değerlendirildiğinde; Sosyal Güvenlik Kurumu
tarafından tahakkuk ettirilen borcun Kabahatler Kanunu kapsamında idari
para cezası niteliğinde olmadığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesi uyarınca, tahakkuk ettirilen paranın "ceza"
niteliğinde olmayıp, idarenin "borç tahakkuk ettirme" niteliğindeki
işlemi olduğu, böylece Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından itiraz edene idari
işlem niteliğinde borç tahakkuk ettirildiğinin anlaşıldığı; 5510 sayılı Yasanın 102. maddesinin 4.
fıkrası uyarınca idari para cezalarının ilgiliye tebliğ ile tahakkuk
edeceği, tebliğ tarihinden itibaren
15 gün içinde kuruma ya da kurumun ilgili hesaplarına yatırılacağı veya
aynı süre içinde kuruma itiraz edilebileceği, itirazın takibi durduracağı,
Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın kendilerine tebliğ tarihinden
itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesi uyarınca idarenin eylem ve işlemlerine karşı idare
mahkemelerine iptal davası açılabileceği;
somut olayda da idarece idare mahkemelerinin görevi kapsamında bir
idari işlem tesis edilmiş olduğundan, görevli mahkemenin İdare Mahkemesi
olduğu ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27/8 maddesi uyarınca
Mahkemelerinin görevsiz olduğu ifade
edilerek; açıklanan gerekçelerle, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 28/1-b
maddesi uyarınca başvuru konusu idari yaptırım kararlarının Sulh Ceza
Mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmayıp idari yargının görevi
kapsamında bulunduğundan, mahkemelerinin görevsiz olması nedeniyle itiraz
eden Ö.K.'nın başvurusunun reddine karar vermiş, yapılan itiraz Mersin
2.Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.
Davacı
vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ADANA 1. İDARE MAHKEMESİ: 06.04.2012 gün ve E:2011/1944
sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun'un 19., 2576 sayılı Bölge
İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve
Görevleri Hakkında Kanun 'un "İdare Mahkemelerinin Görevleri"
başlıklı değişik 5. maddelerine yer verdikten sonra; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı"
başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında idari dava türlerinin; idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, tahkim yolu
öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç,
kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar olarak sayıldığı; 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101. maddesinde, bu
Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde
görüleceğinin hükme bağlandığı, öte yandan; 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun
1. maddesinde "İki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette
rızalarını beyan ettikleri takdirde, akit tamam olur. Rızanın beyanı sarih
olabileceği gibi zımni dahi olabilir." hükümlerine yer verildiği, aynı
kanunun 11. maddesinde ise, "Akdin sıhhati, kanunda sarahat olmadıkça
hiç bir şekle tabi değildir " hükümlerine yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, Mersin ili'nde
eczane işleten davacı ile davalı idare arasında 3 yıl süreli 2009 yılı
Eczane Protokolü kapsamında sözleşme imzalandığı, 29.06.2011 tarihli, 132106702
ve 13682919 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı borç bildirim
belgeleri ile Adana Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Sağlık Sosyal Güvenlik
Merkezi'nin 30.05.2011 tarih ve 1354027 sayılı yazısı ilgi tutularak,
anılan protokolün 6/3/3. maddesi hükümlerine aykırı davranıldığından
bahisle sözleşmenin 6. maddesinden kaynaklı kurum zararı, cezai şart ve
yasal faiz olmak üzere davacıya 1.106,50-TL ve 228,02-TL olmak üzere toplam
1.334,52-TL borç tahakkuk ettirildiği, bunun üzerine Mersin 6. Sulh Ceza
Mahkemesi'nde açılan davada, anılan Mahkeme'nin 26.09.2011 tarih ve Değişik
iş No: 2011/982 sayılı kararı ile davanın görüm ve çözümünde idari yargı
yerinin görevli olduğundan bahisle davanın reddine karar verildiği, davacı
tarafından anılan karara itiraz edilmesi üzerine Mersin 2. Asliye Ceza
Mahkemesi'nin 17.10.2011 tarih ve Değişik iş No:2011/362 sayılı karan ile
itirazın reddine kesin olarak karar verilmesiyle kararın kesinleştiği, adli
yargı yerince verilen görevsizlik kararı üzerine Mahkemelerinde bakılmakta
olan davanın açıldığının anlaşıldığı;
bu durumda, uyuşmazlığın davacı ile davalı idare arasında imzalanan
ve özel hukuk sözleşmesi niteliği taşıyan protokol hükümlerinin
uygulanmasından kaynaklandığı açık olup, protokol hükümlerine
uyulmadığından bahisle protokolün 6. maddesi uyarınca kurum zararı, cezai
şart ve yasal faiz olmak üzere davacıya borç tahakkuk ettirilmesine ilişkin
uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre adli yargıda çözümlenmesinin
gerektiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; 2247 Sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık
Mahkemesi'ne gönderilmesine, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce bir
karar verilmesine kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli
yargı dosyasının onaylı bir örneği de gönderilmek suretiyle 2247 sayılı
Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, eczane
işleten ve kendisiyle ilaçların %2,5 indirimli alınması hususunda üç yıl
süreli sözleşme imzalanmış olan davacıya, Türk Eczacıları Birliği ile
Sosyal Güvenlik Kurumu arasında 2009 yılında imzalanan "Sosyal
Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi
Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol"ün 6.3.3 maddesine aykırı
hareket ettiğinden bahisle, 1.106,50- TL ve 228,02- TL olmak üzere toplam
1.334,52-TL borç tahakkuk ettirilmesine ilişkin 29.06.2011 tarihli,
132106702 ve 13682919 sayılı borç bildirim belgelerinin iptali istemiyle
açılmıştır.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi için
ihtiyaç duyulan mal veya hizmet temini sırasında, "idarede
kanunilik" ilkesi gereğince idarenin belirli usul ve esaslara uyması
zorunlu olup; işin sözleşmeye bağlanmasından önce geçen bu süreçte tesis
edilen işlemlerin, kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olması nedeniyle
idari işlem niteliğini taşıması karşısında, yargısal denetiminin idare
hukuku ilkelerine göre idari yargı yerlerince yapılacağı tartışmasızdır.
Ancak, işin sözleşmeye bağlanmasından sonraki işlemlerin hangi hukuki
rejime tabi olacağının tespiti için,
yapılan sözleşmenin konusu ile içerdiği hüküm ve koşulların
niteliğinin ayrıca incelenmesi gerekecektir.
İdari
sözleşme, idarenin kaM.l yetkisine dayanarak, kamu hizmeti gerekleri ve
kamu yararı nedeniyle yaptıkları sözleşmelerdir. Bunlar idarenin ayrıcalıklı
ve üstün hak ve yetkilerini içerirler. İdare, bu sözleşme hükümlerinde tek
yanlı değişiklik yapabilir ya da sözleşmenin feshine gidebilir, Bu
nitelikte olmayan diğer sözleşmeler ise, genelde özel hukuk alanında, özel
hukuk kurallarına göre düzenlenir.
Olayda, , Mersin ili'nde eczane işleten davacı ile
davalı idare arasında 3 yıl süreli 2009 yılı Eczane Protokolü kapsamında
sözleşme imzalandığı, 29.06.2011 tarihli, 132106702 ve 13682919 sayılı
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı borç bildirim belgeleri ile Adana Sosyal
Güvenlik İl Müdürlüğü Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi'nin 30.05.2011 tarih
ve 1354027 sayılı yazısı ilgi tutularak, anılan protokolün 6.3.3. maddesi
hükümlerine aykırı davranıldığından bahisle sözleşmenin 6. maddesinden
kaynaklı kurum zararı, cezai şart ve yasal faiz olmak üzere davacıya
1.106,50TL ve 228,02TL olmak üzere toplam 1.334,52TL borç tahakkuk
ettirildiği, davanın da söz konusu borç bildirim belgelerinin iptali
istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.
Diğer taraftan, 2009 yılına ilişkin “SOSYAL GÜVENLİK KURUMU KAPSAMINDAKİ
KİŞİLERİN TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ ÜYESİ ECZANELERDEN İLAÇ TEMİNİNE İLİŞKİN
PROTOKOL” hükümleri incelendiğinde; Protokolün taraflarının Sosyal
Güvenlik Kurumu ve Türk Eczacıları Birliği olduğu; konusunun, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sağlık yardımları
karşılanan ve bu protokolün (2) numaralı maddesinde belirtilen kişiler için
temin edilecek ilaçlarla ilgili olarak eczanelerle yapılacak sözleşmeye
ilişkin usul ve esaslar ile karşılıklı hak ve yükümlülüklerin belirlenmesi
olarak belirtildiği; dayanak
olarak, protokolün; 5510
sayılı Kanunun 73. maddesi (Değişik:17/4/2008-5754/45
md.), 5502 sayılı Kanun ile 6643 sayılı Türk
Eczacıları Birliği Kanununun 39 uncu maddesinin (j) fıkrası hükümlerinin
gösterildiği; protokolün (2) numaralı maddesinde, protokole göre hizmet alacak
kişilerin sayıldığı; 3.maddede, hastalara düzenlenen reçetelerin,
sözleşmeli eczaneler tarafından bu protokol çerçevesinde ve protokolün
imzalandığı tarihte yürürlükte olan SUT(Protokolün geçerli olduğu dönemde
Kurum tarafından uygulanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği)
hükümleri (Kamu kurum iskontosu ve eczacı iskontosu hariç) doğrultusunda
karşılanacağının belirtildiği, aynı maddede; reçete muhteviyatı ilaç bedellerinin eczaneye ödenebilmesi için;
reçetelerin özelliklerinin ve reçete ekinde bulunması gereken belgelerin
neler olduğunun; endikasyon uyumuna bakılacak durumların; reçete iadesinin
ve usule ilişkin olarak riayet edilmesi gereken hususların
gösterildiği; 4.maddede, Ödeme Şartları
ve Zamanı üst başlığı altında, faturaların düzenlenmesi, teslimi, fatura
inceleme ve ödeme hususlarına; “Cezai Şart
Tahsili” başlıklı 5.maddenin
1.fıkrasında; Protokolün (6.3) numaralı maddesinde
(6.3.19) numaralı maddesi hariç olmak üzere belirtilen fiiller için Kurumca
uygulanacak cezai şart tutarının her fiil için 250 TL’den az olması
halinde, alınacak cezai şart bedelinin 250 TL’ye tamamlanacağı, Protokolün
(6.3) numaralı maddesinde (6.3.19) numaralı maddesi hariç olmak üzere
belirtilen aynı fiilin/fiillerin son bir yıl içinde tekrarlandığının tespit
edilmesi halinde uygulanacak cezai şart bedelinin her fiil için 500 TL’den
az olması halinde, alınacak cezai şart bedelinin 500 TL’ye tamamlanacağı
hususuna yer verildiği; “SÖZLEŞMENİN
FESHİ VE CEZAİ ŞARTLAR” başlığını taşıyan
6.maddesinde; tarafların bir ay önceden yazılı bildirimde
bulunmak şartıyla sözleşmeyi her zaman feshedebilecekleri; Eczanenin
kapanması halinde; kapanma tarihinde sözleşmenin kendiliğinden sona
ereceğinin belirtildiği; Cezai şart uygulanacak fiiller, fesih nedeni
fiiller ve sözleşme yapılmayacak sürelerin neler olduğunun sayıldığı alt
başlığın, (dava konusunu oluşturan) 6.3.3.kısmında, “Eczanenin Kuruma fatura ettiği reçetelerde bulunması
gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine ya da yakınına
teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçların teslim
edildiği yakınına ait olmadığının tespit edilmesi halinde, reçete bedelinin
5 katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı
halinde reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme
feshedilir ve 1 (bir) ay süre ile sözleşme yapılmaz.” denildiği; aynı
maddenin diğer alt bentlerinde; bu protokol hükümleri ile ilgili olarak
ceza hukuku açısından suç teşkil eden fiillerin tespiti halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacağı; açılan Kamu davası sonucunda
ceza mahkemesi tarafından beraat kararı verilen eczacının beraat kararından
sonra talebi halinde sözleşme yapılacağı; fesih nedeniyle sözleşme
yapılmayacak süre içinde sözleşmesi feshedilen eczacının yeni bir isimle
veya başka bir adreste (il değişikliği dahil) eczane açması veya eczane
devir alması halinde eczacı ile sözleşme yapılmayacağı; gerek görüldüğü hallerde Kurumun (Tanımlarda, Kurum: Sosyal
Güvenlik Kurumu), bu protokolün uygulanmasıyla
ilgili hususları, eczane nezdinde yapılacak olan da dahil olmak üzere,
Kurum Başkanlık Müfettişleri veya Kurum yetkilileri marifeti ile her zaman
incelettirebileceği; Sağlık
Bakanlığı İl Sağlık Müdürlükleri, Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ve
Bölge Eczacı Odaları tarafından eczanelerde yapılan denetimlerde bu
protokolde sözleşmenin feshini ve/veya cezai şart
gerektiren hususların tespit edilerek Kuruma bildirilmesi halinde bu
durumun Kurum tarafından değerlendirilerek,
belirtilen fesih hükümleri ve süreleri ile cezai şartlara ilişkin
işlem yapılacağı; Protokolün “PROTOKOLE
İLİŞKİN USUL VE ESASLAR” başlıklı 7.maddesinde; (7.1.)Kurumla eczaneler arasında bu protokol esaslarına göre
her yılın Şubat ayında sözleşme yenileneceği, Kurum ile Türk Eczacıları Birliği arasında yapılacak Ek Protokol veya
Protokollerle düzenleme yapılması halinde, sözleşmeli eczanelerin bu düzenlemelere uymakla yükümlü
oldukları; Kurumun, protokol hükümlerini kabul eden ve başvuru
formunu getiren her eczane ile
(feshi gerektirecek hususlar nedeniyle sözleşmeleri feshedilenlerin fesih
süreleri boyunca ve muvazaalı olarak açıldığı kanıtlanan eczaneler hariç) sözleşme yapacağı; (7.9.) Eczanelerin, sözleşme yaparken 6643 sayılı Türk
Eczacıları Birliği Kanununun 39 uncu maddesine dayanılarak TEB tarafından
bastırılmış, bu protokole uygun “Tip Sözleşmeleri” (EK-1) kullanacakları,
eczanenin yapacağı indirim oranının tespiti amacıyla SUT eki EK-3/B
formunun bir örneğinin Kurum taşra teşkilatına ibraz edileceği; “YETKİLİ MAHKEME” başlıklı 8.maddesinde; protokolün
uygulanmasında Kurum ile TEB arasında doğan uzlaşmazlıklarda Ankara mahkemeleri
ve icra dairelerinin; taşra teşkilatı ile eczaneler arasında imzalanan
sözleşmelerin uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda sözleşmeyi yapan taşra
teşkilatının bulunduğu yer mahkemeleri ve icra dairelerinin yetkili bulunduğu; 9.maddesinde, bu protokolün 01/02/2009
tarihinde yürürlüğe gireceği, süresinin
3 (üç) yıl olduğu; “YÜRÜTME”
başlıklı 10.maddesinde; bu protokolün yürütümünün Sosyal Güvenlik
Kurumu ve Türk Eczacıları Birliği tarafından yapılacağı; Kurum ve TEB
arasında 3’er kişilik yetkililerden oluşan bir komisyon kurulacağı,
Komisyonun 3 ayda bir, müteakip ayın ilk haftasında toplanacağı ve
protokol/sözleşmenin yürütülmesindeki aksaklıkları değerlendireceği,
tarafların bir ay önceden yazılı bildirimde bulunmak şartıyla, bu protokolü
feshetme hakkına sahip oldukları; bu protokol gereği yapılan sözleşmenin
yürütümünün Kurumun taşra teşkilatı tarafından yapılacağı imza altına
alınmış; Protokol eki “TİP
SÖZLEŞME”de ise Sosyal Güvenlik Kurumu ile Eczane sahibi ve mesul müdürü
arasında, Sosyal Güvenlik Kurumu ile Türk Eczacıları Birliğinin ortaklaşa
imzaladıkları protokol esaslarına uygun olarak hizmet sunulması amacıyla iş
bu sözleşmenin yapılmış olduğu; bu sözleşmenin; Sosyal Güvenlik Kurumu
sağlık yardımlarından yararlandırılanların tabi oldukları mevzuat hükümleri
çerçevesinde muayene ve tedavileri sonucunda düzenlenecek reçetelerdeki
muhteviyatın (sözleşme yapılan) eczaneden protokolde belirlenen hükümlere
göre, belirlenen oranda indirim uygulanmak suretiyle alınmasını kapsadığı;
Kurum ile Türk Eczacıları Birliği arasında yapılacak Ek Protokol/Protokollerle
düzenleme yapılması halinde, sözleşmeli eczanelerin
bu düzenlemelere uymakla yükümlü oldukları hususlarına yer verildiği görülmüştür.
Serbest meslek erbabı olan eczacıların, mesleklerini icra edebilmeleri için Kurum
ile sözleşme imzalaması gibi bir zorunluluk bulunmadığı; ancak olayda
olduğu gibi, davalılardan Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığının sigortalılarına, ücretini daha sonra Kurumdan
tahsil etmek şartı ile ilaç satışına aracılık etmesi için bağlı oldukları
meslek örgütü olan Türk Eczacılar Birliği ile yapılmış olan ve ekinde Tip
sözleşmeyi içeren protokol kurallarına ve sözleşme hükümlerine uymayı kendi
rızaları ile kurumla karşılıklı sözleşme imzalayarak kabul edebilecekleri
de açıktır.
Gerek
protokolün gerekse de sözleşmenin,
taraflara karşılıklı olarak çeşitli hak ve yükümlülükler getirdiği,
tarafların serbest iradelerine dayandığı, ticari nitelikli olduğu, Kamu Hukukunun ve dolayısıyla kamu
gücünün bu sözleşmede yerinin bulunmadığı; Protokolde, tarafların
karşılıklı fesih yetkilerinin bulunduğu,
belirlenen oranda indirim yapan her eczane ile anlaşma yapılacağı
gibi hususlara yer verildiği görülmektedir
Bu durum
karşısında, sözleşme kamu hukuku ağırlıklı değil, tarafların serbest
iradesi ile oluşmaktadır. İdarenin sözleşmedeki fesih ve diğer yetkilerinin
karşı taraftan fazla bulunması, bu sözleşmenin özel sözleşme niteliğini
etkilemediği gibi; kamu hizmetine
ilişkin bulunsa da idarenin üstün yetkilerle donatıldığı sonucunu
doğurmamaktadır. Yapılan protokol, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sağlık
yardımları karşılanan kişilere eczaneden indirimi ilaç alınması koşullarını
belirlediğine göre; taraflar arasındaki
sözleşmenin/protokolün uygulanmasından doğan uyuşmazlığın anılan sözleşme
hükümleri ve özel hukuk kuralları uyarınca adli yargı yerinde
çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Adana 1.İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Mersin 6.Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Mersin 6.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 26.09.2011 gün ve Değişik İş
Karar:2011/982 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/185
KARAR NO: 2013/474
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İcra takibine konu
asıl alacak üzerinden damga vergisi yatırılması gerektiğinden bahisle, icra
müdürlüğünce alınan, dosyaya gelen alacağın alacaklıya ödenmeyerek, damga
vergisinin yatırılmasına ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın
ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar: 1-S.E., 2-L.E., 3-İ.O.,
4-N.E., 5-Ö.G.
Vekili : Av. H.S.K.
6-İ.E.
Vekili :
Av. A.E.M. (İdari
Yargıda)
Davalı : İzmir 14.İcra Müdürlüğü (İdari Yargıda)
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların İzmir 14.İcra Müdürlüğünün E:2008/1661 sayılı takip
dosyası üzerinden, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklı mahkemece hükmedilen
alacağın tahsili amacıyla borçlu Balçova Belediyesine karşı ilamlı icra
takibi yaptıklarını, söz konusu alacağın damga vergisine tabi olmamasına
karşın, İzmir 14.İcra Müdürlüğünün 03.06.2011 gün, E:2008/1661 sayılı
kararı ile, icra memurunun dosyaya gelen parayı davacılara ödemeyerek,
damga vergisinin yatırılması gerektiğine karar verdiğini belirterek, iş bu
kararın yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle,
İzmir 14. İcra Müdürlüğünün yasaya aykırı vermiş olduğu damga vergisi
alınmasına ilişkin kararı hakkındaki şikayetlerinin kabulüne, işlemin
kaldırılmasına veya düzeltilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
İzmir
3.İcra Hukuk Mahkemesi; 30.06.2011 gün, E:2011/522, K:2011/612 sayı ile
özetle, Yargıtay
12. Hukuk Dairesi'nin 03/05/2011 tarih ve 2010/26689 Esas, 2011/8249 Karar
sayılı ilamında ayrıntılı ve gerekçeli olarak açıklandığı üzere, damga
vergisinin tarh ve tahakkuk işlemlerinin bu verginin mükellefi sıfatıyla
İcra Dairesi tarafından yürütüldüğü, bu durumda İcra Dairesinin anılan
verginin mükellefi sıfatıyla yaptığı işlemlerden doğan ihtilafların çözüm
yerinin Vergi Mahkemeleri olacağını belirterek, yargı yolu nedeniyle
şikayet dilekçesinin reddine karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez, aynı istemle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
İzmir 4.Vergi Mahkemesi; 07.10.2011
gün, E:2011/1473, K:2011/1865 sayı ile özetle, Vergi tarh, tahakkukuna
yetkili olmayan ve tahsil edilen vergilerin sorumlu sıfatıyla asıl alacaklı
Vergi Dairesine beyanıyla sınırlı yetkiye sahip olan icra Müdürlüğü
işleminin bir vergilendirme işlemi olmayacağını, damga vergisinin tamamına
kadar alacağı kesen İcra Müdürlüğünün sorumlu sıfatıyla Damga Vergisini
beyanı ve yatırmasıyla ancak idari davaya konu olabilecek vergisel bir işlem
doğacağından, vergisel bir işlem olmaksızın damga vergisi tutarının tüm
alacaktan kesilmesi ve toplam tutara kadar tahsil edilen alacakların bloke
edilmesi işleminin vergi yargısının görev alanına girmesinin düşünülemeyeceğini,
Vergi Dairesine sorumlu sıfatıyla beyan edilerek ödenen tutarın, ancak bu
aşamadan sonra vergi dairesi aleyhine vergisel bir işlemin iptali
maksadıyla dava ikame edilmesi mümkün iken, vergilendirme ile ilgili bir
yetkisi olmayan İcra Müdürlüğü kararının, ancak ödenmeyen damga vergisi
tutarında bir tazminat davasına dönüşebileceği ya da İcra Müdürlüğü
işlemine karşı bir üst mercie karşı dava açma yoluna gidilebileceği
açıkken, sorumlu sıfatıyla beyan üzerine gerçekleşecek tahakkuktan önceki
aşamayı içeren ve tarhiyata yetkili olmayan İcra Müdürlüğü işlemine karşı
açılan davanın görev yerinin adli yargı olduğunu belirterek, davanın 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev
yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli
ve idari yargı yerleri arasında anılan Kanun'un 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının,
davacılar vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece
adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle mahkememize gönderildiği ve
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve
idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacılar tarafından Balçova
Belediye Başkanlığına karşı, ilama dayalı olarak yapılan icra takibine ilişkin,
icra takibini yürüten İzmir 14. İcra Müdürlüğü'nün 03.06.2011 gün,
E:2008/1661 sayılı, dosyaya gelen parayı davacılara ödemeyerek, damga
vergisi yatırılması gerektiğine dair kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamında yer alan davaya konu
İzmir 14. İcra Müdürlüğü'nün 03.06.2011 gün, E:2008/1661 sayılı kararında;
''Dosyanın incelenmesinde borçlu idareden tahsil edilerek alacaklıya takip
miktarı olan 16.969,558,54 TL tutarın tamamının (Asıl alacağın tamamının)
ödendiği, ödeme yapılırken Kamulaştırma bedeli olduğu düşüncesi ile damga
alınmadığı, ancak takibe dayanak ilamın incelenmesinde Kamulaştırmasız el
atma nedeni ile Tazminat olduğu anlaşıldığından Asıl alacağın Binde 6,6
Damga vergisi tutarı olan 112.000,00 TL damga vergisi yatırılması gerektiğinden
dosyaya Balçova Belediyesinden gönderilen paralar 112.000,00 TL toplamı
buluncaya kadar alacaklıya ödeme yapılmamasına, Bu kararımız
kesinleştiğinde gelen paradan damga vergisinin BE.hve Vergi Dairesi
Müdürlüğüne yatırılmasına'' karar verildiği anlaşılmıştır.
2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun “Şikayet ve Şartlar” başlıklı 16.
maddesinde; “Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı
hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler
hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından
dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin
öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine
getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her
zaman şikayet olunabilir.” hükmü yer almaktadır.
“Şikayet üzerine
yapılacak muameleler” başlıklı 17.
maddesinde de, “Şikayet tetkik merciince, kabul edilirse şikayet olunan
muamele ya bozulur, yahut düzeltilir. Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği
işlerin icrası emroluN..” hükmü yer almaktadır.
“Tetkik
mercii” başlıklı 4. maddesinde de:
“İcra ve iflâs dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikâyetlerle
itirazların incelenmesi icra tetkik mercii hâkimi yahut kanun gereğince bu
görev kendisine verilmiş olan hâkim tarafından yapılır. İş durumunun
gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu
görüşü ile Adalet Bakanlığınca icra tetkik merciinin birden fazla dairesi
kurulabilir. Bu durumda icra tetkik mercii daireleri numaralandırılır. İcra
tetkik merciinin birden fazla dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna
ilişkin esaslar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra
tetkik mercii hâkimi, kendisine Adlî Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca
dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflâs dairelerinin muamelelerine yönelik
şikâyetleri ve itirazları inceler, bu dairelerin gözetim ve denetimlerini
yapar, idarî işlerine bakar. İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin
muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların tetkik mercii o
mahkemenin hâkimidir.” denilmiştir.
Olayda, davacılar tarafından, Balçova Belediye
Başkanlığına karşı ilama dayalı olarak yapılan takibe ilişkin, icra
takibini yürüten İzmir 14. İcra Müdürlüğü'nün 03.06.2011 gün, E:2008/1661
sayılı, dosyaya gelen parayı davacılara ödemeyerek, damga vergisi
yatırılması gerektiğine dair kararının iptaline karar verilmesi istemiyle
dava açıldığı anlaşılmıştır.
2576
sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin
Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun "Vergi Mahkemelerinin
Görevleri" başlıklı 6. maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye,
il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin
davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla
verilen işleri çözümleyeceği hükmüne yer verilmiştir.
Hal
böyle iken, İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takibe ilişkin olarak, icra
müdürlüğünce alınan, dosyaya gelen paranın davacılara ödenmeyerek damga
vergisi yatırılması gerektiğine dair kararın, kanuna aykırılığı iddiasının
şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği, mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinde yaparak,
anılan işlemin Kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği
kuşkusuzdur. adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın,
İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde,
bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde
adli yargı yeri görevli olduğundan,
İzmir 3.İcra Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3.İcra
Hukuk Mahkemesi’nin 30.06.2011 gün, E:2011/522, K:2011/612 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/216
KARAR NO: 2013/475
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
TSK’nde sivil memur adayı iken, olumsuz sicil aldığı gerekçesiyle görevine
son verilen davacının, aldığı olumsuz sicilin iptali ile münhal bulunan kadrolardan herhangi birine
atanması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işleminin iptali
istemiyle açılan davanın GENEL İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : V.S.
Davalı : Milli Savunma
Bakanlığı
O L A Y :
Davacı dava dilekçesinde özetle; Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi'nin 13.04.2006 tarihinde vermiş olduğu karara dayanak oluşturan
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun sicile ilişkin hükümlerinin 6111
sayılı Kanun ile değiştirildiğini, ayrıca iş bu kararın verilmesine dayanak
oluşturan 657 sayılı Kanun'un 121'inci maddesine dayanılarak çıkarılan
Devlet Memurları Sicil Yönetmeliğinin de yürürlükten kaldırıldığını,
dolayısıyla 657 sayılı Kanun'un sicil amirleri başlıklı 112'nci maddesine
istinaden çıkarılmış olan sicil amirleri yönetmeliklerinin de dayanak ve
uygulama imkanının kalmadığını, böylece 6111 sayılı Kanun hükümlerinin
geçmişe etkili olarak uygulanmasının mümkün hale geldiğini, bu hükümlerin
lehine uygulanması için Milli Savunma Bakanlığı'na olumsuz sicilin iptali
ile, İzmir ilinde münhal bulunan kadrolardan herhangi birine atanma
talebine ilişkin 02.08.2011 tarihinde yapmış olduğu başvurunun ise
19.08.2011 tarihli işlem ile reddedildiğini, iş bu davanın konusunun yapmış
olduğu başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali olduğunu belirterek,
olumsuz sicilin iptali ve Milli Savunma Bakanlığı'nın İzmir ilinde münhal
bulunan kadrolardan herhangi birine atanma talebinin reddine ilişkin
19.08.2011 tarihli işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle askeri yargı
yerinde dava açmıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire
Başkanlığı; 30.11.2011 gün, E:2011/1493, K:2011/1434 sayılı kararı ile
özetle, her ne kadar davacı dava dilekçesinde talebinin olumsuz sicil
iptali ile İzmir ilinde münhal bulunan kadrolarından herhangi birine
atandırılma olduğunu belirtmiş ise de, davacının olumsuz sicile ilişkin
açmış olduğu davanın daha önceden reddedildiği anlaşılmakla, davacının
talebinin yeniden memuriyete atanma işlemine ilişkin olduğunun kabul
edildiği, ancak davacının memuriyetine son verildiği 25.05.2005 tarihi
itibariyle sivil şahıs olması sebebiyle 1602 sayılı AYİM Kanununun 20. maddesine
göre idari işlemin ''asker kişiyi ilgilendirme'' şartının gerçekleşmediği
belirtilerek, davanın görüm ve çözüm yerinin genel idari yargı yeri
olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
Samsun 1. İdare Mahkemesi; 06.03.2012 gün, E:2012/93,
K:2012/204 sayılı kararı ile özetle, davanın yetki yönünden reddi ile,
dosyanın yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Ankara 15. İdare Mahkemesi; 23.05.2012 gün, E:2012/818
sayı ile özetle, dava dosyasının incelenmesinden, Türk
Silahlı Kuvvetlerindeki memuriyetine 2005 yılında son verilen davacı
tarafından, hakkında düzenlenen 2005 yılı olumsuz sicilinin iptali ile
İzmir'de münhal bulunan kadrolardan herhangi birine atanması istemiyle
yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı idarenin 19.08.2011 tarihli
işleminin iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığı'na karşı Askeri Yüksek
idari Mahkemesi ikinci Daire Başkanlığı'nda açılan dava neticesinde,
30.11.2011 tarih, E:2011/1493, K:2011/1434 sayılı karar ile idare
mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesi ile "Görev Ret" kararı
verilmesi ve görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine görülmekte olan
davanın açıldığı, bakılan davada, Askeri Yüksek idari Mahkemesi İkinci
Daire Başkanlığı'nın sözü edilen "görev ret" kararında özetle; ''Her ne kadar davacı talebinin olumsuz
sicil iptali ile İzmir ilinde münhal bulunan kadrolarından herhangi birine
atandırılma olduğu belirtilmiş ise de davacının olumsuz sicile ilişkin
açmış olduğu davanın daha önce mahkemelerince reddedildiği anlaşıldığından,
davacının talebinin yeniden memuriyete atanma talebine ilişkin olduğu kabul
edilerek TSK'daki memuriyetine son verildiği 25.05.2005 tarihi itibarıyla
sivil şahıs olması sebebiyle 1602 sayılı AYiM Kanununun 20. maddesine göre
idari işlemin 'asker kişiyi ilgilendirme' şartının gerçekleşmediği''
gerekçesine yer verilmek suretiyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünde genel
idari yargı yerinin görevli olduğuna hükmedildiği, anılan görevsizlik
kararında, davacının olumsuz sicile ilişkin açmış olduğu davanın daha önce
mahkemelerince reddedildiğinden, davacının talebinin yeniden memuriyete
atanma talebine ilişkin olduğu kabul edilmekte ise de, davacının 6111
sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılması ve bu Kanun uyarınca Devlet
Personel Başkanlığının 15.04.2011 tarihli Genelgesinde, anılan Kanunun
yürürlük tarihinden önce disiplin cezası almış olanlar hakkında disiplin
cezası almış olmaları nedeniyle ilişik kesme hükümlerinin
uygulanmayacağının belirtildiğinden bahisle, sözü edilen mevzuat
hükümlerine istinaden 2005 yılı sicilinin olumsuz düzenlenmesine ilişkin
işlemin iptali istenildikten sonra, bunun sonucunda da İzmir'de münhal
bulunan kadrolardan herhangi birine atanması talebinin reddine ilişkin
işlemin iptalinin istenildiğinin görüldüğü, bir işlemin daha önce davaya
konu edilmesi ve bu konuda karar verilmesine karşın aynı işlemin yeniden
dava konusu edilmesi halinde uygulanacak usul kurallarının ilgili mevzuatta
düzenlenmiş olduğu, yargı mercilerince söz konusu mevzuatta öngörülen usul
kararlarının verileceği, yargı mercilerince, davacıların talebinin bir
kısmı hakkında usul ya da esas yönünden herhangi bir hüküm kurulmaksızın,
diğer kısmı hakkında değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı, taleple
bağlı kalınmasının zorunlu olduğu, kaldı ki davacı tarafından, başvurusuna
dayanak aldığı mevzuat hükümlerinin (6111 sayılı Kanun ve Genelge)
kendisine böyle bir hak verip vermediği hususu bir yana, söz konusu
düzenlemelere istinaden, 2005 yılı sicilinin olumsuz düzenlenmesine ilişkin
işlemin iptalinin istenildiği ve bunun sonucunda İzmir'de münhal bulunan
kadrolardan herhangi birine atanmasının talep edildiği, bu durumda,
uyuşmazlığın sadece davacının yeniden memuriyete atanma talebine ilişkin
olmadığı, bunun yanında 2005 yılı sicil raporunun olumsuz düzenlenmesine
ilişkin işlemin de dava konusu edildiği açık olduğundan, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli iken hizmetten ayrılmış, sivil memur olan davacının
2005 yılı sicil raporunun iptali isteminin askeri hizmet kapsamında olması
nedeniyle, anılan sicil raporunun iptali ve bunun neticesinde yeniden Türk
Silahlı Kuvvetlerindeki görevine atanmasına yönelik talebinin reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde 1602
sayılı Kanunun 20 ve 21. maddeleri uyarınca, Askeri Yüksek idare
Mahkemesi'nin görevli olduğu sonucuna varıldığından bahisle görevsizlik
kararı vererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi
Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca, önceki görevsizlik kararına ilişkin
dava dosyası (Askeri Yüksek idari Mahkemesi ikinci Daire Başkanlığı'ndan
temin edildikten sonra) ile birlikte dava dosyalarının, görevli yargı
yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine ve dosya
incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce karar verilinceye kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; askeri ve idari yargı yerleri
arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz
görev uyuşmazlığı doğduğu, genel idari yargı dosyasının son görevsizlik
kararını veren mahkemece, askeri idari yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde genel
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tuncay
Dündar’ın davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Savcısı Hakan Ali TURGUT’un ise davada genel idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki memuriyetine 2005
yılında son verilen davacı tarafından, hakkında düzenlenen 2005 yılı olumsuz
sicilinin iptali ile İzmir'de münhal bulunan kadrolardan herhangi birine
atanması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı idarenin
19.08.2011 tarihli işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker
kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden
doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi
olduğu, ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin
asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş, 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile
değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Türk Milleti adına, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile,
asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve
eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı
denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı
aranmaz” denilmiştir.
Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir
davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi
ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte
gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten
ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş,
uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi
sayılmaktadır.
Dosya kapsamında yapılan incelemede, davacının 03.07.2003 tarihinde
5'inci Ana Jet Üs Komutanlığı emrinde personel işlem memuru olarak göreve
başladığı, sonrasında birinci sicil amirinin hakkında olumsuz sicil vermesi
sonucu aday memurluktan çıkarıldığı, aday memurluk dönemi içindeki göreve
son verme işleminin ve bu işlemin dayanağı olan 2005 yılı sicil notlarının
iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle davacı tarafından açılan
davanın AYİM 3. Daire Başkanlığı'nın 13.04.2006 gün, E:2005/799, K:2006/486
sayılı kararı ile reddedildiği, sonrasında davacı tarafından, bu kararın
dayanağı olan, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun sicile ilişkin
hükümlerinin 6111 sayılı Kanun ile değiştirildiği, ayrıca iş bu kararın
verilmesine dayanak oluşturan 657 sayılı Kanun'un 121'inci maddesine
dayanılarak çıkarılan Devlet Memurları Sicil Yönetmeliğinin de yürürlükten
kaldırıldığı, dolayısıyla 657 sayılı Kanun'un sicil amirleri başlıklı
112'nci maddesine istinaden çıkarılmış olan sicil amirleri
yönetmeliklerinin de dayanak ve uygulama imkanının kalmadığı, böylece 6111
sayılı Kanun hükümlerinin geçmişe etkili olarak uygulanmasının mümkün hale
geldiği gerekçeleri ile, bu hükümlerin lehine uygulanması için Milli
Savunma Bakanlığı'na olumsuz sicilin iptali ve İzmir ilinde münhal bulunan
kadrolardan herhangi birine atanma talebine ilişkin olarak 02.08.2011
tarihinde başvuruda bulunulduğu, bu başvurunun ise 19.08.2011 tarihli işlem
ile reddedildiği, sonrasında da davacı tarafından bu işlemin iptali
istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
Her ne kadar AYİM 2. Daire Başkanlığı 30.11.2011
gün, E:2011/1493, K:2011/1434 sayılı görevsizlik kararının gerekçesinde,
davacının olumsuz sicile ilişkin açmış olduğu davanın daha önceden
reddedildiğini, bu bağlamda davacının talebinin yeniden memuriyete atanma
işlemine ilişkin olduğunun kabul edildiğini, ancak davacının memuriyetine
son verildiği 25.05.2005 tarihi itibariyle sivil şahıs olması sebebiyle
1602 sayılı AYİM Kanununun 20. maddesine göre idari işlemin ''asker kişiyi
ilgilendirme'' şartının gerçekleşmediğini belirtmiş ise de, davacının
gerek askeri yargıda, gerekse de idari yargıda davasına konu ettiği hususun
olumsuz sicilin iptali ve münhal
kadrolardan herhangi birine atanma talebine ilişkin olarak yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline ilişkin olduğunda kuşku
bulunmadığı,
bununla birlikte uyuşmazlığa konu olan AYİM 2. Daire Başkanlığının
kararında dava konuları ayrılmaksızın davanın görev yönünden reddine karar
verildiği, sonrasında Ankara 15. İdare Mahkemesinin 23.05.2012 gün,
E:2012/818 sayılı kararında da bu hususa değinilerek, yargı mercilerince
davacıların talebinin bir kısmı hakkında usul ya da esas yönünden herhangi
bir hüküm kurulmaksızın, diğer kısmı hakkında değerlendirme yapılmasının
mümkün olmayıp, taleple bağlı kalınmasının zorunlu olduğunun ifade edildiği
anlaşılmış olmakla, bu bağlamda, davacının olumsuz sicilin iptali ve münhal
kadrolardan herhangi birine atanma talebine ilişkin olarak yaptığı başvurunun
idare tarafından reddine ilişkin işlemin iptaline dair açılan davalar
bakımından askeri yargı ile idari yargı yerleri arasında olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu anlaşılmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun ‘’Sicil Dosyası’’ başlıklı 110.maddesi, ‘’Özlük ve Sicil
Dosyasının Önemi’’ başlıklı 111.maddesi, ‘’Sicil Amirleri’’ başlıklı
112.maddesi, ‘’Sicil Raporlarında Belirtilecek Hususlar’’ başlıklı 113.,
114. maddeleri, ‘’Sicil Raporlarının Doldurulması’’ başlıklı 115.maddesi,
‘’Değerlendirme Kurulları’’ başlıklı 116.maddesi, ‘’Memurların
Uyarılmaları’’ başlıklı 117.maddesi, ‘’İtiraz Hakkı’’ başlıklı 118.maddesi,
‘’Olumlu ve Olumsuz Sicil’’ başlıklı 119.maddesi, ‘’Olumsuz Sicil’’ başlıklı
120.maddesi, ‘’Sicil Yönetmeliği’’ başlıklı 121.maddesi 13.02.2011 günlü
6111 sayılı Kanunun 117.maddesiyle mülga olmuştur.
13.02.2011 tarih ve 6111 sayılı Kanunla 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun, memurlara sicil düzenlenmesi (ve dolayısıyla
buna dayalı memuriyete son verilmesi) ile ilgili hükümleri yürürlükten
kaldırılmışsa da;bu yasanın yürürlüğe girmesinden önce verilmiş siciller ve
bunlara dayalı kesinleşmiş işlemler ile bu işlemlere yönelik açılmış
davalarda verilmiş kararlar bakımından herhangi bir geçiş hükmü
öngörülmemiştir. Davacı ise sicil düzenlemesine ilişkin yasal hükümlerin
yürürlükten kalkmasıyla birlikte, 2005 yılı olumsuz sicilinin; buna dayalı
aday memurluğuna son verilmesi işleminin ve bu işlemlere karşı açmış olduğu
davada AYİM 3.Dairesi’nin verdiği 13.04.2006 tarih ve E:2005/799,K:2006/486
sayılı kesinleşmiş ret kararının hukuken geçersiz kaldığı iddiasıyla,6111
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesini takiben bu davasını ikame
etmiştir.Davacının AYİM 3.Dairesi’nin ret kararının kendisine tebliğinden
itibaren artık statüsü ‘’sivil şahıs’’ olduğundan ve 6111 sayılı Kanunla
‘’asker kişi’’ statüsünde iken kendisi hakkında tesis edilen idari işlemler
ve bunlara ilişkin yargı kararları konusunda geçmişe yönelik bir geçiş
hükmü öngörülmediğinden; yeni iddialarına dayalı davasında ‘’asker kişiyi
ilgilendirme’’ koşulu mevcut değildir.
Her ne kadar 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan
asker kişiler arasında sivil memur da bulunuyor ise de, davacının memuriyetine
son verildiği tarih olan 25.05.2005 günü itibariyle asker kişi sayılmasının
mümkün olmadığı, dolayısıyla, 1602 sayılı Kanunun 20.maddesine göre idari
işlemin ‘’asker kişiyi ilgilendirme’’ şartının gerçekleşmediği
anlaşılmıştır.
Belirtilen
duruma göre, olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20.
maddelerinde öngörülen, idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşulu
gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümü İdari Yargı'nın görevine
girmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü genel
idari yargı yerinin görevine girdiğinden, Ankara 15.İdare Mahkemesinin
başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde GENEL İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara
15. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/221
KARAR NO: 2013/476
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İcra müdürlüğünce yapılan
ihale sonucu alınan araca ilişkin %18 olarak hesaplanan KDV oranının, % 1'e
indirilmesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı : A.R.Z.
Vekili :
Av. H.K. (İdari Yargıda)
Davalı : Büyükçekmece 3.İcra Müdürlüğü
O L A Y : Davacı özetle,
Büyükçekmece 3. İcra Müdürlüğü'nün 2011/5746 talimat numaralı dosyasından
satın almış olduğu 34 GG 9315 plakalı aracın KDV oranının %18 olarak hesaplanmış
olduğunu, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü KDV Grup Müdürlüğünün
yayınlamış olduğu katma değer vergisi genelgesine göre ise aracın 87.03
pozisyonunda olup, KDV oranının %1 olduğunu, dolayısıyla icra müdürlüğünce
KDV oranının yanlış hesaplandığını belirterek, iş bu yanlışlığın
düzeltilerek aracın KDV oranının %1 olarak düzeltilmesi talebiyle adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Büyükçekmece
1.İcra Hukuk Mahkemesi; 22.02.2012 gün, E:2012/235, K:2012/264 sayı ile
özetle, Yargıtay
12. Hukuk Dairesi'nin 05.05.2011 gün ve E:2010/27292, K:2011/8426 sayılı,
25.11.2011 gün ve 13403/24559 sayılı, 08.12.2011 gün ve 9826/27370 sayılı,
içtihatlarında özetle ''... KDV kanunu 1/3-d maddesi, KDV kanunu
40.maddesine eklenen 5 numaralı fıkra ile aynı kanunun 17.maddesinin
1.fıkrası ve 48 nolu KDV genel tebliğinin (D) bölümünde belirtildiği ve
birlikte değerlendirildiğinde icra yoluyla yapılan satışlarda verginin
mükellefinin satışı gerçekleştiren icra daireleri olduğu, icra dairelerince
müzayede mahallinde yapılan satışlar nedeniyle hesaplanan KDV nin en geç
ilgili mevzuatı uyarınca bedelin tahsil edildiği günü izleyen günün mesai
bitimine kadar vergi dairesine beyan edilip, aynı süre içinde ödeneceği ve
satışa ait KDV nin bu süre içinde beyan edilerek ödenmemesi halinde
tesliminin gerçekleştirilmeyeceği açıklamasına yer verilmiştir. Bu
açıklamalar doğrultusunda icra dairesinde ihale gerçekleştirildikten sonra
ihaleye ilişkin KDV ve damga vergisinin tarh ve tahakkuk işlemlerinin bu
verginin mükellefi sıfatıyla ilgili icra dairesi tarafından yürütüldüğü
için bu durumda icra dairesinin anılan vergilerin mükellefi sıfatıyla
yaptığı işlemlerden dolayı ihtilafların çözüm yeri vergi mahkemesi
olmaktadır. O halde icra mahkemesince yargı yolu nedeniyle şikayet
dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken işin esası incelenerek
yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.'' denildiğinden şikayet
dilekçesinin yargı yolu nedeniyle reddine karar verilmiş ve karar
kesinleşmiştir.
Davacı bu kez, aynı istemle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi;
27.03.2012 gün, E:2012/898, K: 2012/706 sayı ile özetle, dava dilekçesinin
reddine karar vermiştir.
Davacı vekili bu kez, Büyükçekmece İcra
Müdürlüğü'nün 14.02.2012 gün, 2011/5746 talimat sayılı dosyasından verilen
KDV oranının % 18 olarak ödenmesine dair kararın iptali ile, fazladan
ödenen 3.274 TL. KDV nin ödeme tarihi olan 13.02.2012 tarihinden itibaren
faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
İstanbul 11. Vergi Mahkemesi;
20.04.2012 gün, E:2012/1083, K:2012/897 sayı ile özetle, 2004 sayılı İcra
ve İflas Kanunu'nun 17.07.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanun'la değişik
4.maddesinin 1.fıkrasında, icra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı
yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesinin icra mahkemesi hakimi yahut
kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından
yapılacağı, aynı kanunun 16.maddesinin 1.fıkrasında da, kanunun hallini
mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere icra ve iflas
dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya
hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet
olunabileceğinin belirtildiğini, buna göre, icra ve iflas dairelerinin
muamelelerine karşı, kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun
bulunmamasından dolayı açılacak davalar icra mahkemelerinin görevine
girdiğinden, % 18 oranında KDV ödenmesine dair kararın iptali ve fazladan
ödenen 3.274,00 TL KDV nin faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi
istemiyle açılan davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli
ve idari yargı yerleri arasında anılan Kanun'un 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece adli
yargı dosyası da temin edilmek suretiyle mahkememize gönderildiği ve usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari
yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı tarafından Büyükçekmece
3. İcra Müdürlüğü tarafından 2011/5746 sayılı talimat dosyası üzerinden
yapılan ihale sonucu alınan 34 GG 9315 plakalı araca ilişkin olarak %18
oranında KDV ödenmesine dair verilen kararın iptali istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamında yer alan davaya konu
Büyükçekmece 3. İcra Müdürlüğü'nün 2011/5746 sayılı kararında; ''İhale
alıcısı KDV nin % 1 alınması gerektiğini belirtmiş ise de satış ilanında ve
şartnamede KDV oranının % 18 olarak belirtildiği, icra müdürlüğünün resen
bu karardan dönemeyeceği ve ayrıca aracın tescil tarihi ve kamyonet cinsi
olarak tescil olması dikkate alındığında KDV nin % 18 olarak alınmasına''
karar verildiği anlaşılmıştır.
2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun “Şikayet ve Şartlar” başlıklı 16.
maddesinde; “Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı
hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler
hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından
dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin
öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine
getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her
zaman şikayet olunabilir.” hükmü yer almaktadır.
“Şikayet üzerine
yapılacak muameleler” başlıklı 17.
maddesinde de, “Şikayet tetkik merciince, kabul edilirse şikayet olunan
muamele ya bozulur, yahut düzeltilir. Memurun sebepsiz yapmadığı veya
geciktirdiği işlerin icrası emroluN..” hükmü yer almaktadır.
“Tetkik
mercii” başlıklı 4. maddesinde de:
“İcra ve iflâs dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikâyetlerle
itirazların incelenmesi icra tetkik mercii hâkimi yahut kanun gereğince bu
görev kendisine verilmiş olan hâkim tarafından yapılır. İş durumunun
gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu
görüşü ile Adalet Bakanlığınca icra tetkik merciinin birden fazla dairesi
kurulabilir. Bu durumda icra tetkik mercii daireleri numaralandırılır. İcra
tetkik merciinin birden fazla dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna
ilişkin esaslar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra
tetkik mercii hâkimi, kendisine Adlî Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca
dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflâs dairelerinin muamelelerine yönelik
şikâyetleri ve itirazları inceler, bu dairelerin gözetim ve denetimlerini
yapar, idarî işlerine bakar. İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin
muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların tetkik mercii o
mahkemenin hâkimidir.” denilmiştir.
Olayda, davacı tarafından, Büyükçekmece 3. İcra Müdürlüğünce
2011/5746 sayılı talimat dosyası üzerinden yapılan ihale sonucu alınan 34
GG 9315 plakalı araca ilişkin olarak %18 oranında KDV ödenmesine dair
verilen kararın iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
2576
sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin
Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun "Vergi Mahkemelerinin
Görevleri" başlıklı 6. maddesinde, Vergi Mahkemelerinin genel bütçeye,
il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin
davalarla, bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları ve diğer kanunlarla
verilen işleri çözümleyeceği hükmüne yer verilmiştir.
Hal
böyle iken, İcra Müdürlüğü tarafından yürütülen takibe ilişkin olarak
yapılan ihale sonucunda alınan araca ilişkin, icra müdürlüğünce verilen %
18 oranında KDV ödenmesine dair kararın, kanuna aykırılığı iddiasının
şikayet yolu ile İcra Mahkemesinde çözümleneceği, mahkemenin incelemeyi, söz konusu icra dosyası üzerinde yaparak,
anılan işlemin kanuna uygun olup olmadığı hususunda karar vereceği
kuşkusuzdur. Adli yargılamanın bir parçasını oluşturan bu uyuşmazlığın,
İcra Müdürlüğünün tesis ettiği bir işlemden kaynaklandığı gözetildiğinde,
bu işlemin yasaya uygun olup olmadığının adli yargı yerince çözümlenmesinin
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde
adli yargı yeri görevli olduğundan,
Büyükçekmece 1.İcra Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece
1.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 22.02.2012 gün, E:2012/235, K:2012/264 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/224
KARAR NO: 2013/477
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Asliye Hukuk
Mahkemesi tarafından tapu iptali ve tescile ilişkin olarak verilen kararın
uygulanması istemiyle, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne yapılan
başvurunun, mahkeme kararının uygulanabilir-liğinin bulunmadığı nedeniyle
reddedilmesi suretiyle tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan
davanın, İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- HH.K., 2- E.T., 3- HH.K., 4- H.K., 5-
Z.B., 6- I.S. 7- M.K. Mirasçıları; a- H.K., b- M.K., c- E.K., d- E.K., e-
M.K.
Vekili : Av. E.G.
Davalı : Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşl.
Dairesi Başk.
O L A Y :
Davacılar vekili, dava dilekçesinde, yeni Osmaniye İli, Sumbaş İlçesi,
Alibeyli Köyü 138 parselde kayıtlı taşınmazın(Eski Kadirli İlçesi, Alibeyli
Köyü, 138 Parsel) 2.7.1956 tarihli tapulama tutanağında; 2/4 hissesinin
K.H. (mirasçıları), ¼ hissesinin K. M. (mirasçıları), ¼ hissesinin K. H.
(mirasçıları) adına tespit edildiğini; ancak söz konusu taşınmaz ile ilgili
olarak 26.1.1970 tarihinde kesinleşen 7.10.1969 tarihli komisyon kararında;
«… 12.8.1969 günlü zabıt münderecatına göre tutanak tespitinin hatalı
yapıldığı ve gayrimenkulün hissedarlar arasından 12 hisse itibar edilerek
bunun 6 hissesinin K. M. mirasçılarının, 2 hissesinin M. oğlu A.K., 2
hissesinin M. oğlu M. Kastal, 1 hissesi Ö.K., 1 hissesi M. Köşker
tarafından tarla haline getirilmiş ve bu şekilde de çok eski bir tarihten
beri tasarruf edilmekte olduğu, muterizlerin K. mirasçılarından olup yarı
hissesi malik bulundukları ve tasarrufunda yukarıda adları geçen kişilerle
birlikte tasarruf edilmekte olduğu anlaşıldığı, buna göre 766 sayılı
Tapulama Kanununun 33. maddesi uyarınca yukarıda adı geçen kişilere
hisseleri nisbetinde tapuya tescillerine…» karar verildiğini; M. K. ve M.
K. tarafından 138 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespitinde senetsizden
intikal eden 2/4 hissesinin Köşger H., ¼ hissesinin K. M. ¼ hissesinin de
K. H. adına tespit edildiğini, ¼ hissenin iptali ile K. H. adına tapuya
tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açıldığını;
Kadirli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.5.1992 gün ve E:1985/329,
K:1992/286 sayı ile, davanın davacılar yönünden kabulü ile, Kadirli İlçesi,
Alibeyli Köyü, 138 parsel sayılı taşınmazın ¼ K. H. ile ¼ K. M.’nın
hisselerinin iptal edilerek, bilirkişisinin hisse döküm cetveli uyarınca
mirasçıları adına tapuya kayıt ve tesciline karar verdiğini, bu kararın
davalılarca temyiz edildiğini ve Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 5.2.1999 gün
ve E:1998/9655, K:1999/807 sayılı ilamı ile onandığını, taraflarca kararın
düzeltilmesi isteminde bulunulmadığından kesinleştiğini; kararın infazı
için Kadirli Tapu Sicil Müdürlüğü’ne başvurulduğunu ancak kararın
anlaşılamadığı nedeniyle infaz edilmediğini, bu nedenle, mahkemece verilen
kararın hüküm kısmında taşınmazın 6/12 hisse sahibi M. K.nun hissesi iptal
edilerek ¼ payının M. K. mirasçılarına, ¼ payının H. K. mirasçılarına
tesciline karar verildiğini, kararın kesinleştiğini, ancak ilamın hüküm
kısmında tapuda hissedar olmayan H. K.nun ¼ payının varmış gibi onunda
hissesinin iptaline dendiğini, bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi ¼
H. ve M. adlarına tesciline denmesi gerekirken zuhulen infazı sırasında
tereddütlere meydan verecek şekilde hissesi olamayan H.’ın da hissesinin
iptaline denmesinin çelişki yarattığının belirtilerek kararın tavzihi yolu
ile düzeltilmesinin talep edildiğini, Mahkemece, HUMK’un 455. maddesinde
tavzihen müphem açık olmayan veya çelişkili fıkralar içeren hükümlerin
tavzih yoluyla düzeltilemeyeceği, tavzih yoluyla unutulmuş olan talep
hakkında bir karar verilip bunun hükme eklenemeyeceğinin belirtildiği, bu
nedenle davacının tavzih talebinin 15.7.2012 tarihinde reddine karar
verildiğini; Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü XII. Bölge Müdürlüğünün Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne
(Tasarruf İşlemleri Dairesi Başkanlığı) yazdığı 1.11.2004 gün ve 2018
sayılı yazıda, Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329 sayılı
kararının tavzih talebinin reddine karar verildiğinden, anılan kararda
hissesi iptal edilip tapu kütüğünde malik olmayan K. H.’ın hisse iptalinin
HUMK 237. maddesine göre dikkate alınmaması gerektiğinin ayrıca kararın
hüküm kısmında K. M.’ya ait ¼ hissesinin iptal edilmesi gerektiği
belirtilmiş ise de, taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 599, 600, 601 parsel
sayılı taşınmaz malların kütük sayfalarının tetkiklerinde K. M. mirasçıları
adına 6/12 hissesinin kayıtlı olduğu ve bu durumun tavzih edilmesi
istendiği halde tavzih edilmeyerek tavzih talebi reddedildiğinden, kararın
varlığı yönünde tapu kayıtlarının beyanlar hanesine belirtme yapılması ve
taraflara yeni bir mahkeme kararının alınması yönünde bilgi verilmesi
gerektiğinin bölge müdürlüğünce düşünülmekte olduğunun bildirildiği; anılan
mahkeme kararında tapulama tutanağındaki hisselere göre hüküm verildiği ve
K. H. ile ilgili hüküm kurulmasına rağmen adı geçen kişi tapu kütüğünde
malik olarak gözükmediğinden, söz konusu mahkeme kararının varlığı yönünde
tapu kütüğünün beyanlar hanesine belirtme yapıldığını ve taraflarca yeni
bir mahkeme kararı alınması gerektiği yönünde bilgi verildiğini, bunun
üzerine aynı davacılar tarafından Kadirli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde
12.12.2005 tarihinde ilam ve tapu iptali tescil davası açıldığını,
mahkemece verilen ilamın iptali ile, infazı kabil yeni bir karar
verilmesini, bu nedenle Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.5.1992 gün,
E:1985/329, K:1992/206 sayılı ilam ile ilama konu eski 138, yeni 599 ve 601
parsel sayılı taşınmaz maliklerinden K. M. mirasçıları olarak kayıtlı 6/12
hisseden 3/12 hissesinin iptali ile tapu kayıt maliki K. M.’nın kendisi,
diğer 3/12 hissenin de H. mirasçıları olan davacılar adına tesciline karar
verilmesini talep ve dava ettiğini; Kadirli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
21.3.2007 gün ve E:2005/643, K:2007/227 sayı ile, davada, tarafları sebebi
ve konusu kesinleşmiş Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329, sayılı
dosyası ile aynı olduğundan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar
verdiğini; bu kararın davacı HH.K.’lu tarafından temyiz edildiğini ve
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 12.5.2008 ve E:2008/2276, K:2008/2644 sayılı
kararıyla, her ne kadar Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329
sayılı kararında davacının miras
bırakanları H.’ın tapuda mevcut olmayan payının iptaline hükmedilmişse de,
yok hükmünde olan bu bölüm dikkate alınmaksızın hükümde aynı zamanda K.
M.’nın da hissesi iptal edilerek bilirkişinin hisse döküm cetvelinde
belirttiği mirasçılar adına tapuya kayıt ve tescili de karara bağlandığına
ve buna göre de tapuda işlem yapılması olanağı bulunduğuna göre mahkemece
yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar vermiş olmasında herhangi bir
isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verildiğini;
bunun üzerine davacılar vekilince davalı idarelere başvuruda bulunulmuş ve
idarece verilen ret cevaplarından sonra davacılar, Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemler Dairesi
Başkanlığı’nın 20.9.2010 gün ve 3464 sayılı yazısı ile, Osmaniye İli,
Sumbas İlçesi, Alibeyli Köyü 138 parsel sayılı taşınmazın tapu kütüğündeki
hisselerin komisyon kararına uygun olarak yazıldığının anlaşıldığı, mahkeme
kararında tapulama tutanığındaki hisselere göre hüküm verildiğinden ve K.
H. ile ilgili hüküm kurulmasına rağmen adı geçen kişinin tapu kütüğünde
malik olarak gözükmediğinden yeni bir mahkeme kararı alınmasının gerektiği,
idarelerince yapılacak herhangi bir işlemin bulunmadığı yolunda işlem tesis
ettiğini öne sürerek, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün kesinleşmiş
Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329 sayılı kararının
uygulanmamasına ilişkin 20.9.2010 gün ve 3464 sayılı işleminin iptali ile,
mahkeme kararının infaz edilmesi gerektiği hususunda karar verilmesi
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili süresi içerisinde verdiği cevap
dilekçesinde, davanın esasının taşınmazların malikleri adına hisseleri
nispetinde tapu kütüğünde tescilinin yapılması talebinden ibaret olduğunu,
tapu kayıtları üzerinde yapılacak tescil, terkin, tahsis gibi işlemlere
ilişkin davaların adli yargı yerinde görüleceğini tapu kütüğünde tescil sonucunu
doğuracak bu davanın idari yargının değil, adli yargının görev alanında
bulunduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.
ADANA 2. İDARE MAHKEMESİ: 20.9.2011 gün ve E:2011/344
sayı ile, davacılar tarafından
Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açtıkları ve kararın da
kesinleştiği dikkate alındığında, söz konusu mahkeme ilamının tapu
kütüğünde infaz edilmemesine ilişkin dava konusu işlemin, kamu gücüne
dayanılarak tesis edilen idari işlem niteliğinde olduğu anlaşıldığından
uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idare mahkemesinin görev alanına girdiği
sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı İdarenin adli yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine
dosya örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davalı İdarenin, anılan kesinleşen Mahkeme kararına
rağmen; tescile konu Osmaniye İli, Sumbas ilçesi, Alibeyli Köyü 138
parselde bulunan taşınmazın 26/01/1970 tarihinde kesinleşen 07/10/1969
tarihli komisyon kararına göre düzeltilmiş tapulama tutanaklarında H. K.
hissesinin iptal edilmiş olmasına ve Mahkeme kararında da bu tapulama
tutanaklarına dayanarak hüküm kurulmasına göre, Mahkeme kararının dayanak
alınan Tapulama tutanakları ile çelişmesi nedeniyle yeniden Mahkeme kararı
alınması gerektiğinden bahisle kararın infazı ile terkin ve tescile
yanaşmadığının anlaşıldığı, 4721 sayılı Medeni Kanunun "Tescil"
başlığı altında yer alan 1013. Maddesine göre "Tescil, tasarrufa konu
olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır. /Edinen kimse, kanun
hükmüne, kesinleşmiş mahkeme kararma veya buna eşdeğer bir belgeye
dayanıyorsa, bu beyana gerek yoktur. /Bir ayni hakkı tescilden önce kazanan
kimse, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir.", 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1027. maddesinde “İlgililerin yazılı rızaları
olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla
düzeltebilir. Düzeltme eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması
biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük
kuralları uyarınca resen düzeltir.” hükmüne; Tapu Sicili Tüzüğü’nün 85.
maddesinde de “Kütük üzerinde belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi
için ilgililerin yazılı olurunun alınması ve yevmiye 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu uyarınca tapu kayıtları üzerinde yapılacak tescil, defterine
kaydedilmesi gerekir,(…) hükümlerini taşdığı, bu hükümlerde yer alan
Mahkemenin adli yargı yerindeki genel mahkemeler olduğu, kaldı ki adli
yargı yerinde verilmiş ve Yargıtay incelemesinden de geçerek kesinleşmiş
bir ilamın infazına ilişkin sorunun çözümünden adli yargı yerinde
yapılacağının tartışmasız olduğu Uyuşmazlık Mahkemesinin 04/03/1981 tarihli,
1980/11 E, 1982/2 K sayılı emsal kararında da tapu kayıtları üzerinde
yapılacak tescil, terkin, tahsis gibi mülkiyetin aynına ilişkin davaların
adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinin hüküm altına alındığı, bu nedenle
2247 sayılı Kanunun 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; Tapu iptali ve tescil istemiyle açılan ve Yargıtay
incelemesinden geçerek kesinleşen asliye hukuk mahkemesi kararının
uygulanması aşamasında, mahkeme kararında yer alan hisseler ile dayanağı
kesinleşmiş tapulama tutanakları arasında çelişki bulunması nedeniyle
yeniden mahkeme kararı alınmadan herhangi bir işlem yapılamayacağı
yolundaki dava konusu işlemin tesis edildiğinin anlaşıldığı, bu durumda,
davacılar tarafından, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü hasım gösterilerek,
özel hukuk hükümleri uyarınca adli yargı yeri tarafından verilen ve
mülkiyetin el değiştirilmesine ilişkin bulunan kararın uygulanmaması
işleminin dava konusu edilmiş olması karşısında, uyuşmazlığın genel
hükümler uygulanmak suretiyle adli yargı mercilerince çözümlenmesi gerekeceği
sonucuna varıldığı, diğer taraftan, anılan işlemin idari yargı mercilerince
verilmiş bir karara dayalı olarak tesis edilmeyip adli yargı kararının
nasıl uygulanacağına ilişkin olması nedeniyle, bu hususun açıklığa
kavuşturulmasının da yine adli yargı yerine ait olacağı, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Kanunun 10'uncu maddesi uyarınca
yapılan başvurunun kabulü ile Adana İkinci idare Mahkemesi'nin E:2011/344
sayılı görevlilik kararının kaldırılmasının uygun olacağı yönünde yazılı
düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; davalı İdarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Asliye Hukuk Mahkemesince tapu iptali ve tescile ilişkin olarak verilen
kararın uygulanması istemiyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne yapılan
başvurunun reddine ilişkin 20.09.2010 gün ve 3464 sayılı işlemin iptali
istemiyle açılmıştır.
4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde, “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet
tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri
yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” hükmüne,
716.
maddesinde “Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir
hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek
hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde
hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.
Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras,
kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi
tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.
Bir taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal
rejimi dolayısıyla meydana gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle
tapu kütüğüne doğrudan tescil oluN..” hükmüne,
1006.
maddesinde “Tapu idarelerinin kuruluş, işleyiş ve
hizmetlerinin yürütülmesi, özel kanun hükümlerine tâbidir.” hükmüne,
1027. maddesinde “İlgililerin yazılı rızaları
olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla
düzeltebilir.
Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin
yapılması biçiminde de olabilir.
Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük
kuralları uyarınca re'sen düzeltir.” hükmüne yer verilmiştir.
Öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin 1 numaralı
bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak
sayılmıştır.
Dosyanın
İncelenmesinden, davaya konu taşınmazın, tapulama tutanağında K. H.
(mirasçıları) adına tespit bulunmasına karşın, 7.10.1969 tarihli komisyon
kararında K. H. adına yer
verilmeyerek tapuya tesciline karar verildiği; ¼ hissenin iptali ile K. H.
adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle açılan davada, Kadirli 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulü ile taşınmazın ¼ K. H. ile, ¼ K.
M.’nın hisselerinin iptal edilerek mirasçıları adına tapuya kayıt ve
tesciline karar verildiği ve bu kararın kesinleştiği; ancak kararda,
hissesi olmayan H.ın da hissesinin iptaline denmesi nedeniyle uygulama
olanağı bulunmadığının idarece belirtilmesi üzerine, aynı davacılarca
infazı kabil yeni bir karar verilmesinin istenildiği; mahkemece kesin hüküm
nedeniyle davanın reddine karar verildiği; bu kararın temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin E:2008/2276 sayılı kararıyla, her ne
kadar Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329 sayılı kararında davacının miras bırakanları
H.’ın tapuda mevcut olmayan payının iptaline hükmedilmişse de, yok hükmünde
olan bu bölüm dikkate alınmaksızın hükümde aynı zamanda K. M.’nın da
hissesi iptal edilerek bilirkişinin hisse döküm cetvelinde belirttiği
mirasçılar adına tapuya kayıt ve tescili de karara bağlandığına ve buna
göre de tapuda işlem yapılması olanağı bulunduğuna göre mahkemece davanın
reddine karar verilmiş olmasında herhangi bir isabetsizlik görülmediği
gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verildiği; bu karar üzerine yine
idarece infazın mümkün olmadığı yönünde işlem tesis edildiği anlaşılmıştır.
Olayda,
Osmaniye İli, Sumbaş İlçesi, Alibeyli Köyü, 138 Parselde kayıtlı taşınmazın
M. K. adına kayıtlı ¼ hissesinin iptal edilerek H. K. adına tescil edilmesi
istemiyle açılan davanın kabulüne ilişkin Kadirli Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 14.5.1992 günlü ve E:1985/329, K:1992/286 sayılı kararının
infazı ve tapu siciline şerh verilmesi isteminin reddine ilişkin
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf
İşlemleri Dairesi Başkanlığının 20.9.2010 gün ve 3464 sayılı işleminin
iptali istemiyle davanın açıldığı; diğer bir değişle, davacılar vekili
tarafından Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü işleminin iptali talep
edilmekte ise de, tapu iptali ve tescil istemiyle açılan ve Yargıtay
incelemesinden geçerek kesinleşen Asliye Hukuk Mahkemesi kararının
uygulanması aşamasında, mahkeme kararının uygulanabilirliğinin
sağlanamadığı nedeniyle, yeniden bir mahkeme kararı alınmadan herhangi bir
işlem yapılamayacağı yolundaki işlemin dava konusu edildiği açıktır.
Mahkeme
kararlarının infazı sırasında yalnızca kararın sonucuyla bağlı
kalınamayacağı, kararların gerekçelerinin de hüküm ifade edeceğinin ve
uygulamaya tabi olacağının gerek öğretide, gerekse uygulamada genel kabul görmüş
hukuk normlarından olduğu tartışmasızdır.
Yukarıda
sözü edilen Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin E:2008/2276 sayılı kararının,
mahkeme kararlarını infaz edemediğini belirten idareye yol gösterici
olduğu, açıklayıcı ve bağlayıcı bir nitelik taşıdığı, dolayısıyla, davalı
idarenin Yargıtay’ın gerekçeli onama kararında belirtilen kıstaslar
doğrultusunda tapuya tescil işlemini gerçekleştirmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Ancak,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin kararında
belirtilen gerekçeye rağmen mahkeme kararını uygulayamayacağı
yönünde işlem tesis eden davalı idarenin bu işleminin iptali istemiyle
açılan davanın, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası niteliğinde
olduğu, dolayısıyla artık adli yargı yerince, uygulanabilir özellikte ve
davacıların mağduriyetini giderebilecek nitelikte bir kararın
verilemeyeceği yadsınamayacaktır.
Bu
durumda, idarenin idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re’sen ve
tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk
alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem niteliği kazandırdığı ve
kural olarak bu işlemlerin özel yasal düzenlemeler dışında idari yargı
denetimine tabi bulunduğu gözetildiğinde, mahkeme ilamının tapu kütüğünde
infaz edilmemesine ilişkin davaya konu işlemin kamu gücüne dayanılarak
tesis edilen idari işlem niteliğinde olduğu, dolayısıyla uyuşmazlığın görüm
ve çözümün idare mahkemesinin görev alanına girdiği sonuç ve kanaatine
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, davada idari yargının görevli olduğu nedeniyle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE 8.4.2013 gününde Üyelerden
Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ ve Ayhan AKARSU’nun KARŞIOYLARI ve OY
OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
Dava,
Asliye Hukuk Mahkemesince tapu iptali ve tescile ilişkin olarak verilen
kararın uygulanması istemiyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne yapılan
başvurunun reddine ilişkin 20.09.2010 gün ve 3464 sayılı işlemin iptali
istemiyle açılmıştır.
4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde, “Taşınmaz mülkiyetinin
kazanılması, tescille olur.
Miras,
mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda
öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu
hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne
tescil edilmiş olmasına bağlıdır”,
716.
maddesinde, “Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe
dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda
kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin
hükmen geçirilmesini isteyebilir.
Bir
taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme
kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.
Bir
taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana
gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan
tescil olunur”,
1006.
maddesinde, “Tapu idarelerinin kuruluş, işleyiş ve hizmetlerinin
yürütülmesi, özel kanun hükümlerine tâbidir”,
1027.
maddesinde, “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu
sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir.
Düzeltme,
eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir.
Tapu
memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzeltir”
hükmüne yer verilmiştir.
Öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin 1 numaralı
bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri
ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak
sayılmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden, davaya konu taşınmazın, tapulama tutanağında K. Haşan
(mirasçıları) adına tespit bulunmasına karşın, 7.10.1969 tarihli komisyon
kararında K. Haşan adına yer verilmeyerek tapuya tesciline karar verildiği;
% hissenin iptali ile K. Haşan adına tapuya tesciline karar verilmesi
istemiyle açılan davada, Kadirli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın
kabulü ile taşınmazın % K.’lu Haşan ile, % K.’lu M.’nın hisselerinin iptal
edilerek mirasçıları adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği ve bu
kararın kesinleştiği; ancak kararda, hissesi olmayan Haşanın da hissesinin
iptaline denmesi nedeniyle uygulama olanağı bulunmadığının idarece
belirtilmesi üzerine, aynı davacılarca infazı kabil yeni bir karar
verilmesinin istenildiği; Mahkemece kesin hüküm nedeniyle davanın reddine
karar verildiği; bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin E:2008/2276 sayılı kararıyla, her ne kadar Kadirli Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin E: 1985/329 sayılı kararında davacının miras bırakanları
Hasan’ın tapuda mevcut olmayan payının iptaline hükmedilmişse de, yok
hükmünde olan bu bölüm dikkate alınmaksızın hükümde aynı zamanda K.’lu
M.’nın da hissesi iptal edilerek bilirkişinin hisse döküm cetvelinde
belirttiği mirasçılar adına tapuya kayıt ve tescili de karara bağlandığına
ve buna göre de tapuda işlem yapılması olanağı bulunduğuna göre, Mahkemece
davanın reddine karar verilmiş olmasında herhangi bir isabetsizlik
görülmediği gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verildiği; bu karar
üzerine yine idarece infazın mümkün olmadığı yönünde işlem tesis edildiği
anlaşılmıştır.
Olayda,
Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.5.1992 günlü ve E:1985/329, K:
1992/286 sayılı kararının infazı ve tapu siciline şerh verilmesi isteminin
reddine ilişkin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Dairesi
Başkanlığının 20.9.2010 gün ve 3464 sayılı işleminin iptali istemiyle
davanın açıldığı; diğer bir ifadeyle, Asliye Hukuk Mahkemesi kararının
uygulanması aşamasında, mahkeme kararının uygulanabilirliğinin sağlanamadığı
nedeniyle, yeniden bir mahkeme kararı alınmadan herhangi bir işlem
yapılamayacağı yolundaki işlemin dava konusu edildiği açıktır.
Bu
durumda, Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/329 sayılı kararının
infazının mümkün olup olmadığı konusunda karar verme görevi, sözü edilen
kararı veren Asliye Hukuk Mahkemesinin de içinde yer aldığı adli yargı
yerine aittir.
Açıklanan
nedenle, davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği oyu ile karar
katılmıyoruz.
Üye Üye
Üye
Sıddık YILDIZ Nurdane
TOPUZ Ayhan
AKARSU
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/288
KARAR NO: 2013/478
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Tespit davası şeklinde açılan davanın, imar planından kaynaklanan tazminat
davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- Ö.S.U., 2- A.R.U.
Vekilleri : Av. M.B.A.
Davalılar
: 1-Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
Vekili : Av. F.G.
2-Devlet
Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. A.K.
O L A Y
: Davacılar vekili, müvekkillerinin; Ankara İli, Akyurt İlçesi, Balıkhisar
Köyü, Derecik Mevkiinde kayıtlı taşınmazın malikleri olduğunu, taşınmazın
T.C. Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları. Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı
Gen. Müd. ile Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü arasında
imzalanan 27.02.2006 tarih ve 2010-2265 sayılı protokol gereğince, Esenboğa
Havaalanı 3. Pist Sahası yapılacağından bahisle, kamulaştırma şerhi
konulduğunu;
Şerh konulduğu tarihten bugüne kamulaştırma
yapılmadığını, kamulaştırma işleminin ne zaman ve ne suretle yapılacağı
sorulduğunda, 2012 ve 2013 yıllarında yeterli ödenek temin edilemeyeceği
düşünüldüğünden kamulaştırma işlemlerinin ertelenmesinin talep edildiğinin
beyan edildiğini; gayrimenkuller
üzerine kamulaştırma şerhi konulması sebebi ile tasarrufta bulunmak imkanı
ortadan kaldırıldığı gibi, üzerinde yatırım yapmak, bir sanayi tesisi ya da
inşaat yapmak gibi imkânlardan mahrum kalındığını; ayrıca kamulaştırma
şerhi sebebiyle imar uygulaması yapılmadığını, bu nedenle çok büyük değer
artışı imkânından da müvekkillerinin mahrum kaldığını, davalı idarenin bu
davranışının haksız fiil olduğunu, kamulaştırmasız el atma eylemini
oluşturduğunu; Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu’nun 15.12.2010 tarih, 2010/5- 662, 2010/651 K. sayılı kararında
“…Uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi
nedeniyle kamulaştırma ya da cihetine gitmeyen davalı idarece, pasif ve
suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale
ettiği açıktır. Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının
kabulüyle, davalı idarenin kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda
sorumlu bulunduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir...” denildiğini;
müvekkillerinin sahip olduğu gayrimenkullerin üzerine konulan kamulaştırma
şerhinin, müvekkillerinin gayrimenkullerini dilediği gibi kullanmasını
engellediği, dava konusu edilen taşınmazlara bu şekilde kamulaştırmasız
olarak el atıldığı, kamulaştırmasız
el atma sebebi ile talep edilebilecek bedelin, bu bedel için talep
edilebilecek faizin ve faiz başlangıcının tespitini talep etmek amacıyla
Mahkemeye başvurmanın zorunlu hale geldiğini ifade ederek; dava konusu
edilen taşınmazlara kamulaştırmasız olarak atıldığının, kamulaştırmasız el
atma sebebi ile talep edilebilecek bedelin, bu bedel için talep edilebilecek
faizin ve faiz başlangıcının ayrıca aleyhine tespit için başvurulan
kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının; 6100 Sayılı HMK 107/3
fıkrası uyarınca tespitine karar verilmesi istemiyle
adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idarelerin vekilleri, süresinde verdiği dilekçelerinde, 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında yapılan imar
düzenlemesinin idari bir işlem olduğu, idari işlemden kaynaklanan tazminat
taleplerinin de idari yargı yolunda çözümlenmesinin gerektiği, ayrıca dava konusu taşınmaza fiilen el
atıldığı da ileri sürülmediğine göre kamulaştırmasız el atmadan
bahsedilemeyeceği gerekçesiyle, görev itirazında bulunmuştur.
AKYURT ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ: 22.5.2012 gün ve E:2011/229 sayı ile, davalılar vekillerinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 7'nci maddesi
uyarınca kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline
şerh verilmesini kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu
idaresine bildirmesine ilişkin işlemin "idari işlem";
kamulaştırma işlemini gerçekleştirme konusundaki hareketsizliklerinin de,
idari eylem niteliği taşıdığı; 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2'nci maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendinde idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında
sayılmış; 3'üncü maddesinde, tam yargı davalarına ilişkin dilekçelerde
uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği belirtilmiş; 14'üncü maddesinin
üçüncü fıkrasının (g) bendinde, dilekçelerin 3 ve 5'inci maddelere uygun
olup olmadığı yönlerinden inceleneceği öngörülmüş; 15'inci maddesinin
birinci fıkrasında, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki
maddenin 3'üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse,
14'üncü maddenin; 3'üncü fıkrasının (g) bendinde yazılı halde otuzgün
içinde 3 ve 5'inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya
noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan
şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde
bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine
karar verileceği kuralına yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden;
davacılar tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü kararında, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili
el atma olmadan da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri
sürülmek suretiyle, tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulan taşınmazların
uzun yıllar geçmesine karşın kamulaştırılmaması nedeniyle kamulaştırmasız el
atıldığının, bu nedenle talep edilebilecek bedel ve faiz ile faiz
başlangıcının, Kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının
tespitine karar verilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; her ne kadar; dava dilekçesinde davaya
tespit davası niteliği verilmeye çalışılmışsa da, dilekçedeki iddiaların,
davalı idarelerin idari eylem ve işlemleri nedeniyle idare hukuku
alanındaki tazmin sorumluluğuna ilişkin olduğu dikkate alındığında, davanın
2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde
belirtilen tam yargı davası niteliğinde olduğu; asıl amacın davacıların
taşınmazlarının tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulması ve
kamulaştırmanın zamanında tekemmül ettirilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan zararın tazmini olduğu; tazmini
istenilen tutarın dilekçede gösterilmemiş olmasının, bu durumu değiştirecek
niteliği bulunmadığı; bu eksikliğin, İdari Yargı yerince dilekçe ret kararı
verilmek suretiyle tamamlatılmasının mümkün olduğu sonucuna varıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan
kamulaştırma şerhi verilmesine ilişkin işlemden ve kamulaştırma konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan
zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan; hukuka
uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari
Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde
yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tespit ve tazminat davalarına konu
edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan
tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin
gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Davacıların, Ankara ili, Akyurt ilçesi, Balıkhisar
köyündeki taşınmazla sahip oldukları; taşınmazın Esenboğa Havaalanı 3. pist
yapımı için davalı idare tarafından kamulaştırılmasına karar verilerek,
tapuya kamulaştırılacak yerlerden olduğu şerhi verilmesine rağmen, ödenek
yokluğu nedeniyle kamulaştırma işlemine başlanmadan beklenmesi sonucu,
taşınmazdan yararlanmanın engellendiğini iddia eden davacıların, işlemi
kamulaştırmasız el atma temeline oturtarak, bedel tespiti ve diğer
istemlerde bulundukları, bu davada davalı idare tarafından görev itirazında
bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı;
dava dosyasının incelenmesi sonucunda; Ulaştırma Bakanlığı ve diğer davalı
idarenin, kamu yararı amacıyla davaya konu taşınmazın kamulaştırılmasına
karar vermelerine rağmen, ödenek yokluğu nedeniyle kamulaştırma işlemlerine
başlayamadıkları, bu parseldeki idarenin işlemlerinin tespiti ile uğranılan
zararın tespitine ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
ya da tespit isteminin amacının idarenin eylemi sonucu uğranılan zararın
giderilmesini amaçlayan tam yargı davası olması karşısında, tespit davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; Anayasa'nın 125/son
madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve
işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; uyuşmazlık konusunun,
kamu yararına davalı idareler tarafından alınan kamulaştırma kararı
nedeniyle uğranılan zararın tespitine, dolayısıyla sonuçta zararın
tazminini amaçlayan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler
tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde
çözümlenmesi gerektiğinin düşünüldüğü; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının
2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü
ile Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına
karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Başvuru yazısı ve
dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı idarelerin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların, maliki oldukları Ankara ili, Akyurt
İlçesi, Balıkhisar Köyü’ndeki taşınmazları üzerine Esenboğa Havaalanı 3'üncü
Pist Sahası yapılacağından bahisle kamulaştırma şerhi konduğu, kamulaştırma
yapılmadığı, bu suretle gayrimenkulünden özgürce tasarruf etmek ve üzerinde
yatırım yapmak, sanayi tesisi ve inşaat yapmak gibi imkanlardan mahrum
kaldıkları, davalı idarenin bu davranışının haksız fiil olup
kamulaştırmasız el atma eylemini oluşturduğu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, imar planı gereğinin uzun yıllar yerine getirilmemesi halinde
kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleştiğinin kabul edildiğini öne sürerek,
taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığının, kamulaştırmasız el atma sebebi
ile talep edilecek bedelin ve bu bedel için talep edilebilecek faiz ve faiz
başlangıcının, aleyhine tespit için başvurulan Kurumlardan hangisinin
kamulaştırmasız el attığının 6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 3. fıkrası
uyarınca tespitine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Görev
uyuşmazlığının çözümü için öncelikle, tespit davasının hukukumuzdaki
yerinin incelenmesi gerekli bulunmaktadır.
1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda(Mülga) tespit davasını düzenleyen açık ve
genel bir hükme yer verilmemekteyse de, doktrinde ve yerleşik yargısal
içtihatlarla, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının saptanması için
tespit davası açılabileceği kabul edilmiş; tespit davasının esasının
incelenebilmesi için de, genel dava koşullarının yanı sıra, dava konusunun
bir hukuki ilişki olması ve bu hukuki ilişkinin var olup olmadığının
öncelikle saptanmasında hukuki yarar bulunması koşulları aranmış; buna
göre, özel hukuk alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin saptanması için
adli yargı yerinde müstakil olarak bir tespit davası açılabilmesi kabul
edilmiş iken; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesinde “ Tespit davası”na, 107.maddesinde ise “ Belirsiz
alacak ve tespit davası”na yer verilmiştir.
Anılan maddelere bakıldığında; “Tespit davası/ Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın
veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte
olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar
dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı
bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu
oluşturamaz.”
“Belirsiz alacak ve tespit davası/
Madde 107- (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut
değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın
miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün
olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası
da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
denilmiştir.
Buna karşılık,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari
Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında, idari dava
türleri: iptal, tam yargı ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış olup, tespit davası şeklinde bir dava türüne
idari yargıda yer verilmemiştir. Anılan Yasanın “ İdari Davalarda
Delillerin Tespiti” başlıklı 58/1. maddesi
“Taraflar, idari dava açtıktan sonra bu davalara ilişkin delillerin
tespitini ancak davaya bakan Danıştay, idare ve
vergi mahkemelerinden isteyebilir.” hükmünü taşımakta olup,
idari yargıda, ancak açılmış bir idari dava ile ilgili bulunan
“delillerin tespiti”nin istenilmesine olanak bulunmaktadır. Buna göre,
idari dava türleri arasında sayılmayan tespit davasının, yorum yoluyla
idari yargının görevine müstakil bir dava olarak dahil edilmesine hukuken
olanak bulunmadığından, idari yargı yerinde, idare hukuku alanını
ilgilendiren bir hukuki ilişkinin varlığının ancak açılmış bulunan bir
idari davaya bağlı olarak delil tespiti kapsamında saptanabileceği açıktır.
Belirtilen
yasal durum karşısında, tespit davasına konu olabilecek hukuki ilişkinin
özel hukuk alanını ilgilendirmesi gerektiği ve bir eda davasının öncüsü
durumunda olan tespit davasının adli yargı yerinin görevine girdiği ortaya
çıkmaktadır. Ancak, adli yargıda açılacak bir eda davasında hiçbir zaman
kullanılmayacağının, buna karşılık idari bir işlem tesisi istemiyle bir
idari makama veya idari yargıda açılacak bir davada idare mahkemesine ibraz
edilmek ve bu makam veya mahkemeyi hukuken bağlayacak nitelikte belge elde
etmek amacıyla açıldığının anlaşılması halinde tespit davası adli yargıda
görülemeyecek ve görev yönünden reddi gerekecektir. Bu durumdaki tespit
davasının idare hukuku kurallarına göre çözümlenmesi gerekmekteyse de,
müstakil bir dava olarak açılması halinde idari yargı yerince, idari
yargıda böyle bir dava türü olmadığı ve ancak bir idari dava açıldıktan
sonra bu davaya ilişkin delil tespiti kapsamında incelenebileceği
noktasından reddedilmesi uygun olacaktır.
Bu
açıklamalara göre tespit isteminin konusu incelendiğinde, Ankara İli,
Akyurt İlçesi, Balıkhisar Mahallesi’ndeki taşınmazın Esenboğa 3. Pist
Kamulaştırma alanında kaldığı; taşınmazda fiili el atmanın mevcut olmadığı;
tapu kaydı üzerine davalı kurumlarca şerh konulmuş olduğu anlaşılmıştır.
2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun "İdari dava türleri ve idari yargı
yetkisinin sınırı" başlıklı 2'nci maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında
sayılmış; 3'üncü maddesinde, tam yargı davalarına ilişkin dilekçelerde
uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği belirtilmiş; 14'üncü maddesinin
üçüncü fıkrasının (g) bendinde, dilekçelerin 3 ve 5'inci maddelere uygun
olup olmadığı yönlerinden inceleneceği öngörülmüş; 15'inci maddesinin
birinci fıkrasında, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki
maddenin 3'üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse,
14'üncü maddenin; 3'üncü fıkrasının (g) bendinde yazılı halde otuzgün
içinde 3 ve 5'inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya
noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan
şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde
bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine
karar verileceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda
davacılar vekili tarafından, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010
günlü kararında, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili el atma olmadan
da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek
suretiyle, tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulan taşınmazın uzun yıllar
geçmesine karşın kamulaştırılmaması nedeniyle kamulaştırmasız el
atıldığının, bu nedenle talep edilebilecek bedel ve faiz ile faiz
başlangıcının, Kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının
tespitine karar verilmesinin istenildiği anlaşılmıştır
Her ne
kadar, dava 6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 3. fıkrası kapsamında
tespit davası şeklinde açılmış ise de, dava dilekçedeki iddiaların, davalı
idarelerin idari eylem ve işlemleri nedeniyle idare hukuku alanındaki
tazmin sorumluluğuna ilişkin olduğu, davanın 2577 sayılı Yasanın 2'nci
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen tam yargı davası niteliğini
taşıdığı; bu dava ile ulaşılmak istenilen asıl amacın; davacıların taşınmazlarının tapu kaydına
kamulaştırma şerhi konulması ve kamulaştırmanın zamanında tekemmül
ettirilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
zararın tazmini olduğu; tazmini istenilen tutarın dilekçede gösterilmemiş
olmasının, bu durumu değiştirecek niteliği bulunmadığı; bu eksikliğin,
İdari Yargı yerince dilekçe ret kararı verilmek suretiyle tamamlatılmasının
mümkün olduğu açıktır.
Bu
durumda, davacıların maliki olduğu
taşınmazın Havaalanı Pist Alanı kullanımında kaldığı,
tapu kaydı üzerine kamulaştırma şerhi konulmasına rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği ancak tespit davası şeklinde dava kurgulanmış ise de; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tespit ve tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak
bulunmamaktadır.
Dolayısıyla;
davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1
'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," kapsamında idari
yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılar
vekillerinin görev itirazlarının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılar vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.5.2012 gün
ve E:2011/229 sayılı REDDİNE İLİŞKİN
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/291
KARAR NO: 2013/479
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Tespit
davası şeklinde açılan davanın, imar planından kaynaklanan tazminat
davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı : M. İnşaat ve Ticaret A.Ş.
Vekilİ : Av. S.O.A.
Davalılar
: 1-Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
Vekili : Av. F.G.
2-Devlet
Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. A.K.
O L A Y
:Davacı vekili, müvekkillinin; Ankara İli, Akyurt İlçesi, Balıkhisar Köyü,
1022, 1023, 1221 sayılı parsellerin maliki olduğunu, T.C. Ulaştırma
Bakanlığı Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Gen. Müd. ile
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü arasında imzalanan
27.02.2006 tarih ve 2010-2265 sayılı protokol gereğince, Esenboğa Havaalanı
3. Pist Sahası yapılacağından bahisle, kamulaştırma şerhi konulduğunu;
Şerh konulduğu tarihten bugüne kamulaştırma
yapılmadığını, kamulaştırma işleminin ne zaman ve ne suretle yapılacağı
sorulduğunda, 2012 ve 2013 yıllarında yeterli ödenek temin edilemeyeceği
düşünüldüğünden kamulaştırma işlemlerinin ertelenmesinin talep edildiğinin
beyan edildiğini; müvekkilinin, sahip olduğu gayrimenkuller üzerindeki
özgürce tasarruf etme imkânından mahrum kaldığını; gayrimenkuller üzerine kamulaştırma şerhi
konulması sebebi ile tasarrufta bulunmak imkanı ortadan kaldırıldığı gibi,
üzerinde yatırım yapmak, bir sanayi tesisi ya da inşaat yapmak gibi
imkânlardan mahrum kalındığını; ayrıca kamulaştırma şerhi sebebiyle imar
uygulaması yapılmadığını, bu nedenle İmar geçmesi halinde çok büyük değer
artışı imkânından da müvekkillerinin mahrum kaldığını, davalı idarenin bu
davranışının haksız fiil olduğunu, kamulaştırmasız el atma eylemini
oluşturduğunu; Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu’nun 15.12.2010 tarih, 2010/5- 662, 2010/651 K. sayılı kararında
“…Uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi
nedeniyle kamulaştırma ya da cihetine gitmeyen davalı idarece, pasif ve
suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale
ettiği açıktır. Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız el koyma olgusunun
varlığının kabulüyle, davalı idarenin kamulaştırmasız el koyma hükümleri
doğrultusunda sorumlu bulunduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir...”
denildiğini; müvekkilinin sahip olduğu gayrimenkullerin üzerine konulan
kamulaştırma şerhinin, müvekkillerinin gayrimenkullerini dilediği gibi
kullanmasını engellediği, dava konusu edilen taşınmazlara bu şekilde
kamulaştırmasız olarak el atıldığı,
kamulaştırmasız el atma sebebi ile talep edilebilecek bedelin, bu
bedel için talep edilebilecek faizin ve faiz başlangıcının tespitini talep
etmek amacıyla Mahkemeye başvurmanın zorunlu hale geldiğini ifade ederek;
dava konusu edilen taşınmazlara kamulaştırmasız olarak atıldığının, kamulaştırmasız
el atma sebebi ile talep edilebilecek bedelin, bu bedel için talep
edilebilecek faizin ve faiz başlangıcının ayrıca aleyhine tespit için
başvurulan kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının; 6100 Sayılı
HMK 107/3 fıkrası uyarınca tespitine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idarelerin vekilleri, süresinde verdiği dilekçelerinde, 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında yapılan imar
düzenlemesinin idari bir işlem olduğu, idari işlemden kaynaklanan tazminat
taleplerinin de idari yargı yolunda çözümlenmesinin gerektiği, ayrıca dava konusu taşınmaza fiilen el
atıldığı da ileri sürülmediğine göre kamulaştırmasız el atmadan
bahsedilemeyeceği gerekçesiyle, görev itirazında bulunmuştur.
AKYURT ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ: 22.5.2012 gün ve E:
2012/64 sayı ile,
davalılar vekillerinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri
maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de,
"idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 7'nci maddesi uyarınca kamulaştırma
kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini
kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine
bildirmesine ilişkin işlemin "idari işlem"; kamulaştırma işlemini
gerçekleştirme konusundaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği
taşıdığı; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun "İdari dava türleri ve idari yargı
yetkisinin sınırı" başlıklı 2'nci maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında
sayılmış; 3'üncü maddesinde, tam yargı davalarına ilişkin dilekçelerde
uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği belirtilmiş; 14'üncü maddesinin
üçüncü fıkrasının (g) bendinde, dilekçelerin 3 ve 5'inci maddelere uygun
olup olmadığı yönlerinden inceleneceği öngörülmüş; 15'inci maddesinin
birinci fıkrasında, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki
maddenin 3'üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse,
14'üncü maddenin; 3'üncü fıkrasının (g) bendinde yazılı halde otuzgün
içinde 3 ve 5'inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya
noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan
şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde
bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine
karar verileceği kuralına yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden;
davacılar tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü kararında, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili
el atma olmadan da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri
sürülmek suretiyle, tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulan taşınmazların
uzun yıllar geçmesine karşın kamulaştırılmaması nedeniyle kamulaştırmasız
el atıldığının, bu nedenle talep edilebilecek bedel ve faiz ile faiz
başlangıcının, Kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının
tespitine karar verilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; her ne kadar; dava dilekçesinde davaya
tespit davası niteliği verilmeye çalışılmışsa da, dilekçedeki iddiaların,
davalı idarelerin idari eylem ve işlemleri nedeniyle idare hukuku
alanındaki tazmin sorumluluğuna ilişkin olduğu dikkate alındığında, davanın
2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde
belirtilen tam yargı davası niteliğinde olduğu; asıl amacın davacıların
taşınmazlarının tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulması ve
kamulaştırmanın zamanında tekemmül ettirilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan zararın tazmini olduğu; tazmini
istenilen tutarın dilekçede gösterilmemiş olmasının, bu durumu değiştirecek
niteliği bulunmadığı; bu eksikliğin, İdari Yargı yerince dilekçe ret kararı
verilmek suretiyle tamamlatılmasının mümkün olduğu sonucuna varıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan
kamulaştırma şerhi verilmesine ilişkin işlemden ve kamulaştırma konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan
zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan; hukuka
uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari
Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde
yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tespit ve tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Davacının, Ankara İli Akyurt İlçesi’ndeki,
taşınmazlara sahip olduğu; taşınmazların Esenboğa Havaalanı 3. pist yapımı
için davalı idare tarafından kamulaştırılmasına karar verilerek, tapuya
kamulaştırılacak yerlerden olduğu şerhi verilmesine rağmen, ödenek yokluğu
nedeniyle kamulaştırma işlemine başlanmadan beklenmesi sonucu, taşınmazdan
yararlanmanın engellendiğini iddia eden davacıların, işlemi kamulaştırmasız el atma temeline
oturtarak, bedel tespiti ve diğer istemlerde bulundukları, bu davada davalı
idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev
uyuşmazlığının çıkarıldığının anlaşıldığı; dava dosyasının incelenmesi
sonucunda; Ulaştırma Bakanlığı ve diğer davalı idarenin, kamu yararı
amacıyla davaya konu taşınmazın kamulaştırılmasına karar vermelerine
rağmen, ödenek yokluğu nedeniyle kamulaştırma işlemlerine başlayamadıkları,
bu parseldeki idarenin işlemlerinin tespiti ile uğranılan zararın tespitine
ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında,
davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası
ya da tespit isteminin amacının idarenin eylemi sonucu uğranılan zararın
giderilmesini amaçlayan tam yargı davası olması karşısında, tespit davası
niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; Anayasa'nın 125/son
madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve
işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; uyuşmazlık konusunun,
kamu yararına davalı idareler tarafından alınan kamulaştırma kararı
nedeniyle uğranılan zararın tespitine, dolayısıyla sonuçta zararın
tazminini amaçlayan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler
tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde
çözümlenmesi gerektiğinin düşünüldüğü; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının
2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü
ile Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/64 esas sayılı görevlilik
kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Başvuru yazısı ve
dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı idarelerin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının, maliki oldukları Ankara ili, Akyurt
İlçesi, Balıkhisar Köyü’ndeki taşınmazları üzerine Esenboğa Havaalanı
3'üncü Pist Sahası yapılacağından bahisle kamulaştırma şerhi konduğu,
kamulaştırma yapılmadığı, bu suretle gayrimenkulünden özgürce tasarruf
etmek ve üzerinde yatırım yapmak, sanayi tesisi ve inşaat yapmak gibi
imkanlardan mahrum kaldıkları, davalı idarenin bu davranışının haksız fiil
olup kamulaştırmasız el atma eylemini oluşturduğu, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, imar planı gereğinin uzun yıllar yerine getirilmemesi
halinde kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleştiğinin kabul edildiğini
öne sürerek, taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığının, kamulaştırmasız
el atma sebebi ile talep edilecek bedelin ve bu bedel için talep
edilebilecek faiz ve faiz başlangıcının, aleyhine tespit için başvurulan
Kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının 6100 sayılı Kanunun
107. maddesinin 3. fıkrası uyarınca tespitine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
Görev
uyuşmazlığının çözümü için öncelikle, tespit davasının hukukumuzdaki
yerinin incelenmesi gerekli bulunmaktadır.
1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda(Mülga) tespit davasını düzenleyen açık ve
genel bir hükme yer verilmemekteyse de, doktrinde ve yerleşik yargısal
içtihatlarla, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının saptanması için
tespit davası açılabileceği kabul edilmiş; tespit davasının esasının
incelenebilmesi için de, genel dava koşullarının yanı sıra, dava konusunun
bir hukuki ilişki olması ve bu hukuki ilişkinin var olup olmadığının
öncelikle saptanmasında hukuki yarar bulunması koşulları aranmış; buna
göre, özel hukuk alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin saptanması için
adli yargı yerinde müstakil olarak bir tespit davası açılabilmesi kabul
edilmiş iken; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesinde “ Tespit davası”na, 107.maddesinde ise “ Belirsiz
alacak ve tespit davası”na yer verilmiştir.
Anılan maddelere bakıldığında; “Tespit davası/ Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın
veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte
olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar
dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı
bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu
oluşturamaz.”
“Belirsiz alacak ve tespit
davası/ Madde 107- (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını
yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın
miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün
olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası
da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
denilmiştir.
Buna
karşılık, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri
ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında,
idari dava türleri: iptal, tam yargı ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma
ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış olup, tespit davası şeklinde bir dava türüne
idari yargıda yer verilmemiştir. Anılan Yasanın “ İdari Davalarda
Delillerin Tespiti” başlıklı 58/1. maddesi
“Taraflar, idari dava açtıktan sonra bu davalara ilişkin delillerin
tespitini ancak davaya bakan Danıştay, idare ve
vergi mahkemelerinden isteyebilir.” hükmünü taşımakta olup,
idari yargıda, ancak açılmış bir idari dava ile ilgili bulunan
“delillerin tespiti”nin istenilmesine olanak bulunmaktadır. Buna göre,
idari dava türleri arasında sayılmayan tespit davasının, yorum yoluyla
idari yargının görevine müstakil bir dava olarak dahil edilmesine hukuken
olanak bulunmadığından, idari yargı yerinde, idare hukuku alanını
ilgilendiren bir hukuki ilişkinin varlığının ancak açılmış bulunan bir
idari davaya bağlı olarak delil tespiti kapsamında saptanabileceği açıktır.
Belirtilen
yasal durum karşısında, tespit davasına konu olabilecek hukuki ilişkinin
özel hukuk alanını ilgilendirmesi gerektiği ve bir eda davasının öncüsü
durumunda olan tespit davasının adli yargı yerinin görevine girdiği ortaya
çıkmaktadır. Ancak, adli yargıda açılacak bir eda davasında hiçbir zaman
kullanılmayacağının, buna karşılık idari bir işlem tesisi istemiyle bir
idari makama veya idari yargıda açılacak bir davada idare mahkemesine ibraz
edilmek ve bu makam veya mahkemeyi hukuken bağlayacak nitelikte belge elde
etmek amacıyla açıldığının anlaşılması halinde tespit davası adli yargıda
görülemeyecek ve görev yönünden reddi gerekecektir. Bu durumdaki tespit
davasının idare hukuku kurallarına göre çözümlenmesi gerekmekteyse de,
müstakil bir dava olarak açılması halinde idari yargı yerince, idari
yargıda böyle bir dava türü olmadığı ve ancak bir idari dava açıldıktan
sonra bu davaya ilişkin delil tespiti kapsamında incelenebileceği
noktasından reddedilmesi uygun olacaktır.
Bu
açıklamalara göre tespit isteminin konusu incelendiğinde: dava konusu taşınmazların, Ankara ili Akyurt ilçesi Balıkhisar
mahallesi 1022, 1023, 1221 numaralı parseller olduğu; parsellerin Esenboğa
3. Pist Kamulaştırma alanında kaldığı;
tapu kütüklerinde niteliğinin tarla olarak belirtildiği;
taşınmazlarda fiili el atmanın mevcut olmadığı; tapu kaydı üzerine davalı
kurumlarca şerh konulmuş olduğu anlaşılmıştır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2'nci maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendinde idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri
arasında sayılmış; 3'üncü maddesinde, tam yargı davalarına ilişkin
dilekçelerde uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği belirtilmiş; 14'üncü
maddesinin üçüncü fıkrasının (g) bendinde, dilekçelerin 3 ve 5'inci
maddelere uygun olup olmadığı yönlerinden inceleneceği öngörülmüş; 15'inci
maddesinin birinci fıkrasında, Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince
yukarıdaki maddenin 3'üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık
görülürse, 14'üncü maddenin; 3'üncü fıkrasının (g) bendinde yazılı halde
otuzgün içinde 3 ve 5'inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya
noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan
şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde
bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine
karar verileceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda
davacı vekili tarafından, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü
kararında, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili el atma olmadan
da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek
suretiyle, tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulan taşınmazların uzun
yıllar geçmesine karşın kamulaştırılmaması nedeniyle kamulaştırmasız el
atıldığının, bu nedenle talep edilebilecek bedel ve faiz ile faiz
başlangıcının, Kurumlardan hangisinin kamulaştırmasız el attığının
tespitine karar verilmesinin istenildiği anlaşılmıştır
Her ne
kadar, dava 6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 3. fıkrası kapsamında
tespit davası şeklinde açılmış ise de, dava dilekçedeki iddiaların, davalı
idarelerin idari eylem ve işlemleri nedeniyle idare hukuku alanındaki
tazmin sorumluluğuna ilişkin olduğu,
davanın 2577 sayılı Yasanın 2'nci maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde belirtilen tam yargı davası niteliğini taşıdığı; bu dava ile
ulaşılmak istenilen asıl amacın;
davacıların taşınmazlarının tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulması
ve kamulaştırmanın zamanında tekemmül ettirilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan zararın tazmini olduğu; tazmini
istenilen tutarın dilekçede gösterilmemiş olmasının, bu durumu değiştirecek
niteliği bulunmadığı; bu eksikliğin, İdari Yargı yerince dilekçe ret kararı
verilmek suretiyle tamamlatılmasının mümkün olduğu açıktır.
Bu
durumda, davacının maliki olduğu
taşınmazların Havaalanı Pist Alanı kullanımında kaldığı,
tapu kaydı üzerine kamulaştırma şerhi konulmasına rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği ancak tespit davası şeklinde dava kurgulanmış ise de; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tespit ve tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak
bulunmamaktadır.
Dolayısıyla;
davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1
'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," kapsamında idari
yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılar
vekillerinin görev itirazlarının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılar vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.5.2012 gün
ve E: 2012/64 sayılı REDDİNE İLİŞKİN
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/302
KARAR NO: 2013/480
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Davalı Belediye çalışanlarının yol açım ve pazar yerine su bağlantısı
çalışmaları esnasında davacıya ait şebeke ve aydınlatma ile yüksek gerilim
kablolarına hasar vermesi sonucu oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini
istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av.S.I.
Davalı :
Altındağ Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av.H.A.
O L A Y
: Davacı vekili, davalı adına çalışma yapan Fen İşleri Müdürlüğü
çalışanlarının, 03.06.2010 tarihinde Karapürçek Mah.472. Sokak içinde, yol
açım çalışması esnasında kuruma ait şebeke ve aydınlatma kablolarına;
28.10.2010 tarihinde Malazgirt Cad. Muhtarlık arkasında, pazar yerine su
bağlantısı çalışması esnasında kuruma ait
yüksek gerilim kablosuna hasar verdiğini, meydana gelen hasar
miktarının toplam 1.495,33TL olarak tespit edildiğini; davalının meydana
gelen hasardan sorumlu olduğunu, hasar tespit tutanağında belirtilen hasarı
onarmak ve belirtilen hasar bedelini ödemekle yükümlü bulunduğunu ifade
ederek; fazlaya dair tüm hakları saklı kalmak kaydıyla, 1.495,00-TL’nin
hasar tarihi olan 28.10.2010’dan itibaren işleyecek avans faizi ile
birlikte davalıdan tahsili istemiyle
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
Belediye vekili savunma dilekçesinde, hizmet kusuruna dayanılarak açılan
davada idari yargının görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA
2.SULH HUKUK MAHKEMESİ:21.9.2011 gün ve E:2011/986 sayı ile, açılan davanın haksız fiile dayalı
tazminat davası olduğu gerekçesiyle, davalı vekilinin yargı yolu itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı
Belediye vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki
dilekçesi üzerine dava dosyası örneği Danıştay Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; T.C. Anayasasının 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin
kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun, hükme
bağlandığı; idarenin yürütmekle görevli
olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel
nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet
kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi
hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol
açtığı; öte yandan; 2577 sayılı
Yasanın "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı"
başlıklı 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde; idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; buna
göre, kamu idarelerinin hizmet kusurundan doğduğu iddia edilen zararların
tazmini istemiyle açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesinin
gerektiği; dava konusu uyuşmazlıkta, davacı kurumun zararının, kamu idaresi
olan belediyece yürütülen kamu hizmeti çerçevesindeki altyapı çalışmaları
sırasında, hizmetin gereği gibi yürütülmediğinden kaynaklandığı;
dolayısıyla, idarenin, doğan zarardan, hizmet kusuru ilkesi uyarınca
sorumluluğu bulunduğu ileri sürülerek dava açılmış olduğu; bu sebeple, uyuşmazlığın çözümünün,
davalı belediye tarafından yürütülen altyapı hizmetinin, niteliğine uygun
olarak yerine getirilip getirilmediğinin ve hizmet kusuru esasına göre
idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasına bağlı bulunduğu;
bu saptamalar ise, idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden; 2577
sayılı Kanunun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendi kapsamında
bulunan davanın görüm ve çözümünün, İdari Yargı'nın görevine girdiği
gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacı şirket vekilinin, Altındağ Belediyesinin alt
yapı çalışmaları sırasında şirket mallarına verdiği zararın tazmin edilmesi
gerektiğini iddia ederek, bu işlemi haksız fiil nedeniyle tazminat davası
temeline oturtarak, meydana gelen hasarın bedeli olarak 1.495,00 TL
tazminata hükmedilmesini talep etmekte olduğu; dava dosyasının incelenmesi sonucunda;
davalı Belediyenin, kamu idaresi olarak görev ve yetkileri kapsamında, alt
yapı hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında, hizmetin işleyişi
sırasında ortaya çıkan aksaklık, bozukluk ya da diğer sorunlardan
kaynaklanan hizmet kusuru nedeniyle hasara neden olunduğu iddia edildiği;
Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari
eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı
davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; uyuşmazlık konusu işlemde, idarenin
hizmet kusurundan kaynaklanan bir zararın tazmini istemine yönelik bulunan
davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından
açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiğinin düşünüldüğü; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara
2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/986 esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa
AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve
Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Belediye
vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı Belediye çalışanlarının yol açım ve pazar yerine su bağlantısı çalışmaları
esnasında davacıya ait şebeke ve aydınlatma ile yüksek gerilim kablolarına
hasar vermesi sonucu oluştuğu ileri sürülen zararın tazmini istemiyle
açılmıştır.
İdarenin
yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya
koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı
plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su
şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında
kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm
ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan
idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede
bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya
plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i
ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün
önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli
yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş
bulunmaktadır.
Olayda, davalı Belediye çalışanlarının yol açım ve Pazar
yerine su bağlantısı çalışmaları esnasında davacıya ait şebeke ve
aydınlatma ile yüksek gerilim kablolarına hasar verdiği, meydana gelen
hasar miktarının 1.495,33TL olduğu ileri sürülerek, fazlaya dair tüm
hakları saklı kalmak kaydıyla, 1.495,00-TL’nin, hasar tarihi olan
28.10.2010’dan itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan
tahsili istemiyle; hizmeti yürüten kamu tüzel kişisine karşı dava açıldığı
anlaşılmaktadır.
Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak
yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip
işletilmediğinin; hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin
sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan
“idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak
tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.
Belirtilen
durum karşısında, davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine
girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
Belediye vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Sulh Hukuk Mahkemesi
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı İdare vekilinin GÖREV
İTİRAZININ REDDİNE ilişkin Ankara 2.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 21.9.2011 gün
ve E:2011/986 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/304
KARAR NO: 2013/481
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET
: 3213 sayılı Maden
Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının
kaldırılması istemiyle açılan
davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
P. İnş. Kum. Çakıl Ocağı Nak. Hafr. Pet. Ürün. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. B.T.
Davalı : Antalya İl Özel
İdaresi
O L A Y : Davacı şirkete, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun
12. maddesi uyarınca, ruhsatlı sahasının dışında bulunan sahadan ruhsatsız
olarak kum-çakıl malzemesi aldığı nedeniyle, Vali Olurlu 19.12.2005 günlü
ve 1513 sayılı işlem ile 196.000,00 YTL idari para cezası verilmiş, Antalya
İl Özel İdaresi’nin 22.2.2006 günlü ve 252 sayılı yazısı ile durum davacıya
bildirilmiştir.
Davacı
vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle adli yargı
yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA
1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.4.2006 gün ve D.İş:2006/293, D.İş K:2006/293
sayı ile, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi kararı ile
iptal edildiği, idari para cezalarına karşı yapılan itirazı değerlendirme
ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş,
yapılan itiraz Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
Davacı
vekili, bu kez söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
ANTALYA
1. İDARE MAHKEMESİ: 18.5.2006 gün ve E:2006/1585, K:2006/720 sayı ile, 5326
sayılı Kabahatler Kanununun, 2., 3., 16., geçici 2., geçici 3. ve 27. madde hükümleri incelendiğinde, ceza
hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunan ve bu ilişki
nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün Kanunlardaki
idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması
gerektiği sonucuna ulaşıldığı, Kanunun yürürlük tarihi olan 01.06.2005
tarihinden sonra açılacak tüm idari para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler
Kanununun uygulanacağının açıkça hüküm altına alındığı; bu durumda, Maden
Kanununun ilgili maddesinde itiraz mercii olarak idare mahkemesinin görevli
olduğu hükmü yer almış ise de, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler
Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün
yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev
alanında bulunduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş, verilen karar Danıştay 8. Dairesi’nce onanmak suretiyle
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ,
Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan AKARSU ve
Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık
yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir
örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci
fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
4/6/1985
gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde,
“Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve
terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12.
maddesinin, beşinci fıkrasında; ruhsatı olmadan veya başkasına ait ruhsat
alanı içerisinde üretim yapıldığının tespiti halinde faaliyetler
durdurularak üretilen madene mülki idare tarafından el konulacağı, bu fiili
işleyenlere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma
imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin ocak başı satış bedelinin üç katı
tutarında idari para cezası uygulanacağı, ruhsat alanında ruhsat grubu
dışında üretim yapıldığının tespiti halinde faaliyetler durdurularak
üretilen madene mülki idare amirliklerince el konulacağı, bu fiili işleyen
kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma
imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin iki katı
tutarında idari para cezası uygulanacağı, el konulan madenlerin, mülki
idare amirliklerince satılarak bedelinin il özel idaresi hesabına
aktarılacağı belirtilmiştir.
3213
sayılı Maden Kanunu’nun 2, 3, 7, 9, 10, 12, 13, 14, 16, 17, 27, 29, 30, 31,
32, 47; ek 7, 8; geçici 13, 14, 15,
16, 17, 18, 19. maddelerinde 10.6.2010 gün ve 5995 sayılı Kanun
ile değişiklik yapılmış ise de; Maden Kanunu’nda, idari
para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Öte
yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1)
Bu Kanunun;
a) İdarî
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer
genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu”
başlıklı 27. maddesinin 1.
fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi
tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari
yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere
göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı
Maden Kanunu’nda idari para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa
hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın
görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi
uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Antalya 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.4.2006 gün ve D.İş:2006/293, D.İş K:2006/293 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/306
KARAR NO: 2013/482
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET:
Trafik kazasında, davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle
ödenen sigorta tazminatının rücuen tazmini istemi ile açılan davanın ADLİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A. Sigorta A.Ş.
Vekilleri
: Av. K.A., Av.İ.Y.
Davalı : Samsun Su ve Kanalizasyon İdaresi
(SASKİ) Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av.S.E.Y., Av.Ö.C.K.
O L A Y : Davacı
şirket vekili, dava dilekçesinde, müvekkili şirkete Maksimum Ticari Kasko
Sigorta Poliçesi ile sigortalı bulunan H.A.’ya ait 55 BL 713 plakalı
aracın, 04/01/2011 tarihinde Alanlı Köyü istikametinden Atatürk Bulvarı
istikametine seyir halindeyken No: 104 önüne geldiği sırada yol üzerinde
bulunan rögar kapağının yerinden fırlayarak çıktığını, aracın tekerleğinin
rögar kapağı boşluğuna düştüğünü,
aracın sol yan kısmına devrilerek sürüklenmesi neticesinde
yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini; aracın bu
kazada ağır hasara uğrayıp, büyük zarar gördüğünü; düzenlenen trafik kaza
tespit tutanağına göre, gerekli kontrolleri yerine getirmeyen, gösterilmesi gereken özeni göstermeyen,
davalı kurumun işbu kazada asli kusurlu olduğunu; olaydan sonra ilgili ekspertiz
tarafından meydana gelen hasarların tek tek hesaplandığını, toplam
26,000,00 TL’ lik hasar meydana geldiğini; aracın 15,000,00 TL’lik sovtaj
bedeli düşüldükten sonra kalan 11,000,00 TL’lik tazminatın müvekkili şirket
tarafından hasar gören H.A.’ya ödendiğini; T.T.K.’nun 1301'inci maddesine
göre, sigortacı, hasar bedelini ödedikten sonra kanunen sigortalısının
yerine halef olacağından ödenen miktarın tahsili için işbu davayı
açtıklarını ifade ederek; 11.000,00 TL alacağın, fazlaya dair talep hakları
saklı kalmak kaydı ile ödeme tarihi olan 04/01/2011 tarihinden itibaren
işleyecek reeskont faizi, masraf ve ücreti vekalet ile birlikte davalı
kurumdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 2.11.2011 tarihinde adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı vekilince, süresinde verilen birinci savunma
dilekçesinde, dava konusu uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiği
ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
SAMSUN
1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:3.4.2012 gün ve E:2011/527 sayı ile, Davalı SASKİ
her ne kadar kamu kurumu ise de özel hukuk hükümlerine göre faaliyette
bulunmak üzere kurulan bir tüzel kişi olması nedeniyle haksız eyleminden
kaynaklanan davalarda Adli Yargı mahkemelerinin görevli bulunduğu
gerekçesiyle, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin, kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinde idari dava
türleri sayılmış; bu maddenin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem
ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı
davalarının, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava
türleri arasında gösterilmiş olduğu; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü
kılınan kamu kuruluşunun, bu hizmetin yürütümü sırasında kişilere verdiği
zararın tazmini isteğine ilişkin uyuşmazlıkta, kamu hizmetinin gereği gibi
yönetilip yönetilmediğinin; hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp
yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin;
sonuçta, idarenin hizmet kusuruna veya kusursuz sorumluluk ilkesine dayalı
sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin
idari yargı yerlerine ait bulunduğu; davanın açıldığı tarihten önce
19.01.2011 gün ve 27820 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren,
Tebligat Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6099 sayılı
Kanunun 14'
üncü maddesi ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun "Görevli ve
Yetkili Mahkeme" başlıklı 110'
uncu maddesi değiştirilerek; "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer
kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin
olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda
görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün
uygulanmasını önlemez Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik
kazalarında da bu kanun hükümleri uygulanır. / Motorlu araç kazalarından
dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya
şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer
mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir." hükmünün getirildiği; 6099 sayılı Kanunun
anılan maddesi ile, motorlu kara taşıtlarının seyir sırasında araçlara veya
şahıslara verdiği zararlardan dolayı şahıslara ve sigorta şirketlerine
karşı olan sorumluluk nedeniyle açılacak davalarda görevli ve yetkili
kılınan mahkemelere ilişkin kurallar öngörüldüğü; olayda ise; davalı
idareye ait rögar kapağının yerinden fırlamasından dolayı davacı şirketçe
sigortalanan araçta ortaya çıkan zararın rücuen tazmini istemiyle davalı
idareye karşı açılan tam yargı davasında tazmini istenilen zarar ve bu
zarardan dolayı olan sorumluluğun, motorlu araçların sebep olduğu kazadan
veya sigorta şirketi ile sigortalanan araç sahibi arasındaki sigorta
ilişkisinden değil, bakım ve onanımı kamu hizmeti sunan SASKİ Genel
Müdürlüğü görevinde olan rögar kapağının sigortalı araç seyir halinde iken
yerinden çıkmasından kaynaklandığı; bu bakımdan davalı idarenin yürüttüğü
anılan kamu hizmetinin hukuka, hizmet gereklerine ve kamu yararına uygun
yürütülüp yürütülmediğinin ve, sonuçta, idarenin hizmet kusuru veya
kusursuz sorumluluk ilkesine dayalı sorumluluğunu gerektiren bir hususun
bulunup bulunmadığının tayin ve tespitini gerektiren ve 6099 sayılı Kanunun
yukarıda açıklanan hükmü kapsamında olmayan bu davanın görüm çözümünün,
idari yargı yerine ait bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosya örneğinin
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin Su ve
Kanalizasyon Hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi
kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek, 2560 sayılı kanun
ve bu kanunda değişiklik yapan 3009 sayılı kanunda belirtilen görevleri
yerine getirmek üzere 3305 sayılı kanun uyarınca 1996 yılında Samsun Su ve
Kanalizasyon idaresi Genel Müdürlüğünün kurulduğu; dayanak 2560 sayılı İstanbul Su ve
Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında kanunun
1. maddesinde "(.Değişik madde: 07/02/1983 - KHK 56/1 md.; Aynen
kabul: 23/05/1984 - 3009/1 md.) İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve
kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi
kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek üzere İstanbul Su
ve Kanalizasyon idaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur./ İstanbul Su ve
Kanalizasyon idaresi Genel Müdürlüğü bu Kanunda İSKI olarak anılır. /Genel
Müdürlüğün hizmeti, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin görev alanı ile
sınırlıdır. Ancak, şehrin yararlandığı su kaynaklarının korunmasına ilişkin
hizmetler, büyük şehir belediye sınırları dışında da olsa bu kuruluş
tarafından yürütülür. Ayrıca İçişleri ile Bayındırlık ve İskan
bakanlıklarının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu anasistem ile ilgili başka
belediye ve köylerin su ve kanalizasyon işlerini de bu Genel Müdürlüğe
verebilir./ İstanbul Su ve Kanalizasyon idaresi, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir
kuruluştur. İSKI personeli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine
tabidir.” hükmüne; Ek 5. maddesinde ise bu kanunun diğer Büyükşehir
Belediyelerinde de uygulanacağı hükmüne yer verildiği; SASKİ idaresinin de
bu kanun ve yönetmelik hükümlerine göre kurulmuş, kamu hizmetlerini yürütme
görevli bir kamu kuruluşu olduğunun anlaşıldığı; Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 2008/4870 E, 2008/9114 K. sayılı kararında da atıf yapılan
11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının L
bendinde açıkça belirtildiği gibi, bir kamu kurumu tarafından verilen
kararlar üzerine plan ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla
evinin duvarı yıkılan veya bodrum katını sel basan, bir su tesisi yapılması
neticesinde tarlasındaki sular çekilip ağaçları ve mahsulleri kuruyan veya
tarlası artık ekin ekilemez hale gelen yahut tarlasının kenarından geçen
derenin kuruması yüzünden tarlası susuz kalan veya su tesisinin bozukluğu
yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp bu suların getirdiği
kumlardan dolayı tarlası artık ekin ekilemeyecek duruma düşen kimsenin
uğradığı zararlar gibi zararların, idari kararın ve fiilin neticesinde
meydana gelen zararlar olduğu, zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan
bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı
yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o plan ve projeler gereğince
işi görmesinin de kararın neticesi olan birer idari eylem olduğu; o halde sözü edilen kararda örnek olarak
belirtilen bu eylemlerden doğan zararların ödettirilmesi isteklerinin, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı
davası olduğu ve bu davalara bakmaya idari yargı yerinin görevli bulunduğu;
Uyuşmazlık Mahkemesinin 07/07/2008 gün, 2007/538 E. 2008/193 K. sayılı
kararında da belirttiği gibi "...davacı Sigorta Şirketi, 6762 sayılı
Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer alan, “Sigortacı sigorta
bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer.
Sigorta ettiren kimsenin vâki zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava
hakkı varsa, bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal
eder” hükmü uyarınca zarar görenin kanuni halefi olduğundan, incelenen
uyuşmazlığın konusunu oluşturan dava tipik bir tam yargı davasıdır. / Bu
nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını
kaybedenler tarafından, hissesinden fazla ödediği miktardan sorumlu bulunan
idare aleyhine açılan ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak”
davası kapsamında olmadığı açıktır."; Anayasa'nın 125/son madde ve
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2/1 -b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı
zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava
türleri arasında sayıldığı;
açıklanan nedenle, sigortalı aracın, SASKİ kanalizasyon kapağının
yerinde olmaması nedeniyle uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketi
tarafından, zararın, kusur ve sorumluluk oranına göre davalı tarafından
giderilmesi istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargı
yerlerinin görevli olduğu; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Samsun
1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/527 esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
meydana gelen trafik kazası sonucu sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen
sigorta şirketinin, zararın, olayda kusur ve sorumluluğu bulunduğundan
bahisle, davalı tarafından
giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.
20.11.1981 gün ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi
Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde,
İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek
ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve
bir elden işletmek üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü kurulduğu, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin, İstanbul
Büyük Şehir Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini
haiz bir kuruluş olduğu, İSKİ personelinin 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu hükümlerine tabi bulunduğu belirtilmiş; 2. maddesinin (b) bendinde
“b) Kullanılmış sular ile yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden
uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya
bu sulardan yeniden yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların
toplanacakları veya bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve
projesini yapmak veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri
kurmak ya da kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım
ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek”, (d)
bendinde “ Su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki
belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri
kullanmak”, İSKİ'nin görev ve yetkileri arasında sayılmış; 4. maddesinde,
İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisinin, İSKİ Genel Kurulu olarak görevli
ve yetkili olduğu açıklanmış, ek 5. maddesinde (5/6/1986 - 3305/3 md. ile gelen Ek 4 üncü madde hükmü olup madde
numarası teselsül ettirilmiştir.), bu Kanunun diğer büyükşehir
belediyelerinde de uygulanacağı belirtilmiştir.
Samsun
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (SASKİ), Samsun Büyükşehir
Belediyesinin Su ve Kanalizasyon Hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken
her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek,
2560 sayılı kanun (2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, 05.06.1986 tarihli 3305
sayılı kanunun 3.maddesi ile gelen Ek 4 ve 5. maddeleri yollaması ile bütün
belediyelere ait su ve kanalizasyon idaresi genel müdürlükleri için
uygulanmaktadır.) ve bu kanunda değişiklik yapan 3009 sayılı kanunda
belirtilen görevleri yerine getirmek üzere 3305 sayılı Kanun uyarınca 1996
yılında kurulmuş olup, 2560 sayılı Kanunun 3009 sayılı kanunla değişik
1.maddesinin 4.fıkrası uyarınca kamu tüzel kişisidir.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve
trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve
denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında
uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları
trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli
görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları
koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve
yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu
maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği
tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış
bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacı sigorta şirketinin kasko
sigortalısı olan 55 BL 713 plakalı aracın seyir halinde iken, davalı
idareye ait rögar kapağının yerinden çıkması ve aracın tekerleğinin rögar
çukuruna düşmesi nedeniyle meydana gelen kaza sonucu oluşan zararın sigortalıya
ödenmesi sonrasında; rücuen davalı idare tarafından tazmini istemiyle dava
açıldığı anlaşılmıştır. Belediye
aleyhine idare mahkemesinde açılan başka bir tazminat talepli tam yargı
davasında, İdare Mahkemesi 2918 sayılı Yasanın 110.maddesinin 1.fıkrasının
birinci ve ikinci cümlelerinin Anayasaya aykırı olduğu kanısına varmış,
İdare Mahkemesinin bu iki cümlenin iptali istemiyle yaptığı başvuruyu
inceleyen Anayasa Mahkemesi 8.12.2011 gün ve E:2011/124, K:2011/160 sayı ve
8.11.2012 gün ve E:2012/118, K:2012/170 sayılı aynı içerikli iki kararı
ile; “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
110. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun’dan doğan sorumluluk
davalarının adli yargıda görüleceği öngörülmektedir. İtiraz başvurusunda
bulunan mahkeme ise idare mahkemesi olup davaya bakmakta görevli ve yetkili
mahkeme değildir. Başvurunun
Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.” kararına
varmıştır.
Bu durumda, 2918
sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa
Mahkemesi’nin benzer bir konuda İdare Mahkemesi’nin davaya bakmakla görevli
bulunmadığı yolundaki kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun
maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin
sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri
kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri,
bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların
görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla
oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve
çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini
istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle davanın
görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Danıştay
Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde esas yönünden OY
BİRLİĞİ, ancak gerekçede, davalının statüsü nedeniyle, Üye Eyüp Sabri
BAYDAR’ın KARŞI OYU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
04.01.2011
tarihinde Davacıya kasko poliçesi ile sigortalı 55 BL 713 plakalı aracın
seyir halindeyken davalı idarenin yetki ve sorumluluğunda bulunan yol
üzerindeki rögar kapağının yerinden fırlayarak çıkması sonucu araçta zarar
meydana geldiği, zararın sigortalıya ödendiği, davalının zarara sebebiyet
verdiği iddiasıyla maddi zararın tahsili istemiyle davacı vekilince davalı
aleyhinde Adli Yargı da tazminat davası açılmıştır.
Davalı İdari
vekili süresinde, Uyuşmazlığın İdari Yargının görev alanında kaldığını
bildirerek Yargı Yolu itirazında bulunmuştur.
Mahkemece Yargı Yolu
itirazın reddine karar verilmesi üzerine davalı vekilince olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması talebi ile dosya Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiş,
Danıştay
Başsavcılığınca, uyuşmazlığın davalı idarenin hizmet kusurundan
kaynaklandığı, İdari Yargının görev alanına girdiği düşüncesiyle olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek dosya Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmiştir.
Yüksek Mahkemece
yapılan inceleme sonucunda Uyuşmazlığın 2918 sayılı yasanın 110. maddesi
kapsamında ve Adli Yargının görev alanında bulunduğu gerekçesiyle Adli
Yargının görevli olduğuna, Danıştay Başsavcısının başvurusunun reddine
karar verilmiştir, davalı İdarenin hizmet kusurundan doğduğu İdari Yargının
görev alanında kaldığı
Sayın çoğunluğun
Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden düşüncesine katılmakla
birlikte gerekçesine katılamıyorum.
Zira;
6102 sayılı TTK
16.maddesinde “Ticaret Şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, demekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince
özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere
devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri
tarafından kurulan kurum ve kuruluşlarında tacir sayılacakları”
öngörülmüştür.
Davalı kurum
hakkında da uygulanması gereken İSKİ’nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı
yasada, bu kurumun genel kurul, yönetim kurulu ve genel müdürlük ile
yönetileceği, denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet
ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip genel kurulun onayına sunulacağı
ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre
düzenleneceğinin açıklanması karşısında bu kuruluşun özel hukuk hükümlerince
İdare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu da 29.11.1995 gün 1995/11-647 esas 1995/1043 sayılı vs.
kararlarında 2560 sayılı kanuna tabi olan İSKİ’nin gördüğü hizmetin kamu
hizmeti olmakla birlikte faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması
itibariyle TTK 18/1 maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı
ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmaya görevinin
Adli Yargının görev alanına girdiğini benimsemiştir.
Bu durumda tacir
olan davalı SASKİ ile davacı arasında haksız fiilden kaynaklanan davaya
bakma görevi Adli Yargıya ait olup açıklanan nedenle Danıştay Başsavcısının
başvurusunun reddiyle Adli Yargının görevli olduğuna karar verilmesi
gerekirken yazılı gerekçeyle Adli Yargıyı Uyuşmazlıkta görevli kabul eden
sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
ÜYE
Eyüp
Sabri BAYDAR
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/307
KARAR NO: 2013/483
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacı sanatçının seslendirdiği “T.A.” isimli müzik
eserlerinden oluşan albüm için
“M.M.-E. Z.” isimli firma adına düzenlenen Müzik Eseri İşletme Belgesinin,
kendisine ait olmayan muvafakatnameye istinaden verildiğinden bahisle, iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K
A R A R
Davacı : M.E.K.
Vekili :
Av. F.Ö.
Davalı : Kültür Ve Turizm Bakanlığı
O L A
Y : Davacı vekili, davalı İdare
tarafından, müvekkiline ait eserlere ilişkin çeşitli müzik firmalarına eser
işletme belgeleri verilmiş olduğunu; bu eser işletme belgelerinden, tespit
edebildikleri bir kısmının İdare Mahkemesi kararlarıyla iptal edildiğini;
bu kararların uygulanıp uygulanmadığının tespiti amacıyla Kültür
Bakanlığına yaptıkları 04.04.2011 tarihli başvuru üzerine, davalı idarenin
11.07.2011 tarih ve 146315 sayılı yazısı ile, bu zamana kadar kendilerine
bildirilmeyen dava konusu “T.A.” adlı CD'nin de aralarında bulunduğu bir
kısım eserlere ilişkin çeşitli firmalara, müvekkilin muvafakati olmaksızın
eser işletme belgeleri düzenlendiğinin öğrenildiğini; Kültür Bakanlığı
tarafından, müvekkilinin muvafakatnamesi olmaksızın "T.A.” adlı
albümüne ilişkin olarak, M.M./E.Z. firması adına 11.08.1998 tarih ve 98/748
sayılı eser işletme belgesi düzenlenmiş olduğunu; Sinema, Video Ve Müzik
Eserleri Yapımcıları İle Film Çekmek İsteyen Yabancılarla Yapılacak Ortak
Yapımlar Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesine göre “Yapımcı; üreteceği veya
ithal edeceği eserler için eserin adını, yapımı gerçekleştireceği yerleri,
yerli ve yabancı sanatçı veya teknik eleman kullanıp kullanmayacağını;
ithalata konu eserlerin ise hangi ülkeden alınacağını eser sayısını ve
önceden biliniyorsa eserlerin adını Kültür ve Turizm Bakanlığına yazılı
olarak bildirmek”; aynı Yönetmeliğin 5. maddesine göre ise “Yapımcı işletme
belgesi alabilmek için, Kültür ve Turizm Bakanlığına kayıt ve tescilini yaptırmak
üzere müracaat ettiği eserin adını, üreticisi veya ithalatçısı olduğunu,
yapımcı kodunu, eserle ilgili diğer teknik bilgileri ve bunların
doğruluğunu taahhüt ettiğini her eser için ayrı ayrı beyan eder. Bu yazılı beyanına; a)Yabancı menşeli
eserler için eseri üretenle veya çoğaltma, yayma ve gösterim hakkına sahip
olanlarla yapılan sözleşmenin Türkçeye tercüme edilmiş doğruluğu tasdikli
bir suretini, b) Yerli eserlerde, eserin üreticisi olduğuna dair yazılı beyanını
veya üretenden çoğaltma, yayma ve gösterme hakkını devraldığını gösterir
sözleşmenin ve müzik eserleri için, icracı solist veya topluluk yönetmeni
ile yapılan sözleşmenin noter tasdikli birer suretini” eklemek zorunda
olduğunun belirtildiğini; ancak “M.M./E.Z.” isimli firmanın, yukarıda
belirtilen hükümlere aykırı olarak, ne geçerli bir sözleşme ne de muvafakat
olmadan davalı idareye başvuru yaptığını ve davalı idare tarafından da
firma adına, “eser işletme belgesi”nin mevzuata aykırı olarak düzenlendiğini;
müvekkiline ait eserlerin halen davalı idare tarafından söz konusu firma
adına düzenlenmiş eser isletme belgesine istinaden haksız olarak basılıp
satıldığını; müvekkilinin mağduriyetinin her geçen gün arttığını;
müvekkiline ait diğer eserler için açılmış olan ve Ankara İdare
Mahkemelerince eser işletme belgesinin iptaline hükmedilen emsal kararların
da bulunduğunu ifade ederek; “T.A.’" isimli müzik eseri için
müvekkiline ait olmayan muvafakatnameye istinaden, davalı idare tarafından
“M.M. /E.Z." isimli firma adına CD olarak tescil edilen 11.08.1998
tarih ve 98/748 sayılı eser işletme belgesinin iptaline karar verilmesi
istemiyle, idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İdare savunma dilekçesinde, 5846 sayılı Kanunun
76. maddesinde uyarınca; "Bu Kanunun düzenlediği hukuki ilişkilerden
doğan davalarda, dava konusunun miktarına... bakılmaksızın görevli mahkeme
Adalet Bakanlığınca kurulan ihtisas mahkemeleridir."denildiğini, bu
bağlamda taraflar arasındaki hukuki ilişkiyi inceleme yetkisinin idare mahkemesinin
değil Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesine ait olduğunu; ilgilinin ancak
yetkili mahkemeler nezdinde iddiasını ispat etmesi halinde Bakanlıklarınca
eser işletme belgesinin iptal edilebileceğini, zira, Eser İşletme belgesine
gelmeden önce taraflar arasındaki hukuki sorunun adli yargıda
çözümlenmesinin gerektiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 3.İDARE MAHKEMESİ:6.12.2011 gün ve E:2011/1902
sayı ile, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; İdari dava türlerinin, idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve
eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için
yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak
sayıldığı; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimini yapmakla görevli olduğunun kurala bağlandığı; idari işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından
dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal
davalarının idari dava türlerinden biri olduğu; idarenin, idare hukuku alanında kamu
gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis
etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari
işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemlerin özel yasal
düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunmakta olduğu; dosyanın
incelenmesinden, davanın davacının seslendirdiği 'T.A." isimli müzik
eseri için davacıya ait olmayan muvafakatnameye istinaden, davalı idare
tarafından "M.M. - E.Z." isimli firma adına CD olarak tescil
edilen 11.08.1998 gün ve 98/748 sayılı eser işletme belgesinin iptali
istemiyle açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, davacının eser işletme
belgesinin iptali istemiyle açtığı davanın yargısal denetiminin yukarıda
yer verilen yasa ve idare hukukuna ait ilkeler göz önünde bulundurulduğunda
idari yargı yerince yapılmasının zorunlu olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle;
davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevli olduğuna
karar vermiştir.
Davalı İdarece süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine
dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacı M.E.K. vekili
aracılığı ile "T.A." isimli müzik eseri için kendisine ait
olmayan muvafakatnameye dayanılarak "M.M.- E.Z." isimli firma
adına CD olarak tescil edilen 11/08/1998 tarih ve 98/748 sayılı "Eser
İşletme İzin Belgesi'"nin iptali istemi ile idari yargı yerinde iptal
davası açmış, davalı idare ise, 5848 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu'na göre davanın adli yargı yerinde ihtisas mahkemelerinde görülmesi
gerektiği iddiası ile görev itirazında bulunmuş, itirazın reddi üzerine
süresinde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemi ile ilgili
Başsavcılığa başvurmuş olduğu; Mülga 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik
Eserleri Kanun'unun yürürlükte olduğu dönemde alındığı anlaşılan "Eser
İşletme İzin Belgesi'"nin iptali konulu davanın hangi yargı yerinde
görüm ve çözümünün gerektiğinin saptanması için, eser ve işletme izni
kavramları ile ilgili mevzuatın incelenmesinin gerektiği; Eser’in, 3257
sayılı Yasanın 3/a maddesinde "Film, video, ses taşıyıcıları ve
benzerleri üzerine kaydedilmiş hareketli veya sesli fikir ve sanat
mahsullerini" tanımladığı, yürürlükteki 5846 sayılı Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'nun l/B-a,b maddelerinde ise eser ve eser sahibinin,
"Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel
sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat
mahsullerini,/ Eser sahibi: Eseri meydana getiren kişiyi" şeklinde
tanım bulduğu; 5846 sayılı Yasanın
8. Maddesinin ise, genel olarak bir eserin sahibinin, onu meydana getiren
olduğunu belirlemiş olduğu; eser sahibinin, meydana getirdiği eser
üzerindeki maddi ve manevi açıdan tüm fikri haklara sahip bulunduğu; bu
hususun 5846 sayılı Yasanın 13. Maddesinde "Madde 13 - Fikir ve sanat
eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu kanun
dairesinde himaye görür./ Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin
bütününe ve parçalarına şamildir./(Değişik fıkra:03/03/2004-5101/10.mad)
*1* Filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcıları ile seslerin
ilk tespitini gerçekleştiren fonogram yapımcıları, hak ihdas etmek amacı
taşımaksızın, sahip oldukları hakların ihlâl edilmemesi, hak
sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve malî haklara
ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilmesi maksadıyla, sinema ve müzik
eserlerini içeren yapımlarının kayıt ve tescilini yaptırırlar. Aynı
maksatla, eser sahiplerinin talebi üzerine, bu Kanun kapsamında korunan tüm
eserlerin kayıt ve tescili yapılabilir, malî haklara ilişkin yararlanma
yetkileri de kayıt altına alınabilir. Beyana müstenit yapılan bu
işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamaz. Ancak, kayıt ve tescil işlemlerine
esas teşkil edecek işlemlerde, mevcut olmadığını bildiği veya bilmesi icap
ettiği veya kendisine ait olmayan malî ve manevî haklara ilişkin yanlış
beyanda bulunanlar, bu Kanunda öngörülen hukukî ve cezaî müeyyidelere
tâbidirler. Bu Kanun kapsamında yapılan tüm kayıt ve tescil işlemlerine ilişkin
ücretler Bakanlık tarafından belirlenir. Kayıt ve tescilin usul ve
esasları, ücretlerinin belirlenmesi ile diğer hususlar Bakanlıkça
çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir." şeklinde kurala bağlandığı,
devam eden maddelerde ise manevi haklardan bahsedildiği; davaya konu
uyuşmazlığın, sanatçı M.E.K. tarafından üretilen "T.A." isimli
müzik eserlerinden oluşan albümün ticari kazanç ve sair surette işletme
haklarının bir müzik şirketine devredildiğini gösteren ve davalı Kültür
Bakanlığı tarafından kayda alınmayı ve tescili sağlayan "Eser İşletme
İzin Belgesinin" verilebilmesi için gerekli olan eser sahibinin iznini
havi muvafakatnamenin sahte olduğu ya da usule uygun bulunmadığı nedeniyle,
usulsüz olduğu ve iptali gerektiğine dayandığı; davanın konusunun, Mülga Sinema, Video ve
Müzik Eserleri Kanunu ile 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun
eser sahibine ve işletmeciye tanınan fikri hakların kullanımı ile ilgili
olduğu; bu yönü ile anılan Yasalarda
düzenlenen ve özel hukuk hükümlerine tabi bir uyuşmazlık olduğunda kuşku
bulunmadığı; davalı Bakanlığın buradaki rolünün bir açıdan, eser sahibinin
haklarının korunması, Fikri Haklara tecavüzün önlenmesi ile korunması, bu
amaçla da özel hukuk tüzel kişileri ile eser sahipleri arasındaki
anlaşmaların tescili ile kaydının tutulmasından ibaret bulunduğu; eser işletme izin belgesinin geçerlilik
şartlarının bulunup bulunmadığının tespiti ile iptalinin ise, Fikri Hukuk
alanındaki mevzuat ve özel hukuk kuralları dikkate alınarak çözüleceği;
5846 sayılı Yasada görevi düzenleyen 76. Maddenin 1. Fıkrası "Bu
Kanunun düzenlediği hukukî ilişkilerden doğan davalarda, dava konusunun
miktarına ve Kanunda gösterilen cezaya bakılmaksızın, görevli mahkeme
Adalet Bakanlığı tarafından kurulacak ihtisas mahkemeleridir. İhtisas mahkemeleri
kurulup yargılama faaliyetlerine başlayıncaya kadar, asliye hukuk ve asliye
ceza mahkemelerinden hangilerinin ihtisas mahkemesi olarak görevlendireceği
ve bu mahkemelerin yargı çevreleri Adalet Bakanlığının teklifi üzerine
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir." kuralı ile fikri
haklardan doğan sorunların çözümünde, ihtisas mahkemesi olarak kurulan ve
adli yargı yerinde bulunan Fikri ve Sınai Haklar Hukuk/ Ceza Mahkemelerinin
görevli olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13.
maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; Eser’in, Mülga 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri
Kanunu'nun 3/a maddesinde "Film, video, ses taşıyıcıları ve benzerleri
üzerine kaydedilmiş hareketli veya sesli fikir ve sanat mahsüllerini"
tanımlamakta olduğu, halen yürürlükte
olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 1/B-a, b maddelerinde
ise eser ve eser sahibi’nin, "Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim
ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her
nevi fikir ve sanat mahsûllerini,/ Eser sahibi: Eseri meydana getiren
kişiyi" şeklinde tanımlandığı, aynı yasanın 8. maddesinin ise genel
olarak bir eserin sahibinin, onu meydana getiren olduğunu belirlediği; dava konusu uyuşmazlığın, sanatçı M.E.K.
tarafından üretilen "T.A." isimli müzik eserlerinden oluşan
albümün ticari kazanç ve sair surette işletme haklarının bir müzik
şirketine devredildiğini gösteren ve davalı kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından kayda alınmayı ve tescili sağlayan "Eser işletme
Belgesinin" izin belgesinin verilebilmesi için gerekli olan eser
sahibinin iznini havi muvafakatnamenin sahte olduğu ya da usule uygun
bulunmadığı nedeniyle, usulsüz olduğu ve iptali gerektiğine dayanmakta
olduğu; davanın konusunun, Mülga
3257 sayılı Sinema, Video ve müzik Eserleri Kanunu ile 5846 sayılı Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu'nun eser sahibine ve işletmeciye tanınan fikri
hakların kullanımı ile ilgili olduğu,
bu yönü ile anılan Yasalarda düzenlenen ve özel hukuk hükümlerine
tabi bir uyuşmazlık niteliğinde olduğundan, eser işletme belgesinin
geçerlilik şartlarının bulunup bulunmadığının tespiti ile iptaline ilişkin
uyuşmazlığın, Fikri Hukuk alanındaki mevzuat ve özel hukuk kuralları
dikkate alınarak çözülmesinin gerektiği; 5846 sayılı yasanın 76. maddesinin
1. fıkrasında "Bu kanunun düzenlediği hukuki ilişkilerden doğan davalarda,
dava konusunun miktarına ve Kanunda gösterilen cezaya bakılmaksızın,
görevli mahkeme Adalet Bakanlığı tarafından kurulacak ihtisas
mahkemeleridir, ihtisas mahkemeleri kurulup yargılama faaliyetine başlayıncaya
kadar, asliye hukuk ve asliye ceza mahkemelerinden hangilerinin ihtisas
mahkemesi olarak görevlendireceği ve bu mahkemelerin yargı çevreleri Adalet
Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca
belirlenir" kuralı ile fikri haklardan doğan sorunların çözümünde
ihtisas mahkemesi olarak kurulan ve adli yargı yerinde bulunan fikri ve
sınai haklar Hukuk/Ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı
gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 13' üncü maddesi uyarınca
yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı idarenin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının
seslendirdiği “T.A.” isimli eser için “M.M.-E.Z.” isimli firma adına
düzenlenen 11.08.1998 gün, 98/748 sayılı Müzik Eseri İşletme Belgesinin,
kendisine ait olmayan muvafakatnameye istinaden verildiğinden bahisle, iptali istemiyle açılmıştır
İşlemin
tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan ancak 21/07/2004 tarih ve 25529
S.R.G de yayımlanan 14/07/2004 kabul tarihli ve 5224 sayılı "Sinema
Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi
Hakkında Kanun"un 16.maddesi ile yürürlükten kaldırılan 3257 sayılı (Mülga) “Sinema, Video ve Müzik
Eserleri Kanunu”’nun 3/a maddesinde
“Eser” " Film, video, ses taşıyıcıları ve
benzerleri üzerine kaydedilmiş hareketli veya sesli fikir ve sanat
mahsulleri…” şeklinde tanımlanmış; “Kayıt ve Tescil” başlıklı 5.maddesinde, “(Değişik
fıkra: 29/01/1987 - 3329/1 md.) Üretim ve ithalata konu eserlerin, toptan
dağıtım ve gösterime sunulmadan önce, Bakanlıkça kayıt ve tescili yapılarak
işletme belgesi verilir. Bu belgeyi, yerli eserlerde, eseri üreten veya eserin
çoğaltma yayma ve gösterim hakkını devralan, yabancı menşeli eserlerde ise,
eseri üretenden veya eserin çoğaltma, yayma ve gösterim hakkına sahip
olandan bir sözleşme ile bu hakları devralıp eseri ithal eden alabilir. /
Kayıt ve tescili yapılan eserin her kopyasına Bakanlık ile işletme belgesi
sahibinin bandrolünün yapıştırılması şarttır. Plak ve ses kasetinde
Bakanlık bandrolü yanında işletme belgesi sahibinin özel işareti
kullanılır. / Kayıt ve tescili yapılıp,
işletme belgesi verilen eserlerin O.inden alınmış herhangi bir ebat veya
formda bir kopyası arşivlenmek üzere Bakanlığa verilir. / Ancak, üretici ve
ithalatçının beyanına müstenit bu kayıt ve tescilden dolayı Bakanlık
sorumlu tutulamaz.” denilmiştir.
Halen yürürlükte bulunan
5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”'nun 1/B
maddesinde, “a) Eser: Sahibinin
hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya
sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini” ; “b) Eser sahibi: Eseri meydana getiren
... kişiyi”
ifade eder denilmiş; “Eser
Sahibi” üst başlığını taşıyan İkinci Bölümün “Genel Olarak” başlıklı
8.maddesinde; “ (Değişik madde: 03/03/2001 - 4630/5. md.)/ Bir eserin
sahibi onu meydana getirendir./ Bir işlenmenin ve derlemenin sahibi,
asıl eser sahibinin hakları mahfuz kalmak şartıyla onu işleyendir. / Sinema
eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo yazarı ve diyalog
yazarı, eserin birlikte sahibidirler. Canlandırma tekniğiyle yapılmış
sinema eserlerinde, animatör de eserin birlikte sahipleri arasındadır.”;
“Fikri Haklar” üst başlığını
taşıyan Üçüncü Bölümün / A
Eser Sahibinin Hakları/ Genel Olarak” başlıklı 13.maddesinde, “Fikir
ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu kanun
dairesinde himaye görür./ Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin
bütününe ve parçalarına şamildir./ (Değişik
fıkra:03/03/2004-5101/10.mad) Filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren
film yapımcıları ile seslerin ilk tespitini gerçekleştiren fonogram
yapımcıları, hak ihdas etmek amacı taşımaksızın, sahip oldukları hakların
ihlâl edilmemesi, hak sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı
sağlanması ve malî haklara ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilmesi
maksadıyla, sinema ve müzik eserlerini içeren yapımlarının kayıt ve
tescilini yaptırırlar. Aynı maksatla, eser sahiplerinin talebi üzerine, bu
Kanun kapsamında korunan tüm eserlerin kayıt ve tescili yapılabilir, malî
haklara ilişkin yararlanma yetkileri de kayıt altına alınabilir. Beyana
müstenit yapılan bu işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamaz. Ancak, kayıt ve
tescil işlemlerine esas teşkil edecek işlemlerde, mevcut olmadığını bildiği
veya bilmesi icap ettiği veya kendisine ait olmayan malî ve manevî haklara
ilişkin yanlış beyanda bulunanlar, bu Kanunda öngörülen hukukî ve cezaî
müeyyidelere tâbidirler. Bu Kanun kapsamında yapılan tüm kayıt ve tescil
işlemlerine ilişkin ücretler Bakanlık tarafından belirlenir. Kayıt ve
tescilin usul ve esasları, ücretlerinin belirlenmesi ile diğer hususlar
Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.”; “Görev ve İspat” başlıklı 76.maddesinde
ise, “ (Değişik madde: 23/01/2008-5728 S.K./141.mad)/ Bu Kanunun düzenlediği hukukî
ilişkilerden doğan davalarda, dava konusunun miktarına ve Kanunda
gösterilen cezaya bakılmaksızın, görevli mahkeme Adalet Bakanlığı
tarafından kurulacak ihtisas mahkemeleridir. İhtisas mahkemeleri kurulup
yargılama faaliyetlerine başlayıncaya kadar, asliye hukuk ve asliye ceza
mahkemelerinden hangilerinin ihtisas mahkemesi olarak görevlendireceği ve bu
mahkemelerin yargı çevreleri Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. / Bu Kanun kapsamında açılacak
hukuk davalarında mahkeme, davacının iddianın doğruluğu hakkında kuvvetli
kanaat oluşturmaya yeter miktar delil sunması hâlinde, korunmakta olan
eserler, fonogramlar, icralar, filmler ve yayınları kullananların, bu
Kanunda öngörülen izin ve yetkileri aldıklarına dair belgeleri veya tüm
yararlanılan eser, fonogram, icra, film ve yayınların listelerini sunmasını
isteyebilir. Belirtilen belge veya listelerin sunulamaması tüm eser,
fonogram, icra, film ve yayınların haksız kullanılmakta olduğuna karine
teşkil eder.” hükümlerine yer verilmiştir.
Olayda, sanatçı M.E.K.
tarafından üretilen "T.A." isimli müzik eserlerinden oluşan
albümün, ticari kazanç ve sair surette işletme haklarının bir müzik
şirketine devredildiğini gösteren ve davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
kayda alınmayı ve tescili sağlayan " Müzik Eseri İşletme
Belgesinin", verilebilmesi
için gerekli olan eser sahibinin iznini havi muvafakatnamenin sahte olduğu
ya da usule uygun bulunmadığı nedeniyle, usulsüz olduğu ve iptalinin
gerektiğinden bahisle dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, Mülga 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik
Eserleri Kanunu ile 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun eser
sahibine ve işletmeciye tanınan fikri hakların kullanımını
düzenlediği; uyuşmazlığın, Müzik
Eseri İşletme Belgesinin geçerlilik şartlarının bulunup bulunmadığının
tespiti ile iptaline ilişkin olduğu ve Fikri Hukuk alanındaki mevzuat ve
özel hukuk kuralları dikkate alınarak çözülebileceği; bu bağlamda, 5846
sayılı Yasanın 76. maddesinin 1. fıkrasındaki kural da dikkate
alındığında; fikri haklardan doğan
sorunlara ilişkin davanın çözümünde, ihtisas mahkemesi olarak kurulan ve
adli yargı yerinde bulunan fikri ve sınai haklar Hukuk/Ceza mahkemelerinin
görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 3.İdare Mahkemesi’nin 6.12.2011 gün ve E:2011/1902
sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/433
KARAR NO: 2013/484
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Asfalt zemin aItından geçen temiz su borusunun
patlaması nedeniyle, davacı Sigorta Şirketinin hasar ve işyeri sigortası
kapsamında sigortalısı olan A.A.’ya ait işyerinde oluştuğu ileri sürülen
zararın giderilmesinden sonra,
davalı idareden bu zararın rücuen tazmini istemiyle açılan davanın,
hizmet kusuru esasına göre İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı :
Y.K.S. A.Ş.
Vekilleri : Av. K.A., Av. İ.Y.
Davalı :
Samsun Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (SASKİ)
Vekilleri
: Av.S.E.Y., Av.Ö.C.K.
O L A Y
: Davacı vekili, müvekkili
şirkete P-0050783951-1 poliçe ve
1166536 hasar no.lu İşyeri Sigorta Poliçesi ile sigortalı bulunan A.A.’a
ait işyerine su basması sonucunda büyük maddi zararlı olayın meydana
geldiğini; işyerinin işbu olaydan büyük zarar gördüğünü; düzenlenen tutanak
ve raporlara göre; 05.08.2011
tarihinde saat 21:00’de sigortalı işyerinin giriş bölümünde asfalt zemin
aItından geçen SASKİ'ye ait ana hattan ayrılarak sigortalı işyerinin
bulunduğu binaya su ileten temiz su borusunda patlama meydan
geldiğini, akan suların sigortalı
yerin bodrum katına (depo bülümüne) dolması neticesinde; işyerinin duvar
sıvalarına ve tekstil malzemelerine büyük zarar verdiğini; işyerinin ciddi
maddi kayıplara uğradığını; davalı
kurumun, bu olayda asli kusurlu olduğunu;
olaydan sonra ilgili ekspertiz tarafından meydana gelen hasarların
hesaplandığını, toplam 21.566,74 TL hasar bedelinin müvekkili şirket
tarafından işyeri hasar gören A.A.’a 07.09.2011 tarihinde ödendiğini;
T.T.K. nun 1301’inci maddesine göre; sigortacı, hasar bedelini ödedikten
sonra kanunen sigortalısının yerine halef olacağından ödenen miktarın
tahsili için bu davayı açtıklarını ifade ederek; 21.566,74 TL alacağın, fazlaya dair talep
hakkı saklı kalmak kaydı ile ödeme tarihi olan 07.09.2011 tarihinden
itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte tazmini istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
İdare vekilince, birinci savunma dilekçesinde; idarenin hizmet kusuru
esasına dayanan davada idari yargının görevli olduğu öne sürülerek, görev
itirazında bulunulmuştur.
SAMSUN
1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:12.7.2012 gün ve E:2011/584 sayı ile, davalı
kurumun özel hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunmak üzere kurulmuş bir
kurum olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı
İdare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda
bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; Anayasanın 125'inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunun hükme bağlandığı;
öte yandan,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava
türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1
'inci bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları dava muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında
çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idari dava türleri olarak
sayıldığı; görüldüğü üzere; idare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin
yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla
tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan
uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümünün idari Yargının
görev alanında bulunduğu; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin
kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk,
aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusurunun; hizmetin kötü
işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde
gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı; olayda, davacı şirketin sigortalısına ait
işyerinin giriş bölümünde davalı idareye ait asfalt zemin temiz su
borusunda meydana gelen patlama sonucu işyerinin duvar sıvalarının ve
tekstil malzemelerinin hasar görmesinde kamu hizmetini yürütmekle yükümlü
kılınan kamu kuruluşu tarafından, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk
kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesinin
gerektiği; buna göre, davacının sigortalısına ait işyerinde meydana gelen
hasar nedeniyle oluşan zararda idarenin hizmet kusuru ya da başka bir
nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'inci maddesi uyarınca idari
yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin Su ve Kanalizasyon Hizmetlerini
yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları
devralmak ve bir elden işletmek, 2560 sayılı kanun ve bu kanunda değişiklik
yapan 3009 sayılı kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek üzere 3305
sayılı kanun uyarınca 1996 yılında Samsun Su ve Kanalizasyon idaresi Genel
Müdürlüğünün kurulduğu; davalı, Samsun Su ve Kanalizasyon idaresi Genel
Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve
esaslarının dayanağını oluşturan 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon
idaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında kanunun 1.
maddesinde, "(Değişik madde: 07/02/1983 - KHK 56/1 md.; Aynen kabul:
23/05/1984 -3009/1 md.) İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve
kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi
kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek üzere İstanbul Su
ve Kanalizasyon idaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur./ İstanbul Su ve
Kanalizasyon idaresi Genel Müdürlüğü bu Kanunda İSKİ olarak anılır. /Genel
Müdürlüğün hizmeti, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin görev alanı ile
sınırlıdır. Ancak, şehrin yararlandığı su kaynaklarının korunmasına ilişkin
hizmetler, büyük şehir belediye sınırları dışında da olsa bu kuruluş
tarafından yürütülür. Ayrıca İçişleri ile Bayındırlık ve İskan
bakanlıklarının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu anasistem ile ilgili başka
belediye ve köylerin su ve kanalizasyon işlerini de bu Genel Müdürlüğe
verebilir./ İstanbul Su ve Kanalizasyon idaresi, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir
kuruluştur. İSKİ personeli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine
tabidir." hükmüne; Ek 5. maddesinde ise bu kanunun diğer Büyükşehir
Belediyelerinde de uygulanacağı hükmüne yer verildiği; SASKİ idaresinin de
bu kanun ve yönetmelik hükümlerine göre kurulmuş, kamu hizmetlerini yürütme
görevli bir kamu kuruluşu olduğu;
Yüksek Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2008/4870 E, 2008/9114 K. sayılı
kararında da atıf yapılan 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararının L bendinde açıkça belirtildiği gibi, bir kamu kurumu
tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine göre bir yol
yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrum katını sel basan,
bir su tesisi yapılması neticesinde tarlasındaki sular çekilip ağaçları ve
mahsulleri kuruyan veya tarlası artık ekin ekilemez hale gelen yahut
tarlasının kenarından geçen derenin kuruması yüzünden tarlası susuz kalan
veya su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını
sular basıp bu suların getirdiği kumlardan dolayı tarlası artık ekin
ekilemeyecek duruma düşen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararların idari
kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlar olduğu; zira bir kamu
kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir
karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o
plan ve projeler gereğince işi görmesinin de kararın neticesi olan birer
idari eylem olduğu; o halde sözü
edilen kararda örnek olarak belirtilen bu eylemlerden doğan zararların
ödettirilmesi isteklerinin 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 2.
maddesi hükmünce bir tam yargı davası olduğu ve bu davalara bakmaya idari
yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Samsun
1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/584 esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, asfalt zemin aItından geçen temiz su borusunun
patlaması nedeniyle, davacı Sigorta Şirketinin hasar ve işyeri sigortası kapsamında
sigortalısı olan A.A.’ya ait işyerinde oluştuğu ileri sürülen zararın
giderilmesinden sonra, davalı
idareden bu zararın rücuen tazmini istemiyle açılmıştır.
Davacı
sigorta şirketi 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer
alan “Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren
kimse yerine geçer, sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü
şahıslara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde
sigortacıya intikal eder” hükmü uyarınca zarar görenin kanuni halefi(yasal
ardılı) olduğundan, incelenen uyuşmazlığın konusunu oluşturan davanın tam
yargı davası niteliği taşıdığı; bu nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı
yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybedenler tarafından,
hissesinden fazla ödediği miktardan sorumlu bulunan idare aleyhine açılan
ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak” davası kapsamında
olmadığı açıktır.
20.11.1981
gün ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesinin su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken
her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek
üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü kurulduğu,
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin, İstanbul Büyük Şehir Belediyesine
bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir kuruluş olduğu,
İSKİ personelinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabi
bulunduğu belirtilmiş; 2. maddesinin (b) bendinde “b) Kullanılmış sular ile
yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve
zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden
yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya
bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak
veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da
kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını
yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek”, (d) bendinde “ Su ve
kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere
verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak”, İSKİ'nin
görev ve yetkileri arasında sayılmış; 4. maddesinde, İstanbul Büyük Şehir
Belediye Meclisinin, İSKİ Genel Kurulu olarak görevli ve yetkili olduğu
açıklanmış, ek 5. maddesinde (5/6/1986 - 3305/3 md. ile gelen Ek 4 üncü
madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.), bu Kanunun diğer
büyükşehir belediyelerinde de uygulanacağı belirtilmiştir.
Samsun
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (SASKİ),Samsun Büyükşehir
Belediyesinin Su ve Kanalizasyon Hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken
her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek,
2560 sayılı kanun (2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, 05.06.1986 tarihli 3305
sayılı kanunun 3.maddesi ile gelen Ek 4 ve 5. maddeleri yollaması ile bütün
belediyelere ait su ve kanalizasyon idaresi genel müdürlükleri için
uygulanmaktadır.) ve bu kanunda değişiklik yapan 3009 sayılı kanunda
belirtilen görevleri yerine getirmek üzere 3305 sayılı Kanun uyarınca 1996
yılında kurulmuş olup, 2560 sayılı Kanunun 3009 sayılı kanunla değişik
1.maddesinin 4.fıkrası uyarınca kamu tüzel kişisidir.
İdarenin
yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya
koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı
plan ve projeye göre meydana
getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin
kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların
tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel
olanlar tarafından açılacak
davaların görüm ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında
yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir
ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza
kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü
iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i
ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete
tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine
göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul
edilmiş bulunmaktadır.
Olayda,
davacı Sigorta Şirketi tarafından,
hasar ve işyeri sigortası kapsamında sigortalısı olan A.A.’ya ait işyerinin
giriş bölümünün, davalı Samsun Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin sorumluluğunda
bulunan temiz su borusunun patlaması sonucu su baskınına uğrayarak
işyerinde bulunan ürünlerinde meydana gelen 21.566,74 TL zararını gidermek
zorunda kalmasından sonra, hizmeti yürüten kamu tüzel kişisine karşı rücuen
tazminat davası açıldığı anlaşılmaktadır.
Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak
yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip
işletilmediğinin; hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin
sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan
“idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak
tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.
Belirtilen
durum karşısında, davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine
girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE ilişkin Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.7.2012 gün ve
E:2011/584 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üye Eyüp Sabri
BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
02.05.2011
tarihinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle evini su bastığı, zarar
gördüğü, davalı kurumun üzerine düşen görevi tam ve eksiksiz yerine getirmediği
iddiasıyla maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle davacı tarafından
davalı kurum aleyhinde Adli Yargı da dava açılmıştır.
Davalı İdari
vekili süresinde, Uyuşmazlığın İdari Yargının görev alanında kaldığını
bildirerek Yargı Yolu itirazında bulunmuştur.
Mahkemece Yargı
Yolu itirazın reddine karar verilmesi üzerine davalı vekilince olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması talebi ile dosya Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiş,
Danıştay
Başsavcılığınca, uyuşmazlığın davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı,
İdari Yargının görev alanına girdiği düşüncesiyle olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına karar verilerek dosya Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına
gönderilmiştir.
Yüksek Mahkemece
yapılan inceleme sonucunda Uyuşmazlığın davalı İdarenin hizmet kusurundan
doğduğu İdari Yargının görev alanında kaldığı gerekçesiyle İdari Yargının
görevli olduğuna davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararın
kaldırılmasına karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun
Uyuşmazlıkta İdari Yargıyı görevli kabul eden düşüncesine iştirak edilmesi
mümkün değildir.
Zira;
6102 sayılı TTK
16.maddesinde “Ticaret Şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, demekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince
özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere
devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri
tarafından kurulan kurum ve kuruluşlarında tacir sayılacakları”
öngörülmüştür.
Davalı kurum
hakkında da uygulanması gereken İSKİ’nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı
yasada, bu kurumun genel kurul, yönetim kurulu ve genel müdürlük ile
yönetileceği, denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet
ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip genel kurulun onayına sunulacağı
ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre
düzenleneceğinin açıklanması karşısında bu kuruluşun özel hukuk hükümlerince
İdare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu da 29.11.1995 gün 1995/11-647 esas 1995/1043 sayılı vs.
kararlarında 2560 sayılı kanuna tabi olan İSKİ’nin gördüğü hizmetin kamu
hizmeti olmakla birlikte faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması
itibariyle TTK 18/1 maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı
ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmaya görevinin
Adli Yargının görev alanına girdiğini benimsemiştir.
Ayrıca İSKİ’nin
abonelerinden kullanma suyu ve atık sularından talep ettiği bedel konusunda
çıkan uyuşmazlıklarda Adli Yargının görevli olduğu benimsenmişken aynı
kurumun şahıslara karşı haksız eyleminden dolayı İdari Yargının görevli
olduğunu kabul etmek 2560 sayılı yasanın uygulanmasında çelişki
oluşturacaktır.
Bu durumda tacir
olan davalı SASKİ ile davacı arasında haksız fiilden kaynaklanan davaya bakma
görevi Adli Yargıya ait olup açıklanan nedenlerle uyuşmazlıktan İdari
Yargıya görevli kabul eden sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
ÜYE
Eyüp Sabri BAYDAR
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/442
KARAR NO: 2013/485
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Organize Sanayi
Bölgesinde faaliyet gösteren davacı şirketin işyeri açma ve çalışma
ruhsatının iptaline ilişkin Yönetim Kurulu Kararının kaldırılması isteminin
ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
E. Sanayi ve Tıbbi Gazlar Tic. Ltd. Şti.
Vekili : Av. Y.P.
Davalı :
OSTİM (Organize Sanayi Bölgesi)
Vekili : Av. A.Ö.
O L A Y
: Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkili şirketin, Ankara İli, Yenimahalle
İlçesi, Ostim 1201 Sokakta ruhsatlı olarak Oksijen ve Karbondioksit Dolum
Yeri olarak ticari faaliyetini devam ettirdiğini; yapılan ticari denetimde
firmanın 10 m3
lük oksijen tankını söktüğü, karbondioksit tankının mevcut olduğu ve kalan
karbondioksit gaz dolumunun yapıldığı, ayrıca faaliyet konusu dışında;
oksijen, karışım, argon, LPG ve azot gaz tüplerinin depolandığı ve
satışının tespit edildiğini; Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulunun
14.9.2011 gün ve 387 sayılı kararı ile, davacı şirketin İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatındaki
faaliyet konusunun dışında faaliyet gösterdiğinden, faaliyetten men
edilmesine, mevcut İş Yeri Açma ve Çalışma Ruhsatının iptaline karar
verildiğini; bu işlemin mevzuata aykırı olarak tesis edildiğini ileri
sürerek, iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
idare vekili süresi içinde verdiği cevap dilekçesinde davanın idari
yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 6. ASLİYE TİCARET
MAHKEMESİ; 30.12.2011 gün ve E:2011/559
sayı ile, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun 5. maddesine
göre OSB’nin, kamu yararı gerekçesiyle adına kamulaştırma yapılabilen veya
yaptırılabilen bir özel hukuk tüzel kişiliği bulunması, anılan Kanun’un
25/5 maddesi hükmüne göre de; Genel kurulun teşkilini müteakip bu Kanun’da
aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde, OSB’lerin organları ile ilgili
olarak Türk Ticaret Kanunu’nun anonim şirketlerin organları ile ilgili
hükümleri kıyasen uygulanmasının gerekmesi, somut uyuşmazlığın yönetim
kurulu karar iptali isteğine ilişkin bulunması, Yargıtay kararlarında genel
olarak yönetim kurulu kararlarına karşı iptal davası açılamayacağı kabul
edilmekte ise de, pay sahiplerinin kişisel haklarını ihlal eden yönetim
kurulu kararları aleyhine iptal davası açılabileceğinin kabul edilmesi, bu
itibarla davanın dinlenme olanağı olması itibariyle gerekli şartların
mevcut olduğu anlaşılmakla davalı yanın yargı yolu itirazının reddine,
karar vermiştir.
Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine,
dilekçe dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCILIĞI; İdare
işleviyle ilgili ve tek taraflı irade beyanına dayalı olarak hukuki sonuç
doğuran tasarruflar olarak tanımlanan idari işlemlerin, kural olarak idare
makamlarınca tesis edildiği, ancak idare işleviyle ilgili kamu yetki ve
usullerini kullanmakla yetkili olduğu özel yasal düzenlemeyle istisnai
olarak kabul edilen özel hukuk tüzel kişilerinin, tek taraflı irade
beyanlarıyla hukuki sonuç doğuran, doğrudan uygulanabilir nitelikli
işlemlerinin de, idari işlem niteliği taşıdığının kabulü gerekeceği, zira
bir işlemin idari işlem olup olmadığı konusunda asıl ayırt edici unsur
işlemin idare işleviyle ilgili bir alanda, kaM.l yetki ve usuller
kullanılarak yapılması, başka bir deyişle idare hukukunun ilke ve
kurallarına tabi olması olduğu, dosyanın incelenmesinden; davacı şirketin
Ostim Organize Sanayi Bölgesinde “Oksijen ve karbondioksit” dolumu yapmak
üzere İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı aldığı, daha sonra yapılan
denetimlerde ise 10 m3
lük oksijen tankını söktüğünün, karbondioksit tankının mevcut olduğunun,
halen karbondioksit gaz dolumunun yapıldığının, ayrıca faaliyet konusu
dışında, oksijen, karışım, argon, LPG ve azot gaz tüplerinin
depolandığının, satışının yapıldığının tespit edilmesi üzerine Ostim
Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulunun 14.9.2011 günlü, 387 sayılı
kararıyla faaliyetten men edilmesine, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatının
iptaline karar verildiğinin anlaşıldığı, bu durumda dava konusu edilen
işlem, Organize Sanayi Bölgesi yönetimine tanınan kaM.l yetki çerçevesinde,
idare işleviyle ilgili bir alanda tesis edilmiş olup, İdare hukukunun ilke
ve kurallarına tabi bulunduğundan, iptali istemiyle açılan davanın görüm ve
çözümünün idari yargı yerine ait bulunduğu, bu nedenle, 2247 sayılı
Yasa’nın 10 ncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi
istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI; Özel Hukuk Tüzel kişiliklerinin kaM.l amaçla ve
kanunla kurulmuş olmalarının, onların faaliyetlerinin kamu hukuku
kurallarına göre yürüttükleri ve tek taraflı kamu gücü kullanarak ortaya
koydukları idari eylem ve işlemlerden sayılmasını gerektirmediği, nitekim
Yasa koyucununda, bu konudaki iradesini, yasa hükümleri ile bu kurumların
faaliyetlerinin ticari alanda özel hukuk hükümlerine göre yürüttüklerini ve
şirketler/ dernekler hukuki statüsüne tabi olduklarını belirterek ortaya
koyduğunu nitekim Yargıtayın; 11, 4, 7 ve 13. Hukuk Dairelerinde OSB
Yönetim Kurulu kararlarından kaynaklanan davaları adli yargı görev alanında
sayarak görmeye devam ettiğini, Kanun koyucunun bazı durumlarda özel hukuk
tüzel kişiliği olarak yapılandırdığı kurumlara kamu kurumu niteliği
tanıdığı, ancak bunu kuruluş yasasında ayrıca belirtme gereği duyduğunun da
bir gerçek olduğu, örneğin, 25 Haziran 2003 tarih ve 4904 sayılı Türkiye İş
Kurumu Kanununun 1’nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Türkiye İş Kurumu,
“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ilgili kuruluşu olup, özel hukuk hükümlerine
tabi, tüzel kişiliği haiz, İdarî ve malî bakımdan özerk bir kamu kurumudur”
denildiği, OSB hakkındaki kanunda bu kurumun bir kamu kurumu olduğuna dair
belirtmede bulunulmamakta, aksine, kuruluş amacının daha ziyade sanayi
alanındaki üretime dayalı serbest ticari faaliyetin organizesine yönelik
özel hukuk hükümlerine tabi bir kuruluş yaratıldığı, elbetteki her özel
hukuk tüzel kişiliğinin faaliyet alanının sonuçta insan yaşamını dolayısı
ile toplumu ilgilendirmesi oranında kaM.l yanı olmasının da tartışmasız
olduğu, ancak kaM.l her faaliyet ve organizasyonunda kamu hukuku kural ve
ilkelerine tabi olacağının söylenemeyeceği, Genel kurul toplama hakkını
elde eden OSB’lerin özel hukuk tüzel kişisi olduğu ve işleyişin özel hukuk
hükümlerine göre yürütüleceği, OSB organlarının işleyişinin Türk Ticaret
Kanununun ilgili hükümleri doğrultusunda gerçekleşeceği konusunda duraksama
bulunmadığının açık olduğu, (Yrd. Doç. Dr. Nusret İlker ÇOLAK,'Organize
Sanayi Bölgelerinin Hukuki Niteliği ve Kamulaştırma Yetkisi Hukuk Ekonomi
ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi', Haziran, 2005, S. 40, paragraf
38.) bu duruma göre, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
olduğu, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddi gerektiği yolunda
yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Başvuru yazısı ve
dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN’nın
davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Ostim Organize Sanayi Bölgesinde faaliyette
bulunan davacı şirketin faaliyetten men edilmesine ve mevcut İşyeri Açma ve
Çalışma Ruhsatının iptal edilmesine ilişkin Ostim Organize Sanayi Bölgesi
Yönetim Kurulunun 14.9.2011 gün ve 387 sayılı kararının iptali istemiyle
açılmıştır
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin görev
ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde 4562 sayılı Organize Sanayi
Bölgeleri Kanunu hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiş; Değiştirilen,
Eklenen ve Yürürlükten Kaldırılan Hükümler başlıklı 85. maddesinin h
bendinde, «…12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri
Kanununun 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Yürürlüğe giren mevzii imar plânına göre arazi
kullanımı, yapı ve tesislerinin projelendirilmesi, inşası ve kullanımıyla
ilgili ruhsat ve izinler ile işyeri açma ve çalışma ruhsatları OSB
tarafından verilir ve denetlenir. İşyeri açma ve çalışma ruhsatının
verilmesi sırasında işyeri açma ve çalışma ruhsatına ilişkin harçlar, OSB
tarafından tahsil edilerek ilgili belediye veya il özel idaresi hesabına yatırılır…»,
4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun
4.maddesinin altıncı fıkrasında
“(Değişik fıkra: 3/7/2005-5393/85 md.) Yürürlüğe giren (…) imar
planına göre arazi kullanımı, yapı ve tesislerinin projelendirilmesi, inşası
ve kullanımıyla ilgili ruhsat ve izinler ile işyeri açma ve çalışma
ruhsatları OSB tarafından verilir ve denetlenir, İşyeri açma ve çalışma
ruhsatın verilmesi sırasında işyeri açma ve çalışma ruhsatına ilişkin
harçlar, OSB tarafından tahsil edilerek ilgili belediye veya il özel
idaresi hesabına yatırılır.”
5. maddesinde - “(Değişik: 4/7/2012-6353/20 md.)
OSB, müteşebbis heyetin başvurusu
üzerine Bakanlıkça verilen kamu yararı kararı ve sınırları belirlenmiş
yetki çerçevesinde kamulaştırma işlemleri yapabilen veya yaptırabilen bir
özel hukuk tüzel kişiliğidir.
Arazinin mülkiyetinin edinilmesinde
yapılan masraflar ile arazi bedeli ödeme yükümlülüğü OSB tüzel kişiliğine
aittir.”
8. maddesinde - “Yönetim kurulu, müteşebbis heyetin en az dördü
kendi üyeleri arasından olmak üzere seçeceği beş asıl, beş yedek üyeden
oluşur. Yönetim kurulu üyeleri iki yıl için seçilir.
Yönetim kurulu üyeleri
kendi aralarında bir başkan ve bir başkanvekili seçerler. Yönetim kurulu en
az ayda iki defa toplanır ve toplantı salt çoğunluk ile yapılır. Geçerli
bir mazereti olmadan üst üste yapılan üç toplantıya veya mazereti olsa dahi
altı ay içinde yapılan toplantıların en az yarısına katılmayan üyeler
üyelikten çekilmiş sayılırlar. Kararlar salt çoğunlukla verilir. Oyların
eşitliği halinde başkanın oyuna itibar edilir.
Yönetim kurulu; kanun, yönetmelik, kuruluş
protokolü ve benzeri düzenlemeler ile müteşebbis heyetin kararları
çerçevesinde OSB’nin sevk ve idaresini yürütmekle görevlidir.” hükümlerine yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacı şirketin
Ostim Organize Sanayi Bölgesinde “Oksijen ve karbondioksit” dolumu yapmak
üzere İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı aldığı; daha sonra yapılan
denetimlerde ise 10 m3
lük oksijen tankını söktüğünün, karbondioksit tankının mevcut olduğunun,
halen karbondioksit gaz dolumunun yapıldığının, ayrıca faaliyet konusu
dışında, oksijen, karışım, argon, LPG ve azot gaz tüplerinin
depolandığının, satışının yapıldığının tespit edilmesi üzerine Ostim Organize
Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulunun 14.9.2011 günlü, 387 sayılı kararıyla
faaliyetten men edilmesine, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatının iptaline
karar verildiği anlaşılmıştır.
Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin
birlikte değerlendirilmesinden, Organize Sanayi Bölgelerinin özel hukuk
tüzel kişiliğine sahip olduğu ve özel hukuk tüzel kişilerince tesis edilen
işlemlerin yargısal denetiminin adli yargı yerlerince yapılacağının açık
olduğu gözetildiğinde işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptali yolunda
tesis edilen işlemin yargısal denetiminin de adli yargı yerine ait olduğu
açıktır.
Açıklanan nedenlerle Danıştay Başsavcısının
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE,8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/507
KARAR NO: 2013/486
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el
atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere
ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: S.D.’a Vesayeten A.D.
Vekilleri
: Av.M.D., Av.B.D.
Davalı : Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.H.Ş.
O L A Y : Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu
Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yenikent Mh. 44990 ada 1 parsel sayılı
taşınmaz üzerinde “Muzaffer Yengeç Parkı” bulunduğunu; idarenin,
kamulaştırma işlemi gerçekleştirmeksizin dava konusu parsele Park ve Çocuk
Bahçesi yapmak suretiyle el attığını; davalı idare tarafından taşınmazın
kullanıldığını, bu sebeple davalı kurumun, taşınmazın dava tarihindeki
gerçek bedelini müvekkillerine ödemekle yükümlü bulunduğunu;
müvekkillerinin davalı ile uzlaşmak istemediklerini; bunun dava için ön
şart olmadığını ifade ederek; davanın açıldığı tarih itibariyle
alacaklarının tam ve kesin olarak belirlenememesi nedeniyle şimdilik 10.00,00-TL'nin
dava tarihinden, kararın kesinleşme
tarihine kadarki sürede yasal faizi ile birlikte, kararın kesinleşmesinden
sonra ise Anayasa’nın 46/son maddesi gereğince kamu alacaklarına uygulanan
en yüksek faiz oranının uygulanmak suretiyle davalıdan tahsiliyle
müvekkillerine hisseleri oranında verilmesine, müvekkillerin hisselerinin
iptali ile davalı idare adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
20.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:27.6.2012 gün ve E:2012/149 sayı ile, Yargıtay
5.Hukuk Dairesinin yerleşmiş uygulamalarına göre kamulaştırmasız el atma
davalarında adli yargının görevli olduğunun kabul edildiği gerekçesiyle,
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun 18'inci maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında
yapılan imar uygulamalarına ilişkin işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak
tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler niteliğinde olduğu; dosyanın incelemesinden, uyuşmazlığa konu
taşınmazın uygulama imar planında park ve çocuk bahçesi alanında kaldığı,
parselasyon planının yapıldığı, ancak kamuya terk edilmesi gereken
alanların devrinin henüz gerçekleşemediği, bu arada bölgeye ilişkin
revizyon imar planının yapıldığı ve anılan planla taşınmazın ticari
rekreasyon alanı olarak belirlendiği, ancak bu planın henüz
kesinleşmediğinin anlaşıldığı; uyuşmazlıkta, davacı tarafından,
kamulaştırma işlemi gerçekleştirilmeksizin taşınmazda park ve çocuk bahçesi
yapılarak taşınmaza el atılması nedeniyle parseldeki payının bedelinin
ödenmesi istemiyle açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline
oturtulmak istenilmişse de, davacının paydaşı olduğu taşınmaza ilişkin imar
uygulama işlemlerinin tamamlanmadığı, dolayısıyla idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu uyarınca işlem tesis etmesi gereken bir durumun henüz ortaya
çıkmadığı göz önünde bulundurulduğunda, uyuşmazlığın, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunduğu sonucuna varıldığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan
nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; dava
dosyasının incelenmesi sonucunda; Yenimahalle Belediyesinin imar
planlarında park ve çocuk bahçesi olarak belirlenen alanda kamulaştırma
yapılmadan fiilen el atmak suretiyle park yaptığının anlaşıldığı; Yargıtay Beşinci Hukuk Dairesinin
2007/13728 E, 2008/546 K sayılı 29/01/2008 günlü kararında da işaret edildiği
gibi, imar planında kaM.l amaçla ayrılan bölümüm bir kısmına fiilen el
atılması halinde bu bölümün tamamının mülkiyet hakkının sınırlandırıldığı
ve mülkiyet konusunda tasarrufun olanaksız hale geldiğinin tartışmasız
olduğu; belediye yönetimlerinin 3194 sayılı İmar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin
verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması
ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri
kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve
kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve
düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi gerektiğinde
tartışma bulunmadığı, ancak, 3194 sayılı Kanun'un 10. maddesinin
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay
içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını
hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili
yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere
Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına
tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık
imar programlan sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine
tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi
içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının
yıllık bütçelerine konulur. / İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam
eder." hükmü ile uygulama imar planlarında kamu yararına ayrılan
yerlerin kamulaştırılmasını öngördüğü;
davaya konu olayda, davacıların hissedar oldukları tapulu taşınmazın
park alanı olarak ayrılmasına rağmen, idare tarafından yasada öngörülen süreyi
de aşkın uzun bir süre kamulaştırma işlemlerine başvurulmadığı gibi, park
yapılmak suretiyle fiilen el atıldığının anlaşıldığı; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun
11/2/1959 günlü, 1958/17 E, 1959/15 K sayılı kararında, kamulaştırmasız el
atma kavramının “idarenin kanunsuz bir hareketi” olarak tanımlandığı ve bu
eylemden kaynaklanan davaların mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız
fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davası mahiyetinde olduğu ve
bu bakımdan adli yargının görevli olduğunun kabul edildiği; davalı idarenin imar mevzuatı hükümlerine
tam uygun olmayan ve hareketsizlikle beraber kısmen ve fiilen araziye
yönelik tecavüzünün kamulaştırmasız el atma temelinde haksız fiilden
kaynaklanan ve adli yargının görev alanına giren bir dava olduğu; açıklanan nedenlerle, açılan davanın adli
yargı yerinde görüm ve çözümü gerektiğinden, Danıştay Başsavcılığının
başvurusunun reddi gerektiği yolunda düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı vekilinin,
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazlarına,
imar planında Park ve Çocuk Bahçesi alanı olarak ayrılmak ve fiilen el
atılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın
bedelinin, fazlaya ait hakları saklı kalmak şartıyla tazmini istemiyle açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan Yenimahalle Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 30.3.2012 gün ve 6120 sayılı yazısında; dava konusu edilen 44990 ada 1 parselin,
Yenikent Bahçelievler Kooperatifi Uygulama İmar Planının uygulaması olan
1/1000 ölçekli 84016/3 no'lu parselasyon planı kapsamında "Park ve
Çocuk Bahçesi" kullanımında kaldığı; 1/1000 ölçekli Yenikent
Bahçelievler Kooperatifi Uygulama İmar Planının ilk parselasyon planı olan
75480 no'lu parselasyon planında, söz konusu alanların bedelsiz terkler
olduğu, ancak planın tescili
aşamasında bu terkler yapılmadığından, 02.05.2002 tarih ve 882 sayılı
Belediye Encümeni kararıyla onaylanan ve 05.05.2002 tarih ve 24746 sayılı
Resmi Gazetede ilan edilerek, ilan süresince yapılan itirazların 11.06.2002
tarih ve 1460 sayılı Belediye Encümeni kararı ile reddedilerek kesinlik
kazanan 84016/3 nolu parselasyon planının tescili aşamasında, bedelsiz
terklere ada/parsel numarası verilerek tapuda tescili sağlandığından,
kamuya terk edilmesi gereken alanlar olduğu; 44982 ada 1 no’lu parselin
malikleri tarafından söz konusu parselin kamulaştırma yapılmaksızın yol ve
park yapıldığı iddiası ile kamulaştırmasız el atma davası açıldığı; 44982 ada
1 sayılı parsele ilişkin, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.04.2010
gün ve 1191 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı Değişikliği
onaylandığı ve onaylanan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Plan değişikliği
doğrultusunda taraflarınca hazırlanan 1 /1000 ölçekli plan değişikliğinin
Belediye Meclisinin 03.08.2010 gün ve 578 sayılı kararı ile uygun
görülerek, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 14.10.2010 gün ve 2985
sayılı kararı ile onaylandığı; ancak
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.04.2010 gün ve 1191 sayılı kararı
ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğine ilişkin Ankara
3. İdare Mahkemesinin 29.9.2010 tarih ve E:2010/931 esas nolu ara kararı
ile "Yürütmeyi Durdurma Kararı verildiği; söz konusu parselin de yer
aldığı dava konusu planlarda uygulamada yapılan hatalar ve plan notunun
gereğinin yerine getirilmemesi gerekçeleri ile ortaya çıkan bu sorunu
çözmeye yönelik 1/1000 ölçekli plan değişikliğinin hazırlandığı; hazırlanan
plan değişikliğinin, Belediye Meclisinin 05.08.2011 gün ve 605 sayılı
kararı ile uygun görülerek, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin
17.11.2011 gün ve 3277 sayılı kararı ile tadilen onaylandığı, 08.03.2012
tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak 08.03.2012-06.04.2012 tarihleri
arasında 1 ay süre ile askıda kalmak üzere ilan panosunda ilan edildiği
belirtilmiş; tapu kayıtlarında
davacının hissedar olduğu dava konusu taşınmaza ilişkin olarak düzenlenen
21.9.2012 tarihli Bilirkişi Raporunun incelenmesinden; dava konusu 44990 ada 1 numaralı parselin
zeminde Muzaffer Yengeç Parkı olarak kullanıldığı anlaşılmıştır.
Belediyelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile
arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe
konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında
yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu
gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici
işlemler olduğu, bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği
tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda
öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri
yapılmaksızın, dava konusu taşınmaza fiilen el atılarak, park alanı olarak kullanılması karşısında, idarenin bu eyleminin
kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu
hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana
getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin
kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların
tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam
yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait
olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel
mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye
aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen
zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız
fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde
çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim,
yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı
kararının III. bölümünde,
“İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun
hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir
harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine
giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana
gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin
vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu
durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü,
adli yargı yerinin görevine girmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN
REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/592
KARAR NO: 2013/487
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-Ş.A., 2-E.A., 3-N.A., 4-G.Ö., 5-S.S.
Vekili :
Av.M.Y.
Davalı : Sincan Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.Ö.D.
O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin,
Ankara ili Sincan İlçesi 703 Ada 2 Parselde kayıtlı taşınmazın hissedarı
olan A.M.A.’ın mirasçıları olduğunu; davalı idarenin, herhangi bir
kamulaştırma işlemi yapmadan, anılan parseli çocuk bahçesi ve park alanı
olarak, imarda tahsis ettiğini, fiilen de el koyarak, inşaat malzemesi
yığmak suretiyle kullanmaya başladığını; Belediyenin, ileride bu yerin
kamulaştırılacağına dair bazı hissedarlara cevap yazmış olduğunu ifade
ederek; fazlaya dair hakları saklı tutularak, arsa üzerine, kamulaştırma
yapılmaksızın el atılan kısmın, müvekkillerinin hissesine tekabül eden
değerinden şimdilik her bir müvekkili için 200,00 TL olmak üzere toplam
1.000,00 TL’nin, Mahkeme’ce tespit edilecek fiili el atma tarihinden
itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan alınarak müvekkillerine
verilmesine, müvekkillerinin
hisselinin davalı adına tesciline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
SİNCAN
5.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.9.2012 gün ve E:2012/152 ile, Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Genel Kurulu'nun 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı kararı
gereğince idarenin kamulaştırma işlemi yapmaksızın taşınmaza el atması
halinde malikin idareye karşı dilerse el atmanın önlenmesi, dilerse
taşınmaz mülkiyetinin devri karşılığı tazminat talep edebileceğinin karara
bağlandığı; içtihadı birleştirme
kararlarının bağlayıcı olduğu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 5 ve 18 Hukuk
Dairelerinin aynı mahiyetteki istikrar kazanmış uygulamaları ile 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6 maddesi hükmü gözetilerek kamulaştırmasız
el atma talepli davalarda adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle, görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında çocuk bahçesi ve park alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin
ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler
karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi
ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında
bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki
ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b)
bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü
gereğince İdari Yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmına yönelik olarak 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun
olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10. maddede
öngörülen biçimde, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm
altına alınması istemine ilişkin kısmına yönelik olarak olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazına, davalı
idarenin, imar planında çocuk bahçesi ve park alanı olarak ayırmak ve
kamulaştırma yapmadan inşaat malzemesi yığmak suretiyle fiilen el
attığından bahisle, taşınmazın bedelinin, fazlaya ait hakları saklı kalmak
şartıyla şimdilik 1.0000TL’sinin tazmini istemiyle
açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan Sincan Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün dava konusu edilen 703 ada 2 parsele ilişkin olarak Mahkemeye
gönderdiği 29.8.2012 gün ve 1431-4760 sayılı yazısında; 01.10.1987 tarihli
Sincan İlave İmar planına göre Sincan imar 703 ada 1 nolu parselin, 1/1000
ölçekli uygulama imar planında “PARK VE OYUN ALANI” kullanımında iken, söz
konusu parselin bir bölümünün “CAMİ” alanı kullanımına dönüştürülen plan
değişikliğinin, Belediye Meclisinin 04.06.1997 gün 33 sayılı kararıyla
uygun görüldüğü ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığınca onaylanarak
kesinleşmiş olduğu; onaylı imar planına uygun olarak hazırlanan parselasyon
planının ve ada dağıtım cetvelinin Belediye Encümeninin 10.12.1998 tarih
1448 sayılı kararıyla onaylandığı; söz konusu parselasyon planının
05.06.1998-06.07.1998 tarihine kadar ilam ve askısı yapılarak kesinleştiği;
kesinleşen parselasyon planı ile 703 ada 1 parselin, 703 ada 2 ve 3 nolu
parseller olduğu belirtilmiştir.
Davacılar
vekili tarafından, davalı idarenin, herhangi bir kamulaştırma işlemi
yapmadan, anılan parseli çocuk bahçesi ve park alanı olarak, imarda tahsis
ettiği, fiilen de el koyarak, inşaat malzemesi yığmak suretiyle kullanmaya
başladığı iddiasına karşılık; davalı idare vekili tarafından gerek
duruşmada gerekse de dava dosyasına sunulan dilekçelerde; müvekkili
Belediyenin taşınmaza fiili bir el atmasının söz konusu olmadığı ifade
edilmiş, buna karşılık; Sincan 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın
18.10.2012 tarihli 1.celsesinde; sorulması üzerine davacı vekilinin, “Davacı
taraf taşınmazın etrafını tel örgü ile çevirmek, üzerine inşaat malzemesi
yığmak suretiyle taşınmaza elatmış iken yargılama aşamasında tel örgü ve
inşaat malzemesi kaldırılmıştır” dediği belirtildikten sonra; Mahkemece,
taşınmaza hukuken el atıldığı, fiili el atmanın kalıcı nitelik arz
etmediğinin anlaşıldığından bahisle, keşif yapılmasına ilişkin ara karardan
vazgeçilmesine karar verildiği görülmüş; talep üzerine anılan Mahkemece
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilen dava konusu parsele ilişkin olarak açılan
bir başka davada, Sincan 4.Asliye
Hukuk Mahkemesince verilen 15.3.2012 tarih ve E:2011/220, K:2012/125 sayılı
kararın incelenmesinden, taşınmaz üzerinde davalı Belediyece fiili olarak
bir düzenleme yapılmadığı anlaşılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin
gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana
gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu
sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar
planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın uygulama imar planıyla Park ve Oyun
Alanı kullanımında kaldığı, taşınmazın üzerine yığılan inşaat malzemesinin
ise kaldırıldığı ve kalıcı nitelik taşımadığı, taşınmazın kamulaştırılmadığı,
taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait
taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde İDARİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Sincan
5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.9.2012 gün ve E:2012/152 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/602
KARAR NO: 2013/488
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Aşırı yağış ve idarenin
hizmet kusuru nedeniyle, davacıların evinde oluştuğu ileri sürülen
zararın tazmini istemiyle açılan davanın, hizmet kusuru esasına göre İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar:1-A.E.2-S.E.
kendi adına asaleten; V.S., M.C.S.
ve A.S. adına velayeten
Vekili :
Av.E.G.
Davalı :
Samsun Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (SASKİ)
Vekili :
Av.S.E.Y., Av.Ö.C.K.
O L A Y
: Davacılar vekili, müvekkili S.E.’un ikamet ettiği, Samsun ili Atakum
ilçesi Cumhuriyet mh. Azerbaycan cd. Ö. Apt.No:94/l adresindeki binanın
bodrum katındaki evini, davalı
kurumun üzerine düşen görevi tam ve eksiksiz olarak yerine getiremediği
için, 02.05.2011 tarihindeki aşırı yağış nedeniyle su bastığını; aniden gelen sel suyunun,
bir insan boyu kadar evin içine dolduğunu, çocukların boğulma tehlikesi
geçirdiğini; olaydan sonra geride yaşanmaz bir ev, suda boğulma tehlikesi
geçirmiş bir aile kaldığını; müvekkillerinin mağduriyetini değerlendirmek
için Samsun 1.Sulh Hukuk Mahkemesinde,
2011/63 D. İş ve 2011/63 K. Sayılı dosya ile zarar tespiti
yapıldığını, bilirkişi raporuna göre 7.438,35-TL zarar takdir edildiğini;
ancak müvekkillerinin olay sonrası zararlarının daha da fazla olduğunu;
çünkü, taşınmaz maliki A.E. taşınmazını onarmak ve tamir ettirmek masraf
yaptığını, S.E.’un aylık 350,00-TL karşılığında başka bir eve kiracı olarak
çıkmak zorunda kaldığını; evine yeniden, eşyalar almak zorunda kaldığını;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2007/4-597 E.-2007/694 K. Sayılı kararı ile
davanın açılması gereken yargı yerinin, adli yargı olması gerektiği
kararının bulunduğunu ifade ederek; fazlaya dair dava ve talep hakları
saklı kalmak üzere şimdilik 7.438,35-TL maddi tazminat ve A.E.için
4.000-TL, V.S. için 2.500-TL., M.C.S. için 2.500-TL, A.S. için 2.500-TL
olmak üzere 11.500-TL manevi tazminatın tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
İdare vekilince, birinci savunma dilekçesinde; idarenin hizmet kusuru
esasına dayanan davada idari yargının görevli olduğu öne sürülerek, görev
itirazında bulunulmuştur.
SAMSUN
3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:6.9.2012 gün ve E:2012/252 sayı ile, davalı
vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
İdare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda
bulunulması üzerine, dilekçe ve dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden
doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı idari
Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı,
bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları
muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve
çözümünün idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında
gösterildiği; 20.11.1981 gün ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon
İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde,
İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek
ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve
bir elden işletmek üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü kurulduğu, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin, İstanbul
Büyük Şehir Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini
haiz bir kuruluş olduğu, İSKİ personelinin 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu hükümlerine tabi bulunduğu belirtilmiş; 2. maddesinin (b) bendinde
“b) Kullanılmış sular ile yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden
uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya
bu sulardan yeniden yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların
toplanacakları veya bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve
projesini yapmak veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri
kurmak ya da kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım
ve onanırımı yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek”, (d)
bendinde “ Su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki
belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri
kullanmak”, ISKİ'nin görev ve yetkileri arasında sayılmış; 4. maddesinde,
İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisinin, İSKİ Genel Kurulu olarak görevli
ve yetkili olduğu açıklanmış, ek 5. maddesinde (/6/1986 - 3305/3 md. ile
gelen Ek 4 üncü madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.),
bu Kanunun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanacağının belirtilmiş
olduğu; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu
hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada,
kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp
yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği,
sonuçta, hizmet kusuruna dayalı ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir
husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait
bulunduğu; uyuşmazlığın, altyapı hizmetlerinin usulüne uygun yürütülüp yürütülmediği,
bu nedenle de davalı idarenin hizmet kusuru olup olmadığı ve davacının
tazmine hak kazanıp kazanmadığının saptanmasına ilişkin olduğu; bu durumda,
Samsun Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğünün hizmet kusurundan oluştuğu
ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün,
idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam
yargı davalarına bakmakla görevli olan genel idari yargı yerlerine ait
bulunduğundan, Samsun 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin, anılan Genel Müdürlüğün
görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılmasının gerektiği;
benzer nitelikteki bir başka davada Uyuşmazlık Mahkemesinin 5.4.2010 günlü,
E:2009/184, K:2010/76 sayılı kararıyla uyuşmazlığın hizmet kusuru esasına
göre idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiğini karara bağlandığı
gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça,
2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin Su ve Kanalizasyon Hizmetlerini
yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak
ve bir elden işletmek, 2560 sayılı kanun ve bu kanunda değişiklik yapan
3009 sayılı kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek üzere 3305 sayılı
kanun uyarınca 1996 yılında Samsun Su ve Kanalizasyon idaresi Genel
Müdürlüğünün kurulduğu; davalı, Samsun Su ve Kanalizasyon idaresi Genel
Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve
esaslarının dayanağını oluşturan 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon
idaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında kanunun 1. maddesinde,
"(Değişik madde: 07/02/1983 - KHK 56/1 md.; Aynen kabul: 23/05/1984
-3009/1 md.) İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve kanalizasyon
hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu
olanları devralmak ve bir elden işletmek üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon
idaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur./ İstanbul Su ve Kanalizasyon idaresi
Genel Müdürlüğü bu Kanunda İSKİ olarak anılır. /Genel Müdürlüğün hizmeti,
İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin görev alanı ile sınırlıdır. Ancak, şehrin
yararlandığı su kaynaklarının korunmasına ilişkin hizmetler, büyük şehir
belediye sınırları dışında da olsa bu kuruluş tarafından yürütülür. Ayrıca
İçişleri ile Bayındırlık ve İskan bakanlıklarının teklifi üzerine Bakanlar
Kurulu anasistem ile ilgili başka belediye ve köylerin su ve kanalizasyon
işlerini de bu Genel Müdürlüğe verebilir./ İstanbul Su ve Kanalizasyon idaresi,
İstanbul Büyük Şehir Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel
kişiliğini haiz bir kuruluştur. İSKİ personeli 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu hükümlerine tabidir." hükmüne; Ek 5. maddesinde ise bu kanunun
diğer Büyükşehir Belediyelerinde de uygulanacağı hükmüne yer verildiği;
SASKİ idaresinin de bu kanun ve yönetmelik hükümlerine göre kurulmuş, kamu
hizmetlerini yürütme görevli bir kamu kuruluşu olduğu; Yüksek Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
2008/4870 E, 2008/9114 K. sayılı kararında da atıf yapılan 11.2.1959 günlü
ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının L bendinde açıkça belirtildiği
gibi, bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine
göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrum katını
sel basan, bir su tesisi yapılması neticesinde tarlasındaki sular çekilip
ağaçları ve mahsulleri kuruyan veya tarlası artık ekin ekilemez hale gelen
yahut tarlasının kenarından geçen derenin kuruması yüzünden tarlası susuz
kalan veya su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden
tarlasını sular basıp bu suların getirdiği kumlardan dolayı tarlası artık
ekin ekilemeyecek duruma düşen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararların
idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlar olduğu; zira bir
kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir
karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o
plan ve projeler gereğince işi görmesinin de kararın neticesi olan birer
idari eylem olduğu; o halde sözü
edilen kararda örnek olarak belirtilen bu eylemlerden doğan zararların
ödettirilmesi isteklerinin 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 2.
maddesi hükmünce bir tam yargı davası olduğu ve bu davalara bakmaya idari
yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı
Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Samsun
3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/252 esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık
Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler:
Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcılığı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
aşırı yağış ve idarenin hizmet kusuru nedeniyle, davacıların evinde oluştuğu ileri sürülen zararın
tazmini istemiyle açılmıştır.
20.11.1981
gün ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesinin su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken
her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek
üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü kurulduğu,
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin, İstanbul Büyük Şehir Belediyesine
bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir kuruluş olduğu,
İSKİ personelinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabi bulunduğu
belirtilmiş; 2. maddesinin (b) bendinde “b) Kullanılmış sular ile yağış
sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız bir
biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden
yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya
bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak
veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da
kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını
yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek”, (d) bendinde “ Su ve
kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere
verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak”, İSKİ'nin
görev ve yetkileri arasında sayılmış; 4. maddesinde, İstanbul Büyük Şehir
Belediye Meclisinin, İSKİ Genel Kurulu olarak görevli ve yetkili olduğu
açıklanmış, ek 5. maddesinde (5/6/1986 - 3305/3 md. ile gelen Ek 4 üncü
madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.), bu Kanunun diğer
büyükşehir belediyelerinde de uygulanacağı belirtilmiştir.
Samsun
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (SASKİ),Samsun Büyükşehir
Belediyesinin Su ve Kanalizasyon Hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken
her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek,
2560 sayılı kanun (2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, 05.06.1986 tarihli 3305
sayılı kanunun 3.maddesi ile gelen Ek 4 ve 5. maddeleri yollaması ile bütün
belediyelere ait su ve kanalizasyon idaresi genel müdürlükleri için
uygulanmaktadır.) ve bu kanunda değişiklik yapan 3009 sayılı kanunda
belirtilen görevleri yerine getirmek üzere 3305 sayılı Kanun uyarınca 1996
yılında kurulmuş olup, 2560 sayılı Kanunun 3009 sayılı kanunla değişik
1.maddesinin 4.fıkrası uyarınca kamu tüzel kişisidir.
İdarenin
yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya
koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile idarenin aynı
plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su
şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında
kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm
ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan
idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede
bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya
plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i
ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün
önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli
yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş
bulunmaktadır.
Olayda,
davacılar vekili tarafından, aşırı yağış nedeniyle oluşan sel sularının
müvekkillerinin evini bastığı, uğranılan zararın idarenin üzerine düşen
görevi tam ve eksiksiz yapmamasından kaynaklandığı iddia edilerek, oluşan
maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle; hizmeti yürüten kamu tüzel
kişisine karşı dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak
yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip
işletilmediğinin; hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin
sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan
“idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak
tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.
Belirtilen
durum karşısında, davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine
girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE ilişkin Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 6.9.2012 gün ve
E:2012/252 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üye Eyüp Sabri
BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
02.05.2011
tarihinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle evini su bastığı, zarar
gördüğü, davalı kurumun üzerine düşen görevi tam ve eksiksiz yerine
getirmediği iddiasıyla maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle davacı
tarafından davalı kurum aleyhinde Adli Yargı da dava açılmıştır.
Davalı İdari
vekili süresinde, Uyuşmazlığın İdari Yargının görev alanında kaldığını
bildirerek Yargı Yolu itirazında bulunmuştur.
Mahkemece Yargı
Yolu itirazın reddine karar verilmesi üzerine davalı vekilince olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması talebi ile dosya Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiş,
Danıştay
Başsavcılığınca, uyuşmazlığın davalı idarenin hizmet kusurundan
kaynaklandığı, İdari Yargının görev alanına girdiği düşüncesiyle olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar verilerek dosya Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmiştir.
Yüksek Mahkemece
yapılan inceleme sonucunda Uyuşmazlığın davalı İdarenin hizmet kusurundan
doğduğu İdari Yargının görev alanında kaldığı gerekçesiyle İdari Yargının
görevli olduğuna davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararın
kaldırılmasına karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun
Uyuşmazlıkta İdari Yargıyı görevli kabul eden düşüncesine iştirak edilmesi
mümkün değildir.
Zira;
6102 sayılı TTK
16.maddesinde “Ticaret Şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, demekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince
özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere
devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri
tarafından kurulan kurum ve kuruluşlarında tacir sayılacakları”
öngörülmüştür.
Davalı kurum
hakkında da uygulanması gereken İSKİ’nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı
yasada, bu kurumun genel kurul, yönetim kurulu ve genel müdürlük ile
yönetileceği, denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet
ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip genel kurulun onayına sunulacağı
ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre
düzenleneceğinin açıklanması karşısında bu kuruluşun özel hukuk hükümlerince
İdare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu da 29.11.1995 gün 1995/11-647 esas 1995/1043 sayılı vs.
kararlarında 2560 sayılı kanuna tabi olan İSKİ’nin gördüğü hizmetin kamu
hizmeti olmakla birlikte faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması
itibariyle TTK 18/1 maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı
ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmaya görevinin
Adli Yargının görev alanına girdiğini benimsemiştir.
Ayrıca İSKİ’nin
abonelerinden kullanma suyu ve atık sularından talep ettiği bedel konusunda
çıkan uyuşmazlıklarda Adli Yargının görevli olduğu benimsenmişken aynı
kurumun şahıslara karşı haksız eyleminden dolayı İdari Yargının görevli
olduğunu kabul etmek 2560 sayılı yasanın uygulanmasında çelişki
oluşturacaktır.
Bu durumda tacir
olan davalı SASKİ ile davacı arasında haksız fiilden kaynaklanan davaya
bakma görevi Adli Yargıya ait olup açıklanan nedenlerle uyuşmazlıktan İdari
Yargıya görevli kabul eden sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
ÜYE
Eyüp Sabri BAYDAR
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2012/657
KARAR NO: 2013/489
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: B.Ö. Mirasçıları; 1-Y.Ö., 2-M.Ö., 3-Ş.Ö., 4-H.Ö.
Vekilleri
: Av.S.Y., Av.S.Y., Av.A.N.Y.
Davalı : Büyükçekmece Belediye
Başkanlığı
Vekili : Av.S.A.
O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde;
müvekkillerinin, hissedar olduğu
Büyükçekmece, Dizdariye Mahallesi, 1515 Parsel sayılı taşınmazın, uzun süre
önce yapılan uygulama ile davalı belediye tarafından “PARK” olarak
ayrıldığını, halen bu amaçla
kullanıldığını; taşınmazın üstünde fiilen park ve yeşil alan bulunduğunu;
taşınmaza tapuda kamulaştırmak amacıyla “31/b” şerhi konulduğunu ancak bu
güne kadar her hangi bir işlem yapılmadığını, dolayısıyla taşınmaza
kamulaştırılmasız el atılmış olduğunu;
6111 sayılı kanun uyarınca yaptıkları uzlaşma başvurusundan sonuç
alınamadığını ifade ederek; fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin, dava
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tazminine ve taşınmazın tapu
kaydının iptali ile davalı adına tesciline karar karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
BÜYÜKÇEKMECE
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:17.9.2012 gün ve E:2012/390 sayılı Ek Karar ile,
Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 04.10.2010 tarih ve 2010/13 esas, 2010/181 karar
sayılı kararına muhalefet şerhi veren bir kısım üyelerin muhalefet şerhlerinde
de açıkça belirtildiği üzere, 16.05.1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca istimlak işlemlerine girişilmeksizin
idare tarafından taşınmazına el atılan kişinin ilgili kamu tüzel kişiliği
aleyhine el atmanın önlenmesi veya el atılan taşınmazın mülkiyetinin kamu
tüzel kişiliğine devri karşılığında tazminat davası açılabileceği; Yargıtay 5 Hukuk Dairesi'nin istikrarlı
kararlarında da, bu tür davaların kamulaştırmasız el atma davası olarak
adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinin kabul edildiği gerekçesiyle,
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; davacıların hissedarı
oldukları 29 pafta, 1515 parsel numaralı taşınmazın imar planında, park alanı
olarak ayrılması nedeniyle kamulaştırmasız el atıldığının anlaşıldığı; bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, imar planında kamu
hizmetine ayrılması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve
E:2010/5-662, K: 2010/651 sayılı kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da
sonuçların, yukarıda da söylenildiği üzere, genel ve düzenleyici nitelikte
bir idari işlem olan imar planında taşınmazın park alanı olarak
gösterilmesinden; bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında
yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari
işlemlerden ve davalı idarenin imar planı gereği yapılması gereken
kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari
eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların
tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12
ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı
davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu
bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi idari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla
ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat
davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla; imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın,
imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin
gerektiği; açıklanan nedenlerle, 2247 Sayılı Yasanın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca
10. maddede öngörülen biçimde, davanın imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine ilişkin kısmına yönelik olarak olumlu
görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazın imar
planında park alanı olarak ayrıldığı ve taşınmaza, kamulaştırma yapılmadan
fiilen park ve yeşil alan olarak kullanılmak suretiyle el atıldığından
bahisle, taşınmazın bedelinin, fazlaya ait hakları saklı kalmak şartıyla
şimdilik 10.0000TL’sinin tazmini istemiyle
açılmıştır.
Davacılar
vekili tarafından, müvekkillerinin hissedar olduğu Büyükçekmece, Dizdariye
Mahallesi, 1515 Parsel sayılı taşınmazın, uzun süre önce yapılan uygulama
ile davalı belediye tarafından “park” alanı olarak ayrıldığı, halen bu
amaçla kullanıldığı; taşınmazın üstünde fiilen park ve yeşil alan bulunduğu
iddiasına karşılık; davalı idare vekili tarafından dava dosyasına sunulan
dilekçelerde, müvekkili Belediyenin taşınmaza fiili bir el atmasının söz
konusu olmadığı ifade edilmiştir. Konunun açıklığa kavuşması açısından,
Mahkemesinden istenilen Bilirkişi Raporlarının incelenmesinden; dava konusu
taşınmazın zemin itibariyle halen boş arsa vasfında bulunduğu
anlaşılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin
gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana
gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu
sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar
planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik
veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü
takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011-
KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan
yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları
onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar planları
alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Park Alanı olarak
ayrıldığı, taşınmazın kamulaştırılmadığı, (taşınmaza, fiilen park ve yeşil alan
olarak kullanılmak suretiyle el atıldığı iddia edilmesine karşın, taşınmaz
üzerinde düzenleme yapılmadığı, taşınmazın halen boş arsa vasfında
bulunduğu); kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait
taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde İDARİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Büyükçekmece
2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.9.2012 gün ve E:2012/390 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/18
KARAR NO: 2013/490
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 1-Hukuk uyuşmazlıklarında, adli yargı
yerince görevsizlik kararı verildikten sonra, dava dosyası gönderilmekle idari yargı
yerinde dava açılmış sayılmayacağı;
2- 2247
sayılı Yasada öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27.
maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Ş.K.
Vekili :
Av. Y.D.
Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. N.İ.
O L A Y : Davacı vekili, dava
dilekçesinde, müvekkilinin SSK’ya tabi personel olarak 1980 yılında işe başladığını;
görevinin halk eğitim merkezi müdürlüklerinde usta öğreticilik olduğunu; en
son İstanbul Bahçelievler Halk Eğitim Merkezi’nde çalışmakta iken 10.6.2005
tarihinde işten çıkarıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak şartıyla 10.00 TL kıdem tazminatının muacceliyet tarihlerinden
itibaren mevduata uygulanan en yüksek faizle birlikte tahsiline karar
verilmesi, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 100.00 TL ihbar
tazminatının çıkarılma tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek
faizle birlikte tahsiline karar verilmesini, fazlaya dair hakları saklı
kalmak üzere 890.00 TL yıllık izin ücretlerinin muacceliyet tarihinden
itibaren mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte tahsiline karar
verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içerisinde verdiği cevap
dilekçesinde, davacının işçi statüsünde olmadığını ileri sürerek davanın
görev yönünden reddini talep etmiştir.
BAKIRKÖY 3. İŞ MAHKEMESİ: 13.12.2011 gün ve E:2006/2148,
K:2011/675 sayı ile, davacının Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünde usta
öğretici olarak görev yaptığı, davacı ile davalı arasında iş sözleşmesinin
bulunmadığı, aralarında işçi işveren ilişkisinin bulunmadığı statü hukukuna
tabi olduğu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüm yerinin İdari Yargı
olduğu, mahkemelerinin 5521 sayılı İş Mahkemeleri yasasının 1. Maddesi
uyarınca sadece bu kanuna göre işçi sayılan kimselerle işveren arasındaki
uyuşmazlıkları çözme görevinin olduğu görev konusunun kamu düzeniyle ilgili
olup, görev alanının resen dikkate alınmasının gerektiği sonucuna varıldığı
gerekçesiyle mahkemelerin görevli olmaması nedeniyle dava dilekçesinin
reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili dosyanın idare mahkemesine gönderilmesini
talep etmiş, Bakırköy 3. İş Mahkemesi dosyayı idare mahkemesine
göndermiştir.
İSTANBUL 4. İDARE MAHKEMESİ: 9.7.2012 gün ve E:2012/174, K:2012/1315 sayı ile, 5510 sayılı
Yasa’nın 80/j maddesinden söz ederek, Uyuşmazlıkta, davacının çalışmasının
506 sayılı Kanun kapsamında olduğuna ilişkin kesinleşmiş Bakırköy 3. İş
Mahkemesinin 19.11.2009 günlü, E:2006/2147, K:2009/791 sayılı kararı ve
dava konusu uyuşmazlığın 5510 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin olduğu,
bu durumda, uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu sonucuna
varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu
karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada
başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için
adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları,
konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu
yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde
ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Öte yandan; 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler”
başlıklı 20.maddesinin 1.fıkrasında; “ (1)
Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin,
bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna
başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna
başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki
hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya
da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu
mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.” hükmüne yer
verilmiş; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 'İdari davaların açılması' başlıklı 3.
maddesinde; idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi
başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılması öngörülmüş; aynı
Kanunun 9. maddesinde; çözümlenmesi Danıştay’ın idare ve vergi
mahkemelerinin görevlerine girdiği halde adli ve askeri yargı yerlerine
açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde bu husustaki
kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli
mahkemelerde dava açılabileceği hükme bağlanmış; Yasanın “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15.maddesinin 1.fıkrasının (a)
bendinde; “ 1. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/6 md.) Danıştay veya idare
ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı
hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; a) 3/a bendine
göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların
reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili
olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek
dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine, (…) karar
verilir” denilmiştir.
Dosyanın,
2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca incelenmesinden:
Hukuk
uyuşmazlıklarında, görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın
görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili
mahkemeye gönderilmesi, ancak aynı yargı düzeni içinde yer alan mahkemeler
arasında olanaklı olup; bu hususa ilişkin 6100 sayılı H.M.K’nın 20. (1086
sayılı H.U.M.K.’nun 27.) maddesiyle 2577 sayılı İ.Y.U.K.’ nun 15.
maddesinin 1. fıkrası (a) bendinin ikinci cümlesinde yer alan “görev” kuralları, aynı yargı
düzeni içindeki mahkemelerin işbölümü esasına ilişkin düzenlemelerdir. Oysa
yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi durumunda, görevli
olduğundan bahisle farklı bir yargı düzeninde yer alan mahkemeye dava
dosyasının gönderilebilmesine olanak tanıyan bir düzenleme bulunmamaktadır.
Göreve
ilişkin kararın, işbölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş
olması farklı sonuçlar doğurmaktadır. Şöyle ki; işbölümü esasına göre
verilen görevsizlik kararı sonucu dava dosyasının görevli mahkemeye
gönderilmesi durumunda, dava başvuru tarihi itibariyle görevli mahkemede
açılmış sayılmaktadır. Yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi
durumunda ise, görevli olduğu işaret edilen yargı yerine, bu yargı yerinin
uyguladığı usul kurallarına uygun olarak yeniden dava açılması zorunlu
bulunmaktadır.
Olayda, davacı
vekili tarafından, ortada idare
mahkemesine hitaben yazılmış dilekçeyle açılmış bir dava bulunmadan,
Bakırköy 3. İş Mahkemesi'ne verilen dilekçe ile, dosyanın İstanbul İdare
Mahkemesine gönderilmesi talep edilmiş; Mahkeme'ce, yazı ekinde dava dosyası İstanbul İdare
Mahkemesi Başkanlığına gönderilmiş ve
bu yargı yerince, kendisine gelen adli yargı yerine ait dava dosyası
üzerinden inceleme yapılarak görevsizlik kararı verilmiş olup, yukarıda
yapılan açıklamalara göre, İ.Y.U.K.’nun 3 ve 9. maddelerinde öngörülen
şekilde usulüne uygun olarak idari yargı yerine açılmış bir dava
bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.
2247 sayılı Yasa’nın
14. madde hükmüne göre, taraflardan birinin Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvuruda bulunabilmesi için; tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
daha önce diğer yargı yerlerinden birisi tarafından görevsizlik kararı
verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş bulunması ve bunun üzerine kendine gelen
davayı inceleyen yargı yerinin de davada görevsizlik kararı veren yargı
yerinin görevli olduğu kanısına vararak görevsizlik kararı vermesi ve bu
kararın da kesinleşmesi gerekmektedir. Ancak, başvuru koşullarının
incelenebilmesi için öncelikle, yargı yerinde usulüne göre açılmış bir dava
bulunması gerektiği tartışmasızdır.
Bu durumda,
ortada idare mahkemesine hitaben yazılmış dilekçeyle açılmış bir dava
bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşullar
gerçekleşmemiştir.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasada
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi
uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasada öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE,
8.4.2013 gününde Üyelerden Nurdane Topuz’un KARŞIOYU ve OY OYÇOKLUĞU İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
Dava,
davacının SSK’ya tabi personel olarak 1980 yılında işe başladığı; görevinin
halk eğitim merkezi müdürlüklerinde usta öğreticilik olduğu; en son
çalıştığı İstanbul Bahçelievler Halk Eğitim Merkezi’nde 10.6.2005 tarihinde
işten çıkarıldığı ileri sürülerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve
yıllık izin ücretlerinin tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1.
maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile
görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup
görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir" ve 27. maddesinde,
“Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan
veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder" denilmiştir.
Öte
yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3. maddesinin birinci
fıkrasında(Değişik: 10/6/1994-4001/2 md.), “İdari davalar, Danıştay, idare
mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı
dilekçelerle açılır" ve 9. maddesinin birinci fıkrasında(Değişik:
5/4/1990 - 3622/2 md.), “Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi
mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine
açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki
kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli
mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi,
Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul
edilir" hükmü yer almıştır.
Olayda,
adli yargı yerince yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilen dava
dosyası davacı vekilinin istemi üzerine idari yargı yerine gönderilmiş ve
bu yargı yerince, adli yargı yerine ait dava dosyası üzerinde inceleme
yapılarak davada adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı verilmiş olup, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3 ve 9. maddelerinde
öngörülen şekilde usulüne uygun olarak idari yargı yerinde açılmış bir dava
bulunduğundan sözetmek mümkün değildir.
Durum
böyle olmakla birlikte, İdari Yargılama Usulü Kanunu'na göre yapılan usule
aykırılığın 2247 sayılı Kanunun 27. maddesi kapsamında incelenemeyeceği, bu
hususun Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkisi dışında kaldığı,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının varlığı
kabul edilerek çözüme kavuşturulmasının dava ekonomisine ve Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun düşeceği, bu nedenle görev
uyuşmazlığının esası incelenerek görevli yargı yerinin belirlenmesi
gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/21
KARAR NO: 2013/491
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Röntgen teknisyeni olan davacının fiili hizmet
zammından yararlan-dırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine
açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.F.Y.
Vekili : Av. F.A.D.
Davalılar
: 1- Sağlık Bakanlığı (Adli Yargıda)
Vekili : Av. M.A.
2-
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili :
Av. M.B.
3- Odunpazarı Kaymakamlığı (İdari
Yargıda)
O L A Y
: Davacı vekili, Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde
röntgen teknisyeni olarak görev yapan davacının, fiili hizmet zammından
yararlanabilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 17.03.2011 gün ve
645 sayılı Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi işleminin
iptali istemiyle davalı Odunpazarı Kaymakamlığına karşı idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ESKİŞEHİR 1. İDARE MAHKEMESİ: 5.5.2011 gün, E:2011/513, K:2011/481 sayı ile,
5510 sayılı yasanın 40.maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak çıkarılan uyuşmazlığın
çözümünün adli yargı yeri olarak İş Mahkemelerinin görevinde olduğu
gerekçesiyle, 2577 sk.nun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden
reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle davalılar
Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına karşı 22.06.2011
tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Eskişehir İş Mahkemesi; 5.4.2012 gün, E:2011/1062,K:2012/259 sayı ile,
davanın kabulüne karar vermiş olup, temyiz başvurusu üzerine, Yargıtay
10.Hukuk Dairesi 14.05.2012 gün, E:2012/10416, K:2012/8698 sayı ile,
davacının 5434 sayılı yasanın 32/h maddesi kapsamında fiili hizmet zammının
kesilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın, idari yargıda çözümlenmesi
gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay bozma ilamından sonra, bozma ilamına
uyularak yapılan yargılamada;
ESKİŞEHİR İŞ MAHKEMESİ:
9.10.2012 gün, E:2012/718,
K:2012/743 sayı ile, davacının 5434 sayılı yasanın 32/h maddesi kapsamında
fiili hizmet zammının kesilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın, idari yargıda
çözümlenmesi gerektiğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, ancak her iki yargı kolunda
gösterilen davalı idareler farklı ise de, sonuç itibariyle aynı işlemin
iptali istemiyle işlemi tesis edebilecek konumda olan idarelere karşı dava
açıldığı, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde röntgen teknisyeni
olarak görev yapan davacının, fiili hizmet zammından yararlanabilmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız
ve Diş Sağlığı Merkezi işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden; Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde
röntgen teknisyeni olarak görev yapan davacının 15.1.1994 tarihi itibariyle
5434 sayılı Yasa uyarınca çalıştığı, 15.3.2011 tarihli dilekçe ile Ağız ve
Diş Sağlığı Hastanesi Baştabipliğine müracaat ederek fiili hizmet zammından
yararlanıp yararlanamayacağına dair bilgi verilmesini talep ettiği, Ağız ve
Diş Sağlığı Merkezinin 17.3.2011 tarihli cevabi yazısı ile, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığı Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü Emekli Sandığı Hizmet
Borçlanması ve İşlemler Dairesi Başkanlığının 04.02.2008 tarihli yazısında
diş bölümünde çalışan diş hekimleri ve röntgen teknisyenlerinin direkt
olarak şuaya maruz kalması söz konusu olmadığından diş muayenehane ve
laboratuvarlarında çalışanların 1621 sayılı yasayla verilmesi öngörülen
fiili hizmet süresi zammından yararlandırılmalarına imkan bulunmadığının
belirtildiği ifade edilerek, bu sebepten merkezde görev yapan Röntgen
Teknisyenlerinin fiili hizmet süresi zammından ve şua izninden
yararlanamadığı ifade edilmiş olmakla, davacı tarafından bu işleminin
iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
31.5.2006
tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine
göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar
(Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım
Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları),
devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı
İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik
ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı
emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir
sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali
amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111,
K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte,
bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu
görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c
maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen
17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler
yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle,
5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510
sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında
olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri
hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754
sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa
Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
5510
sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde
görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla
(RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz
konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu
gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu
gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri
bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri
olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca,
bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı
Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak;
ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun
yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet
gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak
bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve
yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara
ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya
devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim
esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin
niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın
bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması
ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin
görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda
açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde
bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik
mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki
uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte
değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur
ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere
5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri
bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak,
bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak
çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı
Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı
dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Kaldı
ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa
Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı
esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın
çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.
Bu
durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve
yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya
devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep,
konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları
kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce işe
başlamış olan davacı tarafından açılan davanın idari yargı yerinde
görüleceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Eskişehir 1. İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Eskişehir 1.
İdare Mahkemesi’nin 5.5.2011 gün, E:2011/513, K:2011/481 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO
: 2013/22
KARAR NO: 2013/492
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Röntgen teknisyeni olan davacının fiili hizmet
zammından yararlandırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan
davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
D.A. (T.)
Vekili : Av. F.A.D.
Davalılar
: 1- Sağlık Bakanlığı
(Adli Yargıda)
Vekili : Av. M.A.
2-
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili :
Av. M.B.
3- Odunpazarı
Kaymakamlığı (İdari
Yargıda)
O L A Y
: Davacı vekili, Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde
röntgen teknisyeni olarak görev yapan davacının, fiili hizmet zammından
yararlanabilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 17.3.2011 gün ve
644 sayılı Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi işleminin
iptali istemiyle davalı Odunpazarı Kaymakamlığına karşı idari yargı yerinde dava
açmıştır.
ESKİŞEHİR 2. İDARE MAHKEMESİ: 5.5.2011 gün, E:2011/483, K:2011/435 sayı ile,
5510 sayılı yasanın 40.maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak çıkarılan
uyuşmazlığın çözümünün adli yargı yeri olarak İş Mahkemelerinin görevinde
olduğundan bahisle, 2577 sk.nun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev
yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle davalılar
Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına karşı 22.06.2011
tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Eskişehir İş Mahkemesi: 06.03.2012 gün, E:2011/1059, K:2012/131 sayı ile,
davanın kabulüne karar vermiş olup, temyiz başvurusu üzerine, Yargıtay
10.Hukuk Dairesi 14.05.2012 gün, E:2012/10419, K:2012/8700 sayı ile,
davacının 5434 sayılı yasanın 32/h maddesi kapsamında fiili hizmet zammının
kesilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın, idari yargıda çözümlenmesi
gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay bozma ilamından sonra, bozma ilamına
uyularak yapılan yargılamada;
ESKİŞEHİR İŞ MAHKEMESİ;19.10.2012 gün, E:2012/753,K:2012/794 sayı ile,
davacının 5434 sayılı yasanın 32/h maddesi kapsamında fiili hizmet zammının
kesilmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın, idari yargıda çözümlenmesi
gerektiğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar
kesinleşmiştir.
Davacı vekili, oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, ancak her iki yargı kolunda
gösterilen davalı idareler farklı ise de, sonuç itibariyle aynı işlemin
iptali istemiyle işlemi tesis edebilecek konumda olan idarelere karşı dava
açıldığı, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme
uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren
mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde röntgen teknisyeni
olarak görev yapan davacının, fiili hizmet zammından yararlanabilmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız
ve Diş Sağlığı Merkezi işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden; Odunpazarı Kaymakamlığı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde
röntgen teknisyeni olarak görev yapan davacının 5434 sayılı Yasa uyarınca
çalıştığı 15.3.2011 tarihli dilekçe ile Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi
Baştabipliğine müracaat ederek fiili hizmet zammından yararlanıp
yararlanamayacağına dair bilgi verilmesini talep ettiği, Ağız ve Diş
Sağlığı Merkezinin 17.3.2011 tarihli cevabi yazısı ile, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığı Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü Emekli Sandığı Hizmet
Borçlanması ve İşlemler Dairesi Başkanlığının 04.02.2008 tarihli yazısında
diş bölümünde çalışan diş hekimleri ve röntgen teknisyenlerinin direkt
olarak şuaya maruz kalması söz konusu olmadığından diş muayenehane ve
laboratuvarlarında çalışanların 1621 sayılı yasayla verilmesi öngörülen
fiili hizmet süresi zammından yararlandırılmalarına imkan bulunmadığının
belirtildiği ifade edilerek, bu sebepten merkezde görev yapan Röntgen
Teknisyenlerinin fiili hizmet süresi zammından ve şua izninden yararlanamadığı
ifade edilmiş olmakla, davacı tarafından bu işleminin iptali istemiyle dava
açıldığı anlaşılmıştır.
31.5.2006
tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine
göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar
(Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım
Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları),
devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı
İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik
ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı
emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir
sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali
amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111,
K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte,
bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu
görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c
maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen
17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler
yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle,
5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510
sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar
(memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri
hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754
sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa
Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
5510
sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde
görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla
(RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz
konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu
gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu
gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından
da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak
çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun
değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf
halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun
yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren
ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir
sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta
olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı
Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar
ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden
ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler
idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda
da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu
bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani
sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde
bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman
mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan
uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya
aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu
görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan
idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının
görevinin devam edeceği açıktır…”
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte
değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur
ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere
5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri
bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak,
bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak
çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı
Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı
dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Kaldı
ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa
Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı
esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın
çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.
Bu
durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve
yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya
devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep,
konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları
kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce işe
başlamış olan davacı tarafından açılan davanın idari yargı yerinde
görüleceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Eskişehir 2.İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Eskişehir 2. İdare Mahkemesi’nin 5.5.2011 gün, E:2011/483,
K:2011/435 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/65
KARAR NO: 2013/493
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S.U.
Vekili :
Av. H.Y.
Davalılar : 1- N.A. (Adli Yargıda)
2- G.A., 3- Ü.A., 4- R.G.
Vekilleri
: Av. Güneş Gürseler
Davalı : Tekirdağ Valiliği (İdari Yargıda)
O L A Y : Davacı vekili, dava
dilekçesinde, tarafların hissedar olduğu ve 1988 yılında Tekirdağ Belediye
Başkanlığınca 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. madde uygulaması sonucunda,
davacının 18. madde uygulamasının amacına uygun olarak pay ve yaptığı bina
da dikkate alınarak 1419 ada 22 nolu parsel 80 m2 olarak, davalıların
da pay ve binasının 1419 ada 23 nolu parsel ve 296 m2 olarak ifrazen
tapuda tescil edildiğini; davacının binasının Belediyece verilen 27.6.1989
gün ve 250776 sayılı İnşaat Ruhsatname ile 2981 sayılı Yasa uyarınca
yapıldığını; ancak yapılan bu uygulama ve ifraz sonucu davacının binasının
giriş ve kapısının davalıların arsası içinde kaldığını; davacının bu yanlış
uygulamanın giderilmesi için Tekirdağ Belediye Başkanlığı’na 18.7.1989
tarihli dilekçe ile müracaat ettiğini; Tekirdağ Belediye Başkanlığınca
yapılan yanlışlığın kabul edilerek bunun giderilmesi amacıyla 4.12.1990 gün
ve 3412 sayılı Encümen kararı ile davacının mağduriyetinden söz edilerek bu
mağduriyetin giderilmek üzere her iki parselin yeniden birleştirilip 14 m2 kadar kısmın
davalıların parselinden ayrılıp, 282 m2 olarak bırakılmasına; böylece 14 m2 nin davacıya ait
1419 ada 22 nolu ve 80 m2
lik parsele ilave edilmek suretiyle 94 m2 olarak düzeltilip yeniden ifrazına ve
buna göre gereğinin yapılması için Encümen kararı ve kroki eklenerek
Tekirdağ Kadastro Müdürlüğü’ne 13.12.1990 gün ve 6880 sayılı Yazı ile
gönderildiğini; bu düzeltmeye davalıların da muvafakat ettiğini ileri sürerek,
davalılara ait 1419 ada 23 nolu 296 m2 lik parsel taşınmazın 14 m2 sinin Belediye
Encümeni Kararı ile ve ilişiği folyede ve keşif sırasında belirleneceği
üzere davacılara ait sınır 22 nolu parsele paralel olarak iptaline ve
davacı adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde tapu
iptali ve tescil davası açmıştır.
TEKİRDAĞ 1 ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 25.5.2009 gün ve
E:2007/571 K:2009/157 sayı ile, dosya kapsamından, celp edilen tapu
kayıtlarından, mahallinde yapılan keşiften, davacının kendisine ait dava
konusu 1419 ada 22 parsel nolu
taşınmazı üzerindeki ev ile birlikte Yosmaoğlu İnşaattan satın aldığı,
kapısının davalılara ait taşınmaz içersinde kalan ve davalılar tarafından
kalan kısımdaki evinin kapısını kullandığı, dinlenen davacı tanıklarından
Münip Karanlık’ın yeminli beyanına göre davacının tescilini istediği
davalıya ait taşınmaz içersinde kalan kısmın ana yoldan denize inmek için
taşınmazları satan Yosmanoğlu İnşaat tarafından yol olarak bırakıldığı,
bilahare denize girişin kapatıldığı, davacının taşınmaz üzerinde bulunan binanın kapısının
bulunduğu tescili istenen yerin denize inmek için yol olarak bırakıldığı,
davacının tescilini istediği davalılara ait taşınmazın dava konusu yerin
davalılara ait taşınmazın içersinde kaldığı ve bu şekilde tapuda adlarına
tescil edildiği, tescili istenen davalılara ait taşınmaz içersinde kalan
kısmın davacının taşınmazı satın aldığı kişiden satın aldığına dair belge
ibraz edemediği, bu kısmın denize inmek için yol olarak bırakıldığı, aynı
yerde ve konumda bulunan taşınmazlarda da binalar arasında denize inmek
için yol olarak bırakılan yerlerin olduğu, bilahare bu kısımların
kapatıldığı, davacı davasını ispat edemediğinden davacının açmış olduğu
davanın reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 1. Hukuk
Dairesi’nin 30.12.2009 gün ve E:2009/12063, K:2009/14140 sayılı kararı ile,
dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu yerde imar uygulaması
yapıldığı ve kesinleştiği, sonradan davacının belediyeye müracaatı üzerine
Belediye Encümeninin 4.12.1990 tarih ve 3412 sayılı kararıyla tevhit ve
sınır tashihi mahiyetinde ifraz kararı verildiği, daha sonra da bu kararın
infazı için 13.12.1990 tarih ve 6880 sayılı yazı ile Kadastro Müdürlüğü’ne
Encümen kararı doğrultusunda yazı yazıldığı, evrak arasında mevcut tevhit
ve ifraza ilişkin folyede davalıların imzalarının bulunduğu, öyleyse
sorunun anılan Belediye Encümen kararının idarece infazından ibaret olduğu,
niteliği ile olayın idari olup, idari yoldan infazının sağlanmaması
durumunda başvurulacak yargı yolunun idari yargı olduğu, o halde, davanın
bu gerekçe ile reddinde bir isabetsizlik bulunmadığı davacının temyiz
itirazlarının yerinde olmadığı, gerekçesiyle hükmün onanmasına karar
vermiş, bu kararın düzeltilmesi istemi de yine aynı Dairenin 29.3.2010 gün
ve E:2010/2475, K:2010/3549 sayılı kararıyla reddedilmiş, bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı vekili, 3.2.2012 gün Tekirdağ İdare Mahkemesi
kayıtlarına giren dilekçesi ile, 5.12.2011 tarihinde Tekirdağ Kadastro
Müdürlüğü’ne başvurulduğunu; 1419 ada 23 nolu 296 m2 lik parsel
taşınmazın 14 m2
sinin Belediye Encümeni kararı ve ilişiği folyede belirlendiği üzere
iptaline ve davacıya ait 1419 ada 22 nolu parsele ilavesi ile adına tescilinin
talep edildiğini; Tekirdağ Valiliği Kadastro Müdürlüğü’nün 23.12.2011 gün
ve 484 sayılı cevabi yazısı ile, Tekirdağ Kadastro Müdürlüğü’nün re’sen
anılan parseldeki sorunu çözebilmesinin yasalar gereği mümkün olmadığı
Encümen Kararının geçerli olduğu ve Tekirdağ Belediyesince onaylanması ve
Encümen Kararında adı geçen parsellerin maliklerinin ya da yasal
temsilcilerinin bizzat başvurması halinde taleplerinin müdürlükçe
karşılanacağının bildirildiğini ileri sürerek, davanın kabulü ile davalı
Tekirdağ Valiliği Kadastro Müdürlüğü’nün 23.12.2011 gür ve 484 sayılı
yazısının iptalini istemiştir.
TEKİRDAĞ İDARE MAHKEMESİ: 7.11.2012 gün ve E:2012/134
sayı ile, uyuşmazlığın, 1496 ada 23 parselin 14 m2 lik kısmının davacı
parseli olan 22 nolu parsel lehine iptali ile 22 nolu parsel lehine
tesciline yönelik tapu iptal ve tescil davası ile çözümlenebilecek
nitelikte, 4721 sayılı Yasa’nın 1027. maddesi kapsamında yer aldığı, bu tür
uyuşmazlıkları çözme görevinin Adli Yargı mercilerinde olduğu sonucuna
varıldığı, bakılan davanın, Tekirdağ 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
25/05/2009 gün ve E:2007/571, K:2009/157 sayılı kararının onanmasına
ilişkin Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 30.12.2009 tarih ve E:2009/12063,
K:2009/14140 sayılı kararı sonrasında açıldığından, 2247 sayılı Kanun’un
19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi zorunluluğu doğurduğu gerekçesiyle
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19.
maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya
kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye
başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı
veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile
görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.”
hükmüne yer verilmiştir.
Anılan
hükme göre, yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığı doğabilmesi için
öncelikle, her iki yargı merciinde de dava açılmış olması ve ilk yargı
yerince bu davada verilmiş kesin ya da kesinleşmiş bir görevsizlik kararının
bulunması gerekmektedir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacılar vekilince adli yargı yerinde tapu iptali ve
tescil davası açıldığı ve Tekirdağ 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.5.2009
gün ve E:2007/571, K:2009/157 sayılı kararı ile, dosyanın esasının incelenerek,
davanın reddine karar verildiği dolayısıyla adli yargı yerinde açılan
davada verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığı anlaşılmıştır.
Belirtilen
duruma göre, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan
başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesinde yer alan “ Uyuşmazlık Mahkemesi,
uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce
şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan ve süresi içinde ileri
sürülmemiş istemleri reddeder.” kuralı uyarınca reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Tekirdağ İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19.
maddesinde öngörülen koşulu taşımayan başvurusunun, aynı yasanın 27.
maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Tekirdağ İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın
19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUSUNUN, aynı Yasanın 27.
maddesi uyarınca REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/73
KARAR NO: 2013/494
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.O.O.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında 34 BJ ….
plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden
bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 08.08.2012 tarih ve GN-034738 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 08.08.2012 tarih
ve 0187638 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 22.10.2012 gün ve E:2012/1518, K:2012/1890 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, idari para cezasının kaldırılması istemiyle de adli yargı yerine itirazda
bulun-muştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 31.8.2012 gün ve
D.İş:2012/4797, K:2012/4797 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz
İstanbul 50. Asliye Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
Davacının, İstanbul 2.İdare Mahkemesi’nin 2012/1518-1890
E-K sayılı görevsizlik kararı ile
İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2012/4797 D.İş sayılı
görevsizlik kararı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu ileri
sürerek, görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesi talebini içeren dilekçesi üzerine, dava dosyası, görev
uyuşmazlığının çözümü istemiyle, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma
BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun
reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile
Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada başvurunun reddi gerektiğine
ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun
11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine
ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği
sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin
Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu
durum göz önüne alındığında, olay bölü-münde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin
görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra:
23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına
ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile
birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir.
Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre
açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 2918 sayılı
Kanun’un Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca adına verilen 1.950,00 TL
tutarındaki idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerine
itirazda bulunduğu ve Mahkemece görevsizlik kararı verildiği, bu işlem ile
ilgili olarak idari yargı yerine dava açılıp açılmadığı konusunda bir bilgi
olmadığı gibi, idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı da
bulunmadığı, söz konusu Trafik İdari Para Cezası karar Tutanağına istinaden
düzenlenen “araç trafikten men tutanağı”nın iptali istemiyle de idari yargı
yerinde dava açtığı, Mahkemece davanın görev yönünden reddine karar
verildiği, bu işlem ile ilgili olarak adli yargı yerine dava açılıp
açılmadığı konusunda bir bilgi
olmadığı gibi, adli yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı da
olmadığı, ancak davacının sözü edilen bu iki görevsizlik kararı arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürerek, uyuşmazlığın giderilmesi
istemiyle Mahkememize başvurduğu anlaşılmıştır.
Bu
durumda, adli ve idari yargı yerlerince, konusu ve sebebi aynı olan dava
sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması nedeniyle, başvurunun
aynı Kanun’un 27. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen
koşulların oluşmaması nedeniyle, BAŞVURUNUN aynı Kanun’un 27. maddesi
uyarınca REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/74
KARAR NO: 2013/495
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal
edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Ö.F.G.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında 34 DV …..
plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 25.09.2012 tarih ve GO-058875 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 25.09.2012 tarih
ve 0205957 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 19.10.2012 gün ve E:2012/2015, K:2012/1813 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı,bu kez, aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.10.2012 gün ve
D.İş:2012/5514, K:2012/5514 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz
İstanbul 22. Asliye Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun
11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi
davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda
sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve
adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının
istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede
belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası
temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla idari
yargı dosyası getirtildiğinden sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin karar,
2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate
alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala
bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz
hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya
göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği;
ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden
sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı
halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli
mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararın (aracın geçici
olarak trafikten men
edilmesi) da verildiği ve
birlikte dava konusu
edildikleri anlaşıldığından; idari para cezasına
ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı
yerinde görüleceği kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 19.10.2012 gün ve E:2012/2015,
K:2012/1813 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/75
KARAR NO: 2013/496
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler
Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE
çözülenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- S.G. (Adli Yargıda)
2- R.G.
S.G.
(İdari Yargıda)
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında, 37 SF
….. plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit
edildiğinden bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3.
madde ve fıkrası uyarınca, sürücü belgesi sahibi davacı R.G. adına
1.11.2012 tarih ve GO-145097 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve
ayrıca bu tutanağa istinaden araç sahibi davacı S.G. adına düzenlenen
1.11.2012 tarih ve 221099 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60
gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacılardan, S.G., idari para cezası ile araç trafikten
men tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
1. İDARE MAHKEMESİ: 6.11.2012 gün ve E:2012/2002, K:2012/1832 sayı ile;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacılar R.G. ve S.G. ayrı ayrı dava dilekçeleri ile
aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunmuşlar, İstanbul 3. Sulh Ceza
Mahkemesi’nce açılan davaların birleştirilmesine, 2012/5979 Değişik İş
sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 15.11.2012 gün ve
D.İş:2012/5979, K:2012/5979 sayı ile; 5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında
idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle
davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik
kararı vermiş, yapılan itiraz İstanbul 19. Asliye Ceza Mahkemesi’nce kesin
olarak reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine
ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri
arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında
kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği
sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları, konusu ve
sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında, adli ve
idari yargı yerleri arasında davacı
S.G. yönünden görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacıların
istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren Mahkemece, 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki
görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte
ise de; Başkanlık yazısıyla idari yargı dosyasının getirtildiği ve sonuçta
usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar
verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116.
maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik
zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu
uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili
davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi;
bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret
eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve
göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüş
iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde" (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 1.
İdare Mahkemesi’nin 6.11.2012 gün ve E:2012/2002, K:2012/1832 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/76
KARAR NO: 2013/497
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal
edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
İ. Turizm ve Orm.Ürün.San.Tic.Ltd.Şti.
Vekili :
Av.G.G.
Davalı :
İstanbul Valiliği,Bölge Trf.Şehit Şakir Koç Trf.Dnt.Şb.Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında 34 AR ….. plaka sayılı aracın
yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3,34,65. madde ve fıkrası
uyarınca,sürücü belgesi sahibi M.G. adına 23.10.2012 tarih ve GO-630440
seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek
toplam olarak 2080 TL ,davacı adına aynı Yasa’nın Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, 23.10.2012 tarih ve GO-630441 seri-sıra numaralı Trafik İdari
Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanaklara istinaden düzenlenen 23.10.2012 tarih ve
0218589 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, adına verilen idari para cezası ile aracın 60
gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 9.11.2012 gün ve E:2012/2145, K:2012/2005 sayıyla; 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili,bu kez, GO-630440 ve GO-630441 seri-sıra
sayılı tutanaklar ile araç men tutanağının iptali istemiyle adli yargı
yerine itirazda bulunmuştur.
BÜYÜKÇEKMECE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 27.11.2012 gün ve
D.İş:2012/2022, K:2012/2022 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı ile dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması
yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere,davacı adına düzenlenen 23.10.2012 gün ve
GO-630441 seri-sıra sayılı tutanak ile araç trafikten men tutanağı
yönünden, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince
adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı
inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar
bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının
5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden
biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında
görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 9.11.2012
gün ve E:2012/2145, K:2012/2005 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/77
KARAR NO: 2013/498
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2,47/1-a ve 73. maddeleri uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve
27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı : O. Org. Taş. Loj. Dan. ve Karayolu
Taş. Acen. Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. F.Z.
Davalı :
T.C. İstanbul Valiliği, Emniyet Müdürlüğü C Bölgesi
Trafik
Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y :
Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında, 34 BG 9458
plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden
bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun Ek-2.(Araçları motorlu
araç tescil ve trafik belgesinde gösterilen maksadın dışında kullanmak ve
sürülmesine izin vermek),73.(Karayolunda araçları kamunun rahat ve huzurunu
bozacak veya kişilere zarar verecek şekilde saygısızca sürmek, araçlardan
bir şey atmak veya dökmek, seyir halinde cep ve araç telefonu ile benzer
haberleşme cihazlarını kullanmak), 47/1-a. (Trafiği düzenleme ve denetimle
görevli trafik zabıtası veya özel kıyafetli veya işaret taşıyan diğer
yetkili kişilerin uyarı ve işaretlerine
uymak) maddeleri uyarınca, sürücü belgesi sahibi Ersen Sivri’nin
yüzüne karşı 24.10.2011 tarih ve GD-884930 seri-sıra numaralı Trafik İdari
Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek toplam 796,00 TL para cezası
verilmiş; ayrıca bu tutanağa istinaden araç sahibi davacı şirket adına
düzenlenen 24.10.2011 tarih ve 74939 sıra nolu araç trafikten men tutanağı
ile araç 15 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına
alınmıştır. Davacı vekili, idari
para cezası ile aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ; 10.2.2012
gün ve E:2011/1876, K:2012/220 sayı ile; 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak
üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik Mahkemelerinde, bunların
bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde
bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün adli yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş,
verilen karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargı
yerinde itirazda bulunmuştur.
PENDİK 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 26.4.2012 gün ve D.İş:2012/376 sayı
ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para
cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş
olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar
itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle
incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden,
savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda
sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve
adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdari ve adli yargı yerleri arasında
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine
son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün
aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden
gönderildiği görülmekte ise de, Başkanlık yazısıyla idari yargı dosyasının
getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının incelenmesine oy birliği ile karar
verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2918 sayılı Yasa’nın EK 2, 73 ve 47/1-a. maddeleri uyarınca
verilen para cezasının ve aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır. 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun “Araçların
tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı altında
düzenlenen Ek 2. maddesinde, “(Ek:
17/10/1996 - 4199/43 md. Değişik: 21/5/1997 - 4262/4 md.) Araçlarını
motorlu araç tescil ve trafik belgesinde gösterilen maksadın dışında
kullananlar ile sürülmesine izin veren araç sahipleri 14 400 000 lira para
cezası ile cezalandırırlar. Ayrıca,
araç onbeş gün süre ile trafikten men edilir”, 73. maddesinde, “Karayolunda
araçların kamunun rahat ve huzurunu bozacak veya kişilere zarar verecek
şekilde saygısızca sürülmesi, araçlardan bir şey atılması veya dökülmesi,
seyir halinde sürücülerin cep ve araç telefonu ile benzer haberleşme cihazlarını
kullanması yasaktır”, 47. maddesinin birinci fıkrası (a) bendinde, “Trafiği
düzenleme ve denetimle görevli trafik zabıtası veya özel kıyafetli veya
işaret taşıyan diğer yetkili kişilerin uyarı ve işaretlerine, ……….. ……….. Uymak zorundadırlar” hükmü yer
almıştır. Uyuşmazlık Mahkemesi,
2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre
düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına
karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması;
Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli
eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara
hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir
atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre
idari yargının görev alanında
görmüş iken; 5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra; öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı
nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri
dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve
çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır. Uyuşmazlığın, motorlu aracın 15 gün
süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına gelince: 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için; a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, b) İşyerinin kapatılması, c) Ruhsat veya ehliyetin geri
alınması, d) Kara, deniz veya hava nakil aracının
trafikten veya seyrüseferden alıkonulması, gibi yaptırımlara ilişkin hükümler,
ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar
saklıdır” denilmiştir. Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın onbeş gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın onbeş gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır. Buna göre,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2, 73 ve 47/1-a. maddeleri uyarınca verilen para
cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 15 gün süre ile trafikten men
edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate
alındığında: 30.3.2005 tarihli
ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006
günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması
halinde, b) Diğer genel
hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını
gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. Aynı
Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci
fıkrada ise; idari yaptırım kararının
verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev
alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım
kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari
yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler
Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı
bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe
giren bu düzenlemeye göre,
Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda
ise uygulanmayacağı ancak;
idari yaptırım kararının
verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev
alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım
kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle
birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin
olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu
nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de
etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara
göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise,
(davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale
gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni
yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak
davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde,
mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz
mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme
o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı
veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam
etmesi gerekir. İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği,ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından;idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la
eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2,47/1-a ve 73. maddeleri uyarınca verilen
para cezasının ve aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptali istemiyle açılan davanın
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varılmıştır. Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 10.2.2012 gün ve E:2011/1876,
K:2012/220 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/79
KARAR NO: 2013/499
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi
uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men
edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın,
Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : K.A.
Davalı : İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 UN …. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 20.11.2012 tarih ve GO-508313 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 20.11.2012 tarih
ve 229168 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
6. İDARE MAHKEMESİ: 22.11.2012 gün ve E:2012/2147, K:2012/2335 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
KARTAL 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.11.2012 gün ve D. İş:
2012/1212 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre
idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da
verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz Kartal 3. Asliye
Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince verilen görevsizlik kararına yapılan itiraz üzerine,
Asliye Ceza Mahkemesince, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi
gerektiği belirtildiğinden Sulh Ceza Mahkemesince görevli merciin
belirtilmesi için dosya re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 60
gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari
yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin
kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu durumda,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı
Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun 19. madde kapsamında
kabulü ile, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kartal 7.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 6. İdare
Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2012/2147, K:2012/2335 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/80
KARAR NO: 2013/500
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
İ.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 FV ….. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 8.11.2012 tarih ve GO-506151 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 8.11.2012 tarih
ve 224003 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
1. İDARE MAHKEMESİ: 20.11.2012 gün ve E:2012/2040, K:2012/2001 sayı ile;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
KARTAL 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.11.2012 gün ve D. İş:
2012/1119 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre
idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da
verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz Kartal 3. Asliye
Ceza Mahkemesi’nce kesin olarak reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi
Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında,
“2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan
yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza
mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması,
bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’
sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan
itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini
görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş
olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru
kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin
işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince verilen görevsizlik
kararına itiraz üzerine, Kartal 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nce; İstanbul 1.
İdare Mahkemesi ile Kartal 7. Sulh Ceza Mahkemesi kararları arasında
uyuşmazlık bulunduğundan, bu uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere Kartal 7. Sulh Ceza Mahkemesi’ne
gönderilmesine kesin olarak karar verilmiş; Sulh Ceza Mahkemesi’nce dosya
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiş, Başkanlık yazısıyla idari yargı dosyası
da getirtilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesi’nce yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme
kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin
kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına birinci
fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği
tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak
uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men
edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin karar,
2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak
trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil
edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat
karşılığında öngörülen belirli bir süre için kara nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin
hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın
altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi
idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin
varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun 19. madde kapsamında
kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Kartal 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 20.11.2012 gün ve E:2012/2040,
K:2012/2001 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/81
KARAR NO: 2013/501
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Büyükçekmece İlçe Emn. Md. Trf. Den. Şb. Müdürlüğü
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 SUB …. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 7.8.2012 tarih ve GN-598072 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 7.8.2012 tarih
ve 0187461 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 22.10.2012 gün ve E:2012/1523, K:2012/1851 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
BÜYÜKÇEKMECE 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 6.12.2012 gün ve D.
İş:2012/1452 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine
karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “ Adli, idari , askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, hernekadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
“Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra: 31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden
izin veya ruhsat almaksızın, belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı
yolcu taşıyan kişiye, araç sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve
işletmelerin sorumlularına birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç
kat olarak, fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü
halinde ise beş kat olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün
süre ile trafikten men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara
hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir
atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre
idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde
5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına
karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1)
numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat
karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında
görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 22.10.2012
gün ve E:2012/1523, K:2012/1851 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/82
KARAR NO: 2013/502
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle
başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve
alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.M.D.
Vekili
: Av. A.K.
Davalı
: Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. M.Ş.
O L A
Y : Davalı Kuruluşta görev yapmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
29.04.2010 tarihinde Isparta Adalet Sarayı Bilgi İşlem Müdürlüğü emrine
atanmıştır.
Davacı 8.8.2011 tarihli dilekçesiyle,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin
iptaline, eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine
ve aradaki farkın yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar
verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
ISPARTA İDARE MAHKEMESİ:14.6.2012 gün ve
E:2011/1379 sayı ile, 4502 sayılı Yasanın Resmi Gazete'de yayımlandığı
29.01.2000 gününden, özelleştirme sürecinin tamamlanmasının ardından hisse
satış sözleşmesinin imzalandığı 14.11.2005 tarihine kadar geçen bu dönemde,
sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait olan Türk Telekom'un bir
kamu kuruluşu, olduğu ve personeliyle arasında doğan uyuşmazlıklara idari
yargıda bakılacağının Danıştay kararlarında kabul edildiği; belirtilen
tarihten sonra, kural olarak, Türk Telekom personelinin kamu personeli ve
işlemlerinin idari işlem sayılamayacağı, bir özel hukuk tüzel kişisi olan
Türk Telekom'a karşı idari yargıda dava açılamayacağının açık olduğu;
ancak, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin, 5398 sayılı Kanun'un 14.
maddesi ile değişik birinci fıkrasında, özelleştirme tarihi itibarıyla Türk
Telekom'da çalışmakta olan personelin haklarının korunması amacıyla, hukuki
statülerini ve kamu kuramlarına nakil olanaklarını belirleyen bazı özel
düzenlemelere yer verildiği; buna
göre, Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin
altına düşmesi durumunda; Türk Telekom'da, Ek 22. maddenin (a) bendinin bu
Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi’ olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personelin, kamu görevlerinden yüz
seksen gün aylıksız izinli sayılacağı,
aynı maddeye göre, bu personelin belirtilen süre içinde Türk
Telekomda çalışmaya devam edeceği,
malî ve özlük haklarının Türk Telekom tarafından karşılanacağı,
belirtilen süre içinde nakle tâbi personelden Türk Telekom tarafından
hizmetine ihtiyaç duyulmayanların tespit edildikleri tarihten, kendi isteği
ile nakil talep edenlerin ise talep tarihinden itibaren en geç doksan gün
içinde nakil için Türk Telekom tarafından Personel Başkanlığına
bildirilecekleri; aktarılan yasal
düzenleme ile, T.Telekem A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda işlevsel
görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine
bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak
özel hukuk tüzel kişisinde çalışmalarına olanak sağlandığı; buna göre, söz
konusu personelin, aylıksız izinli olarak geçen sürede kamu personeli
statülerinin devam ettiği; diğer
yandan, İmtiyaz Sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmek hakkını elde
eden davalı şirkete, devir sonrasında yetişmiş personel yetersizliği
nedeniyle doğabilecek aksaklıkların önüne geçilebilmesi için, 406 sayılı
Yasa hükümleri ile tanınan ayrıcalıkların sonucu olarak da, bünyesinde
belli süre ile çalışmaya devam eden söz konusu personelin kamu kuramlarına
naklen atanmasının sağlanması amacıyla kimi görevler yüklendiği; bu görevler kapsamında 406 sayılı Yasa
hükümleri uyarınca davalı şirket tarafından, hak sahibi personelinin Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği
kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş
nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi
işlemler bulunduğu; sayılan
işlemlerin, idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili
personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal
haklarını belirlemekte esas alındığı,
belirtilen nitelikleriyle, söz konusu işlemlerin kamu personeli
hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem
niteliğinde olduklarının anlaşıldığı; söz konusu işlemlerin içerikleri
itibarıyla idari işlem niteliğinde olmakla beraber, bir özel hukuk tüzel
kişisi olan davalı şirketçe tesis edilmiş olmaları nedeniyle idari yargı
denetimine tabi olup olmayacağının da ayrıca değerlendirilmesinin
gerektiği; davalı şirketin, Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom
arasında imzalanan "Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine
İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi ile belli bir kamu hizmetini yürütmek görev ve
yetkisi ile donatıldığı, bu görev ve yetkiler dahilinde bazı kaM.l
ayrıcalıkları ve yükümlülüklerinin bulunduğu, belirtilen statüsü ve özel
yasa hükümleri gereğince bazı kaM.l ayrıcalıklara ve yükümlülüklere sahip
olması nedeniyle davalı şirketin, herhangi bir özel hukuk tüzel kişisinden
farklı bir hukuki statü içinde bulunduğunun anlaşıldığı; bu durumda, imtiyaz sözleşmesi ile bir
kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer
özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kaM.l ayrıcalıklara ve
yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kuramlarına
nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kaM.l görevler
yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği
işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine
ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosya
örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil
belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve
tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 29/04/2010 tarihinden
itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi
ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden
kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md)
idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri
ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu
öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç,
kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden
dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın
İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak
Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği;
dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu
niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında,
ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce
davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen
kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu;
bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan
Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk
Telekom)’nin % 55 Oranındaki
Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair
Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli
Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun
önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen
kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda
öngörülen hükümler
saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri
uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam
edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar
Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü,
4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a)
Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu
payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine
atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve
en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve
üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş
mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere
ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü
almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi
olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya
yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala
bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde, bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında
çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış
olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine
karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Isparta İdare Mahkemesi’nin 14.6.2012 gün ve E:2011/1379 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/84
KARAR NO: 2013/503
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka
kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve
alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
N.K.
Vekili
: Av. A.K.
Davalı
: Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av. B.I.P.
O L A Y
: Davalı Kuruluşta görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen davacı, 04.11.2009 tarihinde Maliye Bakanlığı, İstanbul
Defterdarlığı, 13.Döner Sermaye Saymanlığı emrine atanmıştır.
Davacı 8.8.2011 tarihli dilekçesiyle,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin zımni ret işleminin iptaline,
eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve
aradaki farkın yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar verilmesi
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
İSTANBUL 9.İDARE MAHKEMESİ:23.5.2012 gün ve
E:2011/2139 sayı ile, uyuşmazlık konusu olayda, 406 sayılı yasanın Ek.29.
Maddesi uyarınca kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet
sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı yasanın 22. Maddesi uyarınca yeniden
kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin
hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda Türk
Telekom A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya
esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek
olması dolayısıyla, Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarafından düzenlenen maaş
nakil ilmühaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte
yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi
karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına
dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık
oluşturduğu; bu nedenle bu işlemin
iptali ile parasal hak kayıplarının tazmini istemiyle açılan davanın
görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait bulunduğu; bu durumda
anılan yasa doğrultusunda kamu gücü kullanılarak tesis edilen dava konusu
işlemin idari işlem kimliği taşıdığı, bu işlemle ilgili uyuşmazlığın görüm
ve çözümünün ise idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı
gerekçesiyle; davalı idarenin görev
itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil
belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve
tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 4/11/2010 tarihinden
itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi
ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden
kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar
hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı
mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin
davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu
hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının
isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan
davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin
görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri
gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden
önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3.
maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki
“B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar
listesinden çıkarılmıştır.
Bu düzenlemeler
birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden
sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen
hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri
uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam
edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar
Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü,
4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a)
Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu
payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu
üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına
sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.
(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında
kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre
istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından
tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında
da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin
kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı
kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde, bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, İstanbul 9.İdare Mahkemesi’nin 23.5.2012 gün ve
E:2011/2139 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/85
KARAR NO: 2013/504
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S.Ö.
Vekili :
Av. H.S., Av. Ö.Ş.
Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekilleri
: Av. Y.B.A.
O L A Y
: Davacı vekili, fazlaya ilişkin her türlü haklarının saklı kalması
kaydıyla; müvekkilinin 2981 sayılı İmar Affı Yasası gereğince, tapu tahsisi
ile hak sahibi olduğu Ankara İli, Çankaya İlçesi, Dikmen Mevkiinde ve “Yukarı
Dikmen Mahallesi 26.Sok. No.28” adresinde bulunan “konut” kullanımlı yapı
ve ağaçlarına kamulaştırmasız el atılarak yıkılması/kesilmesi nedeniyle
10.000,00 TL yapı ve ağaç bedelinin faiziyle birlikte tazminine karar
verilmesi istemiyle 15.2.2010 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara
16.Asliye Hukuk Mahkemesi, E:2010/76 sayılı, 1.6.2010 tarihli Tensip
Tutanağı ile yargılamanın 30.3.2010 gününe bırakılmasına karar vermiş;
davalı vekili 5.3.2010 tarihinde kayda giren birinci cevap dilekçesinde ve
30.3.2010 tarihinde yapılan 1.oturumda
yargı yoluna ilişkin her hangi bir itirazda bulunmamış; 2.oturum
27.5.2010 tarihinde yapılmış; davalı vekili, 3.oturumun yapıldığı 15.7.2010
tarihinden önce, 13.7.2010 tarihinde
kayda giren dilekçesinde, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu
ve davanın görev yönünden reddinin gerektiğini ileri sürmüştür. 26.10.2010
tarihinde yapılan 4.oturumda da görev itirazında bulunulduğu hususu tekrar
edilmiştir.
Ankara
16.Asliye Hukuk Mahkemesi:26.10.2010 gün ve E:2010/76, K:2010/372 sayı ile,
taraflar arasındaki uyuşmazlığın, davalı idarenin 5393 sayılı Yasanın
73.maddesinde yer alan düzenleme gereğince hazırladığı Dikmen Vadisi
Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi ile ilgili olarak uygulama imar planı ve
nazım imar planı ve revizyonunun kabulüne ilişkin Büyükşehir Meclis
kararları ile, anılan proje alanı kararlarının Ankara 13.İdare Mahkemesi
tarafından iptal edilmesi üzerine, davalı idarenin yetkili organının söz
konusu proje kapsamında taahhüt edilen işlemlerin iptaline karar verilmesi
nedeniyle uğranılan zarardan kaynaklandığını, söz konusu zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanunun 2/1-b maddesinde yer alan
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler
tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde
çözümlenmesinin gerektiği, davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli
olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle; Davanın görev yönünden REDDİNE karar
vermiş; hüküm davacı vekilince
temyiz edilmiştir.
Yargıtay
5.Hukuk Dairesi:26.3.2012 gün ve E:2011/21466, K:2012/5719 sayı ile,
dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu edilen yapı ve muhdesatın
Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim proje alanında
kalması nedeniyle davacı ile davalı idare arasında imzalanan 25.09.2006
tarihli tapu tahsis belgesi tesis sözleşmesi gereğince, davalı idareye
teslim edilip, yıkımın gerçekleştiği ancak; Dikmen Vadisi 4. ve 5. etaba
ilişkin Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje alanına ilişkin imar planlarının
idare mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine, davalı idare tarafından
tapu tahsis belgeli tesis sözleşmesinin de tek taraflı olarak feshedildiği
ve bu nedenle davacıya ait yapı ve muhdesatın davalı idare tarafından
yıkılmasına ilişkin işlemin hukuki dayanağının ortadan kalktığının
anlaşıldığı; bu durumda; talep davalı
idarenin kamulaştırmasız el koymasından kaynaklandığından 16.05.1956 gün ve
1-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davaya bakmaya adli
yargının görevli olduğu gözetilerek işin esasına girilerek, karar verilmesi
gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasının doğru görülmediği gerekçesiyle;
davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan
nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA karar vermiştir.
ANKARA
16.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.9.2012 gün ve E:2012/343 sayı ile, önceki
kararın Yargıtay 5. H.D.’nce bozulması nedeniyle dosyanın yeni esas
numarası ile Mahkemeye intikal ettiği belirtildikten sonra; usul ve yasaya
uygun görülen Yargıtay 5.H.D.nin 2011/21466 esas, 2012/5719 karar sayılı
26.3.2012 günlü bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir.
Davalı
İdare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle 12.9.2012
tarihli dilekçe ile başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve dava
dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı
Belediye Kanunu'nun 5998 sayılı Kanunla değişik 73'üncü maddesinin; birinci
fıkrasının birinci tümcesinde, "Belediye, belediye meclisi kararıyla;
konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu
hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları
oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin
tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler
almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir." denilmiş;
dördüncü fıkrasında, "Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak
kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı,
parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm
imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı imar Kanununda
belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri
yetkilidir." kuralı yer almış; beşinci fıkrasının birinci tümcesinde,
"Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların
boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır."
denildikten sonra, yedinci fıkrasında, "Kentsel dönüşüm ve gelişim
proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981
sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı işlemler
ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna
istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm
ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına
girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya
belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında
arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir.
Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir."
hükümlerine yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; Ankara
Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 17.02.2006 tarih ve 483 sayılı kararı ile
belirlenen Dikmen 4'üncü ve 5'inci Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi
uzlaşma ve kamulaştırma esasları kapsamında, 400 m2 tapu tahsis
belgeli gecekondusuna karşılık konut sözleşmesi imzalayan davacının, proje
iptali nedeniyle davalı Belediyenin akdettiği sözleşmeden döndüğünü öne
sürerek, yapısının yıktırılması; ağaçlarının sökülmesi nedeniyle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, yapı, ağaçlar ve enkaz bedelinin ve
diğer zararlarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davayı
açtığının anlaşıldığı; idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine
ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği
yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması,
işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini
istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı
davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerlerinin görevli
bulunduğu; Anayasanın 125'inci maddesinin
son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü olduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam
yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; davalı
Belediyece, yasa ile verilen görevini yerine getirmek üzere uygulamaya
koyduğu Kentsel Dönüşüm Projesinin, buna karşı açılan davada İdare Mahkemesince
iptaline karar verilmiş olması nedeniyle yürütülemediği ve Meclis kararı
ile uygulamadan kaldırıldığı savunulduğuna göre, idarece kamu gücüne
dayanılarak, re'sen ve tek yanlı şekilde tesis edilen işlemlerden doğan
zararın tazminine ilişkin bulunan ve davacının haklarını ihlal eden idari
işlem dolayısıyla, 2577 sayılı Yasa'nın 12’inci maddesi uyarınca doğrudan
doğruya açtığı tam yargı davasının, idare hukuku ilkelerine göre görüm ve
çözümünün idari Yargı'nın görev alanına girdiği gerekçesiyle; 2247 Sayılı Yasanın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı
Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki
raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı
Tuncay DÜNDAR’ın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev
uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan
davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık
Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev
itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza
mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde
de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı
yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları
şarttır.
Görev itirazının yargı
merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev
konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın
bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar
verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık çıkarma
isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli
yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı
yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı
yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.
Görev itirazının
reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında
ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez” denilmiş; 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda, Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne görülen
davada, davalı Belediye Başkanlığı’nca, gerek 5.3.2010 tarihinde kayda
giren birinci cevap dilekçesinde gerekse de 30.3.2010 tarihinde yapılan
birinci oturumda görev itirazında bulunulmadığı ancak, 3.oturumdan önce, 13.7.2010 tarihinde kayda giren
dilekçesinde, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulduğu
anlaşılmıştır.
Bu durumda; davalı İdare vekili tarafından, Ankara
16.Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki davada, (en geç)birinci oturumdan sonra
yapılan görev itirazının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/103
KARAR NO: 2013/505
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Asker kişinin vatani görevini yerine getirirken, şehit olmasından dolayı,
yakınları tarafından uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini isteminin, ASKERİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği
hk.
K A R A R
Davacılar : 1- Ö.E. (Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde)
2- G.K.
Vekilleri
: Av. Ü.G.
Davalı : İçişleri Bakanlığı
Vekili :
Av. Ç.P.
Davacılar
: 1- Ö.E. (Adli Yargıda)
2- G.K.
Vekilleri
: Av. Ü.G.
3- T.E., 4- G.K.E.
Vekilleri
: Av. S.N.A.
Davalı : İçişleri Bakanlığı
O L A Y : Davacılar Ö.E. ve
G.K. vekili, Hakkari Özel Hrk. Birliğinde görevli iken 17.8.2011 tarihinde
Merkez Çöplükçeşme bölgesinde, bölücü terör örgütü mensuplarının yola
döşediği mayının patlaması sonucu şehit olan Uzm. Çvş. N.E.’un kardeşleri
olduğunu ileri sürerek, ayrı ayrı 15.000.00 TL olmak üzere toplam 30.000.00
TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRE BAŞKANLIĞI: 14.12.2011 gün ve Gensek
No:2011/5478, E:2011/1541, K:2011/1529 sayı ile, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunun Göreve İlişkin 3. maddesinden söz ederek, her türlü
idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol
açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin
ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin olarak
01.10.2011 tarihinden sonra açılacak davalara Asliye Hukuk Mahkemelerinde
bakılacağı, bu yasal mevzuat çerçevesinde dava dosyası incelendiğinde; davanın
konusunun idari eylemden dolayı davacının vücut bütünlüğünün kısmen
yitirilmesinden doğan zararların tazmini davası olduğundan, 30 Kasım 2011
tarihinde açılan bu davanın görüm ve çözüm yerinin mahkemeleri olmayıp,
Adli Yargı yeri olduğu kanaat ve sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davanın
görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Ö.E. ve G.K. vekilleri tarafından aynı istemle adli
yargı yerinde dava açılmıştır.
Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi: 23.3.2012 gün ve
E:2012/95, K:2012/70 sayı ile, Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
2011/505 Esas sayılı dosyasının incelenmesinden; Davanın T.E. ve G.K.E.
tarafından Jandarma Uzman Çavuş N.E.’un Hakkari Jandarma Özel Harekat Tabur
Komutanlığında görev yaparken 17.08.2011 tarihinde Hakkari-Çukurca yolunda
askeri konvoyun yol güzergahında teröristlerin yola döşediği mayının
patlaması sonucu şehit olması nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat
istemine ilişkin olduğu, davalısının da İçişleri Bakanlığı olduğu, bu
suretle her iki davada dava konusu olayın aynı olduğu, 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi’ndeki davanın şehidin eşi ve çocuğu tarafından, mahkemelerindeki
davanın ise şehidin kardeşleri tarafından aynı davalıya yönelik açılmış
tazminat istemlerine ilişkin olduğu anlaşılmakla davalar arasında fiili ve
hukuki irtibat bulunduğu, usul ekonomisi açısından da delillerin birlikte
değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığından HMK’nun 166. maddesi uyarınca
dava dosyalarının birleştirilmesine karar vermek gerektiği gerekçesiyle
mahkemelerinin 2012/95 Esas sayılı dava dosyası ile Ankara 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 2011/505 Esas sayılı dava dosyasının fiili ve hukuki irtibat
nedeniyle HMK’nun 166. maddesi uyarınca birleştirilmesine, mahkemelerinin
esasının birleştirme şerhi verilerek kapatılmasına, bundan sonraki usuli
işlemlerin daha önce açılan Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/505 Esas sayılı dava dosyası
üzerinden yürütülmesine, karar vermiştir.
ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 20.9.2012 gün ve
E:2011/505, K:2012/526 sayı ile, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
3. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sebebiyle davanın
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekeceği davalı idare ile
ilgili uyuşmazlığın çözümünde idari yargı (AYİM) mercileri görevli
olduğundan yargı yolu bakımından görevsizlik nedeni ile dava dilekçesinin
reddine dair hüküm tesis edildiği gerekçesiyle yargı yolu caiz olmadığından
davanın reddine karar vermiş, bu karar davacılardan T.E. ve G.K.E.
tarafından temyiz edilmiş ancak diğer davalılar Ö.E. ve G.K. kararı temyiz
etmeyeceklerini bildirerek görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle
başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve M. Aydan AL’ın katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi ile Adli Yargı Yerinde açılmış olan davalarda konu ve sebep
ile davalı idarenin aynı olduğu açık olmakla birlikte, davacılardan Ö.E.
ile G.K. açısından açılmış olan davaların kesinleştiği görüldüğünden, bu
davacılara ilişkin olarak, Adli Yargı ve Askeri İdari Yargı yerleri
arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz
görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosya örneğinin Mahkemece, Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi dosyası temin
edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği, bu nedenle Başkanlık
yazısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesi dosyasının Mahkemesinden
getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
askeri yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın askeri yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, J.
Uzm. Çvş. N.E.’un görev bölgesinde mayın patlaması sonucu şehit olması
nedeniyle, kardeşleri tarafından, uğranıldığı öne sürülen manevi zararın
tazimini istemiyle açılmıştır.
6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde, her türlü idari eylem
ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı
maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk
mahkemelerinin bakacağı hükmüne, geçici 1. maddesinde ise, bu Kanunun yargı
yolu ve göreve ilişkin hükümlerinin, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki
tarihte açılmış olan davalarda uygulanmayacağı hükmüne yer verilmiş, bu
Kanunun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinin iptali amacıyla açılan davada, Anayasa Mahkemesi, 16.2.2012
tarih ve E:2011/35, K:2012/23 sayılı kararıyla: dava konusu kuralla, sadece
kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi
zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini
konusunun kapsama alındığı ve bu tazminat davalarına bakma görevinin asliye
hukuk mahkemelerine verildiği; buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile
idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararların kapsama
alınmadığı; sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini
davalarının idari yargıda görülmeye devam edeceği; bu durumda, idarenin
aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün
adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı ayrıca iki ayrı
yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun
kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara
ulaşabileceği; esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz
sorumluluk kavramlarının, kişilerin gördüğü zararların tazmininde
kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten
kavramlar olduğu; idare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal
risk, terör eylemleri, fedakarlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz
sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların
tazmin edilmesinin mümkün olduğu, özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk
hallerinin ise, belirli konular için düzenlendiği ve sınırlı olduğu;
idarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan
zararlara ilişkin davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği; bu
nedenle, yukarıda belirtildiği gibi, aynı idari eylem, işlem veya
sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların
farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğunun
söylenemeyeceği gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.
Anayasa’nın
157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı
denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının
aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin
birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına;
askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri
ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve
diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı
aranmaz” denilmiştir.
Buna
göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava
konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri
hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri
öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
Davanın
1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olan
davacıların murisini ilgilendirdiği ve bu nedenle dava konusu işlemin asker
kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.
Dava
konusu eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince; İdari
eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” eylemin kanun ve nizamlarının
Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi
amacına yönelik olması anlamını taşımakta olup, Askeri nitelikte idari
eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet
sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay
olarak tanımlamanın olanaklı olduğu, İdari eylemin “asker kişiyi
ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini
bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana
getirmiş olmasının gerektiği anlaşılmakla, davada, müteveffanın askerlik
görevini yaparken şehit olduğu, bu olaya istinaden kardeşleri tarafından
tazminat talebiyle davalı idareye başvurulduğu, herhangi bir yanıt
alınamaması üzerine manevi tazminat talebiyle dava açıldığı anlaşılmakla,
manevi tazminata konu olayın askeri bir görevin yürütülmesi sırasında
doğması ve sonucunda asker kişinin yaşamını yitirmiş olması karşısında
davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi
ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, dava konusu eylemin ve devamında tazminat isteminin idarece zımnen
reddedilmesine ilişkin işlemin, askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve
askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de askeri hizmete
ilişkin bulunduğunun kabulü gerekir.
Belirtilen
durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20.
maddelerinde öngörülen, idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri
hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın
görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.
Açıklanan
nedenlerle davanın görüm ve çözümü askeri yargı yerinin görevine
girdiğinden Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi Başkanlığınca verilen
görevsizlik kararının kaldırılması kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın görüm ve çözümünde ASKERİ YARGI YERİNİN görevli olduğuna, bu
nedenle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi Başkanlığı’nın 14.12.2011
gün ve Gensek No:2011/5478, E:2011/1541, K:2011/1529 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/129
KARAR NO: 2013/506
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın,
Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.C.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 GT …. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 14.11.2012 tarih ve GO-195318 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 14.11.2012 tarih
ve 226386 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
10. İDARE MAHKEMESİ: 19.11.2012 gün ve E:2012/2104, K:2012/2202 sayı ile;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
PENDİK 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 20.11.2012 gün ve D.
İş:2012/1109, K:2012/1109 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş,
yapılan itiraz Pendik 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nce kesin olarak
reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve
hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının
istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede
belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası
temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla idari
yargı dosyası getirtildiğinden sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının
5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden
biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin 19.11.2012 gün ve E:2012/2104,
K:2012/2202 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/134
KARAR NO: 2013/507
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İcra ve İflas
Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A. Sigorta A.Ş.
Vekili :
Av. O.D.
Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. M.G.
O L A Y : Davacı şirket
vekili, dava dilekçesinde, sürücü H.Ö.’ın idaresindeki 06 K ….. plakalı
aracın karayolu üzerinde seyir halinde iken, kendi şeridi üzerinde bulunan
çukura düşmemek için karşı yönden gelen şeride geçtiğini ve sürücü
İ.E.B.’in idaresindeki ve davacı şirketçe sigortalanmış 06 AN ….. plakalı
araç ile çarpıştığını; yaramalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana
geldiğini; tutulan kaza tespit tutanağında H.Ö.’ın asli kusurlu olduğunun,
İ.E.B.’in kusurunun bulunmadığının ayrıca yol üzerinde mevcut olan çukurun
trafik güvenliğini olumsuz yönde etkilediği ve yol çalışması yapan ilgili
kurumun da sorumluluğu olduğunun belirtildiğini; söz konusu olaya sebebiyet
veren çukurun bulunduğu yolun yapım ve bakım işleri yönünden Ulaştırma
Bakanlığı – Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı olduğunu; aynı zamanda
Büyükşehir Belediyesi’nin “şehir içi yol yapım – bakım – onarım” kapsamında
da sorumluluğu dahilinde olduğunu; A. Oyak A.Ş. tarafından saptanan kusur
oranında ilgili kuruma düşen miktarın 2.621.63 TL olduğunu, borçlunun
itirazında iddia ettiği gibi borcun varlığına rastlanmaması durumunun
bulunmadığını ileri sürerek, fazlaya ve faize ilişkin hakları saklı kalmak
kaydıyla, davalı borçlunun Ankara 31. İcra Müdürlüğü’nün E:2009/22834
sayılı takip dosyasında ileri sürdüğü itirazlarının iptaline ve duran icra
takibinin devamına, davalının %40’tan aşağı olmamak üzere icra inkar
tazminatı ödenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi: 28.6.2010 gün ve
E:2010/520, K:2010/1520 sayı ile, davacının davasının kısmen kabulü ile
davalı borçlunun Ankara 31. İcra Müdürlüğü’nün 2009/22834 sayılı dosyasına yaptığı
itirazın kısmen iptali ile takibin 1.914,65 TL üzerinden devamına,
davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine karar vermiş, bu karar
taraflarca temyiz edilmiş, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 5.4.2011 gün ve
E:2010/9821, K:2011/3068 sayı ile, bilirkişi raporu ile davalı belediye
başkanlığının hizmet kusurunun bulunduğu tespit edilmiş olmakla idari karar
ve eylemlerden doğan zarar niteliğinde bulunduğundan zararın ödetilmesinin
tam yargı davasının konusunu oluşturduğu ve bu davanın ise idari yargı yerinde
açılması gerektiği gerekçesiyle bozmuştur.
ANKARA 6. SULH HUKUK MAHKEMESİ: 20.7.2011 gün ve
E:2011/1366, K:2011/1745 sayı ile, bozma kararına uyarak, davacının dava
dilekçesinin içeriğine göre; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulünün
2. maddesi hükmünce idari yargı çevresinde açması gerektiğinden dava
dilekçesinin yargı yeri yönünden reddine karar vermiş, bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı şirket vekili, bu kez oluşan trafik kazası sonucu
meydana gelen 2.621,36 TL maddi zararın ödeme tarihi olan 5.12.2008
tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tazmini istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
ANKARA 5. İDARE
MAHKEMESİ: 12.10.2011 gün
ve E:2011/2079, K:2011/1391 sayı ile, 2918 sayılı Karayolu Trafik
Kanunu’nun 110. maddesinden söz ederek, kendilerine verilen görevleri
yerine getirmeyerek zarara sebebiyet iddiasıyla açılan tazminat davalarının
adli yargının görevine verildiğini, söz konusu değişikliğin yürürlüğe
girdiği tarihten sonra açıldığı anlaşılan işbu davada mahkemelerinin görevsiz
bulunduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu
karara davacı vekilince itiraz edilmiş, karar Ankara Bölge İdare
Mahkemesi’nin 9.5.2012 gün ve E:2012/1336, K:2012/5135 sayılı kararıyla
onanarak kesinleşmiştir.
Davacı A. Sigorta A.Ş. vekili, oluşan olumsuz görev
uyuşmazlığının çözümü istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının
15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği
ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle
açılmıştır.
2004
sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49.
maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip
talebinin icra dairesine yazı ile veya sözlü olarak veya elektronik ortamda
yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi
üzerine icra müdürünce ödeme emri düzenleneceği ve 62-65. maddelerde
itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde
yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.
İtiraz
nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada
iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye
göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine
göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.
İncelenen
uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye
göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.
Söz konusu
67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra:
17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın
tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel
hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini
dava edebilir.
(Değişik:
9/11/1988 - 34...... md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar
verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı;
diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan
şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı
olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.
İtiraz
eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması
kötü niyetin sübutuna bağlıdır.
(Mülga dördüncü fıkra:
17/7/2003-4949/103 md.)
Birinci
fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler
dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.
Anılan Yasanın
değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı
çevresinde yeteri kadar icra dairesi buluN.” denilmekte olup, yukarıda
hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin
bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin
anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye
mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.
Öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve
İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri:
a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri
ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.
Bu
duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan
itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Ankara 6.
Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 20.7.2011 gün ve E:2011/1366, K:2011/1745 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/135
KARAR NO: 2013/508
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davalı bankada
yönetmen yardımcısı olarak görev yapan davacının disiplin cezası ile
cezalandırılmasına ve banka zararından sorumlu tutulmasına ilişkin
kararların kaldırılması istemiyle açtığı davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H.S.B.
Vekili :
Av. R.A.
Davalı : Türkiye Halk Bankası A.Ş.
Vekili :
Av. A.K.
O L A Y :
Davacı vekili, dava dilekçesinde müvekkilinin Aydın İli, Halk Bankası Merkez
Şubesi’nde yönetmen yardımcısı olarak görev yapmakta iken hakkında
başlatılan soruşturma sonucu Türkiye Halk Bankası Disiplin Kurulu
Başkanlığı Disiplin Kurulunun 20.1.2011 gün ve 101 sayılı kararı ile “İdari
Yönden: Ü.A.'e ait 30.04.2009 tarihli Kredi Karar Formunun üzerine,
25.11.2008 tarihli Kredi Karar Formundaki imza bölümünü fotokopi çekmek
suretiyle, Şube Müdürünü yanıltarak, 17.09.2009 tarihinde, firma genel
limitini 200.000.-TL'den 350.000.-TL'ye yükseltmeniz, bu suretle firmayla
ilave riske girilmesini sağlamanız, Basit usule tabi ve işletme hesabı
esasına göre defter tutan Ü.A. ve H.T.firmalarına, çok düşük tutardaki
cirolarına karşın, Şube yetkisinde krediler tahsis edilerek
kullandırılması, gerekli kontrolleri yapmamanız sonucu, sahte oldukları
belirlenen kira kontratları ve işletme hesap özetlerinin kredilendirmede
esas alınması R.D., N.G., B.G. ve T.A.'a kullandırılan tarım destek
kredilerinin vadelerinde, yeni kredi kullandırmalarıyla kapatılması,
teminata aynı kişinin kefaleti alınarak kredilerin geri dönüşünün zayıflatılması,
kredilerin dolaylı olarak kefil H.D.'a kullandırılması M.T. firması lehine
tahsis edilen kredilerde; GKKM'ye gerçeği yansıtmayan veri girişleri
yapmanız, firma kredilerinin aynı risk grubunda yer alan Y.T. Mobilya...
Ltd. Şti. firması tarafından dolaylı olarak kullanılması aynı risk
grubundaki firmaların ayrı ayrı kredilendirilerek Şube kredi açma yetki
limitinin aşılması, A.K.'e, genel limitte aşıma sebebiyet verilerek
krediler kullandırılması. GKKM'ye gerçeği yansıtmayan veri girişleri
yapmanız, teminat açığına yer verilerek risk-teminat dengesinin
gözetilmemesi, S.C.’e, çapraz kefaletle krediler kullandırılması, GKKM'ye
gerçeği yansıtmayan veri girişleri yapmanız, teminat açığına yer verilerek
risk-teminat dengesinin gözetilmemesi, aynı risk grubunda yer alan A.F.
firmasının Şube yetkisinde kredilendirilerek yetki aşımında bulunulması,
şeklinde tespit edilen işlem ve eylemlerinizden dolayı Disiplin Yönetmeliği'nin
13.1 maddesi doğrultusunda “Görev/Unvan İndirimi” cezasıyla tecziye
edilmenize; Mali Yönden: Belirtilen nedenlerden
dolayı, aşağıda yer alan kredilerden kaynaklanan Bankamız alacaklarının
tahsil edilemeyip borç ödemeden aciz belgesine bağlanması halinde; söz
konusu kredilerden dolayı Tasfiye Olunacak Alacaklar Hesabı'na intikal
eden/edecek tutarlar ve Nazım Hesaplar/İptal Edilen Gelirler hesabı
kalıntısı ile yasal takip süreci içerisinde yapılacak tahsilat tutarları
dikkate alınmak suretiyle, en son faiz tahakkuk tarihinden tahsil tarihine
kadar geçecek süre için hesaplanacak yasal faizleriyle birlikte oluşacak
tutarlardan, tabloda gösterilen oranlarda sorumlu tutulmanıza ve sorumluluğunuza
isabet eden tutarların sizden tahsil edilmesine”, karar verildiğini;
işlemin haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek; bu işlemin iptali
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ: 6.5.2011 gün ve E:2011/646,
K:2011/836 sayı ile, 4603 sayılı Yasa’nın 1. maddesinden söz ederek, T.C.
Halk Bankası’nın kamu iktisadi teşebbüsü kurallarına tabi iktisadi devlet
teşekkülü statüsünden çıkarılarak özel hukuk kurallarına geçirildiğinin
anlaşıldığı, bakılan uyuşmazlıkta, davalının özel hukuk tüzel kişisi olması
karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava
bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu, buna göre, davalı özel hukuk
tüzel kişisince tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde Adli Yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev nedeniyle reddine karar
vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
AYDIN 1. İŞ MAHKEMESİ: 13.12.2011 gün ve E:2011/582,
K:2011/767 sayı ile, davaya konu kararın yasa ve yönetmelikler çerçevesinde
davalı bankanın disiplin kurulu tarafından alınan bir karar olduğu,
personelin cezalandırılmasına yönelik bulunduğu, idari nitelik taşıdığı
belirlendiğinden yönetimle görevlileri arasındaki ilişkinin, idare hukuku
ilkelerine dayanan kamu hukuku ilişkisi olduğu ve bunların yönetimle olan
ilişkilerinden doğan uyuşmazlıkların da Kamu Hukukuna göre idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından, özelleştirme kapsamına
alınan ve özel hukuk tüzel kişiliğine geçen davalının kamu kurumu olan
vasıflarını tamamen yitirmemiş bulunduğundan ve bu kurumda çalışan
sözleşmeli ve kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığından, idare
ile olan ilişkileri nedeniyle açılan davada işlemlerin hukuka ve yasaya
uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargının görev alanına girdiği belirlendiğinden,
görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı, gerekçesiyle açılan
davada mahkemelerinin görevsizliğine, dosyanın görev uyuşmazlığı nedeniyle
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Dosya üzerinde 2247
sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre,
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idari yargı yerinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı
verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi
için re'sen Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa'da öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davacı vekilince başvuruda
bulunulduğu da gözetilerek, İş Mahkemesi'nce verilen kararın 2247 sayılı
Yasa'nın 14. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık
Mahkemesi'nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme
kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi'nin
kuruluş amacına uygun olacağından; öte yandan, Adli ve idari yargı yerleri
arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz
görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede
belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule
ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Aydın Halk Bankası Merkez Şubesi’nde, yönetmen yardımcısı olarak görev
yapan davacının Disiplin Yönetmeliği 13/1. maddesi uyarınca görev/unvan
indirimi cezası ile cezalandırılmasına ve kredilerden kaynaklanan borçların
tahsil edilmemesi halinde oluşan banka zararından sorumlu tutulmasına
ilişkin 20.1.2011 gün ve 101 sayılı davalı idare işleminin iptali
isteminden kaynaklanmıştır.
4603
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim
Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde,
“1.Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim
Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin
gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını
sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin
düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî
gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir.
2. Bankalar, anonim şirket statüsündedirler. Bu
Kanunda yer alan hükümler dışında 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel
hükümlere tabidirler.
3. Bankaların çalışma konuları ve amaçları,
merkezleri, sermaye miktarları, hisseleri, genel kurulları, yönetim ve
denetim organları, hesapları ve kârlarının dağıtımı ile faaliyetlerine,
devir, birleşme, fesih ve tasfiyelerine ilişkin diğer esaslar, ana sözleşmelerinde
gösterilir.
4.
(Değişik: 20/6/2001-4684/1 md.) Bankaların yıllık faaliyetleri ile ilgili
olarak (2000 yılı faaliyetleri dahil) genel kurullarına sunacağı yıllık
bilançoları ile kâr ve zarar cetvellerinin; 4389 sayılı Bankalar Kanununun
13 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen bağımsız denetim
kuruluşlarınca onaylanması şarttır.
5. 233
sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 399 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname,
(…) (1) 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 6245 sayılı Harcırah
Kanunu ve 237 sayılı Taşıt Kanunu ile bunların ek ve değişikliklerine
ilişkin hükümler ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının
Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 13 üncü maddesi ve
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi 2946 sayılı Kamu
Konutları Kanunu, 195 sayılı Basın İlân Kurumu Teşkiline Dair Kanun ve 631
sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Malî ve Sosyal Haklarında
Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname bankalar hakkında uygulanmaz.”
3.
maddesinin 5. fıkrasında, “(Ek: 16/7/2004-5230/7 md.) Bankalarda 4857
sayılı İş Kanununa tâbi olarak çalışanlarla bankalar arasında çıkacak
ihtilaflarda iş mahkemeleri görevlidir.”
Geçici 1. maddesinde ise, “1. Bankaların ana
sözleşmeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde
yapılacak ilk genel kurullarının onayı ile yürürlüğe girer. Mevcut yönetim
kurulu üyelerinin görevleri genel kurullarca yenileri seçilinceye kadar
devam eder. Bankaların tüm diğer personeli bu Kanunla bulundukları kadro ve
pozisyonlara atanmış sayılır.
2. Bankaların
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte çalışan personelinden 5434
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa göre emeklilik hakkını
kazanmış olanlara Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay, bu
hakkı 2002 yılı sonuna kadar kazanacak olanlara da kazandıkları tarihten
itibaren üç ay içinde emeklilik başvurusunda bulunmaları halinde emekli
ikramiyeleri % 30 fazlasıyla ödenir. Ancak, bu kapsamda emekli olan
personel, emekli oldukları tarihten itibaren üç yıl içinde bu bankalarda
yeniden istihdam edilemez.
3. (Değişik
: 30/1/2002 - 4743/6 md.) Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel
hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel çalıştırılamaz. Yeniden
yapılandırma sürecinde bankaların yönetim kurullarınca gerek özel hukuk
hükümlerine göre çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif edilen ancak
özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı kabul etmeyen gerekse özel hukuk
hükümlerine göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme imzalanmayan personel,
bankaların yönetim kurullarınca Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
Devlet Personel Başkanlığı kendisine
bildirilen personel listelerini en geç kırkbeş gün içerisinde (özelleştirme
kapsam ve/veya programındaki kuruluşlar hariç) tespit edeceği kamu kurum ve
kuruluşlarındaki boş kadro ve pozisyonlara atanmalarını sağlamak üzere
ilgili kurum veya kuruluşa gönderir. İlgili kurum ve kuruluş bildirimin
ulaştığı tarihten başlayarak en geç beş iş günü içinde bu personelin
atanmalarını yaparak atamalara ilişkin bilgileri Maliye Bakanlığı ve Devlet
Personel Başkanlığı ile ilgili bankalara bildirir. Atama tarihi itibarıyla
personelin bankalarla ilişiği kesilmiş sayılır. Personelin atandığı kurumda
fiilen göreve başlayacağı tarihe kadar geçen sürede her türlü malî ve
sosyal hakları bankalarca karşılanmaya devam oluN.. Bu fıkrada hüküm
bulunmayan hallerde 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı Kanunun 22 nci
maddesi hükümleri uygulanır.
Ataması yapılan
personel hakkında bankalar tarafından yapılacak tebliğ işlemini takiben 657
sayılı Devlet Memurları Kanununun 62 ve 63 üncü maddelerinin
uygulanmasından atamayı yapan kamu kurum veya kuruluşu sorumludur.
Ancak, bu şekilde nakledilen
personelden anılan madde uyarınca eski kadrolarına ait hakları şahıslarına
bağlı olarak saklı tutulanlar için bankacılık tazminatı da şahıslarına
bağlı bir hak teşkil etmez.
4046 sayılı
Kanunun 22 nci maddesi kapsamında Özelleştirme Fonu tarafından yapılması
öngörülen ödemeler ilgili bankalar tarafından yapılır.
1.1.2002-31.12.2002 tarihleri arasında uygulanmak
üzere bu madde uyarınca, bankalardan genel bütçeli daireler ile katma
bütçeli idarelere ve bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlara, genel ve
katma bütçelerin transfer tertiplerinden yardım alan kuruluşlar ile sosyal
güvenlik kuruluşlarına nakli yapılan personelin aylık ve diğer özlük
hakları karşılığı tutar, ilgili bankalarca Maliye Bakanlığı Merkez
Saymanlık hesabına yatırılır. Yatırılan bu tutar bir taraftan bütçenin (B)
işaretli cetveline özel gelir, diğer taraftan Maliye Bakanlığı bütçesinde
açılacak bir tertibe özel ödenek kaydedilir. Özel ödenek kaydedilen
tutarları kurum ve kuruluşların bütçelerinin ilgili
tertiplerine aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir. Nakli yapılan personelin
aylık ve diğer özlük hakları karşılığı tutar, aylık dönemler itibarıyla
ilgili bankalar ve Maliye Bakanlığınca müştereken tespit edilir ve bu
miktar en geç tespitin yapıldığı ay sonuna kadar bankalarca yukarıda
belirtilen hesaba yatırılır.” hükmüne yer verilmiştir.
Öte yandan,
1475 sayılı İş Kanunu, 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120.
maddesi ile, -14. madde hariç- yürürlükten kaldırılmış; 4857 sayılı
Kanun’un geçici 1. maddesinde, “Diğer mevzuatta 1475
sayılı İş Kanununa yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacının Aydın İlinde Halk Bankası Merkez Şubesi’nde
yönetmen yardımcısı olarak, belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile görev
yaptığı sırada, Teftiş Kurulu Başkanlığının talimatları ile 25.3.2010 gün
ve 1 sayılı ve 24.6.2010 gün ve 6 sayılı Türkiye Halk Bankası A.Ş. Aydın
Şubesince mevzuata aykırı kredi tahsis edilmesi ve şube ana kasasından
çalınan 6 adet kredi kartından müşterilerin bilgisi dışında nakit avans
çekilmesi nedeniyle hakkında soruşturma açıldığı; soruşturma sonucunda
disiplin kurulu başkanlığı kararı ile, davacının idari yönden, Disiplin
Yönetmeliğinin 13.1. maddesi uyarınca görev/unvan indirimi cezasıyla
cezalandırıldığı, mali yönden ise, banka alacaklarının tahsil edilememesi
durumunda bu alacakların davacıdan tahsil edilmesi yönünde işlem tesis edildiği;
davacı vekilince söz konusu işlemin iptali istemiyle işbu davanın açıldığı,
akabinde davacının mevzuata ve bankacılık mesleğinin yürütülmesi için
gerekli kurallara aykırı işlem ve eylemlerde bulunduğu nedeniyle iş akdinin
feshine karar verildiği ve davacının Aydın 1. İş Mahkemesi’nin E:2011/55
sayılı esasına kayıtlı dosyasında işe iade davası açtığı ve davanın derdest
olduğu anlaşılmıştır.
Olayda, davalı bankanın 4603, 4684 ve 4743
sayılı kanunlar çerçevesinde tamamen özel hukuk hükümlerine tabi kılındığı,
gerek personel istihdamı ve gerekse diğer işlemlerinde karlılık ve
verimlilik ilkeleri doğrultusunda hareket eden sektördeki diğer özel
bankalardan farkı olmayan tamamen Bankalar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu
hükümlerine göre işletilen anonim şirket niteliğini taşıdığı açıktır.
Diğer
yandan Anayasa Mahkemesi’nin 14.3.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan
25.6.2002 tarih, 2002/31 E., 2002/58 K. Kararında; “T.C. Ziraat Bankası ve
Türkiye Halk Bankası, 4603 sayılı Kanun ile kamu iktisadi teşebbüsü
kurallarına tabi iktisadi devlet teşekkülü statüsünden çıkarılarak özel
hukuk kurallarına bağlı anonim şirket konumuna geçirilmişlerdir. Başka bir
anlatımla belirtilen bankaların yürüttüğü hizmetler yasa ile kamu hizmeti
olmaktan çıkarılmıştır. Bu durumda, statüsü değiştirilen bankalar
tarafından yürütülen hizmeti, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen genel
idare esaslarına göre yapılan asli ve sürekli bir kamu hizmeti ve burada
çalışan personeli de memur ya da diğer kamu görevlisi olarak nitelemek
olanaklı değildir.” şeklinde açıklama yapılmak suretiyle, iptal isteminin
reddine karar verilmiştir.
Bu
durumda, davalı banka tarafından yapılan iş ve işlemlerin kaM.l hizmet
niteliği taşımadığı ve davacı ile yapılan belirsiz süreli hizmet
sözleşmesinin “sözleşmenin sona ermesi” başlığını taşıyan 4. maddesinde
“1475 sayılı İş Kanunu’nun 16. ve 17. maddelerinde belirtilen hususların
ortaya çıkması halinde hizmet sözleşmesi ihbar önerilerine uyulmaksızın
derhal feshedilir.
Ayrıca, 1475 sayılı Kanun 16. ve 17.
maddelerinde belirtilen hükümlerin dışında Banka mevzuatında yer alan
disiplin hükümleri saklıdır.(…)” düzenlemesi gözetildiğinde, davacının
disiplin cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle iş mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Aydın 1. İş
Mahkemesi’nin 13.12.2011 gün ve E:2011/582, K:2011/767 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/205
KARAR NO: 2013/509
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el
atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere
ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.E.A., 2-A.Ç., 3-S.G. Adına Vekaleten, 4-C.I., 5-N.U., 6-İ.K., 7-İ.U.,
8-Y.A.,
9-T.Ü.,
10-M.Ü., 11-R.T., 12-H.Y., 13-H.B., 14-D.Ç., 15-T.U., 16-İ.K., 17-İ.B.,
18-Y.G.,
19-O.B., 20-İ.Ç., 21-M.Ç., 22-M.Ç., 23-S.Ç., 24-M.S., 25-S.U., 26-Y.I.,
27-H.E.B.,
27-H.E.B., 29-A.B.,
Vekilleri : Av.E.K., Av.D.M.K.,
Davalı : Mamak Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.Ç.E.,
O L A Y : Davacılar vekili, müvekkillerinin tamamı daha önceden
Mamak İlçesi Türközü Mahallesi 37643 Ada 9 Parsel’de kâin taşınmazda
hisseleri oranında maliklerken; söz konusu taşınmaz ile ilgili olarak
davalı belediyece imar değişikliği yapıldığını; imar planı incelendiğinde
görüleceği üzere bu parselin kamu alanı olarak ayrıldığını ve plan
değişikliğine müteakip davalı Belediyece yüzme havuzu inşaatına
başlanıldığını; bu dağıtım sonucunda müvekkillerinden bir kısmının 37644
Ada 9 Parselde; bir kısmının ise 37644 Ada 10 Parselde hisselendirildiğini;
bu taşınmazlardan 37644 Ada 9 Parselin spor alanı; 37644 Ada 10 Parselin
ise pazar yeri olduğunu; çok daha önceden beri bu amaçla filen
kullanıldıklarını; kısacası dağıtımdan önce müvekkillerinin maliki olduğu
37648 Ada 9 Parsel ile halihazırda hissedar konuma getirildikleri 37644 Ada
9 ve 10 parsellere idarece fiilen el atılmış olduğunu; idarece Kamulaştırma
Kanununun gereklerinin yerine getirilmediğini, müvekkillere yer bedellerine
ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı gibi takas yöntemiyle de yeni bir
yer gösterilmediğini; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 2011/4375 E 2011/14734 K.
ve 26.9.2011 tarihli kararının kendilerini doğrular nitelikte olduğunu;
taşınmaza usulüne uygun bir kamulaştırma işlemi olmaksızın idarece fiili
olarak el atılmasının, Anayasa’da güvence altına alınan mülkiyet hakkını
ihlal ettiğini, taşınmazın çok değerli konumda bulunduğunu ifade
ederek; fazlaya ilişkin talep ve
dava hakları saklı kalmak kaydı ile;
her bir davacı için ayrı ayrı 100.00 TL yer bedelinin; yine her bir
davacı için ayrı ayrı 100,00 TL dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık
ecrimisil bedeli olmak üzere; toplam 5.800,00 TL alacağın; yer bedeli
açısından dava tarihinden itibaren işleyecek; ecrimisil talebi açısından
ise yıllar itibariyle işlemiş ve işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsili ile hisseleri nispetinde davacılara verilmesine karar
verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:2.8.2012 gün ve E:2012/79
sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun
8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri,
genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü
maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis
ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında kamu alanı olarak ayrılan davacıların hissedarı oldukları
taşınmazın bedelinin şimdilik her bir davacı için ayrı ayrı 100.TL'lık
kısmı ile yine her bir davacı için ayrı ayrı olmak üzere 100.TL'lık
ecrimisil bedelinin dava tarihinden geriye doğru beş yıllık kısmının
ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler
karşısında; davanın, davacıların hissedarı oldukları taşınmazın, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 5.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından
ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm
altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı vekilinin,
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde,
davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazlarına,
imar planında önce kamu alanı, dağıtım sonrasında kendilerine verilen
taşınmazlarına ise spor alanı ve Pazar alanı olarak ayrılmak ve fiilen el
atılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın
bedelinin, fazlaya ait hakları saklı
kalmak şartıyla tazmini istemiyle
açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan davalı Mamak Belediye Başkanlığı cevap dilekçesinde ( ve konuya ilişkin
olarak dosyaya sunulan Fen İşleri, İmar ve Şehircilik ve Emlak ve İstimlak Müdürlüklerinin
yazılarında); dava konusu taşınmazlara idarenin herhangi bir fiili el
atmasının söz konusu olmadığını;
taşınmazın mülkiyeti ve tasarruf yetkisinin halen davacı uhdesinde
bulunduğunu, İdarelerinin söz konusu taşınmazı bugün için sahiplenme ve
kullanma amacının bulunmadığını; Türközü Mahallesi imarın 37644 ada 9
numaralı parseli ile eski 36801 ada 7 numaralı parseli(Yeni 37644 ada 10
parsel) de kapsayacak şekilde imar ve parselasyon planında yapılan
değişiklikler sonucunda, Mamak Belediyesi adına kayıtlı hisselerin, 51348
ada 4 (Eski 37648 ada 9 parsel) numaralı parsele, 37648 ada 9 parselde
(Yeni 51348 ada 4) hisseleri bulunan şahısların hisselerinin ise 37644 ada
9 ve 10 numaralı parsellerden verildiğini; tapuda tescil işlemlerinin 29
Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirildiğini; 37644 ada 9 numaralı parselin imar
planında kullanım amacının ’’Spor Alanı”, 10 parselin ise “Pazar Alanı”
olarak belirlendiğini; davacıların
havuz yapılan alanda ise hisselerinin bulunmadığını; davacılardan 37644 ada
10 numaralı parselde hisseleri bulunan O.B. ile 2.450,00 TL., Y.G. ile de
2.200,00 TL. bedel karşılığında 22.12.2011 tarihinde kamulaştırma bedeli
konusunda uzlaşmaya varılmış olup, kamulaştırma bedeli ödendikten sonra bu
kişilerin hisselerinin idareleri adına 12.01.2012 tarihinde tescil edildiğini
savunmuş; Mahkememizdeki yargılama devam ederken davacı vekilleri
tarafından dosyaya sunulan 12.9.2012 ve 15.10.2012 tarihli Bilirkişi
Raporlarının incelenmesinden ise; 37644 Ada 9 ve aynı ada 10 parsel üzerinde;
davacılardan O.B., Ş.G. ve Y.G. hariç, diğer davacıların hisselerinin
bulunduğu; imar planı ile 37644 ada 9 nolu parselin spor alanı, 37644 ada 10 nolu parselin ise Pazar
alanı olarak ayrıldığı; 37644 ada 9 nolu parselin fiilen park ve spor alanı
olarak kullanıldığı; 10 nolu parselin ise yol olarak kullanıldığının tespit
edildiği belirtilmiştir.
Belediyelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile
arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması,
arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar
planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade
açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu, bu yönü
ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı
yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık,
Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun
idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazlara
fiilen el atılarak, park, spor alanı ve yol olarak kullanılması karşısında,
idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu
hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana
getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin
kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların
tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam
yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait
olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel
mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye
aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen
zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız
fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde
çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim,
yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı
kararının III. bölümünde,
“İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun
hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir
harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine
giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen
zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi
içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu
durumda, idarenin dava konusu taşınmazlara kamulaştırmasız el atmasından
doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin
özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/211
KARAR NO: 2013/510
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasına ilişkin kararın
iptal edilmesi istemiyle
açılan davanın, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesi ve aynı
Kanun’un 27.maddesinin sekizinci fıkrası hükmü bir arada
değerlendirildiğinde İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Y.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği A Bölgesi Trafik
Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetimler sırasında, 34 SDJ
…. plaka sayılı aracın amaç dışı kullanıldığının tespit edildiğinden
bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 15.6.2012 tarih ve GM-731259 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 15.6.2012 tarih
ve 169029 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı
yerine itirazda bulunmuştur.
Davacının itiraz dilekçesi yanlışlıkla aynı Mahkemenin
2012/1050 ve 2012/1052 Değişik İş
olmak üzere iki ayrı esasa kayıt edilmiş ve iki ayrı dosya üzerinden
yürütülerek aynı dava dilekçesi ile ilgili iki ayrı karar verilmiştir.
BAKIRKÖY 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 22.6.2012 gün ve D.
İş:2012/1050, K:2012/1050 ve 27.6.2012 gün ve D.İş:2012/1052, K:2012/1052
sayılar ile, açılan aynı dava ile ilgili olarak, davacı hakkında trafikten
men kararı da verildiği için 5326 sayılı Kanun’un 27/8.maddesi uyarınca
itirazın çözümünün idari yargı yeri olduğu gerekçesiyle itirazın görev
yönünden reddine karar vermiş, her iki karar da itiraz edilmeden
kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez idari para cezası ile araç trafikten men
tutanağının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ: 1.11.2012 gün ve
E:2012/1277 sayı ile, 2918 sayılı Kanun’un
112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç
olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik Mahkemelerinde,
bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde
bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün adli yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin
incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, idari yargı dosyasının, Mahkemece ekinde adli yargı dosyası temin
edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği görülmekte ise de, adli
yargı dosyasının Başkanlığımızca getirtildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında
“idari para cezası” yönünden oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu
yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı
Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Kanun’un Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116.
maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik
zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu
uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili
davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça
belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara
hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir
atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre
idari yargının görev alanında görmüştür.
1.6.2005
tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer
kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak
itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi
sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan
yasanın amacı dikkate
alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2.,
16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde
belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005
tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel
görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı
yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha
sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326
sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü,
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “(1) Bu Kanunun;
a) İdari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer
genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır”
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı
Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi
ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddialarının, bu işlemin iptali
talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle,
Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
aracın geçici olarak trafikten men edilmesi kararı da verildiği ve idari
yargı yerinde dava konusu edildiği anlaşıldığından;
idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasına
karşı açılacak davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin 1.11.2012 gün ve E:2012/1277 sayılı
BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/212
KARAR NO: 2013/511
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında
Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacının yazılı olarak
uyarılmasına, suçun tekrarı halinde
para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Encümen Kararlarının
kaldırılması istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı : A.A.S.
Vekili : Av. M.Y.
Davalı : Bodrum Belediye Başkanlığı
O L A Y : Bodrum Belediyesinin 5.1.2010 gün ve 3/3
sayılı Encümen Kararı ile Bodrum İlçesi Cumhuriyet Caddesi No:....
adresinde bulunan, işletmeciliğini davacı A.A.S.’ın yaptığı “K.B.” isimli
işletmede, İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince yapılan denetimlerde işletme
içerisinde sigara tüketilmesine izin verildiği tespit edildiğinden,
işletmenin 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü
Hakkında Kanun’un 5. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yazılı olarak uyarılmasına,
suçun tekrarı halinde para cezası ile cezalandırılmasına, aynı Encümenin
5.1.2010 gün ve 5/5 sayılı Kararı ile de işletmenin aynı nedenden dolayı
4207 sayılı Yasa’nın 5. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 560,00 TL. para
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Davacı vekili, Bodrum Belediyesinin 5.1.2010
tarihli 3/3 ve 5/5 sayılı Encümen Kararlarının iptali istemiyle iki ayrı
dava dilekçesi ile adli yargı yerinde itirazda bulunmuş, Bodrum 3. Sulh
Ceza Mahkemesi’nce davaların birleştirilmesine, 2010/59 D.İş sayılı dosya
üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
BODRUM 3. SULH
CEZA MAHKEMESİ: 19.8.2011 gün ve D. İş:2010/59 sayı ile, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari
yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın
çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev
yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden
kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
MUĞLA 1. İDARE MAHKEMESİ: 23.10.2012
gün ve E:2012/504, K:2012/1339 sayı ile, Kabahatler Kanunu’na göre, 4207
sayılı Yasa’nın 5/2. maddesi uyarınca tesis edilen uyarma ve idari para
cezası verilmesine ilişkin işlemlerden hiç birisinin idari yargının görevine
giren uyuşmazlıklardan olmaması nedeniyle davanın çözümünde adli yargı
yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, davacının istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık
Mahkemesi'ne gönderildiği görülmekte ise de, Başkanlık yazısıyla adli yargı
dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca verilen uyarı ve para cezasına ilişkin Encümen Kararlarının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
4207 sayılı Kanun’un “Tütün ürünlerinin yasaklanması”
başlığı altında düzenlenen 2. maddesinde;
(1)Tütün ürünleri;
…………
…………
d) Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile
kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde,
tüketilemez ” denilmiş, 5. maddesinin ikinci fıkrasında
ise, “ 2 nci maddenin (a) bendi hariç birinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarında belirtilen yasakların uygulanması ve tedbirlerin alınması ile
ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletme sorumluları, işletme
iznini veren kurum yetkilileri tarafından önce yazılı olarak uyarılır. Bu
uyarı yazısı, ilgili işletme sorumlusuna tebliğ edilir. Bu uyarıya rağmen,
verilen sürede yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, belediye sınırları
içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında mahalli mülki amir
tarafından beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para
cezası ile cezalandırılır” denilmekte iken, fıkra 13.2.2011 gün ve 6111 sayılı
Kanun’un 202. maddesi ile, “2 nci maddenin (a) bendi hariç birinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarında belirtilen yasakların uygulanması ve
tedbirlerin alınması ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletme
sorumluları, denetimi yapan yetkililer tarafından önce yazılı olarak
uyarılır. Bu uyarı yazısı, ilgili işletme sorumlusuna tebliğ edilir. Bu
uyarıya rağmen yükümlülüklerini yerine getirmeyenlere, mahalli mülki amir
tarafından bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idari para cezası
verilir” şeklinde değiştirilmiş, son olarak 4.7.2012 tarihli ve 6354 sayılı
Kanun’un 11. maddesi ile “2 nci maddenin (a) bendi hariç birinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkralarında belirtilen yasakların uygulanması ve tedbirlerin
alınması ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletme sorumlularına,
mahalli mülki amir tarafından bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına
kadar idari para cezası verilir” denilmiştir.
Olayda, dava davacının “yazılı olarak uyarılmasına” ve
“idari para cezası ile cezalandırılmasına” ilişkin kararların iptali
istemiyle açılmış olup, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer
verilmemiştir.
30.3.2005
gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı
Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer
genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu”
başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı,
kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde,
sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış
olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer
almıştır.
Bu
düzenlemelere göre; Kabahatler
Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin,
diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer
kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı
anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan,
görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle,
yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili
olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4207 sayılı
Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da
idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği,
ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili
olarak “uyarma” kararı da verildiği ve dava konusu edildiği
anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının
da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanun’un 27.maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin
Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun uyarınca verilen para
cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Muğla 1.
İdare Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve E:2012/504,
K:2012/1339 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/213
KARAR NO: 2013/512
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- E.T. Turizm ve Organizasyon A.Ş.
2- C.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Emniyet Müdürlüğü
A Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan
denetimler sırasında 34 TK ….. plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık
yaptığının tespit edildiğinden bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, sürücü belgesi sahibi davacı
C.A.adına 16.8.2012 tarih ve GN-565576 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para
Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş
ve ayrıca bu tutanağa istinaden araç sahibi davacı E.T. Turizm ve
Organizasyon A.Ş. adına düzenlenen 16.8.2012 tarih ve 191189 sayılı Araç
Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacılar, idari para cezası ile araç trafikten men
tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuşlardır.
BAKIRKÖY 13. SULH CEZA MAHKEMESİ: 12.9.2012 gün ve D.
İş: 2012/975 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 19/d. madde ve
fıkrası uyarınca davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar
kesinleşmiştir.
Davacılar, bu kez
aynı istemle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
3. İDARE MAHKEMESİ: 1.11.2012 gün ve E:2012/2025 sayı ile, 2918 sayılı
Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması
hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin
Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı
yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin
incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece,ekinde adli yargı dosyası temin
edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, adli yargı dosyasının
Başkanlık yazısıyla getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında
oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116.
maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik
zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu
uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili
davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi;
bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret
eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve
göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüş
iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 60
gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari
yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde, " (1) Bu
Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin
kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına
karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile
ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddialarının, bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın açıldığı
andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale
gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği;
ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden
sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı
halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 3.
İdare Mahkemesi’nin 1.11.2012 gün ve E:2012/2025 sayılı
BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/221
KARAR NO: 2013/513
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 JJU ….. plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 4.11.2012
tarih ve GO-530293 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar
Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu
tutanağa istinaden düzenlenen 4.11.2012 tarih ve 222123 sayılı Araç
Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
3. İDARE MAHKEMESİ: 8.11.2012 gün ve E:2012/2110, K:2012/2127 sayıyla; 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 15.11.2012 gün ve D.
İş:2012/6097, K:2012/6097 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz
edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin
görev ve
hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık
yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir
örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı
Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı
Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası
uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men
edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 3.
İdare Mahkemesi’nin 8.11.2012 gün ve E:2012/2110, K:2012/2127 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/224
KARAR NO: 2013/514
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
S.S.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 06 AR ….. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 20.11.2012 tarih ve GP-524744 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 20.11.2012 tarih
ve 229199 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle
20.11.2012 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 13.12.2012 gün ve E:2012/2359, K:2012/2346 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.11.2012 gün ve D.
İş: 2012/6289, K:2012/6289 sayı ile,
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası
yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması
nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, yapılan itiraz İstanbul 21.
Asliye Ceza Mahkemesi’nce kesin olarak reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da
şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması,
bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması
gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan
cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya
da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari
niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi
gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine
idari yargı dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de,
Başkanlık yazısıyla idari yargı dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin
amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da
bu para cezasına
itiraz konusunda görevli
mahkemenin gösterilmediği,
ancak; idari para cezasına konu işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (aracın geçici olarak trafikten
men edilmesi) da verildiği ve
birlikte dava konusu edildikleri
anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin
kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 13.12.2012 gün ve E:2012/2359,
K:2012/2346 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/225
KARAR NO: 2013/515
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine
göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
R.E.
Vekili :
Av. A.Ö.
Davalı :
Gümüşlük Belediyesi
O L A Y : Gümüşlük Belediye Encümeninin 9.6.2005 gün ve 185
sayılı kararı ile, Gümüşlük Belediyesi sınırları içersinde Çukurbük mevkii,
N18d-20c-2a pafta 1782 parsel nosunda kayıtlı davacıya ait 11 ada 17 nolu
dubleks meskende ruhsat ve eki projelere aykırı olarak, zemin katta ahşap
pergole sökülerek yerine balkon yapıldığı ve birinci katta,açık teras arka
ve ön cepheye camlı pimapen üstüne üzeri bardolinle kaplı ahşap pergole
yapılarak, kapalı alan oluşturulduğu için, davacıya 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca ruhsatsız yapılan imalatları yasal hale
getirmesi için 30 gün süre verilmesine ve aynı Ka-nun’un 42. maddesine göre
15.000 YTL. para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Davacı
vekili, idari para cezasının iptali istemiyle 29.8.2005 tarihinde idari
yargı yerinde dava açmıştır.
MUĞLA
İDARE MAHKEMESİ: 15.9.2005 gün ve E:2005/1804, K:2005/1274 sayı ile,
Kabahatler Kanunu’na göre, 3194 sayılı Kanun uyarınca verilen idari
yaptırım niteliğindeki para cezalarına karşı açılacak davalarda Sulh Ceza
Mahkemelerinin görevli kılınması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar
kesinleşmiştir.
Davacı
bu kez, aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.
BODRUM
1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 8.2.2008 gün ve Müt. E.No:2005/78, Müt.
K.No:2008/131 sayı ile, Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesi uyarınca, yıkım
kararı da bulunduğundan davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle, görev nedeniyle başvurunun reddine karar vermiş, verilen
karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte
olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza
davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu
davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin
Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının istemi
üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen
hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin
edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı
dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından, görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre
verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
3.5.1985
tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında,
ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı
olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine,
istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer
satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa
maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci
fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51
sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir
bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı
bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir
idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir
yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların
çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı
kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin
yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir
bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında
isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama
organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa
Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı
Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan
davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında
görmüştür.
3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesi, 9.12.2009 gün
ve 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ise de; idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenlemeye yer verilmemiştir.
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “(1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır."
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde;
idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari
yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları
kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu yapı ile ilgili olarak idari yargının görev
alanına giren kararın(ruhsatsız yapılan imalatları yasal hale getirmesi
için 30 gün süre verilmesine) da verildiği anlaşıldığından; idari para
cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.
Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi’nin 5.4.2007 tarih ve
E:2007/35, K:2007/36 sayılı kararında da, “İmar Kanunu’nun 42. maddesi
uyarınca para cezası verilmesi işlemi, imar mevzuatına aykırı bir yapılanmanın
tespiti, önlenmesi veya giderilmesine yönelik idari bir işlemin devamı
niteliğinde olduğundan, Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (8) numaralı
fıkrası uyarınca idari yaptırım kararının yanı sıra idari yargının görev
alanına giren başka bir kararın da verilmiş olduğunun ve buna bağlı olarak
sözkonusu para cezalarına karşı açılacak davalarda idari yargının görevli
olduğunun kabulü gerekmektedir” denilerek, İmar Kanunu’nun 42. maddesi
uyarınca verilen para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın,
itiraz başvurusunda bulunan Sulh Ceza Mahkemesinin görevine girmediği
belirtilerek itiraz başvurusu Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
reddedilmiştir.
Yukarıda belirtilen hususlar ve Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesine 5560 sayılı
Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194
sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi
uyarınca verilen para cezasına karşı açılacak davanın çözümünde idari yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Muğla İdare
Mahkemesi’nin 15.9.2005 gün ve E:2005/1804, K:2005/1274 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/243
KARAR NO: 2013/516
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacıların oğlunun
TSK’nde asker olarak görev yapmakta iken, askerlik hizmetini yaptığı
birlikte görevli olan amirlerinin görevlerini gereği gibi yerine
getirmeyerek zamanında sağlık kuruluşlarına sevkinin yapılmaması ve böylece
tedavide gecikmeden kaynaklanan sağlık problemi nedeniyle, davacı babanın
böbreğini oğluna bağışlamasından dolayı fiilen çalışamaması sonucunda davacıların
kendilerinin uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini talebine ilişkin
davanın İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.Ö., 2-H.Ö.
Vekilleri
: Av.
T.Y.
Davalı :
Milli Savunma Bakanlığı
Vekili : Av. S.A. (İdari Yargıda)
O L A Y :
Davacılar vekili özetle, davacıların oğlu F.Ö.'in askere gitmeden önce
idrar yollarında iltihaplanma olduğu için, askerlik başvurusu esnasında
askerlik şubesindeki görevlilere durumu arz ettiğini, buna rağmen kendisini
gönderdikleri revirde askerliğe elverişlidir raporu düzenlenerek acemi
birliğine gönderildiğini, 20.10.2009 tarihinde İzmir'deki İstihkam
Okulundaki acemi birliğinde vatani görevine başladığını, İzmir'deki
birliğine gittikten sonra askere gitmeden hemen önce Yüksekova Devlet
Hastanesinde yaptırmış olduğu tahlillerini yetkililere gösterip İzmir
Askeri Hastanesi Üroloji Servisine sevk edildiğini, buradaki tahlilleri
sonrasında, ilaçlarının verilmesini müteakip, ilaçlarını kullanarak 1 ay
sonra tekrar hastaneye gelmesinin istenildiğini, 1 ay dolmadan dağıtımının
yapılarak usta birliği olan 20'nci Zırhlı Tugay 3'üncü Hudut Alayı 2'nci
Hudut Taburu 5'inci Hudut Bölüğü Akçakale/Urfa'ya gittiğini, birliğine
katılır katılmaz vizite sorumlusuna durumunu arz ederek, hastaneye gitmesi
gerektiğini, ilaçlarının bittiğini, İzmir'deki Askeri Hastane'de tedavisine
devam etmemesi durumunda böbreklerinin geri dönülemez şekilde zarar
göreceğinin kendisine söylendiğini ifade etmiş olmasına karşın, bu
beyanlarına komutanlarının itibar etmediklerini, dört aylık süre içerisinde
sadece 1 kez hastaneye gönderildiğini, bu süreç zarfında yaptırılmış olan
yoğun eğitim, nöbet ve mutfak faaliyetleri neticesinde de F.Ö.'in iki
böbreğinin de iş göremez hale geldiğini, sonrasında ise babası olan davacı
M.Ö.'ten yapılan böbrek nakli ile hayata tutunduğunu, yapılan böbrek nakli
sonucunda 22.06.2011 tarihinde tebellüğ ettiği, Gülhane Askeri Tıp
Akademisi tarafından verilen, 15.02.2011 tarihinde onaylanmış, 06.01.2011
tarih ve 68 numaralı ''Askerliğe Elverişli Değildir'' sağlık raporuna
istinaden de vatani görevinin sona erdiğini, sonrasında davacı M.Ö.'in,
oğluna yapmış olduğu böbrek bağışı nedeniyle fiilen çalışamamasından dolayı
uğradığı maddi zararlarının karşılığı olarak 100.000 TL., manevi zararlarının
karşılığı olarak ise, davacı M.Ö. için 40.000 TL., F.Ö.'in annesi olan
diğer davacı H.Ö. için 30.000 TL. olmak üzere toplam 170.000 TL. tazminat
talebiyle davalı idareye müracaat ettiklerini, bu talebe cevap verilmeyerek
taleplerinin zımnen reddedildiğini belirterek, söz konusu maddi ve manevi
zararın faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemi
ile idari yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 12.İdare Mahkemesi; 09.02.2012 gün, E:2011/2020,
K:2012/175 sayı ile özetle, davacıların oğullarının 1602 sayılı Yasanın
20.maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu
işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği, bununla birlikte davacıların, askerlik
görevini yaptığı sırada rahatsızlanan oğullarının askeri makamlarca
hastaneye sevkinin yapılmadığı ve rahatsızlığının da askerlik görevi neden
ve tesiriyle meydana geldiğinin iddia edilmiş olması karşısında
uyuşmazlığın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenmesi gerektiğinden
bahisle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi
hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş ve bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı bu kez aynı istemle askeri yargı yerinde dava
açmıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2.Daire Başkanlığı;
03.05.2012 gün, E:2012/393, K:2012/486 sayı ile özetle, davacıların oğlu
F.Ö.'in, askerlik hizmetini yaptığı birlikte görevli olan amirlerin
görevlerini gereği gibi yerine getirmeyerek zamanında sağlık kuruluşlarına
sevkinin yapılmadığı ve tedavide gecikmeden kaynaklanan durum nedeniyle,
davacı babanın böbreğini bağışlayarak oğlunun hayata tutunmasını
sağlayabildiği belirtilerek davacı babanın oğluna yapmış olduğu böbrek
bağışı sonucu fiilen çalışamaması nedeniyle, davacıların maddi ve manevi
tazminat talep ettiklerini, davacıların sivil kişi olduğunu, asker kişi
sıfatının bulunmadığını, bu nedenle 1602 sayılı AYİM Kanununun 20'nci
maddesine göre idari eylemin ''asker kişiyi ilgilendirme'' şartının
gerçekleşmediğini belirterek, davanın görüm ve çözüm yerinin genel idari
yargı yeri olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş
ve bu karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve M. Aydan AL’ın katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, idari ve askeri yargı yerleri
arasında 14.maddede öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu,
askeri yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari
yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR”ın
davada idari yargının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Hakan Ali
TURGUT’un ise davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu
yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacılar M.Ö. ve
H.Ö.'in
oğlu F.Ö.'in, askerlik hizmetini yaptığı birlikte görevli olan amirlerinin
görevlerini gereği gibi yerine getirmeyerek zamanında sağlık kuruluşlarına
sevkinin yapılmaması ve böylece tedavide gecikmeden kaynaklanan sağlık
problemi nedeniyle, davacı babanın böbreğini oğluna bağışlamasından dolayı
fiilen çalışamaması sonucunda davacıların uğradıkları maddi ve manevi tazminat
talebiyle açılmıştır.
Anayasa’nın
157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini
yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden
doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı
belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci
fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri
olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve
askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk
ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda
gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan
uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.
Buna
göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava
konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri
hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri
öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
Bu yasal
mevzuat çerçevesinde yapılan değerlendirmede, davacıların oğlu F.Ö.'in 1602
sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden oluşuna karşın,
davaya konu edilen hususun asker kişi olan davacıların oğlunun askerlik
hizmetini yaptığı birlikte görevli olan amirlerinin görevlerini gereği gibi
yerine getirmeyerek zamanında sağlık kuruluşlarına sevkinin yapılmaması ve
böylece tedavide gecikmeden kaynaklanan sağlık problemi nedeniyle, davacı babanın
böbreğini oğluna bağışlamasından dolayı fiilen çalışamaması sonucunda
davacıların uğradıkları maddi ve manevi tazminat talebine ilişkin
oluşu birlikte değerlendirildiğinde, tazminat talebine konu edilen davacı
babanın böbreğini oğluna bağışlaması olayının asker kişi olmayan davacılara
ilişkin olduğu ve onları ilgilendirip neticelerini de onların üzerinde
doğurduğu anlaşılmakla, davaya konu edilen idari eylemin ''asker kişiyi
ilgilendirme'' şartının gerçekleşmediği anlaşılmıştır.
Belirtilen
duruma göre, olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20.
maddelerinde öngörülen, idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşulu
gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümü İdari Yargı'nın görevine
girmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü idari
yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 12.İdare Mahkemesince verilen
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12.
İdare Mahkemesi’nin 09.02.2012 gün, E:2011/2020, K:2012/175 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/246
KARAR NO: 2013/517
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : TSK’nde Astsubay
olarak görev yapan davacının, haksız olarak tutuklandığı, akabinde hakkında
haksız olarak soruşturma yapılması neticesinde kişisel haklarının, onur,
gurur, şahsiyet değerleri ile askeri kariyerinin ağır bir şekilde ihlal
edilmiş olduğundan bahisle açtığı manevi tazminat davasının ASKERİ İDARİ
YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.K.
Davalı : İçişleri
Bakanlığı (Askeri Yargıda)
O L A
Y : Davacı 24.02.2011 tarihli dava
dilekçesinde, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferinin 93
üncü yıl dönümü törenlerine hazırlık maksadıyla Eceabat Milli Parklar müdürlüğü
toplantı salonunda olay günü icra edilen koordinasyon toplantısında,
kendisinin de aralarında bulunduğu toplantıyı yöneten ve sorumlu olan Bnb.
İ.G. ile aralarında fikir teatisi yapıldığını, toplantı sırasında
katılımcıların kimi zaman söz alarak konuştuklarını, kimi zaman da el
kaldırıp doğrudan konuştuklarını, bunun Bnb. İ.G.'in emri ile yapıldığını,
bu çerçevede daha önceki sıkıntıları dile getirdiği sırada Bnb. İ.G.'den
konuşmak için izin istemeden konuştuğunu, toplantının karşılıklı konuşma şeklinde
geçtiğini, bu esnada Bnb. İ.G.'in elini kürsüye vurarak sert bir şekilde
''senin karşında Asayiş Şube Müdürün var ve benimle doğru konuş'' şeklinde
tepki verdiğini, kendisinin ise cevaben ''Komutanım ben size ne dedim''
diyerek saygısızca konuşmadığını ifade ettiğini, sonrasında ise Bnb.
İ.G.'in ''çık dışarı terbiyesizlik yapma'' dediğini, bunun üzerine cevaben
''sakın bir daha benimle böyle konuşma'' diyerek cevap verdiğini, bu olayın
üzerine Bnb. İ.G.'in, tutuklanması konusunda emir verdiğini ve 8 saat
tutuklu kaldığını, bu olay ile ilgili olarak hakkında ''toplu asker
karşısında amire saygısızlık'' suçundan dolayı suç duyurusunda
bulunulduğunu ve buna istinaden hakkında kamu davası açıldığını, yapılan
yargılama neticesinde de KKK.lığı 2'nci Kolordu Komutanlığı Askeri
Mahkemesi'nin 18.09.2008 gün, E:2008/1364, K:2008/505 sayılı kararı ile
beraatine karar verildiğini, belirterek suç duyurusu neticesinde kişisel
haklarının, oN., gurur, şahsiyet değerleri ile askeri kariyerinin ağır bir
şekilde ihlal edilmiş olduğundan bahisle 10.000 TL manevi tazminat
istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.
Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanlığı; 06.04.2011 gün, E:2011/521,
K:2011/486 sayı ile, dava dosyasının AYİM 3.Dairesine tevdiine karar vermiştir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Başkanlığı;
21.04.2011 gün, E:2011/1035, K:2011/1211 sayılı kararı ile, davacının
tazminat isteminin sözü geçen binbaşının, belirtilen olay tarihindeki
davranışlarından mı, yoksa bu nedenle soruşturma emri verilmesi isteminden
mi kaynaklandığı hususunun tam olarak anlaşılamadığı gerekçesiyle
dilekçenin reddine karar vermiştir.
Davacı 16.06.2011 tarihli dava dilekçesinde özetle,
Çanakkale İl Jandarma K.lığı Asyş. Ş. Müdürü Bnb. İ.G. tarafından olay günü
yapılan davranışlar ile haksız olarak 8 saat tutuklanması neticesinde
kişisel haklarının, onur, şahsiyet değerleri ile askeri kariyerinin ağır
bir şekilde ihlal edilmiş olduğundan bahisle 10.000 TL manevi tazminat
talebiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Başkanlığı;
22.12.2011 gün, E:2011/2960, K:2011/2669 sayı ile, davanın görüm ve
çözümünün AYİM 2. Dairesinin görevine girdiğini belirterek görevli direnin
belirlenmesi için dosyanın AYİM Daireler Kuruluna tevdiine karar vermiştir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler Kurulu;
13.01.2012 gün, E:2012/3, K:2012/3 sayılı kararı ile, dava konusu tazminat
talebinin hem ''Çanakkale İl J. K.lığı Asyş. Ş. Müdürü Bnb. İ.G. tarafından
olay günü yapılan davranışlar'' şeklinde ifade edilen idari eyleme, hem de
''haksız olarak 8 saat tutuklanma'' şeklinde ifade edilen işleme
dayandırıldığını, dolayısıyla dava konusu manevi tazminat talebinin,
aralarında maddi ve hukuki bağlılık bulunmayan ''idari eylem'' ile
''işlem'' e dayalı olduğundan idari eylemden dolayı manevi tazminat davası
ile tutuklanmadan dolayı manevi tazminat davalarının, ödettirilmesi talep
edilen manevi tazminat tutarlarının da ayrı ayrı belirtilmesi suretiyle
ayrı ayrı dava dilekçeleri ile açılması gerektiğinden bahisle dilekçenin
reddine karar vermiştir.
Davacı 29.02.2012 tarihli dava dilekçesinde özetle,
Çanakkale İl Jandarma K.lığı Asyş. Ş. Müdürü Bnb. İ.G. tarafından olay günü
haksız olarak 8 saat tutuklanması ile akabinde hakkında haksız olarak soruşturma
yapılması neticesinde kişisel haklarının, oN., gurur, şahsiyet değerleri
ile askeri kariyerinin ağır bir şekilde ihlal edilmiş olduğundan bahisle
10.000 TL manevi tazminat talebiyle askeri idari yargı yerinde dava
açmıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Başkanlığı;
05.04.2012 gün, E:2012/791, K:2012/733 sayı ile, davacının davasının haksız
tutuklama nedeniyle açılan bir dava olduğunu, davacının Bnb. İ.G. ile
aralarında geçen bir takım olayların soruşturmasının başlangıcı esnasında
Bnb. Güney tarafından bir müddet tutuklandığı, bilahare yargılamasını
müteakip 2. Kor. K.lığı Askeri Mahkemesinin kararı ile beraat ettiği
hususunun sabit olduğunu, idari yargı mercilerinde bir idari işlem ya da
eylemden doğan iptal veya tazminat davalarının çözüme ulaştırıldığını,
sonrasında bir adli süreç geçiren koruma tedbirlerinden doğan tazminat
istemleri ile ilgili usulün ayrı olup Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine
göre görülmesinin gerektiğini, CMK. nun 141 ve 142.maddelerine göre suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında kanunda belirtilenler dışında
yakalanan ve tutuklanan kimselerin haklarındaki kararların kesinleşmesini
takiben tebliğden itibaren üç ay ve her halde bir yıl içinde zarara
uğrayanın oturduğu ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açmak durumunda
olduklarını belirterek, davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargıda
olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar
kesinleşmiştir.
Davacı bu kez
aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi; 24.08.2012 gün,
E:2012/107, K:2012/116 sayı ile, davacının müsnet suç nedeniyle soruşturma
aşamasında tutuklu kaldığına dair dosya içerisinde bir bilginin
bulunmadığını, davaya konu 8 saat tutuklama kararının 1632 sayılı ACK. nun
169.maddesine dayanarak disiplin temini için yapıldığının belirtildiğinin,
5271 sayılı CMK.nun 141. maddesinde belirtilen tazminat talebinin suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında madde metninde düzenlenen hallerde
söz konusu olabileceğini, 1632 sayılı ACK. nun 169. maddesinde düzenlenen
muvakkat tevkif yetkisine dayanarak yapılan geçici tutuklamanın madde
kapsamında sayılı hallerden olmadığından bahisle görevsizlik kararı
vererek, görev uyuşmazlığının çözümü için karar kesinleştiğinde dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, M. Aydan AL ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, askeri
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine
kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler
ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii
davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa,
gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin
karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait
olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurma olanağına sahiptir. Şu
kadar ki, başvuru kararının,
görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin
incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasa
koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması
halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma
iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa
zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik
kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten
el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte
görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, Erzurum 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvuru, 2247
sayılı yasada öngörülen yönteme uymamaktadır.
Ancak, adli ve askeri idari yargı yerleri arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyası ve dosya içerisine
celp edilmiş olan askeri idari yargı dosyasının örneği ile birlikte son
görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği
sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından,
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde askeri
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Hakan Ali
TURGUT’un davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Jandarma Astsubay Başçavuş olan davacının,
Çanakkale İl Jandarma K.lığı Asyş. Ş. Müdürü Bnb. İ.G. tarafından olay günü
haksız olarak 8 saat tutuklanması ile akabinde hakkında haksız olarak
soruşturma yapılması neticesinde kişisel haklarının, oN., gurur, şahsiyet
değerleri ile askeri kariyerinin ağır bir şekilde ihlal edilmiş olduğundan
bahisle 10.000 TL manevi tazminat talebiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu
kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve
çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.
Anayasa’nın
157.maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete
ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini
yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden
doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı
belirtilmiş, 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve
2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu
idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete
ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri
öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
İdari
işlemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, kanun ve nizamların Türk
Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi
amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari
işlemi de, askeri kural ve gelenekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet
sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir işlem
olarak tanımlamak olanaklıdır.
İdari
işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, işlemin bir asker kişiye
yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı
sahasında meydana getirmiş olması gerekir. Olay esnasında Jandarma Astsubay
Başçavuş olan davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker
kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi
ilgilendirdiği tartışmasızdır.
Olayda, idari işlemden dolayı zarar görenin asker
kişi olduğunda tartışma yok ise de, tazminatın konusunu oluşturan işlemin
niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu olay, asker kişi olan Jandarma
Astsubay Başçavuş M.K.’ın, asker kişi olan Çanakkale İl Jandarma K.lığı
Asyş. Ş. Müdürü Bnb. İ.G. tarafından 8 saat tutuklanması ile akabinde
hakkında soruşturma yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Söz konusu olaya ilişkin olarak yapılan soruşturma
neticesinde, KKK.lığı 2’nci Kor. K.lığı Askeri Savcılığınca, davacı M.K.
aleyhine Toplu Asker Karşısında Amirine Saygısızlık suçundan As.C.K.’nun
82/1.maddesi gereğince cezalandırılması için KKK.lığı 2'nci Kor. K.lığı
Askeri Mahkemesinde dava açılmış olup, ilgili mahkemece 18.09.2008 gün,
E:2008/1364, K:2008/505 sayı ile özetle, sanığın dava konusu ‘’sakın bir
daha benimle böyle konuşma’’ sözlerini mağdurun kendisine yönelik
‘’terbiyesizlik yapma’’ sözlerine karşılık söylediğinde şüphe bulunmadığından,
sanığın diğer bölgeler de dahil toplantıya katılan çok sayıda rütbelinin
huzurunda hakaretamiz sözlere maruz kalmasının etkisiyle bu şekilde sözler
sarf ettiği, sanığın İzzet Bnb.nın kürsüye elini vurarak sert bir şekilde
‘’senin karşında Asayiş Şube Müdürün var, benimle doğru konuş’’ demesi
sonrası şaşkınlığını gösterir şekilde ‘’komutanım ben size ne dedim ki’’
sözlerini sarf etmesinin de sanığın suç kastı ile hareket etmediğini sübuta
erdirdiğini, sanığın dava konusu sözleri söylediği yer, zaman ve olayın
oluş şekli, sanığın eylemindeki öznel hali birlikte değerlendirildiğinde,
eylemin 477 sayılı Kanunun 47 nci maddesinde izahını bulan üste saygısızlık
suçunu da oluşturmayacağı, ancak sözlerin disiplin tecavüzü kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varıldığından bahisle, sanığın
unsurları itibariyle oluşmayan suçtan beraatine karar verilmiş ve karar
kesinleşmiş olup, dolayısıyla davacının eyleminin esas itibariyle bir suç
değil, ''disiplin tecavüzü'' olduğu hususu mahkeme kararı ile sabit
olmuştur.
Adli süreç kapsamındaki koruma tedbirlerinden
kaynaklanan tazminat istemleri 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ve
142.maddelerinde anlatılmış olup, buna göre adı geçen Kanunun 141.maddesi
tazminat istemini düzenlemiş olmakla,
'' (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun
devamına karar verilen,
b) Kanunî
gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c)Kanunî
hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma
isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun
olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan
ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun
olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer
olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği
suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama
veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla
veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h)
Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki
arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına
veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan
veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer
malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
Kişiler, maddî
ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. '' denilmiş olup,
aynı Kanunun 142. maddesinde, '' Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir. İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde
ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve
aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza
mahkemesinde karara bağlanır. '' hükümleri yer almakta olup, bu Kanun
hükümlerinin uygulanabilmesi için evvela suça konu bir eylemin bulunması,
zararın da bu suça konu eylemin soruşturması veya kovuşturması sırasında
meydana geldiğinin iddia olunması gerekmektedir.
Buna karşın,
davacının 8 saat süreyle tutuklu kalmasına dair işlemin kanuni dayanağı
olan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 169.maddesi; (mülga madde 31/01/2013-6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Disiplin Kanunu /45. md) '' Disiplin Temini İçin Tevkif Salahiyeti '' başlığı altında
düzenlenmiş olup, anılan maddede, ''..., her mafevk emir altında
olmayanları da disiplinin temini için muvakkat olarak tevkif etmeğe veya
ettirmeğe salahiyetlidir. Ancak bu tevkif keyfiyeti gün ve saatiyle derhal
mevkufun disiplin amirine bildirilmelidir. '' hükmü yer almakta olup,
davacı da bu madde hükmü uyarınca tutuklanmıştır.
Zira; 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Tutuklama başlıklı 100. Maddesinin
1.fıkrasında; ‘’ Kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı
verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile
ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. ‘’ hükmü yer almakta,
Tutuklama Kararı başlıklı 101.maddesinin 1.fıkrasında da; ‘’ Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu
istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının
yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. ‘’
hükmü yer almakta olup, 5271 sayılı CMK.nun tutuklamayı düzenleyen bu
hükümleri 1632
sayılı Askeri Ceza Kanununun mülga 169.maddesi kapsamındaki disiplin temini
maslahatını güden bir tedbir kapsamında olmayıp, bilakis suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin mevcudiyeti halinde
müracaat edilebilen bir tedbir niteliğinde olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Diğer taraftan,
davaya konu tutuklama işlemin dayanağı olan 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu’nun “Disiplinin temini için tevkif salahiyeti” başlıklı 169.
maddesinin iptali istemiyle yapılan başvuruda, Anayasa Mahkemesi 11.10.2012
gün, E:2012/1, K:2012/147 sayılı kararı ile söz konusu maddenin Anayasa'ya
aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline karar vermiş olup, söz konusu karar
hali hazırda Resmi Gazete'de yayımlanmamış ve yürürlüğe girmemiş olmakla,
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra yürürlüğe giren 6413 sayılı ve
31.01.2013 kabul tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun
45.maddesi ile bahse konu 1632 sayıl Kanun'un 169.maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.
Bununla
birlikte, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 169.maddesi ile ilgili olarak
evvelce iptal davası ve itiraz yoluyla yapılan iki başvuru Anayasa
Mahkemesi’nin 28.6.1966 tarih ve E.1963/132, K.19636/29; 28.6.1966 tarih ve
E.1965/42, K.1966/30 sayılı kararlarıyla reddedilmiş olup, bahse konu
kararların gerekçelerinde ise; ''... Askeri Ceza Kanununa göre disiplin
cezasının verilmesinde, önce en yakın ve gerektiğinde daha yükseği olmak
üzere, ancak disiplin âmirleri yetkilidir. (Madde 170) Amir olmayan üstlere
bu yetki tanınmamıştır. Bununla birlikte daima ve her yerde disiplin kurma
ve koruma her rütbeliye düşen bir görevdir. (4.1.1961 günlü ve 211 sayılı
Kanun Madde 75) Çünkü disiplinin, askerlik hizmetinde ölüm, kalım
derecesinde önemi vardır. İtiraz konusu madde işte bu görevin yerine
getirilme şeklini göstermekte; asker disiplinini bozan bir olayda üstlerin,
emirleri altında bulunmayanlara doğrudan doğruya disiplin cezası vermeğe
yetkili olmayışlarından doğabilecek sakıncaları gidermektedir. Maddenin işleyebilmesi
için disiplinin sağlanmasının gerekli oluşu ve müdahalede böyle bir
maksadın güdülüşü şarttır. ‘Disiplinin sağlanması için’ deyimi, hükmün
gereğini ve kapsamını açıkça ve kesinlikle çizmektedir. Bu, disiplini bozan
eyleme, olayı gören bir üstün el koyması, eylemi durdurması ve disiplini
yeniden kurması demek olup, disiplin hukuku kapsamına giren bir davranıştır
ve Anayasa’nın 30. maddesinde kabul edilen kavramı içinde tutuklama ve
yakalama ile hiçbir ilişkisi yoktur. Yine Anayasa’nın 14. maddesinin ikinci
fıkrasındaki kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti ile ilgili kurala gelince,
askeri disiplin hukuku alanında bu kuralın 118. maddenin son fıkrası hükmü
ile yumuşatılmış olduğunu kabul etmek gerekir. Hükmün, Askeri Ceza
Kanunu’nun disiplin cezalarına ilişkin 2. Kısmının aynı başlığı taşıyan 2.
Babı içinde yer alışı ve ceza hukuku kapsamına giren tutuklamanın 353
sayılı ve 25.10.1963 günlü Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun 1. Kısım 10. Bölümü ile düzenlemekte oluşu da bu görüşü ayrıca
desteklemektedir. Bilindiği üzere tutuklamaya ve yakalamaya ilişkin
hükümlerin yeri, ceza kanunları değil, usul kanunlarıdır. Askeri disiplinin
korunmasını sağlamak için yapılacak tutuklamaların 353 sayılı Kanun’un 71.
maddesinin (c) bendi ve 69. maddesiyle düzenlenmiş ve yetkinin mahkemelere
verilmiş bulunması ortaya itiraz konusu hükümle bir çelişme çıkarmış
değildir. Çünkü 169. maddenin, yukarıda da belirtildiği gibi, tutuklama ile
ilgisi yoktur. Nitekim eski 22.5.1930 günlü ve 1631 sayılı Askeri Mahkeme
Usulü Kanununda da askeri disiplinin korunması için tutuklama hükmüne yer
verilmiş ve bu konuda adli amirlere yetki tanınmış bulunuyordu (Sözü geçen
kanun: Madde 105/1-c ve 104). 169. maddede ‘muvakkat tevkif, mevkuf gibi
hükmün ereğini aşan deyimlerin yer alışı, bunların sadece sözlük anlamları
ile kullanılmış olmalarını akla getirir. Aksini düşünmek kendini apaçık
gösteren bir erek ve anlamı, sözcüklerin dar kalıbına göre biçime sokmak
olur ki böyle bir tutum hukukta olumlu, makûl bir yol değildir. Eğer 169.
maddenin niteliği ve kapsamı bakımından yanlış anlamlar ve uygulamalar
olmuşsa, böyle bir durumun, hükmün gerçek anlam ve kapsamını değiştirmesi
düşünülemez. Özetlenecek olursa: 169. maddenin Anayasa’ya aykırı bir yönü
yoktur; itirazın reddi gerekir...” denilmiştir.
Anayasa
Mahkemesi’nin gerekçesine yer verilen kararlarında da açıkça belirtildiği
üzere, Askeri Ceza Kanunu’nun olay tarihinde yürürlükte olan ‘’Disiplinin
temini için tevkif salahiyeti’’ başlıklı 169’uncu maddesindeki ‘’… her üst
emri altında olmayanları da disiplinin temini için muvakkat olarak tevkif
etmeğe veya ettirmeğe salahiyetlidir…’’ şeklindeki düzenlemede yer alan
‘’tevkif’’ sözcüğünün 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 353 sayılı
Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nda düzenlenen
‘’tutuklama’’ müessesesi ile benzer bir yanı olmayıp; bu sözcük, disiplini
bozan eyleme, olayı gören bir üstün el koyması, eylemi durdurması ve
disiplini yeniden kurması yetkisi veren, bu özelliği itibariyle de disiplin
hukuku kapsamına giren bir yaptırım mahiyetindedir. Bu niteliği
gözetildiğinde, incelemeye konu 8 saatlik özgürlükten yoksun kalma halinin
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve 142’nci maddelerinde
düzenlenen ‘’haksız tutuklama’’ karşılığı tazminat istemine konu teşkil
edebilmesi mümkün değildir.
Belirtilen
durumlara göre, dava konusu disiplinin temini için geçici (8 saatliğine)
olarak özgürlükten yoksun bırakılma işleminin, askeri gereklere, askeri
usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edildiğinin ve bu nedenle de
askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabulü gerekmekte olup, olayda idari
işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması”
koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşılmakla, davanın görüm ve
çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
3. Daire Başkanlığınca verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli
olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Başkanlığı’nın
05.04.2012 gün, E:2012/791, K:2012/733 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üyelerden Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR
ve Metin ULUKANLIGİL’in KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Sayın
çoğunlukça TSK’nde Astsubay olarak görev yapan davacının, haksız olarak tutuklandığı,
akabinde hakkında haksız olarak soruşturma yapılması neticesinde kişisel
haklarının, onur, gurur, şahsiyet değerleri ile askeri kariyerinin ağır bir
şekilde ihlal edilmiş olduğundan bahisle açtığı manevi tazminat davasının
askeri idari yargı yerinde görülmesi gerektiği şeklinde karar verilmiş ise
de aşağıda belirteceğimiz nedenlerle bu görüşe katılmadık.
Uyuşmazlığın
hallinin hangi yargı yerince çözüme kavuşturulmasının gerektiği hususunun
anlaşılabilmesi için dava konusunun niteliğine bakmak gerekmektedir. Dava
konusu hadise: Türk Silahlı Kuvvetlerinde astsubay olarak görevli davacının
bir toplantı esnasında üstü ile gelişen birtakım olaylar sonucunda
öncelikle geçici olarak tutuklanması, akabindeki süreçte Askeri Mahkeme’ce
bu olay nedeniyle yargılanması ve sonuçta beraat etmesi ve bu nedenle
tutuklanması nedeniyle bir miktar tazminat isteminden ibarettir.
Sayın
çoğunluk “davacının 8 saat süreyle tutuklu kalmasına dair işlemin kanuni
dayanağını 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 169. maddesi; (mülga madde
31/01/2013-6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu/45. md)
‘Disiplin Temini İçin Tevkif Salahiyeti’ başlığı altından düzenlenmiş
maddeye dayandırmış olup, bu maddede “ her mafevk emir altında olmayanları
da disiplinin temini için muvakkat olarak tevkif etmeğe veya ettirmeğe
salahiyetlidir. Ancak bu tevkif keyfiyeti gün ve saatiyle derhal mevkufun
disiplin amirine bildirilmelidir.” hükmü yer almaktadır.” diyerek davacının
bu madde uyarınca tutuklandığını, bu tutuklamanın bir tedbir mahiyetinde
olup idari işlem olduğunu ve bundan kaynaklanan davanın görümünün askeri
idari yargı yerinde olacağını belirtmiştir. İlk bakışta doğru bir saptama
olarak görünen bu görüş dava konusu hadiseye tam uymamaktadır. Zira davacı
hakkında bu tutuklamayı takiben yargısal işlem yapılmış ve bu tutuklama
işlemi salt bir disiplin tedbiri olarak uygulanmamış sonuçta yargısal
sürece bağlanmıştır. Bu durumda artık bu faaliyetin yargısal süreçten
ayrılarak çoğunluk kararındaki gibi salt idari bir tedbir olarak kabulü
olanaksızdır. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141’inci maddesinde,
“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında yakalanan, kanuna uygun
olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer
olmadığına veya beraatlarına karar verilen” kimselerin kanun konusunu
teşkil ettiği açıkça saptanmıştır. Bu durum mevcut iken, suç soruşturması
ve yargılama kapsamında yapılan geçici tutuklama faaliyetini idari işlem
olarak görüp, bundan doğan tazminat isteminin görüm ve çözüm yerini askeri
idari yargı olarak kabul etmek yasaya uygun değildir.
ÜYE ÜYE ÜYE
Mustafa
AYSAL Eyüp Sabri BAYDAR Metin ULUKANLIGİL
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/259
KARAR NO: 2013/518
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Jandarma er olarak
görev yapan davacının İlçe Jandarma Komutanlığı Trafik Timinin planlı
faaliyetlerinden olan sabit nokta kontrol görevini icra ettiği sırada
meydana gelen trafik kazası sonucu yaralanması nedeniyle açılan tazminat
davasının, 2918 sayılı Kanunun geçici 21’inci maddesi hükmü gözetildiğinde,
zarar doğuran eylem jandarmanın mülki görevi kapsamında bulunduğundan GENEL
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.Y.
Vekilleri
: Av. O.A., Av. S.A.
Davalı :
İçişleri Bakanlığı
O L A Y
: Davacı vekili dilekçesinde özetle, davacının Tunceli İli, Mazgirt İlçe
Jandarma Komutanlığında er olarak askerlik görevini ifa ederken, 27.08.2001
tarihinde Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı Trafik Timinin planlı
faaliyetlerinden olan sabit nokta kontrol görevini icra ettiği sırada
meydana gelen trafik kazası sonucu yaralandığını, terhis olduktan sonra
rahatsızlıklarının arttığını, SSK Erzurum Bölge Hastanesine müracaat
ettiğinde kendisine Grandmal Epilepsi Posttravmatik Sendromu tanısı
konulduğunu, bu hastalık nedeniyle iş gücünü % 50 oranında kaybettiğini, bu
malüllüğü nedeniyle, davalı kuruma noter kanalı ile müracaat edildiğini,
davalı kurumun bu müracaata cevap vermeyerek talebi zımnen reddettiğini
belirterek, söz konusu olay nedeniyle 60.000 TL maddi, 20.000 TL manevi
tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle askeri
idari yargı yerinde dava açmıştır.
Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi; 05.04.2006 gün, E:2005/478,
K:2006/314 sayılı kararı ile, davacının da içinde bulunduğu grubun ifa
ettiği görevin, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanununun
7/c maddesinde belirtilen askeri görevlerden olmayıp, aynı kanunun 7/a,d
maddelerinde belirtilen mülki ve diğer görevlerden olduğunu belirterek,
1602 sayılı AYİM Kanununun 20 nci maddesinde öngörülen ''askeri hizmete
ilişkin'' olma koşulunun gerçekleşmediğinden bahisle davanın görüm ve çözüm
yerinin genel idari yargı yeri olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş ve bu karar, yasa yoluna başvurulmayarak
kesinleşmiştir.
Davacı
vekili, aynı istemle bu kez genel idari yargı yerinde dava açılmıştır.
Ankara
3. İdare Mahkemesi; 24.05.2006 gün, E:2006/1348, K:2006/1210 sayılı kararı
ile, davanın görüm ve çözümünün Elazığ İdare Mahkemesinin yetkisinde
bulunduğunu belirterek, davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.
Elazığ
İdare Mahkemesi; 11.09.2007 gün, E:2006/1850, K:2007/2127 sayılı kararı ile,
davanın görüm ve çözümünün Malatya İdare Mahkemesinin yetkisinde
bulunduğunu belirterek, davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.
Malatya
İdare Mahkemesi; 31.01.2012 gün, E:2007/1853, K:2012/1285 sayılı kararı
ile, davanın görüm ve çözümünün Elazığ İdare Mahkemesinin yetkisinde
bulunduğunu belirterek, davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.
Elazığ
1. İdare Mahkemesi; 17.05.2012 gün, E:2012/1047 sayılı kararı ile,
davacının askerlik görevini ifası sırasında nokta kontrolü görevinin
tamamlanması üzerine askeri araç ile dönerken geçirmiş olduğu trafik
kazasından dolay uğranıldığı iddia olunan zararın, askeri kural ve
talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker
kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin ''askeri
hizmete ilişkin bulunması'' ve ''asker kişiyi ilgilendirmesi'' koşullarının
birlikte gerçekleştiğini belirterek, davanın görüm ve çözümünde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğunu belirterek, görevli yargı
yerinin belirlenmesi için dosyanın 2247 sayılı yasanın 19.maddesi uyarınca
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin E:2005/478 sayılı dava dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve M. Aydan AL’ın katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; askeri ve idari yargı yerleri
arasında 2247 sayılı yasa’nın 19.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren
mahkemece, askeri yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde genel
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tuncay
DÜNDAR ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada
genel idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacının Tunceli/Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığında er olarak askerlik
görevini ifa ederken, 27.08.2001 tarihinde Mazgirt İlçe Jandarma
Komutanlığı Trafik Timinin planlı faaliyetlerinden olan sabit nokta kontrol
görevini icra ettikten sonra dönüş yolunda meydana gelen trafik kazası
sonucu uğradığı iddia olunan maddi ve manevi tazminatın davalı idarece
ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın
125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam
yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine
girdiği tartışmasızdır.
Anayasa’nın
157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı
denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının
aranmayacağı belirtilmiş, 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın
25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı
hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya
bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi
ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte
gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri
öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
İdari
eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların
Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi
amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi
de, askeri kural ve gelenekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet
sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay
olarak tanımlamak olanaklıdır.
İdari
eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye
yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı
sahasında meydana getirmiş olması gerekir.
Olayda,
idari eylemden dolayı zarar görenin asker kişi olduğunda tartışma yok ise de,
tazminatın konusunu oluşturan zararın jandarmanın eyleminden doğması
nedeniyle, yürütülen hizmetin niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.
2803
sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun, 3. maddesinde,
jandarma “silahlı askeri bir güvenlik ve kolluk kuvveti” olarak
tanımlanmış, 7. maddesinde, görevleri: a)Mülki, b)Adli, c)Askeri ve d)Diğer
görevler başlıkları altında tasnif edilmiş; “Askeri görevleri”, askeri
kanun ve nizamların gereği görevlerle Genel Kurmay Başkanlığınca verilen
görevleri yapmak olarak belirtilmiş; “Mülki görevleri” ise, emniyet ve
asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak, kollamak, kaçakçılığı men,
takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri
almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış
korunmalarını yapmak olarak sayılmıştır.
Davacının
Tunceli/Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığında askerlik hizmetini yapmakta
iken, olay günü Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı Trafik Timinin planlı
faaliyetlerinden olan sabit nokta
kontrol görevini icra amacıyla gidilen görevden Mazgirt İlçe merkezine
askeri araçla dönülmekte olduğu sırada karşı yönden gelmekte olan sivil
şahıs sevk ve idaresindeki araca çarpması sonucu meydana gelen olayda,
davacının da içinde bulunduğu grubun ifa ettiği görevin 2803 sayılı
Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanununun 7/c maddesinde belirtilen
''askeri görev'' lerden olmayıp, aynı Kanunun 7/a,d maddelerinde belirtilen
''mülki ve diğer görevler'' den olduğu anlaşılmakta olup, idari eyleme
maruz kalanın asker kişi olmasının hizmetin niteliğini değiştirmeyeceği
açıktır.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu yasadan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir” denilmiş olup, geçici 21.maddesinde ise “Bu
Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin
hükmü,yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Davacının
uyuşmazlığa konu olaya ilişkin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne dava
açtığı tarih 07.06.2005 olup, geçici 21.madde nazara alındığında 2918
sayılı Yasanın 110.maddesinin somut olaya uygulanamayacağı anlaşılmıştır.
Belirtilen
durumlara ve yasal düzenlemelere göre olayda idari eylemin askeri hizmete
ilişkin bulunması koşulu gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünde
genel idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Elazığ 1. İdare Mahkemesi’nce
yapılan başvurunun reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde GENEL İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Elazığ
1. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/286
KARAR NO: 2013/519
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
D. İnş. Turz. ve Telekominikasyon Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. N.Ö.
Davalı :
1- İstanbul Valiliği
2- Emniyet Müdürlüğü C Bölgesi Trafik
Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan
incelemede 34 DV ….. plaka sayılı aracın amaç dışı kullandırıldığının (korsan
işletildiği) tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesi uyarınca, sürücü belgesi sahibi L.Ç. adına
26.4.2012 tarih ve GK-161323 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 650 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu
tutanağa istinaden davacı adına düzenlenen Araç Trafikten Men Tutanağı ile
araç 15 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı vekili, idari para cezası ile aracın 15 gün süre
ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle adli
yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
PENDİK 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.10.2012 gün ve
D.İş:2012/501 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş,verilen
karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
İSTANBUL
1. İDARE MAHKEMESİ: 22.11.2012 gün ve E:2012/2075, K:2012/2014 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de, Başkanlık yazısıyla
adli yargı dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve
aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal
edilmesi istemiyle açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesinde, “(Ek: 17/10/1996 - 4199/43 md. Değişik: 21/5/1997 - 4262/4
md.), Araçlarını motorlu araç tescil ve trafik belgesinde gösterilen
maksadın dışında kullananlar ile sürülmesine izin veren araç sahipleri 14
400 000 lira para cezası ile cezalandırırlar.
Ayrıca,
araç onbeş gün süre ile trafikten men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 15 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir meslek
ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın onbeş gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi
zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve sulh ceza
mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19.
maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın onbeş gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi
uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 15 gün süre ile trafikten men
edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate
alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 15 gün
süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2012/2075,
K:2012/2014 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/288
KARAR NO: 2013/520
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A. Turz. Oto. San. ve Dış Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. O.A.
Davalı : İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü
Silivri Bölge Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğü
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede davacı adına
kayıtlı 34 VE ….. plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının
tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek
2/3. madde ve fıkrası uyarınca, sürücü belgesi sahibi B.Ç. adına,
10.08.2012 tarih ve GN-969705 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiştir.
Davacı
vekili, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
SİLİVRİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 22.10.2012 gün ve D. İş:
2012/620, K:2012/620 sayı ile, itiraza konu araç hakkında “araç trafikten
men tutanağı” düzenlendiği de anlaşıldığından, 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının
görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün
idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, 34 VA 6541 plaka sayılı aracın,
belge alınmaksızın yolcu taşıdığından bahisle; 2918 sayılı Kanun’un Ek 2/3.
madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına düzenlenen 17.8.2012 tarih ve
191464 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı’nın iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
10. İDARE MAHKEMESİ: 1.11.2012 gün ve E:2012/1381, K:2012/1891 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacının,
10.8.2012 tarih ve GN-969705 sayılı trafik cezasının iptali istemiyle
İstanbul 10. İdare Mahkemesi’ne açtığı davada, Mahkemece E:2012/1381,
K:2012/1891 sayılı karar ile davanın görev yönünden reddine karar
verildiğini, böylece idare mahkemesinin bu kararı ile Silivri 2. Sulh Ceza
Mahkemesi’nin 2012/620 D.İş sayı ile verdiği görevsizlik kararı arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürerek, görev uyuşmazlığının
çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi talebini içeren
dilekçesi üzerine, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce idari yargı dosyası
görev uyuşmazlığının çözümü istemiyle Mahkememize gönderilmiş, Başkanlık
yazısıyla da adli yargı dosyası getirtilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan
itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne
alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı
üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte
olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli
olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra:
23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına
ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte
dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın
27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya
görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 2918 sayılı
Kanun’un Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, 34 VE 3755 plaka sayılı
araç hakkında, sürücü belgesi sahibi B.Ç. adına verilen 1.950,00 TL
tutarındaki idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerine
itirazda bulunduğu ve Mahkemece görevsizlik kararı verildiği, bu işlem ile
ilgili olarak idari yargı yerine dava açılıp açılmadığı konusunda bir bilgi
olmadığı gibi, idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı da
olmadığı, 34 VA 6541 plaka sayılı araç hakkında düzenlenen “araç trafikten
men tutanağı”nın iptali istemiyle de idari yargı yerinde dava açtığı,
Mahkemece davanın görev yönünden reddine karar verildiği, bu işlem ile
ilgili olarak adli yargı yerine dava açılıp açılmadığı konusunda bir bilgi
olmadığı gibi, adli yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı da
olmadığı, ancak davacının sözü edilen bu iki görevsizlik kararı arasında
olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürerek, uyuşmazlığın giderilmesi
istemiyle Mahkememize başvurduğu anlaşılmıştır.
Bu durumda, adli
ve idari yargı yerlerince tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava
sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması nedeniyle,
başvurunun aynı Kanun’un 27. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi
gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen
koşulların oluşmaması nedeniyle BAŞVURUNUN, aynı Kanun’un 27. maddesi
uyarınca REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/301
KARAR NO: 2013/521
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle
başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
S.K. adına Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası
Vekili
: Av.R.T.
Davalı
: Türk Telekom A.Ş.
Vekili : Av. C.G.E.
O L A
Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev
yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
4.1.2011 tarihinde Çivril Devlet Hastanesi emrine atanmıştır.
Davacı 5.1.2011 tarihli dilekçesiyle,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği 6.1.2011 gün ve
156 sayılı işlemle reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı Kurum işleminin iptaline
karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli İdare Mahkemesi: 15.3.2011 gün ve
E:2011/228, K:2011/237 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği
tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom
A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş, bu karar temyiz edilmiştir.
Danıştay
5. Daire Başkanlığı: 14.12.2011 gün ve E:2011/4876, K:2011/7487 sayı ile,
imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili
kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi
kaM.l ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri
ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı
kaM.l görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında
tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna
varılmakta olduğu aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle
davacının temyiz isteminin kabulüyle Denizli İdare Mahkemesince verilen
kararın bozulmasına karar vermiş, Mahkemece bozma kararına uyulmuştur.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
DENİZLİ İDARE MAHKEMESİ: 3.10.2012 gün ve
E:2012/852 sayı ile, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesi hükümleri uyarınca,
kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi
feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu
personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması
görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T.Telekomünikasyon
A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete
göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla
T.Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin kamu
görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu
kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu
görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu
nedenle maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz
olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın
görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, gerekçesiyle,
davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine
karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin
fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki
uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi
düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile
maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 04/01/2011 tarihinden itibaren
ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile
ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden
kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, davanın
açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş arasındaki
uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde
adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un
10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına,
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda;
Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten
kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde
çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen
hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri
uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam
edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar
Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü,
4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a)
Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu
payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu
üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına
sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.
(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında
kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre
istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından
tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında
da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin
kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı
kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri
arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Denizli İdare Mahkemesi’nin 3.10.2012 gün ve
E:2012/852 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/302
KARAR NO: 2013/522
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka
kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı
: İ.A:
Davalı
: Türk Telekom A.Ş.
Vekili :
Av.C.G.E.
O L A
Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev
yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın
22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı,
13.12.2010 tarihinde Denizli Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü Ahmet Sami
Uslu İlköğretim Okulu Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı 26.1.2011 tarihli dilekçesiyle,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği 26.1.2011 gün ve
548 sayılı işlemle reddedilmiştir.
Davacı; davalı Kurum işleminin iptaline karar
verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli İdare Mahkemesi: 5.5.2011 gün ve
E:2011/717, K:2011/417 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği
tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom
A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş,
bu karar temyiz edilmiştir.
Danıştay
5. Daire Başkanlığı: 14.12.2011 gün ve E:2011/6279, K:2011/7480 sayı ile,
imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili
kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi
kaM.l ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri
ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı
kaM.l görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında
tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna
varılmakta olduğu aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle
davacının temyiz isteminin kabulüyle Denizli İdare Mahkemesince verilen
kararın bozulmasına karar vermiş, Mahkemece bozma kararına uyulmuştur.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
DENİZLİ İDARE MAHKEMESİ: 20.9.2012 gün ve
E:2012/851 sayı ile, imtiyaz Sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmek
hakkını elde eden davalı şirkete, devir sonrasında yetişmiş personel
yetersizliği nedeniyle doğabilecek aksaklıkların önüne geçilebilmesi için,
406 sayılı Yasa hükümleri ile tanınan ayrıcalıkların sonucu olarak bünyesinde
belli süre ile çalışmaya devam eden söz konusu personelin kamu kurumlarına
naklen atanmasının sağlanması amacıyla kimi görevler yüklendiği; bu
görevler kapsamında 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirket tarafından,
hak sahibi personelinin Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi,
bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı
parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi,
personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemlerin bulunduğu; bu durumda, imtiyaz sözleşmesi ile bir
kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle diğer
özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kaM.l ayrıcalıklara ve
yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına
nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kaM.l görevler
yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği
işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu gerekçesiyle, davalı
idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar
vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer
aldığı; bu duruma göre, davalı Türk
Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı
ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren
yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam
ve tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 31/8/2010
tarihinden itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin
yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali
talebinden kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı"
başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar
hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu
kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması
karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava
bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara
göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen
kuruluş arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na
gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin
(a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl
tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür
ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve
Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda
istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda
öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmüne yer verilmiş; bu
bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda;
“a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki
kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu
üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına
sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır.
(Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında
kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre
istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından
tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında
da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini
atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala
bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında
çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış
olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine
karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde ADLİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Denizli İdare Mahkemesi’nin 20.9.2012 gün ve E:2012/851 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/338
KARAR NO: 2013/523
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Emekli Sandığı (Devredilen) emeklisi olan davacının, serbest diş hekimine
yaptırdığı diş tedavisine ait fatura bedelinin ödenmeyen kısmının ödenmesi
istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Ö.G.
Vekili :
Av. M.Ü.
Davalı :
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü)
Vekili :
Av. M.U.
O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde
müvekkilinin, diş rahatsızlığı nedeniyle Yeşilyurt H. Çalık Devlet
Hastanesi’ne başvurduğunu, hastanenin ise tedavisinin yapılamayacağını
belirterek, 13.8.2008 tarihinde davacıyı özel sağlık kuruluşuna sevk ettiğini;
özel sağlık kuruluşunda tedavi olan davacının tedavi nedeniyle 3.652.00 TL
ücret ödediğini, bu ücretin 388.00 TL’sinin davalı idare tarafından
karşılandığını ancak geri kalan 3.264.00 TL farkın davalı idarece
ödenmediğini ileri sürerek, davacı tarafından diş hekimine ödenen davalı
idarece davacıya ödenmeyen 3.264.00 TL’nin dava tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
ANKARA
6. İDARE MAHKEMESİ: 16.12.2009 gün
ve E:2008/1843, K:2009/1829 sayı ile, 5510 sayılı Yasa’nın 101. maddesinden
söz ederek, kanun kapsamında bulunan emekli sandığı emeklilerinin tedavi
giderlerine ilişkin uyuşmazlıkların da Kanun’un 101. maddesi hükmü uyarınca
iş mahkemelerince çözümleneceği açık olduğundan, iş bu davanın çözümünün
İdari Yargı’nın görev alanı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın görev
yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
vekili, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Malatya
İş Mahkemesi: 29.7.2010 gün ve E:2010/248,
K:2010/446 sayı ile, davanın kabulü ile, diş tedavisi giderinin dava
tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalı kurumdan
alınarak davacıya verilmesine karar vermiş, bu karar davalı idare vekilince
temyiz edilmiş, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 22.3.2012 gün ve
E:2010/13715, K:2012/5701 sayılı kararı ile, Emekli Sandığı’na bağlı pasif
sigortalı olan davacının, davaya konu tedavisinin, sağlık sigortası
açısından Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredildiği 15.10.2008 tarihinden önce,
13.8.2008 tarihinde başladığı gözetildiğinde, uyuşmazlığın çözümünün idari
yargının görev alanına girdiği gözetilerek, dava dilekçesinin görevsizlik
nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek karar
verilmiş olmasının, usul ve yasaya aykırı olduğu ve bozma nedeni olduğu, o
halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazlarının kabul
edilerek hükmün bozulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
MALATYA İŞ MAHKEMESİ: 29.11.2012 gün ve E:2012/554,
K:2012/1088 sayı ile, bozma kararına uyarak, dava dilekçesinin yargı yolu
uyuşmazlığı nedeni ile görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar
kesinleşmiştir.
Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen
görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi
istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının
15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği
ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Emekli Sandığı’na (Devredilen) tabi olan
davacının, serbest diş hekimine yaptırdığı diş tedavisine ait 3.652.00 TL
tutarındaki fatura bedelinin ödenmesi istemiyle yaptığı başvuru sonucu
davalı idarece tarifeye göre yapılan 388.00 TL ödemenin dışında ödenmeyen
ve tarifeyi aşan kısmı olan 3.264.00 TL’nin işleyecek yasal faiziyle birlikte
ödenmesi istemiyle açılmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden Emekli Sandığı (Devredilen) tabii olan davacının; diş
tedavisinin hastanelerinde 90 gün içinde yapılamayacağından bahisle
Yeşilyurt H. Çalık Devlet Hastanesinin reçetesi ile serbest diş hekimine
sevk edildiği; bu sevke istinaden davacıya serbest diş hekimince diş
tedavisi uygulanarak, 24.10.2008 tarihli, 3.652,00 TL miktarlı serbest meslek makbuzu düzenlendiği; Davacının, tedavi bedelinin
ödenmesini istediği ancak, İdarece,
davacıya ödeme emrine istinaden 388.00 TL ödendiği, bunun üzerine Davacı vekili tarafından,
müvekkiline yapılan 388.00 TL ödemenin dışında, kendisine ödenmeyen ve
tarifeyi aşan kısmı olan 3.264.00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi istemiyle, dava açıldığı
anlaşılmıştır.
31.5.2006
tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine
göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar
(Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım
Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları),
devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı
İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik
ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı
emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir
sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali
amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111,
K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte,
bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu
görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c
maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen
17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler
yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle,
5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510
sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında
olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri
hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754
sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa
Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E:
2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
5510
sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin
uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde
görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla
(RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz
konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu
gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu
gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri
bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri
olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca,
bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı
Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak;
ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun
yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet
gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak
bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır.
5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve
yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara
ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya
devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim
esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin
niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın
bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması
ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin
görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda
açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde
bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik
mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki
uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”
Yukarıda
sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte
değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur
ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere
5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri
bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak,
bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak
çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu
Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı
Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı
dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.
Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın
158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev
uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca
Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı
tartışmasızdır.
Bu
durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla
5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve
ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak
kazanacaklar yönünden Sosyal
Güvenlik Kurumunca
tesis
edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem”
niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki,
şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı
tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde
görüleceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Ankara 6. İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 16.12.2009 gün ve E:2008/1843,
K:2009/1829 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/339
KARAR NO: 2013/524
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Sigortalı araç için araç sahibine ödemede bulunan
sigorta şirketince, zararın giderilmesi istemiyle idare aleyhine açılan
davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A. Sigorta A.Ş.
Vekili :
Av. M.U.
Davalı :
Karayolları 148. Şube Şefliği’ne İzafeten Hazine
Vekili :
Av. A.D.
O L A Y
: Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkili şirket tarafından kasko
sigortası ile sigortalı bulunan ve Y.M.’ya ait olan 10 VN ... plakalı
aracın, davalının yol çalışması yaparken hiçbir uyarıcı işaret ve levha
koymaksızın 50 cm
yüksekliğinde asfalt malzemesi dökmesi sonucu sigortalının dökülen asfalt
malzemesinin üzerine çıktığını ve tek taraflı ve maddi hasarlı trafik
kazasının meydana geldiğini; kaza tespit tutanağında davalı idarenin asli
kusurlu olarak belirlendiğini; davacı şirketin 10.018,34 TL olan zararın
tamamını sigortalıya ödediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydıyla kusur oranına göre 7.513.76 TL’nin ödeme tarihinden
itibaren avans faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
GEDİZ
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 19.1.2011
gün ve E:2010/634, K:2011/13 sayı ile, davalı Karayolları Genel
Müdürlüğü’nün kamu hizmeti yapmakla yükümlü olduğu, bu nedenle davalı
idarenin yasa gereği yapmak zorunda bulunduğu kamu hizmeti sırasında
kusurlu davranışından dolayı tazminat isteminin, hizmet kusuru nedeniyle
tam yargı davası niteliği taşıdığı, adli yargıda görülemeyeceği, iş bu
davanın idari yargıya açılması gerektiği görülmekle davanın görev yönünden
reddi gerektiği gerekçesiyle davacının davasının yargı yolu farklılığı
dolayısıyla görevsizlik nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar davacı
vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 13.2.2012 gün ve
E:2011/6907, K:2012/1474 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ESKİŞEHİR
1. İDARE MAHKEMESİ: 11.5.2012 gün ve
E:2012/469, K:2012/388 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 110. maddesinden söz ederek, motorlu araç kazalarından dolayı
karayolunun bakım ve işletmesinden sorumlu olan kamu kurumlarının hukuki
sorumluluğuna ilişkin olarak açılan davaların adli yargı yerinde görüleceği
gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karara davacı
vekilince itiraz edilmiş, Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi’nin 22.11.2012
gün ve E:2012/731, K:2012/777 sayılı kararıyla onanmak suretiyle
kesinleşmiştir.
Davacı
vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle
oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda
bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Bahri AYDOĞAN, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının
15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği
ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece
giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında
can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik
güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve
denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında
uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları
trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli
görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları
koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve
yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların
sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan
sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi
olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu
maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği
tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış
bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi
ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın 29.6.2010
tarihinde geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu
olay neticesinde şirkete sigortalı
vasıtada 7.513.76 TL’lik hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar
bedelinin sigortalı vasıta sahibine 6.6.2011 tarihinde ödendiği, ibraz
edilen zabıt varakasına göre olayın meydana gelişinde davalı idarenin yol
kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına
tazminat ödeyen şirketin kusur
nispetine göre fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere avans faiziyle
birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Belediye aleyhine idare mahkemesinde açılan başka bir
tazminat talepli tam yargı davasında, İdare Mahkemesi 2918 sayılı Yasanın
110.maddesinin 1.fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin Anayasaya aykırı
olduğu kanısına varmış, İdare Mahkemesinin bu iki cümlenin iptali istemiyle
yaptığı başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi 8.12.2011 gün ve E:2011/124, K:2011/160
sayı ve 8.11.2012 gün ve E:2012/118, K:2012/170 sayılı aynı içerikli iki
kararı ile; “2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 110. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun’dan doğan sorumluluk
davalarının adli yargıda görüleceği öngörülmektedir. İtiraz başvurusunda
bulunan mahkeme ise idare mahkemesi olup davaya bakmakta görevli ve yetkili
mahkeme değildir.
Başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği
nedeniyle reddi gerekir.” kararına varmıştır.
Bu durumda, 2918
sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa
Mahkemesi’nin benzer bir konuda İdare Mahkemesi’nin davaya bakmakla görevli
bulunmadığı yolundaki kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun
maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin
sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri
kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve
yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili
kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma
usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak
sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu;
meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Gediz Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.1.2011 gün ve E:2010/634,
K:2011/13 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/340
KARAR NO: 2013/525
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi
uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, özelleştirme tarihinden sonra
tesis edilen işlemin iptali istemiyle
açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
İ.A.
Vekili :
Av. Ö.G.
Davalı :
Türk Telekom A.Ş.
Vekili :
Av. S.K.
O L A Y
: İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa’nın Ek 29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen dava 2.5.2006 tarihinde Kafkas Üniversitesi
Rektörlüğü emrine atanmıştır.
Davacı
26.10.2010 tarihli dilekçesiyle, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini
istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir.
Davacı
vekili, davalı idarenin zımni ret işleminin iptaline karar verilmesi
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ERZURUM
2. İDARE MAHKEMESİ: 17.2.2011 gün ve
E:2011/169, K:2011/117 sayı ile, davalı şirketin idari nitelikte bir işlem
tesis etme yetkisi bulunmadığı gibi, 4046 sayılı Yasa hükmü uyarınca dava
konusu ihtilafın adli yargının görevine girmesi nedeniyle, uyuşmazlığın
Mahkemelerince incelenerek sonuçlandırılma olanağı bulunmadığı gerekçesiyle
davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı
vekili aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Iğdır 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla): 27.6.2011 gün ve E:2011/198, K:2011/458 sayı ile, davanın
kabulü ile; davacı için davalı kurum tarafından düzenlenen 2.5.2006 tarihli
maaş nakil ilmuhaberinin iptali ile 22.6.2011 tarihli bilirkişi Av. Özgür
Kurban Gül’ün raporunda belirtilen hesaplama bölümündeki değerler üzerinden
maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesine, karar vermiş, bu karar
Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 9. Hukuk
Dairesi’nin 10.9.2012 gün ve E:2012/25488, K:2012/28073 sayılı kararı ile,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 7.4.2011 gün ve E:2011/55-205
sayılı kararından söz ederek, Dairelerince de benimsenen bu karara göre
uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
IĞDIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ
SIFATIYLA): 6.12.2012 gün ve E:2012/601, K:2012/606 sayı ile, bozma
kararına uyarak, mahkemelerinin görevli olmayıp İdare mahkemesi görevli
olduğundan görevsizliğine, dosyanın idari yargı tarafından görevsizlik
kararı verildiğinden uyuşmazlığın çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesine
görevli yargı yerinin belirlenmesi için gönderilmesine, karar vermiş, bu
karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Dosya üzerinde 2247
sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, olay kısmında
belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari
yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve
kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “ Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii
davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa,
gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı
yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı
yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının,
görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin
incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasa
koyucu, 14. maddeye göre olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki
yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme
ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren
yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden
doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince, görevsizlik kararı verilerek
işten el çekildiğine göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 14. maddede
öngörülen şekilde olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş bulunmaktadır.
Bu durumda, görevsizlik kararı vererek işten el çeken
adli yargı yerinin başvurusunun, 19. madde kapsamında görülemeyeceği gibi,
14. maddeye göre de hukuk uyuşmazlıklarında dikkate alınmayacağı açıktır.
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Ancak,
adli yargı kararının kesinleşmesi üzerine, davacı vekilince dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi istemiyle
dilekçe verilmediği dikkate alınarak, adli yargı yerince,
2247 sayılı Yasa’nın
19. maddesine göre
başvuruda bulunulmuş olduğu, ekinde idari yargı kesinleşme
şerhli örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule
ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli
ve idari yargı yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’nın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte yandan;
406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen
üçüncü cümlede, “Ancak,
Türk Telekom’daki kamu
payı %50’nin altına
düştüğünde,
Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa
ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile
de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi
Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146
sayılı “Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle
yürütülür. Bu personel
hakkında bu Kanunda
öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş
mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere
ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmüne yer
verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6.
md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk
Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna
atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12
md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir.
İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim
Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin
ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının
aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu
tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82
İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan,
aynı
Yasa
maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon
A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim
Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle
yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom da ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüz seksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekom da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa
koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar
ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046
sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun zımnen reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine
karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Iğdır 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi sıfatıyla)
19.madde kapsamında görülen başvurusunun reddi ile ayrıca verilen
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Iğdır 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 6.12.2012 gün ve E:2012/601,
K:2012/606 sayılı 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/341
KARAR NO: 2013/526
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Bir özel hastanede verilen sağlık hizmetinin
yeterli olmadığı nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi tazminat
isteminin ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
U.K.
Vekili :
Av. Ü.D.
Davalılar
: 1- T.C. Sağlık Bakanlığı
(Adli Yargıda)
Vekili :
Av. E.U.
2- Ö.B.A.
Hastanesi
C.H.E. Özel
Sağ.ve Özel Eğt.Hizm.Tur. Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş.
Ö.B.A.
Hastanesi
C.H.E. Özel
Sağ.ve Özel Eğt.Hizm. Tur. Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş.(İdari Yargıda)
O L A Y
: Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacının 15.9.2011 günü, saat 4:00 de kasık
ağrısı şikayeti ile Karşıyaka Devlet Hastanesi’ne başvurduğunu, burada
yapılan tedavinin yeterli olmaması nedeniyle aynı gün saat 8:00 de davalı
şirkete ait Central Hospital Hastanesi’ne gittiğini, yine kendisiyle
yeterince ilgilenilmediği nedeniyle Ege Üniversitesi’ne tedavi için
gittiğini; Ege Üniversitesi’nde sağ testisinde torsiyon teşhisi ile
ameliyata alındığını ileri sürerek, uygulanan yanlış teşhis ve tedavi
nedeniyle uğranıldığı belirtilen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle
Sağlık Bakanlığı ve Ö.B.A. Hastanesi C.H.E. Özel Sağlık ve Özel Eğitim
Hizm. Tur. Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş.’ye karşı adli yargı yerinde dava
açmıştır.
İZMİR 9.
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 30.12.2011
gün ve E:2011/592, K:2011/708 sayı ile, davacının teşhis ve tedavi için
Sağlık Bakanlığı Karşıyaka Devlet Hastanesine müracaat ettiği, yapılan
muayene ve teşhis sonucu zarar gördüğünden Sağlık Bakanlığı aleyhine maddi
ve manevi zararlarının giderilmesi için Tazminat talebinde bulunduğu HMK
30. maddesi gereği “Hakim yargılamanın makul süre içerisinde düzenli bir
biçimde yürütülmesi ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür”
düzenlemesi karşısında usul ekonomisi ve daha az yargılama gideri yapılması
amacıyla tensip aşamasında dosya üzerinden yapılan inceleme ile mahkemelerinin
görevsizliğine, talep dilekçesinin görev yönünden reddi gerektiğine karar
verildiği, Kamu görevlisinin görevini yaparken kusurlu davranışı sonucu
oluşan zararının giderilmesinde hizmet kusuru mu yoksa hizmetten
ayrılabilen kişisel kusurun mu olacağının tespiti gerektiği, kamu
hizmetinin gerçek kişi konumundaki kamu görevlileri ve bunların
kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirileceği, kamu görevlilerinin
veya kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı
kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında kişilerin zarar görmesi sonucu
meydana gelen kusurun kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturduğu, kamu
görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmenin mümkün olmadığı,
davacının da bu nedenle Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açtığı, Anayasanın
129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddesi gereğince davanın İdari
Yargıda açılması gerektiği, davalının kamu görevlisi olduğu, görevi ile
ilgili eylemlerden dolayı dava açıldığından husumetten davanın reddi gerektiği,
tüm dosya kapsamından anlaşıldığı, davacının rahatsızlığı nedeniyle
başvurduğu Sağlık Bakanlığına bağlı olan Karşıyaka Devlet Hastanesinde
yapılan teşhis ve tedavi sonucu zarar gördüğünden kamu idaresine karşı
açılacak maddi ve manevi tazminatın İdare Mahkemesi’nin görevinde
bulunduğundan mahkemelerinin yargı yolu bakımından görevsizliğine, talep
dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerektiği, gerekçesiyle
dava yolu bakımından dava dilekçesinin reddine karar vermiş, bu karar
davacı vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 19.4.2012
gün ve E:2012/4456, K:2012/6922 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Davacı
vekili bu kez aynı istemle Ö.B.A. Hastanesi C.H.E. Özel Sağlık ve Özel
Eğitim Hizm. Tur. Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş. ile T.C. Sağlık Bakanlığı’na
karşı idari yargı yerinde dava açmıştır.
İzmir 4. İdare Mahkemesi: 20.9.2012 gün ve E:2012/1621, K:2012/1656 sayı ile, davalı
olarak gösterilen iki hasmın, davanın yürütümünde farklı mahkemelerin
görevli olduğu ve anılan davalı kurumlara karşı açılacak davalar arasında
hukuki bağlantı bulunmadığının anlaşıldığı her bir davalı kurum yönünden
tazminat tutarları ayrı ayrı belirlenmek suretiyle yeniden düzenlenecek
dilekçe ile dava açılması gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine
karar vermiştir.
Davacı
vekili bu kez Ö.B.A. Hastanesi C.H.E. Özel Sağlık ve Özel Eğitim Hizm. Tur.
Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş.’ni hasım göstererek idari yargı yerindeki dava
dilekçesini yenilemiştir.
İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ: 7.11.2012 gün ve E:2012/1873, K:2012/1916 sayı ile, davacı
tarafından, yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen
zararın tazmini istemiyle özel bir sağlık kuruluşu olan davalı şirkete dava
açılmış olup, idari bir işlem ya da eylemden doğmuş ve idari yargının görev
alanına giren bir tam yargı davasından söz edilmesinin mümkün bulunmadığı,
bu durumda; zararı doğuran eylem, idari eylem niteliğinde olmadığından ve
ortada idari yargının görev alanına giren idareye karşı açılmış bir dava
bulunmadığından, özel bir sağlık kuruluşu olan davalı şirkete karşı özel
hukuk hükümlerine dayanılarak adli yargıda tazminat davası açılması
gerektiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu
karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili adli ve idari yargı yerleri tarafından
verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Adli ve
idari yargı yerleri arasında konusu, sebebi ve davacısı aynı olan davada,
davalı Ö.B.A. Hastanesi C.H.E. Özel Sağlık ve Özel Eğitim Hizm. Tur. Tıbbi
Malz. San. Tic. A.Ş. yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının
15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği
ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından görev uyuşmazlığının uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının
rahatsızlanması sonucu özel hastanece yapılan teşhis ve tedavinin yanlış
olduğu nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen maddi ve manevi zararın
tazmini istemiyle açılmıştır.
Olayda davalı konumunda bulunan Ö.B.A. Hastanesi’nin Türk
Ticaret Kanunu hükümleri uyarınca kurulan Anonim Şirket olması nedeniyle
kamu tüzel kişisi (idare) olmadığı anlaşılmaktadır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı
yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari
dava türleri şunlardır:
a) (İptal:
Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile;
Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından
açılan iptal davaları, b)
İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar” denilmiştir.
İdari
davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir
başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı
davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanısıra, davanın
idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde gerçek
kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
Bu
durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve
esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya
eyleminden dolayı hak ve menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine
açılmış 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri
olmayıp, gerçek kişi ve özel hukuk tüzel kişisi aleyhine açılan tazminat
davası olması karşısında, idari yargının görevine giren bir dava
bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.
Buna
göre, davalı özel hastanenin sunmuş olduğu sağlık hizmetindeki
aksaklıklardan dolayı davacının uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi
zararın davalı şirket tarafından ödenmesi istemiyle açılan davanın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli
bulunmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan
Asliye Hukuk Mahkemesinin Ö.B.A. Hastanesi C.H.E. Özel Sağlık ve Özel
Eğitim Hizm. Tur. Tıbbi Malz. San. Tic. A.Ş. yönünden verilen görevsizlik
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.12.2011 gün ve
E:2011/592, K:2011/708 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/380
KARAR NO: 2013/527
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2547 sayılı Yasanın 35.maddesi uyarınca başka bir
üniversitede görevlendirilen davacının taahhüt ve kefalet senedinin iptali
istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Ö.K.
Vekili : Av. M.B.
Davalı :
Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili : Av. S.D.
O L A Y
: Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin Erciyes Üniversitesi adına
Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı Kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Lisansüstü eğitimini alması nedeniyle davalı Erciyes Üniversitesi ile
imzalamış olduğu Ankara 49. Noterliği’nin 27.10.2005 gün ve 22469 yevmiye
numaralı kefalet senedine göre yerine getirmesi gereken mecburi hizmet
yükümlülüğünün ve kefalet senedinin iptali istemiyle davalı idareye vermiş
olduğu 10.2.2012 günlü dilekçesindeki talebinin reddine ilişkin Davalı Üniversitenin
17.2.2012 gün ve 1442 sayı işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı
idare vekilince birinci savunma dilekçesinde, taahhüt ve kefalet senedinin
davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanıp idareye karşı
taahhütle bulunulduğunu, taraflar arasında yüklenme ve kefalet senedinden
doğan alacak borç ilişkisi nedeniyle özel hukuk hükümlerine göre adli
yargının görevli olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunulmuştur.
KAYSERİ 1. İDARE
MAHKEMESİ; 1.6.2012 gün ve E:2012/294
sayı ile, 2547 sayılı Yasa’nın 35., 2914 sayılı Yasa’nın 20. ve Bir
Üniversite Adına Bir Diğer Üniversitede Lisansüstü Eğitim Gören Araştırma
Görevlileri Hakkında Yönetmeliğin 4. maddelerinden söz ederek, davalı
idarenin kamu gücüne dayalı olarak tesis ettiği mecburi hizmet
yükümlülüğünden kaynaklanan işlemin idari yargıda görülen iptal davalarının
konusuna girdiği sonucuna varıldığı, gerekçesiyle görev itirazının reddine
karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
yolundaki dilekçesi üzerine dava dosya örneği Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞI; Olayda, davacı Orta Doğu
Teknik Üniversitesi İİBF’de görevlendirilmeden önce Ankara 49.
Noterliği’nin 27 Ekim 2005 gün ve 22469 yevmiye nolu yüklenme senedi ve
kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde bulunduğu
Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum tarafından
görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden ödemelerin
tamamının ve %50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf tarihinden
itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte nakden
ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği, söz konusu yüklenme ve kefalet
senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal
karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite ile araştırma görevlisi
arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme
ilişkisi kurulduğu, dolayısıyla, uyuşmazlığın taraflar arasındaki
sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan
borçtan kaynaklandığı, sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın
özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
bulunduğu bu nedenlerle 2247 sayılı Kanun’un 10. ve 13. maddeleri
gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Başvuru yazısı ve
dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince
yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2547 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca
davalı Üniversite adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında
Orta Doğu Teknik Üiversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset
Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde doktora öğrencisi olan davacının, davalı
üniversite lehine yüklendiği mecburi hizmet yükümlülüğü ve kefalet
senedinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle açılmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35.
maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş
ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve
dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun
belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.
(Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.)
Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi
kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir
üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu
şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar,
bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.
Yurt içi
veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı
oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine getirmek
zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim
kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet
çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, Erciyes Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak görev
yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi uyarınca
davalı idare adına Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim
yapmak üzere görevlendirilen davacının, doktora öğrencisi olarak Ortadoğu
Teknik Üniversitesi'ne gönderilmesinden önce davacı ile müşterek borçlu ve
müteselsil kefilleri tarafından düzenlenen yevmiye taahhütname ve yüklenme
senedinin iptali istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin
iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu
duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından
tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması
karşısında, davacı tarafından senedin iptali istemiyle açılan davanın görüm
ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin İdare Mahkemesi
kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Rektörlük
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE ilişkin Kayseri 1. İdare Mahkemesi’nin
1.6.2012 gün ve E:2012/294 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üyelerden Sıddık YILDIZ’ın KARŞIOYU ve OY
OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI
OY YAZISI
Dava,
Davalı Üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi kapsamında davalı idare adına başka
bir üniversitede lisansüstü eğitim
yapmak üzere görevlendirilen davacının, görevlendirme işleminden önce
imzaladığı taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılmıştır
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.
2547 sayılı Yasa
uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı
kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde
bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit
düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye
olanak bulunmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile
kurulan taahhüt ve kefalet senedine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı
Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve
çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca
yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyım.
Üye
Sıddık YILDIZ
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/389
KARAR NO: 2013/528
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.A., 2-İ.A.
Vekili :
Av. Ö.F.Y.- Av.E.Ç.
Davalılar
: 1-Ankara İl Özel İdaresi
Vekili : Av. S.K.
2-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.D.
O L A Y :
Davacı vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu Ankara İli, Çankaya İlçesi,
Karakusunlar Mevkiinde kâin, 27521 ada 1 parsel no.lu taşınmaza, davalı
idare tarafından her hangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın kesinleşmiş
imar planında ilköğretim alanı olarak kullanılmak suretiyle fiilen/hukuken
el atıldığını; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 21.03.2011 tarih 2010/16894 E.
2011/4865 K. sayılı ilamında aynen “Hukuk Genel Kurulu’nun benzer konudaki
15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında park,
yol ve okul alanı gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere, el
atılmamış olsa dahi bedeline hükmedileceğine ilişkin kararı da gözetilerek,
3194 sayılı imar kanunun 10. Maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli
uygulama imar planın kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı
belediyece, ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi
ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle
taşınmaz bedeli ödenmelidir.” denildiğini ifade ederek; fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, davacılara eşit olmak üzere şimdilik, 10.000
TL kamulaştırmasız el atma tazminatının, davalı idareden tahsil edilmesi
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idarelerin vekilleri
süresi içerisinde görev
itirazında bulunmuşlardır.
ANKARA
14.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:14.11.2012 gün ve E:2012/48 sayı ile, davalı
vekillerin görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde anılan Mahkeme’ye dilekçe verdikten
sonra;
ANKARA
14.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.12.2012 gün ve E:2012/48, K:2012/544 sayı ile,
Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/583 esas sayılı dosyasındaki
davacısının ayrı kişiler olduğu, davalılarının aynı olduğu, dava konusu ile
mahkemelerindeki dava konularının aynı olduğunun anlaşıldığı; bu nedenle
taraflar arasında ve davanın konusu arasında fiili ve hukuki irtibat
bulunduğu; HMK nın 166. maddesi
uyarınca açılmış davalar arasında bağlantı bulunması durumunda, her iki
dava dosyasının birleştirilmesinin gerekmiş olduğu gerekçesiyle; Mahkemelerinin bu dava dosyası ile Ankara
19.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/583 sayılı dava dosyalarının, dava konusunun
ve davalılarının aynı kişiler olduğu anlaşıldığından ve fiili ve hukuki
irtibat bulunduğundan Mahkemelerinin bu dava dosyasının da Ankara 19.Asliye
Hukuk Mahkemesi dosyası ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, daha önce açılan 19. Asliye
Hukuk Mahkemesinin dosyası üzerinden yargılamanın yürütülmesine karar
vermiştir.
Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi; 9.1.2013 tarih ve E:
2011/583 sayılı yazı ile; Ankara 14.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2012/48
sayılı dosyası ilgili olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması talebinde bulunulduğundan bahisle; bir karar
verilmek üzere dava dosyasının onaylı bir örneğini Danıştay Başsavcılığı'na
göndermiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin
de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanunu'nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; davacılar tarafından,
dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 günlü,
E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında, mülkiyet hakkına getirilen
kısıtlamaların fiili el atma olmadan da kamulaştırmasız el atma olarak
nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, imar planında "Okul
Yeri(İlköğretim)" olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiği; davalı idarelerin yazı ve savunma
dilekçelerinden de, anılan taşınmaz üzerine henüz yapılmış tesis
bulunmadığının anlaşıldığı; bu
bilgiler karşısında; davanın, davacının paydaşı olduğu taşınmazın, imar
planında "Okul Yeri(İlköğretim)" ayrılması hadisesi sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, yukarıda da söylenildiği
üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmazın "Okul Yeri(İlköğretim)" olarak gösterilmesinden, bu
planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarenin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı
idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
Yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu
bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince İdari Yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan
nedenle, davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine
ilişkin kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı idarelerin vekillerinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptıkları görev itirazının reddedilmesi ve 12/1.maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
Davalı idareler yönünden,
10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre; ‘’Görev uyuşmazlığı
çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada
ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık
Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre; ‘’Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın
reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği
gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında
ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde,
uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha
dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte olup, buna göre; “Uyuşmazlık çıkarma konusundaki
dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki
veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya
yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin
birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin
reddine karar verir. Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı
merciine, hemen tebliğ oluN.. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine
başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; Yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
mercine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii,
görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın
görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni
veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine
başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay
içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam
eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin
kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır. Uyuşmazlık
çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.’’
denilmiş olup, bu bağlamda, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunun ilgili
yargı mercine bildirilmesi üzerine, her ne kadar yargı merciinden davaya bakmasının
ertelenmesi istenemese de, yargı merciinin bu durumu gözeterek görev
konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın
görülmesini geri bırakması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Dosya kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve
kabuller doğrultusunda yapılan değerlendirmede, davalı idareler tarafından
2247 sayılı Yasanın 10/2.maddesine uygun olarak ANKARA 14.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’ne
yapılmış görev itirazlarının bulunduğu, bu itirazların yargı merciince
reddi üzerine davalı idarelerce 12/1.maddede belirtildiği şekilde, yine
ANKARA 14.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’ne başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine
Mahkemece, Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına
olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdikleri dilekçeler ile
dava dosyasını veya onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na göndermesi
gerekirken; dava dosyasının
Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi dosyası ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, daha önce
açılan 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin dosyası üzerinden yargılamanın
yürütülmesine karar vermiş; davalı
idarelerin önceki başvuruları üzerine de;
Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi; 9.1.2013 tarih ve E: 2011/583
sayılı yazı ile; Ankara 14.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2012/48 sayılı
dosyası ilgili olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması talebinde bulunulduğundan bahisle; bir karar verilmek üzere
dava dosyasının onaylı bir örneğini Danıştay Başsavcılığı'na göndermiştir.
Bu bağlamda, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme
uymasa da sonuçta usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru neticesinde
Danıştay Başsavcılığınca, usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre, ANKARA 14.ASLİYE
HUKUK MAHKEMESİ’nin 14.11.2012 gün ve E:2012/48 sayılı kararına
yönelik olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazına, imar planında İlköğretim alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000,00 TL’sı tazminatın faizi
ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Çankaya Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün
20.2.2012 gün ve 6269 sayılı yazısının incelenmesinden; Çankaya İlçesi
Karakusunlar Mahallesi 27521 ada 1 parsel sayılı taşınmazın, Belediye
Meclisinin 10.09.2004 gün ve 281 sayılı kararı ile kabul edilen ve Ankara
Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.09.2004 gün ve 817 sayılı kararı ile
onaylanan “Karakusunlar- Çukurambar Çevre Yolu Kuzeyi 3. Etap” 1/1000
ölçekli uygulama imar planı kapsamında kaldığı; bu plana uygun olarak hazırlanan 81129
nolu parselasyon planı kapsamında, kullanım kararının “İLKOKUL”, yapılaşma
koşullarının, E:0.50, Hmax: 16.60m olduğu; 81129 nolu parselasyon planı
kapsamında kalan 27521 ada 1 sayılı parselin Kamu Ortaklık Payı’ndan
(K.O.P.) meydana geldiği belirtilmiş; taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda
yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla İlkokul
alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
idarelerin vekillerinin görev itirazlarının, 14.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’nce
reddine ilişkin, 14.11.2012 gün ve E:2012/48 sayılı kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı idarelerin
vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 14.Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 14.11.2012 gün ve E:2012/48 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/398
KARAR NO: 2013/529
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler
Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
N.T.
Vekili :
Av. E.L.Z.
Davalı :
İstanbul Valiliği, C Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 54 EZ …. plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına
19.10.2012 tarih ve GO-626620 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve
ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 19.10.2012 tarih ve 216901 sayılı
Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
3. İDARE MAHKEMESİ: 1.11.2012 gün ve E:2012/2028, K:2012/2092 sayıyla; 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargı yerine
itirazda bulunmuştur.
KARTAL 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.12.2012 gün ve D.
İş:2012/1141 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle ve Uyuşmazlık Mahkemesi’nin benzer nitelikteki
kararlarına dayanılarak görevsizlik kararı ile dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden
kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında,
“2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması
idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar
hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak
trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil
edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat
karşılığında öngörülen belirli bir süre için kara nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin
hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın
altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi
idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesi’nin başvurusunun 19.madde kapsamında kabulü
ile, İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Kartal 7.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin 1.11.2012 gün ve E:2012/2028,
K:2012/2092 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/402
KARAR NO: 2013/530
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen
para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve
27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı :
Y.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 UZ .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 10.9.2012 tarih ve GN-760166 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para
Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş
ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 9.9.2012 tarih ve 0199381 sayılı
Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 30.10.2012 gün ve E:2012/1783, K:2012/1920 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.12.2012 gün ve D.
İş:2012/6493, K:2012/6493 sayı ile,
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası
yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması
nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar,
adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan
itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler.
İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde,
olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine
idari yargı dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de,
Başkanlık yazısıyla idari yargı dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 60
gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari
yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları
kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 30.10.2012 gün ve E:2012/1783,
K:2012/1920 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/404
KARAR NO: 2013/531
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler
Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
E.S.
Vekili :
Av. H.G.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Emniyet Müdürlüğü
A Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan
incelemede 34 FFD ... plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının
tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek
2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 21.10.2012 tarih ve GO-504285
seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00
TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen
21.10.2012 tarih ve 217915 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60
gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
5. İDARE MAHKEMESİ: 31.10.2012 gün ve E:2012/2090, K:2012/2572 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
BAKIRKÖY 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.1.2013 gün ve D.
İş:2012/2064 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Dosya üzerinde 2247
sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar
ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş bulunan
görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerek
Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra: 31/5/2012-6321/3
md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın, belediye sınırları
dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç sahibine, bağlı
bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına birinci fıkrada
gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği tarihten
itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak uygulanır.
Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men edilir” hükmü
yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Bakırköy 5.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin
31.10.2012 gün ve E:2012/2090, K:2012/2572 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/405
KARAR NO: 2013/532
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
E.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği, A Bölgesi Trafik Ekipler Amirliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 UP .... plaka sayılı
aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca,
davacı adına 17.9.2012 tarih ve GO-014690 seri-sıra numaralı Trafik İdari
Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 17.9.2012 tarih ve
201520 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
5. İDARE MAHKEMESİ: 23.10.2012 gün ve E:2012/1749, K:2012/2472 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
BAKIRKÖY 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 4.1.2013 gün ve D.
İş:2013/14 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre
idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da
verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar
itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME : Dosya üzerinde 2247
sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan
yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare
mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de
görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz
görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik
kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile
görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve
elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin
erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha
önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu
da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, görevsizlik kararı verildikten sonra, idari yargı
dosyası da temin edilerek görev merciin belirlenmesi için dosya re’sen
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.
Bu
haliyle, hernekadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerek
Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;
öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde
belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la
değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı
kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c) Ruhsat
veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde
aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve sulh ceza
mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19.
maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev kuralları
kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir
müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Bakırköy 5.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve E:2012/1749,
K:2012/2472 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/407
KARAR NO: 2013/533
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasına ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
G.S. Turizm Taşımacılık ve Servis Tic. A.Ş.
Vekili :
Av. A.Ö., Av. Ç.H.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 41 P ….. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 25.9.2012 tarih ve GO-161797 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiştir.
Davacı vekili, idari para cezasının iptal edilmesi
istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.
PENDİK 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 9.11.2012 gün ve D.
İş:2012/1051 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen
karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı vekili, idari para cezasının iptal edilmesi
istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
6. İDARE MAHKEMESİ: 27.12.2012 gün ve E:2012/2361, K:2012/2729 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte
olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, davacının istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık
Mahkemesi'ne gönderildiği görülmekte ise de, Başkanlık yazısıyla adli yargı
dosyasının getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezasının iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüştür.
30.3.2005
gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı
Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında
ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin
idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren
en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre
içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı
kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer Kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli
mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun
5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, Pendik 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 9.11.2012 gün ve D.
İş:2012/1051 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/410
KARAR NO: 2013/534
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET
: 2918 sayılı Yasa’nın Ek
2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten
men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın,
Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.A.
Davalı :
İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü
A Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 FF ….. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle,
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 16.11.2012 tarih ve GO- 616136 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 16.11.2012 tarih
ve 227379 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile araç trafikten men
tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
BAKIRKÖY 8. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.11.2012 gün ve D.
İş:2012/2298 sayı ile, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari
yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın
çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev
yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden
kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 4.12.2012 gün ve E:2012/2429, K:2012/2308 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116.
maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik
zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu
uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili
davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi;
bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret
eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve
göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüş
iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra; öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve
yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112.
maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun trafik ve
sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un
19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir
süre için kara nakil aracının trafikten
alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı
dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin
üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı,
aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm
yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala
bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın açıldığı
andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale
gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre
görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği;
ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden
sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı
halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 4.12.2012 gün ve E:2012/2429,
K:2012/2308 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/411
KARAR NO: 2013/535
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin
Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname
uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın; anılan
Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli
Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin
gösterilmemesi nedeniyle; ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K
A R A R
Davacı : A.K.
Vekili : Av. E.Y. – Av. A.F.S.
Davalı : İzmir Büyükşehir Belediyesi
O L A Y :
16.3.2011 tarihinde Karşıyaka Bostanlı Pazar yerinde davalı Belediye
ekiplerince yapılan denetimlerde, aralarında davacının da bulunduğu
kişilerin, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı
Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesine aykırı olarak
toptan mal satışı yaptıklarından bahisle düzenlenen tutanağa istinaden,
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce, 31.03.2011 tarih, …/01.167 No.lu Encümen Kararıyla, aynı KHK’nin 26/A
maddesi uyarınca, davacıya 4.534,00 TL para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.
KARŞIYAKA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ : 28.9.2011 gün ve D.
İş:2011/364 sayı ile, 552 sayılı
KHK’nin 26/A maddesinde, bu madde uyarınca verilecek encümen kararlarına
yedi gün içinde idare mahkemesine itiraz edileceğinin belirtilmesi
karşısında davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş,bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez,
söz konusu para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ : 24.1.2013 gün ve E:2011/2219
sayı ile, 5957 sayılı Kanun ile 552 sayılı KHK’nin yürürlükten kaldırıldığı
ve bu Kanunda para cezasına karşı kanun yolu gösterilmediğinden 5326 sayılı
Kanun uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un
19. maddesi uyarınca görevli yargı merciin belirlenmesi için Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvurulmasına karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar
‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözönüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare
Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığı anlaşıl-dığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname uyarınca verilen para cezasının
kaldırılması istemiyle açılmıştır.
552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi
ve Toptancı Halleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 5.maddesinde, toptancı halde satış zorunluluğuna
ilişkin hususlara; 26/ A maddesinde, bu
Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 5 inci maddenin birinci, ikinci ve
üçüncü… fıkralarına aykırı hareket edenler hakkında … para cezasına
belediye encümenlerince karar verileceği,
sayılan fiillerin bir yıl içerisinde tekrarı halinde para cezalarının
iki misli olarak uygulanacağı, para cezalarının belediyelerce tahsil
olunacağı, para cezasına ilişkin encümen kararının ilgilisine tebliğ
edileceği, tebellüğden imtina edilmesi halinde dahi tebligatın gerçekleşmiş
sayılacağı, yedi gün içinde encümen kararına idare mahkemesi nezdinde
itirazın caiz olduğu, itirazın
idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine
idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğu… öngörülmüşken, 26.03.2010 gün ve 27533 sayılı Resmi
Gazetede Yayımlanan 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep
Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”un 18. maddesi ile “24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve
Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”
yürürlükten kaldırılmış; Kanun’un “Yürürlük”
başlıklı 19. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;
a) 15 inci maddesi yayımı tarihinde,
b) 6 ncı maddesinin beşinci fıkrası
yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra,
c) Diğer maddeleri “yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra”
yürürlüğe girer ” denilmiş;
12/04/2011
tarih ve 27903 Sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 29/03/2011 tarih
ve 6215 sayılı Kanunun
17. Maddesi ile birinci fıkranın
(c) bendinde yer alan
"yayımı tarihinden
itibaren bir yıl sonra" ibaresi
"1/1/2012 tarihinde" olarak değiştirilmiştir.
5957
sayılı Sebze ve Meyveler İle
Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme yer almamaktadır.
Öte
yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve
5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu
Kanunun;
a) İdarî
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer
genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi
yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır”;
Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise
“idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren
en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre
içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı
kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.
Bu
düzenlemelere göre; Kabahatler
Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin,
diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer
kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 552 sayılı
Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkındaki
Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlükten kaldıran 5957 sayılı Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’da da idari para
cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza
Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle, İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin 24.1.2013 gün ve E:2011/2219
sayılı BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Karşıyaka 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.9.2011
gün ve D.İş:2011/364 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/413
KARAR NO: 2013/536
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S.B.
Vekilleri
: Av. V.U., Av. D.Ö.
Davalı : Çorum Belediye Başkanlığı
Vekilleri
: Av. Ş.C., Av. S.Y., Av. Ö.O., Av.
M.S.
O L A Y
: Davacı vekili, müvekkilinin maliki olduğu Çorum İli, Merkez İlçesi, Bahçelievler
Mahallesinde kain, 495 Ada, 2 Parsel sayılı taşınmazın, 31/08/1990 tarih ve
12 sayılı Belediye Meclis Kararı ile onaylanan 1.Etap İlave İmar Planında
PARK ALANI olarak kamu hizmetine ayrıldığını, buna rağmen, bu güne kadar
üzerinde tahsis amacına uygun bir tesis kurulmadığını, kamulaştırılma
işleminin gerçekleştirilmediğini; İmar Kanununda, program kapsamında olan
ve kamu hizmet tesislerine tahsis edilen yerlerin, bu tesisi yapacak olan
idareler tarafından program süresi içinde kamulaştırılmasının zorunlu
olduğunun belirtildiğini; 5 yıllık süreden fazla özel mülke konu taşınmazın
emsallerine göre kısıtlı tutulmasının hiçbir hukuki dayanağının
bulunmadığını; belediyelerin bu tür keyfi işlemlerinin dayanağı olan 3194
sayılı İmar Kanunu'nun 13. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının, Anayasa
Mahkemesinin, 29.12.1999 gün ve 1999/33 E.,1999/51 K. Sayılı kararı ile
mülkiyet hakkını engellediği gerekçesiyle ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin 23.9.1981 günlü Sporrong ve Lonnroth kararını da gerekçe
göstererek iptal ettiğini; bu anlamda idarenin mülkiyet hakkının
kullanılmasını engellemek şeklindeki haksız fiili ile mülkiyet hakkının
özünü zedelediğinden, davranışı da imar kanununun emirlerini yerine
getirmediği için kusurlu olduğundan, mülk sahibini açıkça ağır zarara
uğrattığından arsa bedelinin mülk sahibine ödenmesinin gerektiğini;
yıllardır programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi
nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin,
malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için
kullanılamaz hale getirdiğini, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet
hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağının kalmadığını, taşınmaz
malikinin mülkiyet hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiğini ifade ederek; fazlaya ilişkin dava ve ek talep hakları
saklı kalmak kaydıyla, dava konusu
taşınmazın davalı kurum adına
tescili ile taşınmazın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri kıyasen
uygulanarak tespit edilecek değerin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
mümkün olduğu anda arttırılmak üzere kamulaştırmasız el atma karşılığı
3.000 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile
birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içerisinde görev itirazında
bulunmuştur.
ÇORUM
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:7.12.2012 gün ve E:2012/74 sayı ile, davalı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın idari
yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden bahisle idari
yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği
dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında park alanı olarak ayrılan taşınmazının bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı; ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari Yargının görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın davanın
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmının, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca, davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde “davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden” olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının maliki olduğu taşınmazına, imar planında
park alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik; 3.000 TL
bedelin faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın,
birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait
bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya
parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre
hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya
belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında
ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında
bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana
gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı"
olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık
payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki
yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim
kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet
yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili
tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; davacının maliki olduğu, Çorum İli, Merkez
İlçesi, Bahçelievler Mahallesi, 495 ada, 2 nolu parselin, 31/08/1990 tarih
ve 12 sayılı Belediye Meclis Kararı ile onaylanmış olan 1/000 ölçekli 1.
Etap İlave İmar Planında, Park
Alanı olarak planlandığı, taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda
yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının sahibi olduğu taşınmazın imar planıyla “Park Alanı” kullanımında
kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz
üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya ait
taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve
buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ
: Davanın çözümünde İDARİ
YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Çorum
2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.12.2012 gün ve E:2012/74 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/414
KARAR NO: 2013/537
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H.K.
Vekili :
Av. M.B.
Davalılar
: 1-Sincan
Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. Ş.D.
2-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. M.S.
O L A Y : Davacı vekili, müvekkilinin hissedar olduğu, Ankara İli, Sincan ilçesi, Pınarbaşı
mahallesinde kain 606 ada 5 parsel sayılı taşınmazın, imar düzenlemesinde sosyal tesis alanı olarak
ayrıldığını, tapu kütüğüne şerh düşüldüğünü;
bu durumun davacı malikin taşınmazı kullanma ve tasarruf etme hakkını kısıtladığını,
şerhin terkin edilmesi, emsal bir arsa tahsis edilmesi veya
kamulaştırılması istemlerine idarenin olumsuz cevap verdiğini; bunun üzerine
Ankara 1.İdare Mahkemesinde 2001/1108 E. sayılı işlemin iptali davası
açıldığını, yapılan, yargılama sonucu Ankara 6. İdare Mahkemesinin
31.12.2002 tarih ve E:2001/1108, K:2002/1339 sayılı kararı ile işlemin
iptaline karar verildiğini; temyiz istemlerinin reddedilerek kararın
onandığını, idarenin karar düzeltme talebinin de reddedilerek kararın
kesinleştiğini; davalı idarelerin, imar planında sosyal tesis alanı olarak
tahsis etmesine rağmen taşınmazı kamulaştırmadığı gibi emsal bir arsa da
tahsis edip takas cihetine gitmediğini, taşınmaz üzerine herhangi bir yapı da yapılmadığını, arsanın
boş olarak beklediğini; fiilen el atılmamış olmasına rağmen sosyal tesis
alanı olarak tahsis edilip bu şekilde bekletilmesinin Anayasa ile teminat
altına alınan bireyin mülkiyet hakkının açık bir ihlali olduğunu ifade
ederek; fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 8.000.00 TL
tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan Sincan Belediye Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
SİNCAN 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 14.6.2012 gün ve
E:2012/176 sayı ile, Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalılardan Sincan Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında sosyal tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın
bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Sincan Belediye
Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idare yönünden olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu
taşınmazına, imar planında sosyal
tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, şimdilik 8.000,00 TL tazminatın
faiziyle birlikte tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında yer alan, Sincan Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğü’nün 30.3.2012 gün ve …/527-1804 sayılı yazısında; Sincan İmar 606
ada 5 parsel sayılı taşınmazın Belediye sınırları içerisinde bulunduğu,
Yenikent İmar planı sınırları içerisinde, “SOSYAL VE KÜLTÜREL TESİS ALANI”
kullanımında kaldığı, parselin 1/1000 ölçekli imar uygulama planının
Belediye Meclisinin 01.10.1987 tarih ve 5 sayılı kararıyla onandığı,
Parselasyon planının Belediye Encümeninin 08.11.1990 tarih ve 1788/1 sayılı
kararıyla onandığı, parselde kamulaştırma yapılmadığı ve parsele el
atılmadığı belirtilmiş; plan
kapsamında taşınmaz üzerinde tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla SOSYAL VE KÜLTÜREL TESİS
ALANI kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
İmar Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan
imar planlarında yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine
ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Sincan Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan Sincan Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Sincan 1.Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 14.6.2012 gün ve E:2012/176 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/415
KARAR NO: 2013/538
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.C.G., 2-C.G.
Vekili :
Av. B.E.Ö.O.
Davalılar
: 1-Ankara İl Özel İdaresi
Vekili : Av. E.B.
2-Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av.
A.Ü.K.
O L A Y :
Davacılar vekili, Sincan İlçesi Yenikent Beldesinde yapılan İmar Uygulaması
neticesinde müvekkillerinin hissedarı bulunduğu Sincan- Yenikent İmar 692
Ada 1 Parsel sayılı taşınmazın İLKOKUL
YERİ olarak ayrıldığını; boş olarak tutulan ve mülkiyet hakları
yönünden kullanamaz duruma gelen arazi nedeniyle büyük bir zarara
uğradıklarını; kamulaştırılmaksızın el atılan taşınmazın özellikleri
dikkate alındığında, taşınmazın atıl
halde bırakılmasının telafisi imkansız bir zararın ortaya çıkmasına
sebebiyet verdiğini; davalı İdare tarafından imar neticesinde el atılan
taşınmazın değerinin saptanarak hisseleri nispetinde taraflarına el atma
tarihinden itibaren Yasal faizi ile birlikte ödenmesi için işbu davanın
açıldığını ifade ederek; fazlaya
dair hakları ile ıslah hakları saklı kalmak üzere şimdilik 5.000 TL bedelin
imar tarihinden itibaren Davalıdan alınarak taraflarına ödenmesine karar
verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı idarelerin vekilleri
süresi içerisinde görev
itirazında bulunmuşlardır.
SİNCAN
1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:25.9.2012 gün ve E:2012/579 sayı ile, davalı
tarafın görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında ilköğretim alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idare vekillerinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazının reddedilmesi ve 12/1.
maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, davalı idareler yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazlarına, imar planında ilköğretim alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 5.000,00 TL’nin, faizi ile birlikte
tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve
mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Sincan Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün
5.6.2012 gün ve M.06.6.SİN.0.13.01.310.05.01/-489-926/3151 ile, sayılı yazısında; Yenikent 692 ada 1
parselin; Belediye Meclisinin 09/06/1995 gün ve 8 sayılı kararı ile
onaylanan İmar Planında İlköğretim
Alanı olarak ayrıldığı, söz konusu plana esas parselasyon
planının, Belediye Encümeninin
31/01/1996 gün ve 83 sayılı kararı ile 12 nolu plan adı altında onaylanarak
tescil edildiği belirtilmiş; taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda yapılmış
bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla “İlköğretim alanı” kullanımında
kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz
üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait
taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen
duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
idarelerin vekillerinin görev itirazlarının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı idarelerin vekillerinin
GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Sincan 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
25.9.2012 gün ve E:2012/579 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/416
KARAR NO: 2013/539
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Z.Ü.
Vekilleri : Av. M.Ş.G., Av. N.G.
Davalılar
: 1-Muratpaşa Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.K.
2-Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.O.
3-Antalya
İl Özel İdaresi
Vekili : Av. M.K.
O L A Y : Davacının vekilleri,
müvekkillerinin hissedar olduğu Antalya İli, Muratpaşa İlçesi, Demircikara
Mahallesinde bulunan 6380 Ada 1 parsel sayılı taşınmazın, yaklaşık 10-15
yıl önce yapılan ve kesinleşen imar düzenlemesi ile davalılar tarafından
ilkokul alanı olarak ayrıldığını ancak, davalıların bu güne değin pasif ve
suskun kalmak ve taşınmaz üzerinde işlem tesis etmemek sureti ile taşınmaza
kamulaştırmasız el attıklarını; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun
7., 3194 sayılı İmar Kanunun 10.maddesine aykırı olarak; uzun yıllar
programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeni ile
davalı idarece, pasif ve suskun kalmak ve işlem tesis edilmemek sureti ile
taşınmaza müdahale edilmesinin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu
ortadan kaldıran bir niteliği olduğunu;
idarenin bu eyleminin, kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı
için yeterli olduğunu; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin E:2010/17128,
K:2011/5077 sayılı, 22.03.2011
tarihli kararında bu duruma işaret edildiğini; davalıların taşınmaza bu
şekilde el koymasının, Anayasanın 35.maddesi ile Medeni yasanın
683.maddesine aykırı olduğunu ifade ederek; taşınmaza davalılar tarafından
kamulaştırmasız el atıldığı için ve açmış oldukları davanın belirsiz alacak
davası olduğu da göz önünde tutularak, fazlaya ilişkin tüm talep ve dava
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00.TL (On Bin TL)
tutarındaki kamulaştırmasız el atma bedelinin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline
karar verilmesi istemiyle, adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekili, süresi içinde görev itirazında
bulunmuştur.
ANTALYA
5.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:15.10.2012 gün ve E:2012/214 sayı ile, davanın
kamulaştırmasız el atma nedeniyle açıldığı gerekçesiyle, görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında ilkokul alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Muratpaşa
Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idare yönünden olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedarı olduğu taşınmazına, imar planında ilkokul alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000,00 TL'si bedelin faizi ile
birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır. b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak
yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu
planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar
ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara
bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik
veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü
takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011-
KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan
yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları
onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere
tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında
kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden, Antalya,
Muratpaşa İlçesi, Demircikara Mahallesi 6380 ada 1 parsel nolu
taşınmazın, imar planında ilköğretim
alanı alarak ayrıldığı; taşınmaz
üzerinde okul binası bulunmadığı; söz konusu taşınmaz için alınmış her
hangi bir kamulaştırma kararı bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla İlkokul Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine
rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planında yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan Muratpaşa Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Antalya 5.Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 15.10.2012 gün ve E:2012/214 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/417
KARAR NO: 2013/540
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
N.İ.
Vekili : Av. Y.E.
Davalılar
: 1-Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekilleri : Av. F.U., Av. İ.E.
2-Yakutiye İlçe Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.K.
O L A Y : Davacı vekili,
müvekkilinin Erzurum ili Yakutiye İlçesi Kavak mah. Tortum yolu mevkii Pafta:56
Ada:5514 Parsel:20 sayılı taşınmazının üzerinde dükkan yapmak üzere ruhsat
almasına rağmen inşaata izin verilmediğini; bu alanda imar değişikliği ve
müvekkilinin taraf olmadığı mahkeme kararları ileri sürülerek müvekkilinin
arsasından yararlanmasına müsaade edilmediğini; taşınmazın, Erzurum
Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından 1/5000 ölçekli imar haritalarında
imara alınmadığından ve yeşil alan olduğundan Yakutiye Belediye Başkanlığı
tarafından inşaat izni verilemediğini; son olarak müvekkili tarafından
yapılan inşaat izni başvurusunun, Yakutiye İlçe Belediye Başkanlığı İmar ve
Şehircilik Müdürlüğü nün 17.09.2012 tarih ve 25 6YAK 0.13.01.00.924 sayılı
yazıları ile “imar planlarında kamu hizmetine ayrılmış olduğundan inşaat
İzni verilmemektedir” şeklinde reddedildiğini; Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 tarih ve 2010/5-662 E 2010/651 K sayılı
kararında, İmar uygulaması sonucu
hukuken bir taşınmazı kullanmaya engel sınır getirilmesi; imar planının
uzun yıllar fiilen uygulanmaması, kamulaştırma ya da takas edilmemesinin
mülkiyet hakkının özüne dokunup ortadan kaldırdığı için kamulaştırmasız el
atma niteliğinde olduğu, İdarenin
hukuka aykırı eylemi ile mülkiyet hakkı kısıtlanan taşınmaz malikinin, kamulaştırmasız
el atma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini isteyebilir
hükmünü verdiğini; anılan kararda da işaret edildiği gibi müvekkilinin
maliki olduğu ve üstelik davalıdan satın aldığı taşınmazını; taşınmazın
kamu hizmetine ayrılması nedeniyle kullanamadığını; bu nedenlerle
Kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedelinin tahsili ve ecrimisil
ödenmesisin sağlanması için iş bu davanın açtıklarını ifade ederek; anılan
taşınmazın fazlaya ilişkin hakları saklı kalarak (HMK 107.maddesi uyarınca
toplanacak delillere göre bedel taleplerini arttırma hakları saklı kalarak)
5.000.00 TL kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedelinin dava tarihinden
itibaren yasal faizi ile; yine fazlaya ilişkin hakları saklı kalarak (HMK
107.maddesi uyarınca toplanacak delillere göre ecrimisil tutarı belirlendiğinde
taleplerini arttırma hakları saklı kalarak) dava tarihinden geriye doğru 5
yıl için ecrimisil bedeli olmak üzere 5.000.00 TL ecrimisil bedelinin her
yıl için belirlenen ecrimisil bedeline o yılın dönem sonundan itibaren
yasal faizi ile, davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsili ile
müvekkile verilmesine, fazlaya dair hakların saklı tutulmasına, el atılan
dava konusu parselin davacı adına olan tapu kaydının iptali ile davalılar
adına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalılardan Yakutiye Belediye
Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ERZURUM
3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:29.11.2012 gün ve E:2012/656 sayı ile, davalının
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Yakutiye Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında park alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine
ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak
bulunmadığı; dolayısıyla, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1
'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Yakutiye Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idare ve davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının taşınmazına, imar planında kamu
hizmetine ayrılmış alan/yeşil alan olarak belirlenmek suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 5.000,00 TL.sı bedelin,
faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana
gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu
sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar
planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik
veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü
takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011-
KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan
yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları
onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere
tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında
kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için,
yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde,
eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Olayda, Davacının maliki olduğu taşınmazın imar
planıyla “kamu hizmetine ayrılmış alan/yeşil alan” kullanımında kaldığı,
aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde
düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planında yer alan Davacıya ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Yakutiye Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan Yakutiye Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Erzurum 3.Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2012 gün ve E:2012/656 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/418
KARAR NO:2013/541
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-S.Ö., 2-A.A., 3-N.A.
Vekilleri
: Av. S.Y.,Av. E.V.
Davalılar
: 1-Yenimahalle
Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. Ö.A.
2-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. A.K.
O L A Y :
Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu Ankara İli, Yenimahalle İlçesi,
İvedik Mahallesi, 44675 ada, 38 parsel sayılı taşınmazın, yapılan imar
düzenlemesinde/planında, ‘kentsel çalışma rekreasyon alanı’ olarak
ayrıldığını, tapu kayıtlarına da kamulaştırılacak şerhi konulduğunu;bu
durumun,maliklerin taşınmaza ilişkin tüm tasarrufi haklarını kısıtladığını,
idare tarafından taşınmaza fiilen el atılmamış olsa da malikin tasarruf
haklarının tümü kısıtlanmış olduğundan, hukuken taşınmazdan yararlanma
imkanının kalmadığını; bir taşınmaza malik bulunan kişinin, fiilen el atılması
durumunda taşınmazını fiilen kullanması nasıl mümkün değilse; aynı
taşınmaza hukuken/kayden el atılmış olması olgusunda da, malikin yine
tasarruf haklarını kullanamayacağı; nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun,
15.12.2010 tarih, 2010/5-662 E, 2010/551 K sayılı ilamında bu hususa işaret
ederek, fiilen el atılma eylemi gerçekleşmemiş olsa dahi, taşınmaz
malikinin tasarruf haklarının kayden de olsa kısıtlanmış olması durumunda
bedel tahsilinin kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiş olduğunu; davalı
kurumun,hukuki kısıtlamaya gitmesine karşın bugüne değin bu yönde bir
kamulaştırma işlemi yapmadığı gibi tahsis amacı dışına çıkarma işlemi de
yapmadığını ifade ederek; taşınmazın tespit edilecek değerinden,
müvekkillerinin hissesine isabet eden tutardan, fazlaya ilişkin talep ve
dava hakları saklı kalmak kaydıyla her bir müvekkili için şimdilik 1.000
TL,olmak üzere toplam 3.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu
alacaklarına uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile
müvekkillerine ödenmesine; dava konusu taşınmazın müvekkillerinin hissesi
kadarının kamulaştırma yapmaya yetkili davalı idare adına tesciline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalılardan Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
15.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:22.11.2012 gün ve E:2011/485 sayı ile, davanın
kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan 2942 sayılı kamulaştırma yasası
uyarınca görevli mahkemenin taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi
olduğu, her ne kadar Danıştay C.başsavcılığında hukuki el atmalardan
kaynaklanan davalarla ilgili yapılan görev itirazlarından yapılan imar
düzenlenmesinden kaynaklanan idari işlem nedeniyle davanın idari yargı
yerinde görülmesi gerektiği gerekçesi ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartmakta olduğu bilinmekte ise, davanın idare yargıda görülmesinde dahi
kamulaştırmasız el atması davalarında 2942 yasa hükümlerinin uygulanmasının
gerektiği, bu yasadaki özel yetki kuralının idari yargılama usulündeki
genel yetki kuralından önce uygulanması gerektiği bu nedenlerle de bu yasa
hükmü uyarınca taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesinin özel
yetkili olarak belirlenmiş olduğu, idare mahkemesince de bu yasa
maddelerinin uygulanması gerekli olduğundan bahisle,davalı vekilinin yargı
yeri görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında kentsel rekreasyon alanı
olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin
istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662
K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması
gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan
idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan
zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması
istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idare ve davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazlarına, imar
planında kentsel çalışma rekreasyon alanı olarak ayrılmak suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,her bir müvekkili için şimdilik 1.000
TL,olmak üzere toplam 3.000 TL’nin faizi
ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında
aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye
sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili
belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak
yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu
planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar
ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara
bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı Kanun'un
18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve
arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın,
birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait
bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya
parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre
hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya
belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında
ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Yenimahalle Belediye Başkanlığı, İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 29.11.2011 gün ve
M-06-6-YEN-0-13-310.01.03/28444/Pln.3009/2777 sayılı yazısında;44675 ada,
38 nolu parselin,Belediye imar planı içerisinde, 1/1000 ölçekli Yenimahalle
Belediyesi Meclisinin 25.07.2001 gün ve 253 sayılı kararı ile onanan
İvedik-Macun Kentsel Çalışma Alanı imar planı ve bunun uygulaması olan
84180/2 nolu parselasyon planı kapsamında E:0,05 ve Hmax:3,50 yapılaşma
koşullarıyla “Kentsel Rekreasyon” alanı kullanımında kaldığı; 84180/1 Nolu
Parselasyon Planının, Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin 2008/921 esas no ve
2009/1562 sayılı kararı ile iptal edildiği, mahkeme kararı doğrultusunda
yapılan 84180/2 Nolu Parselasyon Planının Belediye Encümeninin 20.01.2011
gün ve 75/282 sayılı ve Ankara Büyükşehir Encümeninin 09.12.2010 gün ve
2118/5398 kararı ile onaylanan 84180/2 nolu parselasyon planının,
19.12.2010 gün ve 27790 sayılı Resmi Gazetede ilan edildiği, 01,06.2011 gün
ve 24541 yevmiye nolu ile Tapu Sicil Müdürlüğünde tescil edildiği; ilgili
parsel üzerinde Belediyece kamulaştırması el atmanın söz konusu olmadığı,
bu alanın hissedarlarının bir araya gelerek imar planında belirtilen
koşullarda bir yapılaşmaya gidebilecekleri, ayrıca bu planın plan
notlarının 2. Maddesinde; “2. Kentsel Rekreasyon ve diğer kop alanlarında
(Spor Alanı, Eğitim, Sağlık, Sosyo Kültürel Tesis Alanları, B.HA., İdari
Tesis Alanı, Teknik Alt yapı vb.) şahıs mülklerinin bedelsiz terki halinde
kentsel çalışma alanı parsellerindeki emsalleri %10 oranında
arttırılabilir. ” denildiği,
84180/2
nolu planın plan notlarının 8 nolu plan notunda “8. Kentsel Rekreasyon
alanlarında; piknik alanları, kır tesisleri, oyun alanları, spor tesisleri,
lokanta, gazino, çayhane, kahvehane, dinlenme ve eğlence tesisleri ile günübirlik
tesisler yer alabilecektir. Ayrıca Macun Deresinden ve trafik yolundan
minimum 10m, yaya yolundan minimum 5m çekilmek koşulu ile yapı yapılabilir.
Bu alanlarda; Emsal:0.05 Hmax:3.50 (1 kat olacaktır.). ” denildiği ve bu
hususların maliklerince değerlendirilebileceği belirtilmiş; taşınmaz
üzerinde plan doğrultusunda yapılmış tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,davacıların
hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla Kentsel Rekreasyon Alanı kullanımında kaldığı, taşınmaz üzerinde düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Yenimahalle Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının, Asliye
Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan
Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Ankara 15.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2011/485 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/420
KARAR NO:2013/542
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
F.Ş.N.
Vekilleri
: Av. F.G.H., Av. E.H.
Davalılar
: 1-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. S.A.
2-Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
Vekili: Av. H.A.(B.)
3-İstanbul
İl Özel İdaresi
Vekili: Av. M.B.
O L A Y :
Davacı vekili,müvekkilinin hissedar olduğu İstanbul ili; Küçükçekmece
ilçesi, Cumhuriyet mahallesi,30 pafta,1095 parsel sayılı taşınmazın,
16.04.2005 TASDİK TARİHLİ 1/5000 ölçekli Küçükçekmece Nazım İmar
planlarında ve 1/1000 ölçekli; 15.12.2006 TASDİK TARİHLİ KÜÇÜKÇEKMECE
Merkez Revizyon Uygulama İmar Planlarında İLKÖĞRETİM TESİS ALANI’nda
kaldığını; idarelerce kamulaştırma ya da takas cihetine gidilmemek, pasif
ve suskun kalınmak ve işlem tesisi edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale
edildiğini,müvekkilinin Anayasa ve diğer yasalardan doğan MÜLKİYET
hakkının, süresi belli olmayan bir sınırlamaya tabi tutulduğunu, bu hakkını
kullanmasının tamamen engellendiğini; taşınmaza fiilen el atılmasa bile,
hukuken KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA olgusunun yaratmış bulunduğunu; uzun yıllar
programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi, pasif ve
suskun kalarak işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edilmiş
olduğunu,bundan ilgili idarelerin sorumlu bulunduğunu;İmar planlarında
umumi hizmetlere ayrılan alanların yıllarca uygulamaya dökülmemiş
olmasının,bunun da süre gelen bir hal almasının, ortada bir kamu yararının
bulunmadığının kabülünü gerektirdiğinin, Yargıtay Genel Kurulunca
saptandığını; davalı idarelere, İmar Durumlarının kaldırılması yönünde
yapılan tüm başvurularına rağmen yıllar içerisinde bir değişiklik
yapılmadığını; bu durumun kamulaştırmasız el atmanın varlığını açıkça
ortaya koyduğunu ifade ederek; fazlaya ve maddi hatalara karşı talep ve
dava, ayrıca 6100 sayılı yasanın 107/2 maddesi uyarınca artırım talebi
hakları saklı kalmak kaydıyla 8.000 TL kamulaştırmasız el atma
bedelinin;ilamın kesinleşme tarihine kadar yasal faizi, kesinleşme
tarihinden ödeme tarihine kadar ise Anayasa’nın 46/son maddesi uyarınca
kamu alacaklarına uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte tahsili
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekilleri süresi içerisinde görev itirazında bulunmuşlardır.
KÜÇÜKÇEKMECE
4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:6.12.2012 gün ve E:2012/214 sayı ile, kamulaştırmasız
el atmanın nitelik itibariyle haksız eyleme dayalı bulunması ve
kamulaştırmasız el atma davaları ile birlikte resen tapunun aynine ilişkin
hüküm kurulması gerektiğinden bahisle,görev itirazlarının reddine karar
vermiştir.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekillerinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında ilköğretim tesis alanı
olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin
istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662
K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da
sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, Davalı idarelerden Küçükçekmece
Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin, anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idareler yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına,imar
planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, dava konusu taşınmazın toplam bedelinden, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 8.000,00 TL’sı bedelin
faizi ile birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı
8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda
belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Küçükçekmece Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 26.4.2012 gün ve M.34.6.KÜÇ.0.13.02-9365 sayılı yazısının
incelenmesinden;Küçükçekmece İlçesi Cumhuriyet Mahallesi, 30 pafta, 1095
parselin 1/1000 ölçekli, 15.12.2006-16.01.2008-17.02.2008 tasdik tarihli
Küçükçekmece Merkez Revizyon Uygulama İmar Planı’nda, İlköğretim Tesis
Alanında kaldığı; İlköğretim Tesis Alanında kalan parsellerin ve 1100,
1101, 1102, 1103 ve 1104, 1105, 1106, 1107 parseller arasında kalan imar
istikameti ile kapanan kadastral yol parçasının uygulama aşamasında ilgili
kurumlardan alınacak görüş doğrultusunda tevhit edilmesinin gerektiği;parseller
üzerinden Enerji Nakil hattı geçmekte olduğu,uygulama aşamasında ilgili
kurumun görüşüne uyulacağı;Havamania kriterlerinden dolayı maksimum bina
yüksekliğinin Emlak ve İstimlak Müdürlüğünce tespit edilecek RS kotuna göre
belirleneceği belirtilmiş;taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda yapılmış bir
tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla İlköğretim
Tesis Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya
ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin görev itirazlarının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı idarelerden Küçükçekmece
Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
6.12.2012 gün ve E:2012/214 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/421
KARAR NO:2013/543
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
F.Ş.N.
Vekilleri
: Av. F.G.H., Av. E.H.
Davalılar
: 1-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. S.A.
2-Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
Vekili: Av. H.A.(B.)
3-İstanbul İl Özel İdaresi
Vekili: Av. M.B.
O L A Y :
Davacı vekili,müvekkilinin hissedar olduğu İstanbul ili; Küçükçekmece
ilçesi, Cumhuriyet mahallesi, 30 pafta,1115 parsel sayılı taşınmazın,
16.04.2005 TASDİK TARİHLİ 1/5000 ölçekli Küçükçekmece Nazım İmar
planlarında ve 1/1000 ölçekli; 15.12.2006 TASDİK TARİHLİ KÜÇÜKÇEKMECE
Merkez Revizyon Uygulama İmar Planlarında İLKÖĞRETİM TESİS ALANI’nda
kaldığını; idarelerce kamulaştırma ya da takas cihetine gidilmemek, pasif
ve suskun kalınmak ve işlem tesisi edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale
edildiğini,müvekkilinin Anayasa ve diğer yasalardan doğan MÜLKİYET
hakkının, süresi belli olmayan bir sınırlamaya tabi tutulduğunu, bu hakkını
kullanmasının tamamen engellendiğini; taşınmaza fiilen el atılmasa bile,
hukuken KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA olgusunun yaratmış bulunduğunu; uzun yıllar
programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi, pasif ve
suskun kalarak işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edilmiş
olduğunu,bundan ilgili idarelerin sorumlu bulunduğunu;İmar planlarında
umumi hizmetlere ayrılan alanların yıllarca uygulamaya dökülmemiş olmasının,bunun
da süre gelen bir hal almasının, ortada bir kamu yararının bulunmadığının
kabülünü gerektirdiğinin, Yargıtay Genel Kurulunca saptandığını; davalı
idarelere, İmar Durumlarının kaldırılması yönünde yapılan tüm başvurularına
rağmen yıllar içerisinde bir değişiklik yapılmadığını; bu durumun
kamulaştırmasız el atmanın varlığını açıkça ortaya koyduğunu ifade ederek;
fazlaya ve maddi hatalara karşı talep ve dava, ayrıca 6100 sayılı yasanın
107/2 maddesi uyarınca artırım talebi hakları saklı kalmak kaydıyla 8.000
TL kamulaştırmasız el atma bedelinin;ilamın kesinleşme tarihine kadar yasal
faizi, kesinleşme tarihinden ödeme tarihine kadar ise Anayasa’nın 46/son
maddesi uyarınca kamu alacaklarına uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte
tahsili istemiyle, adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekilleri süresi içerisinde görev itirazında bulunmuşlardır.
KÜÇÜKÇEKMECE
4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:6.12.2012 gün ve E:2012/216 sayı ile, kamulaştırmasız
el atmanın nitelik itibariyle haksız eyleme dayalı bulunması ve kamulaştırmasız
el atma davaları ile birlikte resen tapunun aynine ilişkin hüküm kurulması
gerektiğinden bahisle,görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekillerinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin
de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu tanıma göre; idarelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade
açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile
2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade
açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları
ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat
gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca
yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin
ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler
karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, Davalı idarelerden Küçükçekmece
Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin, anılan
Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev
itirazlarının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede
öngörülen biçimde, anılan davalı
idareler yönünden olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına,imar
planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, dava konusu taşınmazın toplam bedelinden, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 8.000,00 TL’sı bedelin
faizi ile birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında
aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme
ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir
düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Küçükçekmece Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 27.4.2012 gün ve 12489 sayılı yazısının
incelenmesinden;Küçükçekmece İlçesi Cumhuriyet Mahallesi, 30 pafta, 1115
parselin 1/1000 ölçekli, 15.12.2006-16.01.2008-17.02.2008 tasdik tarihli
Küçükçekmece Merkez Revizyon Uygulama İmar Planı’nda, İlköğretim Tesis
Alanında kaldığı; İlköğretim Tesis Alanında kalan parsellerin ve 1100,
1101, 1102, 1103 ve 1104, 1105, 1106, 1107 parseller arasında kalan imar
istikameti ile kapanan kadastral yol parçasının uygulama aşamasında ilgili
kurumlardan alınacak görüş doğrultusunda tevhit edilmesinin
gerektiği;parseller üzerinden Enerji Nakil hattı geçmekte olduğu,uygulama aşamasında
ilgili kurumun görüşüne uyulacağı;Havamania kriterlerinden dolayı maksimum
bina yüksekliğinin Emlak ve İstimlak Müdürlüğünce tespit edilecek RS kotuna
göre belirleneceği belirtilmiş;taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda
yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla İlköğretim
Tesis Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya
ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin görev itirazlarının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ
REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 6.12.2012 gün ve
E:2012/216 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/422
KARAR NO:2013/544
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
F.Ş.N.
Vekilleri
: Av. F.G.H., Av. E.H.
Davalılar
: 1-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. S.A.
2-Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. H.A.(B.)
3-İstanbul İl Özel İdaresi
Vekili : Av. M.E.
O L A Y : Davacı
vekili,müvekkilinin hissedar olduğu İstanbul ili; Küçükçekmece ilçesi,
Cumhuriyet mahallesi, 30 pafta, 1106 parsel sayılı taşınmazın, 16.04.2005
TASDİK TARİHLİ 1/5000 ölçekli Küçükçekmece Nazım İmar planlarında ve 1/1000
ölçekli; 15.12.2006 TASDİK TARİHLİ KÜÇÜKÇEKMECE Merkez Revizyon Uygulama
İmar Planlarında İLKÖĞRETİM TESİS ALANI’nda kaldığını; idarelerce
kamulaştırma ya da takas cihetine gidilmemek, pasif ve suskun kalınmak ve
işlem tesisi edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiğini,müvekkilinin
Anayasa ve diğer yasalardan doğan MÜLKİYET hakkının, süresi belli olmayan
bir sınırlamaya tabi tutulduğunu, bu hakkını kullanmasının tamamen
engellendiğini; taşınmaza fiilen el atılmasa bile, hukuken KAMULAŞTIRMASIZ
EL ATMA olgusunun yaratmış bulunduğunu; uzun yıllar programa alınmayan imar
planının fiilen hayata geçirilmemesi, pasif ve suskun kalarak işlem tesis
edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edilmiş olduğunu,bundan ilgili
idarelerin sorumlu bulunduğunu;İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan
alanların yıllarca uygulamaya dökülmemiş olmasının,bunun da süre gelen bir
hal almasının, ortada bir kamu yararının bulunmadığının kabülünü
gerektirdiğinin, Yargıtay Genel Kurulunca saptandığını; davalı idarelere,
İmar Durumlarının kaldırılması yönünde yapılan tüm başvurularına rağmen
yıllar içerisinde bir değişiklik yapılmadığını; bu durumun kamulaştırmasız
el atmanın varlığını açıkça ortaya koyduğunu ifade ederek; fazlaya ve maddi
hatalara karşı talep ve dava, ayrıca 6100 sayılı yasanın 107/2 maddesi uyarınca
artırım talebi hakları saklı kalmak kaydıyla 8.000 TL kamulaştırmasız el
atma bedelinin;ilamın kesinleşme tarihine kadar yasal faizi, kesinleşme
tarihinden ödeme tarihine kadar ise Anayasa’nın 46/son maddesi uyarınca
kamu alacaklarına uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte tahsili
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekilleri süresi içerisinde görev itirazında bulunmuşlardır.
KÜÇÜKÇEKMECE
4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:6.12.2012 gün ve E:2012/213 sayı ile, kamulaştırmasız
el atmanın nitelik itibariyle haksız eyleme dayalı bulunması ve
kamulaştırmasız el atma davaları ile birlikte resen tapunun aynine ilişkin
hüküm kurulması gerektiğinden bahisle,görev itirazlarının reddine karar
vermiştir.
Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresinin vekillerinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında ilköğretim tesis alanı
olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin
istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662
K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, Davalı idarelerden Küçükçekmece
Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin, anılan
Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev
itirazlarının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede
öngörülen biçimde, anılan davalı
idareler yönünden olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına,imar
planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, dava konusu taşınmazın toplam bedelinden, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 8.000,00 TL’sı bedelin
faizi ile birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı
İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8.
maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda
belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Küçükçekmece Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 20.4.2012 gün ve 334-500619 sayılı yazısının
incelenmesinden;Küçükçekmece İlçesi Cumhuriyet Mahallesi, 30 pafta, 1106
parselin, Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından hazırlanarak onaylanan
16.04.2005 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli Küçükçekmece Merkez Revizyon Nazım
İmar Planında ve bu plan doğrultusunda Başkanlıklarınca hazırlanarak Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’nca onaylanan 15.12.2006 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli
Küçükçekmece Merkez Revizyon Uygulama İmar Planında aynı imar adasındaki
1094, 1095, 1096, 1097, 1100, 1101, 1102, 1103, 1104, 1105, 1107, 1115,
1116, 1117 ve 1118 sayılı parseller ile birlikte İlköğretim Tesis Alanı
olarak planlandığı; Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik gereği, imar
planı yapım aşamasında ilgili kurum görüşleri alınarak teknik ve sosyal
donatı alanlarının ayrılmasının bir zorunluluk olduğu; 1/1000 ölçekli
uygulama imar planında ayrılan teknik ve sosyal donatı alanlarının, kamu
ihtiyacı dikkate alınarak uygulama 'aşamasında ilgili kurumun imkanları
doğrultusunda kamulaştırılmasının gerektiği belirtilmiş;taşınmaz üzerinde
plan doğrultusunda yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla İlköğretim
Tesis Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya
ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin görev itirazlarının, Asliye
Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı idarelerden Küçükçekmece
Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Özel İdaresi vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
6.12.2012 gün ve E:2012/213 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/423
KARAR NO:2013/545
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET:
İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk
hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-D.A., 2-T.G. Mirasçıları; F.T.Ö., T.U., 3-M.S.(K.), 4-H.G.K.,
Vekili : Av. E.A.
Davalılar : 1-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
2-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A.D.
O L A Y : Davacılar vekili, müvekkillerinin Ankara ili,
Yenimahalle ilçesi, Çayyolu Mah., Yazıkırı Mevki 147 parselde kayıtlı
taşınmazın, müşterek mülkiyet hükümlerine göre maliki olduklarını; davalı
belediyenin bahse konu arsada imar uygulaması yaptığını; DOP kesintileri
düşüldükten sonra bahse konu parselde dava konusu yapılan hisseler yönünden
bedelsiz terkin şerhi koyduğunu, müvekkillerin ve mürisin bedelsiz terk
işlemine muvafakatlarının bulunmadığını; ayrıca bedelsiz terk şerhi konulan
taşınmazın tamamına fiilen el atılmış olduğunu;halihazırda yol ve park
olarak kullanıldığını; İmar Kanununa göre imar uygulaması sırasında DOP
kesintisi dışında ayrıca bir kesinti yapmanın yasal olmadığını; davalı
belediyenin kamulaştırma kararı olmaksızın taşınmaza el atması sebebi ile
6111 sayılı yasa ile 5999 sayılı kanunda yapılan değişiklik yapılmışsa da
davalı belediyeyle uzlaşmak istemediklerini; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin
kararlarının da bu düşüncelerini desteklediğini dava konusu taşınmaz mülki
sınırlar itibari ile bağlı olduğundan ve fiili el atmada sorumlukları
bulunduğundan Çankaya Belediyesine de husumet yöneltildiğini;dava konusu
gayrimenkulün değeri, mahallinde yapılacak keşif neticesinde ortaya
çıkacağından davanın, miktarı belirsiz kamulaştırmasız el atma davası
olarak açıldığını ifade ederek;söz konusu taşınmazda bulunan
müvekkillerinin hisseleri için fazlaya dair her türlü talep ve dava hakları
saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL el atma tazminatının dava
tarihinden itibaren yürütülecek faizi île birlikte davalılardan müştereken
ve müteselsilen tahsiline, el atma tazminatına hükmolunduğu taktirde dava
konusu taşınmaz hisselerinin davalı idare adına tapudan terkinine karar
verilmesiistemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan
Çankaya Belediye Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuş; ayrıca işin esasına ilişkin olarak verdiği
cevap dilekçesinde; dava konusu
parselin, imar planı ile kullanım şeklinin “Park Alanı” olarak
belirlendiği,söz konusu parsele idarelerince herhangi bir fiili müdahalede
bulunulmadığı, idarelerince herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığı;
ayrıca Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 16.12.2011 tarih ve 3731
sayılı kararıyla Ankara İmar Yönetmeliğinin 16. maddesine "Kamulaştırma
Ortaklık Pay(KOP) Alanları başlıklı 6. fıkra eklenmesine karar verildiği;
buna göre Ankara İmar Yönetmeliği’nin "Kamulaştırma Ortaklık Payı
(KOP) Alanları" başlıklı 16. maddesinin 6. fıkrasında; “KOP Alanları;
imar planları kapsamında ayrılmış, ağaçlandırma alanı, rekreasyon, spor,
eğitim, sağlık, sosyo kültürel tesis, anaokulu, kreş, kültür eğlence,
teknik altyapı, toplu taşıma ve benzeri umumi tesislere ayrılan alanlardır.
/ Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde muhtelif zamanlarda tasdik edilmiş
imar planları kapsamında ayrılmış KOP Alanları, ilgili yatırımcı kamu kurum
ve kuruluşlarının (eğitim, sağlık, spor vb.) muvafakat etmesi kaydıyla,
maliklerince ilgili belediyesinden alınacak ruhsatla özel amaçlı da
kullanılabilir.” denildiği; sonuç itibariyle; dava konusu parselin, gerekli
muvafakat ve ruhsat alınarak MALİKLERİNCE ÖZEL AMAÇLI KULLANILABİLECEĞİ
hususunda tereddüt bulunmadığı savunulmuştur.
ANKARA
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 2.10.2012 gün ve E: 2012/422 sayı ile, görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre;idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; davacılar tarafından, dava dilekçesinde, taşınmaza park
yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı öne sürülerek "Park Alanı ve
yol" olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin
istenildiği; davalı idarenin yazı ve savunma dilekçelerine göre, anılan
taşınmazın imar planında "Park Alanı" olarak ayrıldığı ve fiilen
el atmanın söz konusu olmadığının anlaşıldığı;bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların paydaşı olduğu taşınmazın, imar planında "Park
Alanına” ayrılması hadisesi sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, yukarıda da söylenildiği
üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmazın "Park Alanı" olarak gösterilmesinden, bu planda
öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar
uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin
imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği
şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı;idari işlem ve
eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı idari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari Yargı
yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan Yasa
hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve
zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari Yargı'nın görev alanında
bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki
ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
Yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, davanın taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı vekilinin,
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde,
Davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığı ve davanın, taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazlarına,
idarece yapılan imar uygulamasıyla, DOP kesintileri düşüldükten sonra dava
konusu yapılan hisseler yönünden bedelsiz terkin şerhi konulduğu, bedelsiz
terk işlemine muvafakatlarının bulunmadığı; taşınmazın tamamına fiilen el
atılmış olduğu ve halihazırda yol ve park olarak kullanıldığından bahisle;
fazlaya dair her türlü talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik
1.000,00 TL el atma tazminatının faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan dava dilekçesinde, davacı
vekili tarafından, dava konusu taşınmazın
tamamına fiilen el atılmış olduğu, halihazırda yol ve park olarak
kullanıldığı iddiasına karşılık, davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığının
cevap dilekçesinde, dava
konusu parselin, imar planı ile kullanım şeklinin “Park Alanı” olarak
belirlendiği,söz konusu parsele idarelerince herhangi bir fiili müdahalede
bulunulmadığının belirtilmesi karşısında; Ankara 2.Asliye Hukuk
Mahkemesi’nden temin edilen 11.2.2013 tarihli Bilirkişi Raporu’nda;dava
konusu… “taşınmaza, davalı İdare tarafından kamulaştırma işlemi
yapılmaksızın hukuki ve fiili olarak al atıldığı” ifade edilmiştir.
Belediyelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile
arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe
konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında
yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu
gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici
işlemler olduğu, bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği
tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda
öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri
yapılmaksızın, dava konusu taşınmazlara fiilen el atılarak, park, spor
alanı ve yol olarak kullanılması karşısında, idarenin bu eyleminin
kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu
hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana
getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin
kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların
tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam
yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait
olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel
mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı
iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın
tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere
ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği,
yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim,
yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı
kararının III. bölümünde,“İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak
Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle
kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni
Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil
neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır ve bu bakımdan adliye
mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu
durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümü,adli yargı yerinin görevine girmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/429
KARAR NO:2013/546
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-C.G., 2-S.G.
Vekili : Av.A.E.
Davalılar : 1-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av.Ç.U.
2-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av.A.K.
O L A Y : Davacılar
vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu, Ankara ili, Çankaya ilçesi,
Cevizlidere Mahallesinde kain, tapunun, 28041 ada 1 parsel sayılı
taşınmazın; davalı idarenin yaptığı imar/parselasyon planı çerçevesinde
Park ve Spor alanı olarak ayrıldığını; tapu kaydı müvekkillerinin adına
gözükse de ve davalı kurumun tam anlamıyla kamulaştırma işlemi yapmamış
olsa da bu plan neticesinde, dava konusu taşınmaza el atmış
bulunduğunu;zımnen yapılan bu kamulaştırma işleminin, tapudan ferağ
seklinde, tamamlanmadan bırakıldığını, müvekkillerinin mağdur edildiğini,
kendilerine hiçbir bedel de ödenmediğini; tasarruf haklarının
kısıtlandığını ifade ederek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı
kalmak kaydıyla, taşınmazdaki hisseleri sebebi ile şimdilik 10,000,00.TL
kamulaştırmasız el atma bedelinin davalı idarelerden müştereken ve
müteselsilen bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte
tahsiline karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekili; davanın idari yargı yerinde
görülmesi gerektiğinden bahisle, süresi içerisinde görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA
21.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 1.11.2012 gün ve E:2012/119 sayı ile, yargı yolu
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında Park ve Spor alanı olarak
ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da
sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya
çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan
zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmaza, imar
planında park ve spor alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle,fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik
10,000,00.TL’nin, faiziyle birlikte tazmini
istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler
de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan davalı Çankaya Belediye Başkanlığı savunmasının
incelenmesinden; Dikmen Batı Yakası 81156
nolu parselasyon planıyla oluşan imarın 28041 ada 1 parselinin imar
planıyla Park ve Spor Alanı olarak ayrıldığı, bu alanın düzenlemeye alınan
tüm hissedarların hisseleri oranında oluşturulmuş alan olduğu; 81156 nolu
parselasyon planıyla oluşan konut parsellerinde plan notu gereği fazladan
inşaat hakkını kullanmak isteyen parsel maliklerinin, kamuya bedelsiz
terklerini ilgili Tapu Sicil Müdürlüklerinde kendi rızaları ile yaptırarak
E:2.00 yi kullanmakta oldukları; davacıların da imar plan notunun
11.maddesi gereği parselasyon planı ile oluşturulan Park ve Spor Alanında
kalan hisselerini kendi istekleri ile kamuya bedelsiz terk ederek fazladan
inşaat haklarını kullandığı; Dikmen Batı Yakası imar plan değişikliği ile
düzenlenen 81156 nolu parselasyon planında Park ve Spor Alanı olarak
ayrılan alanların, İmar Kanunun 18. maddesini düzenleyen Arsa ve Arazi
Düzenlemesi İle İlgili Esaslar Hakkındaki Yönetmeliğin 12. maddesi
gereğince düzenlemeye giren parsellerin alanları oranında pay verilmek
suretiyle oluşturulan alanlar olduğu, bedelsiz terk işlemini yapmayan
parsel maliklerine 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre bir bedel karşılığında
ödenecek alanlar olduğu; Dikmen Batı Yakası 81156 nolu parselasyon planıyla
Park ve Spor Alanı olarak ayrılan 28041 ada 1 parseldeki hissesi bulunan
parsel maliklerinin hisselerini kamuya bedelsiz terk etmeye zorlanmalarının
söz konusu olmadığı; davacıların kendi rızaları ile terk işlemini yaptığı;
Dikmen Batı yakası 81156 nolu parselasyon planıyla düzenlenen imar
parsellerinde imar plan notu gereği, Park ve Spor Alanına ait hisselerini
rızaen bedelsiz terk işlemi yaptıran parsel maliklerinin, konut
parsellerindeki hisseleri için plan gereği 1.80 olan inşaat emsalini E:2.00
kullanarak fazladan inşaat hakkı aldığı;bedelsiz terk işlemini yaptırmayan
parsel maliklerinin ise fazladan inşaat hakkı alamayıp, kamulaştırma
seçeneğini tercih etmiş olduğu belirtilmiş; taşınmaz üzerinde plan
doğrultusunda yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla Park ve
Spor Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız
el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu
gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara
ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE
İLİŞKİN Ankara 21.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1.11.2012 gün ve E:2012/119
sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/430
KARAR NO:2013/547
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka
kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı
: N.Y.
Vekili:
M.B.
Davalı
: Türk Telekom A.Ş.
Vekili:
Av.C.G.E.
O L A Y :
İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen davacı, 8.4.2010 tarihinde Denizli Valiliği emrine
atanmıştır.
Davacı
26.1.2011 tarihli dilekçesiyle, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini
istemiş; bu isteğine cevap verilmemiştir.
Davacı vekili; davalı Kurumun zımni ret işleminin
iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli İdare Mahkemesi: 11.4.2011 gün ve
E:2011/509, K:2011/330 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği
tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom
A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş, bu karar temyiz edilmiştir.
Danıştay
5. Daire Başkanlığı: 14.12.2011 gün ve E:2011/5334, K:2011/7484 sayı ile,
imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili
kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi
kaM.l ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri
ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı
kaM.l görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında
tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna
varılmakta olduğu aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle
davacının temyiz isteminin kabulüyle Denizli İdare Mahkemesince verilen
kararın bozulmasına karar vermiş, Mahkemece bozma kararına uyulmuştur.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
DENİZLİ İDARE MAHKEMESİ: 7.11.2012 gün ve
E:2012/849 sayı ile, imtiyaz Sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmek
hakkını elde eden davalı şirkete, devir sonrasında yetişmiş personel
yetersizliği nedeniyle doğabilecek aksaklıkların önüne geçilebilmesi için,
406 sayılı Yasa hükümleri ile tanınan ayrıcalıkların sonucu olarak bünyesinde
belli süre ile çalışmaya devam eden söz konusu personelin kamu kurumlarına
naklen atanmasının sağlanması amacıyla kimi görevler yüklendiği;bu görevler
kapsamında 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirket tarafından, hak
sahibi personelinin Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilmesi, bildirim
ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal
haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin
ilişiğinin kesilmesi gibi işlemlerin bulunduğu;bu durumda, imtiyaz
sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması
nedeniyle diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kaM.l
ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile,
kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kaM.l
görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis
ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu
gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin
görevliliğine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer
aldığı; bu duruma göre,davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen
gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki
uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi
düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile
maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 8/4/2010 tarihinden itibaren ödenmesi
gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve
davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklandığı; öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin
değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden
dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın
İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak
Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği;
dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu
niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında,
ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce
davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş
arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı
Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına,
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın
10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının
görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili
Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN’ın
davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin%
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisaditeşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı
statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan
anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı
kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür.Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar
Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin (b)
bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom
çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim
Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre,iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu
niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari
yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek
olanaksız olduğundan;uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ
ile, Denizli İdare Mahkemesi’nin 7.11.2012
gün ve E:2012/849 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/432
KARAR NO:2013/548
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
H.S.
Vekilleri
: Av.S.A., Av.S.A.
Davalı : Ümraniye Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. S.B.K.
O L A Y
: Davacı vekili, müvekkilinin maliki olduğu İstanbul ili, Ümraniye ilçesi,
Çakmak Mah. 25 Pafta, 653 ada, 4 parsel sayılı taşınmazın,13.02.1998-15.01.1999/34 tasdik tarihli
1/1000 ölçekli Ümraniye Revizyon Uygulama İmar Planına göre YEŞİL ALAN,
PARK VE YOL’da kaldığını; bu durumun müvekkillerini büyük zararlara
uğrattığını; davalı idarenin bu şekilde müvekkillerinin taşınmaz üzerindeki
tasarruf ve kullanma hakkını kısıtladığını; uzlaşma taleplerine davalı kurumun
cevap vermediğini; YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ'nin 2011/4762 E. VE 2011/9257
K, .Sayılı 30.05.2011 tarihli kararında; "İmar planında park ve yol
olarak ayrılan taşınmaza fiilen el atılmamış olsa bile 3194 sayılı İmar
kanununun 10. maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar
planın kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı belediyece
ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve
malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle
taşınmaz bedeli ödenmelidir.” hususunu açıkça belirttiğini; davalı idarece,
dava konusu taşınmazın kamulaştırılmadan imar planında yeşil alan, yol ve
park alanı olarak gösterilmesinin, müvekkilinin taşınmaz üzerindeki
tasarruf hakkını ortadan kaldırdığı gibi mülkiyeti kullanma özgürlüğünü de
kısıtladığını, bu nedenle davalı idarenin taşınmazın bedelini ödemesinin
gerektiğini ifade ederek; fazlaya dair dava ve talep hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 1.000. TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı idare vekili,süresi
içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ÜMRANİYE
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.12.2012 gün ve E:2012/207 sayı ile,davalı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın idari
yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden bahisle idari
yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu
idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek
yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari
işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında Kısmen Yol ve Park Alanı olarak ayrılan taşınmazının bedelinin
ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı;ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından
ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari Yargının görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın 2577 sayılı idari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu
görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının maliki olduğu taşınmazına, imar planında
yeşil alan, park ve yol olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla
şimdilik; 1.000 TL bedelin faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.”hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir
düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında yer alan Ümraniye Belediye Başkanlığı, İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 2.4.2012 gün ve M.34.3.ÜMR.0.13.01 612 Sayı:
M.34.3.ÜMR.0.13.01 612 S 2007.4032-2012/9499-1720653 sayılı yazısında
incelenmesinden; dava konusu Ümraniye, Çakmak Mahallesi, 25 pafta 653 ada 4
parsel sayılı taşınmazın 13.02.1998- 15.03.1999 t.t. 1/1000 ölçekli
“Ümraniye Revizyon Uygulama İmar Planı” kapsamında kısmen Yol Alanı, kısmen de Park Alanı lejantında kaldığı;
Belediye arşivine göre 4 parsel sayılı taşınmazın onanlı plan kapsamında
henüz işlem görmemiş kadastral parsel olduğu,ancak dava konusu parsele ait
imar mı ya da kadastral parsel mi olduğuna ilişkin kesin ve güncel bilginin
temin edilemediği;Belediye Mücavir Alan sınırları içinde olan dava konusu
parselin, belediye hizmetlerinden yararlandığı, etrafının meskûn olduğu,
parselde DOP kesintisi yapılmadığı belirtilmiştir.
Olayda,
davacının maliki olduğu taşınmazın imar planıyla kısmen Yol Alanı, kısmen de Park Alanı kullanımında kaldığı,
aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde
düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ümraniye 2.Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 11.12.2012 gün ve E:2012/207 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/433
KARAR NO:2013/549
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- N.B., 2- M.B., 3-
İ.B.
Vekilleri: Av. İ.A.
Davalı:
Denizli Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. Ö.A.A.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların Denizli İli, Merkez Kınıklı Mahallesi, 2223 ada 1
parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar
planında belediye hizmet alanı
olarak ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 30.000
TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Davalı Denizli Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Denizli 2.Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.11.2012 gün ve E:2012/124
sayı ile, davalı Denizli Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Denizli Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Denizli Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Denizli Belediye
Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında belediye hizmet alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın
tapusunun davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 30.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.)
Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar
valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında belediye hizmet alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden,başvurusunun
kabulü ile, davalı Denizli Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Denizli Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Denizli 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2012/124 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/434
KARAR NO:2013/550
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- B.T., 2-Y.T.,3- L.T.,
4- F.D.,5-N.T.,6-Ş.A.7-A.G.,8-C.A.,9-F.K.,10-İ.A., 11- N.T.,
Vekilleri: Av. C.U.C.
Davalı:
Ankara İl Özel İdaresi
Vekili:
Av. E.B.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların Ankara İli, Akyurt İlçesi, Yıldırım Mahallesi, 54 ada 2
parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar
planında ilköğretim alanı
olarak ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik
62.250,00 TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi
istemiyle dava açmıştır.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili 1.celsede süresi
içerisinde beyanen; görev itirazında bulunmuştur.
Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi; 09.10.2012 gün ve
E:2012/70 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresi açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen
biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında ilköğretim alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun
davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 62.250,00 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında ilköğretim alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin
iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu
uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında
yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden,
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.10.2012 gün ve
E:2012/70 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/435
KARAR NO:2013/551
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.Ö.
Vekili : Av. Y.G., Av. A.B.G.
Davalı :
Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. C.G.
Dahili
Davalı: Ankara İl Özel İdaresi
Vekili:
Av. S.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yukarıyurtçu Mahallesi,
32 ada 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında eğitim alanı olarak
ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili
ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL nin
faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava
açmıştır.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Dahili davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi; 18.12.2012 gün ve
E:2012/140 sayı ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı ile dahili
davalı Ankara İl Özel İdaresi vekillerinin görev itirazlarının reddine
karar vermiştir.
Dahili davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklandığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin
kısmı yönünden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, davanın, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklandığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına
ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı ile dahili davalı Ankara İl
Özel İdaresi vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve dahili davalı
Ankara İl Özel İdaresi vekilinin 12/1.maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, dahili davalı Ankara
İl Özel İdaresi açısından, davanın,
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklandığı ileri sürülen zararın
tazminine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında eğitim alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun
davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 1.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin
internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir
aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca
belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş
gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında eğitim alanında
kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, mülkiyet hakkına getirilen
kısıtlamadan kaynaklandığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı
yönünden, başvurusunun kabulü ile, dahili davalı Ankara İl Özel
İdaresi vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklandığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin
kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, dahili davalı Ankara İl
Özel İdaresi vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 21. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 18.12.2012 gün ve E:2012/140 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/436
KARAR NO:2013/552
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından
kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı : Ö.K.
Vekili : Av. S.Y., Av. E.V.
Davalılar:
1- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. A.A.A.
2-
Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.N.C.
3-
Ankara Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne izafeten Ankara Valiliği
Vekili : Av. D.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Mahallesi, 43110
ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında spor alanı olarak
ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı ilgili kurum adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000
TL nin faizi ile birlikte kamulaştırma yapmaya yetkili davalıdan tahsiline
karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili 10.07.2012
günlü 1.celsede süresi içerisinde beyanen; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi; 10.07.2012 günlü
1.celsede ‘’davalı Yenimahalle Belediyesi vekiline olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması için 15 gün süre verilmesine, uyuşmazlık çıkarıldığında
dosyanın ilgili kısımlarının Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine’’ karar
vermiştir.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili 11.12.2012
günlü 3.celsede beyanen görev itirazını yineleyerek, idari yargı yerinin
görevli olduğunu, öncelikle görev itirazları hususunda bir karar
verilmesini talep etiklerini, aksi halde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartacaklarını ifade etmiştir.
Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi; 11.12.2012 gün,
E:2012/33 sayı ile özetle, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda 13.12.2012 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılar Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekillerinin
anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları
görev itirazına karşı Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi 10.07.2012 günlü
1.celse ara kararı ile ‘’davalı Yenimahalle Belediyesi vekiline olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması için 15 gün süre verilmesine, uyuşmazlık
çıkarıldığında dosyanın ilgili kısımlarının Danıştay Başsavcılığına
gönderilmesine’’ karar vermiş olup, sonrasında ise, davalı Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekilinin 11.12.2012 günlü 3.celsede görev itirazını yineleyerek,
görev itirazı hususunda bir karar verilmesini talep etmesi üzerine, Ankara
21. Asliye Hukuk Mahkemesi 11.12.2012 gün, E:2012/33 sayı ile davalı
Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar
vermiş olup, sonrasında Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin 13.12.2012 günlü dilekçesi üzerine de
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
2247 sayılı Yasa’nın 10/2. Maddesinde; ‘’ Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda,
ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı
yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve
yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.‘’ denilmek suretiyle olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılabilmesi için usulüne uygun ve süresinde yapılmış olan görev
itirazının, mahkemece, görevli olduğuna karar verilmek suretiyle
reddedilmesi gerektiği belirtilmiş olmakla, buna karşın Ankara 21. Asliye
Hukuk Mahkemesi 10.07.2012 günlü 1.celse ara kararında görev itirazının
reddine karar vermemiş, ‘’davalı Yenimahalle Belediyesi vekiline olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılması için 15 gün süre verilmesine, uyuşmazlık
çıkarıldığında dosyanın ilgili kısımlarının Danıştay Başsavcılığına
gönderilmesine’’ karar vermiş olup, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı
vekilinin 11.12.2012 günlü 3.celsede görev itirazını yineleyerek, görev
itirazı hususunda bir karar verilmesini talep etmesi üzerine, mahkemece
davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine
karar verilmiş, bu tarihten sonra da davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı
vekilince 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısınca davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen
biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakla usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay
DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında spor alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapu kaydının
davalı ilgili kurum adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 1.000 TL nin faizi ile birlikte kamulaştırma yapmaya
yetkili davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planındaspor alanında
kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının
hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış
olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.12.2012 gün,
E:2012/33 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/437
KARAR NO:2013/553
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- M.A., 2- O.A., 3- H.T., 4- C.K.
Vekilleri
: Av. M.Ş.G., Av. N.G.
Davalı:
Muratpaşa Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. A.K.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Antalya İli, Muratpaşa İlçesi, Demircikara Mahallesi,
5817 ada, 1 parselde bulunan taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz
konusu taşınmazın imar planında pazar
yeri olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi; 18.10.2012 gün ve
E:2012/241 sayı ile, davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Muratpaşa Belediye
Başkanlığı açısından,10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmaza, imar
planında pazar yeri olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında
aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında pazar
yerinde kaldığı, davaya konu taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin
yapmış olduğu görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Muratpaşa Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Antalya 8. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 18.10.2012 gün ve E:2012/241 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/438
KARAR NO:2013/554
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H.Ö.
Vekili : Av. A.N., Av. M.R.N.
Davalı:
Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A.D.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Çankaya İlçesi, Çukurca Mahallesi, 26121 ada,
5 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında Çankaya Belediyesi Sosyal
Kültürel Tesisler Alanı ve yol olarak ayrıldığını belirterek,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL nin faizi
ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi; 11.04.2012 gün ve
E:2012/101 sayı ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Çankaya Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında “Çankaya Belediyesi Sosyal Kültürel
Tesisler Alanı” olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik
10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin
internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir
aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca
belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş
gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planındaÇankaya
Belediyesi Sosyal Kültürel Tesisler Alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın
çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 11.04.2012 gün ve E:2012/101 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/439
KARAR NO:2013/555
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun
özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil
ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.K.
Vekili :
Av. M.B.
Davalı
: Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili :
Av. C.G.E.
O L A Y
: Davacı vekili 23.03.2011 günlü dava dilekçesinde özetle, Türk Telekom
Denizli İlMüdürlüğünde kapsam dışı personel olarak teknisyen yardımcısı
unvanı ile görev yapmakta iken, 4046 sayılı Kanunun 22. ve 406 sayılı
Kanunun ek 29.maddesi kapsamında diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakli
yapılmak üzere 31.08.2010 tarihinde adının Devlet Personel Dairesi
Başkanlığına bildirildiğini, sonrasında Denizli Valiliğine ataması
yapılarak 05.01.2011 tarihinde göreve başladığını, davalı kurum tarafından
düzenlenen maaş nakil ilmühaberini incelediğinde ek ödemelere yer
verilmediğini fark etmesi üzerine, ek ödemelerin ilave edilerek maaş nakil
ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve ek ödemelerin faiz ile birlikte
ödenmesi için 05.01.2011 tarihinde Denizli Telekom İl Müdürlüğüne müracaat
ettiğini, bu müracaata cevap verilmeyerek talebinin zımnen reddedildiğini
belirterek, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi talebinin reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli
İdare Mahkemesi, dava dilekçesini tebliğe çıkartmaksızın; 11.04.2011 gün,
E:2011/337, K:2011/327 sayı ile özetle, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde bulunan kamu kuruluşu niteliği taşımayan
Türk Telekomünikasyon AŞ.nin olması karşısında, idari yargı yetkisi
kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız
olduğundan bahisle, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğunu belirterek, dava dilekçesinin
görev yönünden reddine karar vermiş olup, bu karara karşı yapılan temyiz
başvurusu üzerine Danıştay 5.Dairesi 14.12.2011 gün, E:2011/5306,
K:2011/7481 sayı ile özetle, kararın bozulmasına karar vermiştir.
Danıştay
5.Dairesinin 14.12.2011 gün, E:2011/5306, K:2011/7481 sayılı bozma ilamının
tebliğinden sonra, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.
Denizli İdare Mahkemesi; 08.11.2012 gün, E:2012/844 sayı
ile özetle, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince süresi
içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda
bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki
kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan
bir kuruluş olduğunu, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar
Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına
İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında
Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığını, Anayasa'nın 128. maddesinde,
"Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığını, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığını, bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini
taşıdığını, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığını, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceğini, dolayısıyla, işlemin
tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan
Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğunu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin, özelleştirilen kuruluş
tarafından zımnen reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğunu
belirterek, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.
vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca,
davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. Bakımından 10.maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında ise Denizli Valiliğine atanan davacı tarafından,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953
tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve
Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon
Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi
ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta
İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde
yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir. Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın
4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt
bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi
çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin
birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü
cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde,
Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa
ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile
de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi
Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i,
Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin% 55 Oranındaki
Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair
Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli
Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisaditeşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı
statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan
anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı
kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin
(b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom
çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim
Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca,Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme,
Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek
suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli
sayılmıştır.Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında
başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından,maaş nakil ilmühaberinin
düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle dava açılmıştır.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun
“İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte
davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, Denizli İdare Mahkemesinin
Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Denizli İdare
Mahkemesi’nin 08.11.2012 gün, E:2012/844 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/440
KARAR NO:2013/556
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.Ş.
Vekili: Av. A.F.D.
Davalılar:
1- Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. S.D.G.
2-
Osmangazi Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. E.T.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Bursa İli, Osmangazi İlçesi, Çekirge Mahallesi, 4165 ada,
3 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında kent parkı alanı
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 10.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar
verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bursa 7.Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.11.2012 gün ve
E:2012/321 sayı ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında kent parkı alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan
tahsili istemiyle açılmıştır.
Dosya
kapsamındaki Osmangazi Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün
14.09.2012 günlü yazısında, davaya konu Çekirge Mahallesi, 4165 ada, 3
parsel sayılı taşınmazın 1/1000 ölçekli Kent Parkı Koruma Amaçlı İmar Planı
kapsamında 1. Derece Doğal Sit sınırı dahilinde ‘’kent park’’ alanında
kaldığı belirtilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin 1/1000 ölçekli Kent Parkı Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında
1. Derece Doğal Sit sınırı dahilinde kent park alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bursa 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2012/321 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/441
KARAR NO:2013/557
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- H.A., 2- Ş.O., 3- M.O., 4- A.O.,
5- H.A., 6- Z.A., 7- M.E., 8- F.E. Vekilleri
: Av. A.F.D.
Davalılar:
1-Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. M.E.
2-Osmangazi
Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. M.E.A.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Bursa İli, Osmangazi İlçesi, Çekirge Mahallesi, 4168
ada, 26 parselde bulunan taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında kent parkı
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile birlikte davalılardan tahsiline
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.11.2012 gün ve
E:2012/493 sayı ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmaza, imar
planında kent parkı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile
birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamındaki Osmangazi Belediye Başkanlığı İmar ve
Şehircilik Müdürlüğünün 14.09.2012 günlü cevabi yazısında, davaya konu
Çekirge Mahallesi, 4168 ada, 26 parselde bulunan taşınmazın 1/1000 ölçekli
Çelikpalas Üstü 3. Derece Doğal Sit Alanları Uygulama İmar Planı kapsamında
3. Derece Doğal Sit Sınırı dahilinde ağaçlandırılacak alanda ve yolda
kaldığı belirtilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları
alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu
parselin 1/1000 ölçekli Çelikpalas Üstü 3. Derece Doğal Sit Alanları
Uygulama İmar Planı kapsamında 3. Derece Doğal Sit Sınırı dahilinde kısmen
ağaçlandırılacak alanda kısmen de yolda kaldığı, davaya konu taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
vekilinin yapmış olduğu görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bursa 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve E:2012/493 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/442
KARAR NO:2013/558
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- A.E., 2- Y.E.
Vekilleri : Av. H.H.
Davalı:
Ankara İl Özel İdaresi
Vekili :
Av. D.O.İ.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Demet Mahallesi 15898
ada 2 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar
planında temel eğitim alanı
olarak ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000
TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili süresi içerisinde
sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesi; 25.12.2012 gün ve
E:2012/496 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına
ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresi açısından,
10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında temel eğitim alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun
davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu
parselin imar planında temel eğitim
alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı bakımından, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı bakımından,
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin GÖREV
İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.12.2012
gün ve E:2012/496 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/443
KARAR NO:2013/559
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Sigortalı
araç için araç sahibine ödemede bulunan sigorta şirketince, zararın giderilmesi
istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A. Sigorta A.Ş.
Vekili :
Av. F.S.
Davalı :
ASKİ Genel Müdürlüğü
O L A Y: Davacı vekili dilekçesinde özetle, davacı
şirkete kaskolu olan 06 HBJ .... plakalı aracın, 05.11.2011 tarihinde
K.L.'nin sevk ve idaresinde iken, Çankaya İlçesi 2120.cadde üzerinde
bulunan, ASKİ nin bakım, onarım ve yenileme sorumluluğundaki logar
kapağının üzerinden geçmesi akabinde logar kapağının yerinden çıkarak
aracın alt kısımlarına çarpması sonucu araçta 5.239,56 TL maddi hasar
meydana geldiğini, bu hasarın davacı şirket tarafından karşılandığını
belirterek, davacı şirket tarafından karşılanan söz konusu hasar bedelinin
ödeme tarihi olan 27.10.2011 tarihinden itibaren faizi ile birlikte
davalıdan tahsili talebiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara
3.Asliye Hukuk Mahkemesi; 20.06.2012 gün ve E:2012/296, K:2012/380 sayı ile
özetle; davalının bir kamu tüzel kişisi olup, eylem ve işlemlerinin de
kaM.l nitelikte olan kamu hizmeti kavramı çerçevesinde olduğunu, istemin
ileri sürülüş ve olayın gerçekleşme biçimine göre davanın ASKİ ye
yönelmesinin nedeninin, davalı tarafından bir plan çerçevesinde
gerçekleştirilen işlemi sırasında yeterince özen gösterilmemesi sonucu
zarara neden olunduğu iddiası olduğunu, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Yasası'nın 2/1-b maddesi gereğince bu tür işlemlerin tam yargı davası
olarak idari yargı yerinde açılacak davada ileri sürülmesi gerektiğini
belirterek, davalı ASKİ ile ilgili uyuşmazlığın çözümünde idari yargı
yerinin görevli olduğundan bahisle davanın görev bakımından reddine karar
vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi; 07.01.2013 gün ve E:2013/21,
K:2013/2 sayı ile özetle; dava konusu uyuşmazlığın karayolu üzerindeki
logar kapağı nedeniyle oluştuğu iddia edilen zararın tazmini istemine
ilişkin olduğundan, 2918 sayılı Karayolları ve Trafik Kanunundan kaynaklı
sorumluluk davası niteliğinde olan davanın görüm ve çözüm yerinin adli
yargı yeri olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş
ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davacı vekili tarafından; 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve
idari yargı yerleri arasında görev uyuşmazlığın
doğduğu, idari yargı dosyasının mahkemece, ekinde adli yargı dosyası
ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı
şirkete kasko sigortası poliçesi kapsamında sigortalı bulunan 06 HBJ ....
plakalı aracın seyir halinde iken, cadde üzerinde bulunan logar kapağının
üzerinden geçmesi akabinde logar kapağının yerinden çıkarak aracın alt
kısımlarına çarpması sonucu meydana gelen maddi hasar nedeniyle davacı
şirket tarafından ödenen 5.239,56 TL maddi tazminat miktarının ödeme
tarihinden itibaren işlemiş yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili
istemiyle açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve
trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları,
şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini
ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri
ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı;
10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve
güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve
yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer
işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında
olduğu belirtilmiştir.
Öte
yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde
“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet
verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk
davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu
fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen
tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu
araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu
yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer
mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu
maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği
tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış
bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacı şirkete kasko sigortası poliçesi kapsamında
sigortalı bulunan 06 HBJ .... plakalı aracın seyir halinde iken, cadde
üzerinde bulunan logar kapağının üzerinden geçmesi akabinde logar kapağının
yerinden çıkarak aracın alt kısımlarına çarpması sonucu meydana gelen maddi
hasar nedeniyle ödenen 5.239,56 TL maddi tazminat miktarının ödeme
tarihinden itibaren işlemiş yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili
istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Belediye aleyhine idare mahkemesinde açılan başka
bir tazminat talepli tam yargı davasında, İdare Mahkemesi 2918 sayılı
Yasanın 110.maddesinin 1.fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin
Anayasaya aykırı olduğu kanısına varmış, İdare Mahkemesinin bu iki cümlenin
iptali istemiyle yaptığı başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi 8.12.2011
gün ve E:2011/124, K:2011/160 sayı ve 8.11.2012 gün ve E:2012/118,
K:2012/170 sayılı aynı içerikli iki kararı ile; “2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinin birinci fıkrasında, bu
Kanun’dan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği
öngörülmektedir. İtiraz başvurusunda bulunan mahkeme ise idare mahkemesi
olup davaya bakmakta görevli ve yetkili mahkeme değildir.Başvurunun
Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.” Kararına varmıştır.Bu
durumda,2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110.
maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin benzer bir konuda İdare Mahkemesi’nin
davaya bakmakla görevli bulunmadığı yolundaki kararları gözetildiğinde,
bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden
trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda
alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları,
şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini,
ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma
usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak
sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu;
meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli
yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce
verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara
3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.06.2012 gün ve E:2012/296, K:2012/380
sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üyelerden
Eyüp Sabri Baydar’ın GEREKÇEDE KARŞI OYU ile ESAS KARARDA OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
05.11.2011
tarihinde Davacıya kasko poliçesi ile sigortalı 06 HBJ …. plakalı aracın
seyir halindeyken davalı idarenin yetki ve sorumluluğunda bulunan yol üzerindeki
rögar kapağının yerinden fırlayarak çıkması sonucu araçta zarar meydana
geldiği, zararın sigortalıya ödendiği, davalının zarara sebebiyet verdiği
iddiasıyla maddi zararın tahsili istemiyle davacı vekilince davalı
aleyhinde Adli Yargı da tazminat davası açılmıştır.
Ankara 3. Asliye
Hukuk Mahkemesince Uyuşmazlığın İdarenin Hizmet Kusurundan kaynaklandığı,
Uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu gerekçesiyle yargı yolu yönünden
dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
Davacı bu kez
aynı istemle İdari Yargıda dava açmış, Ankara 12. İdare Mahkemesi de
uyuşmazlığın 2918 sayılı Yasanın 110. maddesi kapsamında ve Adli Yargının
görev alanında bulunduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin Yargı yolu yönünden
reddine karar vermiş,
Kesinleşen
kararlar üzerine olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle
dosyanın gönderildiği Yüksek Mahkemenin sayın çoğunluğu görüşü
doğrultusunda “Davanın çözümünden Adli Yargının görevli olduğuna, Ankara 3.
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar
verilmiştir.”
Sayın çoğunluğun
Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden düşüncesine katılmakla
birlikte gerekçesine katılamıyorum.
Zira;
6102 sayılı TTK
16.maddesinde “Ticaret Şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, demekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince
özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere
devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri
tarafından kurulan kurum ve kuruluşlarında tacir sayılacakları”
öngörülmüştür.
Davalı kurum
hakkında da uygulanması gereken İSKİ’nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı
yasada, bu kurumun genel kurul, yönetim kurulu ve genel müdürlük ile
yönetileceği, denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet
ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip genel kurulun onayına sunulacağı
ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre
düzenleneceğinin açıklanması karşısında bu kuruluşun özel hukuk hükümlerince
İdare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu da 29.11.1995 gün 1995/11-647 esas 1995/1043 sayılı vs.
kararlarında 2560 sayılı kanuna tabi olan İSKİ’nin gördüğü hizmetin kamu
hizmeti olmakla birlikte faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması
itibariyle TTK 18/1 maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı
ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmaya görevinin
Adli Yargının görev alanına girdiğini benimsemiştir.
Bu durumda tacir
olan davalı ASKİ ile davacı arasında haksız fiilden kaynaklanan davaya
bakma görevi Adli Yargıya ait olup açıklanan nedenle Adli Yargının görevli
olduğuna karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle Adli Yargıyı
Uyuşmazlıkta görevli kabul eden sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Üye Eyüp
Sabri BAYDAR
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/444
KARAR NO:2013/560
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
TSK’nde Astsubay olarak görev yapmakta iken emekliye ayrılan
davacının, adına kayıtlı tabancalarına
silah taşıma ve bulundurma hakkını kaybettiğinden bahisle, ruhsatların
iptal edilerek el konulmasına dair işlemin iptali için yaptığı başvurunun
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE
görülmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Ö.Ç.
Vekili : Av. G.Ç.
Davalı: Milli Savunma Bakanlığı
Vekili : Av. E.T. (İdari Yargıda)
O L A Y: Davacı
vekili dava dilekçesinde özetle; davacı Emekli Bkm. Kd. Bçvş. Ö.Ç.’ın Kara
Kuvvetleri Komutanlığında 30 yıl görev yaptıktan sonra 28.09.2010 tarihinde
emekli olduğunu, emeklilik işlemleri ile beraber 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve 91/1779 sayılı
Yönetmelik ve Türk Silahlı Kuvvetleri Şahsi Silah Yönergesindeki
düzenlemeler doğrultusunda şahsi silah envanterinde kayıtlı olan 3 adet
tabancanın ruhsatını almak için Kara Kuvvetleri Komutanlığına başvurduğunu,
ancak KKK.lığının 12 Nisan 2011 gün, 110337 sayılı yazısı ile
davacının91/1779 sayılı Yönetmeliğin 16.maddesinin 1.fıkrasının d bendi
kapsamında olduğu gerekçesi ile davacının silah bulundurma ve taşıma
ruhsatı hakkını kaybettiğinden bahisle ruhsat verilemeyeceğinin
bildirildiğini, söz konusu işlemin iptali için 24.06.2011 tarihli dilekçe
ile KKK.lığına başvursa da 19.07.2011 tarih, 200431 sayılı yazı ile
reddedildiğini belirterek, KKK.lığının 12 Nisan 2011 günlü, davacının silah
taşıma ve bulundurma hakkını kaybettiğine dair işlemin iptali istemiyle
askeri yargı yerinde dava açmıştır.
Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi 3. Daire Başkanlığı; 06.10.2011 gün, E:2011/2102,
K:2011/1980 sayı ile özetle, davacıya silah verilmemesinin sebebinin
91/1779 sayılı Yönetmeliğin 16.maddesinde zikredilen silah taşıma ve
bulundurma iznin verilmeyeceği, verilmişse de iptal edileceğini belirten
hükümleri olduğunu, bu hükmün tüm silah ruhsatı alacaklarla ilgili ölçüt ve
sınırlamalar getirdiğini, bu hükme göre yapılacak inceleme ve irdelemenin
askeri hizmet ölçüt ve gereklerine inhisar etmediğini, sadece genel anlamda
Kanun ve Yönetmelikte geçen koşullara göre değerlendirme yapılacağının
anlaşıldığını, işlemin tesisinde bu yönüyle salt askeri hizmet ölçütlerinin
kullanılmadığını, sonuçta da buna ilişkin yargısal değerlendirmenin askeri
idari yargı yerinde yapılmasının gerekmediğini belirterek, davanın görev
yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı
bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 17. İdare Mahkemesi; 13.12.2012 gün, E:2012/357,
K:2012/2131 sayı ile özetle, emekli astsubay olan davacı asker kişi
sayıldığından ve askerlik görevi nedeniyle elde ettiği silah taşıma ve
bulundurma hakkına ilişkin uyuşmazlığın askeri hizmete ilişkin olduğundan
bahisle davanın görüm ve çözüm yerinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin
görevine girdiğini belirterek, davanın görev yönünden reddine karar vermiş
ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, M. Aydan AL ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Davacı vekili tarafından,
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, askeri
yargı ve idari yargı yerleri arasında görev
uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının mahkemece, ekinde askeri
yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR ile
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Hakan Ali TURGUT’un davada genel
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Kara Kuvvetleri
Komutanlığında Kd. Astsb. Bçvş.
Olarak görev yapmakta iken,28.09.2010 tarihinde emekli olan davacının,
envanterinde kayıtlı olan tabancaların ruhsatlarını almak için KKK.lığına
yapmış olduğu başvurunun, 12 Nisan 2011 gün, 110337 sayılı yazı ile,
davacının91/1779 sayılı Yönetmeliğin 16.maddesinin 1.fıkrasının d bendi
kapsamında olduğu gerekçesi ile silah bulundurma ve taşıma ruhsatı hakkını
kaybettiğinden bahisle ruhsat verilemeyeceğine dair cevabi yazı ile reddine
dair işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Anayasa’nın
157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı
denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak, askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının
aranmayacağı belirtilmiş, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin
birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına,
askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri
ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve
diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı
aranmaz” denilmiştir.
Buna
göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava
konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri
hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay,
askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
Davacının
1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu
nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği kuşkusuzdur.
Dava
konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:
İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden
“askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin
konusuna bakılması gerekmektedir. İdari işlem, askeri gereklere, askeri
usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri
hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri
hizmete ilişkin idari işlemler, idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik
ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi
olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri
görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak
değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir.
21/03/1991 tarih ve 91/1779 sayılı Ateşli Silahlar Ve
Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin, “Amaç ve Kapsam” başlıklı
1. Maddesinde, ‘’Bu
Yönetmeliğin amacı, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer
Aletler Hakkında Kanun kapsamında bulunan her türlü ateşli silahlarla
mermilerinin ve bıçaklarla salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel
olarak yapılmış bulunan diğer aletlerin memlekete sokulması, yapılması,
satılması, satın alınması, taşınması veya bulundurulmasına ilişkin usul ve
esasları düzenlemektir.
Bu Yönetmelik, Kanun kapsamındaki
silahlarla ilgili ruhsatların düzenlenmesini, yenilenmesini, gerektiğinde
geri alınmasını veya iptalini, bağış, satış veya veraseten intikal yolu ile
el değiştirmesini, ruhsata bağlanan silahların kayıt ve tescilini, bıçak ve
diğer aletler ile benzerlerinin yapım, kullanım ve naklini, armağan, hatıra
ve antika silahların neler olduğunu, silah ve mermi edinilmesini,
silahların yurdumuza daimi ya da geçici olarak ithal edilmesini, trap-skeet
atış alanı ile tabanca ve tüfek atış poligonu açılmasını ve bunların
denetlenmesini, ateşli silahlar için tamir yeri açılmasını, yivli ve yivsiz
av ve spor silahları ile aksamlarının ve bunlara ait mermilerinin yurda
sokulması esaslarını, bunlarla ilgili izin, kayıt ve tescil işlemlerini
kapsar.” Denilmiştir.
“Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde, “ Bu
Yönetmelikte geçen;(…)
o) Kimlik kartları ve silah taşıma
izni: Kuvvet komutanlıklarınca, Jandarma Genel Komutanlığınca ve Sahil
Güvenlik Komutanlığınca emekli subay, astsubay ve uzman jandarma çavuşlar
için verilen emekli kimlik kartları ile sahiplerinin silah taşıma yetkisini
belirleyen silah taşıma izin belgesini,
ü) Türk Silahlı Kuvvetleri personeli:
Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında istihdam edilen subay, astsubay, uzman
jandarma çavuş ve uzman erbaş rütbesindeki personeli, ifade eder.”
Denilmiştir.
“Emekli Türk Silahlı Kuvvetleri Personeli”
başlıklı 11. maddesinde, “Mahkeme kararı
ile ya da haklarında verilen mahkumiyet kararının sonucu olarak Türk
Silahlı Kuvvetlerinden tard veya ihraç edilenler, rütbesinin geri
alınmasına hükmolunanlar ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununun 50 nci maddesinin © bendi, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 16
ncı maddesinin üçüncü fıkrası ve 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanununun 15
inci maddesi uyarınca disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle ayırma
işlemine tabi tutulanlar, 3269 sayılı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca başarısız
görülenler ile 3466 sayılı Kanunun 13 ve 16 ncı maddeleri uyarınca ilişikleri
kesilenler veya 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2 nci maddesi gereğince
emekli edilenler hariç olmak üzere, emekli Türk Silahlı Kuvvetleri
personeli ile mecburi hizmetini tamamlayarak istifa etmek suretiyle Türk
Silahlı Kuvvetlerinden ayrılan subay, astsubay ve uzman jandarmalar ile en
az on yıl görev yapıp sözleşmelerinin uzatılmaması sonucu veya kendi isteği
ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılan uzman erbaşlara silah taşıma ve
bulundurma izni, bağlı bulundukları Kuvvet Komutanlıklarınca, Jandarma
personeli için Jandarma Genel Komutanlığınca, Sahil Güvenlik Komutanlığı
personeli için Sahil Güvenlik Komutanlığınca verilir.
Kanunen silah almaya ve taşımaya yetkili olan Türk
Silahlı Kuvvetleri personeli emekli olarak ayrılmaları halinde,
ilişiklerini keserken şahsi tabancalarını emekli kimlik kartlarına
işletebilirler.
Emekli ve müstafi Türk Silahlı Kuvvetleri personeli
için mensup olduğu kuvvet komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı veya
Sahil Güvenlik Komutanlığı şahsi tabanca envanterinde, o şahıs için kayıtlı
bulunan tabanca veya tabancalardan, antika silahlar için bulundurma belgesi
diğer tabancalar için taşıma belgesi düzenler ve onaylar. Taşıma ve
bulundurma müsaadesi süresizdir. Ancak, emekli ve müstafi personelin
durumları ilgili komutanlıkça beş yılda bir araştırılır.
Emekli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin kimlik
kartlarında bulunacak silaha ait bilgiler, ilgiliye silahını taşıma veya
bulundurma müsaadesi verir.
Kuvvet komutanlıkları ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı, yukarıda belirtilen esaslar dahilinde verdikleri taşıma ve
bulundurma müsaadelerini, düzenleyecekleri listelerle Jandarma Genel
Komutanlığına bildirirler.” Denilmiştir.
21/03/1991 tarih ve 91/1779 sayılı Ateşli Silahlar Ve
Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 16.maddesinde, ‘’Kanunun 7 nci maddesinin (1)
numaralı bendinde sayılanlar hariç aşağıda belirtilen hallerden birine
giren kimselere hiçbir şekilde ateşli silah ve mermilerini taşıma ya da
bulundurma izni verilmez, verilmiş ruhsatlar iptal edilir. ‘’ hükmü yer
almakta olup, maddenin d fıkrasında da, ‘’ Taksirli suçlar hariç bir yıldan
fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlar ile zimmet, ihtilas,
irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla her türlü kaçakçılık,
kara para aklama, hayali ihracat, elektronik alet ve cihazlarla işlenen
suçlar, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa
vurma, ideolojik, anarşik, terör ve benzeri yaygın şiddet eylemlerine
katılma ve bu gibi fiilleri tahrik ve teşvik suçlarından birinden hüküm
giymiş olanlar ‘’ bu kapsamda sayılmış
olup,dava dosyasında yapılan incelemede; davacı Ö.Ç.’ın, Genelkurmay Başkanlığı
Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 21.09.1993
gün, E:1993/459, K:1993/352 sayılı kararı ile üzerine atılı Askeri Eşyayı
Kaybetmek ve Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemek suçlarından ayrı ayrı
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Davaya
konu edilen işlemin özünde KKK.lığının 12.04.2011 günlü yazısı yer almakta
olup, bahse konu yazıda, davacının durumunun 91/1779 sayılı Ateşli Silahlar
ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin ruhsat verilmesini
engelleyen halleri düzenleyen 16’ncı maddesinin 1’inci fıkrasının ‘’d’’
bendi kapsamına girdiği ve bu nedenle silah taşıma ve bulundurma hakkını
kaybettiği belirtilerek, davacının tabancalarının Yönetmeliğin 17’nci
maddesi gereği zapt edilmesinin istenildiği anlaşılmıştır. Buradan
hareketle, davacının, gerek silah taşıma ve bulundurma hakkını kaybetmiş
olmasının, gerekse de kendisine yeniden silah taşıma ruhsatı verilmesi
talebinin reddine dair işlemin temelde anılan yönetmelikten kaynaklandığı
anlaşılmıştır.
6136 sayılı
Kanuna dayanılarak çıkarılan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Yönetmeliğin 16’ncı maddesinde silah taşıma ve bulundurma ruhsatı
verilmesine engel teşkil eden haller sayılırken, bu düzenlemede salt asker
kişiler veya askeri hizmetin özellikleri dikkate alınmamış olup, diğer kamu
görevlileri ile sivil kişiler yönünden de hukuki sonuçları itibariyle
ilgilinin asker ya da sivil kişi olmasına göre değişen bir nitelik
bulunmamaktadır.
Belirtilen
durum karşısında, dava konusu işlemler bakımından Anayasa’nın 157. ve 1602
sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen koşullardan, “askeri hizmete
ilişkin bulunma” koşulu gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünün
genel idari yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümü idari
yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 17. İdare Mahkemesi’nce verilen
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 17.
İdare Mahkemesi’nin 13.12.2012 gün, E:2012/357, K:2012/2131 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde Üyelerden M. Aydan
AL’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun; Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin Görevleri başlıklı 20’nci maddesi, İdari Davalar ve Yargı
Yetkisinin Sınırı başlıklı 21’inci maddesi, Birinci Dairenin Görevleri
başlıklı 22’nci maddesi, İkinci Dairenin Görevleri başlıklı 23’üncü
maddesi, Mecburi İdari Müracaat başlıklı 34’üncü maddesinde yer verilen
hükümler uyarınca Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi
için dava konusu idari işlemin “askeri hizmete ilişkin“ olması
gerekmektedir.
Kanun'un
22, 23 ve 34’üncü maddelerinde askeri hizmete ilişkin idari işlemlerden
bazıları belirtilmek suretiyle Kanun'un 20’nci maddesinde yer verilen
“askeri hizmete ilişkin olma” koşuluna kısmen açıklık getirilmiştir. Buna
göre askeri hizmete ilişkin özlük işlerinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
görevli bulunmaktadır.
1602
sayılı Kanun'un “Genel Gerekçesi”nde şu görüşlere yer verilmiştir:
“...Anayasanın, 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 140’ncı maddesinin son
fıkrası ile, “Asker kişilerle ilgili idari eylem ve işlemlerin yargı
denetimi”ni yapmak üzere bir Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kurulması
öngörülmüş, fıkranın birinci cümlesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin
görevi, ikinci cümlesinde ise, kuruluş, işleyiş, yargılama usulleri ile
başkan ve üyelerinin nitelikleri, atamaları, disiplin ve özlük işleri,
hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetlerinin gereklerine uygun şekilde
düzenleyecek bir kanun çıkarılması öngörülmektedir.
Tasarı
hazırlanırken, ‘Asker kişilerle ilgili’ kavramın belirlenmesi üzerinde
durulmuş ve bu kavramın tanımlanması halinde ileride bir çok güçlüklerle
karşılaşılacağı düşünülmüştür. Kavramın tanımının, mahkeme içtihatlarına
bırakılarak Anayasadaki ibarenin tasarıya aynen aktarılması ve bu suretle
kavramın tanımı işinin içtihatlarla zaman içinde oluşarak istikrar
bulmasına bırakmak da mümkündü. Bu takdirde, ortaya bu kavramı tanımlamakla
görevli mahkemenin, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay veya
Uyuşmazlık Mahkemesinden birisi mi, yoksa bunların hepsinin mi olacağı
problemi ortaya çıkacaktır.
Anayasanın
142’nci maddesine göre Uyuşmazlık Mahkemesi; Adli, İdari ve Askerî Yargı
mercileri arasındaki görev uyuşmazlıklarını çözümlemekle görevlidir. Oysa,
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi hakkında mezkur maddede bir hüküm mevcut
değildir. - Asker kişilerle ilgili bir davanın Danıştayda açılması ve
Danıştaym da bir asker kişi ile ilgili tanımı yaparak kendini görevli
görmesi ya da Askerî Yüksek idare Mahkemesinin yine kendine göre asker kişilerle
ilgili bir tanım yaparak kendini görevli görmesi mümkün olacak, ortaya,
Anayasa Koyucusunun amacına aykırı bir sonuç daima çıkabilecektir.
Diğer
taraftan, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin idari niteliği üstün tutulursa,
bu takdirde, ‘Asker kişilerle ilgili’ kavramının tanımı, 521 sayılı
Danıştay Kanununun 30 ncu maddesinin (1) bendi gereğince, Danıştay
tarafından yapılacak ve dolayısıyla Danıştaya eş değerde olması düşünülen
bu Yüksek Mahkeme alelade idari yargı mercii haline getirilmiş olacaktır.
Bu
nedenlerle asker kişi kavramını mahkeme içtihatlarına bırakmaktansa
tasarıda tanımlamak daha uygun görülmüş ve tasarının 20’nci maddesi buna
göre düzenlenmiştir.
Kavramın,
yalnız organik bakımdan yani eylem ve işlemi yapacak olan makam bakımından
tanımlanması ve Yüksek Mahkemenin Milli Savunma Bakanlığı her derecedeki
komutanlıklar ve Jandarma Genel Komutanlığı gibi mercilerin işlem ve
eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümlenmesi şeklinde tarifi mümkün ise
de, bu takdirde, komutanlıkların kesin işlemleri ve bu işlemlerden doğan
tazminat davalarında hasım gösterilmeleri ve dolayısıyla Silahlı Kuvvetlerdeki
hiyerarşinin bozulması, disiplin ve otoritenin sarsılması ihtimali
karşısında Bakanlığın davalı durumuna düşürülebilmesi amacı ile bu tariften
kaçınılmış ve aynı zamanda tüm idare makamlarının ‘Asker kişilere ilişkin
eylem ve işlemlerinin’ bu mahkemeye gelmemesini sağlamak bakımından maddede
‘Asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin işlem ve eylemler’
deyimi kullanılmıştır.
Kavramın
maddi bakımdan yani asker kişilere ilişkin belli idari işlemler bakımından
da tanımlanması düşünülmüş ve fakat bu suretle sınırlı tanımlamanın ilerde
akla gelmeyecek bazı güçlüklerin doğumuna sebep olacağı kanısına varılarak
bundan da kaçınılmıştır.
Bu
itibarla, şahıs bakımından tanımlama ile maddi bakımdan tanımlama, uygun
biçimde birleştirilerek asker kişinin tarifi, 20’nci maddede yapılmış ve
sadece bu kişilere ilişkin askerî hizmetin gerekleri olan tasarrufların
yargı denetiminin yapılması kafi görülmüştür. - Silahlı Kuvvetlerin yapısı,
hizmet özellikleri, astlık ve üstlük ilişkileri, 657 sayılı Kanunun 232 ve
233 ncü, Askerî Ceza Kanununun 3 ncü, Askerî Yargılama Usulü Kanununun 10
ncu, İç Hizmet Kanununun 115 nci maddeleri ile amaçlanan hukuki
düzenlemeler de göz önüne alınarak asker kişi tanımına. Silahlı Kuvvetlerde
çalışan ve Devlet memuru statüsünde olan sivil personel de kapsam içersine
alınmıştır.” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 3, Toplantı 3,
S.Sayısı:666).
1602
sayılı Kanun'un 20’nci maddesinin “madde gerekçesi” şu şekildedir:
“Askerî
Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluş nedeni, asker kişiler için özel bir
mahkeme teşkili değil, sadece askerî hizmetin yürütülmesi için ilgili kurum
ve komutanlıklarca tesis edilmiş işlem ve eylemlerin yargı denetiminde
hizmet özelliklerinin de göz önünde tutulmasını sağlamaktır. Bu nedenle,
mahkemenin görevi, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmetin
yürütülmesini teminen askerî kuruluşlarca yapılan işlem ve eylemlerle
kayıtlanmıştır.
Mahkemenin
görevi; Anayasa hükmüne göre, asker kişi ve askerî hizmetle ilgili idari
işlem ve eylemlerle kayıtlandırılmıştır. Maddede, kanunun uygulanmasında
kimlerin asker kişi sayılacakları açıkça gösterilmiştir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli üniformalı asker kişilerden başka sivil memurların da
asker kişi sayılmaları hizmet yönünden zorunlu görülmüştür. Esasen bu husus
1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 3 ncü, 353 sayılı Kanun 11 nci maddesinde
kabul edilegelmiştir.
Askerî
hizmetin yürütülmesini teminen alınmış karar ve eylemlerin askerî niteliği
göz önünde tutularak bu kişileri ilgilendiren işlem ve eylemlerden,
kendileri Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmış olsalar bile görevle
ilişkisi korunmuştur.”
1602
sayılı Kanun'un 20’nci maddesinde 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Kanun ile
yapılan değişiklikle madde düzenlemesi;
’’Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis
edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin
idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece
mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri
yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin
asker kişi olması şartı aranmaz.” yönünde değiştirilmiştir.
1602
sayılı Kanun'un 20’nci maddesinde 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Kanun ile
yapılan değişikliğin “Görüşme Tutanağı”nda şu görüşmelere yer verilmiştir:
“Başkan-Bu
maddede eskisine göre ne değişiklik yaptık?
HAKİM
ALBAY MUSTAFA ŞAHİN (Milli Savunma Bakanlığı savunma komisyonu üyesi) - Arz
edeyim Sayın başkanım.
Burada
şunu yaptık; Anayasanın 140 ncı maddesinde bu yer alıyor; zaten çok geniş idi:
Asker kişiler hakkında hangi makamca işlem tesis edilirse edilsin, bu
mahkemenin görevine girecek şekilde düzenlenmiş Anayasa; fakat bu kanun
yapılırken, (‘askerî hizmete ilişkin’) kelimelerini koymak suretiyle, bu
alan daraltılmıştır. Fakat, uygulamada, Anayasaya nazaran daralmış olduğu
için bazı aksaklıklar görüldü: Daha çok Maliye Bakanlığı ile Emekli Sandığı
işlemlerinde oluyor; diğer bakanlıklarda hemen hemen olmuyor. Mesela,
Maliye Bakanlığı, ‘Bu komutan, Kıta tazminatı alıyor; (makam tazminatı) verilmez’,
diyor yahut bir emeklilik işlemi yapıyoruz; falan yerde geçen eski bir
kanun vardı, şarkta geçen, bazı yerlerde geçen sürelerin iki mislini
emeklilikten sayıyordu diyoruz; onlar, ‘bu sayılmaz’ diyor, Emekli Sandığı
Milli Savunma Bakanlığının bu işlemini kabul etmiyordu.
Asker
kişiyi ilgilendiren, askerî hizmete ilişkin bir işlemdi. Binaenaleyh bunun
Askerî Yüksek İdare Mahkemesine gelmesini arzu ettik, bu maksatla koyduk;
çünkü, asker kişiyi ilgilendiriyor; ama makam neresi olursa olsun... Anayasaya
da uygun.
BAŞKAN -
Eskiden Danıştay’a gidiyordu.
HAKİM
ALBAY MUSTAFA ŞAHİN (Milli Savunma Bakanlığı Savunma Komisyonu
Üyesi)-Çelişkiye düşüyorduk. Diyelim ki biz kabul etmedik veya uygun
bulduk; Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü dinlemiyor bizim kararımız,
Danıştay'a gidebiliyordu işler, yıllarca uzayabiliyordu. Bunu önlemek için
bu şekilde düşündük.
Bir de,
askerlik mükellefiyeti ile ilgili konularda sorun çıktı. Er öğretmen veya
bir rapor almış, çürük...Bir ihtilaf çıkıyor, eğer bu adam silah altına
alınmış ise davaya biz bakıyoruz, asker kişi olduğu için;silah altına
alınmadan dava açılmış ise, Danıştay bakıyor.
Burada
da içtihat farkları husule geldi. Onun için dedik ki, askerlik
mükellefiyeti ile ilgili ise, kişinin asker kişi olma şartı aranmaz, zaten
işlem askeridir.
BAŞKAN-Ona
da burası bakacak.
HAKİM
ALBAY MUSTAFA ŞAHİN (Milli Savunma Bakanlığı Savunma Komisyonu Üyesi) -Onu
da buruya aldık.
HAKİM
TUĞGENERAL MUZAFFER BAŞKAYNAK (Milli Savunma Bakanlığı Savunma Komisyonu Başkanı)
- Şimdi asker kişiler hakkında iki tasarruf var: Bir askeri makamların
tasarrufları var; bir de demin arkadaşımın ifade ettiği gibi askeri olmayan
makamların, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin
tasarrufları var.
Konu,
Danıştay’a gidiyor; Yüksek İdare Mahkemesini görevsiz ve yetkisiz kılıyor
bu konuda. Bir harcırah konusunda, bir emekli maaşında veya filan yerde
geçen hizmet süresinin emeklilikten sayılması konusunda bir ihtilaf oluyor.
Bu, tamamen askerî hizmetle, asker kişi ile ilgili... Konu şimdiye kadar ortada
kalmış; oradan kaynaklanıyor mevzu. Biraz daha genişlettik.
BAŞKAN -
Biraz daha işini çoğalttık yani şimdi.
HAKİM
TUĞGENERAL MUZAFFER BAŞKAYNAK (Milli Savunma Komisyonu Başkam) -Evet; bir
ölçüde...” (Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, 87. Birleşim 24.12.1981
0:2).
Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluş kanunu ile değişiklik kanununun
düzenlemeleri, genel gerekçe, madde gerekçesi ve görüşme tutanakları bir
bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılmaktadır:
Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin bir davada görevli olabilmesi için idari işlemin
“Asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “Askeri hizmete ilişkin olması”
gereklidir. Kanun koyucu gerek ilgili madde düzenlemelerinde gerekse kanun
gerekçesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu idari işlemi
tesis eden makam yönünden (organik bakımdan) ve işlemin konusu bakımından
birtakım değerlendirme ve kabullerden hareket etmiştir.
Buna
göre;
Milli
Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen
işlemler askeri hizmete ilişkindir.
Kanun
koyucunun 1602 sayılı Kanun'un genel gerekçesi ile Kanun'un 20’nci madde
gerekçelerinde yer verdiği ifadelerden; idari işlemi tesis eden makam
yönünden Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler
hakkında tesis edilen tüm işlemler, sivil kişiler hakkında tesis edilen
askerlik yükümlülüğüne ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkindir.
Başka
bir anlatımla idari işlemin organik yönü bakımından işlemi tesis eden idari
makamların Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamların olması durumunda
idari işlem askeri hizmete ilişkindir.
Dolayısıyla
Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları,
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ile her derecedeki
komutanlıklar tarafından tesis edilen işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıklarda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevlidir.
Bir
diğer ifadeyle Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer düzenleyici alt
mevzuatta askeri makamlar ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından tesis
edilmesi öngörülen idari işlemler askeri hizmete ilişkindir ve Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin görevine girmektedir.
Askeri
makamlarca sivil kişiler hakkında tesis edilen askerlik yükümlülüğüne
ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkindir.
Kanun
koyucu askerlik yükümlülüğüne ilişkin uyuşmazlıklarda asker kişi olma
koşulunu kaldırmış ve bu işlemlerin de askeri hizmete ilişkin olduğunu
belirtmiştir.
1325
sayılı Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkında Kanun'un 2’nci
maddesi ile barışta ve savaşta asker alma hizmetlerini yürütme görevi Milli
Savunma Bakanlığı tarafından yerine getirilmektedir.
Milli
Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen
sivil kişiler hakkında tesis edilen askerlik yükümlülüğüne ilişkin işlemler
askeri hizmete ilişkindir.
Milli
Savunma Bakanlığı ile Askeri makamların dışındaki idari makamlarca asker
kişiler hakkında tesis edilen “askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin”
işlemler askeri hizmete ilişkindir.
İdari
işlemin yargısal denetiminde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli
olabilmesi için idari işlemin mutlaka Milli Savunma Bakanlığı ve Askeri
makamlar tarafından tesis edilmesi gerekmemektedir. Belirtilen makamların
dışında kalan idari makamların asker kişiler hakkında tesis ettikleri idari
işlemlerin “Askeri hizmete ilişkin” olması durumunda idari yargı
denetiminde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevlidir. Kanun koyucu “Askeri
hizmete ilişkin” olma kavramından, o idari işlemin “Askeri hizmetin
yürütülmesi” ile ilgili olmasını amaçlamıştır.
“Askeri hizmetin
yürütülmesi” ile ilgili idari işlemler askeri hizmetle ilgisi bulunan
personele hak bahşeden ya da yükümlülük getiren işlemlerdir.
1602
sayılı Kanun'un 20’nci maddesi değişiklik görüşmelerinde askeri olmayan
makamların asker kişiler hakkında askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin
tasarrufları belirtilirken yer verilen makam tazminatı, emeklilik süresi
gibi örneklerin askeri hizmetten kaynaklı özlük hakları olduğu
görülmektedir.
1602
sayılı Kanun'un 22 ve 23’üncü maddelerinde atanma, yer değiştirme, nasıp,
sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve
yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davaları ile istifa, hizmet
yükümlülüğü, askeri akademiler, askeri öğrenci ve yedek subay işlemlerinin
askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin olduğu kanun koyucu tarafından
belirtilmiş ancak bu sayılanlarla sınırlı tutulmamıştır. Kanun'da sayılan
işlemler personelin özlük haklarına ya da yükümlülüklerine yöneliktir.
Bu
nedenle asker kişilerin askeri hizmet ile ilgisi nedeniyle, muvazzaf ya da
emekli askeri personel statüsünden kaynaklanan özlük hakları ya da
yükümlülüklerine ilişkin idari işlemler, askeri hizmetin yürütülmesine
dolayısıyla askeri hizmete ilişkindir.
İdari
işlemler idare fonksiyonu içerisinde kamu gücüne dayalı olarak tesis edilen
ve bireysel hukuki durumlarda değişiklik yapan işlemlerdir.
Bu
kapsamda “askeri makamlar” kanunlarla tevdi edilen askeri hizmetin
yürütülmesine ilişkin kamu hizmetini yerine getirmekle görevli ve yetkili
olduklarından kendi sorumluluk alanları içerisinde asker kişiler hakkında
tesis ettikleri işlemlerin askeri hizmete ilişkin olmaları nedeniyle bu
uyuşmazlıkların çözüm yeri Askeri Yüksek İdare Mahkemesidir.
Görev
konusu belirlenirken idari işlemin ya da düzenleyici işlemin tesisinde salt
asker kişinin veya askeri hizmetin özelliklerinin dikkate alınmasının,
diğer kamu görevlileri ile sivil kişiler yönünden farklı kuralların
öngörülmesinin bir önemi bulunmamaktadır. Kanun koyucu tarafından Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanının belirlenmesinde; “Asker kişi” ve
“Askeri hizmete ilişkin olma” koşullarının yanı sıra “Sivil hizmete ilişkin
olmama” gibi bir olumsuz koşul getirilmemiştir. Başka bir anlatımla
sonuçların sadece askeri hizmete ilişkin olması gibi bir kriter kanun
koyucu tarafından öngörülmemiştir. Bu nedenle işlemin sebep unsuru aynı
hukuki kurala ilişkin olsa bile askeri hizmete ilişkin bir özlük hakkının
ya da yükümlülüğünün söz konusu olduğu durumlarda görevli yargı mercii
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin olması gerekmektedir.
Görev
konusu kamu düzenine ilişkindir. Kanun metinlerinin ve sözcüklerinin, hukuk
dilindeki anlamlarına göre anlaşılmaları gerekir. (Anayasa Mahkemesi’nin
25.5.1999 gün ve E.1999/23 K. 1999/18 sayılı kararı)
Sayın
çoğunluk tarafından bir idari işlemin "askeri hizmete ilişkin"
olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği;
yönetsel işlemin askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete
göre kurulmuş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu, bir asker
kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri
geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik
hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve
gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda kurulan işlemler
olduğu, işlemin askeri olmayan bir makam tarafından kurulmuş olsa bile
durumun değişmediği, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi gerektiği belirtildikten sonra
dava konusu uyuşmazlıkta asker kişiyi ilgilendirme ve askeri hizmete
ilişkin bulunma koşullarının birlikte gerçekleşmemesi nedeniyle genel idari
yargının görevli olduğuna karar verilmiştir.
Sayın
çoğunluk tarafından; 1602 sayılı Kanun'un genel ve madde gerekçeleri ile
kanunun metninde yer verilmeyen, farklı anlamların yüklenmesi mümkün olan
askeri yöntem, kural ve gerekler, asker kişinin askeri yeterlik ve
yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, askerlik hizmetinin
amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri kriterlerinden hareketle genel
idari yargının görevli olduğu kabul edilmiştir.
Bununla
birlikte asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevler kriterine de yer
verilmesine karşın dava konusu işlemin bu kapsamda olmadığı
değerlendirilmiştir.
Türk
Silahlı Kuvvetleri personelinin silah bulundurma ve taşıma hakkından
yararlanmaları askeri hizmetten kaynaklanan bir hak olarak düzenlenmiştir.
Bir başka anlatımla silah ruhsatına ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkin
bir haktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılan subay, astsubay ve uzman
jandarmalar ve uzman erbaşlar Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaptıkları
hizmetin bir sonucu olarak silah bulundurma ve taşıma imkanına
kavuşmaktadırlar.
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nden emekli olan personelin silah bulundurma ve taşıma
hakkından yararlandırılmasına yönelik işlemler askeri makamlarca tesis
edilmesi ve askeri hizmetin yürütülmesinden kaynaklı bir hak olması
nedeniyle askeri hizmete ilişkindir ve uyuşmazlığın çözümünde Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi görevlidir.
Belirtilen
nedenlerle konusu silah bulundurma ve taşıma hakkından doğan
uyuşmazlıkların; işlemin askeri makamlarca tesis edilmesi ve askeri
hizmetin yürütülmesinden kaynaklı bir hak olması nedeniyle görevli yargı
yerinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu yönündeki bir kabul gerek ilgili
düzenlemeler gerekse Kanun koyucunun amacı ile uyumlu olacaktır.
Bu
yöndeki bir kabul aynı zamanda Anayasa'nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı
36’ncı maddesinde yer verilen;“...Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.” buyurucu kuralı ile, Anayasa'nın Kanuni Hâkim
Güvencesi başlıklı 37’nci maddesinde yer verilen; “Hiç kimse kanunen tâbi
olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz...” buyurucu kuralına
da uyarlı olacaktır.
Yukarıda
yer verilen tespit, değerlendirme ve açıklamalar karşısında Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden emekli olan personelin silah bulundurma ve taşıma hakkından
doğan uyuşmazlıklarda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görevli olduğuna
karar verilmesi gerekirken aksi yönde oluşan Sayın çoğunluk kararına katılmam
mümkün olmamıştır.
ÜYE Mehmet Aydan AL
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/445
KARAR NO:2013/561
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247
sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun,
anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Y.D.
Vekili: Av. D.Ş., Av.
M.Y.
Davalı
: Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı
Vekili: Av. Y.B.A.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde özetle; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.02.2006
tarih, 483 sayılı kararıyla, Dikmen 3, 4 ve 5.Etaplar Kentsel Dönüşüm
Uzlaşma ve Uygulama Esaslarını tespit ettiğini, davacının bu esaslar
dahilinde, Ankara Büyükşehir Belediyesi ile 24.05.2007 tarihli Tapu Tahsis
Belgesi Tesis Sözleşmesi adı altında bir sözleşme imzaladığını, sonrasında
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarih ve 1208 sayılı
kararıyla, Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi
uygulama esaslarına ve kamulaştırmaya ilişkin 17.02.2006 gün ve 483 sayılı
Belediye Meclis kararının iptal edilmesine karar verdiğini, yine Büyükşehir
Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarih ve 1213 sayılı kararıyla Dikmen Vadisi
4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi Alanına ait 1/5000 ve
1/1000 ölçekli imar planlarının onayına ilişkin 16.03.2007 tarih ve 803
sayılı Belediye Meclis Kararının iptaline ve uygulama imar planına göre
yapılmış bütün sıralı işlemlerin de iptaline karar verdiğini, ayrıca
Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarih ve 1214 sayılı kararıyla Dikmen Vadisi
4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi alanına ilişkin 14.01.2005
gün ve 215 sayılı Belediye Meclis kararının iptal edilmesine ve sınır
onayından önceki duruma dönülmesine karar verdiğini, sonuç olarak davalı
Belediyenin almış olduğu bu kararlardan ve yaptığı duyurulardan, Tapu
Tahsis Belgesi Tesis Sözleşmesi gereği üzerine düşen edimleri ifa edemeyeceğine
dair niyeti ve iptal ettiği kararlara dayanarak yapılan bütün
sözleşmelerden döndüğünün kesin olduğunu,davacının, Dikmen 3, 4 ve 5. Etaplar
Kentsel Dönüşüm Uygulama Bölgesinde tapu tahsisli gecekondu sahibi olarak
sözleşmeyi imzaladığını, davalının edimini ifa edeceği inancıyla sözleşme
hükümlerine uygun olarak gecekondusunu yıktırdığını, elektrik ve su
aboneliklerini iptal ettirdiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydıyla, şimdilik davacının davalıya ödediği 4.500,00 TL nin ödeme
tarihinden itibaren, davacının tapu tahsisli tesis,müştemilat ve ağaçları
için dava tarihindeki yapı maliyet değeri ve ağaç bedeli olarak 500,00
TL.nin, enkaz bedeli olarak 1.000,00 TL.nin, alacağın muaccel olduğu
15.05.2009 tarihinden itibaren, davacının kendi evinde oturmayarak ev
kiralaması gerektiğinden ödediği kira farkları için 500,00 TL.nin ödeme
tarihinden itibaren, sözleşmenin feshinden sonraki süre zarfında ödeyeceği
kira bedelleri için 500,00 TL., davacının uğramış olduğu menfi zararlar
için 500,00 TL. tazminatın, müspet zararlar için 500,00 TL. tazminatın
15.05.2009 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar
verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Ankara 14.Asliye
Hukuk Mahkemesince dava dilekçesi ve 1.celse duruşma tarihinin 27.10.2009
günü olduğunu bildirir tebligat 11.08.2009 günü davalı idareye tebliğ
edilmiştir.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
14.09.2009 havale tarihli dilekçesi ile davaya cevaplarını sunmuş olup, söz
konusu dilekçesinde görev itirazında bulunmamış olmakla birlikte,
27.10.2009 tarihli 1.celsede de görev itirazında bulunmamıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
13.07.2010 havale tarihli dilekçesi ile görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 14.Asliye Hukuk Mahkemesi; 09.12.2010 gün,
E:2009/293, K:2010/467 sayı ile özetle, uyuşmazlığın davalı idarenin idari
kara ve projeye bağlı uygulamasından kaynaklandığını, oluşan zararın tam
yargı davası ile talep edilebileceğini belirterek görevsizlik kararı vermiş
olup, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine, Yargıtay 13. Hukuk
Dairesi 16.02.2012 gün, E:2011/19390, K:2012/3071 sayı ile, davanın adli yargı
yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Ankara
14.Asliye Hukuk Mahkemesi; Yargıtay bozma ilamını taraflara tebliğ etmiş
olup, 13.11.2012 günlü Yargıtay bozma ilamından sonraki 1.celsede bozma
ilamına uyarak yargılamaya devam etmiş, iş bu celsede davalı vekilinin
görev uyuşmazlığı çıkartacaklarına dair beyanına istinaden, E:2012/498 sayı
ile davalı vekiline görev uyuşmalığı çıkartması için 15 günlük süre
verilmesine karar vermiştir.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği
20.11.2012 havale tarihli dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı
Belediye Kanunu’nun 5998 sayılı Kanunla değişik 73’üncü maddesinin; birinci
fıkrasının birinci tümcesinde, “Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut
alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu
hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları
oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin
tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler
almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.”
Denilmiş; dördüncü fıkrasında, “Büyükşehir belediyeleri tarafından
yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar
planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve
benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri
yetkilidir.” Kuralı yer almış; beşinci fıkrasının birinci tümcesinde,
“Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması,
yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır.” Denildikten sonra,
yedinci fıkrasında, “Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki
gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı imar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak
sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim
proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen
gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye
imkânları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa
veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut idaresi
Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir.
Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.”
Hükümlerine yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden; Ankara
Büyükşehir Belediye Meclisi’nin kararı ile belirlenen Dikmen 4 ve 5. Etap
Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi uzlaşma ve kamulaştırma esasları
kapsamında, tapu tahsis belgeli gecekondusuna karşılık konut sözleşmesi
imzalayan davacının, proje iptali nedeniyle davalı Belediyenin akdettiği
sözleşmeden döndüğünü öne sürerek, konutunun yıktırılması nedeniyle,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, zararlarının faiziyle birlikte
tazmini istemiyle bakılan davayı açtığının anlaşıldığı;idarenin yürütmekle
yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve
projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi
gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere
verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde,
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından
açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı
yerlerinin görevli bulunduğu; Anayasanın 125’inci maddesinin son
fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü olduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam
yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; davalı
Belediyece, yasa ile verilen görevini yerine getirmek üzere uygulamaya
koyduğu Kentsel Dönüşüm Projesinin, buna karşı açılan davada İdare
Mahkemesince iptaline karar verilmiş olması nedeniyle yürütülemediği ve
Meclis kararı ile uygulamadan kaldırıldığı savunulduğuna göre, idarece kamu
gücüne dayanılarak, re’sen ve tek yanlı şekilde tesis edilen işlemlerden
doğan zararın tazminine ilişkin bulunan ve davacının haklarını ihlal eden
idari işlem dolayısıyla, 2577 sayılı Yasa’nın 12’inci maddesi uyarınca doğrudan
doğruya açtığı tam yargı davasının, idare hukuku ilkelerine göre görüm ve
çözümünün İdari Yargı’nın görev alanına girdiği gerekçesiyle; 2247 Sayılı
Yasanın 10’uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,Nurdane TOPUZ,Ayhan
AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN”ın davada başvurunun reddi gerektiği,
Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise davada idari yargının görevli olduğu
yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili Başsavcı
veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi
için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza
mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan ure; idari yargı yerlerinde
de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı
yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları
şarttır.
Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik
kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince
incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya
uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı
yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı
yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.
Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun
açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma
istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin,
uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce
şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde
ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda, Ankara 14.Asliye
Hukuk Mahkemesinin, Yargıtay bozma ilamından önceki hali ile E:2009/293
sayılı dosyasında görülen davada,
davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilince 2247 sayılı Kanunun
10.maddesinde belirtildiği şekilde hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda
olacak şekilde yapılmış usulüne uygun bir görev itirazının bulunmadığı,
buna karşın 13.07.2010 havale tarihli dilekçe ile görev itirazında
bulunulduğu, Ankara 14.Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.12.2010 gün,
E:2009/293, K:2010/467 sayı ile görevsizlik kararı verdiği, bu karar karşı
yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16.02.2012
gün, E:2011/19390, K:2012/3071 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına karar
verildiği, bozma ilamından sonra dosyanın 2012/498 Esas numarası aldığı,
akabinde Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.11.2012 günlü Yargıtay
bozma ilamından sonraki 1.celsesinde bozma ilamına uyarak yargılamaya devam
edildiği, bu celsede davalı vekilinin görev uyuşmazlığı çıkartacaklarına
dair beyanına istinaden, mahkemece davalı vekiline görev uyuşmalığı
çıkartması için 15 günlük süre verilmesine karar verildiği ve davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda verdiği
20.11.2012 havale tarihli dilekçesi ile yapılan müracaat ile olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması istenildiği anlaşılmıştır.
Hal böyle iken,
davalı Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekili tarafından, 27.10.2009 tarihli birinci oturumdan sonra
sunulan dilekçenin görev itirazına ilişkin kısmının süresinde olduğunun
kabulü mümkün değildir.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmiştir.
SONUÇ :
2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayanBAŞVURUNUN, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 8.4.2013
gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/446
KARAR NO:2013/562
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.R.Ö., 2-A.C.Ö., 3-M.Ö., 4-N.İ.,
5-B.Ö., 6-R.K., 7-R.C., 8-A.A.Ö.
9-M. Boru ve Genişletilmiş Metal Sanayi
Ticaret AŞ.
Vekilleri
: Av. A.B.
Davalılar:
1-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. U.E.
2-Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A.B.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, 42990 ada, 1 parselde
bulunan taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu taşınmazın imar
planında çıraklık okulu
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 14.500,00 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi; 28.12.2012 gün ve
E:2012/409 sayı ile, görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8’inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, “idari işlem” , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları
program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri,
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşıdığını
belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin
1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları,” hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiğini
ifade ederek, 2247 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye ure, davalılar Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlığı ve Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekillerinin anılan
Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev
itirazlarının reddedilmesi ve davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı
vekilinin 12/1.maddede belirtilen ure içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı’nca, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından,
10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında
çıraklık okulu olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 14.500,00 TL’nin faizi ile birlikte
davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo – ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 – 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” Hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında çıraklık okulu alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b
maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 15. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 28.12.2012 gün ve E:2012/409 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/447
KARAR NO:2013/563
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- H.S., 2- H.O.
Vekilleri
: Av. R.I.
Davalı:
Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. T.D.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, Karakusunlar Mahallesi
13780 ada, 1 parsel, 13774 ada 2 parsel, Karakusunlar Mahallesi 92 ve 93
parsel sayılı taşınmazların hisseli maliki olduklarını, söz konusu taşınmazların
imar planında kamu alanı olarak ayrıldıklarını, Çankaya Belediyesi
tarafından taşınmazların üzerine buna matuf yapıların yapıldığını ve halen
fiilen kullanıldıklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 2.000,00 TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; davaya konu taşınmazlara
kendileri tarafından fiili müdahalede bulunulmadığını belirterek, görev
itirazında bulunmuştur.
Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi; 12.10.2012 gün ve
E:2012/251 sayı ile, adli yargının görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı
bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8’inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, “idari işlem” , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları
program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri,
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşıdığını
belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin
1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları,” hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiğini
ifade ederek, 2247 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye ure, davalı Çankaya Belediye
Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun
olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede
belirtilen ure içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca,
davalı Çankaya Belediye Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazlarına imar planında
kamu alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamındaki Çankaya Belediye Başkanlığı Emlak ve
İstimlak Müdürlüğü’nün 29.06.2012 günlü yazısında, davaya konu 13780 ada 1
parsel sayılı taşınmazın imar planında anaokulu alanı, 13774 ada 2 parsel
sayılı taşınmazın imar planında kültür merkezi alanı, 92 ve 93 parsel
sayılı taşınmazların ise imar planında anaokulu alanında kaldıkları,
taşınmazlara herhangi bir fiili müdahalede bulunulmadığı belirtilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo – ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar
valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 – 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” Hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu taşınmazlardan, 13780 ada 1 parsel sayılı taşınmazın imar planında
anaokulu alanı, 13774 ada 2 parsel sayılı taşınmazın imar planında kültür
merkezi alanı, 92 ve 93 parsel sayılı taşınmazların ise imar planında
anaokulu alanında kaldıkları, taşınmazlara davalı idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin
iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu
uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b
maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 23. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 12.10.2012 gün ve E:2012/251 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/448
KARAR NO:2013/564
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
N. Kardeşler İnş. Turz. Gıda ve Oto San. Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. O.F.Ş. – Av. E.A.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 TN ….. plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 14.9.2012 tarih ve 760567 sıra numaralı Trafik İdari
Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 14.9.2012 tarih ve
201481 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı
vekilleri, idari para cezası ile araç trafikten men tutanağının iptali
istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.10.2012 gün ve D.
İş: 2012/5516, K:2012/5516 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar
vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı vekilleri, bu kez aynı istemle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
8. İDARE MAHKEMESİ: 22.10.2012 gün ve E:2012/1869, K:2012/2014 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde “ (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin
kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır”
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu’ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında
aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların
da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka
aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği
ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için)
davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 8.
İdare Mahkemesi’nin 22.10.2012 gün ve E:2012/1869, K:2012/2014 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/449
KARAR NO:2013/565
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
T. Org. Oto. Tur. İnş. San. Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. M.O.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 DD .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, sürücü belgesi sahibi A.D. adına 2.11.2012 tarih ve GO-94736
seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek
1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden araç
sahibi davacı adına düzenlenen 2.11.2012 tarih ve 10156 sayılı Araç
Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı
vekili, idari para cezası ile araç trafikten men tutanağının iptali
istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
KARTAL 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 14.11.2012 gün ve D.
İş:2012/1094, K:2012/1094 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş,verilen karar itiraz
edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde
dava açmıştır.
İSTANBUL
8. İDARE MAHKEMESİ: 14.11.2012 gün ve E:2012/2001, K:2012/2271 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın, belediye
sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç sahibine,
bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına birinci fıkrada
gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği tarihten
itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak uygulanır.
Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men edilir” hükmü
yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için kara nakil
aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar
içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten
men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde,” (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu’ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 8.
İdare Mahkemesi’nin 14.11.2012 gün ve E:2012/2001, K:2012/2271 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/450
KARAR NO:2013/566
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.Ö.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 ZB .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle,
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, sürücü belgesi sahibi davacı adına,30.7.2012 tarih ve GN-948764
seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek
1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden
düzenlenen 30.7.2012 tarih ve 184392 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile
araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile araç trafikten men
tutanağının iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 1.8.2012 gün ve D.
İş:2012/4265, K:2012/4265 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz
edilmeden kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
İSTANBUL
9. İDARE MAHKEMESİ: 8.11.2012 gün ve E:2012/1310, K:2012/2270 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve
idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun
hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın
görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi
uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde,” (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır”
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu’ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının
5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden
biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 9.
İdare Mahkemesi’nin 8.11.2012 gün ve E:2012/1310, K:2012/2270 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/451
KARAR NO:2013/567
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
1-Hukuk uyuşmazlıklarında, adli yargı yerince görevsizlik kararı
verildikten sonra,dava dosyası gönderilmekle idari yargı yerinde dava
açılmış sayılmayacağı;
2- 2247 sayılı Yasada öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİgerektiği hk.
K A R A R
Davacı : R.İ.K.
Vekili : Av. H.I.G.
Davalı : Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
İstanbul Ulaştırma Bölge Müdürlüğü
O L A Y
: Davacı adına, yetki belgesiz yük taşımacılığı faaliyetinde bulunduğundan
bahisle, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a. maddesi gereğince
19.11.2011 gün ve 166772 sayılı işlem ile 2.201,00 TL idari para cezası
verilmiştir.
Davacı vekili, idari para cezasına
ilişkin kararın kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
KADIKÖY 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.5.2012 gün ve
D.İş:2011/1319 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesi
uyarınca, itiraz nedenlerine göre inceleme ve değerlendirme yapılması ile
itirazın çözümlenmesinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Nöbetçi
İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, verilen karar itiraz
edilmeden kesinleşmiştir.
Kadıköy 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin, 19.7.2012 gün ve
D.İş:2011/1319 sayılı yazısı ile dava dosyası İstanbul Nöbetçi İdare
Mahkemesine gönderilmiştir.
İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ: 31.12.2012 gün ve
E:2012/1336, K:2012/2641 sayı ile, 4925 sayılı Kanun’da, bu Kanun uyarınca
verilen idari para cezalarına karşı kanun yolu düzenlenmediğinden, Kabahatler
Kanunu’na göre davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacının, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’ne verdiği
dilekçe ile, Kadıköy 5. Sulh Ceza Mahkemesi ile İstanbul 10. İdare
Mahkemesi kararları arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep
etmesi üzerine, dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” ve 15. maddesinde “Olumsuz
görev uyuşmazlıklarında dava dosyaları, son görevsizlik kararını veren
yargı merciince, bu kararın kesinleşmesinden sonra, ceza davalarında
doğrudan doğruya diğer davalarda ise taraflardan birinin istemi üzerine,
ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası da temin
edilerek Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir ve görevli yargı merciinin
belirlenmesi istenir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına
yer verilmiştir.
Öte yandan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanununun “Görevsizlik veya
yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler” başlıklı 20.maddesinin
1.fıkrasında; “ (1) Görevsizlik veya
yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar
verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna
başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna
başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki
hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya
da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu
mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ” hükmüne
yerverilmiş;2577 sayılıİdari
Yargılama
Usulü Kanunu’nun ‘İdari davaların açılması’ başlıklı 3. maddesinde; idari
davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına
hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılması öngörülmüş; aynı Kanunun 9.
maddesinde; çözümlenmesi
Danıştay’ınidarevevergimahkemeleriningörevlerinegirdiğihaldeadliveaskeri
yargıyerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde bu
husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde
görevli mahkemelerde dava açılabileceği hükme bağlanmış; Yasanın “İlk inceleme üzerine verilecek karar”başlıklı
15.maddesinin 1.fıkrasının (a) bendinde; “ 1. (Değişik bent: 05/04/1990 –
3622/6 md.) Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin
3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü
maddenin; a) 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu
konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda
ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki
yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye
gönderilmesine, (…) karar verilir” denilmiştir.
Dosyanın,
2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca incelenmesinden:
Hukuk
uyuşmazlıklarında, görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın
görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili
mahkemeye gönderilmesi, ancak aynı yargı düzeni içinde yer alan mahkemeler
arasında olanaklı olup; bu hususa ilişkin 6100 sayılı H.M.K’nın 20. (1086
sayılı H.U.M.K.’nun 27.) maddesiyle 2577 sayılı İ.Y.U.K.’ nun 15. maddesinin
1. fıkrası (a) bendinin ikinci cümlesindeyer alan “görev” kuralları, aynı
yargı düzeni içindeki mahkemelerin işbölümü esasına ilişkin
düzenlemelerdir. Oysa yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi
durumunda, görevli olduğundan bahisle farklı bir yargı düzeninde yer alan
mahkemeye dava dosyasının gönderilebilmesine olanak tanıyan bir düzenleme
bulunmamaktadır.
Göreve
ilişkin kararın, işbölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş
olması farklı sonuçlar doğurmaktadır. Şöyle ki; işbölümü esasına göre
verilen görevsizlik kararı sonucu dava dosyasının görevli mahkemeye
gönderilmesi durumunda, dava başvuru tarihi itibariyle görevli mahkemede
açılmış sayılmaktadır. Yargı yolunu değiştiren görevsizlik kararı verilmesi
durumunda ise, görevli olduğu işaret edilen yargı yerine, bu yargı yerinin
uyguladığı usul kurallarına uygun olarak yeniden dava açılması zorunlu
bulunmaktadır.
Olayda, davacı tarafından, idare mahkemesine hitaben yazılmış dilekçeyle
açılmış bir dava bulunmadan, Kadıköy 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nce
yazı ekinde dava dosyası İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmiş ve bu yargı yerince, kendisine gelen adli yargı yerine
ait dava dosyası üzerinden inceleme yapılarak görevsizlik kararı verilmiş
olup, yukarıda yapılan açıklamalara göre, İ.Y.U.K.’nun 3 ve 9. maddelerinde
öngörülen şekilde usulüne uygun olarak idari yargı yerine açılmış bir dava
bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.
2247 sayılı Yasa’nın
15. maddesine göre, olumsuz görev uyuşmazlıklarında dava dosyalarının, son
görevsizlik kararını veren yargı merciince, bu kararın kesinleşmesinden
sonra, hukuk davalarında taraflardan birinin istemi üzerine ilk görevsizlik
kararını veren yargı merciine ait dava dosyası da temin edilerek,
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi ve görevli yargı merciin
belirlenmesinin istenmesi gerekmektedir. Ancak, başvuru koşullarının
incelenebilmesi için öncelikle, yargı yerinde usulüne göre açılmış bir dava
bulunması gerektiği tartışmasızdır.
Bu
durumda, ortada idare mahkemesine hitaben yazılmış dilekçeyle açılmış bir
dava bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 15. maddesinde öngörülen
koşullar gerçekleşmemiştir.
Açıklanan
nedenlerle,2247 sayılı Yasada öngörülen koşulları taşımayan başvurunun,
aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ:
2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı
Yasanın27. maddesi uyarınca REDDİNE, 8.4.2013 gününde Üye Nurdane TOPUZ’un
KARŞI OYU veOYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
Dava, yetki
belgesiz yük taşımacılığı faaliyetinde bulunduğundan bahisle, 4925 sayılı
Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a. maddesi gereğince davacı adına verilen
idari para cezasına ilişkin kararın kaldırılması istemiyleaçılmıştır.
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1.
maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile
görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup
görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir" ve 27. maddesinde,
“Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan
veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder" denilmiştir.
Öte
yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3. maddesinin birinci
fıkrasında(Değişik: 10/6/1994-4001/2 md.), “İdari davalar, Danıştay, idare
mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle
açılır" ve 9. maddesinin birinci fıkrasında(Değişik: 5/4/1990 - 3622/2
md.), “Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine
girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların
görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini
izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir.
Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine
başvurma tarihi olarak kabul edilir" hükmü yer almıştır.
Olayda,
adli yargı yerince yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilen dava
dosyası,Mahkemece idari yargı yerine gönderilmiş ve bu yargı yerince, adli
yargı yerine ait dava dosyası üzerinde inceleme yapılarak davada adli
yargının görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
verilmiş olup, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3 ve 9. maddelerinde
öngörülen şekilde usulüne uygun olarak idari yargı yerinde açılmış bir dava
bulunduğundan sözetmek mümkün değildir.
Durum
böyle olmakla birlikte, İdari Yargılama Usulü Kanunu'na göre yapılan usule
aykırılığın 2247 sayılı Kanunun 27. maddesi kapsamında incelenemeyeceği, bu
hususun Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev ve yetkisi dışında kaldığı,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının varlığı
kabul edilerek çözüme kavuşturulmasının dava ekonomisine ve Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun düşeceği, bu nedenle görev
uyuşmazlığının esası incelenerek görevli yargı yerinin belirlenmesi
gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.
Üye
Nurdane TOPUZ
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/452
KARAR NO:2013/568
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.T.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Silivri Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 FA ….. plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 7.8.2012
tarih ve GN-540081 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar
Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu
tutanağa istinaden düzenlenen 7.8.2012 tarih ve 80 sayılı Araç Trafikten
Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza
altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
7. İDARE MAHKEMESİ: 2.11.2012 gün ve E:2012/1416, K:2012/1736 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
SİLİVRİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 31.1.2013 gün ve D.
İş:2012/823 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine, incelemenin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Adli
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, adli yargı dosyasının Mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı
nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri
dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve
çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi yaptırımlara
ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik
yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle,Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile İdare
Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Silivri 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 7. İdare
Mah-kemesi’nin 2.11.2012 gün ve E:2012/1416, K:2012/1736sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/455
KARAR NO:2013/569
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten
men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın,
Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
S.Ö.
Vekili :
Av. E.Ç.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 DB .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiği ve muayene
süresi geçirildiğinden bahisle; 2918 sayılıKarayolları Trafik Kanunu’nun Ek
2/3 ve 34. madde ve fıkrası uyarınca, sürücü belgesi sahibi E.T. adına,
27.11.2012 tarih ve GK-186028 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 2.022,00 TL idari para cezası verilmiş ve
ayrıca bu tutanağa istinaden araç sahibi davacı adına düzenlenen 27.11.2012
tarih ve 231977 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
3. İDARE MAHKEMESİ: 29.11.2012 gün ve E:2012/2249, K:2012/2304 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı S.Ö. ile E.T. vekili bu kez aynı istemle adli
yargı yerine itirazda bulunmuştur.
BAKIRKÖY 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.12.2012 gün ve D.
İş:2012/2110 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, yapılan
itiraz Bakırköy 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nce kesin olarak reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında,
“2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması
idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar
hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, davacı S.Ö. yönünden,tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli
olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı
bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı
yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir ” hükmüne göre, idare
mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de
görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz
görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “ Adli, idari , askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olanbir yargı mercii davada
görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli
bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine
değin erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin
daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme
ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren
yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden
doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda, adli yargı yerince görevsizlik kararı
verildikten sonra,idari yargı dosyası da temin edilerek, görevli merciin
belirtilmesi için dosya re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği
üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin,
diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle,
görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c) Ruhsat
veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari para
cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Bakırköy 5.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülenBAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin 29.11.2012 gün ve E:2012/2249, K:2012/2304 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/456
KARAR NO:2013/570
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. Maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60
gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Ş.Ç.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Bağcılar Trafik Denetleme Büro Amirliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 UU .... plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına
28.11.2012 tarih ve GK-186441 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve
ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 28.11.2012 tarih ve 232396 sayılı
Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
2. İDARE MAHKEMESİ: 13.12.2012 gün ve E:2012/2458, K:2012/2345 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
BAKIRKÖY 5. SULH CEZA MAHKEMESİ: 11.1.2013 gün ve D.
İş:2013/24 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre
idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da
verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar
itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir.
Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare
mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de
görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz
görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “ Adli, idari , askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olanbir yargı mercii davada
görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli
bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine
değin erteler” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin
daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu
haliyle, hernekadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de,
davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Bakırköy 5.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 13.12.2012 gün ve E:2012/2458,
K:2012/2345 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/457
KARAR NO:2013/571
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasına ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
N.Ç.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Silivri Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 ZPE .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 21.8.2012 tarih ve GL-628127 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiştir.
Davacı, idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
5. İDARE MAHKEMESİ: 29.8.2012 gün ve E:2012/1516, K:2012/2070 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
SİLİVRİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.12.2012 gün ve D.
İş:2012/639 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine, incelemenin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine
hükmedilebilecekdavalarda,askeriveadlicezamahkemeleriarasındaçıkangörevve
hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu
görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, adli yargı dosyasının Mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezasının iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüştür.
30.3.2005
gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı
Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında
ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin
idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden
itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu
süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı
kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre;Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer Kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen
uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli
mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun
5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli
mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Silivri 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 21.12.2012 gün ve D. İş:2012/639 sayılı
BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/458
KARAR NO:2013/572
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.T.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Silivri Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede
34 DD .... plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit
edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3.
madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 1.9.2012 tarih ve GN-15521
seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek
1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden
düzenlenen 1.9.2012 tarih ve 196527 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile
araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
3. İDARE MAHKEMESİ: 14.11.2012 gün ve E:2012/1519, K:2012/2186 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
SİLİVRİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.2.2013 gün ve D. İş:2012/818
sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para
cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş
olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu
gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca
görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderilmesine, incelemenin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi
davacınıntalebiilebaşlayanyargılamasısonunda sanığın mahkumiyetine ya da
beraatine
hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından,
bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, adli yargı dosyasının Mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi
b)
İşyerinin kapatılması,
c) Ruhsat
veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda
dabuparacezasına itirazkonusundagörevlimahkemeningösterilmediği,
ancak; idari para cezasına konu işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (aracın geçici olarak trafikten
men edilmesi) da verildiği ve
birlikte dava konusu edildikleri
anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin
kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle,Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile İdare
Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Silivri 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 3. İdare
Mahkemesi’nin 14.11.2012 gün ve E:2012/1519, K:2012/2186sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/459
KARAR NO:2013/573
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.H.
Davalı :
İstanbul Valiliği, Silivri Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce
yapılan incelemede 57 HC .... plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık
yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nunEk-2/3.madde ve fıkrası ile 78. (Sürücülerin ve yolcuların
koruyucu tertibat kullanma zorunluluğu) maddesi uyarınca, sürücü belgesi
sahibi H.H.adına 4.12.2012 tarih ve GO-697655 seri-sıra numaralı Trafik
İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 2.022,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden araç sahibi davacı A.H. adına
düzenlenen 4.12.2012 tarih ve 235025 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile
araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına
alınmıştır.Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten
men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari yargı yerinde
dava açmıştır.İSTANBUL 8. İDARE MAHKEMESİ: 12.12.2012 gün ve E:2012/2204,
K:2012/2676 sayı ile, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü
belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki
suçlarla ilgili davalara Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde
ise yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi
karşısında, davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle
davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.SİLİVRİ
1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 21.2.2013 gün ve D. İş:2012/845 sayı ile, 5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında
idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle
davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev
yönünden reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi
için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, incelemenin bu konuda
karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988
günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz
önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev
uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli
yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş
olduğu, adli yargı dosyasının Mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile
birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı
yerleri arasında oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın 78 ve Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen
idari para cezaları ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Sürücülerin ve yolcuların
koruyucu tertibat kullanma zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 78. maddesinde, “Belirli sürücülerin ve
yolcuların, araçların sürülmesi sırasında koruyucu tertibat kullanmaları
zorunludur. Kullanma ve yolların özelliği gözetilerek hangi tip araçlarda
sürücülerinin ve yolcularının şehiriçi ve şehirlerarası yollarda hangi
şartlarda hangi koruyucu tertibatı kullanacakları ve koruyucuların
nitelikleri ve nicelikleri ile emniyet kemerlerinin hangi araçlarda hangi
tarihten itibaren kullanılacağı yönetmelikte belirtilir.(Değişik: 21/5/1997
- 4262/4 md.) Bu madde hükmüne uymayanlar 1 800 000 lira para cezası ile
cezalandırılırlar”, “Araçların
tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı altında
düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın
116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında
trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları;
bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla
ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer
verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli
mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış
olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının
görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16.
maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli
mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı
Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin
belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari
para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27.
maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre, 2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2 ve 78. maddeleri uyarınca verilen para cezasının çözüm
yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği
anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının
5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden
biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda dabu para cezalarına
itiraz konusundagörevli mahkemenin gösterilmediği, ancak;idari para
cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi
ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (aracın geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte dava konusu edildikleri
anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın
hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 78 ve Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para
cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptali istemiyle açılan davanın
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle,Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile İdare
Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Silivri 1.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, İstanbul 8. İdare
Mahkemesi’nin 12.12.2012 gün ve E:2012/2204, K:2012/2676sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/461
KARAR NO:2013/574
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle
açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
L.K.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 41 TH .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 8.10.2012 tarih ve GO-105122 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 8.10.2012 tarih
ve 211523 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
9. İDARE MAHKEMESİ: 17.10.2012 gün ve E:2012/1907, K:2012/2029 sayı ile,
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
KARTAL 4. SULH CEZA MAHKEMESİ: 3.1.2013 gün ve D.
İş:2012/1241 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine
göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın
da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı ile dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “ Adli, idari , askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olanbir yargı mercii davada
görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli
bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine
değin erteler” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin
daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle,
hernekadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın
taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesince
re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerek
Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği
tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak
uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men
edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına
göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para
cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı
Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz
konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler
Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere,
idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli
mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli
bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya konu
edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para
cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin başvurusunun 19. madde kapsamında kabulü
ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kartal 4.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUNKABULÜile,
İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 17.10.2012 gün ve E:2012/1907, K:2012/2029 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/462
KARAR NO:2013/575
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Y.K.
Vekili : Av. H.E.D.
Davalılar
: 1-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av.T.D.
2-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. S.K.
O L A Y : Davacı vekili, Ankara
İli, Çankaya İlçesi, Keklikpınarı Mahallesi, 27742 ada, 1 parseli teşkil
eden taşınmazda müvekkiline ait bulunan hissenin, 19.11.1996 tarihinde
tapuya tescil olmuş ise de kamulaştırılmadığını;Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 2010/5-562 Esas, 2010/551 Karar Sayılı, 15.12.2010 tarihli
kararları uyarınca, taşınmazın idare adına tescili ile bedelinin de
müvekkile ödenmesinin gerektiğini; taşınmazın, imarda "Spor ve Rekreasyon
Alanı" olarak ayrıldığını; müvekkilinin payının 1996 yılından bu yana
kamulaştırılmadığını ifade ederek;taşınmazda müvekkiline ait bulunan
hisseyi havi taşınmazın idare adına tescili ile bedelinin de müvekkile
verilmesi, alacağa faiz tahakkuk ettirilmesi ve fazlaya dair hakların da
saklı tutulmasıyla şimdilik 8000 TL'nin tahsili istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalılardan Çankaya Belediye
Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
19.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 20.12.2012 gün ve E: 2011/215 sayı ile, Yargıtay
5. Hukuk Dairesinin emsal ilamları karşısında davalının Yargı Yeri
itirazının mahkemelerince yerinde görülmediği gerekçesiyle reddine karar
vermiştir.
Davalılardan Çankaya Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında spor ve rekreasyon alanı
olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, Davacının taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da
sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması
istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Çankaya
Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idare ve davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında spor ve rekreasyon alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 8.000,00 TL.sıbedelin, faizi ile
birliktetazminiistemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı Kanun'un
18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve
arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın,
birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait
bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya
parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre
hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya
belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında
ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, İmar ve Şehircilik
Dairesi Başkanlığının, 14.9.2011 gün
ve M.06.0.ABB.0.13.03.HRT.2011/3999-12396 (27742/1)sayılı yazısının
incelenmesinden; Çankaya İlçesi Keklikpınarı Mahallesi 27742 ada 1 nolu
parselin Çankaya Belediye Meclisinin 31.05.1995 tarih ve 156 sayılı kararı
ile onaylanan Keklikpınarı II. Etap Islah İmar planı kapsamında
kaldığı;onaylı plana istinaden Çankaya Belediye Encümeninin 16.05.1996
tarih ve 1843.15 sayılı kararı ile onaylanan 81152 nolu parselasyon planı
kapsamında kaldığı; dava konusu Çankaya İlçesi Keklikpınarı Mahallesi 27742
ada 1 nolu parselin Çankaya Belediye Meclisinin 30.11.2001 tarih ve 307
sayılı kararı ile uygun görülen ve Başkanlıklarınca 19.02.2002 tarihinde
onaylanan Keklikpınarı II. Etap Islah İmar planı değişikliği kapsamında
E:0.05 yapılaşma koşulu ile “Spor ve Rekreasyon Alanı” kullanımında kaldığı
ve “81152 nolu parselasyon planı notları aynen geçerlidir.” şeklinde 1 adet
plan notu bulunduğu anlaşılmıştır.
Olayda,Davacının
hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla “Spor ve Rekreasyon Alanı” kullanımında
kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz
üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planında yer alan Davacıya ait taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Çankaya Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan
Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Ankara 19.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.12.2012 gün ve E:2011/215 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/463
KARAR NO:2013/576
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : E.T.
Vekili :
Av.
M.E.A.
Davalılar
: 1-Sağlık
Bakanlığı
Vekili :
Haz. Av. Ş.N.G.
2-Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A.T.
3-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.
B.C.
O L A Y : Davacı vekili,
Ankara ili, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mah., 26374 ada, 5 parsel sayılı
ve 5.402,00 m2
yüzölçümündeki arsanın 48/5402 payının müvekkiline ait bulunduğunu; bu
taşınmazın, yapılan imar planında, “Sağlık Alanı” olarak ayrıldığını ve
tapu kaydı üzerine kamulaştırılacak şerhi konulduğunu; imarlı arsa
niteliğindeki taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığını, ancak; ancak
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 tarih, 2010/5 - 662 Es. ve
2010/551 K. sayılı kararı ile, bu tür yerlerin bedelinin ödeneceğine karar
verildiğini, bugüne kadar idareye yapılan müracaatlara rağmen, hiçbir bedel
ödenmediğini ifade ederek; dava konusu taşınmazın toplam bedelinden,
fazlaya ilişkin ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00
TL’sı bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacaklarına
uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalı idarelerden alınarak
taraflarına ödenmesine, dava konusu taşınmazın tapu kaydının davalı idarelere
tescil ettirilmesine karar verilmesi
istemiyle,
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İdarelerin vekilleri, süresi içerisinde
verdikleri dilekçeler ile; davanın idari yargı yerinde
görülmesi gerektiğinden bahisle görev itirazında bulunmuşlardır.
ANKARA
12.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 4.12.2012 gün ve E: 2012/106 sayı ile, davalı
tarafın yargı yolu nedeniyle görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarelerin
vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı;bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında sağlık alanı olarak
ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;dolayısıyla, davanın, taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan
nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarelerin vekillerinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve 12/1.
maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idareler ve davanın taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında sağlık alanıolarak ayrılmak suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
taşınmazın toplam bedelinden fazlaya ilişkin ve ıslah hakları saklı kalmak
kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL.sıbedelin, dava tarihinden itibaren işleyecek
faizi ile birliktetahsiliistemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında
aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni
plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan
yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili
tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava konusu edilen Kırkkonaklar Mahallesi 26374
ada 5 sayılı parselin,Çankaya Belediye Malisinin 09.03.1988 tarih ve 101
sayılı kararı ile onaylanan Kırkkonaklar Mahallesi Islah İmar Planında
“Sağlık Alanı” olarak ayrıldığı, 10.06.1993 tarih ve 1922 sayılı Çankaya
Belediyesi Encümen Kararı ile parsele
ait 81035/1 no’lu parselasyon planının kesinleştiği, yapılaşma koşullarının
ise E:0.80, Hmax:9.50, çekme mesafelerinin ise tüm cephelerden 10.00’ar
metre olduğu; taşınmaz üzerinde plan doğrultusunda yapılmış bir tesis
bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar/parselasyon planıyla Sağlık Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun zaman geçmesine
rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup,belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan
davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer
alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari
yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
idarelerin vekillerinin görev itirazlarının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
idarelerin vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 12.Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 4.12.2012 gün ve E: 2012/106 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/467
KARAR NO:2013/577
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle
başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve
alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S.D.
Vekili : Av. H.T.
Davalı : Türk
Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili : Av.S.K.
O L A Y : Davalı kuruluşta sözleşmeli personel
statüsünde muhafız olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen davacı, 21.4.2006 tarihinde Iğdır İl Defterdarlık
Personel Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı
vekili; müvekkilinin, Türk Telekom A.Ş.’den
ayrılırken düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin hatalı olduğu ve ek
ödemelerin maaşına yansıtılmadığından bahisle, maaş nakil ilmühaberinin
yeniden düzenlenmesi ve noksan ödenen ek ödemelerin yasal faizi ile
birlikle ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin
işlemin iptali ve ek ödemelerin yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle
idari yargı yerinde dava açmıştır.
ERZURUM
2.İDARE MAHKEMESİ: 28.2.2011 gün ve E:2011/231, K: 2011/159 sayı ile, 4046
sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun kapsamında özelleştirilen davalı
şirketin hisse devri sürecinin 14.11,2005'de tamamlandığı ve Türk Telekom
A.Ş. bir özel hukuk tüzel kişisi haline geldiği, dolayısıyla, idari yargı
yerlerinde kural olarak devlete ve kamu idarelerine karşı dava
açılabilmesi, ayrıca 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinde de özel hukuk
kişilerine karşı açılabilecek bir davanın belirtilmemiş olması karşısında,
bu davanın idari bir dava olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; nitekim;
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin çeşitli kararlarıyla, "Türk Telekom A.Ş.'nin
özelleşmesi sonucu 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un
22. maddesi uyarınca başka kurumlara nakledilenlerin, maaş nakil
ilmühaberinin 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesine uygun düzenlenmemesi
sonucunda hak kaybına uğranıldığını iteri sürerek maaş nakil ilmühaberinin
yeniden düzenlenmesi ve maddi zararların faizi ile birlikte tazmin
edilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davaların Adli Yargı Yerinde
çözümlenmesi” gerektiğine hükmedildiği; bu durumda; davalı şirketin idari
nitelikte bir işlem tesis etme yetkisi bulunmadığı gibi, mevzuat hükmü
uyarınca dava konusu ihtilafın adli yargının görevine girmesi nedeniyle,
uyuşmazlığın Mahkemelerince incelenerek sonuçlandırılma olanağının
bulunmadığı gerekçesiyle; 2577 sayılı Kanun'un 14/3-a ve 15/1-a maddeleri
uyarınca davanın Görev Yönünden Reddine karar vermiş; bu karar temyiz
edilmeyerek kesinleşmiştir.
Davacı vekili
bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
IĞDIR 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ(İŞ MAHKEMESİ
SIFATIYLA): 25.12.2012 gün ve E:2012/263, K:2012/674 sayı ile,
Mahkemelerinin benzer mahiyette bir kararında davanın kısmen kabulüne karar
verilmiş ise de Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 10.09.2012 tarih ve 2012/25489
esas, 2012/28074 sayılı bozma ilamında özetle Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulunun 07.04.2011 tarih ve 2011/55-205 sayılı kararına göre; davalı
Kurumun özelleşmesi sonucu asli ve sürekli işlerde veya 399 sayılı KHK
gereğince sözleşmeli veya kadrolu görevlerde çalışan personelin kamuya
nakillerine kadar geçen süreye ilişkin olarak maaş nakil hakkı
düzenlenmesi, ilişiğinin kesilmesi gibi bazı görevlerin kanunla
düzenlendiği, bu işlemlerin idare hukuku açısından sonuçlar doğurduğu ve
ilgili personelin nakledileceği kurumdaki statülerini, özlük ve parasal
haklarını belirlediği; böyle olunca bir imtiyaz sözleşmesi ile kamu
hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel
hukuk kişilerinden farklı olarak kimi kaM.l ayrıcalıklara ve yükümlülüklere
tabi olan 406 sayılı Yasa hükümleri ile kamu kuramlarına nakil hakkı
bulunan personelle ilgili olarak bazı kaM.l görevler yüklenen davalı
şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemler idari
işlemi niteliğinde olduğundan, bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların
idari yargının görevinde bulunduğunun kabul edildiği; Dairelerince de
benimsenen bu karara göre uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı
olduğu,ancak davacı daha önce İdare Mahkemesine dava açtığını
belirttiğinden öncelikle dosyada bulunmayan bu mahkeme kararı getirtilmeli
ve bu kararın kesinleşip kesinleşmediğinin incelenmesinin gerektiği; söz
konusu karar kesinleşmemiş ise kesinleşmesinin bekleneceği, adli yargının
görevli olduğuna ilişkin İdare Mahkemesi kararı kesinleşmiş ise uyuşmazlığın
çözümü İdari Yargıya ait olduğundan mahkemece 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesi Kanunun 19. maddesi gereğince Uyuşmazlık Mahkemesine görevli
yargı yerinin belirlenmesi için başvurularak bu konudaki karar gelene kadar
yargılamanın ertelenmesi gerektiğinin belirtilmekte olduğu;İdare
Mahkemesi'nde davacının açmış olduğu davaya ilişkin Erzurum İdare
Mahkemesi'nden anılan kararın istenildiği, kararın kesinleştiği,
mahkemelerince İdare mahkemesi görevli bulunduğundan mahkemelerinin
görevsizliğine karar verildiği,adli yargının görevli olduğuna ilişkin idare
Mahkemesi kararı kesinleşmiş olduğundan görevli yargı yerinin belirlenmesi
için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerektiği
kanaate varıldığı belirtilerek;gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Mahkemeleri görevli olmayıp İdare mahkemesi görevli olduğundan
Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın idari yargı tarafından görevsizlik
kararı verildiğinden uyuşmazlığın çözümü için Uyuşmazlık Mahkemesine
görevli yargı yerinin belirlenmesi için gönderilmesine karar vermiş,
bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Olay kısmında belirtildiği
üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince
adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı
inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar
bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii
davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa,
gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin
karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya
bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait
olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki,başvuru kararının, görev konusunda
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin
ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın
taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme
ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren
yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden
doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte,
bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.
Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı
gözetilerek, Iğdır 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce(İş Mahkemesi Sıfatıyla)
re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi kapsamında
olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev
uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M.
BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken istihdam
fazlası personel olarak belirlenmesi sonucu başka kuruma nakledilen
davacının, Türk Telekom A.Ş.’den ayrılırken düzenlenen maaş nakil
ilmühaberinin hatalı olduğu ve ek ödemelerin maaşına yansıtılmadığından
bahisle, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve noksan ödenen ek
ödemelerin yasal faizi ile birlikle ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun
zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ve ek ödemelerin yasal faizi ile
birlikte ödenmesine kararverilmesiistemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti
Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı
Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla
değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin
hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon
hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından
yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin%
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine
Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005
tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer
Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisaditeşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı
statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan
anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı
kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin
(b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom
çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim
Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli
için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık
ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile
diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek,
yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar
ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde, bu kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve noksan ödenen
ek ödemelerin yasal faizi ile birlikle ödenmesi istemiyle yapılan
başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ve ek ödemelerin yasal
faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma
ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte
davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan;uyuşmazlığın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla)yapılan
başvurunun reddi ile aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik kararının
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Iğdır 1.Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla)
yapılan BAŞVURUNUN REDDİ ile aynı Mahkemece ayrıca verilen, 25.12.2012 gün
ve E:2012/263, K:2012/674 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/468
KARAR NO:2013/578
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle
açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.H.N.
Davalı :
İstanbul Valiliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 59 AS .... plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 24.9.2012
tarih ve GN-760194 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar
Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu
tutanağa istinaden düzenlenen 24.9.2012tarih ve 205422 sayılı Araç
Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek
muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
5. İDARE MAHKEMESİ: 23.10.2012 gün ve E:2012/1865, K:2012/2487 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.10.2012 gün ve D.
İş:2012/5407, K:2012/5407 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz İstanbul
38. Asliye Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya daşahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık
yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir
örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından,görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli
bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 5.
İdare Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve E:2012/1865, K:2012/2487 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/470
KARAR NO:2013/579
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
E.Ö.
Vekili :
Av. M.Ö.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 JN .... plaka sayılı
aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca,
davacı adına 13.11.2012 tarih ve GP-552804 seri-sıra numaralı Trafik İdari
Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 13.11.2012 tarih ve
226000 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı vekili, idari para cezası ile aracın 60 gün süre
ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
9. İDARE MAHKEMESİ: 15.11.2012 gün ve E:2012/2137, K:2012/2314 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez aynı istemle adli yargı yerine
itirazda bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.11.2012 gün ve D.
İş: 2012/6347, K:2012/6347 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş,
verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması
idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar
hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı
vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15.
maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava
dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık
yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir
örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından,görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için kara nakil
aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar
içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten
men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari para
cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 9.
İdare Mahkemesi’nin 15.11.2012 gün ve E:2012/2137, K:2012/2314 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/471
KARAR NO:2013/580
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması
nedeniyle, BAŞVURUNUN, aynı Kanun’un 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı :
S.K.
Davalı
: İstanbul Valiliği, BBölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 UA .... plaka sayılı aracın yasa dışı
taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları
TrafikKanunu’nunEk 2/3. madde ve fıkrasıuyarınca, sürücü belgesi sahibi
K.S. adına 13.11.2012 tarih ve 552776 sayılı,araç sahibi davacı adına
13.11.2012 tarih ve GP-552777 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası
Karar Tutanakları düzenlenerek ayrı ayrı 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve bu tutanaklara istinaden düzenlenen 13.11.2012 tarih ve 226169
sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men
edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı,13.11.2012 tarih ve GP-552777 seri-sıra numaralı
idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle adli yargı yerinde itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 13.12.2012 gün ve D.
İş:2012/6530, K:2012/6530 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz İstanbul
5. Asliye Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
Davacının, sürücü belgesi sahibi K.S.’un,13.11.2012
tarih ve 552776 sayılı tutanak ile araç trafikten men tutanağının iptali
istemiyle İstanbul 10. İdare Mahkemesi’ne dava açtığını ve davanın görev
yönünden reddine karar verildiğini,bunun üzerine aynı istemle itirazda bulunduğu
İstanbul 3.Sulh Ceza Mahkemesi’nce de görevsizlik kararı verildi-ğini,kendisinin
de 13.11.2012 tarih ve GP-552777 seri-sıra sayılı tutanağın iptali
istemiyle sulh ceza mahkemesine dava açtığını ve bu davanın da görevsizlik
kararı ile sonuç-landığını,böylece idare mahkemesinin bu kararı ile sulh
ceza mahkemelerinin verdiği gö-revsizlik kararları arasında olumsuz görev
uyuşmazlığı doğduğunu ileri sürerek, görev uyuşmazlığının çözümü için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi talebini içeren dilekçesi
üzerine, İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi, Mahkemelerinin 2012/6530 D.İş
sayılı kararı ile İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin E:2012/2100, K:2012/2137
sayılı kararları arasında oluşan görev uyuşmazlığının çözümü istemiyle dava
dosyasını Mahkememize göndermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in 2247 sayılı Yasa’da
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu
ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya üzerinde2247 sayılıYasa’nın27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkingörev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
2247 sayılı
Yasa’nın 14. maddesinde, “Olumsuz
görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya
askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı
olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri
kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.
Bu uyuşmazlığın
giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise
ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari,
askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya
incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin
görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin
incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9
md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da
temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde
ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına
yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 2918 sayılı
Kanun’un Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca 13.11.2012 tarih ve
GP-552777 sayılı tutanak ile adına verilen 1.950,00 TL tutarındaki idari
para cezası ile araç trafikten men tutanağının kaldırılması istemiyle adli
yargı yerine itirazda bulunduğu ve Mahkemece 2012/6530-6530 D.İş-K sayı ile
görevsizlik kararı verildiği, bu işlem ile ilgili olarak davacının idari
yargı yerine dava açmadığının kendi beyanından anlaşıldığı,buna ilişkin
idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı da bulunmadığı,sürücü
belgesi sahibi K.S.’un 13.11.2012 tarih ve 552776 sayılı tutanağın ve bu
tutanağa istinaden düzenlenen araç trafikten men tutanağının iptali
istemiyle idari yargı yerinde açtığı davada, Mahkemece davanın görev
yönünden reddine karar verilmesi üzerine,aynı istemle adli yargı yerine
itirazda bulunduğu,İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nce 2012/6260-6260
D.İş-K sayı ile görevsizlik kararı verildiği,davacının tüm bu görevsizlik
kararlarından bahsederek, Mahkemesine verdiği dilekçe ile hakkında verilen
kararın olumsuz görev uyuşmazlığı nedeniyle Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini
istemesi üzerine,Mahkemece dava dosyasının uyuşmazlığın giderilmesi
istemiyle Mahkememize gönderildiği anlaşılmıştır.
Bu
durumda,davacı yönünden adli ve idari yargı yerlerince tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı
bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların
oluşmaması nedeniyle, başvurunun aynı Kanun’un 27. maddesi uyarınca reddine
karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ:
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların oluşmaması
nedeniyle, BAŞVURUNUN aynı Kanun’un 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/473
KARAR NO:2013/581
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca
verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve
27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacı :
A.K.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 DS .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 11.12.2012 tarih ve GR-177750 seri-sıra numaralı Trafik
İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası
verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 11.12.2012 tarih ve
237751 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
6. İDARE MAHKEMESİ: 19.12.2012 gün ve E:2012/2287, K:2012/2636 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.12.2012 gün ve
D.İş:2012/6821, K:2012/6821 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına
giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz
İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nce reddedilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü,
E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip
değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya
da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın
mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli
ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının
anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari
organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında
yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının
istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede
belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası
temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari
yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden
istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından,görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara
hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir
atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre
idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı
Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu,
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz
konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler
Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere,
idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli
mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate
alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde,
anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı
yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 6.
İdare Mahkemesi’nin 19.12.2012 gün ve E:2012/2287, K:2012/2636 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/474
KARAR NO:2013/582
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri
uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
D.Ö.
Vekili :
Av. R.K.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 BG .... plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık
yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 19.9.2012 tarih
ve GO-199885 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek
1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden
düzenlenen 19.9.2012 tarih ve 203754 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile
araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
1. İDARE MAHKEMESİ: 22.10.2012 gün ve E:2012/1668, K:2012/1693 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 28.12.2012 gün ve D.
İş:2012/6873, K:2012/6873 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz İstanbul
12. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi
gerektiğinden bu yönde gereği yapılmak üzere dosyanın mahkemesine
gönderilmesine, itiraz konusunda bir karar verilmesine yer olmadığına kesin
olarak karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
Olay
kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada;
idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş
ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine
gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile
verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
1- 2247
sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada
kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya
kesinleşmiş olması gerekir.
Bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre,
idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı
yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde,
olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri
sürülebilecektir.
2- 2247
sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen
bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olanbir yargı mercii davada
görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli
bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine
değin erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin
daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten
gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına
sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık
Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi
hususunu da ihtiva etmesi gerekir.
Yasakoyucu,
14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde
her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini
davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda
çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı
veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el
çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.
Olayda,
adli yargı yerince, görevsizlik kararı verildikten sonra, görevli merciin
belirtilmesi için dava dosyasıre’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.
Bu
haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise
de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza
Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi
kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş
bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine
gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra: 31/5/2012-6321/3
md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın, belediye sınırları
dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç sahibine, bağlı
bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına birinci fıkrada
gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği tarihten
itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak uygulanır.
Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men edilir” hükmü
yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı
Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü
bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun
Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince yapılan başvurunun 19.madde kapsamında
kabulü ile, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3.
Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 22.10.2012 gün ve E:2012/1668,
K:2012/1693 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/475
KARAR NO:2013/583
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918
sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın
60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi
istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi
hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
E.G.
Davalı
: İstanbul Valiliği
O L A Y
: Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 ZR .... plaka
sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası
uyarınca, davacı adına 13.9.2012 tarih ve GN-968739 seri-sıra numaralı
Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 1.950,00 TL idari para
cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 13.9.2012 tarih
ve 201064 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile
trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
8. İDARE MAHKEMESİ: 30.10.2012 gün ve E:2012/1585, K:2012/2101 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri
alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik
Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza
Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın çözümünün
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 9.1.2013 gün ve D.
İş:2012/6951, K:2012/6951 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8.
maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren
kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz
edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke
Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun
uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza
uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile
başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek
davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev
uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna
varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli
nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden
dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık
Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça
belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru
konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği
kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının
istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede
belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası
temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari
yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden
istenildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından,görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm
getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda
görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise,
mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale
geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 8.
İdare Mahkemesi’nin 30.10.2012 gün ve E:2012/1585, K:2012/2101 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/478
KARAR NO:2013/584
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: 2918 sayılı Yasa’nın
Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan
davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
S.Y.
Davalı
: İstanbul Valiliği, A Bölgesi Trafik Denetleme Ekipler Amirliği
O L A Y : Trafik Denetleme Şube
Müdürlüğünce yapılan incelemede 34 TJ .... plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık
yaptığının tespit edildiğinden bahisle; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, davacı adına 19.11.2012 tarih
ve GO-170443 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı
düzenlenerek 1.950,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa
istinaden düzenlenen 19.11.2012 tarih ve 228554 sayılı Araç Trafikten Men
Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına
alınmıştır.
Davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari
yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL
9. İDARE MAHKEMESİ: 27.11.2012 gün ve E:2012/2212, K:2012/2433 sayıyla;
2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak
geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara
Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh
Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, davanın
çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine itirazda
bulunmuştur.
BAKIRKÖY 8. SULH CEZA MAHKEMESİ: 5.12.2012 gün ve D. İş
Defter No:2012/344, D. İş Uyap No:2012/2799 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının
görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün
idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın
27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık
Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında,
“2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden
2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’
ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması
sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda,
askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının
‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması
idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar
hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak
nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev
ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde
incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum
gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının
Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdari ve
adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen
biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son
görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek
suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde
herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari
para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
tutanağın iptal edilmesi istemiyle
açılmıştır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı
altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü
fıkrasında, “(Ek fıkra:
31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın,
belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç
sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına
birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin
işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat
olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten
men edilir” hükmü yer almıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil
plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari
para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında
bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini
açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli
cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi
bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere
göre idari yargının görev alanında görmüş iken;5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra;öngörülen trafik para cezasının 5326
sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri
olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına
itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından,
Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde
belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı
Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı
bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.
Uyuşmazlığın,
motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına
gelince:
5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19.
maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen
belirli bir süre için;
a) Bir
meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,
b)
İşyerinin kapatılması,
c)
Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,
d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,
gibi
yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun
değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.
Uyuşmazlığın
çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin
karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde,idari davaya
konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918
sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi
hususunun trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve
5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında
öngörülen belirli bir süre için kara
nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici
istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile
trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait
olmaktadır.
Buna göre,2918 sayılı
Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine
ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:
30.3.2005
tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. Maddesinde," (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller
hakkında,
uygulanır"
denilmiştir.
Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada
ise; idari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına
giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala
bağlanmış, bu maddenin
gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin
amaçlandığı ifade edilmiştir.
19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre,Kabahatler Kanunu’nun; idari
yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli
mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin
hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği anlaşılmaktadır.
Görev
kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için
bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen
görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk
ilkesidir.
Davanın
açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile
görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni
yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi
gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe
girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal
hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği
açıktır.
Diğer
taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme,
artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği
için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para
cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım
türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu
para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak
idari yargının görev alanına giren kararın (aracın
geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte
dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari
para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği
kuşkusuzdur.
Bu
durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve
aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra
hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının
ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali
istemiyle açılan davanın çözümünde idari
yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 9.
İdare Mahkemesi’nin 27.11.2012 gün ve E:2012/2212, K:2012/2433 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/479
KARAR NO:2013/585
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İdarenin
dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine
göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : R.B.
Vekili : Av. D.D.
Davalılar:
1-Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. A.E.
2-Osmangazi
Belediye Başkanlığı
Vekili:
Av. T.Y.
O L A Y : Davacı vekili özetle,
davacının Bursa İli, Osmangazi İlçesi, Hüdavendigar Mahallesi, 4603 ada,5
parselde bulunan taşınmazın hisseli maliki olduğunu, söz konusu taşınmazın
imar planında kısmen yol kısmen katlı otopark olarak ayrıldığını
belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000
TL tazminatın faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Osmangazi Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.11.2012 gün ve
E:2012/506 sayı ile, davalılar Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve
Osmangazi Belediye Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine
karar vermiştir.
Davalı Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri,
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşıdığını
belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin
gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Osmangazi Belediye
Başkanlığı vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptıkları görev itirazının reddedilmesi ve davalı Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin 12/1.maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay
Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmaza, imar
planında kısmen yol kısmen katlı otopark alanı olarak ayrılmak suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile birlikte
davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığı Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığı’nın 18.08.2012 günlü
yazısında, davaya konu taşınmaz ile ilgili olarak, söz konusu parselin 218,95 m2 lik kısmına
asfalt yol yapıldığı belirtmiştir.
Davaya konu yerde 22.02.2013 günü yapılmış olan keşif
sonrasında tanzim edilmiş olan 04.03.2013 günlü Bilirkişi Kurul Raporunda,
davaya konu taşınmazın üzerine 204,50 m2 lik kısmına asfalt yol yapılmak
suretiyle fiilen el atıldığı belirtilmiştir.
Hal
böyle iken, davaya konu taşınmazın imar planında kısmen yol kısmen katlı
otopark alanı olarak ayrıldığı, taşınmazın 204,50 m2 lik kısmına
kamulaştırma yapılmaksızın fiilen el atıldığı anlaşılmıştır.
Belediyelerin
3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi
ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması,
arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar
planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade
açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü
ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı
yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık,
Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari
nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazın bir
kısmına fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin
kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte
yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak
uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal,
baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve
bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak
davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında
yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir
ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza
kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü
iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini
davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin
özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik
yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim,
yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı
kararının III. bölümünde,“İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü
İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması
sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava
Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız
fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan
adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu
durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü,adli yargı yerinin görevine
girmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/480
KARAR NO:2013/586
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Taşınmazın Sancaktepe Uygulama İmar Planında İSKİ
İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak
Koruma (Park) alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : N.B.
Vekili : Av. A.B.
Davalı : İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili:
Av. Z.Ö.
O L A Y : Davacı vekili özetle; davacının İstanbul İli,
Sancaktepe İlçesi, Samandıra mevkiinde kain 7609 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın
hisseli maliki olduğunu, taşınmazın 2560 sayılı İSKİ Kuruluş ve Görevleri
Hakkındaki Kanunun ilgili maddelerine dayanılarak yapılan İçmesuyu
Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği gereğince ve bu yönetmeliğe uygun
olarak belediyece düzenlenen imar planlarında su havzasında bırakılmış ve
dere mutlak koruma alanında kalmış olduğunu, dere mutlak koruma alanında
kaldığından taşınmaz üzerindeki mülkiyetin tasarruf hakları
kullanılamayacak şekilde kısıtlandığını belirterek, taşınmazın davalı adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000
TL nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunmuştur.
Kartal 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi; 30.5.2012 gün ve E:2012/142 sayı ile, davalı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı
Yasa'nın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu
planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi
bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak
zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığını ifade ederek,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği belirtilerek, davanın taşınmazın bedelinin tazminat
olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 10. maddede
öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli maliki olduğu taşınmazın, “Dere
Mutlak Koruma Alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, taşınmazın davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000 TL nin faizi ile birlikte
davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret
karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.”hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında bulunan ve Sancaktepe Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak
Müdürlüğünce Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 06.04.2012 günlü
yazıda davaya konu taşınmazın 15.02.2010 tasdik tarihli, 1/1000 ölçekli
Sancaktepe Uygulama İmar Planında İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğince
İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak Koruma (Park) alanında kaldığı
belirtilmiştir.
Olayda,
davacı vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği gereği imar planlarında su havzasında ve dere mutlak koruma
alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan
davacının taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği;
mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki
yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı,
ancak, bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar
planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin
Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, Yönetmelik, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun
kabulü ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Asliye
Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Kartal 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 30.5.2012 gün ve E:2012/142 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/481
KARAR NO:2013/587
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET
: DSİ
tarafından yapılan barajın inşaatı sırasında meydana geldiği öne sürülen su
taşkını nedeniyle, davacınıntaşınmazında meydana geldiği ileri sürülen zararın
tazmini istemiyle açılan davanın, hizmet kusuru esasına göre İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.Ç.
Vekili :
Av. S.Y.
Davalı :
DSİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. G.Ç.
O L A Y : Davacı
vekili özetle, Gaziantep İli, Nizip İlçesi Suboyu
Köyü 108 ada, 605 parsel sayılı taşınmazın davacıya ait olduğunu, bu
taşınmazda davacıya ait erik bahçesi bulunduğunu, davalı kurum tarafından
yapılan Karkamış barajı inşası nedeni ile davacıya ait taşınmazın büyük
hasara uğradığını, davalı kurum tarafından set yapılmadığı gibi herhangi
bir önlem de alınmadığını, davacıya ait taşınmazın tamamında su baskınları
oluştuğunu, su baskınları neticesinde davacıya ait bir çok erik ağacının
kuruduğunu, davacının kuruyan erik ağaçlarını kesmek zorunda kaldığını
belirterek, davanın kabulü ile, Gaziantep İli, Nizip ilçesi Suboyu Köyü 108
ada, 605 parselin tamamının mücavir alan kamulaştırması kapsamında
kamulaştırılarak ağaç bedelleri ile birlikte taşınmazın bedelinin davacıya
ödenmesine, bu olmadığı taktirde taşınmazda bulunan erik ağaçlarının
bedelinin davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkımız saklı
kalmak kaydıyla 1,000 TL bedelin el atma tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
DSİ Genel Müdürlüğü vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde
özetle, görev itirazında bulunulmuştur.
Davacı
vekili 04.10.2012 günlü 1.celsede, taleplerinin ''kamulaştırılmasız olarak el atılan yere
ilişkin olarak 1.000,00 TL bedelin davalıdan tahsiline'' ilişkin
olduğunu beyan etmiştir.
Nizip
Asliye Hukuk Mahkemesi; 04.10.2012 gün, E:2012/405 sayı ile, davalı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
DSİ Genel Müdürlüğü vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dilekçe ve ekleri Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; Davanın, DSİ Genel Müdürlüğü
tarafından yapılan Karkamış Barajı İnşaatı sırasında oluşan su baskınları
sonucu Gaziantep ili, Nizip İlçesi, Suboyu Köyünde bulunan taşınmazlarına
el atılması ve ağaçlarına zarar verilmesi nedeniyle davacının uğradığı
ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açıldığını, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Yasasının 2. maddesinde, idare mahkemelerinde açılacak
idari davaların sayılmış olduğunu, aynı maddenin 1 'inci fıkrasının (b)
bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar
tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü idari yargının
görev alanı içerisine giren idari dava türü olarak belirtilmiş olduğunu,
DSİ Genel Müdürlüğünün, bir kamu kuruluşu olup yaptığı Baraj inşaatı işinin
kamu hizmeti olduğunun tartışmasız olduğunu, kamu hizmetini yürütmekle
yükümlü kılınan bir kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere
verdiği zararın tazminine ilişkin olan davada, kamu hizmetinin yöntemine ve
hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun
şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin
sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin
idari yargı yerlerine ait olduğunu belirterek, 2577 sayılı Kanunun 2/1 -b
maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün, idari işlem ve
eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı
davalarına bakmakla görevli olan idari yargı yerlerine ait olduğundan, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dava dosyası üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı DSİ Genel
Müdürlüğü vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcılığı’nca, davalı DSİ Genel Müdürlüğü bakımından 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı vekilinin 04.10.2010 günlü
1.celsede beyanı ile de sabit olduğu üzere, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
yapılan Karkamış Barajı İnşaatı nedeniyle oluştuğu belirtilen su baskınları
sonucu davacıya ait olan Gaziantep İli, Nizip İlçesi, Suboyu Köyü 108 ada, 605 parsel sayılı taşınmaza el atılması ve taşınmazın
içerisinde bulunan erik ağaçlarının zarar görmeleri sebebiyle davacının
uğradığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
İdarenin
yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya
koyduğu plan ve projenin hukuka aykırı olduğu nedeniyle iptali için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak davalar ile, idarenin aynı
plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su
şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında
kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak davaların görüm
ve çözümünün, iptal ve tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan
idari yargı yerine ait olduğu, idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede
bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya
plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i
ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün
önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli
yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş
bulunmaktadır.
Olayda,
davacı tarafından, davalı idarece yapılan baraj inşaatı sırasında oluştuğu
öne sürülen su baskınlarından dolayı bahçesinin zarara uğradığı iddia
edilerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 1.000,00 TL
bedelin faizi ile birlikte tahsili istemiyle
davalı kamu tüzel kişisine karşı dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasanın
125 inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden
doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, bununla
birlikte idarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda,
düzenlenişinde veya işleyişinde nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya
boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusurunun hizmetin kötü işlemesi veya
hiç işlememesi hallerinde gerçekleştiği ve bunun idarenin tazmin
yükümlülüğünün doğmasına yol açtığında kuşku bulunmamaktadır.
DSİ Genel Müdürlüğü, bir kamu kuruluşu olup yaptığı baraj
inşaatı işinin de kamu hizmeti olduğu tartışmasızdır. Kamu hizmetini
yürütmekle yükümlü kılınan bir kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken
kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin
yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu
yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve
idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve
tespiti idari yargı yerlerine ait olup, bunun yargısal denetiminin de 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “idari
işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı
davası” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır.
Belirtilen durum karşısında, davanın görüm ve
çözümü idari yargı yerinin görevine girdiğinden, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekilinin görev
itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ:
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı DSİ Genel Müdürlüğü
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
04.10.2012 gün, E:2012/405 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/482
KARAR NO:2013/588
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.K.
Vekili : Av. F.A.
Davalılar:
1- Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. T.K.
2- TEDAŞ
Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. E.B.
3- Maliye
Hazinesi
Vekili :
Av. Ç.O.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Sakıp Sabancı Bulvarı, 27030 ada, 9, 11, 12
parsel sayılı taşınmazların hisseli maliki olduğunu, 27030 ada 9 parsel
sayılı taşınmazın imar planında trafo yeri, 11 parsel sayılı taşınmazın
imar planında belediye hizmet alanı, 12 parsel sayılı taşınmazın imar
planında idari tesis alanı
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 20.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar
verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Maliye Hazinesi vekili süresi içerisinde verdiği
cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı TEDAŞ Genel Müdürlüğü vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi; 13.11.2012 gün,
E:2012/354 sayı ile özetle, davalılar Çankaya Belediye Başkanlığı, TEDAŞ
Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi vekillerinin görev itirazlarının reddine
karar vermiştir.
Davalılar Çankaya Belediye
Başkanlığı, TEDAŞ Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içerisinde verdikleri dilekçe üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalılar Çankaya Belediye Başkanlığı, TEDAŞ Genel Müdürlüğü ve Maliye
Hazinesi vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve dahi
12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, davalılar Çankaya Belediye Başkanlığı, TEDAŞ Genel
Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli maliki olduğu, Ankara İli,Sakıp Sabancı
Bulvarı, 27030 ada, 9, 11, 12 parsel sayılı taşınmazlarından 27030 ada 9
parsel sayılı taşınmazın imar planında trafo yeri , 11 parsel sayılı
taşınmazın imar planında belediye hizmet alanı , 12 parsel sayılı
taşınmazın imar planında idari
tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 20.000 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;“Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar
valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu Ankara İli, Sakıp Sabancı Bulvarı, 27030 ada 9 parsel sayılı
taşınmazın imar planında trafo yeri, 11 parsel sayılı taşınmazın imar
planında belediye hizmet alanı, 12 parsel sayılı taşınmazın imar planında idari tesis alanı olarak
ayrıldığı, taşınmazlara idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el
atma nedeniyle taşınmazların bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia
edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca
kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer
alan davacının hissedar olduğu taşınmazların bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalılar Çankaya Belediye Başkanlığı, TEDAŞ Genel
Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi vekillerinin görev itirazlarının Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılar Çankaya Belediye
Başkanlığı, TEDAŞ Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
13.11.2012 gün, E:2012/354 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/483
KARAR NO: 2013/589
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : H.Ş.
Vekili : Av. F.Ç., Av. M.S.K.
Davalı :
Ankara İl Özel İdaresi
Vekili : Av. S.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Çankaya İlçesi, Çukurca Mahallesi, 26164 ada,
1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında okul yeri olarak
ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili
ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik taşınmazın
bedeli karşılığında 1.000 TL ile haksız kullanım bedeli karşılığında ise
500,00 TL olmak üzere toplam 1.500 TL
nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesi; 18.12.2012 gün ve
E:2012/289 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresi açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen
biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada
idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında okul
yeri olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun
davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik taşınmazın bedeli karşılığında 1.000 TL ile haksız kullanım bedeli
karşılığında ise 500,00 TL olmak üzere toplam 1.500 TL nin faizi ile
birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde
Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında okul alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen
el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 9. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 18.12.2012 gün ve E:2012/289 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/484
KARAR NO: 2013/590
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : F.D.
Vekili : Av. İ.H.
Davalılar : 1- Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı
Vekili : Av. U.E.
2- Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. C.G.
3- Gençlik ve Spor Bakanlığı
Vekili :
Av. D.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Mahallesi, 43036
ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında spor alanı olarak
ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı ilgili kurum adına
tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 2.000
TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi; 11.07.2012 gün ve
E:2012/136 sayı ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı
bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici
imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen
biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında spor alanı olarak ayrılmak suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun davalı ilgili
kurum adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 2.000 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında spor alanında
kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 24. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 11.07.2012 gün ve E:2012/136 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/485
KARAR NO: 2013/591
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- K.U., 2- Y.U., 3- A.U.,
4- F.U.
Vekilleri : Av. G.B.
Davalılar : 1- Muratpaşa Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. T.K.A.
2- Kültür ve Turizm Bakanlığı
Vekili :
Av. C.A.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların murisi olan A.U.’un, Antalya İli, Muratpaşa İlçesi, Demircikara
Mahallesi, 6305 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu,
taşınmazın imar planında kütüphane
alanı olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi; 23.11.2012 gün ve
E:2012/262 sayı ile, davalılar Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve davalı
Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin 12/1.maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Muratpaşa
Belediye Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında
kütüphane alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında kütüphane alanında kaldığı, taşınmaza idarece
fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
Muratpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.11.2012 gün ve E:2012/262 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/486
KARAR NO: 2013/592
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : F.Y.
Vekili : Av. A.F.D.
Davalılar : 1- Nilüfer Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. S.A.
2- Gençlik ve Spor Bakanlığı
Vekili :
Av. C.B.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Özlüce Mahallesi, 4564 ada, 1
parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar planında spor alanı olarak ayrıldığını
belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000
TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi; 22.11.2012 gün ve
E:2012/313 sayı ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Nilüfer Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay
DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında spor alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında spor alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen
el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.11.2012 gün ve
E:2012/313 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/487
KARAR NO: 2013/593
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
Ş.K.
Vekili : Av. A.F.D.
Davalılar
: 1- Bursa İl Özel İdaresi
Vekili :
Av. N.Ö.
2- Nilüfer Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. S.A.
3- Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. E.Ç.D.
O L A Y : Davacı vekili
özetle, davacıların Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Balat Mahallesi, 4137 ada, 1
parselde bulunan taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında ortaöğretim
tesis alanı olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile birlikte
davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı Bursa İl Özel İdaresi vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi; 20.11.2012 gün ve
E:2012/326 sayı ile, davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile Nilüfer Belediye
Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile
Nilüfer Belediye Başkanlığı vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçe üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile Nilüfer Belediye Başkanlığı
vekillerinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile Nilüfer Belediye Başkanlığı açısından,
10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hissedar olduğu taşınmaza, imar planında
ortaöğretim tesis alanı
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi
ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında ortaöğretim tesis alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin
iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu
uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile Nilüfer Belediye
Başkanlığı vekillerinin yapmış oldukları görev itirazlarının, Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalılar Bursa İl Özel İdaresi ile Nilüfer Belediye Başkanlığı
vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Bursa 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 20.11.2012 gün ve E:2012/326 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/488
KARAR NO: 2013/594
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : İ.K.
Vekili : Av. A.F.D.
Davalı :
Nilüfer Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. V.A.
O L A Y : Davacı vekili
özetle, davacının Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Demirci Köyü 3532 ada, 1
parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar planında belediye hizmet alanı - park alanı
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 10.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar
verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi; 13.11.2012 gün ve
E:2012/317 sayı ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre,davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Nilüfer Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında
belediye hizmet alanı - park alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında belediye hizmet alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Nilüfer Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE
İLİŞKİN Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.11.2012 gün ve E:2012/317
sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/489
KARAR NO: 2013/595
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : R.S.
Vekili : Av. A.M.
Davalılar : 1- Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. O.E.
2- Melikgazi Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. Z.D.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, Germir Mahallesi, 11270
ada, 3 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar
planında yol ve park alanı
olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı
ile şimdilik 80.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar
verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Melikgazi Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi; 24.01.2013 gün ve
E:2012/365 sayı ile, davalı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Kayseri Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Melikgazi
Belediye Başkanlığı vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak görev itirazında bulundukları, buna karşın mahkemece
24.01.2013 günlü celsede davalılardan Kayseri Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddin karar verildiği, sonrasında
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin 12/1.maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde,
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında yol
ve park alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 80.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında kentsel çalışma alanı, park alanı, otopark
alanı ve yol alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV
İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.01.2013
gün ve E:2012/365 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/490
KARAR NO: 2013/596
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1- S.Ş., 2- E.K.
Vekilleri : Av. O.Ö.
Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av. F.Ç.
O L A Y : Davacılar vekili özetle;
davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, Çukurca Mahallesi, 26165 ada, 7
parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar
planında okul yeri olarak
ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili
ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL nin
faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava
açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili süresi içerisinde verdiği
cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi; 30.10.2012 gün ve
E:2012/37 sayı ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın, uğranıldığı ileri
sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, davanın,
uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi
ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Milli Eğitim Bakanlığı açısından, davanın, uğranıldığı ileri sürülen zararın
tazminine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacılarının hisseli taşınmazına, imar planında okul yeri olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapusunun
davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla,
şimdilik 1.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında okul yeri alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, uğranıldığı ileri sürülen zararın
tazminine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü ile, davalı
Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
30.10.2012 gün ve E:2012/37 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/491
KARAR NO: 2013/597
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- İ.K., 2- H.A.K., 3- Z.G.K., 4-
I.G.K. (K.)
Vekilleri :
Av. A.S.
Davalı : Dışişleri Bakanlığı
Vekili : Av. H.Ö.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, Çukurca Mahallesi 26127
ada, 3 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında kreş yeri olarak ayrıldığını belirterek,
taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 50.000 TL nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Dışişleri Bakanlığı vekili süresi içerisinde
sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi; 29.11.2012 gün ve
E:2012/325 sayı ile, davalı Dışişleri Bakanlığı vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Dışişleri Bakanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı
bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, davanın, uğranıldığı
ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Dışişleri Bakanlığı
vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı
Dışişleri Bakanlığı açısından, davanın, uğranıldığı ileri
sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına imar planında kreş
yeri olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 50.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme
eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin
ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını,
gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar
valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında kreş yeri alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, uğranıldığı ileri sürülen zararın
tazminine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü ile, davalı
Dışişleri Bakanlığı vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Dışişleri Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE
İLİŞKİN Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2012 gün ve E:2012/325
sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/492
KARAR NO: 2013/598
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.İ.
Vekili : Av. A.D.
Davalı : Ankara İl Özel
İdaresi
Vekili : Av. D.S.
O L A Y :Davacı vekili,
müvekkilinin hissedar olduğu Ankara ili, Yenimahalle İlçesi
Çayyolu-Yenikent Mahallesi 42552 ada, 19 parsel sayılı taşınmazı davalı
İdarenin, 3194 Sayılı İmar Kanununa göre imar planında "OKUL
ALANI-TEMEL EĞİTİM ALANI" olarak ayırmak suretiyle kamu hizmetine
tahsis etmesine rağmen, uzun yıllar boyunca üzerinde tahsis amacına uygun
bir tesis kurmadığını, taşınmazın tapu kaydına kamulaştırılacak şerhi de konulduğunu;
taşınmazın kamulaştırılması ya da mülkiyet hakkını kısıtlayan tahsis amacı
dışına çıkarılması talebiyle davalı İdareye başvurulmuşsa da taleplerinin
sonuçsuz kaldığını; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığını;
ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/5-662 Esas, 2010/651 sayılı
kararında "... uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen
hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen
davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilememek
suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin,
mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip
bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu,
her türlü izahtan varestedir..." denildiğini, kamulaştırmasız el koyma
olgusunun varlığının doğal sonucu, İdarenin hukuka aykırı eylemiyle
mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi müvekkilinin, dava yoluyla kamulaştırmasız
el koyma hükümleri doğrultusunda hakkını talep etme zorunluluğunun
doğduğunu ifade ederek; oluşan zararlarına izafeten fazlaya ilişkin talep
ve dava hakları saklı kalmak üzere -şimdilik- 4.000 (dörtbin) TL'nin
davalıdan tahsiline; el koyma olgusunun gerçekleştiği tarihten itibaren
yasal faizin yürütülmesine, hüküm kesinleşip, tazminat ödendiğinde tapu
kaydının davalı adına tesciline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 13. ASLİYE
HUKUK MAHKEMESİ:18.9.2012 gün ve E:2012/264 sayı ile, davanın kamulaştırmasız
el koyma nedeniyle alacak davası olduğu gerekçesiyle yargı yolu itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın imar mevzuatı
hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden
bahisle idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının
onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak
tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin,
"idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları
program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri;
yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı;
dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında okul
alanına ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine ve tapu kaydının davalı
idare adına tesciline hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine
ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak
bulunmadığı; dolayısıyla, davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci
fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde “davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden” olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında Okul Alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla şimdilik; 4.000 TL bedelin faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde,
eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dosyanın
incelenmesinden, dava konusu 42552
ada, 19 parselin, 1/1000 ölçekli 84016/3 no.lu parselasyon planı kapsamında
E=0.50 yapılaşma koşulları ile İlkokul kullanımında kaldığı, taşınmaz
üzerinde düzenleme yapılmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Okul Alanı kullanımında
kaldığı, tapu kaydı üzerine kamulaştırma şerhi konulmasına, aradan uzun
süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı
ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle
Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV
İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.9.2012
gün ve E:2012/264 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY
BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/494
KARAR NO: 2013/599
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-A.S., 2-M.Z., 3-H.Ç., 4-S.G., 5-A.Ö., 6-H.G.
Vekilleri
: Av.M.Ş.G.-Av.N.G..
Davalılar
: 1-Muratpaşa Belediye Başkanlığı
Vekili : Av.A.K.
2-Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. R.O.
3-Sağlık
Bakanlığı
Vekili : Av.
N.N.Ş.
O L A Y : Davacıların
vekilleri, müvekkillerinin hissedar olduğu Antalya İli, Muratpaşa İlçesi,
Demircikara Mahallesinde bulunan 5359 Ada 1 parsel sayılı taşınmazın,
yaklaşık 10-15 yıl önce yapılan ve kesinleşen imar düzenlemesi ile
davalılar tarafından sağlık ocağı yeri olarak ayrıldığını ancak,
davalıların bu güne değin pasif ve suskun kalmak ve taşınmaz üzerinde işlem
tesis etmemek sureti ile taşınmaza kamulaştırmasız el attıklarını; 5216
sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7., 3194 sayılı İmar Kanunun
10.maddesine aykırı olarak; uzun yıllar programa alınmayan imar planının
fiilen hayata geçirilmemesi nedeni ile davalı idarece, pasif ve suskun
kalmak ve işlem tesis edilmemek sureti ile taşınmaza müdahale edilmesinin,
mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliği
olduğunu; idarenin bu eyleminin, kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı
için yeterli olduğunu; Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin E:2010/17128,
K:2011/5077 sayılı, 22.03.2011 tarihli kararında bu duruma işaret
edildiğini; davalıların taşınmaza bu şekilde el koymasının, Anayasanın
35.maddesi ile Medeni yasanın 683.maddesine aykırı olduğunu ifade ederek;
taşınmaza davalılar tarafından kamulaştırmasız el atıldığı için ve açmış
oldukları davanın belirsiz alacak davası olduğu da göz önünde tutularak,
fazlaya ilişkin tüm talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik
10.000,00.TL (On Bin TL) tutarındaki kamulaştırmasız el atma bedelinin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline
karar verilmesi istemiyle, adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İdarelerin Vekilleri süresi içinde görev itirazında
bulunmuşlardır.
ANTALYA 2.ASLİYE
HUKUK MAHKEMESİ: 19.10.2012 gün ve E:2012/235 sayı ile, davanın kamulaştırmasız
el atma nedeniyle tazminat davası olduğu, davaya Adli Yargıya tabi
mahkemelerin bakması gerektiğinden bahisle, görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı vekillerinin,
idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi
içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında sağlık ocağı alanı olarak
ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da
sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı vekillerinin, anılan Yasanın 10/2
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının
reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan davalı idareler yönünden olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedarı olduğu taşınmazlarına, imar planında sağlık ocağı alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın
toplam bedelinden, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik
10.000,00 TL'si bedelin faizi ile birlikte
tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye
sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili
belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak
yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu
planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar
ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara
bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden, davaya konu Demircikara Mahallesi 5359 Ada 1
Parsel sayılı taşınmazın, imar
planında “Sağlık Ocağı Alanı” olarak planlı olduğu, hali hazırda boş ve
atıl durumda bulunduğu; Belediyece herhangi bir kamulaştırma kararı
alınmadığı, kamulaştırma işlemi yapılmadığı; taşınmazda herhangi bir el
atma işleminin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Sağlık Ocağı
Alanı kullanımında kaldığı, aradan
uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı vekillerinin görev itirazlarının, Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılardan Muratpaşa Belediye Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Antalya
2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.10.2012 gün ve E:2012/235 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO : 2013/500
KARAR NO: 2013/600
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.N.E.
Vekilleri : Av.M.Ş.G., Av.N.G.
Davalı :
Muratpaşa
Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. F.K.
O L A Y : Davacının vekilleri,
müvekkillerinin hissedar olduğu Antalya İli, Muratpaşa İlçesi, Demircikara
Mahallesinde bulunan 6377 Ada 2 parsel sayılı taşınmazın, yaklaşık 10-15
yıl önce yapılan ve kesinleşen imar düzenlemesi ile davalılar tarafından
semt spor sahası olarak ayrıldığını ancak, davalıların bu güne değin pasif
ve suskun kalmak ve taşınmaz üzerinde işlem tesis etmemek sureti ile
taşınmaza kamulaştırmasız el attıklarını; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi
Kanununun 7., 3194 sayılı İmar Kanunun 10.maddesine aykırı olarak; uzun
yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeni
ile davalı idarece, pasif ve suskun kalmak ve işlem tesis edilmemek sureti
ile taşınmaza müdahale edilmesinin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu
ortadan kaldıran bir niteliği olduğunu; idarenin bu eyleminin,
kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli olduğunu; Yargıtay
5.Hukuk Dairesinin E:2010/17128, K:2011/5077 sayılı, 22.03.2011 tarihli kararında bu duruma
işaret edildiğini; davalıların taşınmaza bu şekilde el koymasının,
Anayasanın 35.maddesi ile Medeni yasanın 683.maddesine aykırı olduğunu
ifade ederek; taşınmaza davalılar tarafından kamulaştırmasız el atıldığı
için ve açmış oldukları davanın belirsiz alacak davası olduğu da göz önünde
tutularak, fazlaya ilişkin tüm talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile
şimdilik 10.000,00.TL (On Bin TL) tutarındaki kamulaştırmasız el atma
bedelinin faizi ile birlikte
davalılardan tahsiline karar verilmesi
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Vekili süresi içinde görev itirazında bulunmuştur.
ANTALYA
8.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 18.10.2012 gün ve E:2012/196 sayı ile, davanın
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası olduğu, davanın
tazminatın yanı sıra davanın kabul edilmesi halinde davacı hisselerinin
tapu kayıtlarının da iptali ile davalı belediye adına tesciline yönünde
tescil kararı verilmesini de kapsadığı, bu sebeple idari yargıda tapu iptal
ve tescil kararı verilemeyeceği, yerleşmiş Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve
Yargıtay 5 Hukuk Dairesi kararları da gözetilerek davalı tarafın görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında semt spor sahası olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedarı olduğu taşınmazına, imar planında semt spor sahası olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın
toplam bedelinden, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik
10.000,00 TL'si bedelin faizi ile birlikte
tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde
Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye
sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili
belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak
yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu
planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan
yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş
zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz
edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar
ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara
bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla semt spor sahası
kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı,
taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planında yer alan davacıya ait taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve
buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Antalya 8.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.10.2012 gün ve
E:2012/196 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/503
KARAR NO: 2013/601
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar : 1-H.M.Y.,
2-B.Y., 3-M.Y., 4-A.Y., 5-A.K.,
6-M.G.
Vekili : Av.S.A.
Davalı : Ankara İl Özel
İdaresi
Vekili : Av.E.B.
O L A Y : Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu Ankara ili, Çubuk
İlçesi Atatürk Mahallesi 1040 ada 2 parsel sayılı taşınmazın, 1/1000
Ölçekli uygulama İmar Planında “İlköğretim Tesis Alanı” içerisinde
kaldığını; Çubuk Belediye
Başkanlığı’nın 07.06.1994 tarih ve 262 sayılı kararı gereğince parselasyon
yapımı için karar alındığını, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. Madde
uygulaması ile kamu Ortaklık Payı Alanı olarak oluşturulduğunu ve
13.05.1996 tarih 1381 Yev. No. İle tapuların tescil edildiğini; 1996
yılından bu yana söz konusu taşınmaz üzerinde davalı idarece tahsis amacına
uygun olarak işlem yapılmadığını; 16 yıldır imar planının fiilen hayata
geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı
idarenin, pasif ve suskun kalmak ve işlem tesis etmemek suretiyle taşınmaza
müdahale ettiğini, bunun kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı için yeterli
olduğunu; emsal nitelikte bir
ihtilafta Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 15.10.2010 tarih 2010/5-662 E.
2010/651 K. Sayılı kararında, kamulaştırmasız el koyma hükümleri
doğrultusunda idarenin sorumlu bulunduğuna karar verdiğini ifade ederek;
dava konusu taşınmazda müvekkillerinin paylarının karşılığı olan rayiç
bedellerin tespiti ile dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile
birlikte, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 10.000,00 TL.
nin davalı idareden tahsiline, müvekkilleri adına tapu kaydının iptali ile
davalı idare adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içerisinde görev itirazında
bulunmuştur.
ÇUBUK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:18.1.2013 gün ve E:2012/201 sayı
ile, davalı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden
bahisle idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında ilköğretim tesis alanına ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
ve tapu kaydının davalı idare adına tesciline hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki
belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan
tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği
söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu
sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da
sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak
bulunmadığı; dolayısıyla, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1
'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği;
açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde “davanın
taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden” olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazlarına, imar
planında İlköğretim Tesis Alanı olarak ayrılmak suretiyle
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydıyla şimdilik; 10.000 TL bedelin faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasında yer alan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, İmar ve
Şehircilik Dairesi Başkanlığı Metropolitan Nazım İmar
Planlama Şube Müdürlüğünün 01.06.2012 gün ve M.06.1.ABB.0.13.04.MNIP
2012(1040/2)2036-10005 sayılı yazısının incelenmesinden; Çubuk İlçesi, Atatürk Mahallesi, 1040 ada
2 nolu parselein, 5216 Sayılı Kanun
uyarınca Ankara Büyükşehir Belediye Sınırı içinde kaldığı; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin
16.02.2007 gün ve 525 sayılı kararı ile onaylanan 1/25.000 ölçekli “2023
Başkent Ankara Nazım İmar Planı” kapsamında olduğu, 1/25.000 ölçekli
planın, mekansal ve işlevsel bütünlük gösteren sınırlar içinde genel bir
gösterim olduğu, anılan parselin;
Çubuk Belediye Meclisi’nin 04.06.2004 tarih ve 2004/33 sayılı kararı ile
onaylanan 1/1000 ölçekli Çubuk İlave ve Revizyon İmar Planı kapsamında E:
1.20 Hmax=12.50m. yapılaşma koşullarında “İlköğretim Tesis Alanı”
kullanımında kaldığı belirtilmiş; parsel üzerinde plan
doğrultusunda yapılmış bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla İlköğretim Tesis Alanı
kullanımında kaldığı, tapu kaydı üzerine kamulaştırma şerhi konulmasına,
aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde
düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında
idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Çubuk Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.1.2013 gün ve
E:2012/201 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS NO: 2013/504
KARAR NO: 2013/602
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET:
Davacı tarafın davadan feragat etmesi nedeniyle, 2247 sayılı Kanun uyarınca
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesi
olanağı bulunmadığından; feragat nedeniyle karar verilmesine yer
olmadığı hk.
K A R A R
Davacı :
A.B.
Vekili : Av. O.C.
Davalılar
: 1-Kültür ve Turizm Bakanlığı
2-Türk Telekomünikasyon
A.Ş.
Vekili : Av. N.B.
O L A
Y : Türk Telekom A.Ş. ,
Kırıkkale İl Telekom Müdürlüğü emrinde Tekniker olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen davacı, 13.04.2009
tarihinde Kırıkkale İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı 1.6.2012 tarihli dilekçesiyle,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği Kültür ve Turizm Bakanlığının 13.6.2012 tarih, 130732
sayılı işlemiyle reddedilmiştir.
Davacı; Kültür
ve Turizm Bakanlığının 13.6.2012 tarih, 130732 sayılı işleminin
iptaline, eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine
ve aradaki farkın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi
istemiyle, anılan İdareye karşı,
idari yargı yerinde dava açmıştır.
Kırıkkale İdare
Mahkemesi; 23.7.2012 gün ve E:2012/419 sayı ile, Dava konusu olayda, Türk
Telekomünikasyon AŞ. tarafından davacının nakil ilmühaberinin yanlış
düzenlendiğinden bahisle eksik ödeme yapıldığı iddia edildiğinden, KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANLIĞI ile birlikte TÜRK TELEKOMÜNİKASYON AŞ'nin de hasım
mevkiine alınmasının gerektiğine ve
dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15.
maddesinin l/(c) fıkrası gereğince gerçek hasım olarak tesbit edilen TÜRK
TELEKOMÜNİKASYON AŞ'ye tebliğine karar vermiştir.
Davalılardan Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince,
birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği
öne sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.
KIRIKKALE İDARE
MAHKEMESİ:30.11.2012 gün ve E:2012/419 sayı ile, davacı tarafından
Türk Telekom A.Ş.nin özelleştirilmesi nedeniyle
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kırıkkale İl Müdürlüğüne atandığı ancak, yeni
görev yeri olan Kırıkkale Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından maaşının
eksik hesaplandığı, Türk Telekom A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil
ilmühaberinde yar alan ücret tutarına eklenmesi gereken ek ödeme tutarının
eklenmediği, ayrıca asgari geçim indirimi ve aile yardımı tutarının da bu
ücrete eklenmesi gerekirken eklenmediğinden bahisle, maaşının belirttiği
şekilde hesaplanması sonucu belirlenecek eksik ödemelerin tarafına ödenmesi
istemiyle 01.06.2012 tarihli dilekçeyle Kırıkkale Kültür ve Turizm İl
Müdürlüğü'ne başvuru yapıldığı, bu başvurunun 13.06.2012 tarih ve 130732
sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı işlemiyle reddi üzerine de bu işlemin
iptali ve yapılan eksik ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı, dolayısıyla dava konusu
edilen işlemin bir kamu idaresi olan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
tesis edilen ve davacının hukuki durumunu etkileyen bir idari işlem olduğu,
tazminat isteminin de bu işleme dayandırıldığı, dolayısıyla bakılan davanın
görüm ve çözümünde Mahkemelerinin (idari yargı düzeninin) görevli olduğu
sonucuna varıldığı; öte yandan her ne kadar Mahkemelerinin 23.07.2012
tarihli ara kararı ile re'sen hasım mevkiine alınan diğer davalı Türk
Telekomünikasyon A.Ş tarafından, davanın davalı şirket tarafından
düzenlenen maaş nakil belgesinin yanlış düzenlendiği gerekçesiyle açıldığı
ve bu nedenle adli yargı yerinin görevli olduğu yönünde itirazda
bulunulduğu görülmekte ise de, yukarıda açıklandığı gibi bakılan davanın,
davacının özelleştirme nedeniyle Kırıkkale Kültür ve Turizm II Müdürlüğü
bünyesine atanması sonrasında, anılan kamu idaresi tarafından yapılan maaş
hesaplamasının yanlış olduğu gerekçesiyle açıldığı, Türk Telekomünikasyon
A.Ş tarafından düzenlenen maaş nakil belgesinin yanlış düzenlendiği
gerekçesiyle açılmadığı başka bir
anlatımla olayda görev itirazında bulunan davalı şirketin bir işlem veya
eyleminden doğan bir uyuşmazlığın sözkonusu olmadığı, kaldı ki 2577
sayılı Kanunun 14.maddesinin 6.fıkrasında yer alan kural uyarınca, davalı
konumunda hangi idare ve/veya kuramların bulanacağı hususunun
Mahkemelerince davanın her aşamasında re'sen dikkate alınması ve anılan
Kanunun 15.maddesinde kurala bağlanan kararların verilmesinin, böylece
örneğin somut olayda olduğu gibi re'sen hasım mevkiine alman bir davalının
hasım mevkiinden çıkartılmasının da mümkün olduğu gerekçesiyle; davalı Türk Telekom A.Ş.'nin görev
itirazının reddine ve
Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalılardan
Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması
üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet
Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah,
sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük
hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa
koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu
personeli sayıldığı; bu duruma göre,
davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği
tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006
tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde
tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği
tarihten itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin
yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali
talebinden kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı"
başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş
tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle,
2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na
gönderilmesine karar vermiştir.
Dava dosyası üzerinde inceleme devam ederken;
davacı vekili tarafından, davadan,
müvekkilinin beyanına göre feragat ettiklerine ilişkin 19.2.2013 havale
tarihli dilekçe Mahkememize intikal ettirilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ,
Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 8.4.2013 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in davanın feragat nedeni ile
karar verilmesine yer olmadığı yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın feragat nedeni ile
karar verilmesine yer olmadığına ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un 10 ila 13. maddelerinde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ilişkin hususlara; 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri
reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Davadan
feragat” başlıklı 307.maddesinde, “(1) Feragat, davacının, talep sonucundan
kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.”;
“Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309.maddesinde, “(1)
Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
(2)
Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin
muvafakatine bağlı değildir.
(3)
Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın,
dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
(4)
Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.”;
“Feragat
ve kabulün zamanı” başlıklı 310.maddesinde, “(1) Feragat ve kabul, hüküm
kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.”;
“Feragat
ve kabulün sonuçları” başlıklı 311.maddesinde, “(1) Feragat ve kabul, kesin
hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve
kabulün iptali istenebilir.” denilmiştir.
Anılan
kanun hükümleri, öğretide ve uygulamada getirilen yorumlar birlikte ele
alındığında, feragat isteğinin tek taraflı açık bir irade beyanı olduğu;
karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı bulunmadığı ve kesin hüküm
gibi hukuki sonuç doğurduğu görülmektedir.
Olayda, davacı vekilinin, Kırıkkale
İdare Mahkemesinin E:2012/419 sayılı esasında yürütülen davada; Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması
yolundaki kararından sonra; Kırıkkale İdare Mahkemesinde havale edilmek
suretiyle gönderdiği 19.2.2013 tarihli dilekçe ile, davadan,
müvekkilinin beyanına göre feragat ettiği anlaşılmıştır.
Bu durumda, feragat kesin hükmün hukuki sonuçlarını
doğuracağından ve davacı vekilinin istemi nedeniyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’a göre görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesi olanağı bulunmadığından; feragat nedeniyle karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davacı tarafın davadan feragat etmesi nedeniyle, 2247 sayılı Kanun uyarınca görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesi olanağı
bulunmadığından; FERAGAT NEDENİYLE
KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/507
KARAR NO: 2013/603
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
H.K.
Vekili :
Av. A.Ç.
Davalı :
Milli
Eğitim Bakanlığı
Vekili : Haz.Av. S.T.
O L A Y
: Davacı vekili, müvekkilinin hissedar olduğu Antalya ili, Muratpaşa ilçesi, Demircikara Mahallesi 6306 ada 1
parsel sayılı taşınmazın, imar uygulaması sonucu “lise (ortaöğretim)” yeri
olarak ayrıldığını ancak 15-20 yıldan beri plana yönelik hiçbir işlem
yapılmadığını; müvekkilinin taşınmazından hiçbir surette yararlanamadığını,
ilgili idarelere yaptığı başvurulardan da herhangi bir sonuç alamadığını;
davalı tarafın bu taşınmazı fiilen kullanmadığını, üzerine tesis
yapılmadığını, uzun süredir, atıl vaziyette bulunduğunu; müvekkillerine
herhangi bir ödeme ya da başka bir yer gösterme olmadığını; davalı tarafın
Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetler ile bireyin mülkiyet hakkını
engellediğini; bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya
kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin
mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi
arasında sonucu itibariyle bir fark bulunmadığını; Yargıtay hukuk genel
kurulu kararı gereği, ilgili idarenin pasif durumda kalarak müvekkilin
taşınmazı tasarruf etmesine engel olmalarının müdahale sayıldığını ve el
atma nedeni ile taşınmazın bedelinin ödenmesinin gerektiğini ifade ederek;
idarenin müvekkilinin mülkiyet hakkına olan kısıtlılığı sürdürerek,
kamulaştırmasız el atması nedeni ile; müvekkilinin hissesinin, rayiç
değerinin tespitine, kısıtlılığın başladığı tarihten dava tarihine kadar
olan dönem için talep edebileceği ecri misil miktarının tespitine,
yapılacak tespitler sonucu belirlenecek rayiç değeri kadar tazminatın ve
belirlenecek ecrimisilin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte
davalı taraftan alınarak müvekkiline ödenmesine karar verilmesi
istemiyle, adli yargı
yerinde dava açmıştır. (Davacı vekili, sadece harç için, taşınmazın rayiç
değerinin ve davacının talep edebileceği ecri misil miktarının kesin olarak
tespitinden sonra artırılmak üzere, 5.000,00TL kamulaştırmasız el atma
nedeni ile tazminat, 5.000,00.TL ecri misil için olmak üzere, toplam
10.000TL beyan etmiştir)
Davalı idare vekili, süresi içinde görev itirazında
bulunmuştur.
ANTALYA
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.12.2012 gün ve E:2012/143 sayı ile,
kamulaştırmasız el atma ve ecrimisil isteği ile açılan davalarda görevli
yargı yeri adli yargı olduğundan bahisle, davalı vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden
bahisle idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin
de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında lise(ortaöğretim) alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin
ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler
karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri
yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı,
ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari
işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen
kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve imar
uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın taşınmazın rayiç değeri kadar tazminatın yasal
faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın rayiç değeri kadar
tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde, “davanın taşınmazın rayiç değeri kadar
tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı” anlaşılmaktadır. Usule
ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında lise(ortaöğretim) alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 5.000 TL’sı bedelin, faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara
itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen
itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin
karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere
plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava konusu
edilen taşınmazın imar planıyla lise alanı olarak ayrıldığı; arsa üzerinde
idareye ait bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Lise-Okul Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Antalya 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.12.2012 gün ve
E:2012/143 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/511
KARAR NO: 2013/604
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-F.E., 2-D.A., 3-İ.H.Ö. (Birleşen E:2012/223 dosya nedeniyle)
Vekili :
Av. F.P.K.
Davalı :
Milli
Eğitim Bakanlığı
Vekili : Haz.Av.H.Ö.
O L A Y :Davacı vekili, müvekkillerinin Ankara
İli, Yenimahalle İlçesi, Şehitali Mahallesi 98 Ada, 1 parsel sayılı 26.823,00 m2 yüzölçümlü
tarla vasfındaki taşınmazda hissedar olduklarını, parselin davalı idare
tarafından 2.4.1996 tarih ve 1086 yevmiye numarası ile “Ortaöğretim Alanı”
olarak ayrıldığını, davalı İdarenin 5 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına
rağmen taşınmazı kamulaştırmadığını, dava konusu taşınmaza davalı idarece
fiilen el atılmadığını, ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010
tarih, 2010/5-662 Es. ve 2010/551 K. sayılı kararı ile bu tür yerlerin
bedelinin ödeneceğine karar verildiğini, dava konusu taşınmazın Ankara’nın
en güzel yerlerinden birinde, her türlü belediye hizmetinden yararlanır bir
konumda bulunduğunu, müvekkilinin uzlaşma için idareye başvurmasına rağmen,
davalı idarenin 16.2.2011 tarihli cevabi yazısında kamulaştırma işlemine
henüz başlanmadığını, ileriki yıllarda yeterli ödenek temin edildiğinde
başlanılacağının bildirildiğini belirterek;
fazlaya ilişkin ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik
10.000,00 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile
birlikte, davalı idareden alınarak taraflarına ödenmesine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili, süresi içinde görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA
24. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:9.10.2012 gün ve E:2012/222 sayı ile, davalının yargı
yolu itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında ortaöğretim alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında;
davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet
hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı
sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın
malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku
bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında ortaöğretim alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL’sı bedelin, faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava
konusu edilen taşınmazın 1/1000 ölçekli Şehitali Uygulama İmar Planında
kaldığı, Ankara ili, Yenimahalle İlçesi, Şehitali Mahallesi, 98 Ada 1
parselinin İmar Durumunun; E:0.60, Hmax: Serbest olduğu; “ORTA ÖĞRETİM
TESİSİ” kullanımında kaldığı ve Şehitali 1-141 Nolu Adalara ait Plan
Notlarının geçerli olduğu; arsa
üzerinde idareye ait bir tesis bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Orta Öğretim Alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine
rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Ankara 24.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 9.10.2012 gün ve
E:2012/222 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/512
KARAR NO: 2013/605
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun
özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil
ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.Y.
Vekili :
Av. N.B.D.
Davalı
: Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili :
Av. C.G.E.
O L A
Y : Davacı 02.03.2011 günlü dava dilekçesinde
özetle, Türk Telekom Denizli İl Müdürlüğü Erişim Yatırım ve Operasyon
Müdürlüğünde kapsam dışı (2.tip) teknisyen yardımcısı unvanı ile görev
yapmakta iken, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi kapsamında diğer kamu kurum
ve kuruluşlarına nakli yapılmak üzere 31.08.2010 tarihinde adının Devlet
Personel Dairesi Başkanlığına bildirildiğini, sonrasında Denizli İl Tarım
Müdürlüğü Çivril İlçe Tarım Müdürlüğüne atamasının yapılarak 03.01.2011
tarihinde göreve başladığını, nakil sırasında davalı kurum tarafından
düzenlenen yer değiştirme suretiyle atamalarda aylık bildirim tablosunu
incelediğinde, ek ödemelere yer verilmediğini fark etmesi üzerine, ek
ödemelerin ilave edilerek maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve
ek ödemelerin faiz ile birlikte ödenmesi için Denizli Telekom İl
Müdürlüğüne müracaat ettiğini, bu müracaata olumsuz cevap verildiğini
belirterek, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi talebinin reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli
İdare Mahkemesi, dava dilekçesini tebliğe çıkartmaksızın; 10.03.2011 gün,
E:2011/222, K:2011/223 sayı ile özetle, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde bulunan kamu kuruluşu niteliği taşımayan
Türk Telekomünikasyon AŞ.nin olması karşısında, idari yargı yetkisi
kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız
olduğundan bahisle, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğunu belirterek, dava dilekçesinin
görev yönünden reddine karar vermiş olup, bu karara karşı yapılan temyiz
başvurusu üzerine Danıştay 5.Dairesi 24.10.2011 gün, E:2011/4275,
K:2011/5758 sayı ile özetle, kararın bozulmasına karar vermiştir.
Danıştay
5.Dairesinin 24.10.2011 gün, E:2011/4275, K:2011/5758 sayılı bozma ilamının
tebliğinden sonra, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.
Denizli İdare Mahkemesi; 08.11.2012 gün, E:2012/842 sayı
ile özetle, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince süresi
içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle
başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı;
Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar
"tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri
kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten,
ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip
olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğunu, özelleştirme kapsamında bulunan
Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %
55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığını, Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığını, 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin
bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet
Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah,
sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük
hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa
koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu
personeli sayıldığını, bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin
devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket
arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığını, öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri
ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın
İdari dava türleri olarak sayıldığını, kural olarak, idari yargıda ancak
Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceğini,
dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu
niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında,
ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
söz etmenin olanaksız olduğunu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce
davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin, özelleştirilen
kuruluş tarafından zımnen reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğunu
belirterek, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.
vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca,
davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. Bakımından 10.maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen,sonrasında ise Denizli İl Tarım Müdürlüğü Çivril İlçe Tarım
Müdürlüğüne atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi
istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır. 1953 tarih ve 6145
sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi
kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994
tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf
tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce
(P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim
Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden
yapılandırılmıştır. 27.1.2000
tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1.
maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk
hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin
kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a
uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin
2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır”
denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1.
maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk
hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak
üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası
kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin
(b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom
çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim
Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme,
Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek
suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro
unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği
açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi
ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında
geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli
sayılmıştır. Olayda, davalının
hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın
Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet
Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine
atanan davacı tarafından,maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle
yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır. 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin
Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte
davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, Denizli İdare Mahkemesinin
Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
Denizli İdare Mahkemesi’nin 08.11.2012 gün, E:2012/842 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/513
KARAR NO: 2013/606
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk
Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle
başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve
alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.D.
Vekili :
Av. M.B.
Davalı
: Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili :
Av. C.G.E.
O L A
Y : Davacı vekili 06.04.2011 günlü
dava dilekçesinde özetle, Türk Telekom Denizli İl Müdürlüğünde teknisyen
kadrosunda kapsam dışı personel unvanı ile görev yapmakta iken, 4046 sayılı
Kanunun 22. ve 406 sayılı Kanunun ek 29.maddesi kapsamında diğer kamu kurum
ve kuruluşlarına nakli yapılmak üzere 31.08.2010 tarihinde adının Devlet
Personel Dairesi Başkanlığına bildirildiğini, sonrasında Denizli Valiliğine
ataması yapılarak 22.11.2010 tarihinde göreve başladığını, davalı kurum
tarafından düzenlenen maaş nakil ilmühaberini incelediğinde ek ödemelere
yer verilmediğini fark etmesi üzerine, ek ödemelerin ilave edilerek maaş
nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve ek ödemelerin faiz ile birlikte
ödenmesi için Denizli Telekom İl Müdürlüğüne müracaat ettiğini, bu
müracaata cevap verilmeyerek talebinin zımnen reddedildiğini belirterek,
maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi talebinin reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Denizli
İdare Mahkemesi, dava dilekçesini tebliğe çıkartmaksızın; 11.04.2011 gün,
E:2011/507, K:2011/329 sayı ile özetle, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde bulunan kamu kuruluşu niteliği taşımayan
Türk Telekomünikasyon AŞ.nin olması karşısında, idari yargı yetkisi
kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız
olduğundan bahisle, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve
çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğunu belirterek, dava dilekçesinin
görev yönünden reddine karar vermiş olup, bu karara karşı yapılan temyiz
başvurusu üzerine Danıştay 5.Dairesi 14.12.2011 gün, E:2011/5336,
K:2011/7479 sayı ile özetle, kararın bozulmasına karar vermiştir.
Danıştay
5.Dairesinin 14.12.2011 gün, E:2011/5336, K:2011/7479 sayılı bozma ilamının
tebliğinden sonra, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.
Denizli İdare Mahkemesi; 08.11.2012 gün, E:2012/845 sayı
ile özetle, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilinin görev itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. vekilince süresi
içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle
başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası ile birlikte Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğunu, özelleştirme kapsamında bulunan
Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %
55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi
ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığını, Anayasa'nın 128. maddesinde,
"Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür" hükmünün yer aldığını, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29.
maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek
suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı
personelin, kamu personeli sayıldığını, bu duruma göre, davalı Türk Telekom
hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı
Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini
taşıdığını, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2.
maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik:
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak
sayıldığını, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceğini, dolayısıyla, işlemin
tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan
Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı
yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin
olanaksız olduğunu, belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı
şirkette görev yapmış olan davacının isteminin, özelleştirilen kuruluş
tarafından zımnen reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğunu
belirterek, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.
vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca,
davalı Türk Telekomünikasyon AŞ. Bakımından 10.maddede öngörülen biçimde
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında ise Denizli Valiliğine atanan davacı tarafından,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile,
406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom,
bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi
Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk
Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine
ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri
uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı
Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel
hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
(6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu sürece
paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya
kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden
doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke
Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin oluN.” hükmünü almış; aynı maddenin
(b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom
çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim
Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme,
Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek
suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli
sayılmıştır. Olayda, davalının
hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın
Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet
Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine
atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle
yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açılmıştır. 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin
Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte
davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel
hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, Denizli İdare Mahkemesinin
Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile,
Denizli İdare Mahkemesi’nin 08.11.2012 gün, E:2012/845 sayılı GÖREVLİLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/514
KARAR NO: 2013/607
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ
YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : M.Y.Y.
Vekili : Av. A.K.
Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle; davacının Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyünde kain, 43088
ada, 1 parsel ile 43093 ada, 1 parsel sayılı taşınmazların hisseli maliki
olduğunu, imar planında 43088 ada 1 parsel sayılı taşınmazın ağaçlandırılacak alan, 43093 ada 1
parsel sayılı taşınmazın ise okul alanı olarak ayrıldığını belirterek,
taşınmazların tapu kayıtlarının davalı kurum adına tescili ile, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000 TL nin faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi; 06.02.2013 gün,
E:2012/502 sayı ile özetle, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın taşınmazların
bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,
davanın taşınmazların bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin
kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlığı açısından, davanın
taşınmazların bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazlarına, imar planlarında
“ağaçlandırma alanı ve okul alanı”
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
taşınmazların tapularının davalı kurum adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 5.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda
belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere
plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planlarında ağaçlandırma
alanı ve okul alanında kaldıkları, taşınmazlara idarece fiilen el
atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazların bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazların
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın taşınmazların bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın taşınmazların bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin
kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 18.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 06.02.2013 gün, E:2012/502 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/515
KARAR NO: 2013/608
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-H.H.G., 2-Z.G.
Vekili : Av. Ö.F.Y., Av. E.Ç.
Davalılar : 1-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. Ç.U.
2-T.C. Sağlık Bakanlığı
Vekili
: Av. S.T.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar mevkii, 26374
ada, 5 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar
planında sağlık alanı olarak
ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL nin
faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava
açmıştır.
Davalı Sağlık Bakanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu
cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi; 05.09.2012 gün ve
E:2012/3 sayı ile, davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya Belediye
Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya
Belediye Başkanlığı vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri
üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na
gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar
planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin
de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına
ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya Belediye Başkanlığı
vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya Belediye Başkanlığı
açısından,10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında sağlık alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte
davalılardan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında sağlık alanında kaldığı, taşınmaza idarece
fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre,
imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya Belediye
Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalılar Sağlık Bakanlığı ve Çankaya Belediye Başkanlığı
vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 16. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 05.09.2012 gün ve E:2012/3 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/516
KARAR NO: 2013/609
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacıya
ait ve ruhsatsız olduğu iddia edilen yapıların, imar planında okul alanında
kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı meydana gelen enkaz bedelinin
tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği
hk.
K
A R A R
Davacı : D.A.Y.
Vekili : Av. O.H.
Davalı :
Altındağ Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. İ.G.
O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle, Altındağ
ilçesi Hasköy-Güneşevler Mahallesi, 125/2 Sokak No:22/A ve No:22/B numaralı
gecekondu tarzında inşa edilen yapıların, maliki A.Y. tarafından, Belediye
ve mücavir alan içerisinde bulunan yapısı için Altındağ Belediye imar müdürlüğüne
başvurarak gerekli işlemleri yaptırdığını ve sonucunda bu yapıların
tescilini sağladığını, bu tariften sonra da mirasçıları ve maliki olan
dedelerinin taşınmazın her türlü vergisini ve harçlarını eksiksiz bir
şekilde yatırdığını, Altındağ Belediyesinin yeni bir imar planı hazırlaması
sonucunda D.A.Y.’e ait taşınmazların yeni planda “okul alanı” üzerinde
olduğunun bildirildiği ve müvekkiline ait başka bir arsa payının
gösterildiğini, D.A.Y.’e ait olan 125/2 Sokak 22/A daki taşınmazın ve ortak
olarak dedeleri A.Y.’den miras yolu ile intikal eden, Hasköy-Güneşevler
Mahallesi 125/2 Sokak 22/B numaralı gayrimenkuller için 07.02.2011
tarihinde Altındağ Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğünce tebligat
yapılarak, söz konusu yerin okul alanı üzerinde kaldığından bahisle yıkım
kararı çıkarıldığını ve 7 gün içerisinde yıkımın gerçekleştirilmesi
gerektiğin, aksi takdirde belediye ekipleri tarafından tahliye ve tasfiye
yapılacağını ve yıkım masraflarının %20 fazlasıyla tahsil edileceğinin
bildirildiğini, Belediyenin bu yere ilişkin yıkım kararı çıkardığını ve
işaretleme yaptığını, yıkım sonrası evler ve eklentileri yok olacağı için
ve ileride zarar tespitinin mümkün olmaması nedenleriyle Ankara 10. Sulh
Hukuk Mahkemesinin 2011/107 D.İş sayılı dosyası ile tespit yapıldığını,
yapılan bu tespit neticesinde taşınmazın yapı ve enkaz bedelinin tespit
edildiğini ve davalıya tebliğ edildiğini, Ankara 10. Sulh Hukuk
Mahkemesinin 2011/107 D.İş sayılı dosyası ile yapılan tespitin ardından,
davalı Altındağ Belediye Başkanlığına 17.05.2011 tarih ve 2425 sayı numaralı
ihtarname ile başvurularak, yapı ve enkaz bedellerinin tespit
ettirildiğini, Güneşevler Mahallesinde yapılan bütün yıkımlara ilişkin,
diğer hak sahiplerine enkaz bedellerinin ödendiğini, ancak müvekkiline bu bedellerin
başvurmaları sonucunda dahi ödenmediğini, 10 gün içerisinde bu bedellerin
yatırılması gerektiğini, aksi halde yasal yollara başvurulacağının
bildirildiği, davalı belediyenin söz konusu istenen bedeli yatırmadığını ve
herhangi bir ödeme de yapmadığını, davalı belediyenin söz konusu olan imar
değişikliği nedeniyle okul veya belediye binası üzerinde kalan diğer hak
sahiplerine enkaz bedeli altında ödemelerde bulunduğunu belirterek, bu
nedenlerle tapusu D.A.Y.’e ait olan Hasköy-Güneşevler Mahallesi 125/2 Sokak
22/A numaralı gayrimenkul ile yine tapusu ortak olan Hasköy-Güneşevler
Mahallesi 125/2 Sokak 22/B numaralı gayrimenkul ve muktesatları için
ödenmesi gerekli 3.764,40 TL enkaz bedelinin ihtarnamede belirtilen son
ödeme günü olan 27.05.2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davalı belediyeden tahsiline
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
Altındağ Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde
özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara
14. Asliye Hukuk Mahkemesi: 30.10.2012 gün ve E:2012/77 sayı ile, davalı
Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar
vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının
idari dava türleri arasında sayıldığı; dosyanın incelenmesinden, davacının
paydaş olduğu ve üzerinde ruhsatsız yapılan yapıların bulunduğu taşınmazın
imar planında okul alanında kalması nedeniyle davacının payına karşılık
başka bir parselden davacıya pay verildiği, yapıların ise okul alanında
kaldığı, belirtilerek davalı idarece yıkılacağının davacıya bildirildiği ve
verilen süre sonunda da idarece yıktırıldığı, davacı tarafından Ankara 10.
Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/107 D.İş sayılı dosyası ile yaptırılan tespite
dayanılarak fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla 3.764,40 TL enkaz
bedelinin davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan
davanın açıldığı anlaşıldığı, olayda, uyuşmazlığın, davacıya ait ruhsatsız
yapıların, imar planında okul alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından
dolayı enkaz bedeli ödenip ödenmeyeceğine ilişkin bulunması nedeniyle,
davanın, 2981 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak, tek yanlı irade
ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait yapılar için bir
bedel ödenip ödenmeyeceğinden kaynaklandığının ve sonuçta, ruhsatsız
yapıların bir idari işlem olan imar planına dayanılarak yıktırılmasından
doğan zararın tazminine ilişkin bulunduğunun; uyuşmazlığın, 2577 sayılı
idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b)
bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına
girdiğinin kabulünün gerektiği, bu bakımdan, imar planının uygulanması
sonucunda uğranıldığı öne sürülen zararın tazminine ilişkin bulunan
davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde
çözümlenmesinin gerektiği; açıklanan nedenlerle, 2247 Sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı bakımından
10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davacının hissedar olduğu Ankara İli, Altındağ İlçesi, Güneşevler
Mahallesi, 23308 ada 2 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki gecekondu
tarzındaki yapılara ilişkin olarak, taşınmazın imar planında okul alanında
kalması nedeniyle davacının payına karşılık başka bir parselden davacıya
par verilmesinden sonra, söz konusu yapıların okul alanında kaldığı
gerekçesiyle yıkılması nedeniyle enkaz bedeli olarak, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile 3.764,40 TL nin davalı idareden tahsili
istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamındaki Altındağ Belediye
Başkanlığı’nın cevabi yazısında, davaya konu edilen Güneşevler Mahallesi
125/2. Sokak no:22/A ve B adresinde bulunan, 23308 ada, 2 parsel sayılı
taşınmazın üzerinde yer alan binanın ruhsatsız olduğu,söz konusu yapının
imar planında okul alanında kaldığı, imar planı ile davacının okul alanı
üzerinde kalan hissesi yerine başka ada ve parselden yer tahsisi yapıldığı
belirtilmiştir.
Dava dosyasında yapılan incelemede; davacının hissedarı olduğu Ankara İli, Altındağ
İlçesi, Güneşevler Mahallesi, 23308 ada, 2 parselde kayıtlı taşınmazın
üzerinde yer alan ve Güneşevler Mahallesi 125/2. Sokak no:22/A ve B adresinde
bulunan gecekondu mahiyetindeki yapıların
imar planında okul kaldığı, davalı idarece davacının bu taşınmazdaki
hissesine karşılık olarak başka ada ve parselden tahsis işlemi yapıldığı,
sonrasında yapıların imar planında okul alanında kaldıklarından bahisle
yıkıldıkları, davacı tarafça gayrimenkullerin yıkılmaları halinde
uğranılacak zarar miktarının, yapı bedelinin ve enkaz bedelinin tespiti
için mahkemeye başvurulduğu ve Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/107
D.İş sayılı dosyası ile yapılan tespitin neticesinde gecekondu yapı ve
eklentilerinin toplam değerinin 37.674,00 TL olduğu, gecekondunun yıkılması
halindeki enkaz bedelinin ise 3.764,00 TL olduğunun tespit edildiği, davacı
vekili tarafından iş bu enkaz bedelinin tahsili istemiyle dava açıldığı
anlaşılmıştır.
Bu
durumda, her ne kadar davacı tarafından Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan
tespit dosyasında enkaz bedeline ilişkin olarak tespit yaptırılmış ve fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla bu
bedelin bir kısmı dava konusu edilmiş ise de, ortada idarenin 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmadığı, davanın anılan
Yasanın 14. maddesinde işaret edilen bedel arttırma davası niteliğinde
olmadığı sonucuna varılmıştır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı
Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden
doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için
yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.
Olayda,
davacıya ait ruhsatsız yapının imar planında okul alanında kalması ve imar
planının uygulanmasına başlanılması nedeniyle yıktırılmasından dolayı enkaz
bedelinin tahsili istemiyle dava açıldığı;
buna göre, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda
davacıya ait yapı için bir bedel ödenip ödenmeyeceğine, uğranıldığı veya
uğranılacağı ileri sürülen zararların giderilip giderilmeyeceğine,
dolayısıyla bir idari işlem olan imar planına dayanılarak ruhsatsız yapının
yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.10.2012 gün ve E:2012/77 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/517
KARAR NO: 2013/610
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2981/3290 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari
nitelikteki uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemiyle açılan
davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-N.K. (Y.), 2-H.Y.
Vekilleri : Av. Y.A., Av. E.Y., Av. A.D.
Davalı : Bağcılar Belediye Başkanlığı
Vekilleri : Av. O.E.
O L A Y :
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle, davacıların İstanbul İli,
Bağcılar İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi, 12 pafta, 973 parsel sayılı taşınmazın
hisseli malikleri olduklarını, davalı idarenin iş bu parsel üzerinde
2981/3290 sayılı yasalara istinaden ifraz çalışması yaptığını, davacıların
hisselerine karşılık gelen 655’er m² üzerinden davacıların hisselerinin
uygulamaya girdiğini, bu uygulama sonucunda 120,19’ar m² yer almaları
gerekirken plan, zemin ve fiili kullanım durumu sebebiyle davacıların
adlarına 209 ada 18 parsel sayılı taşınmazdan 257/32652’şer hisseye
karşılık 257’şer m² yer verildiğini, eksik verilen 277,81’er m² alan içinde
davacıların lehine ipotek tesis edildiğini, daha sonradan 209 ada 18 parsel
sayılı taşınmaz üzerinde yapılan imar uygulaması sonucunda davacıların hisselerine
karşılık 530,17’şer m² alanın uygulama sahasına dahil edildiğini, 1051 ada,
2 parsel sayılı taşınmazdaki 76/2400 hisselerine istinaden 205,89’ar m²
alan üzerinden uygulama sahasına girmiş 60,66’şar m² düzenleme ortaklık
payı kesintisi yapılmış (DOP %29,4605), 145,23 er m² yer almaları
gerekirken plan, zemin ve fiili durum sebebiyle ilgililerine 2640,33 m²
alanlı 1499 ada 21 parsel sayılı taşınmazdan 76/2400’er hisseye karşılık
gelen 83,61 şer m² yerin, eksik verilen 61,62 şer m² alan içinden
davacıların lehine ipotek tesis edildiğini, 1521 ada 2 parsel sayılı
taşınmazdaki 22/1400 hisselerine istinaden, 68,32 şer m² alan üzerinde
uygulama sahasına girdiğini, 20,13 er düzenleme Ortaklık Payı kesintisi
yapıldığını, (DOP %29,4605), 48,19 ar m² yer almaları gerekirken plan,
zemin ve fiili durum sebebiyle davacılara 5202,50 m²
alanlı 1500 ada 21 parsel sayılı taşınmazdan 22/2400 er hisseye karşılık
47,69 ar m² yer eksik verilen 0,50 şer m² alan için ise davacılar lehine
ipotek tesis edildiğini, 1500 ada 19 parsel sayılı taşınmazdaki 180/1400
hisselerine istinaden 255,96 şar m2 alan üzerinden uygulama sahasına girdiğini,
75,41 şer düzenleme Ortaklık Payı kesintisi yapıldığını, (DOP %29,4605),
180,55 er m² yer almaları gerekirken plan, zemin ve fiili durum sebebiyle
müvekkillerine 946,90
m² alanlı 1509 ada 19 parsel sayılı taşınmazdan
300/2400 er hisseye karşılık 118,36 şar m² yer eksik verilen 62,19 ar m²
alan için ise davacılar lehine ipotek tesis edildiğini, davacıların üzerine
kayıtlı olan gayrimenkullerden imar uygulaması sonucunda 124,9 şar m2 DOP
kesintisi yapılmış olup, 60,66 şar m2 - 20,13’ şer m2 ve 75,41
şer m2 haksız ve kanuna aykırı olarak DOP kesintisi adı altında davacıların
yerlerine kamulaştırmasız el atıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin yasal faizi ile birlikte
davalıdan tahsil edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Bakırköy 6.Asliye Hukuk Mahkemesi: 18.10.2012 gün,
E:2011/70 sayı ile özetle, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin idari
yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içerisinde
sunduğu dilekçe üzerine dava dosyasının örneği Danıştay Başsavcılığına
gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı: Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari
eylem" olarak tanımlandığını, bu tanıma göre, idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını, dosyanın incelenmesinden; davanın 2981/3290 sayılı
Yasa uyarınca yapılan imar uygulaması sonucu davacılara ait taşınmazın
hisselerinden düzenleme ortaklık payı kesilerek lehine ipotek tesis edilmesi
nedeniyle taşınmazlarına kamulaştırılması el atıldığından bahisle
taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği anlaşıldığı,
idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak
uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal,
baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi,
bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle
açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları
kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunduğunu,
Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1’inci fıkrasının
(b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal
edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında
sayıldığını, 2981/3290 sayılı Yasa uyarınca yapılan imar uygulaması gibi
idarece kamu gücüne dayanılarak, re'sen ve tek yanlı şekilde tesis edilen
işlemlerden doğan zararın tazminine ilişkin bulunan ve davacının haklarını
ihlal ettiği ileri sürülen idari işlem dolayısıyla, 2577 sayılı Yasa'nın
12'inci maddesi uyarınca doğrudan doğruya açtığı ve bedel artırımı ile
ilgili olmayan tam yargı davasının, idare Hukuku ilkelerine göre görüm ve
çözümü İdari Yargı'nın görev alanına girdiği gerekçesiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, imar uygulaması sonucu davacılara ait
taşınmazların hisselerinden ortaklık payı kesilerek davacılar lehine ipotek
tesis edilmesi suretiyle taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle bedelinin ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18.
maddesinde, “İmar
hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya
diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol
fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle
birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere
ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak
sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler
yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise
yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi
tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden
yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları
karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak,
bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi
tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde
kırkını geçemez.
Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi
tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki
fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin
alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya
valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.
Herhangi bir parselden bir miktar sahanın
kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı,
kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden
bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o
parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil
etmez…” hükmü yer almaktadır.
24.2.1984 gün ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 22/5/1986 gün ve 3290 sayılı Kanun’un 4.
maddesi ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli
arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya
parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve
arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere
ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları
yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya
hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil
ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel
sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin
ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir…” hükmü yer almaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarece,
davacıların hisseli taşınmazlarında 2981/3290 sayılı yasalara istinaden
imar uygulaması yapılarak taşınmazlardan düzenleme ortaklık payı kesintisi
yapıldığı, davacılar tarafından bu kesintilerin hukuka aykırı olduğu
iddiasıyla, taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığından bahisle fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 10.000 TL. nin faizi ile birlikte
davalı idareden tahsili istemiyle dava açtığı anlaşılmış olmakla,
uyuşmazlığın, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Arazi ve arsa
düzenlemesi" başlıklı 18. ve 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca
tesis edilen imar uygulaması işlemlerinden kaynaklandığı açıktır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari
dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2.
maddesinin 1. fıkrasında(Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) ise, “İdari dava
türleri şunlardır:
a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve
E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 -
4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan
uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan
her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan
uyuşmazlıklara ilişkin davalar” hükmü yer almıştır.
Bu
durumda, idarece kamu gücü kullanılarak, resen ve tek yanlı biçimde tesis
edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin bulunan
davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer
alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.10.2012 gün, E:2011/70 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/518
KARAR NO: 2013/611
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Davacıların hissedar oldukları taşınmazın, İstanbul Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararı ile iç kumsal - dış kumsal doğal sit alanı olarak ilan
edildiği ve bu karar dikkate alınarak Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
tarafından 1976 yılından itibaren hazırlanan nazım ve uygulama imar
planlarında taşınmazın imara kapatılması suretiyle taşınmaza
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle uğranıldığı iddia olunan zararın
tazminine yönelik açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- A.N.S., 2- N.B.
Vekilleri
: Av. M.G.
Davalılar
: 1- Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı
Vekili : Av. B.Ç.A.
2- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
İzafeten Maliye Hazinesi
Vekili :
Av. S.B.
O L A Y : Davacılar vekili özetle,
davacıların İstanbul İli, Küçükçekmece İlçesi, 1. Bölge İç Kumsal Fatih
mevkiinde kain, 12 pafta, 1965 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki
olduklarını, söz konusu taşınmazın imar durumu itibariyle İstanbul Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 13.11.1976 tarih 9509 karar sayılı
ve 15.11.2001 tarih 6226 sayılı kararı ile iç kumsal - dış kumsal doğal sit alanı olarak
ayrıldığını, bu karar dikkate alınarak Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
tarafından 1976 yılından itibaren hazırlanan nazım ve uygulama imar
planlarında taşınmazın imara kapatıldığını, davacıların davaya konu
taşınmazdan uzun yıllardan beri doğal sit alanına girmesi nedeniyle
yararlanamadıklarını, davalı idarelerin usul, yasa ve hakkaniyete aykırı
işlemleri neticesinde davacıların mülkiyet haklarının kısıtlandığını
belirterek, davaya konu edilen ve davalı idarelerce hukuki ve fiili olarak
kamulaştırılmasız el atıldığı iddia edilen taşınmaz için fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 12.000 TL tazminatın faizi ile
birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi; 28.12.2012 gün
ve E:2012/418 sayı ile, davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri,
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşıdığını
belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin
gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmazın,
İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 13.11.1976 tarih
ve 9509 karar sayılı ve 15.11.2001 tarih ve 6226 sayılı kararı ile iç
kumsal - dış kumsal doğal sit alanı
olarak ilan edildiği ve bu karar dikkate alınarak Küçükçekmece Belediye
Başkanlığı tarafından 1976 yılından itibaren hazırlanan nazım ve uygulama
imar planlarında taşınmazın imara kapatılması suretiyle taşınmaza
kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile şimdilik 12.000 TL tazminatın faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme
eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar
Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan
kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin
nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde
yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de
yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa
gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili
idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar
planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip
çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal
amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü yer almıştır.
Dava dosyasında bulunan Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
Plan ve Proje Müdürlüğü’nün 13.12.2012 günlü yazısının incelenmesinden;
dava konusu İstanbul İli, Küçükçekmece İlçesi, İç Kumsal Mevkii 12 pafta
1965 sayılı parselin de içerisinde yer aldığı Küçükçemece-Avcılar İç-Dış
Kumsal Bölgesinin Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulunun 13.11.1976 tarih ve 9509 Sayılı kararı ile “doğal sit
alanı” olarak ilan edildiğinin, Küçükçekmece İç Kumsal Mevkii 12 pafta 1965
sayılı parselin, doğal sit alanı sınırları içerisinde kalması nedeniyle,
Küçükçekmece bölgesine ait 21.06.1982 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım
imar planı ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı plan onama sınırları
dışında bırakıldığının, Küçükçekmece İç Kumsal Mevkii 12 pafta 1965 sayılı
parselin de içerisinde yer aldığı İç-Dış Kumsal doğal sit alanına ilişkin
Küçükçekmece Belediye Başkanlığı’nca hazırlanan 1/1000 ölçekli Küçükçekmece
İç-Dış Kumsal Reghion Ören Yeri Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planları
İstanbul II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun
28.09.1993 gün ve 3212 sayılı kararı ile uygun bulunarak Küçükçekmece
Belediye Meclisinin 14.02.1997 gün, 97/38 sayılı ve 22.06.1998 gün, 98/76
sayılı kararları ile onaylandığını, ancak, Büyükşehir Belediye Başkanlığı
tarafından açılan plan iptal davası sonucunda İstanbul 1. İdare
Mahkemesinin 06.05.1999 gün, E:1998/1033 ve K:1999/601 sayılı kararı ile
söz konusu planların iptaline karar verildiği ve bu kararın 09.01.2001
tarih, E:1999/5619 ve K:2001/73 sayılı Danıştay 6. Dairesinin kararı ile
onandığının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından 15.06.2009
tarihinde onaylanan 1/100000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı
doğrultusunda Küçükçekmece İç-Dış Kurumsal doğal sit alanını da kapsayan
Küçükçekmece ve Avcılar ilçelerinde yer alan Arkeolojik-Doğal Sit
Alanlarında koruma amaçlı nazım imar planı çalışmalarına başlanıldığı,
ancak, Küçükçekmece İç-Dış Kumsal Doğal Sit Alanına ilişkin 1/5000 ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı çalışmalarının Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca
sonuçlandırılmadığının belirtildiği anlaşılmıştır.
İdarelerin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu hükümleri uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis
ettikleri,sit alanı ilanına ilişkin kararlar ile bu kararlar uyarınca belirlenen
alan için hazırlanan koruma amaçlı imar planları ve bu planlara dayanılarak
tesis edilen parselasyon, kesin inşaat yasağı getirilen taşınmaza yönelik
kamulaştırma veya trampa gibi bireysel işlemler, "idari işlem" ;
anılan yasa uyarınca tesis edilen işlemler uyarınca yapmak zorunda
oldukları uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri;
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşımaktadır.
Olayda davacılar tarafından, hissedar oldukları
taşınmazın, sit alanı olarak kayıt ve tescil edildiği, aradan uzun süre
geçmesine rağmen taşınmazın kamulaştırılmadığı, belirtilerek, taşınmaza
kamulaştırmasız el konulması nedeniyle bedelinin tazmin edilmesi
gerektiğinin iddia edildiği, davanın, bir idari işlem olan sit alanı ilanına
ilişkin karar ve bu karar uyarınca tesis edilen genel ve düzenleyici
nitelikte koruma amaçlı imar planında taşınmaza getirilen sınırlama sonucu
2863 sayılı yasada öngörülen kamulaştırma programlarının veya trampa
işlemlerinin zamanında yapılmamasından, başka anlatımla da, idari
işlemlerden ve davalı idarelerin yapması gereken kamulaştırmalar
konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden
kaynaklandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre; davacının
taşınmazının 2863 sayılı yasa uyarınca doğal sit alanı olarak belirlenmesi
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlama sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın
başvurusunun kabulü ile, davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin
yapmış olduğu görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV
İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
28.12.2012 gün ve E:2012/418 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/519
KARAR NO: 2013/612
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- A.G., 2- C.G., 3- B.Ç., 4- B.G.,
5- C.G., 6- C.G.
Vekilleri
: Av. Z.S.K., Av. C.A.
Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av. F.Y.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların İstanbul İli, Esenler İlçesi, Menderes Mahallesi,131
ada,2 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında okul alanı
(Meslek Lisesi) olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL tazminatın faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi; 16.10.2012 gün ve
E:2012/192 sayı ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Milli Eğitim Bakanlığı
açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmaza, imar
planında okul alanı (Meslek Lisesi)
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL tazminatın faizi
ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında okul
alanında (Meslek Lisesi) kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el
atılmadığı, davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca
kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer
alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin yapmış
olduğu görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.10.2012 gün ve
E:2012/192 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/520
KARAR NO: 2013/613
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Z.E.
Vekilleri
: Av. E.K., Av. Y.Ö., Av. Ö.O.
Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. İ.E.K.
O L A Y : Davacı vekili
özetle, davacının Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, 44668 ada, 10 parsel
sayılı taşınmazın maliki olduğunu, söz konusu taşınmazın imar planında
Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dekorasyon Alanı olarak ayrıldığını
belirterek, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 2.000 TL nin faizi
ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi; 29.01.2013 gün ve
E:2012/279 sayı ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı
yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının maliki olduğu taşınmaza, imar planında Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dekorasyon
Alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 2.000 TL tazminatın faizi
ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar
valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında Kentsel
Rekreasyon Alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline
hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin yapmış olduğu
görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı
yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 15. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 29.01.2013 gün ve E:2012/279 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/521
KARAR NO: 2013/614
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- İ.H.T. , 2- D.T., 3- P.E.T., 4-
Z.E.E.
Vekilleri
: Av. P.B., Av. Ö.B.
Davalı : Pendik Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.O.Y.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların İstanbul İli, Pendik İlçesi, Doğu Mahallesi, 2320 ada,
313 parselde bulunan taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında yönetim
merkezi alanı olarak ayrıldığını belirterek, taşınmazın tapu
kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL nin faizi ile birlikte davalıdan
tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Pendik Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi; 14.11.2012 gün ve
E:2011/657 sayı ile, davalı Pendik Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Pendik Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" ,bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat
olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b)
bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü
gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması
istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde
2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
Pendik Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Pendik Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede
öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hissedar oldukları taşınmaza, imar
planında yönetim merkezi alanı
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında yönetim
merkezi alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar
olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun
kabulü ile, davalı Pendik Belediye Başkanlığı vekilinin yapmış olduğu görev
itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Pendik
Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Pendik 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.11.2012 gün ve E:2011/657 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/522
KARAR NO: 2013/615
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- A.H.T., 2- C.G.
Vekilleri
: Av. M.E.A., Av. C.A.
Davalılar
: 1- Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı
Vekili : Av. A.K.
2- Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.N.C.
3- Gençlik ve Spor Bakanlığı
Vekili :
Av. D.K.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Alacaatlı Mahallesi,
44596 ada, 2 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz
konusu taşınmazın imar planında spor alanı olarak ayrıldığını belirterek,
taşınmazın tapu kaydının davalı sorumlu idare adına tescili ile, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.500 TL nin faizi ile
birlikte davalı sorumlu idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle dava
açmıştır.
Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili
süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi; 03.12.2012 gün ve
E:2012/369 sayı ile, davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile
Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine karar
vermiştir.
Davalılar Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı ile Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekillerinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdikleri dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı
yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve dahi
12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay
Başsavcısı'nca, davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile
Yenimahalle Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmaza, imar
planında spor alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın tapu
kaydının davalı sorumlu idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.500 TL tazminatın faizi ile birlikte
davalı sorumlu idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı
8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında spor
alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar
olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun
kabulü ile, davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekillerinin yapmış oldukları görev itirazlarının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalılar Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanlığı ile Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekillerinin GÖREV
İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
03.12.2012 gün ve E:2012/369 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/523
KARAR NO: 2013/616
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
M.N.
Vekilli : Av. M.A.A.
Davalı : Bağcılar Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. Ş.A.
O L A Y : Davacı vekili
özetle, davacının İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, 584 ada, 3 parsel sayılı
taşınmazın maliki olduğunu, söz konusu taşınmazın imar planında çocuk
bahçesi olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 10.000 TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline
karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi; 20.02.2013 gün ve
E:2012/512 sayı ile, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.
maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bağcılar Belediye
Başkanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının maliki olduğu taşınmaza, imar planında çocuk bahçesi olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL tazminatın faizi ile birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında çocuk
bahçesi alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalı
Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin yapmış olduğu görev itirazının,
Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.02.2013 gün ve E:2012/512 sayılı
KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/524
KARAR NO: 2013/617
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- N.M.Y., 2- H.D., 3- V.U., 4- Ş.Y.
Vekilleri
: Av. V.Ö., Av. Ş.Ç.
Davalı : Mamak Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. S.B.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle, davacıların Ankara İli, Mamak İlçesi, Çiğiltepe Mahallesi, 15698
ada, 3 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduklarını, söz konusu
taşınmazın imar planında çocuk bahçesi olarak ayrıldığını belirterek,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL nin faizi
ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi; 05.12.2012 gün ve
E:2012/368 sayı ile, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Mamak Belediye Başkanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri, yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem
niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ifade ederek, 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Mamak Belediye Başkanlığı
açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmaza, imar
planında çocuk bahçesi
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL tazminatın faizi
ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında çocuk
bahçesi alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı
yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalı Mamak
Belediye Başkanlığı vekilinin yapmış olduğu görev itirazının, Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Mamak
Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 20.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05.12.2012 gün ve E:2012/368 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/525
KARAR NO: 2013/618
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- A.Ö., 2- Ş.O., 3- K.Y.,
4- H.İ.O., 5-İ.O., 6-A.R.O.,7-O.İ., 8-Ş.Ö.,9-E.U., 10- Ş.U.,
11- N.T., 12- Ş.Ç., 13- A.D.U., 14- F.K., 15- M. K., 16- H.Ö., 17-
İ.M., 18- M.Ö.,
19- H.K., 20- M.Ö., 21- O.O., 22- O.Ö., 23- R.Ö., 24-S.Ö., 25-N.G.,
26-N.D.,27- İ.Ö.
Vekilleri
: Av. H.H.S.
Davalılar
: 1- Ankara İl Özel İdaresi
Vekili : Av. Z.T.
2- Yenimahalle Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.S.Ç.
O L A Y :
Davacılar vekili özetle, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, İvedik Mahallesi,
43391 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza davacıların tamamının hisseli malik
olduklarını, aynı yer 43392 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza ise davacılar
A.Ö., Ş.Ö., E.U., Ş.U., N.T., Ş.Ç., A.D.U., F.K., M.K., H.Ö., İ.M., M.Ö.,
H.K., M.Ö., O.O., O.Ö., R.Ö., S.Ö., N.G., N.D., İ.Ö.’in hisseli malik
olduklarını, 43391 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın imar planında ilkokul
alanı, 43392 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın ise imar planında kreş alanı
olarak ayrıldığını belirterek, taşınmazların tapu kayıtlarının davalı
idareler adına tescili ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile
şimdilik 48.000 TL nin faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar
verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili 1. celsede süresi
içerisinde beyanen; görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi; 30.01.2013 gün ve
E:2012/406 sayı ile, davalılar Ankara İl Özel İdaresi ile Yenimahalle
Belediye Başkanlığı vekillerinin görev itirazlarının reddine karar
vermiştir.
Davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194
sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları
ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemler, "idari işlem" , bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri,
yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşıdığını
belirterek,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin
gerektiğini ifade ederek, davanın, taşınmazların bedellerinin tazminat
olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla
yapılan 8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalılar Ankara İl Özel İdaresi ile Yenimahalle Belediye Başkanlığı
vekillerinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı
açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı M. BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazlara, imar
planında ilkokul alanı ve kreş
alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, taşınmazların tapu kayıtlarının davalı idareler adına tescili ile,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 48.000 TL
tazminatın faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi
istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların
hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar
Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut
ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları
ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit
edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay
süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde
inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21
md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve
ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak
ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir.
İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün
içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir
kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek:
3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planlarında
ilkokul alanı ve kreş alanında kaldıkları, taşınmazlara idarece
fiilen el atılmadığı, davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun
uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun
kabulü ile, davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekilinin yapmış olduğu
görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Yenimahalle Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 22. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 30.01.2013 gün ve E:2012/406 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
ESAS
NO : 2013/526
KARAR NO: 2013/619
KARAR TR : 08.04.2013
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Vatani görevini yerine getirirken, nöbet değişimi esnasında
düşerek ayak kaval kemiğinin kırılması sonucu yaralanan davacının maddi ve
manevi tazminat istemiyle açtığı
davanın, ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : N.D.
Vekili : Av. S.T.
Davalı : Milli
Savunma Bakanlığı
Vekili : Av.
F.Y.
O L A
Y : Davacı vekili, dava
dilekçesinde, davacının 2010 Şubat ayında askerlik vazifesini ifa etmek
için Siirt 3. Komando Tugayındaki birliğine teslim olduğunu, askerlik
vazifesini devriye çavuşu olarak ifa ettiği 24.10.2010 tarihinde nöbet
değişimi esnasında düşme sonucu sağ ayak kaval kemiğinin üç ayrı yerden
kırıldığını, kaza sonrasında davacının Siirt 3. Komando Tugayı Askeri
Hastanesinde tedavi altına alındığını, Siirt 3. Komando Tugayı Askeri
Hastanesinde geçirmiş olduğu 2 günlük tedavi sonrasında Diyarbakır Askeri
Hastanesine sevk edildiğini, bir hafta sonrasında ise ameliyata alındığını
ve kırılan ayağına platin takıldığını, ameliyattan sonra 5 Kasım 2010
tarihinde kendisine 3 Aylık hava değişimi izni verildiğini, üç aylık hava
değişimi sonrası kırılan ayağının iyileşmediğini, kaynamanın yetersiz
olmasından dolayı hava değişimi süresinin 2 ay daha uzatıldığını, 1111
sayılı Askerlik Kanunu 78.maddede: “Muvazzaflardan tebdilhavaya gidenlerin
tebdilhava müddetleri üç ay veya daha ziyade olduğu veya temdit veya tekrar
ile üç ayı geçtiği halde müddetin üç aya kadar (dâhil) olan kısmı veya izin
alan erbaş ve erin izin müddetlerinden her sene yalnız bir ayı muvazzaf
hizmetlerinden sayılır.” denildiğini, kanun maddesinde de açık olarak
belirtildiği üzere, davacıya son iki ay verilen hava değişimi izninin
askerlik hizmet süresi içinde sayılmadığından askerliğinin uzadığını ve
davacının terhis olması gereken tarihten iki ay sonra 28.06.2011 tarihinde
Siirt 3. Komando Tugayındaki birliğinden terhis olduğunu, davacının Siirt
3. Komando Tugayındaki birliğinden terhis olduktan sonra askerlik
vazifesini ifa etmeden önce çalışmış olduğu matbaa atölyesine tekrar
müracaat ettiğini, fakat, işyeri yetkililerinin matbaa işinin ağır olduğunu
ve ayağında yer alan platinle bu işi yapamayacağını belirterek davacının iş
başvurusunu reddettiğini, davacının halen kazadan sonraki haline uygun bir
iş bulamamış olup 28 Haziran 2011 tarihinden bu yana işsiz olduğunu,
davacının askere gitmeden önceki çalıştığı şartlarda iş bulamamakla
birlikte çalışma kabiliyetini de önemli ölçüde yitirdiğini, dolayısıyla
sağlıklı bir insanın çalışacağı şartlarda iş bulamayacağını, dava konusu
kazadan ötürü davacının kazanç kaybına uğradığını, bu kazanç kaybının ne
kadar süre ile devam edeceğinin belirsiz olduğunu, keza davacının ayağına
takılmış olan platinin 2012 yılında çıkarılması gerektiğini, bu uzun tedavi
ve ameliyat sürecinden sonra davacının ayağının eski fonksiyonlarını yerine
getirip getirmeyeceğinin belirsiz olduğunu, tüm bunların yanında davacının
söz konusu ameliyatı olmak için sosyal güvencesi olmadığı gibi, işsiz
olduğundan bu ameliyatı karşılayacak maddi gücünün de olmadığını, davacının
normal şartlarda askerlikten terhis olacağı dönemden bugüne kadar kazanmış
olacağı gelirini kaybettiğini, yapmış olduğu tedavi giderleri, platinleri
çıkarmak için geçireceği ameliyat giderleri, bu süreçte kendisine yapılan
bakım giderleri, uğramış olduğu iş gücü ve kazanç kaybının kusursuz sorumluluk
ilkesi gereğince davalı idareden tazmini gerektiğini belirterek, davacının
yaptığı tedavi masrafları ve yoksun kaldığı kazanç kaybı olmak üzere
bilirkişi tarafından tespit edilecek şimdilik belirsiz maddi tazminatın
kanuni faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline ve dahi davacının
uğradığı manevi zararlar nedeniyle 20.000 TL manevi tazminatın faizi ile
birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı
Milli Savunma Bakanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde
özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Bakırköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesi; 24.01.2013 gün ve
E:2011/500 sayı ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Savunma Bakanlığı
vekilinin, askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi Başsavcısı: ‘’Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu
düzenlenmiş olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal
edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün
idari yargı yerlerinin görevine girdiğinin tartışmasız olduğunu,
Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek idare Mahkemesinin, askeri
olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve
askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların
yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik
yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı
aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 günlü ve 1602 Sayılı Yasanın 25.12.1981
günlü ve 2568 Sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer
aldığını, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava
konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve “askeri hizmete
ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi
gerektiğini,1602 Sayılı Yasa’nın 20.maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay,
askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayıldığını, bu bağlamda, olay sırasında askerlik
hizmetini yerine getirmekte olan davacının asker kişi sıfatını taşıdığı
noktasında duraksama bulunmadığını, İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin
bulunması” eylemin kanun ve nizamlarının Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı
yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını
taşıdığını, Askeri nitelikte idari eylemi de, askeri kural ve gerekler
çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya
meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamanın olanaklı
olduğunu, İdari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin
bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden
bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiğini,
işbu davada, davalı idare tarafından askerlik hizmetinin ifası sırasında
meydana gelen yaralanma dolayısıyla uğranılan zararların idare tarafından
tazmin edilmesi istenildiği anlaşılmakla, zararın askeri bir görevin
yürütülmesi sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması
karşısında davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve
“asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği ve
dolayısıyla AYİM’in görevli olduğu değerlendirilmektedir.’’ diyerek, 2247
sayılı Kanunun 10, 12 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ,
Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan
8.4.2013 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası
örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan
incelemeye göre, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığınca, davalı
Milli Savunma Bakanlığı açısından, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde askeri
idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı M. BAYHAN ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Hakan Ali
TURGUT’un davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğu yolundaki
sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
askerlik görevini Siirt 3’üncü Komando Tugay Lojistik Destek Ulaştırma Oto
Takım Komutanlığı’nda yapan davacının, devriye çavuşluğu yaptığı sırada,
nöbet değişimi esnasında düşerek ayağının kırılması suretiyle meydana
geldiği iddia edilen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu
kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve
çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.
Anayasa’nın
157.maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete
ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini
yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden
doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı
belirtilmiş,20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve
2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu
idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete
ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1602
sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri
öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil
memurlar asker kişi sayılmaktadır.
Davanın,
1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olan davacıyı
ilgilendirdiği ve bu nedenle dava konusu eylemin asker kişiyi
ilgilendirdiği tartışmasızdır.
Dava
konusu eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince; idari
eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, kanun ve nizamların Türk
Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi
amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari
eylemi de, askeri kural ve gelenekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet
sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir eylem
olarak tanımlamak olanaklıdır.
İdari
eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye
yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı
sahasında meydana getirmiş olması gerekir.
Uyuşmazlığa
konu olayda, asker kişi olan davacının, askerlik görevini ifa ettiği esnada
ayağının kırılması sonucu maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açıldığı
anlaşılmakla, maddi ve manevi tazminata konu olayın askeri bir görevin
yürütülmesi sırasında doğması ve sonucunda asker kişinin zarar görmüş
olması karşısında davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”
ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşılmıştır.
Belirtilen duruma göre, olayda idari
eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması”
koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşılmakla, davanın görüm ve
çözümünde askeri idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı
vekilinin görev itirazının Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli
olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın,
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.01.2013 gün ve
E:2011/500 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 8.4.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
|